Ankara Polatlı Gordion

Ankara Polatlı Gordion Midasın Mezarı

Anadolu tarihinde önemli bir yeri bulunan Frigyalılara başkentlik yapmış şehir. Özellikle: burada, Midas’ın anıtsal mezarı mutlaka ilginizi çekecektir. Mezar yapısının içinde  bulunan; muhteşem genişlikteki ağaç kütüklerine dikkatle bakın. Şu anda, tamamen ağaçsız olan bu bölgenin, bir zamanlar muhteşem ormanlarla kaplı olduğunu düşünmemek elde değil.

ULAŞIM

Gordion şehri, Sakarya nehri ile Porsuk çayının birleştiği noktanın, tam yukarısında bulunan höyük. Ankara’ya uzaklık, yaklaşık 94 km. ve Polatlı’ya uzaklık ise, 29 km. dir. Ankara-Eskişehir kara yolunda, Polatlı’yı geçtikten sonra, yolun sağında kalan tabela ile, Gordion’a sapılır. Yaklaşık, 10 dakikalık bir yolculuktan sonra, kent höyüğü, Midas’ın mezar tümülüsü ve müzenin bulunduğu yere varılır.

TARİHSEL SÜREÇ

Ankara Polatlı Gordion: Arkeolojik verilere göre: MÖ. 1360 yılında, Anadolu ve Yunanistan çok şiddetli depremlerle sarsılır. Bu arada: birçok kent yıkılır. İşte, bu felaketten sonra, eski Yunanistan ve Makedonya’nın Trakya kavimleri, topraklarını terk ederek, yeni yurtlar aramak üzere yollara düşerler.

Bu dönemde; Anadolu’da hüküm süren, Hitit Krallığı ise, ülkeyi saran veba hastalığı ve isyan eden yerli kavimlerle uğraşmaktan iyice zayıflamıştır. Trakya’dan göç eden bir gurup, MÖ. 1200 yılında, boğazı geçerek, Anadolu’ya girer ve Anadolu’da Hitit hakimiyetine son verir.

Frigler, başkenti Gordion olan bir krallık kurarlar ve kurulan krallık kısa zamanda büyür ve Orta Anadolu’nun tümünü egemenliği altına alır. Krallığın, Gordion isimli bir kral tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Mitolojik kuruluş öyküsünü, aşağıda anlatacağım.

Gordion kenti, krallığın başkenti olur. Frigler, barışsever bir toplumdur. Ağaç işçiliğinde, çok ileri giderler. Tarihte, ilk defa, metalden yapılmış, yaylı çengel iğneyi kullanırlar ve müzikle uğraşırlar. En parlak dönemi ise; kral Midas zamanında yaşanır.

Midas, şüphesiz çağının en ünlü krallarından biridir ve Asur çivi yazısı belgelerinde “Mita” olarak tanımlanır. Şehrin, kral yolu üzerinde bulunması, pazar ve konaklama yeri olarak uzun süre önemini korumasını sağlar.

7’nci yüzyılın başlarında, Gordion, Kimmerler tarafından işgal edilir. Birçok buluntu ve tümülüsler, 6’ncı yüzyılın sonuna kadar devam eden bu işgalin izlerini taşır. Daha sonra, MÖ. 333 yılında, Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından, şehir kurtarılır ve yeniden onarım faaliyetleri başlar.

Daha sonraki tarih sürecinde, herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmaz. Bundan sonraki dönemde, Gordion’un önemini kaybettiği ve terk edilmiş gibi bir hale geldiği düşünülmektedir.

GORDİOS’UN KRAL SEÇİLMESİ VE KENTİN DÜĞÜMÜ

Gordion şehri için, bir kral seçilecektir. Kahinler, yeni seçilecek kralın, kente, dört tekerlekli bir yük arabası ile geleceğini söylerler. Derken, köylü Gordios, dört tekerlekli bir öküz arabası ile kente gelir. O günden sonra, köylü Gordios, adaletli kral Gordios olarak tarihe geçer.

Kral Gordios, ölmeden öne, kral olduğu gün bindiği ve onu kral yapan öküz arabasını, çözülemeyecek bir düğüm ile bağlar ve der ki ” bu düğümü çözen, tüm Asya’nın efendisi olacak”
Gordios ölür, peşi sıra pek çok kral gelir-geçer ama düğüm çözülemez.

Düğüm hakkındaki bir başka efsane ise, şöyle gelişir. Frigler, yöneticilerini belirlemek için yarışma düzenlerler. Bir kağnı arabasını, belirlenen bir tepede, en yükseğe çıkaran kişi, kral olmayı hak edecektir. Bu yarışmada, Gordios, kağnıyı herkes den daha yükseğe ve daha çabuk çıkarır ve geri düşmesin diye, kağnıyı sıkıca bağlar. Bunun üzerine, Gordios kral olur.

Kağnının bulunduğu yer, Gordios kenti olarak gelişir. Gordios kenti, Anadolu’dan geçen ve Mezapotamya’ya kadar giden, ünlü kral yolunun önemli merkezlerinden biri haline gelir. Gordios’un tepeye bağladığı kağnı ise, asırlarca ticaret yapanlar tarafından ziyaret edilir ve merakla izlenir, düğüm çözülmeye çalışılır.

Ama nafile. Kağnı, bulunduğu yere çok sıkı şekilde bağlandığı için, bu düğümü kimse çözemez, çözebilecek insanın ise, bütün dünyayı ele geçireceğine inanılır.

MÖ.333 yılında, Makedonya Kralı Büyük İskender, bölgeye hakim olan Persler’i yener ve Gordion kentini bağımsızlığa kavuşturur. Bir fetih dönüşünde, kışı geçirmek üzere kente uğrar. Gordios ve Midas’ın yönettiği, Frig krallığının başkenti Gordion; çözülemez düğümü ile ünlenmiştir. Büyük İskender, düğümü kendisine göstermelerini ister.

Düğüm; eski bir arabanın boyunduruğuna, kızılcık ağacı dallarıyla ve büyük bir ustalıkla atılmıştır ve o güne dek kimse tarafından çözülememiştir.

Ve yine, efsaneye göre: düğümü çözecek olan kişi, tüm dünyanın efendisi olacaktır. İskender, düğümü gördüğünde, çevresindekilerin şaşkın bakışları arasında, kılıcını çeker ve hızla düğüme vurarak, düğümü parçalar, ne düğüm kalır, ne efsane. Büyük İskender’in, düğümü çözmek için uğraşmak yerine, düğümü kılıcı ile kesmesi, dünyaya kılıçla hakim olacağını işaret eder.

Bu başarı karşısında, Makedon ordusu ve Frigyalılar, İskender’i Asya’nın efendisi olarak selamlarlar. Aynı zamanda, dünyaya hakim olunacağı efsanesi de gerçekleşmiş olur. Çünkü; o zamanda, bilinen dünya olarak kabul edilen tüm yerler ki ta Hindistan’a kadar, Büyük İskender tarafından ele geçirilmiştir. Büyük İskender, 13 yılda dünyanın hakimi olur ama genç yaşta da ölür.

Kral Gordios’un efsanevi arabası ve düğümün bulunduğu tapınak, antik kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak, arkeolojik kazılarda, günümüze kadar bulunamamıştır.

MİDASIN KRAL SEÇİLMESİ

Tarihçi Arrianos’un yazdıklarına göre: Kral Midas’ın acı dolu hayat öyküsü şöyle başlar. Demir çemberli tekerleklerin aşındırdığı kral yolunda, bir gün, eski bir araba yol almaktadır. Arabayı kullanan genç, yaşlı annesi ve orman işçisi babası.

Annesinin doğduğu Telmessosu (bugünkü Fethiye) geride bırakalı günler olmuştur. Bey Dağları ve Toros Dağlarını aşıp, kuzeye Frig ülkesine doğru ilerlerler.
Frig kralı Gordios ölmüş, halk çok üzgündür.

Ancak, kralın yerine seçilebilecek kimse yoktur. Ülkenin ileri gelenleri toplanır ve kahinlerden yardım isterler. Kahinler; kente arabası ile giren ilk kişinin kral olacağının kehanetinde bulunurlar. O anda kente giren Midas, kral ilan edilir. O Midas, Frig ülkesinin iki kralından bir tanesidir. Frig kralları, ya Gordios ya da Midas ismi ile anılır olur.

MİDASIN EŞŞEK KULAKLARI EFSANESİ

Yunan tanrısı Apollon ile kır tanrısı Pan arasında, bir çalgı yarışması düzenlenir. Midas, yarışma jürisin oluşturan yargıçlardan biri olarak seçilir. Kır tanrısı: çaldığı kaval ile hoş sesler çıkarır. Tanrı Apollon ise; her çalgıdan üstün olduğunu düşünen lirini çalar ve herkes onu dinler. Yargıçlardan birincisi, dağ tanrısı Tmolos; kazanan çelengini Apollona verir.

Midas ise; kazanan çelengini, kır tanrısı Pan’a verir. Tanrı Apollon, Midas’ın bu yorumuna çok kızar ve ” güzel müziği ayırt edemeyen kulak, insan kulağı olamaz, sana eşek kulağı yakışır ” diyerek, Midas’ın kulaklarını eşek kulağına dönüştürür.

Bunun üzerine; her türlü seçimde ve tercihte, insanların beğendikleri yönünde değil, güçlü olan yönünde oy kullanmaları gerektiği hakkında, tarih öncesinden gelen bir sav doğar.

Midas, bir süre tanrı Apollon’un kendisine armağanı olan bu kulaklarını; bir külahın içine saklar. Ama, saçlarını kesen berber, sonunda Midas’ın kulaklarını görür ve kralın sırrını öğrenmiş olur. Ancak, bu sır insan ağzına sığmaz.

Berber büyük sıkıntılar yaşar. Dayanılmaz ızdıraplar içine düşer. Sonunda, sırrı, bir kuyuya söylemeye karar verir. Kuyuya eğilir ve ” Midas’ın kulakları eşek kulağı ” diye bağırır.

Sırrı; kuyudaki su, sazlara, sazlar ise rüzgara söyler. Böylece; bütün ülke, kısa zamanda, Midas’ın sırrını öğrenir. Daha sonra, halk, Midas’ın kulakları ile dalga geçmeye, hakkında gölge oyunları oynamaya başlar. Midas, artık bıkar ve kulaklarını kestirir. Ama, sonradan kulakları, sarmaşık gibi yeniden çıkar.

Kral Midas, tanrıya yalvarmaya başlar. ” Tanrım, benim bu kulaklarımı düzelt, ama bütün servetimi elimden al ” Tanrı, onu bağışlar ve Midas kulaklarını geri alır. Ama kimse görmeden, tanrı onun canını da alır ve mezara gömer. ( En büyük servetimiz sanırım yaşamımız? Lütfen bunun değerini çok iyi bilelim.)

