Düzce

Düzce

 

Yaşamımın en güzel 5 yılı, bu bölgede, daha doğrusu Bolu’da geçti. Ancak, bu sırada Düzce bir il değildi ve Bolu ile Düzce arasında sürekli gidip-gelir ve bu şirin yöremizi tanıma fırsatımız olurdu. Düzce denilince, bugün büyük ve modern bir yer hatırlıyorum.

Ama, özellikle: ülkemizde, İstanbul çıkışlı belli başlı yolların buradan geçiyor olması, gerek eski dönemlerde ve gerekse otoban yapıldıktan sonraki dönemlerde, buraların hızla kalkınmasını, ülkemiz insanlarının birçoğu tarafından bilinip tanınmasını sağladı.

Belli bir yaş ta olanların hepsi, Düzce yöresini bilir ve hatta “tütün kolonyasını” tanır. Günümüzde, her ne kadar Bolu dağı tüneli açılmış olması ve Bolu dağı üzerindeki trafik yoğunluğunun azalması ortaya çıkmışsa da, Bolu dağı üzerindeki bir çok et lokantası ve mola yeri kapanmış, bu yoğunluk, Düzce’yi geçtikten sonra Kaynaşlı yöresinde yoğunlaşmıştır.

Düzce

ULAŞIM

Düzce: Ankara-İstanbul arasındaki TEM otoyolu üzerindedir. Ayrıca: D-100 karayolu da, il merkezinden geçmektedir.

Düzce-Karadeniz arasındaki uzaklık: 30 km. Düzce-Ankara arasındaki uzaklık: 241 km. Düzce-İstanbul arasındaki uzaklık: 205 km. Düzce-İzmir arasındaki uzaklık: 550 km. Düzce-Bolu arasındaki uzaklık: 45 km. Düzce-İzmit arasındaki uzaklık: 117 km. Düzce-Adapazarı arasındaki uzaklık: 69 km.

Düzce

TARİHİ

Bölgedeki ilk yerleşimcilerin, MÖ.1400-800 yılları arasında, Hititler olduğu bilinmektedir. Daha sonraki dönemde, önce Bitinyalılar ve daha sonra Romalılar görülür. Özellikle, Romalılar döneminde, bölge gelişir. Bizanslılar ile birlikte, yörenin gelişimi hızlanır.

Hatta: burası yani Düzce yerleşim yeri, o dönemlerde büyük bir bataklık iken, Romalılar tarafından kurutulmuş ve yerleşime açılmıştır. Bu yüzden: en küçük bir depremde, büyük hasarlar ortaya çıkmaktadır. Adı gibi, dümdüz bir yer.

1323 yılına gelindiğinde, Orhan Gazi’nin komutanlarından Konuralp Bey, yöreyi ele geçirir. O dönemdeki yerleşim yerinin ismi: Gümüşabad.

Daha sonra ise: Üskübü olarak anılır. 1871 yılına gelindiğinde ise, ilçe merkezi, günümüzde Düzce’nin bulunduğu yere taşınır. D-100 karayolu ve TEM otoyolunun buradan geçmesi, yörenin hızla gelişmesini sağlar.

Ancak: 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 depremleri, yörenin tarihinde acı bir doğa olayı olarak yazılır. 9 Aralık 1999 tarihinde ise, il statüsüne kavuşur.

Düzce denilince, tarihi süreç içinde: burada yaşaman ve hatta yakın zamanlarda yaşanan depremler, öne çıkmaktadır. 12 Kasım 1999 tarihinde yörede meydana gelen ve merkez üssü Düzce olan depremde: büyük can ve mal kayıpları olmuştur.

Düzce

GENEL

Düzce: aktif deprem kuşağı üzerinde bulunmaktadır. Yani, 1’nci derece deprem kuşağındadır.

İl topraklarının: % 41’lik bölümü ormanlık alandır. Yörede: Karadeniz iklimi görülür ve buna bağlı olarak, kış aylarında yoğun kar yağışı görülür.

Yörenin ekonomik etkinlikleri hareketlidir. Özellikle: Akçakoca limanı, bölgenin denizle olan bağlantısını sağlar. Ama, yörenin ekonomik etkinliklerinin başında: orman ürünleri sektörü başı çeker.

Ayrıca: yivsiz av tüfeği ve tabanca üretimi de yapılmaktadır. Bunun dışında da, birçok sanayi tesisi bulunmaktadır. Tarım denilirse, yörenin toprakları tarıma elverişli değildir. Toprakların büyük bölümü, fındık bahçesi olarak kullanılmakta ve bunun sonucunda, büyük fındık üretimi yapılmaktadır.

Son olarak, Düzce yöresindeki insan profili, tam bir mozaiktir. Yani: Düzce yöresinde: Çerkez, Abhaz, Laz, Muhacir, Arnavut, Gürcü, Tatar, Boşnak ve Bulgar kökenliler yaşamaktadırlar. Farklı etnik kökenlere ve geleneklere bağlı bu insanlar, bir arada huzur ve bütünlük içinde yaşamaktadırlar.

DÜZCE ÜNİVERSİTESİ

Düzce Üniversitesi, 2006 yılında kurulmuştur. Kuruluş aşamasında, Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi bünyesinden ayrılan bazı birimler, Düzce Üniversitesine bağlanmıştır.

Üniversite bünyesindeki fakülteler: Orman, Teknik Eğitim Tıp, Fen-Edebiyat, Mühendislik, İşletme, Teknoloji, Sanat Tasarım fakülteleridir. Yüksek okullar ise: Akçakoca Turizm İşletmeleri, Sağlık ve Yabancı diller yüksek okullarıdır.

