Meksika Guanajuato

Meksika Guanajuato

 

Burası yerli dilinde “Kurbağalar Yatağı” anlamına gelmektedir. Yerliler bölgeye ilk geldiklerinde, bataklığa benzeyen zemini beğenmeyip “burada ancak kurbağalar yaşar” demişlerdir. Şehir başkent Mexico City şehrine otobüsle 5 saat uzaklıktadır.

1552 yılında İspanyol komutan Juan de Jaso; Guanajuato bölgesinde gümüş yataklarına rastlamıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda İspanyollar bu kasabaya akın edince nüfus hızla artmıştır. Katolik kilisesinin gönderdiği papazlar, kasabalarda aralarında San Cayetano gibi görkemli yapıların bulunduğu 15’e yakın kilise ve manastır inşa etmişlerdir.

18. yüzyılda bölgedeki Valenciana madeni tek başına dünyanın gümüş üretiminin üçte ikisini sağlamıştır.

Daha sonra kasaba çevresinde altın, bakır, kurşun ve civa yatakları da bulununca, yerel halk bu gelişmelerden öyle memnun olmuş ki, mevcut refahları bozulmasın diye ülkelerinin bağımsızlık savaşına bile destek vermemiştir.

Meksika Guanajuato

 

Guanajuato bu bölgenin en güzel yerleşim yeridir. Kasaba, sinema yapımcılarının da dikkatini çekmiştir. 2003 yılında gösterime giren: Antonio Banderas ve Salma Hayek’li “Bir zamanlar Meksika’da” filmi burada çekilmiştir.

Birçok sokak trafiğe kapalıdır. Şehrin, biri gidiş biri geliş olmak üzere sadece iki ana caddesi vardır.

Guanajuato nehrini takip eden bu caddelerden biri yeraltındadır. Sokaklar küçük geçitlerle birbirine bağlanmıştır.

Bunların en ünlüsü yalnızca 68 cm genişliğindeki Öpücük geçididir. Zamanında iki aşık, geçidin iki yanındaki evlerinin balkonuna çıkar ve burada öpüşürlermiş.

Efsaneye göre: burada öpüşen çiftler 7 yıl mutlu olmayı garantiliyorlarmış. Guanajuato’nun rengarenk çiçeklerle dolu küçük, şirin meydanında gezinmek çok keyiflidir.

Şehir yıllık Cervantino Festivaline ev sahipliği yapmaktadır.

Şehir 1988 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Meksika Guanajuato

 

GEZİLECEK YERLER

Meksika Guanajuato San Cavetano Kilisesi

 

San Cayetano Kilisesi-Iglesia de San Cayetano

Bu dini yapı “La Valenciana” gümüş madeni girişine yakın “La Valenciana” köyündeki (bir zamanlar bu köyde 20.000 kişi yaşıyormuş) en etkileyici yapılardan birisidir.

Yapı 18. yüzyıla tarihlenmektedir. Şehir manzaralı bir tepenin üzerinde durmaktadır. Sömürge döneminde La Valenciana gümüş madeninin büyük zenginliğinin bir anıtı olarak durmaktadır.

Kilise: La Valenciana gümüş madeninin orijinal sahibi tarafından inşa ettirilmiştir. İnşaatına 1765 yılında başlanmış ve gümüş madenlerinden gelen kar ile finanse edilmiş ve 1788 yılında tamamlanmıştır.

Yapıda “cantera rosa” olarak bilinen yerel bir pembe taş kullanılmıştır. Cephe Meksika barok tarzında oyulmuş ve yan taraflar neo medejar tarzı kemerlerle süslenmiştir.

Kilise bitmiş denilse de, sağ tarafındaki ikinci çan kulesi ve saati eksiktir. Ama özellikle kilisenin içinde 18. ve 19. yüzyıla ait muhteşem güzellikler görmek mümkündür.

Günümüzde burası Guanajuato Üniversitesi Sanat Okuluna ev sahipliği yapmaktadır ve burada müzik odaklı farklı etkinlikler düzenlenmektedir.

Meksika Guanajuato Kıss Allev

 

Kıss Alley-Callejon del Beso

Eğer eşiniz veya sevgilinizle romantik bir zaman geçirmek istiyorsanız “Kiss Alley” denilen “Callejon del Beso” sokağına gitmelisiniz. Bu sokak: Alley Plaza de los Angeles yakınındadır. Burası iki genç sevgilinin dramatik bir hikayesine tanıklık etmesiyle tanınır.

Buradaki dar bir sokakta iki balkon bulunmaktadır. Bu balkonlardan birine çıkıp öpüştüğünüzde, yörenin yerlileri küçük bir ücret karşılığında fotoğrafınızı çekerler. Öte yandan bu geleneği yaparsanız, 7 yıl boyunca kötü şansın sizden uzak kalacağı söyleniyor.

Evet burası hakkında anlatılan efsaneyi de bilmelisiniz: Dona Carmen: inatçı ve öfkeli bir babanın tek kızıdır. Dona Carmen: evlerine yakın bir kilisede Don Luis ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar.

Ancak babası, azalan serveti nedeniyle Dona Carmen’i zengin ve soylu bir İspanyol ile evlendirmek ister. Evlenmediği takdirde kendisini kilitli bir manastırda tecrite göndermekle tehdit eder.

Dona Carmen ve arkadaşı Dona Brigida ağlarlar ve birlikte dua ederler. Daha sonra Dona Brigida: Don Luis ile arasında mesaj alıp götürmeye başlar. Dona Carmen: evindeki bir pencereden dışarı eğildiğinde karşı taraftaki duvara dokunabilmektedir.

Yani ev mümkün olduğu kadar dar bir sokaktadır. Bunun üzerine, sokağın diğer tarafındaki ev: genç sevgili fakir madenci Don Louis tarafından alınır. Böylece iki genç sevgilinin konuşmaları mümkün olacaktır.

Don Luis: o evin sahibi öğrenir ve evi satın alır. Evin balkonuna çıkıp, Dona Carmen hayalleriyle yaşamaya başlar. Dona Carmen de buna çok sevinir çünkü hayallerindeki adam çok yakındadır.

