Ankara Kalecik

Ankara Kalecik

 

Kalecik güzel bir yer, boş bir gününüzü ayırıp, bu yöreyi gezmenizi öneririm.

Özellikle: festival zamanı giderseniz, daha hareketlidir.

Burada: üzüm festivali düzenleniyor.

Yaklaşık 2-3 yıl önce, Kalecik tarafına gitmiştim, orada gördüklerim hakkında sizlere bilgi vermeye çalışacağım. Sanırım hoşunuza gidecektir.

ULAŞIM

Kalecik, il merkezi olan Ankara’ya: 65 km. uzaklıktadır. Ankara-Çankırı karayolu üzerinde değildir, bu yola 5 km. uzaklıktadır.

TARİHİ

Romalılar döneminde: Bursa Tekfuru tarafından, kızına çeyiz olarak, Kalecik kalesi yaptırılır. Evliya Çelebi, ünlü Seyahatnamesinde: ilçenin, kale çevresine serpiştirilmiş küçük bir kasaba olduğunu ve kale kelimesinin sonuna “cik” kelimesinin yerleştirilerek, buraya “kalecik” isminin verildiğinden söz eder.

GENEL

İlçenin 3 km. güneyinden Kızılırmak nehri geçer. İlçenin batısında İdris dağı bulunur. İlçenin rakımı: 725 metredir. Çevresine göre, oldukça çukur bir bölgede bulunmaktadır. Bu yüzden, buraya “küçük Adana” da denilir. İlçe halkının geçim kaynağı: tarım, hayvancılık ve ticarettir. Sanayi gelişmemiştir.

 

KALECİK KARASI ÜZÜMÜ

Bölgenin güneşi tam olarak alması, gece-gündüz ısı farklılığı, üzüme dünyanın en lezzetli aromasını vermiştir. Evet, ihraç ürünü olan kalecik karası üzümleri: Fransa’da yapılan yarışmalarda, 3 kez birincilik almıştır. Bu üzüm cinsi: bugün, ülkemizin en önemli kırmızı şaraplık üzümüdür.

3 yıl içinde ürün vermeye başlayan fidanlar: Kızılırmak kıyısında, gelişme sezonunu tamamlarlar. Kalecik ilçesinin topraklarının büyük bölümü: kahverengi veya kırmızı-kahverengi topraklardan oluşmaktadır.

Kızılırmak civarındaki toprakların bir kısmı da, alüviyal topraklardan oluşmaktadır. Kalecik karası üzümünün kendine özgü birleşimi ise, bu toprak guruplarından kaynaklanmaktadır.

Kahverengi topraklar, bol miktarda kalsiyum içerir. İlçeyi baştan  başa geçen Kızılırmak nehrinin oluşturduğu özel mikro klima ise, bu toprak özellikleriyle birleşerek, kalecik karası üzümünün muhteşem tadını en güzel şekilde etkiler.

1 kg. üzümden, 1 şişe şarap yapılır. Şarap, koyu kırmızı renklidir. Üzümü sulu olduğu için, içimi kolaydır. Aromatik olarak: kiraz, kayısı, muz, çilek gibi meyvelerin ortak tadını hissetmek mümkündür.

Bu nedenle, büyük keyif verir. Alkol ve asit oranı iyi dengelendiğinden, damak tadına hitap eder. Önerilen içme derecesi: 15-17 derece olup, şarabın yatarak saklama süresi 5 yıl olarak önerilir.

Evet, tüm bunların sonucunda: bazı özel sektör kuruluşları tarafından, bölgede şarap fabrikaları yatırımlarına öncelik verilmiştir. Buna bağlı olarak da, kalecik ve çevresinde, bu amaçla kurulmuş bağlar bulunmaktadır. Sürekli yeni bağlar kurulmaktadır.

NE YENİR

Kalecik ayvası meşhurdur. Ayrıca: armut, dut, kavun ve karpuz bulunmaktadır. Yemek olarak ise: buraya has: sarmalık dolmalar, bamya yemekleri, çemen yemeği, güveç tadabilirsiniz.

NE SATIN ALINIR

Kalecik yöresinden: kalecik ekmeği ve kasnak böreği satın alın.

GEZİLECEK YERLER

Ankara Kalecik

KALECİK KALESİ

Ankara yöresindeki kalelerden, ön önemlisidir. Çankırı’ya giden yol üzerindedir. Kalenin ilk defa, MÖ. 275’lerde, Galatlılar tarafından yapılmaya başlandığı ve daha sonra Romalılar tarafından onarılarak kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır.

Evet, kale, ilçenin ortasındaki, 150-160 metre yüksekliğindeki bir sarp kayalık üzerine kurulmuştur. Sur duvarları: yığma taşlarla örülmüştür, ancak günümüzde, surlar yıkık ve harap durumdadır. Surların çok az bir kısmı günümüze gelmiştir.

