İlk kez Periplus Maris Magni’de “Lamyros nehrinden İsian olarak adlandırılan kuleye 60 stadiadır. İsian kulesinden de Andriake’ye 60 stadiadır.” Diye anılır.
Spratt burada anılan yerin “İsion Prygos” adıyla Beymelek olduğunu belirtir.
Bugünkü lagünün de İsion günlerinde bir köy olduğunu söyler.
Bunun olamayacağını düşünen Helenkemper ve Hild gibi bilimciler de vardır.
Müller’e göre, kalenin yapımcıları Mısır tanrılarına izafeten burayı “Tanrıça İsis’in yeri anlamında “İsion” olarak adlandırmıştır.
Myra’nın ekstra urban savunma sistem ve yapılarının tamamı Helenistik Döneme tarihlenir.
Myra vadisi boyunca, Beymelek’ten Gürses’e kadarki yakın alanda Myra’nın güvenlik sistemini oluşturan kuleler, uç kaleler bulunmaktaydı.
Korunma taktiklerine bağlı ilişkileri ve yapım parçaları olarak yol kontrolü için, hem de yerel bir egemenin kendisini, arazisini ve ürününü korumak amacıyla inşa edilmiştir.
Tehlike anlarında, birbirlerini gören bu kulelerden hızlı bir haberleşme ağının kurulduğu da anlaşılmaktadır.
İsion kuleleri de bu dönemde muhtemelen MÖ 2 nci yüzyılda bir garnizon gibi yapılmış ve Roma döneminde de yine yol kontrolü için kullanılmıştır.
Savunma sisteminin varlık nedeni: Myra’nın savunulması, teritoryal toprak egemenliğinin korunması, yol ağının korunması, tarımsal üretimin ve üretim alanlarının korunması, ticaretin ve halkın korunmasıdır.
İsion’daki korumalı çiftliğin mimari yapılanması teknik ve planlamada Helenistik kulelere çok iyi bir örnek sunar.
Bosajlı bloklarla isodomik tarzda örülmüştür.
Doğu-batı doğrultusunda uzanan kademeli ana dikdörtgen bir plana oturtulan kule, kuzey ortada ve batı sondaki birer kuleyle desteklenmiştir.
Kuleler 3 katlıdır ve çoğunlukla korunmuş olarak günümüze ulaşmıştır.
Kırma çatıyla örtülmüş olması gereken kulelerin arasında kalan geniş avlu 2. Kata kadar yükselmektedir.
Kalenin ana girişi güney taraftan, doğrudan avluyadır.
Avlu tarafı üç katlı olduğu halde, arazinin eğimi nedeniyle kulelerin 2. Katına denk gelmektedir.
Kulelerin içerisinde de ahşap kat konstrüksiyonlarına ilişkin kiriş yuvaları ve konsollar gibi tüm izler görülebilmektedir.
Her katta ışıklandırma pencereleri bulunur.
Kalenin doğu yamacında başka yapıların duvarları görülür.
Kalenin çevresinde, özellikle de batı yanında yoğunlaşan zeytinyağı işlikleri bulunur.
En az 10 adeti görülebilin, ana kayaya oyulu işlikler buradaki çiftlikte yüksek kapasitede bir zeytinyağı üretimi olduğunu kanıtlar.
Kuzey kulesinin içinde ana kayaya oyulmuş olan büyük sarnıçta buradaki yaşamın ve üretimin örgütlenme modelinin açıklanmasında büyük kattı verir.
Kuzey taraftan gelen büyük kanal bu sarnıca yüzey sularını yönlendirmek için yapılmıştır.
Kale ve çevresindeki mimari kalıntılar, buranın oldukça önemli, korunaklı bir çiftlik olduğunu, muhtemelen yakınındaki köy yerleşiminin korunaklı merkezini oluşturduğu ve Helenistik dönemde Myra antik kentinin doğu egemenlik sınırında bir uç kalesi olduğunu göstermektedir.
Bizans dönemine ilişkin herhangi bir ize rastlanmamıştır.
Roma döneminde de kullanılmış olduğu anlaşılır.
Helenistik dönemde bu korunaklı kuleli konakların sahipleri olan zengin feodal beyler muhtemelen buradaki dar olanaklı ve kimsesiz kırsalda kalmıyorlardı.
Myra’daki daha rahat evlerinde kalıyorlar ve buraya da bir kahya bıraktığı düşünülebilir.
Roma Döneminde de zaten bu tür kuleli çiftlikler çok az görülmektedir.
Olanların da aynı durumda idare edilmiş olduğu düşünülür.
Beymelek adının kaynağı olduğu düşünülen Selçuklu Emiri Beğ Melek’in söz konusu olduğu Beylikler döneminde ise Türkler’in burayı kullandığına ilişkin bir iz görülmemiştir.
Oysa Myra Akropolündeki Orta Çağ kullanımı izlenmektedir.
YUKARI BEYMELEK:
Yukarı Beymelek, hem antik yerleşim hem de geleneksel Türk yerleşimi dönemlerinden kalma kalıntılarıyla dikkat çeker.
Beymelek’deki asıl antik yerleşim kalesi Yukarı Beymelekte’dir.
İsion ile bağlantılı görülmektedir.
Eski Beymelek (Yukarı Beymelek) içinden geçen yollar ve devamında yaya yürüyüşüyle ulaşılır.
Doğu-batı yönünde uzanan yaklaşık 150 m uzunluğunda hilal biçimli bir tepe üzerinde bulunur.
Denizden 600 m yükseklikteki tepenin kuzey tarafı sarp kayalıklardan oluşur.
Daha yayvan olan güney eteklerde yoğun konut kalıntılarına rastlanır.
Tepenin en yüksek yeri olan ortasında üçgenimsi doğal yapı koruma duvarlarıyla çevrelenmiştir.
İç kalenin girişi, güney taraftan, 10’dan fazlası sayılabilen kaya basamaklarıyla verilmiştir.
Çevresinde ikinci bir koruma duvarı olduğu yer yer kalıntılardan anlaşılır.
Doğal su kaynağı olmadığından kaledeki su ihtiyacı 10’a yakını görülebilin sarnıçlarla karşılanmıştır.
Kalenin batı ucunda bir Bizans kilisesi bulunur.
Kalenin güney yüzünün doğu kesiminde ilk teras duvarından sonra lahitlere rastlanır.
Kuzeye doğru 4 tanesi sayılabilmektedir.
Kalenin güneyinde tarım alanları görülür.
Burada Beymelek’in Türk yerleşiminden kalabilen geleneksel mimarlık örneklerini de anmak gerekir.
Yukarı Beymelek’te yokuşa çıkan toprak yol boyunca yerleşmiş olan yaklaşık 50 evden oluşmaktadır.
Erken Cumhuriyet döneminde, önceden burada alaçık çadır gibi geçici konutlarda yaşayan Türkler, bu yerel geleneksel yapıları inşa ederek yakın zamana kadar da kullanmışlardır.
Bazılarında hala yaşayanlar vardır.
Denizden yaklaşık 200 m yüksekteki Beymelek yamaçlarındaki harika doğal doku içinde birbirini kesmeyecek kotlarda ve açılarda, lagüne bakacak biçimde yerleşmiş evler, yerleşimin doğadan ortak yararlanma üzerine kurgulandığını gösterir.
Az sayıdaki ev iki katlı ya da birden fazla odalıdır.
Duvarlarında ise yüklükler ve boy düzeyi üstünde raflar bulunmaktadır.
Bir kapıyla girilen tek odayı 1-2 pencere aydınlatıp havalandırır.
Pencerelerde cam yoktur.
Ahşap kanatlar açıldığında arkada yarıya kadar yükselen ahşap korkuluk bulunmaktadır.
Bu tek oda, tuvalet ve banyo gibi ihtiyaçları dışında, ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılar.
Aynı odada yemek pişirilip yenmekte, oturulmakta ve yatılmaktadır.
Her evin yanında ya da önünde bir sarnıç vardır.
İnşaat malzemesi taş, çamur ve ahşaptır.
Arada çok az antik devşirme malzemeye de rastlanır.
Bu malzeme yaşlıların anlattıklarına göre Yukarı Beymelek antik yerleşiminden taşınmıştır.
Toprak düzdamla örtülmüştür.
Taşınan beyaz toprakla katlanıp silindirik taşla sıkıştırılarak her yıl evlerin damları yenilenmektedir.
Bugün kısmen beton direklerle ve çatıyla, özü bozan bir dönüşün geçirmektedir.
Çoğunlukla terk edilmiş ve bazıları harabe olmuş bu özel yerleşim korunmalı ve değerlendirilir.
Üstelik geleneksel mimarlık eserlerinin neredeyse hiç kalmamış olduğu Demre için örnek bir yerleşimi, elde kalabilen son konutlarla temsil etmesi açısından önemlidir.
Bu bölge henüz sit alanı olmadığı gibi evler de tescilli değildir.
Korunmuş olmaları sadece yerel duyarlılığa bağlı gerçekleşmiştir.
BELOS-BELEN TEPESİ-BEYMELEK:
Demre Beymelek sınırları içindedir. Antik çağda Myra-Finike arasındaki ulaşım yolu üzerinde, Myra’ya 10 km uzaklıktadır. Beymelek’ten gelen ve zikzaklar yaparak yamaca tırmanan antik yol, Belos’a ulaşmakta, sonra da Bondo üzerinden Finike’ye ulaşmaktadır.
Tepede küçük bir klasik kale vardır. Kalenin doğu eteklerinde de konutlar ve sarnıçlar gözlenir. Konutlar oldukça iyi korunmuştur. Bu kalıntılar arasında bir de kilise bulunur.
Yerleşimin mezarlığı, kuzeyden kente bağlanan yolun iki yanı boyunca düzenlenmiştir. Roma döneminde karakteristik olan yol boyu mezarlığıdır. 12 lahit bulunduğu anlaşılmaktadır. Lahitlerin ikisinde yazıt bulunur. Yazıtta ne yazık ki yerleşim adı geçmez. Mezar cezasının kutsal kasaya ödeneceği yazar.
Lahitler dışında nekropol uzağında bir de kaya mezarı bulunmaktadır. Belos çevresinde bazı küçük çiftlik kalıntıları da vardır.
BELEN KULELİ ÇİFTLİK VE KIRSALDA EŞKİYALIK
Geyikbayırı Beldesini Feslikan Yaylasına bağlayan asfalt yolun, Antalya’dan 26. km de, kuzeye yönelen orman yolundan 1.3 km sonra Belen’e varılır. Doyran Vadisinin güneyinde, doğu-batı doğrultusunda uzanan ağaçlık bir tepe üstünde bulunan Belen, tüm çevre kentlerini görebilecek konumdadır. Doğuda: Neapolis, güneyde Sivridağ/Trebenna, kuzeybatıda Kelbessos ve kuzeyde İn Önü’yü görür.
Tepenin güneydoğu eteklerinde ve güneyindeki büyük tarım düzlükleri, günümüzde hala kullanılmaktadır.
Tepenin kuzey kesimi sarp kayalıklardan geçit vermez. Güney kesimi ise tarım arazilerine doğru, topoğrafyaya bağlı olarak 3 ana terasla kademelendirilmiş, bu teraslara birbirlerine bağlı yapılar yerleştirilmiştir.
Roma İmparatorluk döneminde sağlanan güvenlik nedeniyle savunma amaçlı kalelere/birimlere ihtiyaç kalmadığı yaygın bir görüştür. Çok sayıda Klasik, Helenistik ve Bizans dönemleri savunma yapısının ele geçtiği Lykia, Pamphlia, Kilikia gibi bölgelerde Roma Dönemine ilişkin, bu konuda fazla bulgu olmayışı, bu durumu destekler.
EŞKİYALIK DÖNEMİ:
Özellikle Augustus ile birlikte planlı bir şekilde yapılan yollar, askeri koloniler ve ekonomik önlemlerle İmparatorluğa huzur ve güven hakim olmuştur. Güvenli yaşam kısa sürmüş, 3. yüzyılın ortasından sonra savaşlar ve salgınlarla İmparatorluk düşüşe geçmiştir. Bunun sonucunda eyaletlerde karışıklık ve başkaldırılar başlar. Özellikle kentlerin uzağında bulunan kırsal bölgelerdeki küçük birimlerde yerel güvenlik sorunu artar. Özellikle MS 3. yüzyılla birlikte artan güvensiz ortama, büyük kentlere gücü yetmeyen eşkiyalar genelde gözden uzak, küçük yerleşimlere zarar vermekteydi.
Belen ve Kelbessos çiftlikleri arasındaki derin Doyran Vadisinin iki yakası boyunca bugün görülmeyen kırsal yollarda, askerler, köylüler, seyyahlar ve tüccarlar geçmiştir. Aynı yollarda tarım alanlarında elde edilen hasat, çiftliklerdeki depolara ve çiftliklerin ihtiyaç fazlası da oradan bağlı olduğu, Trebenna gibi kent merkezlerine taşınmıştı. Eşkiya ve çapulculara da yol veren bu yollar, tehlikeyi de beraberinde taşıyordu. Bu güzergahlar boyunca uygun yerlerde konumlanmış bulunan irili ufaklı yerleşimler, teritoryumdaki arazilerin ekilip-biçilip değerlendirilesi konusunda önemli rol oynuyordu. Bunlardan tahrimatlı olanların özellikle ve sadece Lykia-Psidia sınırını oluşturan vadi boyunca dizili olanların ise birincil tarım işlevi ötesinde ulaşım ağının kollanmasında da rol üstlenmiş olmaları muhtemeldir.
Helenistik dönem örneklerinin iyi bilindiği Lykia’nın çok bilinmeyen Roma dönemi kırsal güvenliğinin nasıl olduğu konusu bu bölgedeki bulgularla biraz daha aydınlatılmıştır. Roma İmparatorluğuyla birlikte değişen siyasi yapının yerel güvenlik sorunlarını çok değiştirmediği benzer kaygılarla yerleşim ve çiftliklerin benzer savunma unsurlarıyla tahkim edildiği anlaşılmaktadır.
KULE:
Tepenin merkezinde iyi korunmuş bir kule bulunur. Kulenin yöneldiği doğu kesimde yapılar uzanır. Tamamı, doğu, güneydoğu cephelidir. Kule ile batısındaki tek hacimli büyük dikdörtgen yapı arasındaki geniş düzlük güneyde, girişlerin de bulunduğu doğu-batı doğrultulu bir duvarla sınırlandırılmıştır. Kesme taş bloklarla örülen duvarda kapı söveleri halen görülmektedir.