Bunların dışında, üniversite bünyesinde şehir merkezinde bir Araştırma Hastanesi bulunmaktadır. Üniversite bünyesinde, günümüzde, 4200 öğrenci eğitim görmektedir. Akademik personel sayısı ise, 300’dür. Fakültelerin bir kısmı: şehir merkezine 8 km. uzaklıktaki Konuralp kampüsündedir.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Buraya yolunuz  düşerse, yerel lezzet olarak: Çerkez tavuğu, Arnavut böreği, katlama, sarı burma, Boşnak böreği tadabilirsiniz. Mısır ekmeği de tatmayı unutmayın.

Ayrıca, Düzce köftesini de mutlaka denemelisiniz. Şehir merkezinde, çok güzel “Arnavut köftecisi” var, burada Arnavut köftesi yanında, piyaz da yemelisiniz.

NE SATIN ALINIR

Düzce yöresinden gerek kendiniz ve gerekse yakınlarınız için satın alabileceğiniz hediyelik eşyalar: fındık ve fındık ürünleri ve tütün kolonyası olabilir.

Bunun dışında: özellikle Kaynaşlı yöresinde, yol kenarlarında çok miktarda alışveriş mekanları bulunuyor. Buralardan: çanak-çömlek satın almak ta mümkündür.

GEZİLECEK YERLER

Düzce Büyük Cami

BÜYÜK CAMİ

İl merkezinde bulunan Büyük Cami: 1912 yılında dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. 1.10 metre kalınlığındaki dış duvarları moloz ve taş köşeleri kesme taştan yapılmıştır. Alt katlarında: doğu-batı cephesindeki 1.40 metre genişliğinde ve 3.42 metre yüksekliğinde, 5 adet pencerenin, üstü yuvarlak kemerli olarak, kesme taştan pervazlarla çevrilmiştir.

Doğu-batı yönünde, camiye girişi sağlayan, birer tane yuvarlak kemerli taş pervazlı tali kapı yerleştirilmiştir. Ana giriş kuzey cephesindedir. Kapının her iki üst köşesine, birer rozet işlenmiştir. Kapının üst kemerine “1910” yazılıdır. Caminin çatısı, ahşap olup piramit şeklindedir. Üzeri İspanyol kiremitle kaplıdır.

Caminin kuzey-batı köşesinde tek şerefeli bir minare vardır. Cami iç yapısında, 4 ayak üzerine, orta da büyük bir kubbe, dört tarafında dikdörtgen tonozlu kubbelerle desteklenmiştir. 1999 yılındaki depremde yıkılan cami yerine, dört kubbeli, iki minareli olarak yapılan yeni cami ibadete açılmıştır.

Yeniden yapılan cami, özgün yapısını büyük ölçüde yitirmiştir. Dikdörtgen planlı mimari tarzına sahip olan cami 2470 metre karedir.

Düzce Derdin Termal Tesisleri

DERDİN TERMAL TESİSLERİ

Şehir merkezinin 15 km. güneyindedir.

Kaplıcanın bulunduğu yerden, deniz seviyesinden 400 metre yüksekliktedir ve çevresi ormanlık alan ile çevrilidir.

Kaplıca sularının şifalı olduğu söylenen hastalıklar: mide, bağırsak ve safra kesesi rahatsızlıkları, karaciğer, böbrek ve şeker hastalıkları, deri hastalıklarıdır. Bölgede, konaklamak için küçük bir otel de bulunuyor.

Düzce Samandere Şelalesi

 

SAMANDERE ŞELALESİ

İl merkezine, 26 km. uzaklıkta: güneydoğuda, Samandere köyündedir. TEM otoyoluna 20 km mesafededir. Beyköy beldesine 15 km. İl merkezine 24 km. D-100 karayoluna 26 km uzaklıktadır.

Şelalenin kapladığı alan 10 hektardır. Bu alandaki akarsular, Uğursuyu ile birleşerek Efteni gölüne ulaşmakta, buradan da Büyük Melen suyu ile birleşerek Akçakoca sınırları içerisinden Karadeniz’e dökülmektedir.

Yaklaşık 500 metrelik dere boyunda: anıt ağaçlar tarafından çevrilen bölgede, ardı ardına 3 tane şelale var ve son şelale, döküldüğü yerde: cadı kazanı adı verilen derin bir bölüm oluşturuyor.

Samandere şelalesinde ağaçların arasından şiddetle akan sular, beyaz köpükler halinde dökülerek cadı kazanı içinde, derin kayalıkların arasında adeta kaynamaktadır.

Şelalenin arkasındaki kayanın içinde, doğal olarak oluşan mağara ile bir ara kaybolan sular, biraz ileride tekrar ortaya çıkarak akışını sürdürmektedir.

Özellikle bu “cadı kazanı” denen yer görülmeye değerdir. Şelale, tamamen doğal oluşu ve yapısı itibarıyla, Orman Bakanlığı tarafından Milli Parklar Kanunu gereğince: Türkiye’de tescil edilen ilk “Tabiat Anıtı” olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır.

Zengin bitki örtüsünün, su sesi ile bütünleştiği şelalede: mesire ve piknik alanları, doğa yürüyüş parkurları, kamp alanları, orman içi dinlenme yerleriyle muhteşem bir doğa güzelliğine sahiptir.