Kalenin girişi: kemerlidir ve iki tarafından, silindirik birer kule var. Giriş kısmındaki kapı kanatları sökülmüştür. Günümüzde, yalnızca yerleri belli. Kalenin içinde herhangi bir kitabe olmadığından, kim tarafından ve hangi tarihte yapıldığı belli değil.

Ancak: kalenin ilk defa, Roma ve Bizanslılar zamanında yapıldığı sanılıyor. Osmanlılar zamanında ise, büyük olasılıkla onarım görmüştür. Evler ise, kalenin çevresinde toplanmıştır.

Kalenin içinde ne görülebilir? Mahzen ve sarnıç var. Mahzen, eskiden çok derin olmasına rağmen, zamanla taş ve toprakla dolmuştur. Mahzenin hemen yanında bir mezar odası var. Ancak, bu mezar da, günümüzde tahrip olmuş durumdadır.

 

KIZILIRMAK KÖPRÜSÜ

İlçenin 6 km. güneyinde, Kalecik-Kırıkkale kara yolunun kenarında, Kızılırmak üzerinde kuruludur. Köprüden geçilerek: bazı köylere ulaşılıyor. 1990 yıllarına kadar, Kızılırmak üzerindeki tek geçit yeri olarak, bu köprü kullanılmıştır.

Köprü üzerinde herhangi bir kayıt yok ve bu yüzden yapılış tarihi ve yaptıran bilinmiyor. Ancak, köprünün Selçuklular döneminde, 13.yüzyılda yapıldığı sanılıyor. Çünkü: köprü ayaklarında ve köprü alt kısımlarında: sarımtırak renkli kesme taşlar, malzeme ve işçilik, bu savı destekliyor.

Yıldırım Beyazıt devrinde (1389-1402) bu köprünün bulunduğu ve 1402 yılındaki Ankara savaşı öncesinde, Osmanlı ordusunun bu köprü üzerinden geçerek, Çubuk ovasına indiğini, daha sonra ise, Timur kuvvetlerinin ilerlemesine engel olmak için köprünün, Yıldırım Beyazıt kuvvetleri tarafından tahrip edildiği, yazılı kaynaklardan öğrenilmiştir.

 

TABAKHANE CAMİSİ

Kalecik kalesinin kuzeybatı eteğindedir. Adını, bulunduğu mahalleden almaktadır. Meyilli bir arazi üzerindedir. Cami: günümüze sağlam olarak gelmiştir. Caminin yapılış tarihi olarak: 1907-1909 yılları arası tahmin edilmektedir.

Bu dönemde; yani 19.yüzyılın başlarında, ilçenin nüfusunun yarıya yakını, Ermenilerden oluşuyordu. Ermeniler, bu bölgede oturuyorlar ve genellikle deri tabakcılığı ile uğraşıyorlardı. Mahallenin ve caminin isminin de buradan geldiği düşünülüyor.

BÜYÜK (HASBEY) CAMİİ

Yukarı çarşıda bulunan cami, tuğla gövdeli, minarenin kaidesi kesme taş, külahı ahşaptır. Cami yandığında, minaresi dışında tamamı, 1962 yılında, yeniden yapılmıştır. Mevcut cami, boyuna dikdörtgen planlı, sade bir yapı olup, ilk şekli hakkında bilgi yoktur.

Minarenin kaidesi ve şerefe altı kesme taş, gövdesi ve petek kısmı tamamen tuğladır. Ahşap külahı, kurşun kaplıdır. Cami, İsfendiyar Oğullarından Has Bey tarafından, 14’ncü yüzyılda yaptırılmıştır.

ŞEHSUVAR CAMİSİ

Şehsuvar Bey: 15.yüzyılda, Fatih Sultan Mehmet zamanında yaşamıştır. Şehsuvar Beyin, bu bölgede bir saray ve cami yaptırdığı biliniyor, günümüzde saray yok olmuş, cami ise hala ayaktadır.

KAZANCIBABA TÜRBESİ

İlçe merkezinde, Ahi Kemal mahallesindedir. Türbenin: Fatih Sultan Mehmet’in tüfekçi başısıdır. Kazancı Baba’ya ait olduğu ve 15.yüzyıldan kaldığı söylenmektedir.

Türbenin üst kısmı yuvarlaktır. Pencereler yine yuvarlak kemerlidir. Çatısı piramidal ve külahlı ve kiremit kaplıdır. Kapının üst kısmı, sivri kemerlidir. Türbe 1969 yılında onarım görmüş ve ön tarafına, kare şeklinde bir oda ilave edilmiştir.

 

HÜKÜMET BİNASI

İlçenin gösterişli binalarındandır. Cumhuriyet meydanına hakim, çarşı hamamının tam karşısında ve Şehsuvar camisinin 50 metre yukarısındadır.

