Isparta Aksu: Isparta’nın merkeze uzak ilçelerinden biri, zengin tarihi kalıntıları ile öne çıkıyor. Antik çağlarda, önemli iki kent, burada kurulmuş.
ULAŞIM
Aksu ilçesinin, Isparta il merkezine uzaklığı: 62 km. dir. Eğirdir ilçesinin doğusunda, Eğirdir’e 22 km. uzaklıkta, Isparta’nın merkezi bölgelerine biraz uzak bir ilçe. Tek ulaşım yolu: Eğirdir üzerinden.
TARİH
Günümüzdeki Aksu ilçesinin, Akcaşar Mahallesi: bir antik kent üzerine kurulu. Bu antik kent: Timbriada. Bu şehir: MÖ.2000 yıllarında: Arzava krallığına bağlı Pisidia bölgesinin önemli şehirlerinden biri.
Şehir: Romalılar zamanında, en parlak dönemlerini yaşamış. Yöredeki buluntular: bu şehirde, MÖ.1 ve 2.yüzyıllarda, sikke basıldığı ve önemli bir yerleşim yeri olarak öne çıktığı görülüyor. En büyük özelliği ise: önemli ticaret yolu üzerinde bulunması imiş.
Roma imparatorluğunun parçalanmasından sonra, yöre; Bizans toprakları içinde kalmış, Akrotiri (Eğirdir) Piskoposluğuna bağlı bir yerleşim yeri olarak varlığını sürdürmüştür.
1080 yılında, yörede, Anadolu Selçuklularının hakimiyeti görülüyor. Beylikler döneminde ise: bu kez, Hamitoğulları Beyliği, yörede etkinliğini hissettiriyor. Bu dönemde yörenin ismi: Anamas.
16.yüzyılda, ulaşım şartlarının zorluğuna rağmen, Anamas’ın bazı köylerinde, pazarlar kurulduğu öğreniliyor. 18 ve 19. yüzyıllarda ise, Yılanlı oğulları isimli göçebe oba hayatı yaşayan Yörüklerin, bölgeye yerleştikleri görülür.
Ancak, bunların yöre halkına baskısı neticesinde, Anamas yöresindeki halkın göç etmek zorunda kaldıkları da, tarihi kayıtlara işlenmiştir. Sonraki dönemde: 1965 yılında, Anamas beldesi, Aksu ismini alır ve 1987 tarihinde ilçe statüsü kazanır.
GENEL
İlçe, 1250 metre rakımda bulunmaktadır. Eski adı: Anamas. Çünkü: İlçe coğrafyasına hakim, 2388 metre yüksekliğinde, Anamas dağı var. Zaten ilçenin büyük bölümü: dağlar ve ormanlarla kaplı.
Bu dağlar, pek çok tabii mağaranın oluşumunu sağlamış. Bu mağaralardan en önemlisi, 765 metre uzunluğundaki zindan mağarası. Bunun dışında: Sorgun mağarası ve Gümüş ini mağaraları var.
İlçe, iklim bakımından İç Anadolu’nun karasal iklim özelliklerine sahiptir. Kışları uzun, yağışlı ve soğuk, yazları ise kısa ve ılıman geçer.
Aksu ilçesinin bulunduğu bölgede yapılan kazılarda: ilk çağlardan bu yana iskan bulunduğu görülmüştür. Yörede: Helenistik döneme ait, MÖ. 2. ve 1.yüzyıllardan kalma sikkeler bulunmuştur. Cumhuriyet döneminde: Eğirdir’e bağlı bir bucak olarak Yenice adı altında varlığını sürdüren Aksu, 1988 yılında İlçe statüsüne kavuşmuştur.
İlçede, önemli bir akarsu: Köprü çayı. 156 km. uzunluğundaki bu çay, ilçe merkezine 5 km. uzaklıktaki Sorgun yaylasından doğuyor. Bu ırmak: ilçeyi ikiye bölerek, Aksu ovasını suluyor ve daha sonra Serik ilçesi yakınlarından Akdeniz’e dökülüyor.
İlçenin ekonomik durumu: temel geçim kaynağı tarım ve hayvancılık. Ayrıca, ağaç işleri üzerine kurulu, küçük atölyeler var. Elma üretimi önemli bir yer tutuyor. Yılda, yaklaşık 13 bin ton elma üretiliyor.
NE SATIN ALINIR
Aksu yöresinde arıcılık yaygın, güzel bal bulup satın alabilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER
Isparta Aksu
TYNADA
İlçe merkezinin 8 km. doğusunda, Terziler köyündedir. Antik kente ulaşmak biraz zahmetli. Terziler köyünden stabilize bir yol ile gidiliyor. Şehrin hangi tarihte ve kimler tarafından kurulduğu, net olarak bilinmiyor. Ama şehrin isminin, yörenin ismi olan “Tuwana”dan geldiği düşünülüyor. Bina kalıntılarından ise, kuruluş yıllarının, Helenistik döneme ait olduğunu ortaya koyuyor.
Şehirdeki en önemli yapı: sivri tepenin güney yamacında bulunan: kaya mezarı.
Günümüzde, bu antik şehirde: tapınak ve bina kalıntıları ile, yazıtlar ve mezar taşları bulunuyor. Bunları görebilirsiniz.
Isparta Aksu
TİMBRİADA
İlçenin, Akcaşar Mahallesinin kuzeyinde, Asartepe civarındadır. Bu antik şehir, bu bölgede büyük bir alana yapılmaktadır. İlçe merkezine, yakındır, stabilize bir yolla, rahatça ulaşılıyor.
Şehrin net kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte, MÖ.1.yüzyılda kurulduğu sanılıyor. Şehirde: Helenistik döneme ait, MÖ.2.yüzyılda basılmış sikkeler bulunmuş. Özellikle: İmparator Hadrianus döneminden (17-138) İmparator Maximunus dönemine kadar (222-235) sikke basıldığı tespit edilmiş. Bu sikkelerden bir kısmı ve mezar taşları, günümüzde Isparta Müzesinde sergileniyor.
Şehir: Bizans döneminde, Akrotiri (Eğirdir) piskoposluk merkezine bağlı bir yer imiş. Adının anlamı ise: Gürsu.
Antik şehirde, herhangi bir resmi kazı çalışması yapılmamış. Ancak, günümüzde, burada: bina ve tapınak kalıntıları görülüyor.
Isparta Aksu
EURYMEDON KUTSAL ALANI
Kentin zindan mağarası önünde, Eurymedon Tanrısına (Köprüçay tanrısı) adanmış, bir Açıkhava tapınağı bulunuyor.
Bu Açıkhava tapınağı: Romalılar döneminde inşa edilmiş ve ibadet yeri olarak kullanılmış. Mağara önünde, sırası ile üç teras var. Mağara ağzı taş duvarlarla örülüyor. Mağara girişinin hemen sağ tarafında: Eurymedon tanrısının insan ölçülerindeki heykelinin durduğu niş var. (heykel, halen Isparta Müzesinde) Eurymedon tanrısının durduğu bu yerden: köprü çaya inen merdiven basamakları bulunuyor.
Kutsal alanın hemen karşısında ise, mezarlık var.
Kutsal alanın önüne, Roma döneminde tonozlu bir köprü yapılarak, kutsal alan ile güneydeki mezarlık birbirine bağlanmıştır.
Isparta Aksu
ZİNDAN KÖPRÜSÜ
İlçenin 2 km. kuzeydoğusunda, Zindan mağarası önünde, Köprüçay üzerindedir. Tek kemerli ve yuvarlaktır. Kilit taşı üzerinde: Eurymedon (Köprüçay) Tanrısının, sakallı büst heykeli var. Blok taşlarla yapılan köprünün yan taraflarında, nehre inen bir merdiven de var.
Isparta Aksu
ZİNDAN MAĞARASI
Mağaranın toplam uzunluğu: 765 metre. Mağaranın ilk girişinde: yükseklik 8 metre ve genişlik ise 12 metredir. Mağara girişi geniş olmasına rağmen, daha sonra daralan bir koridora sahip. Geniş olan ağız kısmının tavanında, binlerce yarasa var.
Mağara: önünde akan köprü suyu çayından; 12 metre daha yüksektedir. Mağaranın içinde: ilginç sarkıt ve dikitler var.
Mağara: Pisidia döneminde kutsal alan ve Bizans döneminde ise kilise olarak kullanılmıştır. Bu dönemlerde: mağaranın ağzı kapatılıyormuş ve aynı zamanda bir sığınak olarak da kullanılmış.
Mağara içinde yer altı deresi var. Bu suyun: cilt ve deri hastalıkları için iyi geldiği söyleniyor. Ayrıca: mağara içindeki havanın, astım hastalığına iyi geldiği söyleniyor. Mağaranın önünde bulunan: Eureymedon tanrısı heykeli, buradan taşınmış ve halen Isparta Müzesinde sergileniyor. Bu tanrı heykelinden de, biraz önce söylediğim gibi, buranın kutsal bir alan olarak kullanıldığı belirleniyor. Mağara ışıklandırılmış. Gezmek mümkün. Özellikle: yarasa kolonisinin kaybolmaması için, mağara Sit alanı olarak ilan edilerek koruma altına alınmış.
Isparta Aksu
KÖPRÜÇAY KANYONU
Köprüçay: İlçenin, 8 km. kuzeyinde bulunan Anamas Dağlarının güney yamacından doğar. Bölgede, küçük bir dere niteliğindedir. Bu küçük dere, Sorgun Yaylasına ulaştığında, Anamas Dağlarının haşin yapısından kurtulmanın rahatlığı ile salınarak akmaya devam eder. 4.km.lik Sorgun yaylasını geçtikten sonra, güneye yönelir ve Aksu kaynağının sularını da alarak, Zindan Boğazına girer.
Bu alanda coşar ve şelaleler oluşturur. Derenin buradaki adına: Aksu çayı denilir. Zindan Boğazı: güneyde Aksu ve Yılanlı Ovasına açılır. Burada: Kanyonun suları, ovanın şah ve kılcal damarlarını oluşturarak ilerler. Aksu çayı: daha sonra güneydoğuya yönelir ve Belence Boğazına girer. Daha sonra güçlenerek, Kasımlara doğru yönelir. Buradan sonra, adı Köprüçay ırmağıdır.