Bu iki aşığın konuşmaya başlamasının üstünden birkaç dakika geçmiştir ki, odanın arkasından Dona Carmen babasının bağırmalarını duyar. Arkadaşı Dona Brigida, babasının odaya girmesini engellemeye çalışsa da başaramaz ve babası Dona Brigida’yı iterek odaya girer ve hançeriyle tek bir darbede Dona Carmen’i öldürür.

Don Luis: sessizlik içinde şok olur. Dona Carmen’in tuttuğu eli yavaş yavaş soğur ve Don Luis: bu pürüzsüz, soluk ve cansız sevgilisine bir öpücük bırakır. Evet tam bu nokta: günümüzde “Kiss Alley” olarak bilinmektedir.

İki evin iki balkonu arasındaki mesafe, yalnızca 69 cm. dir. Don Luis: bu ayrılık sonrasında “La Valenciana” madeninde intihar etti.

Meksika Guanajuato Don Kişot Müzesi

 

Don Kişot Müzesi-Museo Iconografico del Quijote

Burası Allende Plazada Don Kişot ve onun yaratıcısı Sancho Panza’ya adanmış bir müzedir. 1987 yılının sonlarında açılan müzede 17 oda ve avlularda: Salvador Dali, Jose Guadalupe Posada gibi sanatçıların resim, baskı, heykeller ve el sanatlarını kapsayan 800 parça eser sergilenmektedir.

Öte yandan bu eşsiz koleksiyonda Don Kişot figürleri ilgi çekmektedir. Ayrıca: Honore Daumier, Pablo Picasso ve Miguel de Cervantes Savedra gibi sanatçıların eserlerine isimlerini veren kahramanların figürleri de bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Yer altı Sokağı

Yer altı Sokağı

Burası da şehirde kaçırılmaması gereken bir yerdir. Calle Miguel Hidalgo olarak bilinen, şehrin içinde çalışan eski bir nehir alanıdır. Günümüzde ise şehir trafiğini hafifletmek için kanal yol olarak inşa edilmiştir.

Meksika Guanajuato Plaza Mayor

Plaza Mayor-La Paz

Burası şehrin merkezinde, şehrin en güzel binalarıyla çevrili, yarı üçgen kare bir meydandır. Meydanda bulunan bronz anıt, mermer ocağı bazlı ve kurtuluş savaşının sonunu anmak için yapılmıştır. Anıt Başkan Porfirio Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır.

Meksika Guanajuato Teatro Juarez

Teatro Juarez

Bu yapı 1872-1903 yılları arasında inşa edilmiş ve Meksika’nın en güzel tiyatrolarından birisidir. Tiyatro Başkan Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır. Özellikle: 8 tane Roma Dor sütunları ilgi çekmektedir. Konumları arasında bir art nouveau fuaye bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Hidalgo Pazar

Burası da Başkan Diaz tarafından 1910 yılında açılmıştır. Onun cephesi yöreye özgü pembe taştır. İnce demir kulesinin tepesinde dört yüzlü bir saat bulunur. Metal kubbede 30 pencere bulunur ve 35 metre genişliğinde ve 70 metre uzunluğundadır. Burada özellikle yöresel tatlılar ve el sanatları satın alabilirsiniz.

 

Mumya Müzesi-Museo de los Momias

Şehre gelen turistlerin ilk uğrak yerlerden birisidir.
19. yüzyılda şehirde uygulanan bir mezarlık vergisi varmış. Her mezar için yıllık vergi ödeniyormuş. Eğer ölünün yakınları bu vergiyi ödemezse, mezar yeri hakkını kaybeder ve merhumun naşı mezarından çıkarılırmış.

Sonunda, kimse bu vergiyi ödemeye yanaşmayınca gömülenlerin % 90’ının mezarları Belediye tarafından boşaltılmıştır. Bu arada 1833 yılında Guanajuato’da kolera salgını baş göstermiştir. Ölüler, salgın yayılmasın diye aceleyle gömülmüştür. Salgında ölenlerin yakınları mezarlık vergisini ödemeyince mezarlar açılmış ve bazı ölülerin bedenlerinin bozulmadan kaldığı fark edilmiştir.

Bölgenin kuru havası ve topraktaki mineraller bir nevi doğal mumyalama işlevi görmüştür. 1865 yılında Santa Paula mezarlığında yatan ilk mumyalanmış vücut ayıklanır ve yüzden fazla beden mezarlıktan alınıp sergilenmeye başlamış ve böylece 1865 yılında Mumya Müzesi resmen açılmıştır.

Ölülerin açıkça sergileniyor oluşu ürkütücülüğü bir yana, mumyaların yüzünde de korkunç ifadeler vardır. Mezarlar boşaltıldığında, mumyaların yüz ifadelerinden salgının yayılmasını engellemek isterlerken merhumların bazılarının diri diri gömüldüğü anlaşılmıştır.

Alman yönetmen Werner Herzog, bu mumya görüntülerini “Vampir Nosferatu” filminde kullanmıştır.

Ölülerin bedenlerinin bu şekilde sergilenmesinin etik olup olmadığı sorusu, yıllık bir milyona yakın ziyaretçi sayısı göz önüne alınınca boşlukta kalmıyor olabilir. Müzenin, kasabanın turizm bütçesine katkısı yadsınamaz.

Mumyalar bu müzede camlar arkasında, vitrin benzeri yerlerde sergileniyor. Kimisinin üzerinde halen yırtık pırtık elbiseleri duruyor, kimisinde ise sadece çorapları vardır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Müze turunun sonunda, asıl etkileyici sahneye tanık oluyorsunuz. “Dünyanın en küçük mumyası” etiketiyle sergilenen altı aylık cenin.

Sezaryan sırasında annesiyle birlikte ölmüş, bedeni şu an neon ışıklar altında sergileniyor. Yapılan araştırmalara göre kadının ölüm yaşının 40 olduğu yani 19. yüzyılda anne olmak için çok fazla yaşlı olduğu düşünülüyor.