Midas’ın masallara konu olan eşek kulakları; mitolojinin sihirli hikayeleri ötesinde, bir gerçeğe dayanmaktadır. Uzun kulakların sırrı; dönemin asillerini, sıradan halktan ayırmak için uygulanan bir yöntemle bağlantı kurulur. Sivri kafalıların asil, yada asillerin sivri kafalı olduklarına inanılır.

İdeal kafatasına sahip olabilsin diye, yönetici sınıf, bebeklikten itibaren başa bağlanan bir kafa kundağı ile büyütülür. Kral Midas’ın olduğu kabul edilen kafatasında, günümüzde yapılan teknolojik incelemelerde; hem bu garip kundağın izlerini, hem de kulak yerleri eğri ve yukarı doğru görülmektedir.

Ayrıca; kral Midas’ın kafatası üzerinde yapılan bilimsel çalışmalarda; Midas’ın, ana karnında, bir çeşit hastalığa yakalandığı ve kulak kanallarının asimetrik olarak doğduğu anlaşılmıştır. Asimetrik kulak yapısı, nadir görülen bir hastalık türüdür. Önden veya arkadan bakıldığında, bir kulağın diğerinden çok daha yukarıda veya aşağıda olduğu görülür.

Çirkin bir görünüm oluşturan bu hastalık, Midas’ın kafatasında belirgin izler bırakmıştır. Halkından utanan Midas, sürekli olarak, başına geçirdiği bir serpuşla gezer. Kulaklarını, hiçbir zaman göremeyen halkı ise, krallarının kulakları hakkında yorum yaparak, görmedikleri kulakları, eşek kulaklarına benzetirler.

DOKUNDUĞU HER ŞEYİ ALTINA ÇEVİREN MİDAS EFSANESİ

Şarap tanrısı Dıonısos’un yoldaşı Satıros, bir gün Frigya’yı gezerken, Midas’ın sarayının gül bahçesinde uyuyakalır. Midas’ın adamları, Satıros’u bulurlar ve Midas’ın yanına getirirler. Midas, Satıros’u, on gün on gece sarayında ağırlar.

Midas’ın konukseverliğinden çok etkilenen tanrı Dıonisos, kralın kendisine bir dileğini söylemesini ister. Kral Midas ” dokunduğum her şey altına dönüşsün, böylece daha zengin olayım ” der.

Midas’ın dileği, tanrı tarafından kabul edilir. Ancak, aynı gün gecesi yemekte, kral Midas, dokunduğu yiyecek ve içeceklerin altına dönüştüğünü görünce, tanrı Dıonısos’tan, bu uğursuz gücü geri almasını ister.

Midas’ın durumuna acıyan tanrı, krala Paktalos ırmağında yıkanmasını söyler. Bu ırmakta yıkanan Midas, tuttuğu her şeyin altına dönüşmesinden kurtulur. Ve o günden, bu güne, bu ırmakta bulunan altın parçacıkları, bu efsaneye bağlanır.

MİDASIN ÖLÜMÜ

Midas, kendisini görkemli ve zapt edilmesi imkansız bir başkente sanır. Ancak, bugün dahi, surları ve kale kapısı görenleri şaşırtan şehir, MÖ. 695 yılında, İran’dan gelen ve adeta çekirge sürüsü gibi Anadolu’yu işgal eden Kimmerler tarafından işgal edilir.

Midas, bu baskından sağ kurtulur. Ama o günden sonra, sıkıntılı bir hayat sürdürür. Gordion’lu Midas, tamamen tahrip edilen kent harabeleri üzerinde gezerken, mitolojiye göre, dayanamaz ve boğa kanı içerek intihar eder.

Uzmanlar tarafından, günümüzde; Midas’ın kafatası üzerinde yapılan incelemelerde: kafatasının iç yapılarında, büyük ölçüde değişiklikler tespit edilir. Kafatasının göz çukurunun sağ köşesinde, yukarı doğru giden bir kırık hattı görülür.

Alınan küçük bir kemik parçası, patoloji uzmanları tarafından incelendiğinde ise, kemik dokusunda, demir içeren ve kan elemanlarının kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bunun sonucunda ise, kral Midas’ın, gerçek ölüm sebebinin, mitolojide belirtildiği gibi boğa kanı içerek intihar değil, başının sağ tarafına aldığı ağır bir darbe sonucu olduğu tespit edilmiştir.

Ankara Polatlı Gordion Kral Midasın Mezar Tümülüsü
Ankara Polatlı Gordion Kral Midasın Mezar Tümülüsü

KRAL MİDASIN MEZAR TÜMÜLÜSÜ

Kral Midas, Gordion kentinde yaşamış, efsanevi Frigya kralıdır. Kral oluşu gibi, yaşamı ve ölümü üzerine de mitolojik efsaneler vardır. MÖ. 695-696 yıllarında öldüğü tahmin edilmektedir.

Mezarın: bölgede sürü otlatan bir çoban çocuk tarafından bulunduğu söylenir. Çoban, tümülüsün üzerindeki büyük havalandırma deliğini oyarak, sallandığı ip ile, tümülüsün içine girer ve ahşap mezarı görür. Bölge yetkililerinin haber alması ile, resmi araştırmalara başlanır ve mezar ortaya çıkarılır.

Resmi kayıtlara göre ise: 1893 yılında, Alman arkeolog Alfred Körte, bu mezarı, Gordion’un mezarı olarak tanımlar, ancak ilk bilimsel kazılar, 1950 yılında Pensilvanya Üniversitesinden Rodney Yougn tarafından yapılır.

1950 yılında, kazı çalışmalarına başlanmış,  tümülüsün içine girmek için önce tepeden sondaj denenmiş ancak başarılı olmamıştır. Daha sonra, 1957 yılında Zonguldak’tan gelen maden işçileri, zeminden kazdıkları 80 metre tünel ile mezar kısmına ulaşılır. 1960 yılında ise, Türk mühendislerinin başarılı çalışmalarının ardından, mezar ziyarete açılır.

Son yıllarda elde edilen bulgulara göre, buranın Kral Midas’ın mezarı olmadığı kesinleşmiştir. Çünkü, Asur metinlerine göre, Midas, Frigya’da MÖ 718 yılında kral olmuştur. Mezarın yapım tarihi ise, MÖ 740 yılıdır. Bu durumda, mezarın, Midas’ın babası veya büyük babasına ait olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, Kimmer istilasından ardından: bu büyüklükte bir tümülüsün yapılamayacağı düşünülmektedir.

Evet, biz yine de alışılagelen ismiyle buradan söz edelim.

Kral Midas’ın anıt mezarı, bölgede bulunan tümülüslerin en büyüğüdür. Yapımının: 1-2 yıl sürdüğü tahmin edilmektedir.

Çapı: 355 metre olan bu tümülüsün yüksekliği ise 55 metreye yakındır. Ancak yapıldığında daha da yüksek olduğu ve zamanla erozyon nedeniyle yüksekliğinde düşmeler olduğu değerlendirilmektedir.

Anadolu’nun ve antik dünyanın ikinci yüksek tümülüsüdür. Anadolu’nun en yüksek tümülüsü: Manisa Sardes’te bulunan ve Lidyalılar tarafından yapılan “Alyettes Tümülüsü” dür.

Tümülüs: “Kurgan” geleneğine göre yapılmıştır. Buna göre: ölüler eşyaları ile birlikte gömülüyordu. Hatta sevenleri, mezarlara hediyeler bırakıyorlardı. Bugün, o bırakılan hediyeleri, birer tarihi eser olarak Gordion Müzesi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesinde görmek mümkündür.

Büyük toprak yığını altındaki ahşap mezar, çok iyi durumdadır.

O dönemde, bölgede bulunan ve yaklaşık 800 yaşında kesildikleri tespit edilen, muhteşem kalınlıktaki ladin, sedir ve ardıç ağaçları ile yapılan ahşap, yığma mezar odası, hiç bozulmadan, günümüze kadar gelebilmiştir.

Tümülüsün gezilmesi

Tümülüsün içine girmeden bir bilgi vermek istiyorum. Müzeye girmeden önce tümülüse girmek isterseniz, kapıda bir görevli göremez ve doğrudan girmek isterseniz, hemen arkanızdan bir görevlinin koşarak geldiğini göreceksiniz.

Aslında, tümülüsün hemen kapısında “Müze girişinden bilet alınması gerektiği yazılı” ancak elbette istiyorsunuz ki, görevli kapıda beklesin gelenleri bilet alınması konusunda uyarsın, ancak elbette görevli kişi, burada beklemekten se, müzede dolanmayı tercih ediyor.

Evet: Müze girişinden bilet alıyorsunuz, bu bilet gerek tümülüsün ve gerekse müzenin gezilmesi için geçerlidir.

Tümülüse uzun ve dar bir koridordan giriliyor. Yaklaşık 100 metre yürüyüşten sonra mezara ulaşılıyor. Girişte, demir parmaklıklı kapı var, bu kapının hemen girişte solunda tümülüsle ilgili bilgilerin verildiği bir pano görülüyor.

Gayet iyi ışıklandırılmış, havadar tünelden ilerledikten sonra, mezar odasına ulaşılıyor.

 

Mezar Odası

Ancak, mezar odasına girmek mümkün değil, sadece küçük bir pencere gibi açıklıktan mezar odası görülüyor. Mezar odası: ardıç tomruklarından yapılmış, dört tarafı kapalı bir küp şeklindedir.

Özellikle, mezar odasını çevreleyen ahşap ve muhteşem kalınlıktaki ağaç kütükleri ilginçtir.

Mezarın duvarları, birbirine iyice uydurulup tutturulmuş olan, dört köşe yontulmuş tomruklardan yapılmıştır. Bu duvarlarda kullanılan tomruklar sarı çamdır.

Kazı sırasında giriş yolu açmak için kesilen mezar duvarının kalındığı 37 cm dir.

Mezarın dört yanındaki duvar kalınlığının da aynı olduğu varsayılır.

Duvarları oluşturan tomruklar, yontularak köşeli hale getirilmiş, birbirine çok muntazam şekilde uydurulmuş ve düzeltilmiştir.

Mezar odasının uzun kenarında, üst üste 8’er tomruk, diğer iki kenarında 9’ar tomruk kullanılmıştır.

Bu yontulmuş tomruklar arasındaki bağlantılar öyle sıkı ve düzgündür ki, çoğu yerlerde gözle fark edilir, bazı yerlerde ise ancak üstteki ve alttaki tomruk yüzeylerinin renklerindeki hafif farklılıklardan bunların ayrı tomruklar olduğu anlaşılır.

Duvarların iç yüzeyleri, keserle düzeltilmiş ve sonra zımparalanmıştır. Yüzeylerdeki keser izleri, ışığın uygun bir açıyla vurduğu bazı yerlerde görülebilir. Duvar yüzeylerinin zımparalanması, duvarların bütünüyle tamamlanmasından sonra yapılmıştır.

Duvarları meydana getiren, dört köşe tomrukların yükseklikleri, birbirinden farklıdır. 64 cm ile 22 cm arasında değişir.