Kartoz çayının da desteğini alarak, kalın kireçtaşlarını delmeye hazır bir potansiyel oluşturur. Bu nehir: 12 km. boyunca, yalnızca, kireçtaşları arasından yoluna devam eder. Bu kesimde: kendisinden 200-300 metre yüksekliğe ulaşan, derin bir kanyon oluşturur. Kanyon boyunca: kanyonun iki tarafındaki yüksek kayalar yer yer birbirlerine yaklaşmakta ve yöre halkı tarafından kayalara “Öpüşen Kayalar” ismi verilmektedir.
Nehir: Değirmenözü Köyünün güneybatısında, bir menderes yaparak, tekrar güneye yönelir ve ikinci bir kanyona girer. Bu kanyonun uzunluğu: 1.5 km.dir. Bu kısa kanyondan sonra: nehir kıvrımlar çizerek, adacıklar oluşturur. Çaltepe güneyine kadar, yaklaşık 15-20 km. boyunca yöre halkının “Uyuyan Su” dedikleri, durgun su şeklinde akar.
Çalltepe güneyinde, tekrar karbonatlı kayaçlar içine giren su: Oluk köprüye kadar, dar ve derin bir kanyon daha oluşturur. Bu kanyonun uzunluğu; 15 km. den fazladır. Burada, nehir zaman zaman, kayalar altında kaybolur. Köprüçay: Antalya Serik yakınlarında, Akdeniz’e dökülür.
Diyarbakır Çınar ilçesine bağlı 13 km uzaklıktaki Demirölçek köyündedir. Demirölçük köyüne olan uzaklık 1 km dir. Diyarbakır il merkezine ise, 45 km uzaklıktadır. Antik kent, Diyarbakır-Mardin karayolunun hemen yakınında olması nedeniyle ulaşımı oldukça kolaydır. Diyarbakır’dan sonra Çınar ilçesini geçtikten sonra 15 dakika uzaklıkta, Zerzevan tabelasını görünce yoldan sapıp kaleye çıkabilirsiniz.
Aracınızı otoparka bıraktıktan sonra oldukça dik basamaklı bir yoldan yukarı çıkmak gerekiyor.
Bu yüzden, aşırı sıcak bir havada gitmenizi önermiyorum, sabah erken saatlerde gitmeniz önerilir. Hatta, yine alanı gezerken lastik ayakkabı giymeniz uygun olur. Bölgeyi gezerken, her kalıntının yakınında açıklayıcı tabelalar bulunması çok uygun.
Neden “Zerzevan” ismi: 1880’li yılların başında yöreyi ziyaret eden gezginler tarafından kaleye “Kasr Zerzaua” ismi verilmiştir.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Yöredeki ilk yerleşim
Yöredeki ilk yerleşim MÖ 882-611 yılları arasında, Asur döneminde olmuştur.
Asur döneminde burada “Kinabu” isimli bir kalenin varlığı bilinmektedir. Çünkü yapılan kazılarda, bu döneme ait kalıntılar bulunmuştur. Birçok bronz eser ile birlikte bulunan bir mühür oldukça önemlidir.
Asur dönemine ait 3000 yıllık bir mührün içinde bir delik bulunmaktadır. Bu delik, ip geçecek büyüklüktedir ve muhtemelen mührü kullanan kişinin, mührü bir ip ile boynuna astığı düşünülmektedir.
Mühür kil üzerine baskı için yapılmıştır. Üzerinde tanrı figürü vardır. Tanrı figürünün karşısında ise, bir hayat ağacı figürü bulunuyor. Tanrı figürünün arkasında ise, bir kuş vardır. Mührün üzerindeki tanrı figürü, elindeki kozalak ve kovadaki kutsal suyla hayat ağacına can veriyor. Üst kısımda ise, güneş ışınları görülüyor. Güneş ışınlarının olması ve tanrının başının gökyüzüne kadar uzanmasının kutsal bir anlamı vardır.
Peki bu mühür ne için kullanılmıştır? Muhtemelen Asur döneminde gönderilen mektup, belge, tablet ve eşyalar gönderilirken, mühür, kilin üstüne bastırılarak mühürleniyordu.
Böylece mühürlenen eşya veya belge, gittiği yere vardığında açılmadan kim tarafından gönderildiği belli oluyordu. Böylece, mührün önemi ortaya çıkıyor, çünkü mührü kullanan kişi, oldukça önemli biri olmalıdır. Muhtemelen bir üst düzey yönetici veya Asurlu bir general olmalıdır.
Pers döneminde ise, buradaki kale, MÖ 550-331 yılları arasında, burada Kral yolunun ve aynı zamanda antik ticaret yolunun güvenliğini sağlamak için kullanılmıştır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Roma Dönemi
Yerleşim yeri: 491-518 yılları arasında hüküm süren İmparator Anastasios döneminde ve 527-565 yılları arasında hüküm süren İmparator Justinianos I zamanında onarım görmüş veya bazı yerler yeniden yapılmıştır.
Evet, kalenin Roma dönemindeki ismi “Samachi” dir.
Önemi: Roma imparatorluğunun bir doğu sınır garnizonu olmasıdır. Bu yüzden Roma imparatorluğu için çok önemlidir ve burada yaklaşık 1000 askerin görev yaptığı tahmin ediliyor. Ayrıca sivil yerleşim yerinde de yüzlerce sivilin yaşadığı tahmin ediliyor.
Bu kale düştüğünde, Diyarbakır ve Anadolu’nun düşmesi de gündeme gelecekti. Zaten, kale daha sonraki dönemde Sasaniler tarafından ele geçirilince, Sasaniler Anadolu içlerine kadar ilerlemişlerdir.
Kale: hem Pagan Roma dönemi ve hem de devamındaki Hıristiyan Roma döneminde kullanılmıştır.
Gerek Zerzevan kalesi ve gerekse kale dışındaki askeri yerleşim yeri, yer altı ve yer üstü yapılarıyla, dünyanın en iyi korunmuş Roma garnizonlarından birisi olarak günümüze ulaşmıştır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Roma dönemindeki önemi
Zerzevan: Amida ve Dara arasında stratejik bir konumdadır.
Ayrıca: antik dönemde “Kral yolu” olarak bilinen günümüzdeki Diyarbakır-Mardin karayolundadır. Bu yol aynı zamanda antik dönem ticaret yoludur.
Bu yüzden: Zerzevan kalesi, Romalılar ve Sasaniler arasında büyük çatışmalara sahne olmuştur.
Sasaniler: MS 359, 502 ve 604 yıllarında yapılan batı seferlerinde, bu yolu kullanmışlardır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Yerleşim
Yöredeki yerleşim kalıntıları ve surlar, yaklaşık 60 dönümlük bir alanda kurulmuştur.
Bu büyük alanda: siviller su bakımından zengin vadide tarımla uğraşmışlar, herhangi bir tehlike durumunda ise, kaleye sığınmışlardır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
KALE KISMI
Kale: yerleşimin güney kısmında, 124 metre yükseklikteki bir tepe üzerindedir. Bu yüzden, bütün vadiye hakim bir konumdadır.
Kale bölümü: surlarla çevrilidir. Gözetleme ve savunma kuleleri bulunmaktadır. Ancak gerek sur duvarları ve gerekse gözetleme ve savunma kulelerinin mimarisi eşsiz güzelliktedir.
Kalenin yapımında kullanılan taşların, 2 metre boyunda ve yarım metre genişliğinde, dikdörtgen biçimdeki şekilleri ilgi çekmektedir.
Sur duvarları
Kaledeki sur duvarlarının uzunluğu 1200 metredir. Yüksekliği 12 ile 15 metre arasında ve kalınlıkları ise, 2 metre ile 3.5 metre arasında değişmektedir.
Sur duvarlarıyla birlikte, şehrin etrafında: gözetleme ve mancınık kuleleri bulunmaktadır.
İki burç arasında, geniş bir giriş bulunuyor. Bu anıtsal girişin kalenin esas girişi olduğu tahmin edilmektedir.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Güney Kulesi
Günümüze oldukça sağlam olarak gelen kule: güneyde bulunmaktadır, bu 3 katlı gözetleme kulesinin yüksekliği 21 metredir. Bu kulenin; günümüze 19 metresi sağlam olarak ulaşmıştır.
Güney kulesinin altında, gizli bir geçit bulunmaktadır.
Geçit, muhtemelen: kaleden dışarıya haberci göndermek, şehrin önde gelenlerini buradan kaçırmak veya buradan bazı askerleri dışarıya çıkarabilmek için yapılmış olmalıdır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Geçit, günümüzden yüzlerce yıl önce, bloklar ve harçlarla kapatılmıştır. Bunun sebebinin muhtemelen, dışarıdan içeriye sızmaya karşı bir önlemdir. Bir diğer iddia ise, bu tünel ile, Diyarbakır-Mardin karayolu kenarındaki derelerden su temin etmektir.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Sur duvarlarının içi
Sur duvarlarının içinde yapılan araştırmalarda: Romalı askerler ve sivillerin günlük yaşamları ve yörede yaşanan savaşlar hakkında önemli bilgiler edinilmiştir.
Güney bölümde, surlarla çevrili bölümün içinde: tahıl depoları, su sarnıçları, kilise, idari bina, cephanelik, kaya sunağı ve kaya mezarları gibi yerlere ait kalıntılar bulunmuştur.
Sur duvarlarının dışı Askeri Yerleşim
Bölgenin güneyinde bulunan sur duvarlarının dışındaki alanda ise; su kanalları ve taş ocakları vardır.
Kuzeyde: cadde ve sokaklar ve evlerin kalıntıları görülmektedir.
Yer üstündeki bu eserler yanında, yer altında da: birbiriyle bağlantılı; gizli geçit şeklinde tüneller ve sığınaklar bulunmaktadır.