Düzce Aydınpınar Şelalesi
Düzce Aydınpınar Şelalesi

 

AYDINPINAR ŞELALESİ

Aydınpınar köyü sınırları içerisindedir. İl merkezine, 10 km. uzaklıktadır. Burası: Güzeldere-Samandere şelaleleri arasında ve yol güzergahı üzerindedir. Arka arkaya dökülen 5 ayrı şelale kümesinden oluşmaktadır.

Burada: alabalık üretimi de yapılan, toplam 5 tane ardı ardına şelale bulunuyor. Bunların tümü: Aydınpınar şelalesi olarak isimlendirilmiştir. Aydınpınar şelaleleri, Düzce’nin önemli yürüyüş parkurlarından birine sahiptir.

Sağlıklı kişilerin yürüyebileceği orta zorluk ve orta zorluğu aşan parkurlar vardır. Gürgen, meşe, kestane gibi karışık yapraklı orman ağaçları arasında trekking, foto-safari, çadır kampı yapabilirsiniz. Bölgede bulunan 1’nci şelale, şelale-kaya tırmanışı için oldukça uygundur.

Özellikle Mayıs ayında, dağ çileği, Ağustos ve Eylül aylarında böğürtlenlerle renklenen vadi, tamamen Düzce’ye hakim bir konumdadır. Bölgede bulunan bungalov evlerde konaklayabilir, alabalık üretim tesislerinde yemek yemenin tadını çıkarabilirsiniz.

Düzce Sarıyayla Şelalesi

SARI YAYLA ŞELALESİ

Sarıyayla köyünde bulunan şelale, merkezden 10 km uzaklıktadır. Yeşillikler arasında güzel bir  doğa yürüyüşü ve şelale çevresinde düşen suyun eşliğinde piknik yapma olanağı sunmaktadır.

Düzce Kurugöl

KURUGÖL

İl merkezine bağlı Üç köprü köyüne 3.5 km. uzaklıktadır. Kurugöl köyünde bulunan şelale ve kanyon, ilçe il merkezine 14 km uzaklıktadır.

Düzce ve Kaynaşlı bölgesine hakim bir konumdadır. Orman Bakanlığı tarafından, göl çevresi: sülün yetiştirme sahası olarak belirlenmiştir.

Sülünlerin nesli tükenmektedir ve bu yüzden, göl çevresine salıverilen sülünler, kendi kendilerine, doğal ortamda yaşıyorlar, ama bir yandan avlanmaları tabii ki yasak. Kurugöl: günübirlik piknik yapılması için çok uygun.

Düzce Odayeri Yaylası
Düzce Odayeri Yaylası

 

ODAYERİ YAYLASI

İl merkezine bağlı Çınardüzü köyü sınırları içindeki Odayeri Yaylası, il merkezine 28 km mesafededir. Beyköy-Uğur köyü yolu üzerinde, orman yolu takip edilerek gidilen yayla 8.5 hektar ve 1200 metre yüksekliktedir. Bakir güzelliklere sahip olan Odayeri Yaylasında: asırlık ağaçlar arasında çadır kampı, trekking, foto-safari yapılabilir.

Olta balıkçılığına müsait dereler vardır. Ata binebilir, dağ bisikleti kullanabilirsiniz. Ayrıca yöre halkı tarafından, her yıl Ağustos ayında yayla şenlikleri düzenleniyor. Orman İşletme Müdürlüğüne ait binada, müstecir tarafından işletilen 2 adet ev pansiyonu mevcut olup 12 yatak kapasitelidir.

Düzce Sırık Yayla Göknar Tabiat Anıtı

SIRIK YAYLA GÖKNAR TABİAT ANITI

Merkez ilçe Çınardüzü köyü Odayeri bölgesi Sırıkyayla mevkiinde ormanlık alandadır. Göknar ağacı: 300 yaşlarındadır. Boyu 70 metre, çapı 1.36 metre ve çevre genişliği 6 metredir. 1000 metre karelik alan, 2002 yılında tescil edilmiştir.

Düzce Torkul Göleti ve Yaylası
Düzce Torkul Göleti ve Yaylası

 

TORKUL GÖLETİ VE YAYLASI

İl merkezi Uğurköyü sınırları içinde bulunan Torkul Göleti ve Yaylası, il merkezine 34 km mesafededir. Torkul göleti, 1251 metre yükseklikte bulunan Torkul yaylası içerisinde, volkanik çöküntüden oluşmuş 5000 metre karelik alana sahip tabii bir gölettir. Alanın tamamı ise 78801 metre karedir.

Gölet çevresinde bulunan kayın, köknar, gürgen, kestane, akçaağaç, karaçam gibi ağaçların panoramik görüntüsü eşliğinde piknik, olta balıkçılığı, foto safari, çadır kampı yapabilir, Torkul ve Odayeri Yaylaları arasındaki 6 km mesafede trekking turları gerçekleştirebilirsiniz.

Düzce Balıklı Yaylası

BALIKLI YAYLASI

Gölormanı köyü sınırları içinde, Elmacık dağları üzerinde bulunan yayla, Düzce il merkezine 36 km uzaklıktadır. 1400 metre yükseklikteki yayla 46 hektar alana sahip olup, çevresi çam, gürgen ve kayın ormanları ile çepeçevre sarılmış, kendinizi huzur içinde hissedebileceğiniz bir yerdir.

Düzce’nin en güzel yaylalarından biri olan Balıklı Yaylası, ortasından geçen su kaynağı ile de oldukça dikkat çekicidir. Balıklı Yaylası, çadır kampı, doğa yürüyüşü, foto safari gibi aktiviteler için oldukça uygundur.