Duvar yüksekliği tabandan itibaren 3.25 metredir.

Mezar odasının iç boyutları: doğu-batı doğrultusunda 5.15 metre ve kuzey-güney doğrultusunda 6.20 metredir.

Taban kısmı:

Odanın uzun ekseni boyunca, uzunlamasına yerleştirilmiş 14 tane kalastan oluşur. Bunların genişlikleri 20.5 cm ile 53.3 cm arasındadır. Ortalama kalınlık 33 cm dir. Bunlar, zemin malzemesi olarak kullanılan, çakıl bir altlık üzerine oturtulmuştur.

Üst Bölümü:

Odanın üstü, tomruklarla iki akıntılı çatı tipinde örülmüştür. Tomrukların odanın içine bakan yüzleri, düzgün şekilde işlenmiştir.

Dış Tahkimat:

Bu ahşap mezar odası, ayrıca bir dış tahkimatla korunmuştur.

Bu amaçla, oda işlenmemiş yuvarlak tomruklarla, ikinci bir duvar ve çatı örtüsü yapılarak, adeta bir kasa içine alınmış, dış ve iç duvarlar arasındaki boşluk da çakılla doldurulmuştur.

Mezarın yapımında kullanılan ağaçlar:

Mezarın yapılında kullanılan ağaçların seçimi, bu konuda o zamanlar üstün bir bilgi ve deneyim birikimi olduğunu gösterir.

Nitekim iç kısımlarda kullanılan yontulmuş porsuk, Toros sediri ve sarı çam, dayanıklı ve yontmaya elverişlidir.

Dış duvarları oluşturan ardıçların da sağlam, nem ve basınca duyarlı ağaçlar olduğu anlaşılır.

Ortam son derece nemli olmasına rağmen, bu ağaçların çürümeden nasıl günümüze kadar ulaştıkları bilinmiyor.

Bu mezar odasının üzerine 4 metre yükseklikte taşlar yığılmış ve bol kil tabakası ile kaplanarak tepe oluşturulmuştur.

 

Buluntular

1950 yılında Kral Midas’ın mezar odasına ulaşan arkeologlar, Midas’ın büyük bir serveti olmasına rağmen, mezarında altın ve değerli eşya bulamamışlardır.

Bunun sebebi muhtemelen, o dönemde Gordion şehrini istila eden Kimmerlerin, değerli eşyaları yanlarında ganimet olarak götürmeleriydi.

Mezarda mobilya olarak 1 yatak, 2 pano ve 9 masa bulunmuştur.

Ancak bir köşede bulunan bir yığın çürümüş ağaç parçalarının, hangi tip bir mobilyada kullanıldığı anlaşılamamıştır. Bu çürümüş yığının üç ayrı mobilya parçasına, muhtemelen 2 tabure ve 1 sandalyeye ait olduğu tahmin edilir.

Eşyaların fazlalığına rağmen, mezar odasının tabanında boş alan bırakılmıştır.

Bu kullanılmamış alanlar, duvarlar çatı düzeyine kadar inşa edildikten sonra, ziyaretçilerin odaya inip ölüye armağanlarını bırakmalarını ve odadan çıkmalarını sağlamak amacıyla, yukarıdan aşağıya merdiven gibi uzatılmış kalasların kapladığı yerler olmalıdır.

379 objenin, duvarlardaki çivilere asıldığı, yere ve masalar üzerine üst üstü yığıldığı düşünülürse, çok sayıda insanın tek sıra halinde bir kalasın üzerinden inerek, mezar odasına girdiği, armağanlarını yerleştirdiği ve diğer kalas üzerinden çıkarak odayı terk ettikleri kabul edilir.

 

YATAK:

Yatağın sedir ağacından yapılmış olması: Sedir odunu kendine özgü kokusu ile parazitlere engel olması nedeniyle çok dayanıklıdır. Öte yandan kutsal bir değeri olması da muhtemeldir. Nitekim daha sonraları birçok tapınaklardaki kapıların, özellikle Sedir ağacından yapılmış olduğu dikkat çekmiştir.

Yatağın boyu: 2.93 metre, genişliği ise 1.40 metredir.

Baş ve ayak ucu tahtaları, 10 cm kalınlığında ve koyu renkli ağaçtan yapılmıştır. Üst kısımları kavislidir.

Baş ve ayak ucu tahtalarının, birer demir çubuk üzerine oturtulmuş olduğu tahmin edilir. Bu demir çubuklar, yatağın ahşap köşe blokları arasında uzanmakta ve çubuk uçları muhtemelen köşe bloklarına açılmış yuvalara girmekteydi.

Yatağın baş ve ayak ucundaki bu demir çubuklar, hem yatak platformunu oluşturan kalas uçları taşıyor, hem de baş ve ayak ucu tahtalarına destek oluyordu.

Kalaslar 4 cm kalınlıktadır. İki yandaki kalaslar, alttan kirişlerle desteklenir.

Kalaslar üzerinde de yatağın iki kenarı boyunca, 22 cm yüksekliğinde, 3’er adet düşey ayak üzerine oturtulmuş, kenar korkulukları olmalıdır. Bu korkulukların kalınlığı da 7.5 cm dir.

Sonuç olarak: yatak platformu uzunlamasına konmuş 5 tane kalas, iki dış kenarı desteklemek için yine uzunlamasına, fakat düşey olarak konmuş 2 kalastan oluşur.

Bunlar olduğu gibi tabana çökmüş olarak bulunmuştur.

Evet, yatağın en ilginç yanı: parçaların sökülebilmesi ve başka bir yere götürülüp yeniden monte edilebilmesidir.

YATAKTA BULUNAN KRALIN İSKELETİ:

Yatak platformunun çökmesi nedeniyle, kral iskeleti bir miktar zarar görmüştür. Yapılan incelemede, bu iskeletin 1.59 metre boyunda, 61-65 yaşlarında, uzun ve dar yüzlü bir erkeğe ait olduğu anlaşılmıştır.

Kralın üstü 21 kat kumaşla örtülüydü. Üzerinde: 6 yerden Tunç fibulalarla tutturulmuş 2 kat giysisi, ayağında işlemeli çizme ya da potinler vardı.

Mezarda bulunan ve Kral Midas’a ait olduğu düşünülen kemiklerin büyük bölümü kaybolmuştur. Sadece, kafatası halen aynı müzede sergileniyor.

Burada ilginç bir durum var. Yapılan incelemelerde, kafatası üzerinde, sargılama sonucu olduğu düşünülen izler bulunmuştur. Bu izler: kafatasındaki deformasyonun patalojik ya da toprak basıncı gibi nedenlerle oluşmadığını göstermektedir. Sonuç olarak: Midas’ın Gordion topluluğundaki tek örnek olması, kafa deformasyonunun sadece kraliyet üyelerine uygulandığının bir göstergesi olabilir. Ayrıca: kafatasındaki dikkat çeken kırıklar, ölüm sonrası meydana gelmiştir.

Ayrıca yatağın baş ucuna yakın yerdeki büyük keten torbada bulunan 165 fibula, torba parçalanınca yere saçılmıştır.

Ancak değerli madenlerden yapılmış, değerli nesnelere rastlanmamıştır.

(Merak edenler için ayrıntıya giriyorum: Mezardan çıkarılan ve Kral Midas’a ait olduğu kabul edilen iskelet 1957 yılında, R.S.Young tarafından ortaya çıkarılmış ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde Prof. Dr. M.Süleyman Şenyürek’e teslim edilmiştir. Şenyürek, 1961 yılında bir uçak kazasında vefat edince, iskelet Dr Enver Yaşar Bostancı tarafından korumaya alınmıştır. Bostancı: 1990 yılında emekli olana kadar iskeleti odasında muhafaza etmiştir. Bu dönemde, kafatası İngiltere’ye gönderilmiş ve Manchester Müzesinde etlendirme yöntemiyle rekonstürsiyonu yapılmıştır. Prof Dr Bostancı’nın emekli olmasından sonra, Midas’ın vücut iskeleti, Prof Dr Berna Alpagut tarafından teslim alınmış, daha sonra kaybolmuştur. Kafatası ise, Prof Dr Erksin Güleç’in 1993 yılında Bölüm Başkanı olmasından sonra, bölüm başkanlığınca yapılan Paleontrohojik malzemelerin envanterlenmesi çalışmaları sırasında ortaya çıkarılmıştır. Kültür Bakanlığınca yapılan tüm girişimlere rağmen, Midas’ın vücut iskeleti bulunamamıştır.

PANOLAR:

Mezarda, birbirinin eşi olarak yapılmış, 2 tane kakma işlemeli pano bulunmuştur.

Panolar yapım tekniği nedeniyle, devrilmeden dik olarak durabilmektedir.

Ancak panoların yapılması ve süslenmesinin çok zaman alıcı bir iş olduğu açıktır.

Bunlar, kralın ölümünden sonra ve sadece mezarına konulmak üzere yapılmış olamazlar.

Aksine, kral hayatta iken kullandığı bu panoların, ölümünden sonra saraydan getirilerek mezara konmuş olmaları gerekir.

Panoların kullanım amacı, önceleri anlaşılamamıştır.

Araştırmalara göre, bu panolar alçak bir sandalye ya da kalın bir minder üzerinde oturan, seçkin bir kişinin arkasında fon olarak kullanılan, birer aksesuar, dolayısıyla bir tahtın fizik kondisyonu olmasa bile psikolojik fonksiyonunu yerine getiren birer parça olduğu tahmin edilir.

Pano yüzeyi;

Ortasındaki çiçek motifli pencere çevresindeki kabarık çerçeve ve aşağısındaki gömme eğri bacaklar dışında, tamamen düzdür.

Pano boyu: 95 cm, genişliği ise 80 cm dir. Kalınlık 2.5 cm dir.

Pano yüzeyi: ahşabın kalınlığı içine açılmış yuvalara gömülmüş geçmelerin, önden ve arkadan çakılmış gömme ahşap çivilerle tutturulması suretiyle birbirine eklenmiş 15 parça tahtadan oluşur.

Pano yüzeyinin zemini, açık renkli ağaçtan, bu zemin üzerindeki kakma işlemeleri koyu renkli ağaçtandır.

Pano yüzeylerinin dekorasyonunda, kareler içinde gamalı haç ve daha başka geometrik formlardan yararlanılmıştır.

Toplam 112 motif kullanılmıştır. En çok kullanılan motif, gamalı haç adı verilen motiftir.

Panonun alt kısmının ortasında, çiçek (gül) motifli pencere vardır.

Bu pencere bir pergel yardımıyla yapılmıştır. Pergelin sabit ucunun izi tam merkezde göze çarpar.

 

MASALAR:

Mezardaki mobilya buluntuları arasındaki 9 masadan, 8 tanesi üç bacaklı düz masa (sehpa) dır.

Bunların hemen hemen hepsi aynı tip ve ölçülere sahiptir. Yaklaşık 50 cm yükseklikleriyle, bu masalar, normal boyda bir insanın dizlerini rahatça masa altına sokup oturabilmelerine elverişli değildir.