Kalıntıların bulunduğu tepenin en yüksek noktasına, ana kayadan düzleştirilmiş bir platforma yerleştirilmiş olan kulenin genişliği 6.10 m, uzunluğu ise 6.25 m dir. İki katlı olduğu açıkça anlaşılan kule, alt katta tek hacimden oluşur. En çok 5 m yüksekliğe kadar korunabilmiş duvarların tamamı büyük kesme taşlarla örülüdür. Güneydoğu duvarının ortasındaki kapının lentosu ve söveleri büyük tek bloklardan oluşmaktadır. Sövenin iç ve dışında görülen silindirik mil yuvaları ve kilit yuvaları kapının hem içte hem de dışta kanada sahip olduğunu gösterir.
Çevresindeki dokudan bağımsız değerlendirildiğinde kulenin benzerleri bölgede bulunmaktadır. Kelbessos Çiftliğindeki kule ve Lyrboton Kome kulesi buna örnektir. Kulenin kendi yapısallığı ve taş işçiliği Roma dönemin kuleleri ve diğer yapılarıyla benzerdir.
Trebenna, Neapolis ve Kelbessos çevresindeki yerleşimlerde, Doyran Vadisinin iki kıyısında bulunan iki örnek dışında, başka bir çiftlik kulesinin bulunmaması dikkat çekicidir. Bunun nedeni, Doyran Vadisinin dağlardan düzlüğe inen ana güzergahı oluşturmasıdır. Ve dağ eşkiyasının en hızlı iniş-çıkışı sağladığı bu güzergahta bulunan Moryer, Şehit Beleni, Badırık Tepe gibi yerleşimlerin diğerlerine göre savunmalı yapılmış olmasının nedeni bu olmalıdır. Çevredeki yerleşimler içerisinde sur duvarı bulunan savunmaya yönelik bir dağ kalesi niteliğindeki Kelbessos’un da tüm vadiye egemen bu noktada bulunması savunmalı diğer yapıların aynı hatta bulunmalarının tesadüften öte bir anlam taşıyabileceğini gösterir.
TÜNEL
Kulenin, bölgede benzeri olmayan en özgün yanı, arka duvarı dibinde yer altından giriş/çıkış veren gizli bir geçittir. Kule içinde dar başlayan (0.55 m) yer altı tüneli, batıya-dışa doğru 3.80 m ilerler ve kule içinden 2 m kadar aşağıya inmiş olur. Basamaklı tünelin yüksekliği 0.84 m dir. Gizli geçidin kule içindeki başlangıcının kapılı olduğu lento ve sağ sövedeki kilit ve mil yuvalarından anlaşılmaktadır. Gizli bir kaçış tüneli olduğu rahatlıkla öne sürülebilir. En azından bu tünelin normal, günlük ihtiyaçlara yönelik yapılmamış olduğu kesindir.
MEZAR ODASI:
Yerleşkenin ortasında, kulenin hemen doğu önünde, 2.45 x 2.80 m ölçülerinde dikdörtgen planlı tonozlu mezar odası vardır. Bu mezar, Belen’in asıl egemeninin mezarıdır ki kulenin tam önünde ve yapıların odağında ayrıcalıklı olarak yerleştirilmiştir. Kompleksin doğu ucunda konut kalıntıları devam eder.
DEPO YAPISI:
Kulenin 18.50 m kadar batısındaki bir düzlükte depo yapısı vardır. 400 metre kare avlusu, kuleyle ve duvarlarla çevrelenmiştir. Avludan açılan kapısı doğu yönde kule tarafına bakmaktadır. Yapıda pencere izine rastlanmamış olması güvenliğe bağlı bir uygulama gibi görünür. Yapının iki katlı olduğunu gösteren bir bulguya rastlanmamıştır.
ŞARAP İŞLİĞİ:
Alanın güneybatısındaki kayalıkta, ana kayaya oyulmuş yamuk dikdörtgen formlu ezme teknesiyle bir işlik görülür. Açık alanlarda ana kayaya oyulmuş ezme/pres teknesine sahip işliklerin şarap üretimine yönelik oldukları saptanmıştır. Belen işliğinde trapetum ve orbis gibi zeytinyağı işliklerinde kullanılan elemanların bulunmaması, işliğin şarap üretiminde kullanıldığını gösterir. Bölgede genellikle silindirik formlu ağırlık taşlarında karşılaşılan taş ağırlığa bağlı vida preslerine yeni bir örnek daha eklenmiştir. Şarap işliğinin ana kayaya oyulmuş toplama kabı, bölgedeki örnekler içinde en büyük olanıdır. Dolayısıyla üretim kapasitesi yüksek bir işliğe sahip olan Belen yerleşiminin buna paralel çevresindeki oldukça geniş tarım alanlarına egemen olduğu anlaşılır. Yerleşimin güneyindeki geniş tarım düzlükleri ile etrafındaki yamaçlar bu beklentiyi destekler. En yakınındaki benzer örnek Kelbessos yamacında bulunmuştur.
Myra’nın 6 km kuzeybatısında ve denizden 510 metre yükseklikteki bir tepe üzerindedir.
Myra’dan Kaş’a giden yolda, Sura antik kentinden 2.5 km sonra ulaşılan küçük bir yerleşimdir.
Myra’ya bağlı küçük bir kale yerleşimidir. Tipik bir Klasik Lykia yerleşimidir.
Teimusa’da bulunan bir mezar yazıtına dayanarak, Trebendai’nin Myra’nın yanında ve politik olarak da Myra’ya bağlı bir yerleşim olduğu anlaşılmıştır.
Adının sonundaki “nda” takısı nedeniyle kelime kökeni Luvi dillerine iner. Ancak Trebe’nin ne anlama geldiği bilinmez.
Trebendai’nin İmparatorluk Döneminde Myra ile sympoliteia (antik Yunanistan’da siyasi örgütlenme için bir tür anlaşma) yaptığı, burada ele geçen bir mezar yazıtından anlaşılır.
Helenistik dönemde birlik sikkeleri darp eden Trebendai’nin Myra’dan bağımsız bir kent olduğunu düşünmek zordur.
Çünkü Trebendai’nin bu dönemde darp ettirdiği sikkeler ile Myra sikkeleri arasında kalıp ilişkisi tespit edilmiştir.
Evet, ince uzun formlu sur içi yaklaşık 780 metre kare, yamaç yerleşimiyle bilikte de yaklaşık 14 bin metre kare alan kaplar.
Küçük bir tepenin üzerinde, küçük bir kral kalesi ve güney yamaçlarında teras yapıları ve etekle başlayan düzlükte nekropoller ve sonra da tarımsal düzlükler bulunur.
Yakın çevresinde daha küçük yerleşimler ve çiftlikler vardır.
Bunlar Kocaorman yerleşimleridir.
Kuzeyde Myros vadisine bakarlar.
Günümüze ulaşan kalıntılar:
Sur duvarları, yapı kalıntıları, nekropol ve işlik kalıntıları bulunmaktadır.
En erken buluntu yüzeyde ele geçen bir taş baltadır.
Klasik başlangıçlı akropol Bizans dönemine kadar kullanılmıştır.
Doğu-batı yönünde uzayan dar alanlı tepenin sunduğu yaklaşık 60-70 metre uzunlukta ve 15-20 metre genişlikteki tepe üstü alanı surlarla çevrilmiş ve korunaklı bir kral yerleşimi oluşturulmuştur.
Batı ve doğuda birer kuleyle berkitilmiştir.
Batı kulesi 12 x 7 metre doğu kulesi 10 x 7 metre ölçülerindedir.
Trapezodial biçimli bloklarla örülmüştür.
Kuzey ve güney sur duvarlarının daha sonra revize edildiği, içerisinde kulelerin döneminden devşirme olarak kullanılmış trapezodial bloklardan anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla iki dönem yapılaşmanın Klasik evresinde doğu kule ve sarnıç bulunmaktadır.
Kalenin ana girişi güneybatı köşedendir.
Ortasında 5 x 4 metre ölçülerinde ana kayaya açılı bir sarnıç bulunur.
İç bölümlere ve yapılara ilişkin bazı duvarlar görülebilir.
Akropolün güney eteklerinde konutlara ait kalıntılar bulunur.
Bunların bir kısmı hibrit yapıların kaya tabanlarıdır.
Konut alanını güney ve doğudan nekropol çevreler.
Mezarlar: MÖ 6 ncı yüzyıldan Roma’ya kadar tarihlenir.
Nekropolde 13 lahit sayılabilirken aralarında biri kapağındaki mezar sahibi çiftin büstleri, aslan ve boğa başları kabartmalarıyla dikkat çeker.
Yerleşimin en önemli mezarı olan dikmenin bugün asıl yeri bilinmez.
Profilli alt ve üst kısımlar dışında 3.60 metre yüksekliğindedir.
Yaklaşık 90 cm kenarları olan dikmenin mezar odasına denk gelen son 42 cm lik kısmında kabartma kuşağı vardır.
Yan yana dizili figürler ve tahta oturan bir figür ve arkasında hizmetliler vardır.
Diğer yüzde ay sahneleri işlenmiştir.
Lykia dikmelerinin tipik ikonografisi söz konusudur.
En yakın benzeri olan Trysa’da olduğu gibi MÖ 6 ncı yüzyılın sonuna tarihlenir.
Trebendai’de tapınım gören tanrılarla ilgili olarak, küçük bir ağırlık taşı üzerinden sadece Eleuthera Trebendatike bilinir.
Erken bazilika kalıntısı içindeki geç dönem şapeli ve türünün en güzel örneklerinden olan kayaya oyulmuş işlik, yerleşimde dikkat çeken diğer kalıntılardır.
Gürses Çiftliği:
Gürses bölgesinde Kocaorman içinde bulunan bazı yerleşimlerden biri anılmaya değerdir.
Demre’den Kaş’a giderken 9.5 km den sağa, kuzeye orman yoluna dönülür.
Bu 2 km kadar ilerlendiğinde konut kalıntılarıyla karşılaşılır.
Vadinin kuzeyinde küçük bir kaya tepede asıl kalıntılar görülür.
Tepenin kuzey yamacında zeytinyağı işliği vardır.
Tepenin çevresi ve üstünde oldukça iyi korunmuş ve çevresinde işlik elemanları olan konut kalıntıları bulunur.
Yapılardan iki odalı olan biri dikkat çekicidir.
Her odaya ayrı kapıdan girildiği gibi oda arasında da bir kapı açıklığı bırakılmıştır.
Doğudaki odanın ortasında bir dikmenin varlığı kült yapısı olduğunu düşündürür.
Tepenin batısında bulunan nitelikli işçilikle örülmüş iki katlı yapı, asıl beyin konağı olmalıdır.
Tepedeki az sayıda yapı grubu bir koruma duvarıyla çevrelenmiştir.
Bu tepenin doğusundaki tepede bir kule kalıntısı, çevresinde de dağınık durumda bazı lahit kalıntıları izlenir.
Kuzeyde görünen Myros Vadisinin kuzey sarp yamacında bugünkü karayoluna kadar zikzaklar yaparak çıkan antik yol güzergahı izlenir.
Kuzey yönde yükselen tepe üzerinde Muskar Kulesi bulunur.
TRAGALLASOS-MUSKAR-BELÖREN:
Helenistik bir yazıtta anılan “Tragallasos ile Arykanda arasında yapılan Symmakhia Anlaşması” nedeniyle, Arykanda yakınlarında burası muhtemelen Tragallaos’dur.
Doğu Asarcık’taki ilk yerleşimdir.
Helenistik dönemden itibaren kalıntılar barındıran ve 9 ncu yüzyılın ikinci yarısında piskoposluk merkezi olan Tragallasos’un bu konumuna en uygun kalıntılar Muskar’dakiler olabilir.
Sionlu Nikolaos, seyahatinin ilk kurbanını burada yani Asarcık’a en yakın olan yerleşimde kesmiştir.
Kendisini tutuklanmaktan kurtaran Tragallasoslular’a 2 öküz kestirerek şükran kurbanı adamıştır.
Bu bölgedeki yerleşimlerin Myra’ya bağlı oldukları bilinmektedir.
Bugünkü asfalt yol kıyısında görülen Bizans kalıntıları kilise ve başka birkaç yapıdan kalmadır.
Anlaşılan tepedeki erken yerleşim bu dönemde aşağıya inmiştir.
Muskar içindeki orman binasından sola ayrılan ve ancak arazi aracıyla ilerlenebilen orman yolu tepeye çıkmaktadır.
Halkın, Asar Tepesi olarak adlandırdığı tepeye 15 dakikalık bir yürüyüşle varılır.
İlk rastlanan kalıntılar vadi başındaki lahitlerdir.
Lahitlerin sıralanış biçimi bu kesimde Muskar Tepesinden inip Myros Vadisine yönelen antik yol güzergahını gösterir.
Vadiden zikzaklar yaparak inen antik yolun büyük bölümü görülebilmektedir.
Tepeye çıkmak için orman yolunu izlemek ve tepenin güney yüzünden çıkmak gerekir.
Tepenin doğu yamacındaki kayalıklarda ilk görülen anıt, bir kaya mezarıdır.
Geleneksel Lykia mezarlarının küçük bir örneğidir.
Üzerindeki ayı avı sahnesi dikkat çekicidir.
Kaya mezarının daha yukarısında, yamacın tepeye yakın kesiminde çok nitelikli bloklarla örülmüş bir yapı bulunur.
Her birinin ayrı girişi bulunan hibrit yapı inşaat açısından da dikkat çekicidir.
Öndeki sarnıç ağzında kullanılmış kabartmalı iki bloktan birinde tahtında oturan baba tanrı Zeus görülür.
Doğal topoğrafyaya göre biçimlenmiş olan bir sur duvarı kaleyi çevreler.
Kalının ana girişi güney yüzdeki kapı kalıntılarından anlaşılır.
Hemen kapının doğu yönünde agora kalıntıları vardır.
Agoranın bir üst kotunda yerleşimin en önemli yapısı bulunmaktadır.
Doğu, güney ve batıdan açılan kapılarla girildiği anlaşılan bu alanın kuzeyi akropol kayalıklarıyla sınırlanmıştır.
Alanın ortasında bir dikmeye ait altlık bulunur.