Düzce Eftani Gölü ve Kaplıcası

EFTANİ GÖLÜ VE KAPLICASI

Düzce-Gölyaka kara yolu üzerinde, il merkezinin 18 km. batısında, Efteni gölü yanındadır.

Burada: üç havuz var. Ayrıca: konaklama evi ve pansiyonlar bulunuyor. Kaplıcadaki suyun, özellikle romatizmal hastalıklara iyi geldiği söylenmektedir.

Denizli Acıpayam

Denizli Acıpayam

 

Acıpayam denilince, benim aklıma: Antalya-Denizli kara yolu üzerindeki şirin bir ilçe geliyor. Bu nedenle, ben şahsen buradan defalarca geçtim ve yaz aylarında, yol kenarında satılan kavunlardan tattım. Sizler de, turistik özellikleri pek fazla olmayan bu şirin yöremizden geçerken, mutlaka kavun tatmalısınız. Bunun dışında, yörenin turizm aktiviteleri yok. Yine de, zamanınız olursa, yazır camisini ve keloğlan mağarasını mutlaka gezmenizi ve görmenizi öneririm.

ULAŞIM

Denizli-Antalya-Fethiye karayolu ilçe merkezinden geçmektedir. Özellikle, yaz aylarında bu yol üzerinde yoğun trafik akımı olmaktadır.

Acıpayam’ın, bağlı bulunduğu il merkezi olan Denizli’ye uzaklığı: 55 kilometredir. Acıpayam-Bucak/Burdur arasındaki uzaklık: 182 km. Acıpayam-Yeşilova/Burdur arasındaki uzaklık: 45 km. Acıpayam-Burdur arasındaki uzaklık: 182 km. Acıpayam-Serinhisar arasındaki uzaklık: 18 km. Acıpayam-Çal arasındaki uzaklık: 103 km. Acıpayam-Çardak arasındaki uzaklık: 95 km.

TARİHİ

Bölgenin tarih  sahnesinde bilinen ilk adı: İndos. Burada: tarihi süreç içinde yerleşimciler, sırasıyla: Hititler ,İonlar, Akalar, Frigler, Lidyalılar, Persler, Helenler, Romalılar ve Bizanslılar.

1071 yılındaki Malazgirt zaferinden sonra ise, Anadoluya giren göçmen Türk boylarından: Avşar oymağına bağlı Karaağaç Baba yönetimindeki iki kol, bölgeye yerleşirler. Takip eden dönemde: Germiyanoğulları Beyliği, Acıpayam ovasını ele geçirmek için, uzun süre çaba göstermişlerdir.

Ancak, bölge hakkındaki en büyük ilginç olay: 1381 yılında gündeme gelir. Bu tarihte: Germiyanoğlu Süleyman Şah: kızı Devlet Hatun’u, Osmanlı hükümdarı Murat Hüdavendigar’ın oğlu ile evlendirince, çeyiz olarak, Hamit ovasını yani Acıpayam ovasını, Osmanlılara verir.

Sultan Beyazıt, Timur’a yenilince, bölge yeniden Germiyanoğullarının hakimiyetine girer. Ancak, bölge halkı, Germiyanoğullarını istemez ve Hamitoğullarına bağlanmak isterler ve bu yüzden isyan ederler. Bunun üzerine, buraya “Asi Karaağaç” ismi verilir. Ancak, bu karşı koyma mücadelesi, günümüze kadar gelen “Avşar Beyleri” türküsü ile ifade bulur.

1429 yılına gelindiğinde, burada, yeniden Osmanlılar egemenliği ele geçirirler. Bölge İsparta sancağına bağlanır. Ancak, İsparta sancağında iki Karaağaç isimli ilçe olunca, bunlardan birine “Şarkikaraağaç” ve diğerine “Garbikaraağaç” ismi verilir. Böylece, Acıpayam bölgesi, Asi isminden kurtulmuş olur ve bir süre sonra, Burdur sancağına bağlanır.

Garbikaraağaç, 1870 yılına gelindiğinde ilçe statüsü kazanır. 1888 yılında Denizli sancağına bağlanır ve takip eden dönemde, yörenin ismi “Acıpayam” olarak  değiştirilir. Acıpayam isminin verilmesinin sebebi ise: bölgedeki badem ağaçlarının çok oluşu ve badem ağaçlarının da acı oluşu düşünülmektedir. Zaten, bölgede bademe, “payam” ismi verilmektedir.

GENEL

Acıpayam ilçesi, Ege bölgesinin güneydoğusundadır. Denizden yükseklik: 950 metre civarındadır.

Bölgede: yarı Akdeniz ve yarı Karasal iklim hakimdir ve buna bağlı olarak kışlar soğuk ve yağışlı, yazlar ise sıcak geçmektedir.

İlçede: özellikle Denizli yöresindeki tekstil sektörüne ve kıyılardaki turizm sektörüne yönelik yoğun göç yaşanmaktadır. Çalışan nüfusun: % 64’lük bölümü tarım kesiminde ve % 12’lik bölümü ise, sanayi sektöründe çalışmaktadır.

Ekonomik etkinlikler değerlendirildiğinde: tarımın etkin olduğu görülmektedir.  Tarımsal ürünlerin başında ise, hububat gelmektedir. Ayrıca: kavun ve haşhaş ekimi de yapılmaktadır. Bir de “anason” üretimi yaygındır. Yeşilova beldesinde, ayakkabıcılar yoğunlaşmaktadırlar.