Dolayısıyla Frigyalıların çoğunlukla masaların yanına sandalye, tabure gibi şeyler koyarak oturmadıkları, yere serilen minderler üzerinde oturma alışkanlıkları olduğu söylenebilir.

En güzel ve farklı masa:

Bir masa ise olağanüstü özellik ve güzellikte olup, diğerlerinden tamamen farklıdır.

Bu masa: büyük bir  sanat ve emek ürünüdür.

Masa teknik açıdan, mobilyacılık sanatının bir şaheseri olarak tanımlanır.

Masanın dört köşesindeki desteklerin, masayı kolayca taşımaya yarayan tutamaklar şeklinde olması, bu masanın yiyecek taşımak amacıyla kullanıldığını düşündürür.

 

Tutkal:

Panolar ve olağanüstü güzellikteki masa, Frigyalı marangozların çok kuvvetli bir tutkal kullandıklarını gösterir.

Çoğu yerde, geçme ve gömme eklerde, çapraz çivi/perçin kullanmamışlardır. Buralar muhtemelen tutkalla tespit edilmiş olmalıdır.

Ahşabı tutkalla yapıştırma işleminin: Doğu Akdeniz yöresinde, çok eski zamanlarda bile yaygın şekilde uygulandığı bilinmektedir ve muhtemelen ilk çıkış yeri Mısır’dır.

 

Üç bacaklı masalar:

Açık deve tüyü renginde bir ağaç malzemeden yapılmışıtır.

Bacakların bazıları kırılmış, ancak çoğu sağlam kalabilmiştir.

Yumuşak, koyu kahverengi ağaçtan yapılmış masa üstlerinin boyları 75 cm, genişlikleri 60 cm dir.

Bu masalar, 3 bacaklı olup bu sayede, tabana dengeli olarak basmaları ve sarsılmamaları sağlanmıştır.

Masaların üst tabla kısımları, köşeleri yuvarlatılmış yekpare tahtadan yapılmıştır.

Tahtalar, ağacın liflerine paralel doğrultuda kesilmiş olup, kalınlıkları 1-1.5 cm dir.

Üst yüzeyin kenarları, hafifçe kazınarak kavislendirilmiştir.

Her masa tablasında, bacakların tablaya geçirilerek tutturulduğu, 3 adet delik/yuva vardır.

Masaların bacakları, yukarıdan aşağıya doğru incelir.

Yuvarlak kesitlidir.

Bacakların aşağı kısımları, dışa doğru kıvrıktır ve kıvrım oldukça aşağıdan başlar.

Ağaç liflerinin bu kıvrımları izlemesi nedeniyle, bacakların basınç altında, ısıtılarak ya da buharlama suretiyle bükülmüş oldukları anlaşılır.

Bacaklarda masaların üst tablaları: bacakların yukarı ucundaki zıvanaların masa tablasına açılmış deliklere/yuvalara geçirilmesi suretiyle birleştirilmiştir.

Bacakların bağlantı yerlerinin tutkalla takviye edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

 

Kakma Süslemeli Pagoda Masa:

Mezar açıldığında, kırılıp dağılmış halde bulunan bu olağanüstü mobilya, yine de şeklini açıkça belli olacak derecede koruyabilmiştir.

Bütün parçalar oldukça iyi durumda bulunmuş ve bunların çoğu, yuvalarına tam olarak uyan, kırık zıvanalar yardımıyla, orijinal yerlerine konmuş ve buna dayanarak masanın teorik rekonstriksiyonu yapılabilmiştir.

Kakma süslemeli masaya, egzotik dizaynı ve oriyental görünümlü desenleri nedeniyle: Pagoda Masa adı verilmiştir.

Masa, açık renkli ağaç malzemeden yapılmıştır.

Koyu renkli ağaç malzemeden yapılmış bol miktarda kakmalarla dekore edilmiştir.

Ancak masanın üst kısmı/tabla: tamamen bozulmuş, geriye sadece kırıntı parçaları kalmıştır.

Bu tablanın yumuşak ve koyu renkli bir ağaç malzemeden yapılmış olduğu anlaşılır.

Masanın yüksekliği 64 cm, çerçeve boyu 70 cm ve çerçeve eni 56 cm dir.

Masa 3 bacaklıdır.

Bu bacakların üst kısımlarındaki geçme zıvanalar, iki kademelidir.

Masanın ön bacağı, masanın önüne doğru dışa bükülmüştür.

Diğer iki bacak ise, masanın iki arka köşesinde dışa doğru bükülmüş durumdadır.

Üç bacaklı masanın eski zamanda pek düzgün olmayan zeminler için en dengeli dizayn olduğu kuşkusuzdur.

Fakat masanın dört köşeli çerçeve ve tablasını desteklemek amacıyla masanın tasarımcıları, alışılmadık bir sistem geliştirmiştir.

Masanın iki arka ayağında, çerçevenin iki arka köşesinde, dayanak oluşturan destekler yükselir.

Ön bacağın ayak kısmının hemen arkasına bağlanan geniş ve “U” şeklindeki bir destek de, iki yana yükselerek, çerçevenin sol ve sağ ön köşelerine dayanak oluşturur.

Masanın dengesini daha da sağlamlaştırmak amacıyla, bacaklar gergi bağlantılarıyla birbirine ve ahşap çivilerle çerçeveye tutturulmuştur.

Gergi bağlantılarıyla birlikte, masanın: yaklaşık 44 ayrı parçanın geçme olarak ve muhtemelen tutkal da kullanılarak birbirine tutturulması suretiyle yapılmış olduğu anlaşılmıştır.

DİĞER BULUNTULAR:

Mezarda, sayıları 1069’u bulan Tunç kaplar bulunmuştur.

Sağda, duvar boyunca büyük bakır kazanlar, demir saç ayakları üzerine dizilmiştir.

Bunların önünde, kakmalı büyük mobilyaların çökmesiyle yerlere saçılan kaplar vardır.

Her şey bir yana küflenmiş, Tunç’un saçtığı tavus kuşu mavisi renkleriyle olağanüstü etkileyici bu kaplar; günümüzde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor.

Güzel işçiliklerine karşın, kapların özgün etkileyici görünüşleri kaybolmuştur.

Kapların belki de en çarpıcı olanları, ağızları insan figürleriyle süslenmiş olan 3 Tunç kazandır.

Dış ülkelerden alındıkları sanılan bu kazanlar, Urartu maden işçiliğinin en yüksek düzeydeki örnekleridir.

Mezarlarda panoların yanında bulunan objeler arasında: 10 tane küçük bronz kazan (tencere), 2 tane kepçe ve biri koç başı, diğeri aslan başı biçiminde 2 tane maşrapa (situla) vardır.

Kazılar tamamlandığında: mezar odasında 169 tane Tunç ve Bakır kap, 15 tane çeşitli elbise, bu elbiselerde kullanılan 175 tane fibula yani bir çeşit çengelli iğne ve karyola üzerinde yatan kralın iskeleti.

 

Yemek kalıntıları:

Mezar odasında yemek tarihi açısından çok önemli bilgiler bulunmuştur.

Şöyle ki, buluntular arasında, görkemli bir ziyafeti işaret eden, bronz kazan, kap-kacak, kase gibi eserlerin içlerinde, taşlaşmış tortu ve donup kalmış yiyecek ve içecek kalıntıları bulunmuştur.

Mezardan çıkan Tunç ve Bakır kaplar incelendiğinde, Kral Midas’ın mezar odasında, son bir yemek yenildiği ve kalıntılardan menünün acı et güveci, mercimek lapası ve ballı bira olduğu anlaşılmıştır.

 

Yazıtlar:

Midas’ın mezarında bulunan yazıtların büyük bölümü, Tunç kapların üzerindeydi.

Üç tanesi temizlendikten sonra, ağzının tam kenarındaki küçük bal mumu levhalar üzerinde anlaşılmak Frig alfabesiyle yazılmış kısa yazılır görüldü.

 

Kalıntıların Sergilenmesi:

Mezar odasında bulunanlar günümüzde, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor.

 

Ankara Polatlı Gordion Müzesi
Ankara Polatlı Gordion Müzesi
Ankara Polatlı Gordion Müzesi
Ankara Polatlı Gordion Müzesi
Ankara Polatlı Gordion Müzesi

GORDİON MÜZESİ

Gordion Müzesi, hemen Midas Tümülüsünün karşısındadır. Güzel bir müze, girmenizi, ziyaret etmenizi öneririm. Ancak, Tümülüs yazısında belirttiğim gibi, müze görevlileri ilginç, ziyaretçilere karşı stresli, müzede gezerken sürekli arkanızda birilerinin gezinmesi rahatsız ediyor.

Gordion Müzesi: 1963 yılında, Yassıhöyük olarak tanımlanan 500 kişilik nüfusa sahip küçük bir köyün yanında kuruldu. Günümüzde, müzede, bölgede egemenlik kurulan her dönem, karakteristik örneklerle temsil ediliyor.

Müzenin bahçesinde: Gordion şehrindeki kazılarda bulunan çok sayıda antik eserin yanı sıra Roma Mozaiği, Kayabaşı Mozaiği ve Galat Mezarı bulunuyor. Galat mezarı: 1954 yılında defineciler tarafından bulunmuş ve maalesef tahrip edilerek zarar verilmiştir. 1999 yılında mezarın yapı taşları tek tek numaralandırılmış, müzenin bahçesine taşınarak koruma altına alınmıştır.

Kayabaşı köyü mozaiği: Kayabaşı köyünde bulunan bir evin temelinden çıkarılmıştır. MÖ 8’nci yüzyıla tarihlenmektedir. Mozaik, çakıl taşlarının doğal hallerinin motiflendirilmesiyle oluşturulmuştur. Yani, henüz taşların boyanıp renkli mozaiklerin yapılmadığı döneme aittir. Bu nedenle, Anadolu’nun ilk mozaik kalıntısı olduğu söylenir.

Müzenin içinde bulunan 3 vitrinde: Eski Tunç eserleri, bunu takiben Kral Midas ile son bulan erken Frig dönemine ait eserler sergileniyor. Bu eserler içinde: Erken Demir çağına ait el yapımı çanak-çömlekler, erken Frig dönemine ait demir aletler, tekstil üretim aletleri vardır.

Yeni sergi salonunda ise: panaromik vitrin içinde: MÖ 700 yıllarına tarihlenen tipik bir yapı sergileniyor. Yeni salonun geri kalan kısmında ise, MÖ 6 ile 4’ncü yüzyıllara ait Yunan seramiği, Helenistik çağ ve Roma dönemine ait malzemeler sergileniyor. Son bölümde ise, Gordion’da ele geçirilen mühür ve sikke örnekleri görülüyor.