Böyle ileri bir yaşta gebelikte gerekli besinleri alamadığı ve o nedenle kötü beslenme yüzünden öldüğü veya aynı dönemde bir kötü kadın (fahişe) olduğu düşünülüyor. Bu dünyanın en küçük mumyası, başlangıçta annesinin kollarında sergilendi, şimdi ise ayrı sergileniyor. 5 yada 6 aylık bir gebelik sürecinde olduğu düşünülüyor. Muhtemelen ölü doğmuş ya da doğum sırasında ölmüş olabilir.

Müzeye gelen bazı anne-babaların yanlarında çocuklarını da getirmeleri bence bu görüntüler nedeniyle hiç hoş olmuyor.

Meksika Guanajuato Ölüler Günü

Dia de los Muertos-Ölüler Günü

Nobel ödüllü Meksikalı yazar Octavio Paz: yurttaşlarının ölüme yaklaşımlarını şöyle değerlendirir “Meksikalılar için ölüm bilindik bir şeydir.

Ölümün şakasını yapar, onu kucaklar ve hatta onu kutlarlar. Doğrudur, onlar da herkes gibi ölümü ancak en azından ölümle yüzleşince bilirler. Ölümü bazen küçümserler”

Octavia Paz “Meksikalılar ölümü kutlar” derken aslında mecazi anlamda söylemiyor.
Meksikada 28 Ekim tarihinde “Ölüler Günü” kutlamaları, resmi tatil ilan edilen 2 Kasım’a kadar sürüyor. 2 Kasım’da: ölülerin ruhlarının ilahi izinle dünyaya indiğine inanılıyor.

Böylece merhum, arkadaş ve akrabalarını ziyaret etme, dünya zevklerini yılda bir kez de olsa tatma olanağı buluyorlar. Angelito denen küçük meleklerin, yani bebeklerin ve çocukların ruhlarıysa büyüklerden bir gün önce, 31 Ekim gecesi iniyor ve ertesi günü ailesiyle birlikte geçiriyor.

Ölüler günü öncesinde mezarlıklar çiçeklerle süsleniyor. O sabah aileler, yitirdikleri yakınlarının mezarlarını ellerinde mumlar, kadife çiçekleri, içecek ve yiyeceklerle ziyaret ediyorlar. Çocuk mezarlarına oyuncaklar, büyüklerinkine ise tekila şişeleriyle gidiliyor. Ruh mezarını bulabilsin diye ağır kokulu tütsüler yakılıyor.

Ardından mezarın yanına piknik örtüleri seriliyor ve merhumun sevdiği yiyecekleri hep birlikte yiyorlar. Ölüm yakın zamanda gerçekleşmiş ise, aileler bazen mezarlığa arkalarında müzisyenlerle birlikte geliyorlar ve yakınlarının sevdiği parçaları çaldırıyorlar.

Ruh önce mezarlığa sonra da eve geliyor. Azteklerin ölülerini hatırlamak için yetiştirdikleri sarı/turuncu renkli kadife çiçekleri, ruhun evi bulmasına yardımcı oluyor. Evde “ofrendas” denen sunaklar, yani üzeri delikli, renkli kağıt örtülerle kaplı küçük masalar ruhun gelmesini bekliyor.

Sunakların üzerinde merhumun resimleri, mumlar, tütsüler ve bu güne özel yapılan tatlımsı “pan de muertos” (ölü ekmeği) bulunuyor.

Bunların yanında, yine merhumun sevdiği yiyecekler ve şekerden yapılan, alnına merhumun isminin yazıldığı bir kurukafa var. Ruh eve gelince bu yiyeceklerin özünü ve aromasını alıyor. Ruh evi terk edince bu yiyecekler ve şekerden kurukafa, akrabalar, arkadaşlar ve komşular arasında paylaşılarak yeniliyor.

Kurukafa geleneği ise, Azteklerden geliyor. Aztekler ve diğer Mezoamerika toplumları, esirlerin kafataslarını zaferlerinin sembolü olarak saklar, törenlerinde sergilerlermiş. İnanışlara göre kurukafa ölümü ve yeniden doğuşu simgeliyor.

Yaşamın sadece bir rüya olduğuna, ancak öldükten sonra bu rüyadan uyanıldığına inanan Aztekler ölümü bir son gibi görmezlermiş.

İspanyol işgalciler bu törenleri Katolik inanışına saygısızlık diye nitelendirerek barbar dedikleri yerlileri bu geleneklerinden vazgeçirmek için çok çabalamışlardır.

Çabaları sonuçsuz kalınca da bu törenleri biraz olsun Hıristiyan dinine uygun formata sokabilmek amacıyla “Ölüler günü” tarihini kendi Azizler Günüyle çakışacak şekilde değiştirmişlerdir.

Daha önceleri Azteklerin güneş takvimine göre, Ölüler Günü Ağustos başında kutlanıyormuş.

Ölüler günü gecesinde aileler yakınlarının ruhlarıyla yine mezarlıkta buluşuyor.Ruhları dansa davet etmek için mezarlığın girişindeki çanlar çalınıyor. Azteklerin güneşe hürmet danslarının bir benzeri olan The Danza de los Viejitos’ta (Yaşlı adamın dansı) hep beraber dans ediliyor.

Daha sonra kadınlar ve çocuklar karanlıkta ellerinde mumlarla yakınlarının mezarlarını buluyorlar. Dua ve ilahiler söylemeye ölen yakınlarının sonsuz huzura kavuşması için Tanrıya yakarmaya başlıyorlar. Erkeklerse sessizce olup biteni izliyorlar.

Sosyologlar, Meksikalıların bu geleneklerine halen sıkı sıkıya bağlı kalmalarını ve ölülerine yas tutmaktansa insanoğlunun varoluşunun devamını kutlamayı yeğlemelerini Meksika’nın fırtınalı geçmişiyle açıklıyorlar.

İspanyol işgalcilerin yerli katliamları ve kanlı Meksika Devriminin yanı sıra son dönemdeki kartellerin yarattığı şiddet, ister istemez “doğal olmayan ölümlerle yüzleşmeyi gerektiriyor.