Askeri yerleşim bölgesinin altında: 400 kişinin konaklayabileceği bir yer altı sığınağı vardır. 1500 yıllık bu dev yeraltı sığınağının yüksekliği 2.5 metredir ve altında havalandırma boşluğu bulunmaktadır. Savaş dönemlerinde yüzlerce insanın burada geçici olarak barındığı düşünülüyor.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Surların dışında, yerleşime su sağlayan 54 tane su sarnıcı ve bunlara kaynaktan su getiren 800 metrelik bir kanal bulunmaktadır. Bu kanal tam bir mühendislik harikası olarak nitelendiriliyor. Çünkü kanalın yapımında, milimetrik eğimler kullanılmış ve kanalda su bırakıldığı zaman, doğrudan kaleye geliyormuş.
Kanallarla kaleye ulaşan su, önce devasa büyüklükteki ana depoyu dolduruyor ve daha sonra diğer küçük sarnıçlara akıyormuş. Bu sistem sayesinde, şehirde 400 yıllık süreçte su sıkıntısı yaşanmamıştır.
Ayrıca: yine bu bölgede: yeraltı sığınağı ile birlikte, fonksiyonları henüz belirlenememiş birçok yapı ve bir de Mithras Tapınağı bulunmaktadır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Nekropol Alanı-Ölüler Şehri
Yerleşim alanı dışında: güney ve kuzey kulelerin dışında bulunan alanda: kayaya oyulmuş farklı tipte mezarlar bulunmaktadır. Pagan döneminde yapılmış mezarların bir kısmı, Hıristiyanlık döneminde de kullanılmıştır. Ayrıca: askeri yerleşimin güneyinde, yüksek bir tepe üzerinde kaya mezarları vardır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Bu mezarların: genel olarak basamaklı bir girişi bulunmaktadır. Bu basamaklı girişler, doğrudan mezar odasına açılmaktadır. Mezar odasında ise, ölülerin yatırılması için 3 kline açılmıştır.
Ayrıca, kaya mezarlarından farklı olarak: lahit biçiminde, ana kayaya oyulmuş mezarlar da bulunur. Ancak bu lahit mezarların kapakları, günümüze ulaşmamıştır.
Evet, tüm mezarlar su dışında iken, sur içindeki yerleşim yerinde sadece bir mezar vardır. Bu özel yapılmış tek kişilik, iki tonozlu mezarın bir üst düzey yönetici veya generale ait olduğu düşünülüyor.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
MİTHRAS TAPINAĞI
Tanrı Mithras
İlk çıkışının MÖ 600 yıllarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu tanrı: Pers kökenli bir “Işık” yani “güneş” tanrısıdır. Kült, “güneşe” tapınmaya dayanır. Aynı zamanda “arabuluculuk” anlamına gelen “anlaşma ve dostluk” kavramlarının tanrısıdır. İlaveten: ışığın, savaşın, adaletin ve inancın sembolüdür. Öğretisi: dünyanın yaratılışıyla ilgilidir. Aynı zamanda: evreni kontrol eden tanrı olarak bilinir.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Tauroktoni miti
Tanrı Mithras: takım yıldızlarını simgeleyen: akrep, yılan ve köpek gibi figürleri ve gezegenleri simgeleyen yıldızlar eşliğinde “Tauroktoni” denen “bir boğayı öldürmek” sahnesinde görülür. Astronomi bilimine göre: ekinoks, Yunan ve Roma dönemlerinde “boğada” imiş. MÖ 4000 ile 3000 yılları arasında gerçekleşen “Boğa Çağı” bitimi, bu boğa öldürme miti ile betimlenmiştir.
Aynı dönemde, Perseus yıldızlarının tam boğa üzerinde bulunması, boğanın “Perseus” tarafından öldürüldüğünü izah etmektedir. Bu sahnede Perseus’un yerine geçen Tanrı Mitras, boğanın gücünü yok ediyor ve ekinoksu, boğa burcundan çıkarıp, koç burcuna sokuyor. Yani “Boğa Çağı” bitip, başka bir çağ başlamaktadır.
Mitras ayinlerinde, kurban edilen boğanın kanı içilir ve bu kan ile aynı zamanda yıkanılırmış. Böylece, yok olan bir çağı simgeleyen boğanın gücüne ve ölümsüzlüğüne ulaşılacağına inanılırmış.
Dini törenler, dışarıya kapalı yani gizlidir. Bu yüzden, Mithras’a ait yazılı kaynaklar yoktur.
Törenlere sadece erkekler kabul edilir.
Dinin mensupları: 7 aşamadan ve 12 zulümden geçmek zorunda kalırlardı. Bu konudaki bir diğer ifade: 7 hafta sürecek 12 eziyetten geçme şeklindedir.
Mitrasçılar tapınakta, kendi derecelerine göre oturuyorlar, en üst seviye 7’nci derecedir.
Törenler: yer altındaki mağaralar ve tapınaklarda yapılırdı.
Bunlar yüzünden, Mithras dininin sırları, sadece tarikata kabul edilenlere açıklanıyordu. Yani, sırları sadece tarikata kabul edilenlerle paylaşılmıştı. Bu yüzden, yüzyıllardır bu sırlar, tam olarak açığa çıkarılamamıştır.
Romalılarda Mithras kültü
Doğuya yapılan seferlerin ardından, Mithras dini, ilk olarak Romalı askerler tarafından, Roma imparatorluğuna getirilmiş ve MS 2 ile 3’ncü yüzyıla kadar Roma imparatorluğunda özellikle askerler ve tüccarlar arasında oldukça yaygın olmuştur.
Çünkü Roma askerleri: bu tanrının savaşlarda “asla yenilmez ve yok edilemez tanrı” olduğuna inanırlardı.
Mithras inanışı, Roma topraklarının bütününde hakim olsa da, Mithras dininin Perslerden geldiği kabul edilince, Zerzevan kalesindeki Mithraeum tapınağı, Mithras dininin ilk tapınağı olarak kabul edilmektedir.
MS 1’nci yüzyıldan itibaren Anadolu’da yayılmaya başlayan Mithras kültünün; MS 3’ncü yüzyılda Avrupa’da İskoçya ve Afrika’da Büyük Sahra bölgelerine kadar ulaştığı söyleniyor.
MS 4’ncü yüzyılda Roma topraklarında Hıristiyanlığın yayılması ile, Mithras kültü önemini kaybetmiştir.
Mithraeum
“Mithraeum” olarak isimlendirilen tapınak: Zerzevan bölgesinde yapılan arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.
Buluntunun ardından, dünyanın dört bir yanından buraya ziyaretçi akını olmuş ve olmaktadır.
Çünkü: dünya üzerinde birçok insan “Mithras” ın gizemini merak etmektedir.
Hatta: günümüzde “illuminati” ve benzeri gizli tarikatlar, “Tapınak şövalyeleri” ve “Masonik” yapılar da, Mithras kültürünü kendi ataları olarak kabul etmektedirler. Çünkü: işaretler bu gibi örgütlerin buradan doğduğu iddialarını kuvvetlendirmektedir.
Evet, Mithraeum Tapınağı: Roma imparatorluğu döneminde, doğu sınırındaki ilk tapınaktır.
Dünyada ise, ortaya çıkarılan son Mithras tapınağıdır.
Bu yüzden: Mithras kültürünün dünyadaki en iyi korunmuş tapınaklarından birisidir.
Anadolu’da bir başka Mithareum: Gaziantep Doliche’de bulunan iki doğal mağaradır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Tapınağın Özellikleri
Evet tapınak: Zerzevan kalesinin en önemli yapısıdır.
Ana kayanın altına yani yeraltına oyularak yapılan tapınak: surların kuzey ucundadır. Tapınak tek girişlidir. Yapının giriş kapısında: çeşitli semboller ve yazıtlar açıkça görülmektedir. Tapınağın uzunluğu 7 metre, genişliği 5 metredir. Yükseklik ise 2.5 metredir. Toplam 35 metre kare büyüklüktedir. Buradaki tapınakta yapılan gizli ayinlere, 40 kişinin katıldığı tahmin edilmektedir.
Doğu duvarında ise: ana kayaya oyulmuş sütunlar vardır. Ayrıca yine doğu duvarında: Mithras sembollerinden biri olan “ışın tacı motifi” oyulmuştur ve günümüzde görülmektedir.
Koridorlar
Tapınak içinde 2 koridor bulunmuştur. Mithras kültünde belli mertebeler vardır. Bu yüzden: muhtemelen: belli sınıftaki insanlar bir koridoru ve Mithras’a yeni girecek kişiler ise, diğer koridoru kullanıyorlardı.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Nişler
Ortada ise, 1 büyük niş ve iki yanda küçük nişler bulunur.
Büyük Niş:
Ortadaki büyük nişte oyulan yere: Mithras’ın boğayı yenerek kurban ettiği sahnenin bulunduğu plaka konuluyormuş. Büyük nişin çevresinde, 2 sütun üzerindeki boya kalıntıları ise, yükselen bir kuşaktan kalmadır. Bu boyalı kuşakta bir zamanlar, muhtemelen Mithras inanışına ait semboller vardı.
Küçük Nişler:
İki yanda bulunan küçük nişler: bunlardan birinde, oldukça düzgün oyulmuş bir boğa kanı veya su çanağı bulunur. Yerde de bir havuz bulunur. Kan/su kasesi ve havuz: duvar içinden bir kanal ile birbirine bağlanmıştır.
Bu çanak ve havuz muhtemelen Mithras dini törenlerinde su veya boğa kanı için kullanılmış olmalıdır. Çünkü Mithras dini törenlerinde, boğa kanı ile birlikte su da kullanılmaktadır.
Ayrıca: yine dini törenlerde, kurban edilen hayvanları asmak için, tavanda 4 tane simetrik nokta bulunmaktadır.
Bu asma noktaları: Mithras ritüellerinde kurban edilen boğaları asmak için kullanılmıştır.
Hatta: uyuşturularak tavana ayaklarından asılan boğa kurban edildikten sonra, bu kandan içen kişilerin, günahlarından arındığına ve Mithras dinine girdiğine inanılıyormuş. Bu boğa kanı ile ayrıca dine yeni giren kişiler yıkanarak vaftiz ediliyormuş.
Hırıstiyanlığın yayılması ile, Mithraeum Tapınağı: kiliseye dönüştürülmüştür.
Enerji
Evet, tapınak hakkında bilgileri aktardıktan sonra, konuyu kapatmadan tapınağın bir özelliğinden de söz etmek de gerekir.