GORDİON ŞEHRİ KALINTILARDA GEZİ

Gordion şehri kalıntılarını görmek isterseniz: Tümülüs ve Gordion Müzesinin önünden sola doğru devam ettiğimizde, bir süre sonra buraya ulaşabilirsiniz, ancak burayı doğrudan görme veya tabela ile bulma şansınız yok.

Benden size tavsiye, yolun sol kıyısında, büyükçe bir toprak set gördüğünüzde, durun, aracınızdan inin ve bu toprak setin üstüne çıkın, Gordion şehri kalıntılarını uzaktan panoramik olarak görebilirsiniz. (keşke ilgililer tabela koymayı düşünseler)

Evet, Gordion şehrinde, güneydoğudaki tarihi kapı, sur içindeki saraylar ve Frig kral ailesi üyeleri ile zengin soylular için yapılmış 80 kadar yığma mezar tepeleri, şehrin en önemli özelliklerini yansıtır.

Kent Höyüğü

Höyükte; Gordion adını ortaya koyan, kitabeye benzer hiçbir açık delil bulunmamıştır. Buna rağmen, höyük eski Gordion olarak kabul edilir. 350 x 500 metre ölçülerindeki, yassı bir höyüktür. Sakarya ırmağının hemen doğusundadır.

Arkeologlar, anıtsal bir kapı ile birlikte, kral ailesine ait birçok yapı, evler ve kent duvarlarına ait kalıntılar ortaya çıkarmışlardır. Bunların tümü, Frigya krallığının en parlak dönemine (MÖ. 725-667) yıllarına tarihlenmektedir.

Kent Kapısı

MÖ. 8’nci yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Yumuşak kireç taşından, 9 metre yüksekliktedir. Günümüze kadar korunmuş, anıtsal bir yapıdır. Kente asıl giriş ise, 9 metre genişliğindeki, 23 metre uzunluğundaki, üstü açık bir koridordan sağlanır.

Kapının iki yanında yer alan kulelerin ise, kente açılan birer kapısı bulunur. Tamamen kazılan, kuzey avlu silah deposu olarak kullanılmıştır. Güney avlu ise, Pers kapısının büyük güney duvarının korunması amacı ile günümüzde kazılmadan bırakılmıştır.

Kent Merkezi

Höyüğün orta kısmı, saraylar için ayrılmıştır. Kerpiçten bir duvar, sarayın birinci avlusunu kent kapısından ayırır. Daha kalın bir duvar ise, iç avluyu, kuzey-batı ve güney yönlerinde çevirir. Büyük olasılıkla, bu duvarlar, saray yapılarının doğu yönünde uzanmakta ve böylelikle onları, dışarıdan tümüyle ayırmaktadır.

Saraylar

Birinci avludaki iki yapı, bir ön oda ile arkasındaki ikinci odadan (ortada ocak bulunur) oluşan evlerdir. İkinci megaron; geometrik desenli mozaik ile döşenmiştir. Buranın, kral evi olduğu düşünülmektedir. Bu mozaik, bilinen en eski uygarlığa ait, çakıl taşı mozaik örneğidir. Bugün, bir kısmı Gordion müzesinde sergileniyor.

Üçüncü megaron ise, MÖ. 8’nci yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş ve günümüze kadar, Gordion şehrinde ortaya çıkarılmış en önemli yapıdır.

İç avluda yer alan yapı; Frig akropol’ünün en büyük binasıdır. Yapı, iki sıra ahşap direkle, bir orta ve iki yana ayrılmıştır. Arkeologlara göre, orta bölümde, tek katlı ve yüksek bir salon vardı.

Yan kısımlar ise, iki katlı, ahşap galeriler şeklinde idi. Teras yapısının üzerinde bulunan megaronların, sarayın günlük işlerinin görüldüğü yerler olduğu düşünülüyor.

Evet; Gordion, Ankara’nın hemen dibinde ve ulaşılması zor olmayan bir yer. Fırsat bulunduğunda mutlaka gidilmeli, tarihsel süreçte, özellikle kulakları ve her şeyi altına çeviren özelliği ve düğümü ile öne çıkan bu şehir, bu uygarlık kalıntısı mutlaka görülmeli.

Düşünebiliyor musunuz ki, tarihsel süreç içinde, mitolojide günümüze kadar taşınan birçok efsaneye konu olmuş kral Gordios ve kral Midasın yaşadıkları, yürüdükleri bu topraklar üzerinde, aradan geçen 3000 yıl sonunda, sizlerde aynı havayı teneffüs ederek dolaşabileceksiniz, muhteşem bir duygu, mutlaka gidin

( küçük bir not; buraya gidince, buranın çok yakınında, 22 gün ve 22 gece süren Sakarya Savaşlarının dönüm noktasını oluşturan ve Türk’ün makus talihini yenmesine vesile olan DUA TEPEYE de kısa bir zaman ayırarak gidebilirsiniz.)

Polatlı Duatepe tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

Polatlı Sakarya Şehitleri anıtı tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Polatlı Mehmetçik Anıtı ve Müzesi tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

GORDİON

HİSTORİC ASSETS

Situated 96 km. southwest of Ankara in the village of Yassıhöyük, Polatlı, Gordion was first inhabited in the late 3000 BC (Early Bronze Age). This particular ancient city has various layers of settlement belonging to the Hittites, the Phrygians, the Persians and the Romans, According to legend, the man who made Gordion a capital city for the first time in 8th century BC was the Phrygian King Gordias. The city enjoyed rapid growth and dazzling prosperity during the reign of King Midas (725-695 BC). Having been destroyed by the Cimmerians in 695 BC, Gordion was rebuilt as a commercial and military centre under the reign of the Lydians. The city was captured by the Persians in 546 BC, Alexander the Great in 333 BC and the Glatians in 278 BC. İt was abandoned soon afterwards, only to be occupied by the Roman army in 189 BC. During the Roman era, Gordion gradually lost its importance and became an insignificant setlement.

The ancient Gordians buried their deceased in a tomb called a tumulus. Over 80 tumuli lie scattered across a large valley to the east of the village of Yassıhöyük. These ancient tombs vary in size and were built out of wood covered with a large pile of earth.

The large tumulus in Gordion is believed to be that of King Midas. İt is the second biggest tumulus found in Anatolia, and measures 300 metres in diameter and 53 metres in height. A male skeleton, nine wooden tables, three big cauldrons, 166 bronze containers in various sizes and 145 fibulas, lying beside the head of the skeleton, were found in the burial chamber, which was made out of wood and enclosed on four sides.

The most important tumulus of the rest in Gordion is consructed using a special piling technique. Called the P tumulus, it is 80 metres in diameter and 12 meter in height and is estimated to date back  to around 700 BC. The burial mound is thought to be that of a child, as a small skeleton and some wooden toys shaped like lions, horses and deer were found in the burial chamber, 40 ceramic containers were also extracted from the tumulus. Most of the artefacts recovered in the Gordion excavations are on display in the Museum of Anatolian Civilizations and the Gordion Museum.

According to the famous legend of Gordion, the Phrygians were in search of a new leader. They were told by an oracle to crown the first person to enter the city on an ox-cart. That person happened to be Gordias, whose ox-card then got tied to a column by a knot of ivy. The ox-cart became the focus of another legend, as it was said that the one who managed to untie the knot would become the ruler of Asia. İn 334 BC, Alexander the Great made his way to Gordion to try and undo the knot. Unsuccessful, the impetuous Macedonian king drew his sword and cut the knot in two,  going on to fulfil the prophesy by conquering much of Asia. However, his untimely death at the age of 33 was thought by some to have been caused by his unorthodox method of undoing the Gordion Knot.

THE GORDİON MUSEUM

Established in Yassıhöyük in 1963, the museum exhibits hand-made pottery dating back to the Bronze Age, as well as metal weaving implements belonging to the early Phrygian Era, the period that ended with King Midas’s death. A typical dwelling dating 700 BC. İs exhibited  in a panoramic glass display case in the centre of the new hall. The remaining section of the new hall hosts imported Greek ceramics from 600 BC. and 400 BC. and other items of importance from the Hellenistic and Roman periods. İn the final section, visitors can browse a collection of Phrygian seals and silver coins.

İzmir Şirince

İzmir Şirince

Selçuk ilçesine ulaştıktan sonra, tabelaları takip ederek, dolambaçlı ve nispeten konforlu olmayan bir yoldan, buraya ulaşmanız mümkündür. Yani, yol kötü, döne döne çıkılıyor ve dar. Selçuk ilçe merkeziyle, Şirince arasındaki mesafe: 8 km. dir.

Şirince köyüne vardığınızda: hemen girişte, solda otopark alanı var. Aracınızı orada bırakıp, köy içindeki gezinize yürüyerek devam edebilirsiniz.

İzmir Şirince
İzmir Şirince

             

Otopark ile, yerleşim yerinin meydanı arasında gidip-gelen ilginç bir ulaşım aracı var. Buna “Şirince Köyü Ekspresi” diyorlar, traktör arkasına bağlanan bir römork, rengarenk boyanmış ve otantik bir ulaşım aracı ortaya çıkmış. Ama, özellikle sıcak yaz günlerinde, yokuş yukarı çıkış için ideal.

Evet: Şirince köyü girişinde aracınızı bıraktıktan sonra: hafif meyilli köy yerleşimi içinde yürümeye başlıyoruz. Çevre, tamamen satış tezgahlarıyla dolu. Ayrıca: birkaç pansiyon ve restoranlar var.

İzmir Şirince
İzmir Şirince

 

Bu restoranlarda: mutlaka gözleme yemeli ve ayran içmelisiniz. Ayrıca: buraya özgü dondurma tatmalısınız. Burada, yine buraya has “kabak çiçeği dolması” yemelisiniz. Yani sonuçta bence bu yerel lezzetleri mutlaka tatmalısınız.

İzmir Şirince

 

Şirince’nin özellikle yabancı ziyaretçiler tarafından en ilgi çeken yanı: otantik evleri, bu evler restore edilerek günümüze taşınmışlar. Özellikle: uzaktan güzel bir görüntü sunuyorlar. Ama, sıcak yaz günlerinde, bunların bulunduğu alana ulaşmak biraz zahmetli ve zor, ziyaretçilerin büyük bölümü, bu evleri yalnızca uzaktan izlemekle yetiniyorlar. Tercih sizin, bulundukları yere kadar gidebilirsiniz.

İzmir Şirince

 

 

Evet, Şirince denilince, Nisan 2024 tarihinde en son yaptığım ziyarette aklımda kalan: sıcak olmasına rağmen, bölgenin yüksek olması nedeniyle, serin bir esintinin olması ve otantik restoranında yediğim yiyeceklerin lezzeti, bir de, buraya has ilginizi çekerse, buraya has “meyve şarapları” çok meşhur. Burayı ziyaret edenlerin büyük bölümü, bu meyve şaraplarından satın alıyorlar. Ama: ben, son ziyaretimde, Denizli yöresine ait bir meyve şarabının burada satıldığını görünce, bu işin esprisini kaybettiğini düşündüm.