NE YENİR NE İÇİLİR

Acıpayam yöresine yolunuz düşer ve mahalli lezzetlerden tatmak isterseniz: tuzlama ve un helvası önerebilirim. Ayrıca, kuru patlıcan dolması da lezzet açısından ön planda. Bunun yanında: buranın kavun u meşhur, mevsimine denk gelirseniz, mutlaka tadına bakın.

NE SATIN ALINIR

Burada, el sanatları olarak bir şey yok, ama özellikle yazın buradan geçerken, yol kenarında bulunan kavunlardan mutlaka satın alın, çünkü lezzetleri muhteşem güzel.

KONAKLAMA

Öğretmenevi                          Belediye işhanı.Kat.4.                       258-5183097

GEZİLECEK YERLER

ACIPAYAM ÇARŞI CAMİİ

İlçe merkezindeki bu caminin en büyük özelliği, Ege bölgesinin tek dört minareli camisi olmasıdır. Caminin yapımında, Acıpayam yöresindeki halkın büyük desteği olmuştur. İlçenin sembolü halindeki bu dört minareli caminin minareleri, 20 km. uzaklıktaki, Serinhisar ilçesinden görülebiliyormuş.

KELOĞLAN-DODURGALAR MAĞARASI

İlçe merkezine, 18 km. uzaklıkta:  Dodurgalar beldesindedir. Antalya-Denizli kara yoluna, 5 km uzaklıktadır. Mağara, 1990 yılından sonra, MTA tarafından araştırmalar yapılarak, turizme kazandırılmıştır.

Daha önceki dönemlerde ise, sadece yörede yaşayan çobanlar tarafından bilinmektedir. Bilinmemenin verdiği doğallık sonucu, mağara yıpranmamış olarak günümüze ulaşmıştır. Mağaranın ziyarete açılma tarihi ise, 2003 yılıdır. İsminin “Keloğlan mağarası” olmasının anlamı ise, mağaranın, Karadağ’ın Keloğlanlar yakasındaki bir yamaçta bulunmasından gelmektedir.

Mağara içinde, girişe göre en  derin yer – 5 metre ve en yüksek yer ise, + 6 metredir. Mağaranın uzunluğu ise, 145 metredir. Mağaranın denizden yüksekliği yani rakımı ise, 1110 metredir. Milyonlarca yıllık bir süreçte, su damlacıklarının oluşturduğu bu doğa harikasını mutlaka görmelisiniz. Mağara, astım hastaları tarafından da tercih edilmektedir. Ayrıca, hemen girişte, bir yarasa kolonisi barınmaktadır.

Mağaranın içinde: iç yürüme yolu ve aydınlatma var. Ayrıca, ulaşımda da problem yoktur. Yani, aracınız ile, mağaranın yakınına kadar gidebilirsiniz.

Son olarak, yörede, bu mağara ile ilgili anlatılan bir efsane var. Ondan söz etmek istiyorum. Söylenenlere göre: Dodurgalar beldesinde, halen varlığını sürdüren “Keloğlanlar sülalesinden” nefes darlığı çeken, astım hastası ve saçları olmayan bir genç olan Ümmet: çobanlık yapmaktadır.

Ümmet, bir kızı sever, ancak kel olduğu için, sevdiği kıza bir türlü açılamaz ve çektiği sıkıntılar nedeniyle köyü terk eder. Bir süre bu mağarada yaşar. Ancak, yine bir süre sonra saçları çıkmaya başlar. Bunun üzerine, köye döner ve sevdiği kızla evlenir ve mağaraya “Keloğlan mağarası” adı verilir.

YAZIR CAMİ

İlçe merkezine bağlı, 25 km. uzaklıktaki Yazır beldesindedir.

Kitabesine göre: Hacı Ömer Efendi adında bir kişi tarafından, 1801 yılında yaptırılmıştır. Geniş bir avlu içinde, kare planlıdır. Çatısı düz toprak dam iken, 1968 yılında yapılan onarım da, kiremit ile örtülmüştür.

Yapının en büyük özelliği: 13. yüzyıl, Selçuklu ağaç direkli camilerini anımsatmasıdır. Süsleme bakımından oldukça zengindir. Duvarlar: üç sıra panolar halinde resimlerle süslenmiştir. Bu resimlerde, özellikle: cami, bitki ve ağaç motifleri kullanılmıştır. Caminin tavanı da, çıtalarla küçük karelere ayrılmış ve bu kareler, bitki motifleriyle süslenmiştir. Bu resimlerin, 18. yüzyılda yani caminin yapıldığı  dönemde, batılılaşma yaklaşımı ile yapıldığı düşünülmektedir.

Denizli Sarayköy hakkındaki gezi yazım için Sarayköy

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

 

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Öncelikle: müzeye ulaşım önemli. Ziyaretçiler, birçok yoldan müzeye ulaşmayı deniyorlar. Araç ile giderseniz, Ulus semtindeki Atatürk Zafer Anıtının hemen solundaki yolu, doğruca takip edin, “tabelalar” sizi, Müzeye kadar götürecektir.

Ancak: müzeye varmadan hemen 100-150 metre kadar önce, sağınızda otopark bölümü var. Burayı geçmemeli ve aracınızı buraya park etmelisiniz, çünkü yukarı da, yani müze yakınlarında park yeri bulmak sorun.

Otoparktan sonra: yaklaşık 50 basamak civarında bir merdiven çıkarak, müzenin kapısına ulaşıyorsunuz. Yani, en mantıklısı, aracınızı otoparka bırakmak.