Bu alanda bulunan Helenistik yazıt tarihleme konusunda yardımcı olur.
Başka bir yapıdan taşınarak buraya geldiği anlaşılan yazıt bir tapınağa aittir.
Muhtemelen Artemis Eleuthera’nın adı anılmaktadır.
Tepedeki küçük alanı çevreleyen iç kale duvarlarının batısında kalan Geç Helenistik sur duvarları kalıntılarının da doğruladığı üzere Karabel kulesiyle aynı tarihte buradaki kale de inşa edilmiştir.
Kalenin batısı ucundaki en önemli yapı bir tapınaktır.
Ante tapınağın duvarlarından birkaç sıra korunabilmiştir.
Tapınağın önünde yerlerinden yuvarlanmış 3 adet büyük altlık bulunur.
Yukarıda bahsedilen yazıt da muhtemelen bu tapınaktan taşınmıştır.
KARABEL:
Myra’nın 11 km kuzeybatısındadır.
Muskar’dan kuzeye giderken yol üstünde Karabel mevkiisinde bir kule çiftlik ve çevresinde de bazı kalıntılar bulunur.
Bugün etkileyici doğası ve geleneksel köy evleriyle dikkat çeken köyün içinde dağınık duran kalıntıların en önemlisi bir kuledir.
Ana kaya düzeltilerek oluşturulan alt yapının üstünde iki katıyla yükselen kulenin pseudoisodom duvar örgüsü, bölgedeki benzerleriyle kıyaslandığında Geç Helenistik olduğu anlaşılır.
Bozuk bir kare form veren kulenin ölçüleri 6.50 x 6.60 metredir.
Kulenin çevresinde zeytinyağı işlikleri bulunur.
Kulenin güneybatısında bir alt terasta moloz taşla örülmüş başka bir yapı kalıntısı vardır.
Karabel’de başka yapı kalıntısı görülse de konutlar dışında diğerleri belirsizdir.
PHARROA-SİON MANASTIRI-ASARCIK
Karabel Helenistik kalıntılarının 2 km kuzeyindeki 1000 m rakımlı Asarcık Tepede yakın aralıkla konumlanmış iki yapı topluluğu bulunur.
Nikoloas’un Vitasında adı geçen ve büyük çoğunluğu henüz lokalize edilememiş olan 43 yerleşimden hangisinin burada bulunduğu net olarak bilinmez.
Çünkü topografya ve mimari yerleşim benzerliği yeterli farklılıkta ipucu vermez.
Kalıntıları ilk tanıtan Harrison, Sion Manastırı olduğunu ileri sürer.
Asarcık’daki yapı topluluklarının kapsamlı, erken ve nitelikli bir manastır olması, içinde Nikolaos yazıtı ve mersin yağı akıtma oluklu lahitlerin bulunması Asarcık’ı güçlü aday yapmaktadır.
Vita’da anılan kayaya oyulu apsis değinisi ve yol klavuz anıtı güzergah değerlendirmelerine göre, buranın Alacahisar Kilisesine benzetilmesi de güçlü olasılıktır.
Buranın Akalissos kenti ve kalıntılarının da Aziz Johannes Manastırı olduğu da öne sürülür.
En yakın seçeneği Pharroa olarak görünmektedir.
Bölgedeki varlığına kuşku yoksa da kilisenin hangisi olduğu yine de kuşkuludur.
Sionlu Aziz Nikolaos:
Aziz 6 ncı yüzyılın ilk yarısında yaşamış, öldükten sonra aziz mertebesine yükseltilmiş önemli bir dini kişiliktir. 4 ncü yüzyılda Myra (Demre) Piskoposu olan Aziz Nikolaos gibi yaşamı boyunca mucizevi bir şekilde hastaları iyileştirme özelliğine sahipti. Hayatının anlatıldığı Vita’ya göre: Sionlu Aziz Nikolaos’un Myra’nın dağlık alanında kurmuş olduğu manastır, kısa sürede şifa arayan insanların ziyaret mekanı haline gelmiştir. Vita’ya göre manastır, Pharroa Vadisinde, Tragallasos köyü yakınında, küçük bir tepe ya da dağda, Myra’dan tepeye doğru giden yol üzerinde ve Arneai’den çok uzak olmayan bir yerde konumlanır.
Vita’daki tanımlamalara göre Demre ile Ameai arasında olması gereken Sion Manastırı için önerilebilecek en uygun yer Karabel’in 1 km kadar kuzeyinde kalan Asarcık tepesindeki kalıntılardır.
Yine Vita’da yazdıklarına göre: “Kutsal Sion Manastırı, yekpare kayadan bir yapı ve bütün dağ güneş gibi parlak idi” ifadeye göre Sion Kilisesinin yekpare taştan inşa edilmiş olduğu sonucuna varılır. Buradaki kilisin bema kısmı da yekpare kayaya oyularak oluşturulmuştur.
Vita’nın 39’ncu bölümünde anlatılanlara göre, Tragallasos’ta bir tepe üzerinde inşası süren Sion Manastırının inşasını bir kaya engeller. Arneai’den gelen yerel taş ustaları da taşı yerinden oynatamayınca, Sionlu Nikolaos’un kardeşi Artemas Tragallasos köyünden 75 kişiyi yardıma çağırır. 75 kişinin kaldıramadığı taş bloğu, Kudüs’ten yeni dönen Nikolaos, ilahi bir güçle ve sadece 12 kişinin yardımıyla yerine oturtur. Bahsedilen olaydan anlaşıldığı üzere, çok büyük taş bloklarla inşa edilen Sion Manastırı, Tragallasos köyünün yakınında kuruluydu. Monolitik kelimesi muhtemelen büyük taş blokları tanımlamak için kullanılmış olmalıydı. Vita’daki bu bilgilere rağmen, yayınlarda Sion Manastırının yakınında olması gereken Tragallasos’un yeriyle ilgili sağlam bir kanıt ortaya konulamamıştır.
Evet: Sion Manastırını anlatmaya devam edelim.
Manastırın niteliği, rolik lahitleri ve özellikle vaftizhanesindeki Nikolaos yazıtı bunu doğrular.
Sionlu Nikolaos, manastırının inşa aşamasında, üç kez kutsal toprakları, bir kez de Mısır’ı ziyaret etmiş, muhtemelen kurduğu kilisenin biçiminin oradaki örnekleri ile benzer özelliklere sahip olmasını istemiştir. Belki de bölgede ilk olması ve yeterince yapı malzemesinin bulunmasından dolayı, oldukça büyük olan alanın ahşapla örtülmesi tercih edilmiştir.
Nikolaos’un kardeşi Artemas; manastırda vekil olarak görev yapmakta ve iaşe sorumlusu olarak da çalışmaktaydı.
Manastırda 12 rahip yaşadığı halde fazlaca mekan bulunması da hac ve şifa/sağlık yeri olmasına bağlanır.
Yerleşim: Batı ve Doğu Asarcık adıyla iki ayrı korunaklı alan olarak tanımlanır.
Batı Asarcık:
Batı Asarcık’taki ünlü Sion Manastırıdır.
Bölgenin bu en nitelikli, muhteşem kilisesi, İustinianus (527-565) döneminde, Myra’lı Aziz Nikolaos’tan sonra yaşamış olan ünlü Sionlu Aziz Nikolaos’a aittir.
81 x 98 metre ölçülerindedir.
Kumluca’da bulunan ünlü definenin de ait olduğu kilisedir.
Sionlu Nikolaos’un MS 564 yılında ölümünden sonra keşişlerden biri tarafından yazılan yaşam hikayesi (Vita) çevredeki yer adları, sosyo-ekonomik yapı ve manastır yönetimi hakkında bilgiler içerir.
Rahiplerin sosyal ilişkileri güçlü olan ve tarımsal üretim yanında ticaret de yapan kişiler olduğu da Vita’dan anlaşılır.
534-4 yıllarında yaşanan büyük veba nedeniyle dağlardan sahile, Myra’ya ticaret yasaklanmışsa da çevredeki halkın ihtiyacı olan gıdanın temininde manastır kaynakları önemli rol oynamıştır.
Yasak nedeniyle, Myra’nın durma noktasına gelen ticareti nedeniyle Myra Piskoposu Sionlu Aziz Nikolaos suçlanmıştır.
Manastır çevresindeki tarım arazileri ve işlikler manastır halkının hem geçimini hem de ticaretini sağlıyordu.
Ticaret malları içinde şarabın önemli bir yeri vardı.
Yapı kompleksinin güney kesiminde üç yapraklı yonca biçimli kilise, bitişik vaftizhane, rolik şapeli ve mezar odası yanında, kompleksin kuzeyinde kapı ve galerilerle birbirine bağlanan 12 mekandan oluşan yapı topluluğu vardır.
Mezar odası ve içindeki üç lahit, konumları, biçimleri ve bezemeleri bakımından ilgi çeker.
Bizans sanatı içindeki yeri tartışmasızdır.
Lahitlerin kapakları Lykia bölgesine özgü mahya kirişli ve semerdam çatılıdır.
Lahitler üzerinde herhangi bir yazıt bulunmamasından dolayı hangi dönemde ve kimin için yapıldıkları bilinmez.
Kapaklarının yüzeyindeki yaprak ve haç motiflerinin işleniş tekniği Bizans döneminde 6 ncı yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olabileceklerini gösterir. Bizans döneminde kiliselerdeki mekanların içine yerleştirilmek üzere üretilen lahitlerin, azizler, önemli din adamları, İmparatorlar ya da soylu insanlar için yapılmış oldukları bilinmektedir. Bu nedenle buradaki lahitlerin de din adamlarına veya önemli kişilere ait olmaları gerekir. Nitelik 1 ve 2 numaralı lahitlerin yüzeylerindeki kaliteli işçilikle oluşturulan haç bezemeleri, bu görüşü destekler. Öte yandan Bizans döneminde bölgede yaşayan daha sıradan insanların lahitler yerine yerleşim alanlarının yakınlarında bulunan basit toprak çukur mezarlara gömüldükleri bilinir.
Evet, Sion Manastırı hakkındaki anlatıma devam ediyorum.
Yapı kompleksi ve çevre duvarı arasında güney ve doğu kesimde bahçe alanları bırakılmıştır.
Kiliseyle birlikte planlanmış yapılar genellikle ibadetle ilişkilidir.
Bazıları da konut ve yemekhane-kiler gibi günlük ihtiyaçları karşılamaktadır.
Bu planlama kompleksin manastır olduğundan kuşku bırakmamaktadır.
Rölik şapelindeki lahitin üstündeki delikler kutsal yağ kültüyle açıklanmaktadır.
Bu deliklerden akıtılan yağ kutsal rölike değerek lahitten dışarıya akar ve burada toplanıp şişelenerek ziyaretçilere dağıtılırdı.
Ziyaretçilerin yoğunluğu nedeniyle manastır büyük servete kavuşmuştu.
Kumluca’da bulunan Sion Hazineleri bu zenginliğin en somut tanıklarıdır.
Batı Asarcık Manastırı 6-9 ncu yüzyıllar arasında kullanılmıştır.
Doğu Asarcık Yapı Topluluğu:
Batı Asarcık’ın yaklaşık 100 m kuzeydoğusundadır.
Tüm yapı topluluğu yaklaşık 100 x 75 m ölçülerindedir.
Doğu Asarcık yerleşimi merkezde ve en yüksek kotta bir kilise çevresinde plansız ama sıkışık yerleştirilmiş mekanlardan oluşur.
Bu durum, buranın bir manastırdan çok, bir köy yerleşimi olduğunu düşündürür.
Zaten manastırdan beklenen vaftizhane, mezar, mutfak, kiler, toplantı salonu gibi zorunlu mekanlar da bulunmaz.
Konutların bazıları Roma Döneminde yapılmıştır.
Sonraki dönemlerde de onarılarak kullanılmıştır.
Çoğunlukla iki katlı olduğu anlaşılan konutların alt katları servis ve depo, üst katları da yaşama mekanları olarak kullanılmıştır.
Bizans Döneminde de Hıristiyanlıkla birlikte, MS 5 nci yüzyıl sonunda yapıların arasına bir kilise inşa edilmiştir. Kilisenin içindeki sarnıç da Roma döneminden kalmadır.
200-300 kişilik bir köy özellikleri gösterir.
Doğu Asarcık yerleşiminin Tragallasos olduğu düşünülür.
Asarcık yerleşimleri 12 nci yüzyıldan sonra Bizans varlığının bitmesiyle birlikte artık kullanılmamış yok olmuştur.
Kaş; daracık, sarmaşıklar ile kaplı sokakları, başka yerde tatmanın imkansız olduğu Kaş a özgü lezzetleri ile tatilcilerin vazgeçemediği küçük bir beldedir Kaş.
Ama, muhteşem bir güzellik, küçük ama sakin, güzel bir belde. Tam bir tatil yeri.
Kaş
ULAŞIM
İstanbul-Kaş arası uzaklık, yaklaşık:950 km. dir. Antalya-Kaş arası uzaklık: 198 km. dir. Ankara-Kaş arasında uzaklık: 741 km. dir.
Yörede, her mevsimde yetiştirilen taze tarım ürünleri, günlük olarak sunuluyor. Her türlü et yemekleri, deniz ürünleri ve balık çorbası meşhurdur. Yörede: arıcılık ve bağcılık ta gelişmiştir. Kara kovan balı ve çam balı, pekmez alınabilecek ürünlerdendir. Özellikle: keçiboynuzu pekmezini mutlaka deneyin.
Kaş Genel
GENEL
Kaş Plajları
Kaş için: “Arkası taş, önü yaş” olan Kaş’ta işler zor, zaman yavaş ilerler. Bu gecikmenin ödülü ise, Kaş’ın olağanüstü tarihi ve kültürel birikimlerini, karasal ve su altı doğal zenginliklerini bugüne kadar korumuş olarak geleceğini sağlayacak konumda olmasıdır.
PLAJLAR
Kaş’ın bütün deniz kıyılarından denize girmek mümkün dür ancak, halkın tercih ettiği plajlar şunlardır. Patara Plajı, Kaputaş Plajı, Küçük Çakıl Plajı, Akça Germe Plajı, Seyret Çakılı Plajı, Büyük Çakıl Plajı, Karadere Plajıdır.
Kaş Plajları
Kaş’ın en güzel plajı: Kaputaş Plajıdır. Kalkan-Kaş kara yolunda, dağların ve virajların arasında giderken bir anda belirir. Dünyanın en güzel cep plajlarından biridir.