Sonuçta, burası eski bir Rum yerleşimi ve burada uzun yıllar boyunca, yöreye özgü, meyve şarabı yapılmış. Şimdi, çevreden meyve şarabı toplayıp, buraya özgü gibi satmak sanırım pek hoş değil. Ayrıca: şarap almaya niyetlenirseniz, aroma değil de, gerçek meyve suyundan üretilmiş şarapların seçilmesi sanırım daha mantıklı. Ama: elbette, bu tür şarabın fiyatı, diğer türe göre daha fazla. Aromadan üretilen şarapları 250 TL. civarında, orijinal meyve ile üretilen şarapları ise, 350 TL. arasında bulup satın alabilirsiniz.

Sonuç olarak: Şirince, belki yabancı ziyaretçiler için ilginç gelebilir, ama ben burada restore edilen evlerin benzerlerini birçok yerde gördüm ve bu yüzden, yöreyi ziyaret etmeyi düşünen yerli ziyaretçiler, zamanları varsa Şirince köyüne çıkmayı düşünmeliler, yoksa kısa süreli tatillerde, buraya zaman ayırmanız yersiz olabilir. Çünkü, burada sizi bekleyen çok orijinal mekanlar yok.

Selçuk tanıtımı.

Efes tanıtımı.

Selçuk Artemis Müzesi tanıtımı.

https://www.youtube.com/watch?v=yCrsSyHTT6A

 

Antalya Korkuteli

Antalya Korkuteli

Antalya şehir çıkışında, varyanttan hemen çıktığınızda veya varyanta girmeden önce, sağa ayrılan yol. Bu yol üzerinden: Denizli-İzmir yöresine ve Fethiye civarına gidebiliyorsunuz.

Korkuteli’ne birçok kez uğradım. Geniş bir alana yapılmış ilçe. Özellikle: buradaki et restoranlarını öneririm. Yolculuğunuz sırasında mutlaka kısa bir mola verip, et restoranlarında, muhteşem lezzetli bir şeyler yemelisiniz.

Antalya Korkuteli

ULAŞIM

Korkuteli-Antalya arası uzaklık: 70 km. Bu yol, yaklaşık 45 dakikada alınır. Özellikle: kış aylarında, karlı ve yoğun sisli yollar, her an karşınıza çıkabilir.

Antalya Korkuteli

TARİH

Evliya Çelebinin yazılarına göre: burada, antik dönemde “İstanoz” isimli bir şehir varmış. Bu şehir: “Pisidyalılar” tarafından kurulmuş. Günümüzde, Korkuteli ilçe merkezinde, Alaattin Kışla Mahallesinde, İsidya şehrinin kalıntılarına rastlanılmaktadır.

Pisidyalılar: Hititlilere bağlı, ama kendi içişlerinde bağımsız bir devlet kurmuşlar. Bu  dönemde: İsidya şehri adına, sikke bastırılmış. Hatta: Büyük İskender’in, doğu seferi sırasında, Pisidyalılar, onun ordusunun saldırılarına karşı, kahramanca karşı koymuşlar.

Özellikle: Termesuslular, boyun eğmemiş ve tüm bunlar, bölgede yaşayan insanların cesaretlerinin en büyük göstergesi olarak tarih sayfalarına işlenmiş. Uzun uğraşılar sonucu, Termesus şehrini alamayan Büyük İskender, söylenenlere göre, şöyle der ve bölgeden ayrılır: “ Bir kartal yuvası ile uğraşamam”. Ancak, İskender’in kuşatmayı kaldırarak bölgeden ayrılması sırasında, bütün zeytinlikleri ateşe verdirdiği de biliniyor.

Günümüzde: Kozağacı ve Büyükköy yaylalarındaki tarihi kalıntılar, İsidya uygarlığından günümüze ulaşan kalıntılardır. Ayrıca: Termessos antik kenti kalıntıları da, o döneme ait izler taşır.

Takip eden tarihi süreçte, bölgede Romalılar egemen olurlar.

1207 yılında ise, yörede Selçuklular görülür. İlçedeki Alaaddin mahallesinin isminin, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’tan alındığı bilinmektedir.

Korkuteli yöresinin tarihi çok eskilere gitmiyor. Şöyle ki: Korkuteli ilçesinin, Hamitoğulları ve Teke Beylikleri dönemlerinde bulunduğu biliniyor. 1321 yılında, Korkuteli, Hamitoğulları Beyliği tarafından fethedilir.

1423 yılında ise: Osmanlı Sultanı II. Murat tarafından, yöre, Osmanlıların hakimiyeti altına girer. 1402-1423 yılları arasında ise, yörede kurulan Teke Beyliğinin başkenti olmuştur.

Antalya Korkuteli

GENEL

İlçe merkezinin deniz seviyesinden yüksekliği: 1020 metredir Yani, muhteşem bir yükseltide bulunuyor. Bunun doğal sonucu olarak: hemen çok yakınında bulunan Antalya’nın sıcak ve nemli havası, burada yok.

İklim olarak düşünülürse, zaten ilçe topraklarının küçük bir kısmında, Akdeniz iklimi ve büyük bir kısmında ise, göller bölgesinin kara ikliminin hüküm sürdüğü görülür. Soğuk hava göller bölgesinden, sıcak hava ise Akdeniz bölgesinden gelir.

Doğal yapı olarak: Bey dağlarının eteklerinde kurulmuştur. Buralarda: genellikle çamlık, fundalık ve ormanlarla kaplıdır. Düz alanlar ise, tarım arazisi olarak kullanılır.

Evet, Korkuteli, Türkiye’de, kameralı  takip sisteminin ilk kez denendiği ve suç oranının en düşük olduğu yerleşim yerlerinden biridir.

NE YENİR

Mevsim uygunsa, keçi sütünden yapılmış dondurma yemelisiniz. Bunun dışında: ilçede, tahinli piyaz yemelisiniz. Bir de, şiş. Yani: et ürünleri.

Antalya Korkuteli

GEZİLECEK YERLER

KEŞİŞ EVİ

Romalılardan kalmadır. Taş oymadan yapılmış olup, Alaaddin  semtinde, cirim boğazı civarındadır.

ESKİ ROMA MABEDİ

Günümüzdeki yerinde: Hamitoğullarından kalma, taş medrese bulunuyor. Ama, bu medresenin giriş kapısının sağ tarafındaki taş duvarında: Roma yazısı ile yazılmış bir kitabede “Olimpiyat yarışmalarına” ait hatıralar var. Burada yazıldığına göre: çekişmeli geçen bir yarışma, berabere kalmış”

SULTAN ALAADDİN CAMİSİ

İlçe merkezinde, Alaaddin Kışla semtindedir. Bölgenin en erken Türk-İslam mimarisini temsil eden önemli bir örnektir. İlk yapımıyla ilgili herhangi bir belge bulunmamakla birlikte Selçuklular sonrası ortaya çıkan yeni arayışın gotik örneklerinden biri olarak, 14’ncü yüzyılın 3’ncü çeyreğine tarihlenmektedir. Muhtemelen Karamanoğlu I. Alaaddin Ali Bey tarafından yaptırılmıştır. Minaresi: Murat Paşa tarafından 1571 yılında eklenmiştir. 20’nci yüzyılın başında kalan kısımları kullanılarak yeniden inşa edilmiştir. Orijinalde ahşap sütunlarla taşınan düz damlı bir mimariye sahiptir. Planlama ve taç kapısı özellikle Selçuklu karakterindedir.

SU TÜNELİ

Alaaddin Kışla semtinin sulanmasında büyük yarar sağlamış tünel; kışla semtinin batısında bir yer altı tüneli iken, günümüzde Korkuteli Barajı altında kalmıştır.

GÜLLÜK DAĞI MİLLİ PARKI

Burası: bitki örtüsü ile bölgenin botanik özelliklerin en yoğun olduğu yerdir. Ayrıca: pek çok hayvanı barındırmaktadır. Bu durumu ile, tam bir doğal ve açık hayvanat bahçesi görünümündedir.

Antalya Korkuteli

TERMESSOS, GÜLLÜK  DAĞI MİLLİ PARKI

Korkuteli-Antalya kara yolu üzerindedir. Kara yolundan saptıktan sonra, antik kente ulaşmak için 9 km. daha gitmek gerekiyor.

Türkiye’nin en iyi korunmuş antik şehirlerindendir. Ayrıca, Antalya yöresindeki en ilginç antik şehir olarak da gündeme gelir.

Burası: Toros dağlarından, Güllük dağı yamaçlarındadır. Anadolu’nun yerli ırkı olan: Luvilerin soyundan gelen: Solimler tarafından kurulmuştur.

Antalya Korkuteli

Çünkü: Homeros’un “İlyada” isimli eserinde: Solimlerden, Termessos halkı diye söz edilmektedir.

Şehir: aşağı şehir, şehir merkezi ve mezarlık olarak, 3 bölümden oluşmaktadır.

Termessos ile ilgili, ilk yazılı kayıtlar: Büyük İskender döneminde başlar. Eski tarihçilerden Arrianos: şehrin, bulunduğu konum itibarıyla, kuşatanlar tarafından ele geçirilmesinin imkansız olduğu düşünülerek, küçük bir birlik tarafından bile savunulabileceğini yazar.

Hatta: Büyük İskender: Pamphylia bölgesinden, Frigya bölgesine geçerken (bu yol Termessos kentinin bulunduğu yerden geçmektedir): çok daha kısa ve kolay geçitler veren, bu bölgeyi kullanmayıp: büyük çaba ve zaman harcamak zorunda kalmıştır.

Çünkü: Termessos şehrini kuşattığında, burayı teslim alamayacağını anlamış ve bunun üzerine, kuzeye doğru yürümüş ve öfkesini: Sagalassos şehrinden çıkarmıştır.

MS.319 yılında, İskender öldükten sonra: General Antigonos; kendini, Küçük Asyanın hükümdarı ilan eder. Rakibi Alcetas ile savaşmak için hazırlanır. Ancak, general Antigonos’un üstün ordusuna karşı savaşamayan Alcetas ve arkadaşları, Termessos şehrine sığınırlar. Termesoslular, onlara yardım sözü verirler.

Bu sırada: General Antigonos’un ordusu, Termessos şehrinin önüne gelir ve şehirlilerden, Alcetas’ın kendilerine teslim edilmesini ister. Termessos şehrinin yaşlıları, bir kişi yüzünden şehrin yok edilmesini engellemek adına, Alcetas’ın teslimini isterler. Ancak, şehrin gençleri, Alcetas’a söz verildiğini ve bu yüzden kendisinin teslim edilmeyeceğini söylerler.

Ancak: Termesoslu gençler şehri terk ederler ve bunun üzerine, teslim edileceğini anlayan Alcetas, kendisini öldürür. Alcetas’ın ölüsü, Termessos yaşlıları tarafından, general Antigonos’a  teslim edilir ve generalin ordusu Termessos şehrinin önünden ayrılır. Termessos şehrinin gençleri, Alcetas’ın cesedini alırlar, törenle gömerler ve onuruna bir anıt dikerler.