Mithras tapınağında yoğun bir enerji bulunduğu iddia ediliyor.
Çünkü: Mithras kültü inananlarının hepsinin gökyüzü ile ilgilendikleri, gezegenlerin bulundukları konuma göre, tapınağın bulunduğu konumda çok büyük bir enerji toplandığına inanılıyor.
Zaten, tapınağın duvarlarında, Mithras’ın 7 aşamasının simgesi olarak Merkür’den Venüs’e kadar olan 7 gezegenler sembolize ediliyormuş.
Hatta: burası keşfedildikten sonra, yurt dışından önemli ziyaretçilerin geldiği de söyleniyor.
Hatta: yine söylentilere göre, yurt dışından gelen bir gurubun, tapınakta gizlice enerji ölçümü yaptığı söyleniyor.
Bir kısım ziyaretçilerin tapınakta gecelemek istedikleri ancak bu isteklerinin kabul edilmediği de söyleniyor.
Yine söylentilere devam edelim. Tapınak içi ve yakınlarında cep telefonlarının çekmediği söyleniyor. Hatta: Dron ile yukarıdan çekim yapmak istenildiğinde, tapınağın üstten resminin alınamadığı da yine söylentilerdendir.
Evet, bütün yazdıklarımı “söyleniyor” olarak tamamladım, evet bunların gerçekliği henüz kanıtlanmış değil, çünkü Zerzevan kalesi ve yaşam bölgesinin henüz yüzde 1’ lik bölümü ancak kazılmıştır. Toplamda 30 yıl süreceği tahmin edilen kazılar ilerledikçe, daha ilginç ve güzel buluntuların ortaya çıkarılacağı kesindir.
Kilise
Roma topraklarında Hıristiyanlığın kabul edilmesiyle burada da 6’ncı yüzyılda bir kilise yapılmıştır ve bu kilise, büyük ölçüde ayakta kalmış yani korunmuş olarak günümüze ulaşmıştır.
Hiristiyanlığa geçişte, çok tanrılı Roma döneminde önemli bir kişinin mezarı olan bu bölüm ibadethaneye dönüştürülerek Romalı askerler tarafından kullanılmıştır. Yani, bölgedeki en eski kiliselerdendir.
İbadethanenin duvarlarında “Aramice” yazılar bulunmaktadır.
Diyarbakır Zerzevan Kalesi
Vaftiz Kovası
Burada bulunan “vaftiz kovası”: 1895 yılında İstanbul Arkeoloji Müzesine götürülmüştür ve sergilenmektedir.
Kova: 5 ile 7’nci yüzyıllar arasına tarihlenmektedir. Yıkanmadan farklı olarak, bu üzeri süslü işlemeli kova bir kiliseye bağışlanmış ve muhtemelen ayinlerde kullanılmıştır.
Kesik gövdeli kova, düz bir tabaka ve hareketli bir kulpa sahiptir. Kovanın üzerindeki bir sıra haç motifli bezeme, kazısız ve baskı tekniğiyle yapılmıştır. Ayrıca üzerinde bir yazıt vardır. Bu yazıt: “…………… dileğinin veya adağının kabul edilmesi için Tanrı sizi korusun”
Bu vaftiz kovasının bir hikayesi var. Zerzevan köylüleri tarafından anlatıldığına göre: bir köylü, Zerzevan kalesindeki evini sıvamak için toprak kazarken bir kova bulur. Toprak altında yüzyıllardır kalan ve kararan kovayı, bir süre hayvanlarını sulamak için kullanır.
Ardından, köye gelen bir kişiye, kovayı, bir çift çarık karşılığında verir. Sonrası bilinmiyor, kova günümüzde yukarıda belirttiğim gibi, İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
Kiliseyi anlatmaya devam edelim.
Daha sonra Hıristiyanlığa geçenlerin sayısı artınca eski Mithraeum tapınağı yetmemiş; askerlerin ve burada yaşayan sivil halkın ibadet edebileceği daha büyük bir kilise yapılmıştır. (günümüzdeki kilise)
Kilisenin vaftiz havuzu: ana kayaya yapılmıştır. Havuzun boyu büyüktür. Çünkü: Hıristiyanlığa ilk geçenlerin yaşı büyük olduğu için, vaftizhanenin dışına büyük bir havuz inşa edilmiştir.
Kilise olarak kullanılan bu yapı: Arap akınları sonucu kale fetih edilince terk edilmiş ve çok sonraları ise barınak olarak kullanılmış ve tahrip edilmiştir.
Zerzevan kalesi’nde Roma dönemi sonrası
MS 639 yılında, Zerzevan kalesi Halid Ben Velid önderliğindeki İslam orduları tarafından fetih edilmiştir. Ardından uzun bir süre boş kalmıştır.
Yakın geçmiş ve günümüz
1890’lı yılların başında kaleye bir aile yerleşir, daha sonra ise bunlar çoğalarak kalede 17 hane yaşamaya başlar. Bunlar, kalede yaşadıkları yerleri, kaleden elde ettikleri taşlarla yaparlar.
1967 yılında ise su sıkıntısı ve ulaşım zorluğu nedeniyle bu insanlar kaleden ayrılırlar ve 2 km uzaklıktaki yerde yeniden yerleşim kurarlar. Bu yerleşimin ismi ise günümüzdeki ismiyle “Demirölçek Köyü” dür.
Evet: her ne kadar küçük çaplı tahribatlar ve define arayıcıların hasarlarına karşı, Zerzevan kalesi ve çevresi, oldukça iyi korunarak günümüze ulaşmıştır. Bundaki en büyük etken ise, Zerzevan kalesi ve çevresinde modern kullanım veya yerleşim olmamış olmasıdır.
Bu yüzden, burası günümüzde “Efes” benzeri bir yer olarak önem kazanmaktadır. Güney kulesi, kilise, tonozlu sarnıçlar, kaya mezarları, kaya sunağı, yer altı kilisesi, yer altı sığınağı ve Mithraeum Tapınağı, iyi korunmuş olarak günümüze ulaşmıştır.
Günümüzde: Zerzevan kalesi ve çevresi, 1’nci derece arkeolojik sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. UNESCO Dünya Kültür Mirası geçici listesinde bulunan kale ve çevresinin en kısa zamanda kesin listeye dahil edileceğine inanılıyor.
Evet muhteşem güzel ve mutlaka gidilmesi gereken bir yer olarak gidip görmenizi öneriyorum. Mutlaka gidilip görülmesi gereken bir yer. Tam bir tarih hazinesi ve özellikle Mithraeum Tapınağı oldukça büyük ilgi çekiyor.
Haliç bölgesinin kuzeyinde, Kasımpaşa Deresinden Boğaziçi Tophaneye kadar uzanan bölgeye “Galata” denir. Galata: Galatasaray ve Beyoğlu’nun bulunduğu tepeyi de içine alır.
Bizans Dönemi
Galata yöresine ilk çağda “Sykai” yani “İncirlik” ismi verilmiştir.
Esas şehirde: Haliç ile ayrılmış bölge, eski Grek diliyle “karşıdaki Sykais” anlamına gelen “Peran en Sykasi” olarak isimlendiriliyordu. Yani “karşıdaki incirlik” anlamındadır. Evet bu “Sycae” ismi 7’nci yüzyıla kadar kullanılmıştır.
Buradaki “Peran” kelimesi, önce Cevevizliler tarafından Galata’yı ifade etmek için kullanılmıştır. Levantenler ise Beyoğlu’nu ifade etmek için “Pera” ismini kullanmışlardır.
Galata kelimesinin anlamı ise, bir görüşe göre, İtalyanca “İskeleye inen merdivenli veya yokuşlu yol” anlamına gelen “Calata” kelimesinden gelir.
Bir diğer görüşe göre, Galata kelimesi “Galatialının Mahallesi” anlamına gelen “tou Galatou” dan gelmektedir.
Bizans imparatoru I Justinian (324-337) bölgedeki tiyatroyu, şehir surlarını ve kiliseyi restore ettirdikten sonra burayı “Justinianopolis” olarak adlandırdı. Ancak İmparatorun ölümünden sonra yörenin eski ismi tekrar kullanılmaya başlandı.
Galata isminin kaynağı:
Söylentilere göre “Burada bulunan hamam, kilise, tiyatro ve değirmen gibi yerleri korumak üzere 34 muhafızdan oluşan “Collegiatos” denen bir birlik varmış ve bu birliğin ismi zaman içinde değişerek “Galata” ya dönüşmüştür.”
Diğer bir söylenti de, Bizans döneminde burada süthaneler varmış ve semtin ismi Yunanca “Gala” yani süt kelimesinden geldiğidir. Evliya Çelebi, yöre hakkında, bu görüşü destekleyecek yazılar yazmıştır.
Son bir rivayetten söz etmek gerekir. Galata isminin, burada yerleşik Kelt kökenli ve Galatlar olarak isimlendirilen kavimden kaynaklandığıdır.
İmparator I Manuel Komnenos (1143-1180) döneminde, Bizans’tan elde ettikleri imtiyazlar ile Haliç kıyılarına Cenevizliler yerleşir.
Bizans, 1204 yılındaki Latin istilasının ardından, 1261 yılında Konstantinopolis şehrini geri alınca, gösterdikleri tutum nedeniyle Cenevizlilere, bu kez, Galata bölgesinde yerleşme imtiyazı verir.
Ceneviz Galatası, 1303 ile 1453 yılları arasında hızla gelişir.
1300’lü yıllarda 6 hektarlık bir alanı kaplayan Ceneviz yerleşkesi, 1453 yılında 37 hektara ulaşır. Bu dönemde, Cenevizliler evler ve kiliseler inşa etmişlerdir.
Ancak, Cenevizlilerin sur ve hisar yapmalarına Bizans tarafından müsaade edilmemiştir. Cenevizliler, konut yapımı bahanesiyle, hendek kenarlarına sağlam kagir burçlar yaparlar ve zaman içinde bunların arasına duvar örerler.
1348-1349 yılları arasında ise, kuzeyde Galata kulesi ve çevre surlarını yaparlar.