Kalkan’dan özel araba ile: yaklaşık 10 dakikada gidilir. Kaş’tan ise 20 dakikada gidilir.
Kaputaş Plajı ile ilgili ayrıntılı tanıtımı Kalkan bölümünde bulabilirsiniz.
Kaş’ta konaklama sıkıntısı yok. Bir de öğretmen evi bulunuyor.
Meis adasıKaş sualtı dalış
Kaş’ın hemen karşısında: Yunanistan’a ait olan “Meis adası” bulunmakta olup, uzaklığı: 3 km. dir.
KAŞ’DA YAPILABİLECEK ETKİNLİKLER
Kaş Tüplü Dalış
TÜPLÜ DALIŞ-SCUBA DİVİNG
Kaş’ta tüplü dalış yaparak kristal berraklığındaki suların metrelerce altına inebilirsiniz. Kaş da su altı dalışları 1986 yılında yapılmaya başlamıştır. Günümüzde ise, turizmin motor sektörü olmuştur.
Burada 21 farklı dalış noktası bulunmaktadır. Avrupalı dalıcıların en çok keyif aldıkları dalış bölgesidir. Tespit edilmiş 30’a yakın dalış noktasıyla, dalıcılara heyecanlı anlar yaşatmaktadır.
Çünkü: denizin altı da, üstü kadar renklidir. Ayrıca Caretta görme ihtimali vardır ve denizin altında MÖ 1300’lere kadar uzanan bir tarihle karşılaşmak mümkündür.
Sualtı kanyonları, rengarenk balıklar, çeşit çeşit deniz canlıları ve profesyonel dalış okulları bulunmaktadır.
Yaz sezonunda, 40-50 metreye varan görüş mesafesi ve kayalık dip yapısıyla, Kızıldeniz’den sonra Akdeniz’deki önemli dalış yeridir.
Kaş Yamaç Paraşütü
YAMAÇ PARAŞÜTÜ
Minübüslerle 9 dakikalık bir yolculukla denizden 600 metre yükseklikteki Kırdavlı Tepesine ulaşılıyor. Veya Asas dağına çıkılıyor. Asas dağına ulaşım yolculuğu 30 dakika sürer.
Paraşüt uçuşu, Asas dağında 650 metre yükseklikten başlıyor. Burada yamaç paraşütü pilotları eşliğinde yamaç paraşütü yapılıyor. Uçuş yaklaşık 20-30 dakika sürmektedir.
Kaş limanına iniş yapılıyor. Yamaç paraşütü yapmak için ayırmanız gereken süre 2 saat civarındadır.
YÜRÜYÜŞ-TRECKİNG
Kaş’ın en rağbet gören doğa aktivitelerinden birisidir. Bölge: trekking ve antik kentler arası yürüyüşler gibi, doğa etkinlikleri için sayısız olanaklar sunmaktadır.
Herkesin kolaylıkla yürüyebileceği patikalar ile süslü rotalarda, zengin maki toplulukları arasından geçerek, sedir ormanları ile kaplı yeşil tepeleri, kanyonları, vadileri ve su kaynaklarını izleyerek, yarı evcil keçilere, bazen de sempatik sincaplara rastlayarak harika zaman geçirebilirsiniz.
Kaş Mavi Yolculuk
Bu yürüyüşler; doğa güzelliklerinin yanı sıra, Likya patikalarını takip ederek, henüz yoğun turist akınına uğramamış, antik kentleri keşfetmek, bozulmamış köyleri ve yöresel özellikleri tanımak olanağı da sağlamaktadır.
Doğa yürüyüşleri, bölgeyi çok iyi tanıyan, tecrübeli ve tüm iletişim-emniyet donanımlarına sahip rehberler eşliğinde yapılmakta olup, tur başlama noktalarına araçlarla gidilmektedir.
Likya yolu seçeneğinin dışında: Liman ağzı, Gedife Tepesi, Phellos, Gökçeören, Asaz Dağı, Gömbe Yaylası alternatif yürüyüş parkurları da programlar içindedir.
Yalnız, asla, rehber olmadan, böyle uzun bir yürüyüşü tercih etmeyin.
MAVİ YOLCULUK VE TEKNE TURLARI
Gulet tipi yelkenli, ahşap yatlarla yapılıyor. Çünkü bu tip tekneler, günümüzde yalnızca mavi yolculuk için dizayn edilmiştir.
Çağdaş yaşamın gereklerini karşılayacak şekilde üretilen bu el emeği guletler, kamaralarından, mutfağına kadar her türlü konforu, ahşap sıcaklığı içerisinde yolcularına sunuyor.
Mavi yolculuk içinde: Akdeniz ve Ege’nin en güzel koylarını: Kekova’yı, Kaş-Kalkan’ı, Kelebekler Vadisini, Fethiye ve yemyeşil Göcek koylarını görebilirsiniz.
Kaş Sualtı Arkeoloji Parkı
KAŞ SU ALTI ARKEOLOJİ PARKI-ARKEOPARK
Hidayet koyundadır.
Arkeopark’ta, Uluburun’da kalıntıları bulunan teknenin bir benzerinin, Kaş’ta inşa edilip batırılması ile oluşturulan bir yapay resif ile, batığın sünger avcıları tarafından ilk bulunduğu “İn Situ” halini temsilen, taklit amphora, taş çapa ve bakır külçelerin, batik planına göre düzenlendiği yapay batık alanı yapılmış.
Yeryüzünde benzeri olmayan bu su altı parkı, dalıcılara hoş bir keşif heyecanı yaşatıyor.
Kaş Tarihi
TARİHİ
Kaş’ın eski adı: Hebessos’tur. Antik kent, tarihte: Antiphellos ismi ile anılmıştır. Karia ve Likya bölgeleri arasında, bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunması nedeniyle, şehir, aynı zamanda bir ticaret limanıdır.
Antik kent: Roma döneminde önem kazanır. Bizans döneminde, piskoposluk merkezi olur. Bu dönemde: Arap akınları görülür ve daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak, Andıflı adını alır.
Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra ise, Tekeoğulları Beyliği yönetiminde geçer ve daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından, Osmanlı topraklarına katılır.
Kaş gezilecek yerler
GEZİLECEK YERLER
Kaş Cumhuriyet Meydanı
CUMHURİYET MEYDANI
Kaş merkezinin göbeğinde Andifli Mahallesindedir. Ara sokaklarda gezinmelisiniz. Burası: Kaş merkezinde hareketle gecelere yakın olmak isteyenlerin tercih edeceği küçük işletmelerle doludur. Burada birçok kafe ve bar bulunuyor.
KAŞ MERKEZ CAMİİ-NASRETTİN CAMİ
İlçe merkezinde en tarihi yapıdır. İlçenin tam ortasında Andifli Mahallesindedir. Caminin Kitabesinde: Yusuf Ağa tarafından 1770’li yıllarda yaptırıldığı yazılıdır.
Elmalı ilçesindeki Ketenci Ömer Paşa camisinden sonra Batı Antalya’nın en eski 2’nci camisidir. Cami tek kubbelidir. Batı yönünde minaresi bulunur.
Kaş Uzun çarşı
UZUN ÇARŞI
Yan yana dizilmiş eski ve şirin evlerin altları butik, mağaza ve yöreye ait hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlardır.
Kaş Uzun çarşı
Ne satın alınır: El işçiliği gümüş takılar, Likya halıları, kilimler, cam sanat eserleri, tahta oyma figürler, tasarım kıyafetler.
Yani, o kadar da düşündüğünüz kadar uzun bir çarşı değil, ancak burada ara sokaklara girmenizi öneririm. Buranın en büyük özelliği: Selçuklu mimarisi özellikleridir.
Uzun çarşı: alışveriş mekanları dışında, akşamları yemek sonrasında dolaşmaya çıkanların da adresi ve ışıltılı gezinti yeridir. Kenarlarda: bar ve kafeler bulunur.
Kaş Kral Mezarı
KRAL MEZARI-ANIT MEZAR
Likya dönemi lahitlerinin en görkemlisi, günümüzde Uzun çarşı sokağındadır. Sokağın yukarı kısmında tepeden aşağı sokağı seyredercesine duran bir lahit vardır.
Buraya halk arasında “Kral Mezarı” olarak adlandırılır. “Aslanlı Lahit” olarak da bilinir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir.
Gerek mezar odası ve gerekse üstündeki yükselti: tek bir kaya bloku yontularak yapılmıştır.
Kaş Kral Mezarı
Üç bölümden oluşan, yükseltilmiş bir lahittir. Hyposorium veya alt mezar odası, yaklaşık 1.5 metre yüksekliktedir ve zemini çökmüştür.
Bunun üstünde, yaklaşık 0.80 metre yüksekliğinde bir düz tavan vardır ve bu ikisi, bir kaya bloğundan yontularak yapılmıştır. Lahdin en üstünde ise ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya ogivali veya sivri kemerli bir taş kapak bulunur.
Kaş Kral Mezarı
Kitabe
Lahdin 1.5 metre uzunluktaki alt kısmında, Boncuk motifleri ve 8 satırlık Likçe bir kitabe bulunmaktadır. Ancak bu kitabe yazılar belirgin olmasına rağmen henüz okunamamıştır. Bu yüzden mezarın kime ait olduğu bilinmiyor.
Sanduka
Kaidenin üzerinde, dikdörtgen prizması şeklinde anıtın sandukası oturtulmuştur. Kapağın kuzeybatı alınlığında: sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üzerine atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın figürü vardır.
Kapağın güneydoğu alınlığında: ayakta duran ve uzun bir manto giymiş bir kadın figürü görülür.
Kaş Kral Mezarı Kitabesi
Lahit Kapağı
Lahdin en üstünde, ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya sivri kemerli taş kapak bulunur. Kapağın her iki yanında da aslan kabartmaları bulunur. Aslan başları: pençelerin üstünde dayalı durur. Kapağın kısa kenarı: dört levhaya bölünmüştür.
Kuzey batı alınlığında “sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üstüne atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın” figürü işlenmiştir. Güneydoğu alınlığında ise “ayakta duran ve uzun manto giymiş bir kadın figürü” görülür.
Kapağın batı tarafı pencere şeklindedir.
Kaş Acısu plajı
OLYMPOS/ACISU HALK PLAJI
Kaş Marinanın devamındadır. Merkezden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Kaş merkeze uzaklık 1 km dir. Temiz ve bakımlı plaj, yörenin gözde turistik belgesinin hemen içinde yer alması nedeniyle avantajlıdır. Araba yolundan, merdivenle inilir. Acısu Halk Plajı, Mavi Bayraklıdır.
Kaş Acısu plajı
Plaj dar ve çakıl taşlıdır. Kum ve kayalık yoktur. Ahşap iskele ve beton platform yoktur. Plajın uzunluğu 8 metre, genişliği ise 5 metredir. Denizi ise berrak ve serindir. Yılın 9 ayı denize girmek mümkündür.
Kumsal küçük çakıl taşlarından oluştuğu için, denizden çıkışta ayağınız kumlanmıyor. Kumsala şezlong ve şemsiyenizi götürebilirsiniz. Plajın bitiminde, “Olympos Kamp” bulunmaktadır. Olympos, daha geniş bir alana yayılmıştır.
Kaş Kamp Alanları
ÇADIR VE BUNGALOV KAMP ALANLARI
Kaş Kamping
KAŞ KAMPİNG
Antik Tiyatrodan, Yarımadaya giden yol üzerindedir. Kaş merkeze yürüyerek 10 dakika uzaklıktadır. Kamp alanına araç sokmak yasaktır, aracınızı yol kenarında bir yere park etmeniz gerekiyor. Resepsiyondan çadır kurabileceğiniz yerlere ait bir harita veriliyor ve buna göre çadırınızı kurabiliyorsunuz.
Evet, kamp alanı, Kaş merkeze oldukça yakındır. 1981 yılından beri faaliyetini sürdürmektedir. Burada bungalov ve çadır kampı yapılmaktadır. İsterseniz burada bulunan bungalowlarda kalabilirsiniz. Kamp alanında, ortak banyolar ve bir de kafe bulunuyor. Ayrıca kendi plajı bulunuyor. Türkiye’nin en sevilen kamp alanlarındandır.
7 dönümlük alanda, zeytin ağaçlarının gölgesinde, denize sıfır bir doğa deneyimi yaşamak için burası tercih edilmektedir. Çadır, müşterilerin kendileri tarafından getirilmektedir, ancak en önemli husus rezervasyon alınmamasıdır.
Yani, buraya gittiğinizde “Yer yok” gibi bir deyimle karşılaşabilirsiniz. Bence uygun bir yaklaşım değil, insanlar yer yok deyimi ile karşılaşınca alternatif ne yapabileceklerdir. Kamp alanında: Diving dalış okulu da bulunuyor.
Kaş Can Mokamp
CAN MOCAMP
Kaş merkezine 20 dakikalık yürüyüş uzaklığındadır. Kamp alanı: toprak zemin ve ahşap platform olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sabah saatlerinde zeytin ağaçları güneşi engeller ancak günün ilerleyen saatlerinde güneş kamp alanında etkili olur.
Kamp alanında ortak kullanılan duş ve tuvaletler bulunmaktadır.
Kaş Olimpos Mokamp
KAŞ OLİMPOS MOCAMP
Kaş merkeze 2 km uzaklıktadır.
Kamp alanı deniz kıyısından 70 metre uzaklıktadır. Zeytin ve keçiboynuzu ağaçlarının altında çadır alanında çadırınızı kurabilirsiniz. Yani, burada çadır kiralanmıyor, kendi çadırınızı getirmeniz gerekiyor.
Çadır alanı, toplam 70-80 çadır kurulacak kapasitedir. Geniş kamp alanında ortak kullanımlı olarak: tuvalet, duş, mutfak buzdolabı, çamaşırhane, elektrik ve plaj bulunmaktadır.
KAŞ MARİN CAMPİNG
Acısu bölgesindedir. Ortak kullanım alanlarında: mutfak, buzdolabı, restoran, 24 saat sıcak ve soğuk su, duşlar, elektrik ve ücretsiz internet bağlantısı bulunmaktadır.
Kaş Evren Kamping
EVREN CAMPİNG
Andifli, Uğur Mumcu Caddesindedir.
Plajlara ve alışveriş merkezine yakındır. Otopark ücretsizdir. Kaş merkeze 800 metre yürüme mesafesindedir. Burada kiralık çadır bulunmaktadır.