Yürüyerek çıkmayı düşünenler için, müze yolu biraz zahmetli.

Bence: Ulus halinin hemen arkasından, sağa rampa yukarı ilerleyen “Samanpazarı” yokuşunu  takip eden ve tepeye vardığınızda, sola dönerek, müzenin kapısına ulaşın. Ama dediğim gibi yol bayağı zahmetli ve özellikle: mutlaka lastik  tabanlı bir ayakkabı giymeniz şart.

Evet, bir şekilde, müze kapısına geldiğinizde: müze kartınızı gösterip ücretsiz girebiliyorsunuz. Müze kartınız yoksa: öğrenci için (yanınızda aynı yıla ait bandrolu bulunan öğrenci kimliğiniz bulunması yeterli) 30 TL. ve tam 120TL. ücretle, bir yıllık ülkemizin bütün müzelerine ücretsiz girmenizi sağlayan müze kartı satın alabiliyorsunuz.

Kart: eğer sistemlerinde bir sıkıntı yoksa, 2-3 dakikada basılıp size veriliyor. Ücreti tam 60 TL ve öğrenci 30 TL. dir.

Müzenin bahçe bölümü: elbette yeşillendirilmiş ve çiçeklerle süslenmiş ve birkaç taş eser konulmuş. Burada, banklara oturarak, dinlenmek mümkün. Bu bankların buraya konulması, yorulan ziyaretçilerin dinlenmesi için olumlu bir girişim olmuş. Güzel bir havada, bahçede mutlaka oturarak dinlenmenizi ve sonra gezinize başlamanızı öneririm. Müzenin bahçesin de bir de kafeterya var, ama elbette fiyatlar biraz yüksek, tercih sizin.

 

MÜZE BİNASI

Burası: Ankara kalesi bölgesi. Bir anlamda ise: “At Pazarı” olarak biliniyor ve isimlendiriliyor. Burada: genellikle Osmanlı döneminden kalma yapılar var. Bu yapılardan: iki tanesi: Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Han.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk: 1921 yılında, Ankara’da bir Hitit Müzesi kurulması emrini verir. Zamanın Kültür Müdürü Hamit Zübeyr Koşay tarafından, bu emir, zamanın Milli Eğitim Bakanına iletildiğinde: bu yukarıda sözünü ettiğim iki tarihi bina satın alınır ve kamulaştırılır. 1938-1968 yılları arasında, restorasyon çalışmaları sürdürülür. 1972 yılına gelindiğinde ise, müze, ziyarete açılır.

 

ÖDÜLLÜ MÜZE

1997 yılında: burası: Avrupa’da “Yılın Müzesi” olarak seçilir. Elbette, ödülün başında, Avrupa kelimesi olması anlamlı. Çünkü: Avrupa’da, özellikle: İtalya, Fransa, İspanya gibi ülkelerde, tarihi özellikler taşıyan, çok sayıda müze var. Bunların arasından sıyrılarak, Yılın Müzesi seçilmek elbette güzel bir olgu. Müzenin içine girdiğinizde, hemen karşıda, bu ödülün sergilendiği bir pano var.

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

MÜZE GEZİSİ

Müzenin zemin altı Bodrum Salonu

Buraya ana kapıdan değil, sağ yandan ilerleyerek yan kapıdan giriliyor. Ama müzenin içinden de buraya iniş merdivenleri var. 

Kapıdan salona girince, sol ve sağa uzanan iki koridor bulunuyor. Tam ortada;  bir bronz heykel ilgi çekiyor.

Bronz heykeller önemli, çünkü Helen ve Roma-Bizans dönemlerinde heykeller genellikle mermerden yapılmış, bronz heykel yapımı zor olduğundan bronz heykeller az sayıda ve nadir bulunuyor. Bu yüzden bronz heykeller çok değerli.

Evet bu bronz heykel ülkemizin bahtsız heykellerinden birisidir. Bu heykel çalınmış ve uzun uğraşlar sonucunda mahkeme kararı ile Amerika’dan geri alınmış ve burada sergileniyor. 

Sol yandaki koridora girdiğinizde: müzenin en önemli sergilerinden birisi yani “sikke” koleksiyonu bulunuyor. Burada: Anadolu’da kurulmuş birçok medeniyete ait birçok sikke bulunuyor ki, gerçekten muhteşem bir koleksiyon ve gayet güzel bir şekilde sergilenmiştir.

Dönemlerine ve yıllarına göre sergilenen ve dönemleri ile yılları, aşağıda bir listede yazılı sikkeleri zevkle izleyebilirsiniz.

Aynı bölümde: yine Anadolu’da kurulmuş medeniyetlere ait: seramik, metal objeler, cam objeler, süs takıları bulunuyor.

Süs takıları bölümünde: özellikle yüzük/mühürlerin üzerine işlenmiş görüntülerin, büyütülerek ekrana verilmesi iyi bir uygulama, iyi düşünülmüş, bu görüntüleri normalde görme şansı yok, ekrandan harika görünüyorlar.

Diğer  koridorda ise: Ankara ve çevresinde elde edilen buluntular sergileniyor. Bunlar arasında benim en çok ilgimi çeken: Ankara çevresinde bulunan sikkeler arasında: üzerinde “gemi çıpası” bulunan ve tarihte ilk kez “Ankara” isminin kullanıldığı sikkelerdir.

Deniz bulunmayan bir yerde yani Ankara’da, şehrin simgesinin “gemi çıpası” olması ilginç.