1453 yılında şehrin fetih edilmesinden önce, buradaki Ceneviz kolonisi özerk hareket edebilecek güçteydi. İstanbul kuşatması sırasında, tarafsızlık ilan ederler.
Böylece özerkliklerini koruyacaklarını düşünmüşler ancak şehrin fetih edilmesinin ardından Fatih Sultan Mehmet, Cenevizlilerin özerkliklerini kabul etmemiştir. Bunun yerine, Galata’ya yerleşmiş olan Cenevizlilere, mal, can ve ticari serbestlik garantisi verilmiştir.
15’nci yüzyılda İspanya’dan kaçarak Osmanlıya sığınan Arap ve Yahudi ailelerin de buraya yerleşmesiyle Galata bölgesi hızla kalabalıklaşır ve gelişir.
Nüfusun artması nedeniyle, Sultan I Süleyman, Fransız Sefaretine, Pera bağlarına yerleşme izni verir. Böylece 16’ncı yüzyıldan itibaren, Haliç kuzeyindeki yerleşim, Galata surlarını aşar ve Pera’ya doğru genişlemeye başlar.
İstanbul Galata
GALATA KULESİ
Galata denince elbette ilk akla gelenlerden biri olan Galata kulesi hakkındaki ayrıntılı tanıtım yazımı yine bu sitede “Galata Kulesi” adı altında aratırsanız bulabilirsiniz.
Galata Tünel
TÜNEL
Asmalı Mescit Mahallesinde, Karaköy ile Beyoğlu’nu birbirine bağlamak için yapılmıştır. Tünel ile birlikte, insanlar Yüksek kaldırım Yokuşunu çıkmaktan kurtuldular.
Fransız Mühendis Eugene Henri Gavand, 1867 yılında İstanbul’a gelir.
Burada bulunduğu sürede, bölgeyi gezerken, Galata ve Beyoğlu arasında, Yüksek Kaldırımın üzerinde çok sayıda insanın gidip geldiğini görür.
Yüksek kaldırım caddesi yüzde 25 eğimli olmasına rağmen, günde ortalama 40 bin kişinin gelip geçtiğini fark eder.
Galata ve Pera arasındaki bu yoğun insan akışına rağmen, ulaşım imkanları yetersizdir.
Bunun üzerine, mühendis Gavand: iki bölge arasındaki ulaşımın sağlanması için asansör tipi, yeraltı demiryolu projesi hazırlar ve 1868 yılında bu projeyi Sadrazam Ali Paşa’ya sunar. Ardından Sultan Abdülaziz’den gerekli imtiyazı alarak çalışmalara başlar.
Projenin sermayesi için İngiltere ile temas kurar ve 1871 yılında “The Metropolitan Railway of Constantinople from Galata to Pera” isimli şirketi kurar.
Tünel hattı inşaatı başlar ve 1874 yılı sonunda: hattın büyük bölümü biter ve 1875 yılında Tünel hattının açılışı yapılır. Tünel, Londra’dan sonra dünyanın ikinci metrosudur.
İstanbul Galata
Tünelle ilgili bilgiler
Evet tünelin uzunluğu 573 metredir. Vagonlar, 150 CV gücündeki iki buhar makinası ile çalışmaktadır. Vagonlar ise David Desouche ve ortaklarınındır. Tünel hattı; iki kompartman ile faaliyete geçmiştir.
İlk açıldığında, tünelde teleferikle çekilen arabalarla ulaşım sağlanıyordu. Bu ahşap lake arabalar, 1970’lerde modern metal arabalarla değiştirildi.
Bunlardan birinci mevki kompartımanda 40 kişi ve ikinci mevki kompartımanda ise 50 kişi taşınıyordu. Yük taşınmadığında ise, kompartımanlarda 150 kişi taşınabiliyordu. Vagonların iki tarafı açıktı, elektrik olmadığı için gaz lambaları ile aydınlatma yapılıyordu.
Tünel ilk açıldığında bir ay içinde 111 bin yolcu taşınmış, aynı yılın Haziran ayında ise 225 bin yolcu taşınmıştır.
Tünel istasyonu ve teknik birimler “Cer Binası” nda bulunur.
1908 yılında İngiliz şirketi Tünel’i “Tramvay Şirketi” ne devreder.
1911 yılında Belçikalı “Sofına Şirketi” tüm işletmeleri satın alır.
1971 yılına kadar buhar gücü ile çalışmıştır.
Gelelim günümüze:
Tünelde 350 beygir gücünde elektrik sistemi vardır. Bu sistemle: 16 metre boyunda, 2 vagon ile Galata-Beyoğlu arasında, yer altında, 170 kişi, 90 saniyede taşınır.
Bina muhtemelen 1883-1885 yılları arasında inşa edilmiş olup, burada daha önce 1874 yılında yapılan ilk metro binası bulunuyordu.
Üç kapısı olan iş hanının kesin yapım tarihi ve mimarı bilinmemektedir.
Ancak çatı katı pencerelerinde “1883-1885” tarihleri yazılıdır.
5 katlı binanın zemin katı dükkanlar için, üst katlar ise konut olarak düzenlenmiştir.
Bu nedenle yapıya uzun yıllar “Tünel Apartmanı” ismi verilmiştir.
İstanbul Galata
Ancak: 1960-1970 yılları arasında yapılan restorasyonda, konutlar dükkan şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Günümüzde iş hanının zemin katında: müzik aletleri ve hediyelik eşya satan dükkanlar vardır.
Üst katlardaki ofislerde ise, sigorta acenteleri, hukuk büroları ve mali müşavirlikler vardır.
METRO HAN VE TÜNEL CER BİNASI
Günümüzde Metro Han: İETT Genel Müdürlüğü ve Cer Binası ise Tünel Hattının teknik yapısı olarak kullanılmaktadır.
Galata Cer binası
Cer Binası
Cer binası: Asmalı Mescit Mahallesi Tünel Meydanı Sokaktadır.
Bulunduğu yerde, 1883 yılında yapılan Tünel Pasajı da vardır.
Tünel meydanı sokağı ve sonrasında Metro Han vardır.
Bina: iki cephelidir. Bur cephesi Tünel Meydanı Sokağa ve diğer cephesi Ensiz Sokağa bakmaktadır.
Yapının girişleri, Tünel Meydanı Sokağa bakan güney cephededir.
Yapının 30 metreyi aşan bacası bulunmaktadır. Neden bu baca neden yapılmıştır? Tünel hattı ilk yapıldığında sistem buhar makinası ile çalışmaktadır.
Cer binasının bodrum katında bulunan makine dairesi, yapıldığı tarihte buhar makinası düşünülerek tasarlanmıştır. Baca da bu buharlı sistemin dumanını uzaklaştırmak için tasarlanmıştır. 1968 yılında ise elektrikli sisteme dönüştürülmüştür. Elektrikli sistem buhar ve duman üretmediği için yapının bacısını sistemde boşa çıkarmıştır. Baca, Galata silüetinde önemli bir etkiye sahiptir ve simgesel önem taşır. Ancak birçok kimse bu bacanın işlevini bilmez, evet, burayı bu yüzden özellikle belirttim.
Devam edelim.
İstanbul Galata
Metro Han
Cer binası ve Tünel Meydanı sokağın güneyinde bulunmaktadır.
Şirket: idari merkez ihtiyacını gidermek için “Metro Han” ı inşa ettirir.
Han inşaatı, 1914 yılında tamamlanır ve hizmete açılır.
1939 yılında Elektrik, Tramvay ve Tünel işletmeleri millileştirilir. İstanbul Elektrik, Tramvay ve Tünel İşletmeleri (kısa adı İETT) adı altındaki şirket, genel müdürlük binası olarak “Metro Han” ı kullanır.
Yapının iki girişi vardır. 7 katlıdır. 7’nci kat, 1928 tarihinde eklenmiştir.
Galata Tünel Pasajı
TÜNEL PASAJI
Tünel meydanında, Tünel binasının hemen karşısındadır.
1886 yılında, Metro Han karşısında, konut olarak 3 ana blok yapı yaptırılır.
Bunların isimleri o dönemde “Asmalı Mescit Pasajı” dır.
Apartman sakinlerinin çoğunluğu Musevilerden oluşmaktadır.
Galatasaray’daki Hacopulo Pasajının Akdeniz havalı mimarisine karşılık, burası tam bir Parisli ya da Londralıydı. Bina ciddi suratlıdır. Altındaki dükkanlar, hemen her dönemde, öyle cıvıl cıvıl değil, ağırdan alan konuludur. Tünele göre girişte, sol köşede bir optik aletleri mağazası, sağda korseci-sütyenci bulunurdu. İçeride ise bir antikacı, hatıra eşya mağazası, seyahat acentası vardı.
Ancak kitap dostları için de “Kohen Kardeşler” (Cohen Soeurs) dükkanı vardı ki halen varlığını sürdürmektedir. Az ileride ana cadde üstündeki eski yerlerinden buraya taşınan bu Musevi kız kardeşler, yabancı kökenli kitap satıyorlardı ancak turistleri de çeken bir yanları, kitaplardan kesilmiş gravürler köşesiydi. Pasaj, sola bir sapış yapar, orada görülen “Beyoğlu Resmi” hala bozulmadan duran tablolardan birisidir.
Binanın üst cephe silmesinde iki ayrı madalyon içinde 1883 ve 1885 tarihleri yazılıdır.
Cumhuriyet dönemi sonrasında, İstanbul’un ünlü lokantalarından Macar “Çardaş Lokantası” buradaydı.
1940 yılında Moralı ailesi binayı satın aldı.
1955 yılında binanın mülkiyeti “Sosyal Sigortalar Kurumu” na geçti.
1980’li yılların başında buradaki binaya “Beyoğlu Adliyesi” taşınır.
Pasajın ana girişini: Tünel meydanına bakan cephedeki kapı girişi oluşturur.
Binanın bodrum katları: Tünel makine sistemine verilmiştir.
Binanın en dikkat çeken yeri: zemin kat girişinin iki yanında bulunan dükkanların üzerine gelen katların, üçgen çıkmaları ve ikiz konsollarıdır.
Ayrıca: mermer zemin döşemesi ve merdiven basamakları da dikkat çeker.