Antalya Korkuteli

Termessos: bir liman şehri değildi, ancak toprakları Antalya körfezi boyunca uzanıyordu. Şehir, denize olan bu bağlantısından dolayı, Ptolemyler tarafından ele geçirilmiştir. Ama, diğer yandan, daha 40 yıl öncesine kadar, İskender’in en güçlü olduğu dönemlerde, ona direnen şehrin, Mısır egemenliğini kabul etmesi, ilginç ve şaşırtıcıdır.

Likia bölgesinin Araxa şehrinde bulunan bir yazıtta: Termessos hakkında önemli bilgiler bulunmaktadır. Bu yazıta göre: MÖ.200 yıllarında: Termessos şehri, bilinmeyen bir nedenle, Likya şehirler birliğiyle savaşa girer. MÖ.199 yılında ise, komşusu İsinda şehri ile de savaşmaya başlar.

Bu dönemlerde Termesoslular, eski düşmanları Selgelilerle daha iyi mücadele edibilmek için, Pergamun kralı II.Attalos ile dostluk ilişkileri kurarlar. Pergamon kralı II. Attalos’da, bu dostluğun anısına, Termessos şehrine, 2 katlı bir stao inşa ettirir

Antalya Korkuteli

Roma imparatorluğu döneminde: şehrin, bağımsızlığını koruduğu anlaşılmaktadır. Çünkü: şehir, Romanın müttefikidir. Bu nedenle, MÖ.71 yılında, Roma Senatosu tarafından, şehrin bağımsızlığı kabul edilir.

Bu durum: yörede bulunan sikkelerde görülür. Bu sikkelere yani madeni paralara “Autonomous” yani “Özerk” adı verilmektedir.

Termessos halkının katkılarıyla: MÖ.2’nci yüzyılda yapılan “Kral Caddesi”: yükselen şehir duvarlarının yanından geçer ve düz bir yol şeklinde, şehir merkezine kadar uzanır. Şehir kapısının doğusundaki duvarlarda ise: zarlar ile, kehanet içeren oldukça ilginç yazıtlar bulunur.

Çünkü: Roma imparatorluğunda, tarih boyunca: bu tür büyüler, sihirler ve batıl inançlar yaygındır. Büyük olasılıkla, Termesoslularda, geleceği tahmin etmeye oldukça meraklıydılar.

Bu tür yazıtlar: genellikle, 4-5 satır uzunluğundadır ve zarlarla belirlenen sayılar içerir, kehanet için, tanrının adı istenir ve kehanetin içeriği,  tanrının öğütleri içinde verilir.

Resmi binaların bulunduğu Termessos şehri: iç duvarların biraz ilerisindeki düz arazide bulunur. Bu yapılardan en dikkati çekeni: özel mimari özelliklere sahip olan: Agoradır. Açık hava Pazar yeri olan bu yapı: zemini taş bloklar üzerinde yükselir ve kuzeybatısında, 5 büyük sarnıç bulunur.

Ayrıca: stoalarla çevrilmiştir. İki katlı stoada bulunan bir yazıta göre: “Stoa, Pergamun kralı II. Attalos tarafından, dostluklarının kanıtı olarak hediye edilmiştir” yazar. Pergamon kralı II. Attalos: MÖ.150-138 yılları arasında yaşadığına göre, bu Stoa yapısı da aynı dönemlerde yapılmış olsa gerek.

Kuzeydoğudaki Stoa yapısı ise: muhtemelen kral Attalos’un Stoası taklit edilerek, Osbaras isimli bir zengin kentli tarafından yaptırılmıştır. İki katlı stoanın içerisi: tonozlu odalarla çevrilmiş avludan oluşuyor. Stoanın dışı ise, nişlerle ve Dor nizamında süslemelerle dekore edilmiştir.

Agoranın kuzeydoğusundaki kalıntıların ise: Gymnasyum olduğu düşünülüyor. Ancak: burada bulunan sık ağaçlıklardan, bunu tam olarak belirlemek mümkün olmamış.

Agoranın doğusunda, tiyatro bulunuyor. Tiyatro: Pamphylia ovası üzerinde, manzaraya hakim bir noktadadır. Bu konumu nedeniyle de, Termessos ovasının en göz alıcı yapısı olarak öne çıkmaktadır. Tiyatronun planı Helenistik dönemi yansıtır. Yarım daire oturma alanı: diazoma ile ikiye ayrılır.

Diazomanın üzerinde 8 ve aşağısında 16 oturma sırası var. Yaklaşık: 4000-5000 seyirci kapasitesine sahiptir. Tiyatronun geniş kemerli giriş yolu: cavea ile Agorayı bağlamaktadır.

Sahne binası: MS.2’nci yüzyıl özelliklerini yansıtıyor. Bunun arkasında: uzun ve dar bir oda bulunuyor. Burası: muhteşem süslenmiş 5 kapı ile, oyunun sahnelendiği podyuma bağlanıyor. Sahnenin hemen altında ise: vahşi hayvanların, dövüşe çıkarılmadan önce tutuldukları, 5 küçük oda var.

Tiyatronun, yaklaşık 100 metre ötesinde, Odeon var. Küçük bir tiyatroyu andıran bu yapı; MÖ.1’nci yüzyılda yapılmış. Odeon yapısının: çatı seviyesine kadar olan duvarları gayet iyi korunmuş. Duvarlarında: en iyi kalite, yontma taş duvarcılığı sergileniyor.

Alt kat sade olmasına rağmen, üst kat: Dor düzeninde süslenmiş ve kare şeklinde kesilmiş, taş bloklardan yapılmış. Gün ışığının doğu ve batı duvarlarındaki 11 pencereden giriyor olması, yapıldığında, yapının üstünde çatısının bulunduğunu ortaya koyuyor. 25 metre uzunluğundaki bu çatının, binanın üzerinde nasıl durduğunu anlamak mümkün değil.

Ayrıca: bu yapının içi, günümüzde toprak ve moloz dolu ve bu nedenle, oturma düzeni ve oturma kapasitesi hakkında bilgi edinmek mümkün değil. Ancak, muhtemelen 600-700 kişi oturma kapasitesinin bulunduğu tahmin ediliyor. Molozların arasından çıkarılan renkli mermer parçaları: iç duvarların mozaiklerle süslü olabileceğinin kanıtıdır.

Termessos şehrinde, değişik büyüklükte ve çeşitlilikte, 6 tapınak var. Bunlardan 4 tanesi, Odeon yapısının yanında, kutsal olduğu tahmin edilen alandadır.

Bu tapınaklardan ilki: Odeon’un hemen arkasındadır. Bu tapınağın: şehrin asıl tanrısı Zeus Solymeus’a ait olduğu sanılmaktadır. Görkemli bir duvar işçiliği görülüyor. Ancak: günümüze, tapınağın 5 metre yüksekliğindeki duvarından başka bir şey kalmamıştır.

İkinci tapınak: Odeon yapısının güneybatı köşesindedir. MS.2’nci yüzyıl sonlarında yapıldığı tahmin ediliyor. Bu tapınağın cellasının duvarlarının boyutları: 5.50 x 5.50 metredir.

Tapınağın günümüze ulaşan girişinde bulunan bir yazıta göre: bu tapınak “Artemis” e ithaf edilmiştir. Tapınak içinde bulunan kült heykel, Aurelia Armasta isimli bir kadın ve kocası tarafından, kendi gelirleriyle yaptırılmıştır. Girişin hemen yanında yazılı bir zemin üzerinde, bu kadının amcasının heykeli var.

Bu tapınağın, yani Artemis tapınağının doğusunda: Dor tarzı bir tapınak kalıntıları var. Bu tapınak: boyutlarına göre değerlendirilirse, Termessos şehrinin en büyük tapınağıdır. Rölyeflerden ve yazıtlardan, bu tapınağında, Artemis’e ithaf edildiği anlaşılıyor.

Biraz daha ileride, doğu yönünde: kesilmiş taşlardan yapılmış bir teras üzerinde, küçük bir tapınak izleri daha var. Tapınak, yüksek bir podyum üzerinde yükseliyor. Ancak, herhangi bir tanrıya ithaf edildiğine dair bir bilgi yok. Girişi: sağdan olan tapınağın, bir yarı tanrı veya kahramana ithaf edildiği düşünülüyor. Yapım tarihi olarak ise, MS.3’ncü yüzyıl düşünülüyor.

Evet, bu geniş merkezi alanda bulunan tüm resmi ve kült yapılar arasında: en ilginç olanı, Roma dönemi ev formundadır. Bunun, 6 metre yüksekliğe ulaşan Dor düzenindeki kapı aralığının üzerinde bir yazıt var. Bu yazıtın üzerinde: evin sahibinden, şehrin kurucusu olarak övgüyle söz ediliyor.

Ancak, bu evin, Termessos şehrini kuran bir kişiye ait olduğu düşünülmüyor. Büyük olasılıkla, bu tür evler, şehirde yaşayan soylu kişilere veya zenginlere ait olurdu. Ev: ana giriş, ikinci bir kapıya kadar giden salon, bu ikinci kapı da, merkezi bir avluya açılıyor.

Yağmur sularını tutmak için, avlunun ortasında, havuz var. Atrium: bu tür evlerin, günlük faaliyetlerinde önemli yer tutmaktadır. Aynı zamanda, konuk kabul odası olarak da kullanılırdı. Bu yüzden, gösterişli bir şekilde süslenirdi. Evin diğer odaları ise: düzenli bir şekilde, bu Atrium bölümünün çevresinde bulunur.

Evet, bu evden çıkıyoruz. Geniş dükkanların sıralandığı bir cadde, şehir boyunca, kuzey-güney istikametinde uzanıyor. Sütunlar arasındaki boşluklarda: genellikle, çoğu güreşçilere ait olan başarılı sporcuların heykelleri doldurulmuştur. Bu heykellerin yazılı kaideleri, hala ayaktadır. Bu yazıları okuyarak, caddenin eski ihtişamını göz önüne getirebilirsiniz.

Şehrin: güneyi, batısı ve kuzeyinde, kayaya oyulmuş ve mezar taşları bulunan geniş mezarlar var. Bunlardan bir tanesinin: daha önce, yukarıda sözünü ettiğim gibi, Alcetas’a ait olduğu düşünülüyor.

Ancak, maalesef hazine avcıları tarafından, bu mezar soyulmuş ve bu yüzden net bir şey söylemek mümkün değil.  Bu mezarın içinde, arka bölümde, sütunların arasında, bir çeşit kafes oyulmuş ve bunun yukarısında muhtemelen süslenmiş bir friz var.

Mezarın kalan kısmı: muhtemelen MÖ.4’ncü yüzyılda yapıldığı düşünülen bir friz ile (ata binen savaşçı) süslenmiş. Genç Termesosluların, General Alcetas’ın ölümünden ne kadar etkilendikleri ve onun için görkemli bir mezar yaptıkları biliniyor. Tarihçi Diodoros: General Alcetas’ın, Antigonos ile at üzerinde savaştığını yazar. Bu nedenle: ata binen savaşçı frizi, buranın Alcetas’a ait olduğu tezini güçlendiriyor.