Tüm çadırların hemen yanında elektrik prizi vardır. Ortak kullanıma yönelik: çamaşır makinası, duşlar, tuvaletler, sıcak su hizmeti verilmektedir.
KAŞ ÇEVRESİNDEKİ PLAJLAR
Kaş Limanağzı Plajı
LİMAN AĞZI PLAJI
Kaş ilçesinin güneyinde, ancak denizden ulaşılan bir yerdir. Kaş merkezden kalkan teknelerle buraya ulaşılır. Küçük teknelerle buraya 15-20 dakikada ulaşılıyor. Bulunduğu yön nedeniyle, güneşin en uzun süre kaldığı koydur.
Burası eskiden liman olarak kullanılıyormuş, bu yüzden ismi “Limanağzı” plajıdır. Burada deniz: dalgasız, berrak ve oldukça dingindir.
Kaş Limanağzı Plajı
Limanağzı bölgesinde, konaklama hizmeti veren 4 tesis bulunmaktadır. Bu işletmeler, genellikle ahşap sedirler ve localarda denize girenlere hizmet verirler. Koyda oteller yanında bungalovlar da bulunmaktadır.
KÜÇÜK ÇAKIL PLAJI
Kaş ilçe merkezinin sol tarafında küçük bir koydadır. Bu yüzden bulmak zordur, tabelası yoktur, Hükümet caddesi üzerinde plajın yerini sorarak bulabilirsiniz.
Merkezde kayaların arasında 10 metre uzunlukta çakıllı bir koydadır. Adından anlaşılacağı üzere minik çakıllardan oluşmaktadır. Kaynak sularıyla beslenen plajın denizi oldukça soğuktur. Dalgalı ve sığ değildir. Denize iskeleden giriliyor.
Plaj sahil kesimi çakıllı olduğu için şezlong ve şemsiye konulamaz. Şemsiye ve şezlonglar kayaların üzerine kurulmuş ahşap platformlara yerleştirilmiştir. Burada: iki tane Beach işletmesi bulunuyor.
Kaş Büyükçakıl Plajı
BÜYÜK ÇAKIL PLAJI
Kaş ilçe merkezinden oteller bölgesine doğru 20 dakikalık bir uzaklıktadır. Uzaklık yaklaşık 2 km dir. Andifli Mahallesi Hükümet Caddesinden gidilir. Kaş’ın popüler plajlarından birisidir.
Gidişte yokuş aşağı oldukça keyifli olmasına rağmen, dönüşte yürümeye seçerseniz yokuşu çıkmak sıkıntılı oluyor. Plajın çevresinde: soğuk su kaynakları vardır. Bu yüzden deniz suyunun sıcaklığı düşüktür. Ancak bunaltıcı yaz aylarında, bu serinlik iyi gelir. Ancak suyun üstü soğuk, altı sıcaktır.
Plajın çakıllı olması, suyun berraklığını arttırır. Diğer plajlara oranla daha sessiz ve ıssızdır. Küçük Çakıl plajına nazaran daha geniş bir plaj alanına sahiptir. Burası da adından anlaşılacağı gibi çakıllıdır. Çakıllar beyaz renklidir.
Plajda, küçük tesisler bulunmaktadır ve bunlardan ihtiyaçlarınızı temin edebilirsiniz. Plaj, gün batımını seyredebileceğiniz en güzel plajlardan birisidir.
Güneş batarken, sahildeki restoranların bazıları masalarını denizin yanına çakıl taşlarının üzerine kuruyorlar. Böylece, Kaş bölgesinde denize en yakın yemek yiyebileceğiniz yer burasıdır. Buraya giderseniz yanınızda mutlaka şnolker ve paletleriniz olsun, denizi altında muhteşem görüntüler izleyebilirsiniz.
Kaş Akçagerme Plajı
AKÇAGERME PLAJI
Akçagerme plajı: Kaş ve Kalkan arasındadır. Kaş ilçe merkezine 4 km uzaklıktadır. Kaş ilçe merkezinin batısından, yaklaşık 25 dakika yürüyerek buraya ulaşabilirsiniz. Toplu ulaşım araçları ile buraya ulaşmak mümkündür.
Akçagerme koyu: 2008 yılında Kaş Kaymakamlığı tarafından “Halk Plajı” haline getirilmiştir.
Kaş Akçagerme Plajı
Plajın uzunluğu 200 metredir. Plajın genişliği de 200 metredir. Denize sıfır plajda tesis vardır. Çakıl, kayalık, ahşap iskele ve beton platform yoktur.
Mavi Bayraklıdır
Kaş Akçagerme Plajı
Plajın en belirgin özelliği: rüzgarlı ve dalgalı havalarda dahi denizin süt liman olmasıdır. Çünkü plajın karşısında yarımada bulunmaktadır.
Kaş Akçagerme Plajı
Plajı yörede bulunan diğer mavi bayraklı plajların aksine çakıllardan değil kumdan oluşur. Denizi sığdır. Dalgasızdır. Bu yüzden özellikle çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca çocuklar için havuz ve su kaydırağı yani Aquapark bulunur.
Sahilde ise spor alanları ve çocuk parkı vardır. Plaj: Kaş Kaymakamlığına bağlı “Anadolu Turizm Meslek Lisesi” tarafından işletilmektedir. Öğrenciler burada staj yapmaktadırlar.
Kaş Kaymakamlığı tarafından faaliyete alınan ve tepe üzerinde bulunan restoran ve piknik alanı gayet uygundur.
ÇEVREDE GEZİLECEK YERLER
ÇUKURBAĞ YARIMADASI
Kaş merkeze 5 km uzaklıktadır. Kaş merkezden Çukurbağ yarımadasına dolmuşlar gidip gelmektedir. Yolculuk yaklaşık 10 dakika sürer.
Çukurbağ Yarımadasının antik dönemdeki ismi “Habesos” dur. Buradaki antik kent daha sonraları “Antiphellos” ismini almıştır. Antiphellos kenti, Likya ve Karya bölgeleri arasındaki ulaşım yollarının üstünde ve ayrıca bir ticaret limanı olarak kullanılmıştır.
Sakin ve kalabalıktan uzak durmak isteyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bulunan otellerin kendi beach bölümleri vardır. Ancak bazı otellerin denize ulaşımı zordur, bu yüzden rezervasyon yaptırırken sormanızı öneririm.
Ayrıca açıkta olduğu için sürekli bir esinti vardır. Yine de deniz ve Meis yönündeki manzara oldukça güzeldir.
Çukurbağ köyünün bulunduğu yer ise: denize kıyısı olmayan bir köydür. Burada yaşayanlar deniz için Halk Plajı veya Hidayet Koyu nu kullanıyorlar. Köy sadece seyirliktir. Buradan harika tablo gibi manzaralar görebilirsiniz.
Hidayet koyu ve İnceboğaz plajı, yörenin en meşhur yerleridir.
Kaş Belediyesi Halk Plajı
KAŞ BELEDİYE HALK PLAJI
Çukurbağ Yarımadasındadır.
Plajın geniş bir otoparkı vardır. Ayrıca Kaş merkezden buraya dolmuşlar kalkmaktadır. Kendi aracınız ile giderseniz otopark problemi yoktur. Giriş ücretsizdir.
Oldukça geniş ve bakımlı bir plajdır. Sol tarafta tahta platform üzerinde sağ tarafta ise kum üzerinde şezlonglar bulunmaktadır. Platform tarafında genellikle çocuklu aileler bulunmaz. Denize, platform üzerindeki merdivenlerden giriliyor. Çünkü denize giriş bölümü çakıllıdır.
Kaş Belediyesi Halk Plajı
Denizi akvaryum gibi berraktır. Büyük çakıl ya da küçük çakıl plajlarına göre daha çok tercih edilmektedir. Deniz suyu hafif dalgalı ve ılıktır.
Plaj alanında: restoran, kafe ve çocuk oyun alanı vardır. İsterseniz kafeterya da oturup denize girebilirsiniz, yani şezlong ve şemsiye almak zorunda değilsiniz.
Piknik yapmaya elverişli ağaçlıklı bir yeşil alanda bulunmaktadır. Sahile yakın arka tarafta ağaçlık bölgede kendi sandalyende gölgede rahatlıkla oturabilirsiniz.
Hem kum, hem de çim üzerinde güneşlenmek mümkündür.
Kaş Hidayet Koyu
HİDAYET KOYU
Çukurbağ Yarımadasındadır. Kaş ilçe merkezine 3 km uzaklıktadır. Çukurbağ yöresindeki en güzel plajdır.
Koy ismini, burada daha önce yaşayan “Hidayet” isimli bir kişiden almaktadır. Zeytin ağaçları gölgesinde dinlenip denize girebilirsiniz. Koyda kumsal yoktur. Denizin tabanı çakıl taşları ve kayalıklardan oluşmaktadır. Denize buradan giriliyor.
Kaş Hidayet Koyu
Ancak deniz suyu berrak ve temizdir. Hatta bir akvaryum gibidir. Son yıllarda koya bir “Beach” yapılmıştır. Güneşlenmek için ahşap platformlar üzerine şezlong ve şemsiyeler konulmuştur.
Yörenin diğer plajlarına nazaran biraz daha kalabalıktır. Eğer sakinlik arıyorsanız, burası size göre değildir, burası oldukça hareketlidir ve yoğundur. Çünkü koyda müzik çalınıyor. Koy çevresinde kalınabilecek birçok pansiyon bulunmaktadır.
Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı
İNCEBOĞAZ ÇINAR HALK PLAJI
Çukurbağ yarımadası yolu üstündedir. Çukurbağ yarımadasının en ince kısmında, hem açık denize hem de koya bakmaktadır.
Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı
Aralarından araba yolu geçmektedir. Kaş merkezden kalkan dolmuşlar ile veya taksilerle buraya ulaşabilirsiniz. Hatta Kaş merkezden buraya 15 dakikada yürüyerek gitmek de mümkündür. Kendi aracınız ile giderseniz otoparkı uygundur.
Plaj, Kaş Belediyesi işletmesidir. Plaj: Meis adasına yani açık denize bakar. Kaş merkezden buraya yürüyerek gidilebilir. Kaş merkeze 1 km uzaklıktadır.
Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı
Plaj: Mavi Bayraklıdır. Plajın uzunluğu 500 metre, genişliği 15 metredir. Denize sıfırdır. Kum yok, çakıl vardır. Kayalık, beton platform da yoktur.
Açık deniz tarafındaki bölüm: rüzgarlı ve dalgalıdır. Açık denize bakmasının olumlu yanı ise, muhteşem manzarasıdır. Marina tarafına bakan kapalı koy bölümü ise, daha korunaklı ve deniz suyu ılıktır. Deniz sığdır ve bu yüzden çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bir “Beach” işletmesi bulunmaktadır.
Kaş Antiphellos
ANTİPHELLOS
Bazı kaynaklarda “Meryemlik” ismiyle geçer. Bölgede bulunan bazı yazıtlardan, Kaş’ın altında bulunan kentin adının “Antiphellos” olduğu anlaşılmıştır.
Arkeolojik verilere göre, Likya dilinde “Habessos” veya “Habesa” olarak geçen Kaş’ın ilk çağlardaki ismi ise “Antiphellos” dur. Şehir, antik dönemde Phellos’un limanıdır.
Kaş Antik Tiyatrosu
Kentin en çok dikkat çeken yapısı ise antik tiyatrodur. Roma dönemi yapısıdır. MÖ 1’nci yüzyıl yapımıdır. Çünkü inşaat tarzı ve düzeni bu tarihi göstermektedir. MS 141yılımda ise, bölgenin birçok kentini etkileyen deprem sonucu hasar görmüş ve MS 2’nci yüzyılda restore edilerek yenilenmiştir. Çünkü antik kentten günümüze sağlam olarak gelmiş tek yapıdır.
Tiyatro, 4000 seyirci kapasitelidir. Cavea yani seyircilerin oturdukları bölüm 26 basamaklıdır. (Başlangıçta ise 28 sıralı yapılmıştır.) Tiyatronun sahnesi yoktur. En büyük özelliği, Anadolu’da bulunan deniz manzaralı, denize doğru yapılmış tek tiyatro olmasıdır. Yani denize bakan bir yamaca kurulmuştur. Günümüzde, antik tiyatroda açık hava konserleri düzenleniyor.
Surlar
Bir zamanlar Antiphellos şehrini çevreleyen surlardan günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır.
Bazilika
Tiyatronun yanındadır.
Akropolis
Tepenin güney yamacında, yerel kireç taşından yontma taşlarla imal edilmiştir.
Akdam
Akropolün kuzeybatı ucundadır.
Ev tipi mezar yapısı: MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Tek bir parça kaya blokuna, hafifçe konik bir küp şeklinde oyularak yapılmıştır. Anıtı çevreleyen bir geçit vardır. Yüksekliği 3.5 metredir.
Yunan stilinde, cephesi olan bu kaya mezarı: girişindeki sütunlu bir ev ile sütunlar üzerinde yükselen üçgen bir bölüm veya alınlığa sahiptir. Anıtın tabanında, süslemeler ve her köşesinde dikdörtgen bir sütun veya yarım sütunlar vardır.
Giriş, orijinalde sürgülü bir kapı ile kapalıdır. 1.9 metre yükseklikte bir açıklığı çevreleyen, kalıp şeklinde bir kapı kasası vardır. İç kısım: üç taraftan ölülerin konulduğu klineler yani banklarla donatılmıştır.
Odanın arka tarafındaki sıranın üstündeki boşlukta: el ele tutuşarakdans eden 24 kız figürü vardır. Kenarları çiçek desenleri süslemektedir.
Helenistik Tapınak
Hastane caddesi üzerindedir. Antiphellos şehrinin tapınaklarından günümüze gelen tek örnektir. Helenistik tapınak, antik limana bakmaktadır. Dış yüzü muntazam kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Büyük taş bloklar, pürüzsüz ve düzgün kesilmiştir.
Duvarların sadece alt sıraları korunarak günümüze gelmiştir. Kenarlarda dar kenar boşlukları vardır ve orta kısımlar hafifçe yükseltilmiştir. MÖ 1’nci yüzyıldan kalma orijinal yapı, Roma İmparatorluk döneminde onarılmıştır. Yapının adandığı tanrı bilinmemektedir.