Meksikalı entelektüellerin devrim sonrasında ölüm kavramını sürekli işlemeleri, bu konunun insanların zihninde iyice yer etmesine yol açmış. Diego Rivere bir konuşmasında bu konuyla ilgili olarak şöyle söyler “Bir bakın atölyeme. Her yerde ölümü göreceksiniz. Her boyutta ve her renkte ölümü”

Meksika Guanajuato Diego Rivera

Diego Rivera-Museo Casa Diego Rivera

Mumya müzesini gezdikten sonra Diego Rivera’nın müzeye dönüştürülen evine gitmelisiniz.
Diego ve ikiz kardeşi 1886 yılında bu evde doğmuştur. Anneleri doğum sırasında komaya girince öldü sanılmış.

Neyse ki, bir hizmetli nefes aldığını fark etmiş de kadıncağız canlı canlı tabuta konmaktan kurtulmuştur. Bir sene sonra Diego ikiz kardeşini kaybetmiş ve tek çocuk olarak büyümüştür.

Daha küçük bir çocukken ilk sergisini açan Diego aldığı bursla Madrid’e gitmiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerini dolaştıktan sonra, 1911 yılında Paris’e yerleşmiştir. Burada Cezanne’dan çok etkilenmiş kübizme yönelmiştir.

Meksika’ya döndükten sonra duvar resimleri yapmaya başlayan Diego 1929 yılında, Frida Kahlo ile evlendiği yıl, Meksika komünist partisiyle ters düşerek partiden atılmıştır.

Komünist parti, Diego’nun devletin hizmetinde çalışmasını kabul edilemez bulmuş. Diego devletten aldığı maaşla yetinemeyince Frida’yı da alarak Amerika’ya taşınmıştır. Detroit şehrinde çalışırken Rockefeller’in daveti üzerine New York şehrine gitmiş ve yeni RCA binasında devasa bir duvar resmi yapmaya başlamıştır.

İlk yaptığı işlerden biri Moskova’daki 1 Mayıs kutlamalarını resmetmek olunca, Rockefeller bu konuda rahatsız olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine bir de Lenin’in portresini eklemesi, Diego’nun çok geçmeden işten kovulmasına neden olmuştur. Frida ile birlikte 1934 yılında Meksika’ya dönmek zorunda kalmıştır.

Yaptığı fresklere siyasi görüşlerini yansıtan Diego halk arasında politik bir lider gibi saygınlık kazanmıştır. Meksika tarih ve geleneklerini, toprak, çiftçi ve işçileri resmettiği canlı renklere sahip eserleri, Diego’yu sadece Meksika’nın değil, dünyanın 20. yüzyıldaki en büyük sanatçılarından biri yapmıştır.

Bugün birçok Meksikalı Diego’nun Frida’dan daha büyük bir sanatçı olduğunu düşünüyor ve onun haksız bir biçimde Frida’nın gölgesinde kaldığını iddia ediyorlar.

1954 yılında Frida’yı kaybettiğinde Diego yıkılmış “Artık söylemek için çok geç ama anladım ki hayatımdaki en harika şey Frida’ya olan aşkımdı”.

Frida’nın ölümünden bir yıl sonra: kendisine kanser teşhisi konmuştur. Diego’nun 1957 yılında kalp rahatsızlığından ölmeden önce, küllerinin Frida’nınkilerle karıştırılması vasiyetinde bulunmuş, bu vasiyeti devlet tarafından yerine getirilmemiş ve başkentteki Panteon Civil de Dolores mezarlığına gömülmüştür.

Bugün bu müzede, Diego’nun kişisel eşyalarının yanı sıra kübizm dönemi eserleri ve erken dönem çalışmaları görülebilir.

Peru Chan Chan

Peru Chan Chan

Chan Chan antik şehri: La Libertad bölgesinde, Pasifik Okyanusunda sahil kenti Trujillo şehrinin 5 km batısındadır. Başkent Lima şehrinin ise, 480 km kuzeyindedir. Peru ülkesindeki birçok kıyı yerleşimi dışında, Pasifik Okyanusuna çok yakın olmasıyla önem kazanır. Bulunduğu vadi “Moşe vadisi” olarak bilinmektedir.

Issız bir durumda iken; İspanyol istilacı Francisco Pizarro tarafından keşfedilen şehir: 1986 yılında UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Peru Chan Chan Chimu Krallığı
Peru Chan Chan Chimu Krallığı

 

Chimu Krallığı

Chimu krallığı: Kolomb öncesinde bu bölgede büyük bir medeniyet kurmuşlardır.
Chimu kültürü hakkında günümüze ulaşan bilgiler: 1200 yılından itibaren gelmektedir. Chimu insanları: Cajamarca ve Huari denilen yakın kültürlerden etkilenmişlerdir.

Efsaneye göre: Chan Chan şehri: denizden kano ile buraya gelen Taycamano isimli bir kahraman tarafından MS.850 yılında kurulmuştur ve şehri kurduktan sonra kendisi batı ufkunda kaybolmuştur. Chimu’lar şehri imparatorluğun başkenti olarak kullanmışlardır.

Bunlar: güneyde Pramongo bölgesinde ve kuzeyde Guayaqil körfezine kadar uzanan ve Moşe vadisi denilen bölgede büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Yani geç orta dönemde bölgenin en büyük krallığını kurmuşlardır. Bunlar: kuru bölgede sulama kanalları yaparak tarımı desteklemişlerdir.

Şehirde yaşayan insanlar arasında: sosyal ve sınıfsal tabakalaşma sistemi geliştirilmiştir. Şehirde: güçlü hükümdarlar, yetenekli ustalar, rahipler ve çoğunluklu olarak işçiler yaşıyorlardı. Ancak biraz önce de belirttiğim gibi “bütün insanlar eşit yaratılmıştır” inancını kabullenmemişlerdi.

Yani katı bir hiyerarşik yapı egemen olmuştu.

İnce tekstil, altın, gümüş ve bakır nesneler üretilmiştir. Ayrıca standart tasarımlara ve kalıplara göre: cilalı bıçak ve çömlek üretimi yapılmıştır.