Bunun sebebi: Galadlar denilen savaşçı ve denizci bir topluluğun: İstanbul boğazını geçtikten sonra: dönemin Anadolu’daki o bölgedeki en büyük medeniyeti olan Pontuslar: bölgeye ulaşan Mısır donanması ile denizde savaşmaktadırlar.

Pontus İmparatoru, Galadlar la bir anlaşma yapar ve Galatlar bu savaşta Pontusların yanında savaşa girerler, savaş sırasında Mısır amiral gemisini ele geçiren Galadlar gemide ki çıpayı hatıra olarak yanlarına alırlar.

Savaşın ardından: Pontus imparatoru Galadların isteğini sorduğunda, Galadlar kendisinden yerleşmek üzere toprak isterler. Bunun üzerine, Pontus imparatoru, Galadlara: günümüzde Ankara şehrinin de içinde bulunduğu bölgeyi verir ve bunun üzerine, Galadlar, günümüzde Ankara’nın bulunduğu yerde bir yerleşim kurarlar ve hatıra olarak tam merkeze Mısır gemisinden ele geçirdikleri gemi çıpasını yerleştirirler. Evet: Ankara şehrinin simgesinin çıpa olmasının nedeni budur.

Evet, bu koridorda: Ankara şehir merkezinde: Roma hamamı, Roma tiyatrosu, Balgat Roma mezarı ve diğer birkaç yerde yapılan kazılarda bulunan antik objeler sergileniyor. Ayrıca: yine Ankara yakınlarında, halen Sarıyar barajı suları altında kalan ünlü Roma antik kentinin nekropolünde yani mezarlarında bulunan objeler sergileniyor. Son bölümde ise: Ankara ve çevresinde yaşadığı düşünülen hayvan nesillerine ait kalıntılar sergileniyor.

Bu salondaki geziniz için 1 saat ayırmalısınız. 

 

Şimdi, Müzenin ana kapısından girdikten sonraki bölümler; 

Evet: müze binasına girdiğinizde, özellikle tatil günlerinde, mutlaka ziyaretçi kalabalığı ile de karşılaşıyorsunuz. Zamanınız uygunsa: müzeye hafta içi günlerde (pazartesi hariç, çünkü kapalı) gitmelisiniz. Çünkü, ancak o zaman, sakin bir gezi yapabilirsiniz.

Ana kapıdan müzeye girdikten sonra: sağ yönde ilerleyin. Çünkü, müzedeki objelerin sergilenmesi, zamanlara göre yapılmış ve en eski eserler, sağdaki ilk bölümde sergileniyor. Daha sonra, yine dönemlere göre ve uygarlıklara göre düzenleme yapılmış.

Evet, burada: sizi ilk karşılayacak panolarda-vitrinlerde:

Önce bir Türkiye haritası ve bu harita üzerindeki antik yerlerin ışıklı gösterimi, sonraki panolarda: Anadolu’dan toplanmış: paleolitik, neolitik dönemlere yani, günümüzden 2 milyon yıl önce başlayan ve 10 bin yıl önce biten zaman dilimine ait, kalıntıların sergilendiği vitrinler var.

Hemen koridorun köşesinde ise: yine aynı dönemlerde yaşayan insanların, yaşam yerlerinin betimlendiği bir yer, bire-bir maket olarak hazırlanmış.

Burada: dikkatinizi çekecek olan, insanlar ölülerini yaşadıkları yerde gömmeleri ve yaşam alanlarının, yerin altına doğru kazılması ve merdivenle inilmesi. Yani, evler, zemin altında, toprak içinde. Ayrıca, evlerinin dekorasyonunda, boğa başı heykelleri kullanmışlar.

Devam ediyoruz ve hemen karşımıza: yine aynı döneme ait, yani binlerce yıl öncelerine ait: mağara duvar resimleri, kemik kalıntıları, kullanılan aletlerin örneklerinin sergilendiği vitrinler var.

Devam ettiğimizde: karşımıza müze koleksiyonunun en değerli parçalarından biri çıkıyor.

Ana tanrıça Kybele heykeli. Her gittiğimde: bu heykelciğin karşısına geçip, 7-8 dakika izliyorum. Siz de izleyin, çünkü, düşünün ki, Anadolu’da, yaşadığımız bu topraklarda, bizlerden binlerce yıl önce yaşamış insanlar, bu heykele yüzlerce yıl tapınmışlar. Heykel, o kadar özel ki, vücudunun çeşitli bölümlerinin ölçüleri aşırı büyük olarak betimlenmiş.

Elbette bunun nedeni, ana tanrıça yani doğurganlığı ve bereketi simgelemesi. Aynı zamanda, dikkatimi çeken şu oldu: Anadolu’da, tapınılan en büyük tanrının, bir tanrıça olması yani bir kadına ait olması da, kadına verilen önemin ifadesi açısından bence önemli.

Gezimize devam ettiğimizde: bu kez karşımıza, Anadolu’da yine büyük bir uygarlık kuran, Hititler ve onların öncülleri, Hattiler bölümü geliyor.

Burada da, müzenin sembol eserlerinden: güneş kurslarını görebiliyorsunuz. Özellikle: hemen soldaki, kırmızı zemin üzerine yerleştirilen, güneş kursu muhteşem. Hemen solunda: yine içinde, o dönemlerde kutsal olarak kabul edilen, geyik heykelleri bulunan güneş kursları sergileniyor.

Siz bunları görünce elbette hemen Ankara Sıhhiye Meydanındaki Anıtı hatırlayacaksınız. Evet, bunlar bir zamanlar Ankara Belediyesi tarafından “simge” olarak kabul edilmiş ve daha sonra ise vazgeçilmiştir.  