Sarnıç
Bu sarnıç: Yat limanı girişindedir. Likya döneminden kalmadır. Antik tiyatroya kadar uzanan alandaki bir sıra sarnıçtan günümüze ulaşan tek örnektir. Diğer sarnıçlar, zaman içinde yok olmuştur. Sarnıç, başlangıçta su depolamak üzere tasarlanmıştır. MÖ 5’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Sarnıç: 12 x 6 metre boyutlarındadır.
Yekpare bir kaya bloku oyularak yapılmıştır. Tavanı: yedi oyma sütun üzerine oturmuştur. Ancak bu sarnıç yakın geçmişte: şarap, zeytinyağı, sebze ve su depolamak için kullanılmıştır. Kazılar sırasında, sarnıçların bulunduğu alanda: çeşitli amforalar, tabak ve kaplar bulunmuştur.
FELEN YAYLASI-PHELLOS
Kaş ilçe merkezine 12 km uzaklıktadır. Çukurbağ ve Pınarbaşı köylerinin hemen yanındadır.
Şehrin ismi Likçe dilinde “Veninda” dır. Torosların tepesinde kurulmuştur. Tepenin üzerinden, güneye doğru vadiye ve Akdeniz’e, kuzeyde ise Toroslara ve gerideki tepelere hakim bir manzarası bulunmaktadır. Şehrin geçmişi, MÖ 700’lü yıllara kadar gitmektedir. Ancak özellikle MÖ 4’ncü yüzyılda önemli bir kent olarak bilinir.
Kaş ilçe merkezi yani Antiphellos şehri: antik dönemde bu şehrin yani Phelos şehrinin limanıdır. Phellos şehrini çevreleyen surlar bulunmaktadır. Ancak bu surların sadece bir bölümü, sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.
Birlik tipi sikkelerden burada da bulunmuştur. Burada bir lahit vardır. Bu lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla aittir. Bu lahit rölyeflerle bezelidir ve ev tipi bir lahittir. Oda tipi bu mezarın yanında, kayaya oyulmuş kabartma bir inek tasviri vardır.
Ayrıca: küçük bir Helenistik dönem tiyatrosu, agora ve antik mezarlar bulunmaktadır. Akropol üstündeki sura bitişik olan yapı: muhtemelen bir gözetleme kulesidir.
BELENLİ-İSİNDA
Kaş ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır.
Belenli köyünün yakınlarında bir tepe üzerinde kurulmuştur. İsinda, küçük bir Likya şehridir. Kentin Akropolu bulunmaktadır. Akropolun ortasında: Likya yazıtlı 2 ev tipi mezar bulunur. Günümüzde kenti çevreleyen surların sadece küçük bir bölümü görülmektedir.
Ancak bu görülen su duvarlarındaki işçilik ilgi çekmektedir. Basit bir görünümdeki sur duvarlarının sağlamlığını arttırmak için, takip eden uzun yıllar boyunca eklemeler yapılmıştır.
Ayrıca bölgede çok sayıda kaya mezar bulunmaktadır. Kaya mezarları, kayanın içinin oyulmuş ve ölen kişi oraya defnedilmiştir.
Kaş Aperlai
APERLAİ-SIÇAK İSKELESİ
YERİ:
Lykia’nın yaşanması oldukça güç olan, sarp kayalıkların denizle buluştuğu kesimde, özellikle denize ve kısmen de doğal dağlara bağlı yaşanmıştır.
Küçük ve da bir körfezin kıyısındadır.
Körfezin dar ağzı Uluburun tarafına açılır.
Asarkoyu başında güneybatı rüzgarlarına tamamen açık bir konumdadır.
Koyun darlığı gemilerin manevrasında zorluk yaratacak düzeydedir.
Neredeyse adalaşacak kadar kıyıdan kopmuş kara parçalarının oluşturduğu derin koylarda kurulmuş kentlerden biridir.
Karşısındaki ada ile aralarındaki güçlü akıntı nedeniyle, bugün olduğu gibi geçmişte de adı “Akar boğaz” la (Aprilla) ilişkilidir.
Üç ağızdan yaklaşık 4 mil deniz yolculuğu ve ardından batıya doğru 1 km yürüyerek varılır.
Yani buraya sadece tekne ile ulaşmak mümkündür. Tekneler: Kaş ve Üçağız’dan kalkar.
ŞEHRİN İSMİ:
Yörede çok sayıda “sikke” bulunmuştur.
Klasik dönem sikkelerinde adı “April” olarak geçer.
Bu sikkelere göre, Aperlai bir liman şehridir ve tarihi geçmişi MÖ 5 ve hatta 4’ncü yüzyıla kadar gitmektedir.
Bizans Piskopos listelerinde “Aprilla” olarak geçer.
Eski Yunanca’da karşılığı bulunmayan bu sözcük “akar boğaz” anlamına gelir.
Adının geçtiği sikkeler dışında bugüne dek Likçe bir yazıt da bulunmamıştır.
Aperlai adı 142 cm yüksekliğinde ve 293-305’e tarihlenen bir mil taşında okunmuştur.
GENEL ÖZELLİKLERİ;
Hierokles piskoposluk merkezlerini listelerden, Aperlai 5’nci sırada yer alır.
Apollonia, İsinda ve Simena’nın yer aldığı birliğin başındadır.
Sympoliteia adına Lykia Birliğinde 2 oy hakkı vardır.
Sikkeler üzerindeki yunuslar, denizcilikle bağlantısını perçinler.
Roma döneminde liman oluşu ve denizcilikten ve purpur (giysilerde kullanılan mor boya) ticaretinden kaynaklanan zenginliği belli ki kenti geliştirmiştir.
Opramoas’ın 30.000 dinar gibi büyük bir yardım yapmış olması, Lykia zenginlerinin ilgisini çektiğini ifade eder.
MS 7’nci yüzyıldaki Arap işgaline kadar en az 1000 yıldan fazla bir süre boyunca yerleşim ve liman hareketi söz konusudur.
Muhteşem doğanın koynuna gizlenmiş Aperlai, her dönemde gösterişsiz bir kent olmuştur.
Gelişmeye uygun olmayan yerleşim, topoğrafyası nedeniyle 1000 civarında insanın yaşadığı bir şehir olmaktan öteye gidememiştir.
Sur içi boyutları bu kadarını karşılamaktadır.
Lykia sahillerinin ortak kaderinde olduğu gibi, burası da su kaynakları konusunda çok fakirdir.
Bu kentin sakinleri de 40’ı geçen sarnıçla toplanan sularla yetinir.
NEKROPOL:
Kentin çoğunlukla doğusunda, kısmen de batısında sur dışında dağılmış nekropolünde 80’den fazla mezar tespit edildiği halde hiçbir Lykia kaya mezarına rastlanmamış olması da ilginçtir.
Lahitler yalın tekneler ve semerdamlı kapaklardan oluşur.
Kapaklarda karşılıklı kaldırma çıkıntıları bulunmaktadır.
Bunların 35 tanesi yazıtlıdır.
GÜNÜMÜZE ULAŞAN KALINTILAR:
Modern yerleşim olmaması şansı nedeniyle, antik kalıntılar bugüne kadar korunmuştur.
Ne bir tiyatrosu ne de görünürde anıtsal bir tapınağı yoktur.
Ancak; Agora, iki hamam, dükkan ve işlikler ve diğer kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla görece olarak iyi imar görmüştür.
Günümüzde sular altında kalan 250 metre uzunluktaki kıyı şeridinde bulunan mendirek ve diğer liman yapıları özellikle Roma döneminin zenginliğini gösterir.
Bizans döneminde de yerleşimin yoğunluk düzeyini koruduğu 4 kiliseden anlaşılır.
En erken kalıntı, kuzey duvarındaki Erken Helenistik dönem gözetleme kulesidir.
Bu dönemden başka kalıntı yoktur.
Ancak Roma ve Bizans kalıntıları görünüşteki en yoğun iki dönemi anlatır.
Bunlar, sarp yamaçta ustalıkla dizildiği özgün topoğrafyasıyla şaşırtır.
Tüm kenti kulelerle berkitilmiş bir sur duvarı çevreler.
Güneyinde denizle arasında kalan kesim ise iki yandan akropol bağlantılı surla sınırlanmıştır.
Burada asıl sınır, zamanla yapıları içine çeken denizdir.
Tiberius ve karısı Livia için, İmparator kültü oluşturulmuştur.
Cladius döneminde; İmparator kültü rahibi atanmış olmasından anlaşılmaktadır.
Ancak bugüne kadar bir sebasteiona rastlanmamıştır.
KİLİSELER:
İç kentin en kuzey ve en güneyinde birer kilise yetmemiş, denizin tam kıyısında da küçük bir kilise yapılmıştır.
Bugün; ikisinde rüzgarlar, su altında kalanda da dalgalar ve balıklar tapınmaktadır.
Suyun tam kenarında kalabilmiş hamamların biri sur dışında biri de içerisindedir.
Roma döneminde en az 25 metre kıyıdan içeride bulunmaktaydı.
HAMAMLAR:
İçeride olan küçük Batı Hamam, Lykia için geleneksel sıra tipi mimarisiyle dikkat çeker.
Yazıta göre MS 80 yılında Titus adına yapılmıştır.
Sur dışındaki Doğu Hamam Aperlai yazıtlarında anılan gymnasium olabilir.
PURPUR ÜRETİMİ:
Aperlai kıyılarında gezinirken, dünün iğrenç kokuları hala hatırlanır.
Purpur işleyerek sürdürdüğü yaşamının bedeli de budur.
Kötü kokular nedeniyle kıyılarını yaklaşılmaz kılan bu mor-kırmızı karışımı renk maddesinin elde edildiği, demir çubuklarla parçalanan ve fırında işlem gören deniz kabuklarından yayılan berbat kokular, geçmişte Aperlai kıyılarının bu denli keyifle gezilen yerler olmadığını düşündürür.
Ancak, Akdeniz ışığında en kırmızısı elde edilen renk maddesi pahalı bir dış satım kalemi olduğundan, Aperlai’yi zenginleştirmiştir.
Bu değerli sıvının içindeki yüksek tuz oranı, uzun süre korunması konusunda sıkıntı yarattığı için içine bal katılmaktaydı.
Aperlai’de murex trunculus’tan, en değerli boya maddesi renk olarak mor ve kırmızı elde edildiğini gösteren işleme artığı kabuk kırıkları tepecikleri ve muhtemelen müreksleri canlı tutmak için kullanılan depolama tankları bulunmaktaydı.
Aperlai’nin önemli yanı müreks’den boya üretilmiş olmasıdır.
Kentin batısındaki boş alanlardaki müreks artıklarından oluşan tepecikler önemli miktarda üretim olduğunu gösterirken müreks işlikleriyle ilgili herhangi bir kalıntı görülmez.
Müreks artıklarının karşılaştırılması sonucunda Andriake’deki üretimin çok daha büyük boyutlarda olduğunu söylemek mümkündür.
Atıkların incelenmesi sonucu burada çoğunlukla murex turunculus türü yumuşakçaların işlendiği anlaşılmıştır.
Aynı atıklar içerisinde MS 350-650 yılları arasına tarihlenen ve mureks canlısı taşımakta kullanılan Geç Roma amphora parçaları bulunmuştur.
Mureks artıklarının kentte harç katkısı olarak da kullanıldığı küçük yığınlardan ve uygulanmış örneklerden anlaşılmıştır.
SULAR ALTINDA KALAN KIYI YAPILARI:
MS 6-7’nci yüzyıllarda bölgede olan büyük depremlerin etkisiyle, kıyı yapıları sular altında kalmıştır.
Ancak, sualtındaki Lykia bilgileri çok yeni ve eksiktir.
Körfeze dökülen bir akarsu olmadığından su altındaki kalıntılar erozyonla örtülmemiştir.
1970-1975 yıllarında Carter isimli bir turistin görmesiyle, su altındaki kalıntılar ortaya çıkmıştır.
Bundan sonra yapılan araştırmalarda, 2.5 metre derinde seramik bulgulara rastlanır.
Dalgakıran 1 metre derinde kalmıştır.
Yapıların önü boyunca sahilde bir cadde ilerler.
Cadde kıyısından sonra 12 metreye ulaşan derinlik başlar.
APOLLONİA-SAHİLKILINÇLI
Kekova yolu üstünde, Likya döneminden kalma bir Likya şehridir. Kaş ilçe merkezine 22 km uzaklıktadır. Şehir “L” harfine benzeyen bir kayalığın üzerinde MÖ 4’ncü yüzyılda kurulmuştur.
Şehri çevreleyen surların bir bölümü günümüze ulaşmıştır. Şehirdeki diğer antik dönem kalıntıları şunlardır: Likya lahitleri, Bizans kilisesi, Tiyatrosu, bir hamam ve bir sarnıçtır.
DEREAĞZI MEVKİİ
DİRGENLER KÖYÜ-ŞEŞEBE KİLİSESİ
Kaş ilçe merkezine 35 km uzaklıktadır. Dirgenler Mahallesi Dereağzı Mevkiindedir. Elmalı-Kaş karayolu üstündedir. Köyde yoğun olarak seracılık yapılmaktadır.
Şeşebe Kilisesi
Bazı kaynaklarda “Şişama kilisesi” olarak da geçer. Kilise: Dereağzı bölgesinde dağların eteklerinde kuruludur. MS 9 veya 10’ncu yüzyılda Bizans döneminde inşa edildiği düşünülmektedir. Bazilika tarzındadır.
Kiliseden günümüze çok az kalıntı gelebilmiştir. Kubbesi ve sütunlarını çoğu yıkıktır. Ancak günümüzde yine de heybetli bir görüntü sunmaktadır. Yani mimarisi olağanüstü güzeldir.
Kaş Dirgenler Köyü Kale
Kale
Dirgenler köyünde bir de kale bulunuyor. Yalnız bu kaleye ulaşmak için 2 saatlik bir tırmanış gereklidir. Kaleye tırmanırsanız, aşağıda oldukça güzel bir manzara görebilirsiniz. Özellikle seraların çokluğu dikkat çekiyor. Kilise çevresinde: yol kalıntısı, şehrin kale duvarları, su sarnıçları bulunur. Lahitler ise basit yapılıdır ve kayaya oyulmuştur.
MASTAURA
Akdeniz’le Elmalı arasındaki geçitte bulunur.
Myra’nın 19 km kuzeybatısındadır.