Bunlar: Chimu Yunca olarak isimlendirilen ve günümüzde soyu tükenmiş bir dil konuşuyorlardı. Ama yazı sistemleri yoktu.

Chimu krallığı: İnka etkisi altına girmeden önce, 15. yüzyılda doruğa ulaşmıştır. Amerika kıtasının en büyük ve yeryüzündeki en büyük kerpiç şehir olarak tanınmıştır.

 

İnka Dönemi

İnkalar bölgeye geldiklerinde, yani MS.1470 yılında şehirde 60-100 kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. 1470 yılında İnka orduları, doğudaki dağlardan bölgeye geldiler ve şehrin yaşamsal su kaynağı olan kanalları kestiler. Uzun tartışmalardan sonra Chimu konseyi direnç gösterdikleri takdirde vahşet olacağını düşünerek, şehri İknalara teslim etmeye karar verdiler.

Ancak: İnkalar şehri ele geçirdiklerinde, hızlı bir şekilde Chimu beylerini yok ettiler ve çoğu yetenekli metalürji sanatçılarını ve şehrin değerlerini, kendi başkentleri Cusco şehrine taşıdılar.

İnka imparatoru Tupac Yupanqui tarafından esir alınan Chimu kralı Minchancaman yerine kralın oğlu, İnkalar adına bir süre bölünmüş krallığı idare etti.

Ancak: bu dönemde şehrin terk edildiği anlaşılıyor. Çünkü: Chan Chan şehri kerpiçten yapıldığı için havanın insafına bağlıydı. Kerpiç tuğla yapılarda, herhangi bir su veya rüzgar hasarı olduğunda hemen tamir ediliyordu.

Çünkü özellikle her 25 ile 50 yıllık süreçlerde, burada “El Nino” fırtınaları oluyordu. Ayrıca: MS.1000 yıllarında yeraltı su kaynaklarının da tamamen tükendiği bilinmektedir. Bu nedenlerle, zamanla şehrin terk edildiği düşünülüyor.

 

Francisco Pizarro

1532 yılında İspanyol fatih Pizarro buraya geldiğinde, şehir büyük ölçüde terk edilmişti ve ıssız bir şehirle karşılaştı ve Chan Chan’ın 5 km ötesinde yeni bir şehir kurdu.

Ancak İspanyol hazine avcıları: Chan Chan şehrini talan etmeyi ihmal etmediler. Çünkü, şehirde hala talan edilecek altın ve gümüş vardı. Özellikle: som gümüşten bir kapı ele geçirdiler ki, bunun değerinin çok yüksek olduğu söylenmektedir.

Peru Chan Chan
Peru Chan Chan
Peru Chan Chan

 

Kalıntılarda Gezinti

Yıllar önce şehrin terk edilmesine neden olan iklim olayları, son yıllarda daha yoğun olarak görülmektedir. İklim değişiklikleri nedeniyle artan yağışlar ören yerini olumsuz etkilemektedir. Bu yüzden şehrin önemli kesimlerinin üzerine çatı yapılmaya çalışılmaktadır.

Ancak antik şehir o kadar büyüktür ki, bu çabaların pratikte pek bir anlamı olmadığı kesindir. Bu yüzden, halen yağmurların devam ettiği ve yavaş yavaş çamurun içinde eriyen Chan Chan şehrini mutlaka görmenizi öneririm.

Günümüzde ören yeri: Chan Chan büyüklüğü ve katı hiyerarşik kentsel mekan yapısı ile ilgi görmektedir. Ancak şehir 6 kilometre karelik bir alana yayılmıştır ve bu büyük bölge: kalın toprak/kerpiç duvarlarla çevrilmiştir. Ayrıca: kaleler ve saraylar olarak bilinen 9 büyük dikdörtgen topluluk mevcuttur.

Sarayların her biri, küçük kareler şeklinde düzenlenmiştir ve aralarında tapınaklar, konutlar, depolar, mutfaklar, meyve bahçeleri ve mezarlıklar bulunur.

Öncelikle şunu belirtmekte yarar var, kalıntıların bulunduğu bölge çok büyüktür ve ıssız alanlarda yalnız başınıza dolaşırsanız soyulma olasılığı yüksektir.

Şehir kalıntıları çok büyük bir alana yapılmıştır. Bu alanda, 4 ana site ziyaret edilebilmektedir. Bu siteler arasında ise, taksi kullanabilir veya yürüyebilirsiniz. Eğer kalıntılarda yürümeyi tercih ederseniz ana yollardan ayrılmamanız önerilir, çünkü aksi halde cezai yaptırımlar vardır.

Şehrin merkezinde: piramidal tapınak, mezarlıklar, bahçeler, rezervuarlar ve simetrik düzenlenmiş oda gezilebilir. Burada, muhtemelen yaşam alanları, mezar yerleri ve aristokrasinin ambarları bulunuyordu.

Şehir nüfusunun esnaf ve diğer çoğunluğu: daha az dayanaklı ve mütevazi konutlarda oturuyorlardı.

Peru Chan Chan Duvarlar
Peru Chan Chan Duvarlar
Peru Chan Chan Duvarlar

 

Duvarlar

Şehrin çevresi birçok duvar bulunmaktadır ve şehir adeta bir kale ile çevrelenmiştir ve şehir adeta bir labirent gibidir.

Bazı yerlerde 30 metre yüksekliğe ulaşan duvarlar: kıyılardan gelen rüzgarlara karşı bir sığınak olarak inşa edilmiştir. Bu duvarlar: şehirde sayısız yoğunluktadır ve şehirde adeta bir labirent oluşturmuştur.

Genelde üçgen şekildeki bu karmaşık tasarımlı duvarlar: pürüzsüz kerpiç tuğlalardan yapılmışlardır. Bu pürüzsüz yüzeylere: kuşlar ve balıklar oyulmuştur. Ayrıca: yine bu duvarların yüzeylerine: deniz canavarlarını yakalamak için oyulmuş kaplumbağalar, yengeçler ve ağlar betimlenmiştir.