Günümüzde bölgedeki birçok apartman işyerine dönüşmüştür.
İstanbul Galata
SAN PİETRO VE SAN PAOLO KİLİSESİ-SEN PİYER KİLİSESİ
Galata kulesi sokağındadır. (Sokağın eski ismi Kuledibi Sokağıdır.) Günümüzdeki kilisenin arka duvarı, Galata eski Ceneviz surlarının bir bölümüne inşa edilmiştir.
Halk arasında “Sen Piyer Kilisesi” olarak tanınır.
Dominikenler, 1200’lü yılların başında İstanbul şehrine gelirler ve bir manastır kurarlar. Ancak kurdukları bu manastır, İstanbul’un fethinin ardından camiye dönüştürülür. (Arap Camii)
Bunun üzerine, 1475 yılında: San Paolo kilisesine geçerler.
Kilise: 1705 yılında Fransa elçiliği himayesine geçer ve Saint Pierre kilisesi olarak isimlendirilir. Ancak 1731 yılında yapılan bu kilise, ahşaptır ve Galata’da çıkan büyük yangında yanar, yerine, 1841-1843 yılları arasında yapılmış ve günümüzde görülen kilise yapılır. Günümüzde yapılan bu kilisenin mimarı Gaspare Fosettidir.
Kilise yapısının dış cephesi nispeten sade iken iç cephesi oldukça renkli ve süslemelidir. Kubbe koro üzerinde, altın yaldızlarla çivili gök mavisi görüntüsü vardır.
Kilisede: daha önce Kırım Caffa’daki bir Dominik kilisesinde bulunan “Hodegetria tipi Meryem Ana ikonu” bulunmaktadır. Ayrıca: kilisede Aziz Thomas, Aziz Dominik ve Aziz Peter ile Paul’un kalıntıları bulunmaktadır.
Kilisenin hemen yanında bir manastır binası bulunmaktadır. 1837 yılında yapılan bu bina bir süre İtalyan okulu olarak kullanılmış ve 1950 yılında ise boşaltılmış, halen kilise çalışanları tarafından kullanılmaktadır.
Ayrıca bu kilisenin akustiği oldukça güzeldir ve bu yüzden kilisede konserler düzenlenmektedir.
ST GEORGE KİLİSESİ
Galata: Bankalar Caddesi, Kartçınar Sokağındadır. Galata’nın ortasında bir tepede bulunmaktadır. Neden Kartçınar Sokak: Çünkü burada bir zamanlar bir çınar ağacı varmış.
Burada daha önce mevcut olan kilise, 1660 yılındaki büyük yangında yanarak yok olur.
Ardından, Fransız hükümeti, kilisenin bulunduğu arsayı, Osmanlı hükümetinden satın alır.
1675 yılında ise gerekli izinler alındıktan sonra burada bir kilise yaptırılır ve 1677 yılında ibadete açılır. Söylentilere göre, kilise bir pagan ayazması üzerine yapılmıştır.
Kilise: 1783-1853 yılları arasında papa vekilliği olarak hizmet vermiş ve 1853 yılında Boşnak Fransiskenlere satılmıştır ve onlar da burayı Avusturya-Macaristan denizcileri için bir hastaneye dönüştürmüştür. Ayrıca: 1809 yılında Kırım savaşı sırasında, Fransızlar tarafından askeri hastane olarak kullanılır.
1831 yılında yine yangın çıkar ve kilise binası büyük zarar görür.
1882 yılında Avusturyalı Lazaristler buraya yerleşir ve Almanca konuşan Katolik çocukları için bir ilkokul ve yetimhane açarlar, bu okul günümüzdeki “Avusturya Lisesi” binasında hizmet vermiştir. Okulun yönetimi de Avusturya’daki Lazaristlerden “Schwestern” isimli bir dini kuruluştur. Lazaristler buradaki binaları restore ederken, Avrupa mimari tarzını kullanmışlardır.
1963 yılında kilisede büyük bir restorasyon yapılır. Bu restorasyonda, binanın içindeki aşırı süslemeler kaldırılmış ve yeni bir dekorasyon yapılmıştır. Bu dekorasyon Ressam Anton Lehmden ve Oitzinger tarafından yapılmıştır. Kilise ve okul, günümüzde de İstanbul şehrinde yaşayan Katolik Avusturyalıların merkezidir.
İstanbul Galata
YÜKSEK KALDIRIM CADDESİ
Bankalar caddesinin kuzeyindedir ve Pera’ya doğru çıkar.
Önceleri, bu cadde 118 basamaklı bir merdiven ile Galipdere Caddesine bağlanıyormuş. Günümüzde basamaklar, yerini asfalta bırakmıştır.
Daha sonra “Funiküler” yani “Tünel” yapılmıştır. Funiküler yapılınca, caddeden gelip-geçenlerde azalmıştır.
Aslında, Funiküler bağlantı açısından insanların yoğun tercih ettiği bir ulaşım aracı olmuştur. Çünkü: Yüksek Kaldırım caddesinde ilginç dükkanlar ve ara sokaklarda genelevler bulunmaktadır.
İstanbul Galata
YÜKSEK KALDIRIM AŞKENAZİ SİNAGOGU
Yüksek Kaldırım çıkışındadır.
Döneminde aristokrat eğilimli ve Avusturya kökenli Aşkenazlar tarafından inşa ettirilmiştir.
Burada ilk dini yapı, 1866 yılında “Österreichsicher” diye yapılmış tahta bir yapıdır.
İstanbul Galata
1900 yılında ise Sultan II Abdülhamit’in fermanı ile yeni bir Sinegog yapılmıştır. Yapı Venedikli Mimar Gabriel Cornaro tarafından yapılmıştır. Yeni Sinegog 23 Eylül 1900 günü ibadete açıldı.
Sinegog mimari yapısında İslam mimarisi motifleri kullanılmıştır ve dışarıdan bakınca tipik bir Osmanlı Kasrı izlenimi vermektedir. Dış cephesi oldukça görkemlidir.
Yıldızlarla süslü, parlak renkli geniş kubbesi ve Viyana’dan getirilen görkemli avizeleri ilgi çeker. Parlak ve geniş kubbenin yıldızlarla süslü olmasının bir anlamı vardır.
İstanbul Galata
Bir rivayet:
Bir rivayete göre tamamen bir söylenti “Bu Sinegog bir uzay gemisi olarak inşa edilmiştir. Çünkü: Sinegog inşa tarihinden 300 yıl sonra (yani 2200 yılında) mesih yeryüzüne inecek, tam 33 gün boyunca bu sinegog’ta kalacak, bu sırada seçilmişlerin seçilmişleri olan 299 kişi bu sinegog’a doluşacaktır. Mesih 33’ncü günün gecesi sinegog’da bulunan gizli bir düğmeye basacak ve Sinegog yerden havalanacaktır.
Dünya yok olacak, ancak bu 300 kişi (yarısı kadın, yarısı erkek) kişi bir başka gezegende insan yaşamını devam ettireceklerdir. Hatta: yapının kubbesinin bir kumanda merkezi ve kubbesindeki işlemelerin de dokunmatik kontrol paneli olduğu ileri sürülmektedir. Evet, ilginç bir söylenti, duydum sizlerle paylaşmak istedim.
Evet sinegog ilk yapıldığında, özellikle Bolşevik ihtilalinde Rusya’dan kaçan Beyaz Ruslara hizmet vermiştir.
Aşkenaz Sinegogu halen ibadete açıktır. Düğün ve cenaze törenleri burada yapılmaktadır.
İstanbul Galata
GALATA MEVLEVİHANESİ
Şahkulu Mahallesi Galip Dede Caddesindedir. Beyoğlu semtinden, Yüksek Kaldırıma inen yokuşun başındadır.
Diğer ismi “Kulekapı Mevlevihanesi” dir. Sultan II Beyazıt döneminde, ağaçlarla kaplı ve ıssız buradaki büyük arazi, Beylerbeyi İskender Paşa’ya tahsis edilir. Mevlana torunlarından Sema-i Mehmet Dede, İskender Paşa’dan burada bir Mevlevihane yapmak için yer ister ve bu isteği uygun görülür, bir süre sonra 1491 yılında Galata Mevlevihanesi yapılır.
İstanbul Galata
Yüzyıllar boyunca musiki ve bilimi bir arada kaynaştıran Mevlevihanelerin Türk kültürüne büyük etkileri olmuştur. Mevlevihanelerin çevresinde toplananlar güzel sanatların çeşitli dallarında eğitim görmüşler ve bilimsel alanlarda kendilerini yetiştirmişlerdir.
Galata Mevlevihanesi, 1766 yılında yangın geçirir ve Sultan III Mustafa tarafından aynı tarihte, günümüzde görülen Mevlevihane binası yaptırılır. Daha sonraki süreçte: Sultan III Selim, Sultan II Mahmut ve Sultan Abdülmecid dönemlerinde onarım görmüştür.
İstanbul Galata
Gelelim yapının mimari özelliklerine:
Mevlevihane külliye şeklinde inşa edilmiştir. Yapıda: semahane, derviş hücreleri, şeyh dairesi ve hünkar mahfeli, bacılar kısmı, kütüphane, sebil, muvakkithane, mutfak, türbeler ve hazire bulunmaktadır. Binanın cephesi üç bölüme ayrılmıştır. Bina: 2 katlıdır. Binanın üst katı: kütüphane ve mektep olarak düzenlenmiştir. Binanın alt katı ise, muvakkıthane ve sebildir. Alt katta pencereler sebil görevi görürler.
Bina: uzun yıllar Karakol olarak kullanılmıştır. 1946 yılında bina “İstanbul’u Sevenler Gurubu” tarafından restore edilmiştir. Yine aynı yıl “Mevlevihane” müze yapılınca boşaltılmıştır. Günümüzde burada 1975 yılında ziyarete açılan: “Galata Mevlevihanesi Müzesi” bulunmaktadır.
PATTERSON PASAJI
Şahkulu Mahallesinde, Kumbaracı Yokuşu ve İsveç Başkonsolosluğu arasındadır.