Evet, yüzyıllardır, şehrin güneybatısında, sık ağaçların altında saklanan lahitler: insanı, tarihin derinliklerine götürür. Ölüler: kıyafetleri, mücevherleri ve diğer aksesuarları ile birlikte, bu lahitlere konurmuş. Yoksulların bedenleri ise: lahitlerde yakılırmış.

Yapım tarihi, MS.2’nci yüzyıla kadar uzanan bu lahitler: yüksek kaideler üzerinde duruyor. Ayrıca: lahitlerin açılmasını engellemek ve mezar soyguncularını korkutmak için, lahitler üzerine, tanrının öfkesini çağıran yazıtlar konurmuş.

Bu yazıtlar, aynı zamanda, kurallara uymayanların çarptırılacakları para cezalarını da belirtirmiş. 300 ile 100.000 denari arasında değişen bu para cezaları, genellikle Zeus Solymeus adına, şehir hazinesine ödenirmiş.

Evet, gelelim sonuca. Günümüze değin, Termessos antik kentinde, herhangi bir resmi kazı çalışması yapılmamıştır.

Antalya Korkuteli

Günümüzde burada görebileceğiniz kalıntılar şunlar: şehir surları, kuleler, kral yolu, Hadrian kapısı, gymnasium, agora, tiyatro, odeon, zengin süslemeli mezarlar, şehrin suyunu sağlayan sarnıçlar ve drenaj sistemi. Bu kalıntılar, çok iyi korunarak günümüze kadar ulaşabilmiştir.

Ancak: kalıntılar sık makilik ve ormanlık alanda dağılmış durumda bulunuyor. Bu nedenle, neyin nerde olduğunu anlamak güç. Park alanında, yani girişte, şehrin genel planı var. Bu planı iyice incelemenizi ve ona göre antik kalıntılarda gezmenizi öneririm.

Zaten aşağıdan baktığınızda, ilk dikkati çeken yapı: Hadrian Tapınağı. Romalı gezgin imparator olarak lakap takılan ve bilinen bu imparator: buraya da uğramış. Kalıntıların bulunduğu alandaki patikada gezerken, kral yolu ve su sarnıcının yanından geçeceksiniz.

Bu patika yolu izlerseniz: tepedeki Agora bölgesine çıkıyorsunuz. Hemen doğuda, Gymnasion var.  Agoranın batı yanından yürümeye devam ettiğinizde ise, Attalos Stoası var. Bu yapı: Bergama kralı II. Attalos tarafından yatırılmış. Agoranın doğu kıyısında ise: Osbaras isimli bir kentli yurttaşın hediye ettiği bir stoa var.

Agoranın güney kıyısında ise, duvarları 10 metre civarında yükseklikte olan, boulevterion bulunuyor. Bu yapı: pencereler ile aydınlanıyor. Toplamda 25 metreye varan genişliği, büyük olasılıkla o dönemde, ahşap bir çatı ile kapatılıyor olsa gerek.

Bu yanının güneyinde ve uçuruma bakan bölümde: Antoninler döneminde, Dor düzeninde yapılmış bir yapı var. Bu yapının bir tapınak olduğu ve kentin baş tanrıçası Artemis’e adandığı biliniyor. Çünkü: bu konuda bir yazıt var. Artemis tapınağının hemen yanındaki küçük tapınak ise, Roma döneminde inşa edilmiş. Boulevterion yapısının, batısındaki yapı ise: Zeus tapınağı.

Tepedeki kalıntıların sonuncusu: uçurumun hemen yanında inşa edilmiş olan tiyatro. Tiyatronun seyirci kapasitesinin: 4200 kişi olduğu tahmin ediliyor. Yarım daire şeklindeki oturma yerleri ve uçurum manzarası ile, yeryüzünde bilinen en ilginç arka planı olan tiyatro olarak öne çıkıyor.

Termessos şehri: çok sayıda tapınak ve çok geniş mezarlık alanlarına sahiptir. Mezarların çeşitliliği ve bezemeleri oldukça zengindir. Bunlardan, özellikle yukarıda hikayesini anlattığım Alcetas’ın mezarı (MÖ.319 yılına ait) ve diğer bazıları, şehrin tarihine ışık tutmaları açısından önem kazanmaktadır.

Anıtsal mezarların yanında: çok sayıda, savaşçılıklarını betimleyen, kalkan motifli lahit, mezarlık alanda oldukça geniş yer kaplıyor. Antalya Müzesini gezenler, belki hatırlayabilir veya gezmeyenler Müzeye gittiklerinde özellikle dikkat ederlerse: Müzenin lahitler salonundaki en ilginç lahit: “Köpek lahidi” dir. Termessos kentinde yaşayan Stefanos adlı köpeğe, sahibesi tarafından yazılmış şiirsel kitabe: benzersiz olmasıyla önem kazanmaktadır.

Antalya Korkuteli

KARAİN MAĞARASI

Karain Mağarası, Milli Park girişinin hemen karşısındaki sapaktan devam ettiğinizde, yaklaşık 11 km. sonra karşınıza çıkıyor. Yağca köyü sınırları içindedir.

Aracınızı, köy evini andıran “Karain Müzesi” gişesinin önüne park edip, küçük Müzeyi gezin ve daha sonra tepeye tırmanmaya başlayabilirsiniz. Ancak, dar ve dik merdivenler, sıcak ile birlikte çekilmez hale gelebiliyor.

Her ne kadar bütün gücünüzü bu tarih öncesi oluşumu görmeye konsantre etmiş olsanız da, bu tırmanma esnasında, bazen merdiven filan da kalmadığını ve tamamen taşlık ve daracık bir rampadan ilerlemek zorunda kaldığınızı göreceksiniz. Tepeye tırmandığınızda ise, geriye baktığınızda, yemyeşil tarlalar ve uzaktaki kenti görmek mümkün.

Tepeye tırmanmayı başardığınızda, tellerle çevrili bir alanı aşıyorsunuz ve ağaçların altından geçerken göreceğiniz kara kara kayalar: mağaranın girişini belirtiyor. Girişte, devasa büyüklükte, iskeleler kurulu. Çünkü, günümüzde, burada resmi kazı çalışmaları sürdürülüyor.

Antalya Korkuteli

Katran dağının doğuya doğru alçalan yamaçları üzerinde bulunan çok sayıda mağaralardan en önemlisidir.

Burada; 1946 yılından bu yana araştırmalar yapılmakta olup, Türkiye’nin içinde insan yaşamış en büyük mağarası olarak öne çıkmaktadır. Mağara: denizden 430 metre ve önündeki ovadan ise, 130 metre yüksekliktedir.

Mağara: bir ilkçağ yerleşmesidir. Katran dağının, Akdeniz’e bakan yamacındadır. Girişi dar ve geçitlerle birbirine bağlanan üç boşluktan oluşmaktadır. Girişteki boşluk: yaşam, ikinci boşluk: mezar alanı ve üçüncü boşluk ise: geçişinin dar olması nedeniyle sığınak ve mezarlık olarak kullanılmıştır.

İkinci ve üçüncü boşluklarda: sarkıt ve dikitler görülmektedir. Mağara içinde, derinliklere doğru ilerlemek mümkün. Değişik aydınlatma araçlarıyla aydınlatılan mağara içindeki yolculuğunuzda, biraz de serin hava nedeniyle, ürkmemek elde değil.

Evet: Karain mağarasının: 1 milyon yıl yaşında olduğu tahmin ediliyor. Paleolitik ve demir çağında kullanılan mağara, takip eden tarihi süreçte, Helen ve Roma dönemlerinde ise, dinsel bir merkez olarak kullanılmıştır. Çünkü: mağaranın alnı ve dış duvarları üzerinde, Grekçe kitabe ve nişler bulunmaktadır.

Bu kadar uzun bir zaman dilimi, burada insanların yaşamış olmasının en büyük nedeni: mağaranın konumu, iç yapısı ve özellikle çevre koşullarının çok elverişli olmasıdır. Çünkü: bölgede, zengin su kaynakları, yenilebilir yabani sebze, meyve, tahıl, kök gibi bitki örtüsü, çeşitli av hayvanlarını içeren zengin bir fauna bulunmaktadır.

Antalya Korkuteli

Mağarada yapılan araştırmalarda bulunanların bir kısmı: hemen mağaranı yakınlarındaki küçük bir müzede sergilenmektedir.

Antalya Korkuteli

ARİASSOS

Antalya’nın kuzeybatısında bulunan: Taurus dağındaki, dar ve taşlık bir vadide kurulmuştur. Yani: Çubuk belinin batısında, Akkoç köyüne 1 km. uzaklıktadır. Buranın, Antalya il merkezine uzaklığı: 45 km. dir.

Antik şehrin: MÖ.3000’lerde, kuzeyden gelen İskitler içindeki Etrüsk boyları tarafından kurulduğu sanılıyor. Konumu itibarıyla, Antalya ovasını, Anadolu platosuna bağlayan bir yol üzerinde bulunması nedeniyle: geçiş ücreti ve haraç alarak yaşadığı tahmin edilmektedir. Bunun dışında: kentte, antik dönemde: bağcılık, şarapçılık ve zeytin yağı üretimi yapılmıştır.

Antalya Korkuteli

Ariassos şehrinde bulunan bir madeni para: MÖ.1.yüzyılda basılmıştır. Bu paranın bir yüzünde: Zeus başı ve diğer yüzünde ise, kambur bir boğa görülür.

Ünlü coğrafya yazarı Strabon: bazı kaynaklarda: Areassos ve Ariassos olarak isimlendirilen bu kentin, asıl adının: Aarossas olduğundan söz eder.

Kent: geç Roma döneminde, bir deprem sonucu yıkılmış ve terk edilmiştir.

Antik şehre giderseniz görebilecekleriniz şunlar: Helenistik döneme ait, birkaç yıkık duvar ve bunun dışında, Roma ve Bizans dönemlerine ait yoğun kalıntılar. Kalıntıların çoğunun yıkık olması, biraz önce söylediğim deprem olasılığını güçlendirmektedir.

En iyi korunmuş yapı: şehir kapısıdır. Bu kapı: ortada bulunmakta olup, kemeri daha yüksek ve geniştir. 3 kemerli, zafer takı şeklindedir. Kemerler: taş kaideler üzerinde yükseliyor. Şehre: bu kapıdan giriliyor ve sütunlu caddeden geçiliyor.

Bu caddeye: Bizans döneminde, ne için yapıldığı bilinmeyen birçok yapı dikilmiş ve caddenin dokusu tamamen bozulmuş. Bu yapılar: günümüzde sadece birer taş yığını gibi duruyor. Bu yüzden, diğer ana binaların özellikleri belirlenememiştir.

Antalya şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.