Peru Chan Chan Su kanalları ve Bahçeler
Peru Chan Chan Su kanalları ve Bahçeler

 

Su Kanalları ve Bahçeler

Şehir: şehir dünyanın en kasvetli kıyı çöllerinden birine kurulmuş ve yıllık ortalama yağış miktarı yok denecek kadar azdır.

Ama: Chan Chan alanları ve bahçeleri sulama kanalları ve kuyulardan oluşan bir ağ ile sulanmıştır. Bu sulama kanallarının bölgedeki uzunluğu 80 kilometreye kadar uzanmaktadır.

Yerkabuğu hareketleri nedeniyle, yeraltı su kaynakları MS.1000 yılı civarında düşünce, Chimu yöneticileri, kuzeyde Chicama nehrinden, 50 kilometrelik bir kanal yaparak nehir suyunun yönünü değiştirmek gibi cesur bir girişimde bulunmuşlardır.

Öte yandan: sağanak yağışlar antik kenti yıkacak ölçüde şiddetliydi ve şehir çok fazla su tarafından tehdit ediliyordu. Bu nedenle: Chimu medeniyeti dünyanın ilk gerçek mühendis toplumu olarak bilinir.

Onlar: ölçümlerin kayıt edilmesi veya ayrıntılı planların hazırlanması için bir yazılı dil bulunmamasına rağmen: bir şekilde dikkatlice inlemeler yapmışlar ve iki vadi arasındaki zor bayırı aşırarak kanal inşa etmeyi başarmışlardır.

Evet: düzensiz su kaynakları, tarım için sayısız zorluklar yaratırken, Chimular denizi hep bir lütuf olarak görmüşlerdir. Çünkü, bu bölgede Humboldt akıntısı, kapalı okyanus yüzeyine besin açısından zengin suları yukarı iter ve dünyanın en zengin deniz canlıları burada bulunur.

Chimular: bu durumu tanrıların onlara verdiği daha doğrusu bağışladığı bir gıda olarak görmüşlerdir. Bu nedenle Chan Chan frizlerinde, en yaygın görüntü kuş sürüleri, balık, kabuklular ve yumuşakçalardır.

Evet, şimdi de şehirdeki tapınaklar ve saraylardan söz etmek istiyorum. Bunların en büyük ortak özellikleri: bazılarında yüzlerce metreye varan frizlerle süslenmiş olmalarıdır.

Peru Chan Chan Trchudi Sarayı
Peru Chan Chan Trchudi Sarayı
Peru Chan Chan Trchudi Sarayı

 

Trchudi Sarayı

Kalıntılarda gezinmek için uzun zamanınız yoksa özellikle “Trchudi Sarayı” olarak bilinen ana kompleksi gezmelisiniz. Burası bir İsviçreli kaşif tarafından bulunmuş ve ardından restore edilmiştir.

Saray, muhtemelen MS.500 ile 1000 yılları arasında soylular tarafından kullanılmıştır. Sarayın avlusu Chimu frizlerini görmek için en iyi yerlerden birisidir. Duvarlardaki frizler nedeniyle, buranın kutsal bir saray olduğu düşünülüyor.

Koridorlar, odalar ve inanılmaz büyük plazalar: bir labirent gibi sarayın çevresinde belirgin güzergahı izleyerek, son derece organize, antik uygarlığın izlerini görebilirsiniz. Örneğin: sadece giriş geçidi için ayrılmış avluda, duvarlar boyunca düzenli aralıklarla nişler bulunmaktadır.

Bir niş içine oturulduğunda başka bir niş içindeki kişiye, fısıltı ile bir şeyler söylendiğinde, alışılmadık akustiğe tanık olabilirsiniz. Bu basit tasarlanmış kerpiç konsey odası: tüm sesleri yükseltmektedir.

Sarayın tasarımı boyunca tekrarlanan denizle ilgili mitolojik frizleri görebilirsiniz. Özellikle audiencias ana tören avlusundaki koridorda ayrıca balık ve kuş tasarımları da görülür.
Sitenin batı açık bölümünde Funerario olarak bilinen mezar alanı görülür. Burası en kutsal yerdir.

Peru Chan Chan Museo de sitio
Peru Chan Chan Museo de stio

 

Museo de Sitio de Chan Chan

Chimu imparatorluğu ve Chan Chan şehri çevresindeki buluntular burada sergilenmektedir. Tchudi sarayından buraya 20 dakikalık yürüyüş ile ulaşabilirsiniz.

Müzede önce İspanyolca 8 dakikalık bir multimedya gösterisi sunuluyor. Ardından: sıcak ama sulanan çölde elde edilen arkeolojik buluntuların sergilendiği bölümleri görebilirsiniz. Ayrıca: ahşap putlar, seramik ve metal nesneler, yapı malzemeleri (güneşte kurutulmuş çamur tuğla ve halatlar, kirişler gibi) görülür. Müzenin La Libertad bölümünde: prehispanic kültürel gelişime ait Moşe ve Chimu seramik ve ilk taş eserleri sergilenmektedir.

Aralık-Nisan ayları arasındaki yaz döneminde buraya yolunuz düşerse, çöl alanında, deniz kıyısında Peru ülkesinin en iyi plajlarının bulunduğu alanlara ulaşabilirsiniz.

Peru Chan Chan Zümrüt Tapınak
Peru Chan Chan Zümrüt Tapınak

 

Huaca la Esmeralda-Zümrüt Tapınak

Chimu tapınaklarından en muhteşemi ve en çok saygı duyulanıdır. Şehrin çok kenarındadır. Bina dikdörtgendir ve 65 metre uzunluğunda, 41 metre genişliktedir.
İki platformdan oluşmaktadır.

Buranın 12. veya erken 13. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir. 1923 yılında ortaya çıkarılmıştır. Onun kerpiç duvarları ve süslemeleri muhteşemdir. Ancak: 1925-1983 yılları arasındaki yağmurlarda hasar görmüştür.

Peru Chan Chan Zümrüt Tapınak
Peru Chan Chan Zümrüt Tapınak

 

Kerpiç duvarlardaki tüm orijinal rölyef çalışmalarında: balık, dalgalar, uçan pelikan, deniz su samuru ve geometrik kalıpları içeren balık ağları yani denizle ilgili motifler görülmektedir.
Huaca’da iki ana platform ve her bölümü çevreleyen duvarlar ve birkaç eğimli bir dizi yol bulunur. Üst platform: bir ibadet yeri ve bir kral mezarı olarak düşünülmektedir.