Pasaj, uzun bir koridor ile bahçeye bağlanır. Geçidin ön tarafından Botter Apartmanı vardı. Bu apartmanın 1900’de ve daha sonraki yıllarda Terzi Botter oturuyordu. Geçit ile geçilen arka taraftaki Patterson binasında ise, o dönem Dr Patterson oturuyordu. Ondan önce ise burada Humbaracı Ahmet Paşa oturuyormuş.
1920 yılında Dr Patterson yerine, Avukat Dr Rizo ve Tüccar Samuel geldiler.
Günümüzde apartmanın sadece arka bahçeye çıkışı vardır. Ancak arka bahçeden Kumbaracılar Caddesine çıkış kapatılmıştır.
Arka taraftaki Paterson Apartmanı oldukça bakımsız durumdadır. Halen bu apartmanın 3 katı da konut olarak kullanılıyor.
Pasajın bulunduğu bina, neo-klasik üsluptadır. Yapı zemin üstü 3 kattan oluşur. Pasajın arka cephesi, İstiklal caddesine bakan cephesine göre daha basit görünür.
Galata Kenesset Sinegogu
KENESSET (APOLLON) SİNEGOGU
Şahkulu Mahallesinde, Büyük Hendek Caddesindedir.
1923 yılında Zülfaris Sinegogu ihtiyaca cevap vermeyince yeni bir sinegog yapılmasına karar verilir.
Büyük Hendek Caddesi üzerinde bulunan Ünion Sineması kiralandı ve Sinegoga dönüştürüldü. Sinegog girişi, Büyük Hendek Caddesi üzerindeki Apollon Apartmanındandır. Bu yüzden Sinegog ismi “El Kal de Apollon” oldu. Sinegogun bir diğer ismi “Kenesset Israel” dir ve 1923 tarihinde ibadete açılmıştır.
Ancak yaklaşık 59 yıl ibadete açık tutulan Sinegog, bölgede bulunan Yahudi nüfus azalınca eski işlevini kaybetti ve 1982 yılında kapatıldı. Sinegogun yerinde, günümüzde bir iş hanı vardır.
İstanbul Galata
NEVE ŞALOM SİNAGOGU
Şahkulu Mahallesi Mahallesi Büyük Hendek Caddesindedir. Galata kulesinin hemen aşağısındadır.
1938 yılında Yahudi Okul binasından topluluğun genişlemesi üzerine: Birinci karma Musevi İlkokulu tören salonu sinegoga dönüştürülmüştür.
Tören salonu, zaman zaman ibadete tahsis edilmeye başlanır.
Salonun tamiri için 1949 yılında İstanbul Teknik Üniversitesinden yeni mezun iki Yahudi mimar Elio Ventura ve Bernard Motola görevlendirildi.
Yapının kubbesinde asılı olan avize 8 tondur. Kubbe bu ağır avizeyi taşıyabilecek şekilde inşa edilmiştir.
Vitraylar, Güzel Sanatlar Akademisinde çizildi, özel camları İngiltere’den getirildi.
Yeni yapılan Sinegog, 1951 tarihinde ibadete açıldı.
Sinegog yapıldığında, Büyük Hendek Caddesine cephesi yoktu ve bu yüzden dar bir geçitten girilip çıkılıyordu. Ardından sinegog önündeki 4 katlı kagir bina satın alındı ve 1960 yılında yıktırılarak ön cephe inşaatı tamamlandı.
Gelelim günümüze: halen dini yapının bir kısmı “Müze” olarak kullanılmaktadır. Çünkü içeride çok sayıda özel eser bulunmaktadır. Her yıl “Yahudi Avrupa Kültür Haftası” etkinlikleri burada düzenlenmektedir.
İstanbul Galata
FRANSA SARAYI
Tomtom Mahallesinde, Nur-i Ziya Sokaktadır.
Fransızlar, Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Osmanlı ile ilişkiler kurmuş ve 1535 yılında elçilik açma izni almışlardır. Bunun üzerine, Beyoğlu bölgesine ilk yerleşen Fransızlar. Bir zamanlar Osmanlı astronomu Takiyeddin Rasathanesi bulunan bu geniş alana: ilk Fransız elçisi Jean de la Forest zamanında “Palais de France” adını verdikleri “Fransa Sarayını” kurmuşlardır.
Yapılan ilk bina, 1767 yılındaki yangında zarar görür. Daha sonra 1774 yılında yeni bir elçilik binası yapılır. Ancak bu bina da yangınlar sonucu hasar görür ve tahrip olur.
Günümüzde de görülen yeni elçilik binası, 1839-1847 yılları arasında yapılır. Mimar Parisli Pierre Leonard Laurecisque’dir.
Evet, yapının en büyük özelliği, cephesinde kullanılan Malta Taşı malzemedir. Bu malzeme, cepheye pastel bir görünüm verir.
Ayrıca: taşın özelliği gereği yapı kışın sıcak, yazın serin olur. Ancak en önemli özelliği, yangına karşı dayanıklı olmasıdır.
Sarayın bahçesinde: Humbaracı Ahmet Paşa büstü bulunuyor. Ahmet Paşa: 1729 yılında İstanbul’a gelmiş ve Osmanlı ordusunu modernleştirmek için görevlendirilmiştir. Kendisi aslında bir Fransız asilzadesidir ve gerçek ismi “Comte de Bonneval” dir.
Fransızlar, 1920 yılında elçiliği Ankara’ya taşıyınca bu binayı, Fransız Büyükelçisinin İstanbul’daki rezidansı olarak kullanmaya başladılar ve yanında ise Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü merkezi bulunuyor.
Galata Union Church
UNİON CHURCH
Tomtom Mahallesinde, Postacılar Sokaktadır.
Hollanda Konsolosluğuna bağlı bir Protestan kilisesidir.
Hollanda Şapeli olarak da isimlendirilen bina, 1711 yılında inşa edildi.
1857 yılına kadar olan süreçte, depo ve hapishane olarak da kullanıldı.
1857 yılından sonra ise Hollanda şapeli, sadece bina bakımı ile ilgilenen Birlik Kilisesi tarafından kullanılmaktadır.
İstanbul Galata
Çünkü Hollanda Büyükelçiliği, Cumhuriyet dönemi başında Ankara’ya taşındı ve buradaki mekan, Hollanda Konsolosluğu olarak kullanılmaya başlandı. 1923 yılında yeni Cumhuriyetin kurulması kilisenin işleyişini ciddi şekilde etkilemedi. 1930’lu yıllarda İskoç papazların görev süreleri sırasında belirgin bir İngiliz etkinliği olan cemaat, bu yıllarda daha fazla Amerikalı ve diğer milletler tarafından tercih edilmeye başlandı.
1956 yılında “Pera Evanjelist Birlik Kilisesi” isim değiştirdi ve “İstanbul Birlik Kilisesi” oldu.
Mağazanın konsepti: yüzyıllardır kültürümüzün bir parçası olan nadide el sanatları ve geleneksel tatların unutulmasının önlenmesi ve bunların gelecek nesillere tanıtılmasıdır.
Burada: sedef işlemeli sehpalar, tespih ve takı kutuları, dolaplar, altın-sim-gümüş ve ipek ile elde işlenmiş masa örtüleri, duvar panoları, gümüş ev objeleri ve özgün el sanatlarından örnekler sunulmaktadır.
Ayrıca: geleneksel tatlar sunuluyor. Bunlar: lokum, badem ezmesi ve glukozsuz akide şekerleridir. Lokumların her ay farklı seçenekleri ekleniyormuş.
Galata İstanbul Barosu
İSTANBUL BAROSU
Asmalı Mescit Mahallesi, Orhan Adlı Apaydın Sokaktadır.
Orhan Arsal başkanlığı döneminde Baroya merkez bina satın alınması kararlaştırılmış ve 1962 yılında İstanbul Barosu Yardımlaşma Sandığı tarafından bu bina satın alınmıştır.
Yapının eski ismi “Metropol Han” dır. Günümüzde ise “Baro Han” olarak tanınır.
Ancak eski yapı 2014 yılında yıkılmış ve yerine yapılan 5 katlı yeni bina, 2017 yılında tamamlanmıştır. Bina günümüzde “Baro Han” olarak isimlendirilmekte ve “İstanbul Barosu” tarafından kullanılmaktadır.
İstanbul Galata
FRANZ LİSZT
Franz Listz, 1840-1847 yılları arasında Portekiz’den Rusya’ya kadar tüm Avrupa’yı kapsayan bir turneye çıkar. Bu turne kapsamında 8 Haziran 1847 tarihinde İstanbul’a gelir. Ancak Agoult Kontesi Maria Duplesis ile sıra dışı bir ilişki yaşamakta iken, 1847 yılı Şubat ayında, Maria Paris’de iken ölür. Dolayısıyla, bu turne Listz için bir yas gezisine dönüşür.
Listz: gemi ile İstanbul’a geldiğinde, Donizetti Paşa kendisini gemide karşılar ve Çırağan Sarayına götürür.
Liszt: İstanbul’da Çırağan Sarayında, Sultan Abdülmecid huzurunda piyano resitali verdi. Hatta bu resitalde, cam bir koltuk ve cam bir piyano kullandığı söylenir. Bu koltuk ve piyano, günümüzde Çırağan Sarayının Camlı Köşkünde sergilenmektedir.
Bu resitaller için, Paris şehrinde Sebastian Erhand tarafından ikinci bir piyano üretilmiş ve bu piyano, ünlü Rum Mihail Beltazzi tarafından satın alınmıştır. Ayrıca: o sırada Müzika-i Hümayun Başkanı Don-İzzet Paşa (Donizetti) nın bestelediği Mecidiye Marşına eklemeler yaptı.
Ayrıca: 18 Haziran 1847 tarihinde, Büyükdere’de, Franchini Köşkünde (Büyükdere koyunda çayıra yakın olan bu bina daha sonra Hubch Evi olur) muhteşem bir konser verir.
İstanbul’da kaldığı 5 hafta boyunca: Galatasaray’dan Tünele inerken, sol tarafta bulunan bir evde kalır. Bu 19 numaralı ev: o zamanki adıyla Polonya, bugünkü adıyla Nuru Ziya Sokaktadır.