Myros vadisinde gözlemlenen Roma dönemi yolu bu güzergaha aittir.
Önemi:
Uzun bir süre yerleşim gördüğü anlaşılan yerleşimin en erken verileri, seramiklere göre Orta Demir Çağ’dır.
Seramikler MÖ 9 ncu yüzyıldan 6 ncı yüzyıla kadar tarihlenir.
Klasik ve Helenistik dönemlerin de tanıkları seramiklerdir.
Klasik dönemden itibaren de mimari kalıntılar görülür.
Bunların en erkenleri kaya mezarlarıdır.
Yokuş başlangıcındaki ana kayaya açılmış 3 kaya mezarı, Klasik dönem geleneksel Lykia mezarlarıdır.
Roma ve Bizans dönemlerinde de yerleşim kesintisiz devam etmiştir.
Roma mimarisinin dünya üzerindeki en iyi örneklerinden birisi olarak kabul edilen Roma şehrindeki “Collezyum” un bir benzeri, Mastaura şehri kalıntıları buradadır.
En geç 12 nci yüzyıla kadar yerleşim yaşamıştır.
MÖ 2 nci yüzyıldan başlayan Lykia Birlik sikkeleri ve ardından erken Roma sikkelerine ek olarak Constans II (7 nci yüzyıl) ile ve 16 ncı yüzyıl Osmanlı sikkelerinin desteğinde yerleşim tarihi aydınlanır.
Araştırmacılara göre, Myra Metropolisine bağlı Mastaura Piskoposluk bölgesi burasıdır.
Ve zaten erken kuruluşunun da Myra hanedanlığı tarafından gerçekleştiği söylenir.
Kalıntılar:
Kasaba vadisinin güney yamacındaki görkemli kilise ile tanınır.
Kilisenin 2 km güneybatısında, Kasaba ve Karadağ Çaylarının Myros ile buluştuğu noktada yükselen tüm vadiye egemen ve vadi girişini koruyan bir tepe üzerinde “kale” yer alır.
Myra ve Andriake’ye su taşıyan kanal buradan başlar.
Kanalın uzun süre kullanılmış olduğu, 9’ncu yüzyıl onarımlarından anlaşılır.
Kayalıkta ilk göze çarpan, Lykia tipi kaya mezarları ve lahitlerdir.
Büyük kısmını savunma yapılarının oluşturduğu kalıntılar, çoğunlukla kalenin kuzeyinde bulunur.
Lykia klasik kentinden ilk savunma kalesinin kalıntıları görülür.
Teraslanmış tepe yamacında üst alan iyi işçilikli poligonal büyük bloklarla örülü sur ile korunmuştur.
Tepenin korunaksız kuzey ve doğu yana, payandalı sur duvarları ile çevrilmişken uçuruma bakan güney yanında buna gerek kalmamıştır.
Ana giriş kayalıklarda bir boğa ve kurban sahnesinde, elinde oinokhoe ile betimlenen erkek figürü bulunmaktadır.
Benzerleri MÖ 4 ncü yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.
Lykia ahşap imitasyon cepheli klasik kaya mezarı 4 ncü yüzyılın ilk yarısına aittir.
Bunlardan birinin sahibinin adı belirlenmiştir. “Chakbija”
Bu mezarlar ve kapı kabartması Klasik yerleşimin de tarihini destekler.
Dereağzı yerleşimi Myra’ya bağlı bir kaledir ve kaya mezarları ile diğer kalıntılar, küçük ama varlıklı bir kent olduğunu gösterir.
Yerleşimde zorlukla tanımlanabilen diğer kalıntılar Roma dönemine aittir.
Bizans kilisesi ve diğer yapıların inşaatında Roma malzemeleri devşirme olarak kullanılmış ve tahrip edilmiştir.
Mermerden yapılmış üst yapı elamanlarındaki mimari bezekler, MS 1-2’nci yüzyıla tarihlenir.
Bizans varlığı ise, MS 5’nci yüzyılda başlar.
Orta Bizans döneminde ise Lykia kalesi, kireç harcı ve moloz taşlarla örülen 1.90 metre genişlikteki duvarlarla tekrar yapılır.
Bu döneme ait başka yapılar ve bir de şapel vardır.
Bu yapıların dönemi için 9’ncu yüzyıl verilir.
Bu tarihler, 9’ncu yüzyıldaki Arap-Bizans mücadelesi dönemine denk gelmekte ve anlaşılan bu nedenle tüm bölgede olduğu gibi savunma güçlendirilmiştir.
Vadinin kuzeydoğusundaki Dereağzı’nın ünlü kilisesi, Başkent İstanbul örnekleriyle karşılaştırılabilecek niteliktedir.
Burası bir haç merkezi veya bir bişof katedrali olmalıdır.
Tuğla ve taştan örülmüş olan kilise, Bizans kalesiyle aynı dönemdendir.
Kilisenin iki yanında, apsisli iki sekizgen yapı vardır.
Nartheks kuleleri içinden üst kata çıkılır.
Dış nartheks ve “U” biçiminde bir galeri katı vardır.
Amfi Tiyatro Kalıntısı
Yaklaşık 14-15 metrelik duvarları korunarak günümüze ulaşmıştır. Ayrıca: oturma sıraları 360 derece dönmekte, yaklaşık 100 metre çapındadır. Anadolu’da bulunan tiyatroların hepsi yarım ay şeklinde iken, buranın Colezyum benzeri olması oldukça önemlidir.
Orta ölçekli bir tiyatro yapısıdır. Günümüzde zeytin ağaçlarının altında oturma sıraları, orkestrası ile birlikte çok iyi korunmuş olarak görülmektedir.
SÜTLEGEN-NİSA
Kaş ilçe merkezine 60 km uzaklıktadır.
Burası günümüzde bir yayla köyü olmasına rağmen, Likya ve Roma dönemine ait birçok kalıntı bulunmaktadır. Ören yeri, bugün köyden 15 dakikalık yürüyüş mesafesindedir. Şehrin Likçe ismi “Neiseus” dur. Bu isim, Tiyatronun duvarında yazılıdır. Ören yerinde Likya ve Roma dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır.
Bölgede yapılan arkeolojik araştırmalarda, çeşitli sikkeler bulunmuştur. Bu sikkeler, Likya dönemine aittir ve günümüzde Antalya Müzesinde sergilenmektedir. Şehirde bulunan bazı lahitlerin ön cephelerinde: mızrak, kalkan, kadın ve erkek tasvirleri görülebilir. Antik kentte ayrıca: Agora ve Tiyatro bulunmaktadır.
GÖMBE YAYLASI
Kaş ilçe merkezine 68 km uzaklıkta Elmalı yolu üzerindedir.
Yol boyunca: çam ve sedir ağaçlarıyla kaplı ormanlar bulunur. Köyler bu ormanların içindedir. Gömbe yaylası: soğuk suları ve elma bahçeleriyle ünlüdür. Ayrıca: yaylada turistik hizmet veren konaklama tesisleri vardır. Bu konaklama tesislerindeki yemekler, yöreye ait kokulu otlarla hazırlanır.
Bölge: Hıristiyanlık zamanında Piskoposluk merkezi olarak önem kazanmıştır. Çevredeki kilise ve lahitler, günümüze kadar gelebilen kalıntılar arasındadır. Yayla: Osmanlı döneminde hayvan panayırı olarak kullanılmıştır. Çok sayıda Yörük günümüzde yaşamlarını sürdürüyor. Türkiye’nin en eski yağlı güreşlerinin yapıldığı yer olarak da biliniyor. Zamanında burası Mais ve Rodos adalarının tahıl ihtiyacını karşılıyormuş.
Kaş Tekke Köyü
TEKKE KÖYÜ VE ABDAL MUSA EFSANESİ
Kaş ilçe merkezine 70 km uzaklıkta, Gömbe yaylasından 8 km uzaklıktadır. Yayla yolu stabilizedir.
Tekke köyünde: Abdal Musa türbesi bulunmaktadır. Bu yüzden, köy özellikle Aleviler tarafından yoğun ziyaret edilir.
Rivayete göre “Abdal Musa, Teke yarımadasına yerleşmiş ve bölgeyi dolaşmıştır. Fethiye yakınlarına geldiğinde, çobanlardan su ister. Ancak ona kimse su vermez. Daha sonra Yumru dağına çıktığında, orada bir çobandan su ister, çoban pınardan çanağına doldurduğu suyu kendisine verir.
Abdal Musa, burada namaz kılar ve çobandan bir isteği olup olmadığını sorar. Çoban bunun üzerine “bu pınar yaz aylarında susuzluğumuzu gideriyor, ancak kışın seller oluyor ve tüm ekili alanlarımız harap oluyor” diye yakınır.
Bunun üzerine Abdal Musa, “bu pınar yazım Gömbe’ye, kışın ise bardak suyu çok görenlere gitsin” diye dua eder.
Yine söylenenlere göre, o zamandan bu yana Uçarsu Şelalesi, 6 Mayıs Hıdırellez gününden itibaren Gömbe’ye akar. Ekim ayından itibaren ise Fethiye’ye akmaya başlar. Bu yüzden, bölge Aleviler için kutsal kabul edilir ve her Hıdırellez günü çeşitli yerlerden gelen binlerce Alevi, Uçarsu Şelalesi çevresinde kurban kesip dilekte bulunurlar.
Kaş Tekke Köyü Yeşilgöl
Yeşilgöl
Yeşilgöl, Gömbe’nin üstünde bulunan dağların arasında kalan volkanik bir göldür. Özellikle İlkbahar döneminde görülmesi gereken bir göl olan Yeşilgöl, çevresinde bulunan yemyeşil bitki örtüsü ve çiçeklerle birlikte fotoğrafçılar için oldukça güzel manzaralar sunar.
Şelale, bulunduğu bölgenin bitki örtüsü özellikleri nedeniyle, kilometrelerce uzaktan bile görülebiliyor.
Şelalenin mucizevi yön değiştirmesi günümüzde de devam etmektedir.
Manevi yanında, bilimsel olarak bu durumun kaynaklanması sebebi: bölgenin toprak yapısı çok killi ve farklıdır.
Havanın soğumasıyla toprak donar ve oluşan buz setleri, suyun yönünü değiştirir.
Mayıs ayının ilk haftasında karların erimesiyle “Uçarsu” da akmaya başlayan şelale, Ağustos ve Eylül aylarına kadar akışını sürdürür. Haziran ayında düzenlenen şenliklerde, buraya gelen ziyaretçiler, Uçarsu’da dilek dileyip kurban kesiyorlar, sema törenleri ve folklor gösterileri yapılıyor. Sonra da Tekke Köyü Abdal Musa Türbesi ziyaret ediliyor.
Kaş Xanthos
XANTHOS-KSANTHOS
Kınık olarak da anılan Xanthos (Arnna); Fethiye-Kaş karayolu üzerinde, Kaş merkeze 45 km. uzaklıktadır. Kalkan merkeze 20 km ve Antalya merkeze ise sahilden 235 km uzaklıktadır.
Kınık köyünün yanındaki Eşen Çayının ayırdığı, Muğla-Antalya il sınırındadır. Eski Yunancada: “Sarı” anlamına geliyor.
Kaş Xanthos
Kent, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesine” dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Kınık içinden geçen yol, doğrudan Xanthos’a çıkar. Antik şehrin içinden aracınızla gişeye doğru giderken şehrin ayağa kaldırılmayı bekleyen yapılarını görebilirsiniz. Gişe önünde otoparka aracınızı bırakın, gişenin hemen arkasında ücretsiz tuvaletler ve müze dükkanı bulunuyor.
Giriş ücretli ancak müze kart geçerlidir. Evet burayı ziyaret ederseniz öğlen sıcağına dikkat ediniz, sabah saatlerinde gitmeniz, şapka kullanmanız ve yanınızda su bulundurmanızı öneririm.
Xanthos
Önemi
Kazılarda elde edilen buluntulara göre, şehrin ilk kuruluşunun MÖ 1200’lere kadar gittiği tahmin edilmektedir.
Likya döneminde bölgenin idari ve dini merkezidir.
Kentin ismine ilk olarak Likya dilinde yazılmış kitabelerde “Arnna” veya “Arna” olarak rastlanır.
Homeros: İlyada Destanında “Likyalı kahraman Bellerophontes’in torunu Sarpedon, MÖ 1200 yıllarında Troyalılarla birlikte savaşarak büyük kahramanlık göstermiştir” diye yazar. Ayrıca yine Homeros “Sarpedon’un çok uzaktan, Xanthos ırmağının aktığı vadiden geldiğini yazmıştır.
Sarpedon, Bellerophontes’ten kalan topraklarda hüküm sürmekteydi. Evet: antik dönem yazarlarına göre Xanthos şehrinin kurucusu Girit kökenli kahraman Sarpedon’dur.
Xanthos savaşçı ve cesur bir halk olarak tanınırlar.
MÖ 545 yılına kadar şehir, şehir bağımsız bir şehir devletidir.
Pers işgali
Ancak: Heredot’a göre: “ Şehir: MÖ 545 yılındaki Pers Ordusu Komutanı Harpagos tarafından kuşatılır.
Kahramanlıklarıyla ünlü Xanthoslular, az sayıdaki güçleriyle çok direnmelerine rağmen yenilirler. Ancak yenilmeden hemen önce, kadınlarını, çocuklarını, hazinelerini ve kölelerini Likya Akropolüne doldurdular, alttan ve yandan ateşe verdiler, öyle bir yangın kaleyi yerle bir etti.
Ardından birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak, düşmana saldırdılar, savaşta hepsi savaşarak öldü.
Bu savaştan sadece başka yerlerde bulunan 80 aileden oluşan Xanthoslular kurtuldu, onlar da şehri baştan kurdular.”
MÖ 475-450 yılları arasında, şehir büyük bir yangın geçirir ve büyük zarar görür.
MÖ 333 yılında, Büyük İskender bölgeye gelip şehri teslim alınca, bölge Likya kültüründen kopup Helenleşmeye başlıyor. Resmi dil olarak Yunanca konuşulmaya başlıyor. Bölgenin en büyük kenti olma özelliği ise, Patara şehrine kaptırılıyor.
MÖ 197 yılında: Suriye Kralı III Antiochus’un eline geçen şehir, parlak bir dönem yaşar.
MÖ 2’nci yüzyılda, Xanthos şehri Likya birliğinin başkenti olur.