Peru Chan Chan Zümrüt Tapınak

 

Burada: vadinin batı bölümü boyunca uzanan mezarlıkları da görebilirsiniz. Denizle site çevresindeki alanlar üzerinde: ekili alanlar ve bir ilkel tuğla fabrikası görülür. Bu mezarlar birkaç yıl önce kazılmıştır, ancak daha öncesinde mezar soyguncuları tarafından talan edildiği anlaşılmıştır. Yine de mezarlarda: bazı kabuklular, chaquiras denilen taş ve mercan kolye yüzyıllar sonra bulunmuştur.

Peru Chan Chan Gökkuşağı Tapınağı

Huaca Arco Irıs-Gökkuşağı Tapınağı

Burası Panamerikan Highway yolunun sol tarafında, Trujillo şehrinin yaklaşık 4 km kuzeyindedir. Chan Chan kompleksindeki bu harabe, 1100 yıllıktır ve yörenin en eski yapılarından birisidir. Tapınağın her tarafı 54 ile 60 metre yükseklikteki duvarlarla çevrilmiştir. Giriş batı bölümündedir.

Huaco İris: iki kapmandan oluşur.

Birinci kademe: muhtemelen mısır ve ritüel amaçlı değerli metallerin depolanması için kullanılan 14 dikdörtgen odadan oluşmaktadır. İkinci kademe: bir tören alanı olarak kullanılan düz yüzeyli platform yamaçlarına kadar uzanır. Burada görünüşte tanrılarla konuşulmuş ve kurban törenleri düzenlenmiştir. Buradan: Okyanus, Trujilli ve Chan Chan şehrinin muhteşem manzarası görülebilir.

Huaca boyunca duvarlarda tekrarlanan bir merkezi motif hakimdir. Dekorasyonda bereket ve yağmur sembolü olarak “Rainbow” yani “Gökkuşağı” kullanılmıştır. Bu: tapınağın bir duvarında 7 kez temsil edilmiştir.

Her gökkuşağının altında: yılan tasviri görülür. Bunlardan birisinin iki kafası dikkati çeker ve birinin balık kuyruğu görülür. Bu belki de “iki cinsiyeti” temsil etmek için yapılmıştır. Yılanın tekrarlanması: su ve arazi bereketi sembolü olarak değerlendirilmektedir ve diğer kültürlerle ilişkilidir.

Duvarın üstüne ve girişine: hareketli dansçıların tasvirleri işlenmiştir.
Platformun çevresinde ahşap heykeller bulunan 14 depo vardır. Kerpiçten oyulmuş dış duvarlarda iç duvarlar gibi dekore edilmiştir.

Duvarlarda oyulmuş ejderha figürü nedeniyle burası “Ejderha Tapınağı” olarak da bilinir. Ama en çok kullanılan figür: “Arco Irıs” yani “Gökkuşağı”dır.

Peru Chan Chan Huaca del sol
Peru Chan Chan Huaca del sol

 

Huaca del Sol ve Huaca de la Luna

Huaca del Sol ve de la Luna: Moşe nehri ve Ay Tapınağına yürüme mesafesinde, sol bölümde basamaklı bir platform üzerindedir. Bu platform: 228 metre uzunluğunda ve 136 metre genişlikte, 18 metre yüksekliktedir. Üzerinde beş teras vardır.

Huaca de Sol: idari merkez ve Huaca de la Luna ise bir tören merkezi olarak görev yapmıştır. Bunların arasında: evler, geniş caddeler, sokaklar, koridorlar ve plazalar bulunur. Burada: Moche yüksek, siyasi, dini, ekonomik ve sosyal organizasyonları bulunduğu anlaşılmaktadır.

Huaca de la Luna: güçlü farklı evrelere göre, üst üste tapınaklardan oluşmaktadır. Bazı duvarlarda görülen, çok renkli duvar resimleri: tanrı Ai-apaec’i temsil etmektedir. Hemen del Sol’un yanında küçük bir tepenin yamacında, 21 metre yüksekliktedir.

Tepenin üst kısmında: duvarlarda savaşçıları sembolize eden figürlerin bulunduğu bir oda görülür. Bu resimlerde kullanılan renkler: kırmızı, mavi, beyaz, siyah, sarı, pembe ve kahverengidir.

Peru Genel

Peru Genel

Ülke: Güney Batı Amerika’da, Şili ve Ekvator arasında, Güney Pasifik Okyanusu kıyısındadır ve Güney Amerika kıtasının üçüncü büyük ülkesidir. Ülke arazisi: yaygın batı kıyı ovaları, merkezde And dağları ve Amazon havzasında tropikal doğu ovaları bulunmaktadır. Ülke: dünyanın en büyük 20. ülkesidir.

Ülke, coğrafi açıdan 3 bölgeye ayrılmaktadır. Bunlar: Selva, Sierra ve Costa bölgeleridir.

Costa: Pasifik okyanusu kıyısında, verimli vadiler ve çöllerden oluşan dar bir şerittir. Sahil ılıman bir iklime sahiptir, aşırı soğuk ve bunaltıcı sıcaklar görülmez. Ancak yüksek nem oranı ve yoğun sis olur. Yaz aylarında sıcaklık 30 dereceye kadar uzanır.

Sierra: Ülkenin bu dağlık bölgesi: Andes dağ manzaralarına hakimdir. Rakım seviyelerine göre birçok ekobölge vardır. Andes dağlarının en yüksek zirvesi 6768 metrelik Huascaran bölgesidir. Burada iki mevsim hakimdir. Nisan-Ekim ayları arasında yaz mevsimi ve Kasım-Mart ayları arasında ise yağışlı mevsim görülür.