Piyano ve nota basım ticaretiyle uğraşan Alexander Commendingerler’e ait bu ev yangın sonucunda yanarak yok olur. Yerine bir apartman yapılır. Günümüzde bu apartmanın cephesine Franz Listz’in bir zamanlar burada kaldığı hakkında bir plaket bulunmaktadır.
Listzt: İstanbul’da kaldığı sürece verdiği resitaller nedeniyle, Sultan Abdülmecit tarafından 4’ncü dereceden Mecidiye Nişanı ve 12500 altın değerinde elmaslarla süslenmiş bir enfiye kutusu ile ödüllendirildi.
REŞİT PAŞA APARTMANI
Asmalı Mescit Mahallesinde, İstiklal Caddesi Tütün Çıkması Sokak köşesinde, Aznavur Pasajı sağ yanındadır.
Kitabesi yoktur, bu yüzden yapım yılı ve yaptıran bilinmez.
Hatta, Apartman isminin Osmanlı dönemi son Hariciye Nazırı Reşit Paşa ile ilgisinin bulunmadığı söyleniyor. Ancak Sadrazam Mustafa Reşit Paşa, 1857-1858 yıllarında, bölgedeki ilk kentsel tadilat ve reformların yapılmasında önemli rol oynamıştır.
Apartman, zemin ve üstünde toplam 5 kattan oluşmaktadır.
İstanbul Galata
BARNATHAN APARTMANI
Şahkulu Mahallesi Tımarcı Sokaktadır.
Apartman, Galata kulesine oldukça yakındır ve kulenin tepesinden Barnathan Apartmanının arka cephesi görülebilmektedir.
Yapı, 1892 yılında inşa edilmiştir. Apartmanın ismi mülk sahibi “Barnathanlar” ın aile ismidir.
Ancak aile üyeleri, 19’ncu yüzyıldan sonra çeşitli ülkelere dağılmıştır.
Evet Barnathan Apartmanı, yapıldığı tarihte, İstanbul’da apartman mimarisinin ilk örneklerinden birisidir. Özellikle blok apartman olarak Pera ve Galata bölgesinde o tarihte sadece birkaç apartman vardı. Bunların içinden en büyüklerinden birisi Barnathan apartmanı idi. Ancak, Doğan apartmanı kadar ilgi görmemiştir.
Çünkü Doğan apartmanında avlu mimarisi vardı. Barnathan apartmanında ise avlu yoktu ve daha sade kalıyordu. Ancak Barnathan apartmanının en dikkat çeken detayı “balkonları” dır. Bu balkonlarda; klasik Fransız Balkonu işlemelerinin ve tarzının yansıtılmış, herhangi bir şekilde bir beton destek kullanılmamıştır.
1875 yılında yapılan tünel, Barnathan apartmanının altından geçiyordu.
Büyük olasılıkla yabancı olan sahipleri yukarıda belirttiğim gibi, İstanbul’u terk ederken, binayı da Halit ve Hamit kardeşlere satmıştır.
Hatta: Barnathan ailesi böyle büyük bir apartmana sahip olmasına rağmen, genellikle Kadıköy ve Moda gibi yerlerde ikamet ediyorlardı. Bu apartman kiraya verilmek suretiyle gelir getirecek bir mülk olarak inşa edilmişti ve binanın ilk kiracıları, Osmanlı döneminin yeni orta sınıfıydı. Apartman sakinlerinin tamamı, Levanten ya da Gayrimüslim Osmanlılardan oluşuyordu.
Apartmanın bölünmesi
Yukarıda belirttiğim gibi, apartmanı satın alan Halil ve Hamit kardeşler bir süre sonra apartmanı üçe bölerler. Apartmana ait 30 hissenin yarısı Hamit Karaorman’a ve 14 hisse ise Halil Ethem Arda’ya aittir. Her ne kadar Halil ve Hamit kardeşler denilse de, bu iki avukatın farklı ailelerden geldikleri de iddia edilmektedir.
Geriye kalan 1 hisse ise, Diyonis kızı Eleni’ye aittir. Bu yüzden, 1960 yılından sonra Barnathan Apartmanı, “Halil Hamit Apartmanı” olarak isimlendirilmeye başlanır. İkinci blok ise “Demir Apartmanı” olarak isimlendirilmiştir.
Apartmanın kapısında “Musevi tarihi olarak 5652” yazılıdır. Buna göre apartman 1892 yılında yaptırılmıştır. Günümüzde Barnathan Apartmanından geriye kalan tek şey, apartmanın girişinin üzerine kazınmış “Barnathan Han” yazısıdır.
HAHAMBAŞILIK BİNASI
Asmalı Mescit Mahallesi, Yemeniçi Sokaktadır.
Türkiye Hahambaşısı, Musevi Türk vatandaşlarının ruhani lideridir.
1835 yılında Sultan II Mahmut tarafından, fermanla resmen ihdas olunan Osmanlı Hahambaşısı sıfatını taşıyan ilk kişi Rav Avram Levi’dir. (1835-1836)
Yemenici Sokakta bulunan bu bina: bazı zenginlerin maddi katkılarıyla satın alınmış ve 1909 yılında Hahambaşı Nahum döneminde hizmete girmiştir.
Hahambaşı Rav Moşe Becerano, aynı binanın en üst katında otururdu.
Ölümünden sonra (1935) ikametgah katı: bazı hayır dernekleri tarafından dernek merkezi ve irtibat bürosu olarak kullanıldı.
Çünkü yeni seçilen Hahambaşı, ikamet için Şişli’de bir dairede oturmaya karar verdi, bu bina ise, Hahamlık Makamı olarak kullanılmaya başlandı.
Hz Meryem’İn “Tapınağa Takdimine ithaf edilen Panayia, Pera bölgesinin en eski Rum kilisesidir.
Rum Ortodoks kilisesi, Osmanlı döneminde Sultan III Selim’in onayı yani fermanıyla 1804 yılında inşa edilmiştir. Mimarı Hacı Komninos Kalfadır.
Kilise, 1851 ve 1860 yıllarında genişletilmiş ve 5 nefli büyük bir bazilika haline gelmiştir.
Kilisede bulunan tasvir ve bezemeler, 1945 yılında yenilenmiştir. Kilise, Kariye Müzesindekilere benzeyen ikonaların bulunduğu ahşap templon ve freskleriyle dikkat çekmektedir. Özellikler: 15’nci yüzyıldan kalma Meryem İkonası, kilisede güneydoğu köşede korunmaktadır. İkonanın en büyük özelliği Türkiye’deki tek esmer Meryem Ana ikonası olmasıdır. Bu ikona, Ortodoks Rumlar tarafından Kaffa (Rusya) dan getirilmiştir.
Galata Galatasaray Panayia Kilisesi içi
Kilisenin, İstiklal Caddesi yönünde, güzel bir çan kulesi bulunmaktadır.
Kilise, yakınındaki İngiliz konsolosluğuna 2003 yılında yapılan bombalı saldırıda hasar gördü ve köklü yenileme çalışmalarının ardından 2009 yılında yeniden ibadete açıldı.
Günümüzde kilise ziyarete açık değildir.
GALATA İOANNİS PRODROMOS KİLİSESİ
Hacı Mimi Mahallesinde Sakızcılar Sokaktadır.
Kilise, 1583 yılında Rus Çarı adına İstanbul’daki Rum Ortodoks kiliselerinin listesini hazırlayan Tryphon Karabeinikov’in listesinde bulunmaktadır.
1652 yılında İstanbul’a gelen Antakya Patriği katibi Paulus, kilisenin iki kez yandığını ve daha sonra yeniden yapıldığını yazmıştır.
Kilise, 1696 yılında yine yanar ve 1699 yılında yeniden yapılır.
Kilisenin güney köşesinde bulunan Ayios Nikolaos ikonası, 1731 yılında kiliseye bağışlanmıştır.
1734 yılında yapılan yenileme çalışmaları Sakızlı tüccarlar tarafından yapıldığından Patrikhane tarafından alınan bir kararla kilise “Sakızlıların Kilisesi” olarak anılmaya başlamıştır.
1771 yılında kilise yine yanar ve harap olur. 1773 yılında yeniden inşa edilir. Günümüzde görülen kilise yapısı, 1773 yılında inşa edilen bu kilisedir.
1836 yılında kilise onarılır, 1850 yılında zemin mermer döşenir ve ikonostasion altın yaldız kaplanır. Çan kulesi, 1855 yılında yapılır.
OR HODEŞ SİNEGOGU
Yüksek Kaldırım Caddesindedir.
1895’li yıllarda: Polonya, Romanya ve Rusya’dan kaçan ve daha sonra ise, Rusya’da Bolşevik ihtilalinden kaçan Yahudiler: Türkiye’ye sığındıklarında Yüksekkaldırım ve Kemeraltı Semtlerine yerleştiler. Ancak bunlar arasında fakirlik ve sefalet korkunç düzeydeydi. Birçok Yahudi kadın, genelevlere düştü.
Bunun üzerine, Hahambaşılığın müracaatı üzerine, 1896 yılında Bereketzade Mahallesi Zürafa Sokakta bir bina yapıldı. Bu bina: yıllarda Aşkenaz Cemaati mensupları tarafından ve hayat kadınları tarafından kurulan İhtiyarlar Yurdu olarak kullanıldı.
Aşkenaz nüfusu azaldığında ise, Sinegog Gürcü kökenli Sefaradlara tahsis edildi ve daha sonra tamamen terk edildi, bina satıldı.
BEREKETZADE ÇEŞMESİ
Galata Meydanındadır.
Bereketzade Mescidi yanında iken, 1957 yılında bugünkü yerine taşınmıştır.
Çeşmenin taş işçiliği muhteşem güzelliktedir.
Ortada büyük bir çeşme ve yanlarda ise küçük çeşmecikler bulunmaktadır.
Çeşme çeşitli tarihlerde yenilenmiş ve onarılmıştır.
Burada ilk çeşme, Fatih Sultan Mehmet’in müezzin başısı tarafından yaptırılmış, daha sonra Defterdar Mehmet Emin Efendi tarafından 1732 yılında yenilenmiştir. 1844 yılında ise, Hazinedar Azmicemal Kalfa ve 1910 yılında ise Ziya Bey tarafından tamir ettirilir.