Evet, gezimize devam ediyoruz.

Bu güneş kursları: Hattiler döneminde, dinsel ayinlerde kullanılmıştır. Zaten: Çorum ilimizin Alaca ilçesinde, Alacahöyük yöresinde, Hatti kral mezarlarında, mezar hediyesi olarak bulunmuştur.

Bunlar, cenazenin mezara nakli sırasında, cenaze alayında, ucuna uzun bir sopa  takılarak kullanılmış ve üzerindeki hareketli parçalar, yürüyüş sırasında, çıkardıkları sesler ile, cenaze alayında mistik bir müzik oluşmasını sağlamış ve cenaze gömülürken, bu güneş kursu da cenaze ile birlikte gömülmüş ve yakın zaman önceki arkeolojik kazılarda bulunarak, müzede sergilenmeye başlamıştır.

Bunları izlerken: yapıldıkları ve kullanıldıkları dönemi  düşünün, günümüzden binlerce yıl öncesinde, bu topraklarda yaşayan insanların, bunları yapabilecek düzeyde bir kültüre ve gelişime sahip olduklarını düşünün. O zaman bunlar daha çok anlam ifade ediyor.

Güneş kurslarının bulunduğu yerde, hemen solda aşağıya doğru inen bir merdiven var. Bu merdivenle aşağıya indiğinizde, yukarıda belirttiğim müzenin en alt bodrum katı sergi salonları bulunuyor. 

Evet, aşağıdaki bölümü gezdikten sonra merdivenle yine yukarı bölüme çıkabilirsiniz. 

Yukarıda sonraki bölümde, Hititlerden sonra, yine Anadolu’da büyük bir uygarlık kurmuş olan, Friglerin günümüze ulaşan eserlerinin sergilendiği bölüm geliyor. Burada: özellikle, tam koridorun köşesindeki, sağ bölümde, bir çivi yazısı ile  tablet üzerine yazı yazan kişinin betimlendiği, maket var.

Hemen solunda ise, Asurlular ve Hititlerden günümüze kalan, çivi yazılı tabletler var. Bunlar arasında, özellikle görmenizi istediğim: Anadolu’daki iki kralın birbirlerine yazdıkları tablet, evlilik belgesi yazılı tablet ve özellikle, bir boşanma belgesi mahiyetindeki  tablet.

Boşanma belgesi tabletinde: boşanma halinde, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduklarının yazılı olması, mutlaka ilginizi çekecektir.

Günümüzden binlerce yıl öncesi, kadının bu topraklardaki önemi, rolü ve eşit haklara sahip olmasını düşünün.

Devam ediyoruz. Hemen ortadaki ilk panolar: ahşap Frig dönemi eserlerine ait. Özellikle: ahşap masaların güzellikleri büyüleyici.

Daha sonra: Urartu uygarlığı, yani Doğu Anadolu medeniyetleri eserleri var. Özellikle, sol yanda: bir at başını süsleyen, o dönemlere ait “at başı kuşamı” ilginç. Ayrıca, bir kalkan var.

Evet: şimdi bu koridorda, biraz geri gelin ve hemen soldaki kapıdan girerek, orta bölüme geçin.

Orta bölümde: taş eserler sergileniyor ve ayrıca: Sinevizyon gösterileri düzenleniyor. Hoş ne zaman düzenlendiği meçhul, ben bu müzeye, 8-9 kere gittim ve hiçbirinde bu gösterilere rastlayamadım.

Neyse, taş eserler ilginç elbette, çünkü, bulundukları yerlerden çıkarılıp buraya getirilmeleri çok mantıklı. Hattuşaş yani Hititlerin başkentindeki, aslanlı kapının her iyi yanındaki aslanlar burada sergileniyor.

Ayrıca: Hitit askerleri, Hitit tanrıları, Hitit prensleri, muhteşem taş eserler var. Bunları: gezin, hatta ve hatta günümüzden binlerce yıl önce yapılmış bu eserlere bu kadar yakın olabilmek muhteşem bir duygu.

Burada, Alacahöyük’ten getirilen özellikle kapı stelleri muhteşem güzel, bunlar bulundukları yerden sökülerek buraya getirilmiş. Sergileme de oldukça güzel, sergilenen objelerin hemen altlarında ayrıntılı açıklamalar yazılı.

Evet, müze gezisi burada bitiyor.

Müzeye girişte kullandığınız ana kapıdan, müze dışına, yani bahçeye çıkılıyor. Bahçedeki banklarda yine kısa bir mola verebilir ve müzenin tuvaletlerini kullanabilirsiniz. Tuvaletler oldukça temiz ve müzeye yakışır şekilde düzenlenmiş.

Son olarak, şunu belirtmekte yarar var.

Müzeyi her ziyaret ettiğimde, farklı objelerin sergilendiğini gördüm, çünkü müzenin depolarında bulunan objelerin hepsinin aynı anda sergilenmesi mümkün olmuyormuş, umarım Ankara’ya, Anadolu’nun muhteşem geçmişine yakışır, büyük ve ayrıntılı bir başka müze binası en kısa zamanda yapılır.

Ayrıca: müzede bazı eserlerin yerinde bir yazı göreceksiniz ki, bu yazı, bazı eserlerin başka yerlerdeki geçici sergilere götürüldüğü yazılı. 

Sonuç olarak, Ankaralı iseniz veya Ankara’yı ziyaret ederseniz, bence mutlaka gidin ve bu müzeyi ziyaret edin.