Selva: Burası doğuda, Maranon ve Ucayali nehirlerinin birleşmesiyle doğan Amazon nehri havzasında, bitki örtüsü ile kaplı geniş düzlük alandır. Peru topraklarının en büyük bölgesidir ve ormanlar ile karakterize edilir. Bu ormanlık bölümde de iki mevsim vardır. Kasım-Mart ayları arasında bol yağmurlu mevsim ve Nisan-Ekim ayları arasında ise az yağışlı, çok nemli iklim görülür.

Ülkenin başkenti “Lima” şehridir. Şehir nüfusu 8.769.000 kişidir. Ülkenin toplam nüfusu: 29.549.517 (2012 sayımına göre) kişidir.

 

İKLİM

Ülkede kıyı bölgelerinde hafif, sıcak ve nemli hava egemendir. Ormanlar ve ovalarda ise kurak ve And dağlarında soğuk hakimdir.

Peru Genel

İNSANLAR

Ülkede genel nüfus oranı 30 milyondur. Bunun % 45’lik bölümü yerli, % 377lik bölümü melez ve % 15’lik bölümü Avrupalıdır. Okuryazarlık: şehirlerde % 95 ve kırsal alanlarda ise % 77’dir.

 

DİL

Ülkede resmi dil “İspanyolca” dır.

 

PARA BİRİMİ

Ülkede kullanılan para birimi “Nuevo Sol” (PEN) dir. Özellikle turistik yerlerde olmak üzere birçok işletme Amerikan Doları kabul etmektedirler.
Değer olarak şunu düşünebilirsiniz.
1 Amerikan Doları = 2.60 S. dir.
1 TL = 1.10 S. dir.
Ancak Nuevo Sol para biriminde hergün değişiklik olmaktadır, yani bu oran küçük miktarlarda değişebilecektir.

 

ELEKTRİK

Ülkede 220 volt elektrik akımı kullanılmaktadır.

Peru Genel
Peru Genel

 

PERU TURİZM

Machu Picchu: And dağlarının doğusundaki yamaçlara kurulmuş, insanoğlunun doğa ile ilişkisinin muhteşem bir örneği olan bu ünlü İnka şehri, her yıl milyonlarca ziyaretçiyi ağırlıyor.

Ama Peru elbette Machu Picchu’dan ibaret değil. İnka kültürünün beşiği Titicaca gölü, Latin Amerika’nın sömürge dönemine ait en güzel şehirlerinden biri olarak kabul edilen “Cuzco”, halen niye yapıldıkları bilinmeyen “Nazca” şekilleri, Arequipa şehrindeki Colca Kanyonu, Amazon bölgesindeki bakir yağmur ormanları ve son olarak ülke nüfusunun % 30’nu oluşturan yerli topluluklarının renk kattığı zengin kültür sebebiyle insanlar dünyanın dört bir yanından buraya geliyorlar.

 

NE İÇİLİR

Genellikle burada ziyaretçilere “mate de coca” yani “koka çayı” ikram ediliyor. Koka çayı: yüksek rakımda maruz kalınması muhtemel yükseklik hastalığına iyi geliyor ve zindelik veriyormuş.

Bu yüzden ülkenin yüksek kesimlerindeki gezilerinizde bol bol bu çayı içmeniz önerilir. Ayrıca, yine yüksek rakımlı yerlerde alkollü içeceklerden uzak durmanız önerilir.

Evet bunun dışında içecek olarak kola istediğinizde, bunun renginin “sarı” olduğunu göreceksiniz, şaşırmayın. “İnca Kola” gerçekte kola olmayıp, çok tatlı bir limonlu soda türüdür. Taze sıkılmış meyve suları veya mor mısırdan yapılan yerel “chicha morg” da içecek olarak düşünülebilir.

Alkollü içki arayanlar, Peru’nun milli içkisi yani üzüm brendisi “pisco” yu deneyebilirler. Ancak, bu oldukça sert bir içkidir ve sek içildiğinde kesinlikle çarpar.

Öte yandan içimi daha rahat olan “pisco sour” isimli ünlü kokteyl de düşünülebilir, bu pisco’ya ek olarak, limon suyu, yumurta akı ve şeker şurubu ile yapılmaktadır.

 

NE YENİR

Peru’da yöresel lezzetlerden tatmak isteyenler, lamaya benzer bir hayvan olan “alpaka” etini denemelidirler. Özellikle alpaka bifteği lezzetlidir. Önce bir tür kabak çorbası olan “sopa de zapallo” tercih edilebilir. Ardından: pilav ve sebzeli sığır etinden yapılan “lomo saltodo” deneyebilirsiniz. Biber soslu, yumurtalı ve zeytinli tavuk yemeği “aji de galinle” ve bu ülkede kumpir olarak kabul edilen “papa rellena” da yöresel lezzetler arasında sayılır.

 

NE SATIN ALINIR

Bu ülkede en gözde giyecekler: alpaka yününden örülmüş kazak, atkı, eldiven ve şapkalardır. Alpaka yünü, ipeksi bir yumuşaklığa sahiptir. Geç alev alması ve su tutmaması gibi özellikleri nedeniyle çok aranan, oldukça lüks bir yündür.

Alacağınız alpaka yününden giyeceğin fiyatı, alpakanın yaşına göre değişiyor. En değerlisi yavru alpakaların yününden yapılanlardır.

 

LAMALAR

İnkalar lamaları evcilleştirmişlerdir. Bunlar: And dağlarının soğuğuna ve çöllerin sıcaklarına dayanmaktadırlar.

Etinden ve yününden yararlanıldığı gibi, 40 kiloya kadar yük de taşıyabilmektedirler. Hatta, bir zamanlar İnkalar tarafından lamaların dışkısının “Pisaq” ta bulunan devasa taraçalarda kullanıldığı ve hasadın arttırılıp mükemmel sonuçlar alındığı biliniyor.

Zaten lamalar açık alanda otladıklarından dışkılarını toplamak kolay oluyormuş. Fransız And Çalışmaları Enstitüsüne göre: 12. yüzyılda And dağlarında yaşayan avcı-toplayıcı toplulukların, iyk kez tarım faaliyetlerine başlamaları, lama dışkılarını organik gübre olarak kullanmaları sayesinde gerçekleşmiştir.