MÖ 42 yılında bu kere Romalılar şehri işgal ederler ve Brutüs şehri tahrip eder ve şehir halkını öldürtür.
Bu olaydan 1 yıl sonra, Roma İmparatoru Markus Aurelius, şehri yeni baştan imar ettirir. Roma döneminde uygulanan bir şehircilik planına göre yapılan döşemeli iki ana cadde ile revaklarıyla çevrili iki meydan sonradan keşfedilmiştir.
Bu caddeler birbirleriyle dik açı çizerek kesişmektedir. Şehrin yeniden düzenlenmesi çalışmaları sırasında, geniş teraslamalar sayesinde çevresi resmi anıtlarla çevrili büyük meydanlar yaratmak mümkün olmuştur.
Bu meydanlardan bir tanesi, yeraltı sarnıçlarının üzerine orjinal bir teknikle kurulmuştur.
Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olan şehir, Arap akınlarının başlamasıyla terk edilir.
Kaş Xanthos
ANTİK KENTİN KALINTILARI
HARPİ ANITI
Antik kentte, günümüzde en çok dikkat çeken kalıntı bir savaş anıtıdır.
Anıtın mezarın MÖ 479 yılında Salamis savaşında ölen Kybernis’in mezarı olduğu düşünülüyor.
Tiyatronun batısındadır. Mezar, beyaz mermerden İon üslübundaki bir tapınak şeklinde inşa edilmiştir. İnşaat tekniği, Atina’dan gelen ustaların varlığını kanıtlamaktadır. Dekor ise tamamen Likyalı sahnelerle (surlara saldıran askerler), Atina sanatından esinlenen sahneler (Parthenon’un firizini andıran asker ve atlılar geçidi) ilginç bir karışımı görülür. Yani yerli kültürden Yunan kültürüne geçişin izleri hissedilir.
Mezar binasının alt kısmı, monolit bir kare prizması bloktur. Üstteki oda mermerdir ve rölyeflerle süslenmiştir. Bu rölyeflerde: şemsiyesi altında tahta oturmuş Persli yönetici, onun önündeyse yöneticiyi kutsayıp ona bağlılık bildiren kişiler betimlenmiştir. Yani, Anadolu’da Pers etkisinin en iyi sergilendiği bir anıt olarak önem kazanmaktadır.
Anıt ismini: kabartmalarda bulunan ve Harpiler olarak adlandırılan “Yarı kadın yarı kuş” şeklindeki mitolojik varlıklardan alır.
Anıtın yüksekliği 5.43 metredir. Kule şeklindeki monolit kaidenin üstünde mezar odası vardır. Böylece anıtın toplam yüksekliği 8.87 metredir. Bu mezar anıtı: kayalardan oyulmuş, masif bir paye ile dört yüzü frizle çevrili, küçük bir mezar odasından oluşur.
Üstü bir kapak taşıyla örtülü bu mezar odasındaki kabartmalar: günümüzde Londra British Museum’dadır. Çünkü: 1842 yılında bölgeyi yağmalayan İngiliz Fellow tarafından çalınarak Londra’ya götürülmüştür.
Yerlerine ise, orijinallerinden alınan alçı kopyaları konulmuştur. Kabartmalarda: mezar sahibi kral ve eşine, diğer aile bireylerinin sundukları hediyeler konu ediliyor. Kuzey ve güneydeki yarı kuş yarı kadın şeklindeki “Siren” isimli yaratıklar bebekleri sembolize ediyor ve ölünün ruhunu gökyüzüne taşıyor.
Xanthos Beylerinden Kybernis adlı kral adına dikilen, iki yüzü Likçe ve Grekçe yazılı anıt mezar, dünyaca meşhurdur.
KENT SURLARI
Xsantos şehrinde oturanlar, şehirlerini dış saldırılardan korumak için, büyük olasılıkla MÖ 5’nci yüzyıl sonlarında, şehri çevreleyen büyük suru inşa ederler. Bu surun bazı bölümleri, Akropolü korumak için, muhtemelen daha önceki yüzyıllarda yapılmıştır.
Büyük sur, iki tekniğin birbiriyle karışımıdır. Yunanlılardan kalan taş işleme tekniği ve eski Anadolu ve Yakın Doğu sur inşası tekniğidir. Surlar: Roma ve Bizans dönemlerinde onarılarak çeşitli ilavelerle güçlendirilmiştir.
ŞEHİR KAPISI
Güneyde, MÖ 2’nci yüzyıl yapımı bir kapı bulunmaktadır. Helenistik dönem yapısıdır.
ZAFER KEMERİ
Bu kapının arkasında, şehre büyük katkıları bulunan Roma İmparatoru Vespasianus’a ait, Dor düzenli bir Zafer Kemeri bulunur.
LİKYA AKROPOLÜ
Kentin güneybatı da, kentin ilk kurulduğu yer olan Likya Akropolisi vardır. Eşen çayına ve ovaya doğru uzanır. Akropolis’de: Artemis’e ait olduğu düşünülen bir tapınak kalıntısı ve bir Bizans kilisesi vardır.
Likya Akropolünde yürütülen kazılarda, çamur ile birbirine tutturulan küçük taşlardan yapılmış evler ortaya çıkarılmıştır. Bu yapılar, MÖ 6 ile 5’nci yüzyıldan kalmadır. Bu yapıların kalıntıları kül halinde bulunmuştur ve bir yangın sonucunda yandığı saptanan ahşap bir katı üstlerinde taşıyorlardı.
ROMA AKROPOLÜ
Kentin kuzeyinde Roma Tiyatrosunun bitişiğindedir. Kare formlu alan, Roma dönemi agorasıdır. Burada görkemli bir manastır dikkat çeker.
LAHİT
Roma Akropolisinin doğusundaki lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla tarihleniyor. Bu lahit de çalınarak götürüldüğü Londra Brisith Museum’da sergileniyor.
Xanthos Tiyatro
TİYATRO
Roma Akropolünün kuzeyindedir. Roma dönemine aittir ve MS 2’nci yüzyılda yapılmıştır. Sahnesi iki katlıdır. Yapının Bizans döneminde oturma yerleri sökülerek sur duvarlarının yapımında kullanılmıştır.
YAZILI MEZAR ANITI-OBELİSK
Satrap Kherei’ye aittir. MÖ 5’nci yüzyıla tarihlenir. Anıt: bir kaide ve mezar odasından oluşur. Kaidenin dört yüzünde Likya yazıtı bulunur. Mezar odası: yaklaşık 2 metre yüksekliktedir. Yanlar; Satrapın zaferlerini gösteren kabartmalar ile süslüdür.
Ayrıca: çatı üstünde Satrapın heykeli bulunmaktadır. Bu kabartmaların bir bölümü, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde, diğer bir bölümü ise, çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Xhanthos Mezar Anıtları
MEZAR ANITLARI
Kent, ününü mezar anıtlarıyla kazanmıştır. Bu muhteşem mezarlar “Pilyeli” mezarlardır. Bu pilyeler olağanüstü yapılardır. Ağırlığı 10 tonu geçebilen, kocaman bir kayadan oluşmakta ve üstünde ölü odası bulunmaktadır.
Bu anıtlardan sadece bir tanesi yazıtlıdır. Bu yüzden, Yazılı Kaya veya Yazılı Pilye olarak adlandırılır. Bu yazıt da mezarın MÖ 5’nci yüzyılın sonlarına doğru Xsanthos kralı olan Gergis’in mezarı olduğunu yazar.
Bu durumda, Xsanthos ve Likya’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi, Xsanthos’da bulunan pilyelerin krallara mahsus olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu pilyelerden bazıları alçak kabartmalarla süslüdür.
Bu anıtların muhtemelen Xsanthos kralları için şehre çalışmaya gelen Yunanlı sanatçılar tarafından yapılmış olmalıdır.
Ancak bu mezar anıtlarının çoğu çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır. Bunlar arasında en tanınanları: Nereitli Pilye, Harpili Pilye, Paya ve lahdi, Aslanlı Pilye.
Aslanlı Mezar
Kentin kuzeydoğu ucunda, Roma Akropolisinin doğu eteğinde sadece kaidesi görülmektedir. Bilinen en eski Likya mezarı olarak önemlidir. MÖ 525 yılına tarihlenen anıt mezarın kabartmaları, günümüzde çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Kule Mezarı
Harpiler Anıtının güneyindedir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir. Likya mezarlarının özgün bir örneğidir. Toplam yükseklik 8.59 metredir. Anıt mezarın, blok taşlarından yapılan kulesi, güneş resimleriyle bezeliydi. Ancak kabartmalar: İstanbul Arkeoloji Müzesine alınarak orada sergilenmektedir. Kulenin üzerinde 3.56 metre yükseklikte bir lahit vardır. Lahit sivri kemerlidir.
MÖ 390-380 yılları arasında Xsanthos Kralı Arbinas için yapılmıştır.
Nereidler Anıtı
Bugün, burada sadece anıtın temelleri görülür. Tahmin ettiğiniz gibi, bu anıt da çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Yine de bu anıt hakkında bilgi vereceğim.
Nereidler Anıtı
Anıt, yüksek bir kaide üzerindedir. Kaide kabartmalı frizlerle bezelidir. Kaidenin önü, sütunlarla çevrili üst bölümden oluşur. Sütunlar: üçgen alınlıklı bir çatıyı taşırlar.
Mezar odası: yüksek kaidenin içindedir. Anıt adını: sütunlar arasında bulunan Su Perileri “Nereid” heykellerinden almıştır. Burası bir Likyalı Satrap mezar anıtıdır.
Son bir not: 2017 yılında Londra Brıtish Museum’a gittim, İngilizler müzeyi oluştururken bütün dünyadan elde ettikleri eserleri, ziyaretçileri müzeye ücretsiz sokarak gösteriyorlar.
Nereidler Anıtını müstakil bir salona yerleştirmişler, ışıklandırmışlar, hemen karşısına da koltuk koymuşlar, bu koltuklara oturup bu muhteşem anıtı dakikalarca seyrettim, inanılmaz güzel, böyle güzel bir anıtın ülkemizden uzaklara, Patara Limanına yanaşan bir İngiliz Savaş Gemisine yüklenerek götürülmesi olacak iş değil,
Xhandos Sütunlu Cadde
SÜTUNLU CADDE
Roma dönemine ait sütunlu cadde, Bizans dönemine ait Katedral (Doğu Bazilikası), Haç Bazilikası ve yaklaşık 2 km uzunluğundaki surlar da görülebilir. Cadde, taş kaplamalarıyla Anadolu’nun en iyi ele geçen caddelerinden birisidir.
KSANTHOS AGORA DİKMESİ
Anıtın gövdesindeki yazıt çift dillidir. Dönemin en uzun yazıtının çoğunluğu Likçe’dir. Ayrıca 11 satırlık eski Yunanca dizede kralın askeri başarıları övülür. MÖ 430 yılında Atina’dan Lykia’ya bağış toplamak için gönderilen Atinalılar gibi Spartalılar ve Melasandos’tan da bahsedilmiştir. Henüz tam çözülemeyen, salt isimler konusunda güvenilir araştırma düzeyinde bulunan Ksanthos yazılı dikmesi hem çok dilli oluşu hem de tarihi olaylardan bahsetmesiyle ayrıcalıklı bir yer edinirken, Likçe’nin eski diyalektinde yazılmış olmasıyla da özelleşir. İki dilli yazıtlardaki benzer kelimelerin farklı yazılışlarının nedeni, Grekler’in Likçe’nin egzotik seslerini tam anlayamamış olmalarıdır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri: Patara’da yaşanmıştır. Büyük İskender birkaç günlük kamp kurduğu kentin görkemli yapıları arasında dolaşan iyi giyimli halkı öylesine anlaşılmaz bir dille konuşmaktaymış ki, çevirmen yardımı olmadan anlaşamamışlar.
Leteon
LETOON
Lykia şehir devletlerinin kültür merkezi olduğu sanılıyor. Çünkü, o dönemde, milli festivaller burada düzenleniyormuş. Letoon adı ise, efsanelerden gelmekte. “Tanrılar kralı Zeus, Leto’ya aşık oluyor ve birlikteliklerinden, Leto ikiz çocuklarına hamile kalıyor.
Zeus’un kıskanç karısından korkan Leto, kaçıyor ve Delos’a geliyor. Burada: çocukları Apollon ve Artemis’i doğuruyor. Ancak; Leto, Hera’dan daha çok uzaklaşabilmek için, Lykia’ya, Anadolu kıyılarına kaçıyor.
Yolda karşılaştığı kurtlar, ona Xantos Nehrine kadar klavuzluk ediyorlar. Leto, minnettarlık içinde nehri Apollon’a adayarak, o zamana kadar “Termilles” adıyla bilinen yere, Yunanca kurt anlamına gelen “İykos” sözcüğünden türetilmiş olan “Lykia” adını veriyor.
Letoon’un kuzeyinde, Grek planlı, Helenistik döneme ait olan tiyatro var. Sahne kısmı ayakta olmayan tiyatronun doğu ve batısındaki kapılar, Dorik firizlerle süslenmiş. Tiyatro, büyük ölçüde, Patara tiyatrosunu hatırlatıyor.
Kazılar sırasında, tapınak kalıntılarının arasında, Lykia tarihine ışık tutabilecek nitelikte yazıtlar bulunmuş. Bunlardan en önemlisi: Büyük İskender’in Letoon’u ziyaretini anlatan yazıttır. Şehirde: MS.8’nci yüzyıldan sonrasına ait kalıntı izleri görülmüyor.
3 dilli yazıt:
Lykia bölgesinde ele geçen yazıtlar içinde Letoon üç dilli yazıtı en önemlisidir. Likçe, Eski Yunanca ve Aramice dillerinin aynı anıtta birlikte yer alması resmi/politik bir söylemden iz vermektedir. MÖ 4 ncü yüzyıla ait yazıt, Klasik Dönem Lykia’sının bilinen en uzun ikinci yazıtıdır. Likçe kısmı 41 dizeden oluşur. Bugün Fethiye Müzesinde bulunan yazıt, ilk olarak 1974 yılında yayınlanmıştır. Yazıt içeriğinde Kral Kaunos ve Karanlık Tanrılar kültü (Arkesimas) kayıtları bulunmaktadır.
Evet, Letoon; Arap akınlarının başlaması ve Hıristiyanlığın putperest yapılarına karşı acımasız olan tutumu yüzünden, şehrin terk edildiği tahmin ediliyor.