Yapı: 1904 yılında, Ermeni yapı ustalarından Ovenüs Hoca, Onlük Usta ve Kevük ustalar tarafından yapılmıştır.

Milli mücadele yıllarında, Hükümet Konağı, cephede yaralanan askerlerin tedavisi için, hastane haline getirilmiştir. Haymana cephesinden, askerler kağnılarla buraya getirilir, halk, sıra sıra, bu hastanede kalan yaralı askerlere, yemek ve diğer ihtiyaçlarını karşılamak için çalışırlarmış.

1950 yılında yapılan büyük onarımda, kuzeydeki giriş kapısı iptal edilir. Güney cephesine, ana giriş kapısı eklenir. Bodrum katı hariç olmak üzere, 2 katıl ve kırma çatılıdır. Zemin kat ve üst katın planları aynıdır.

Dışarıdan bakıldığında: binanın oldukça dengeli, orantılı ve simetrik olduğu görülür.

 

ASKERLİK ŞUBESİ

İlçe girişinde, Ankara caddesinin sağında bulunan üç adet askeri binadan, ikisi, günümüzde kullanılmaktadır. Binaların: 1915-1923 yılları arasında yapıldıkları tahmin ediliyor.

İstiklal Savaşı sırasında, İnebolu yoluyla İstanbul’dan gelen cephane, yiyecek ve giyecekler, Haymana cephesine sevk edilmeden önce, buradaki bu binalarda depolanıyormuş.

Bu binalarda daha önce Askeri Mühimmat Depo Komutanlığı bulunuyor iken, bunlar, 1986 yılında buradan ayrılırlar. Daha sonra: binalardan biri Halk Kütüphanesi, diğeri Ankara Üniversitesi Öğrenci evi ve kısmen müze, diğeri ise, boşaltılarak kaderine terk edilmiştir.

Günümüzde: Askerlik Şubesi olarak kullanılan yapı: kesme taştan yapılmış, giriş ve üst kat  olmak üzere, iki katlı ve kırma çatılıdır. Tam bir kışla formu hakimdir. Diğer iki binaya göre, daha erken tarihli olduğu söylenebilir.

3. Numaralı bina, ahşap kısımlarının çürümesi ve duvarlarındaki yer yer yıkıntılar ve çatlaklar nedeniyle, günümüzde kullanılmaz durumdadır.

Ankara Şereflikoçhisar

Ankara Şereflikoçhisar

 

Ülkemizde, bağlı bulunduğu il merkezine en uzak ilçelerden biridir.

Düşünün ki, bağlı bulunduğu Ankara’ya 148 km. ama Aksaray iline 70 km. uzaklıktadır.

Bu yüzden: Şereflikoçhisar denilince: akla hemen her siyasi parti ve politikacının buraya il olma sözü verdiği hatırlanır.

Ayrıca: Tuz gölü ve hemen ilçenin önünden geçen E-90 kara yolunda, hızla ilerleyen kamyon-tır ve otobüsler.

İşte Şereflikoçhisar.

ULAŞIM

İlçe merkezi, bağlı bulunduğu Ankara’ya, 150 km. uzaklıktadır. Yani: ülkemizin en yoğun yollarından biri olan E-90 kara yolu üzerindedir. Şereflikoçhisar-Aksaray arasındaki uzaklık: 80 km. Ankara-Şereflikoçhisar arasında AŞTİ’den kalkan otobüsler var.

Gayet lüks otobüsler ile buraya ulaşmak mümkündür, eğer özel araba ile giderseniz, yaklaşık 2 saat veya biraz daha az sürüyor, çünkü yol dümdüz, hiç viraj veya rampa yok, sadece kamyon ve tırların oluşturduğu aşırı trafik yoğunluğu biraz da olsa yolculuğu etkiliyor.

TARİHİ

Şereflikoçhisar’ın tarihi geçmişi: MÖ. 3000’lere kadar dayanmaktadır. Takip eden tarihi süreçte, sırası ile, yörede hakimiyet kuranlar ise: Hititler, Asurlar, Romalılar, Persler, Emeviler, Selçuklular, Karamanoğulları, Osmanlı imparatorluğudur.

Karamanoğulları döneminde önemli bir yerleşim olarak öne çıkan ilçe; 1466 yılında Osmanlı hakimiyeti altına girer.

Bu dönemde: yöre insanı: Rumeli, İstanbul-Aksaray ve 1571 yılında Kıbrıs’ın alınmasıyla, zorunlu olarak Kıbrıs’ta ikamete mecbur kalır ve böylece, azalan nüfus nedeniyle, nahiye durumuna düşer.

1891 yılında ilçe olan Şereflikoçhisar: Konya iline bağlanmıştır. 1933 yılında ise, Ankara bağlantısı gerçekleşmiştir.

Şereflikoçhisar kelime anlamı: yörenin ismi, önceleri “Koşhisar” olarak bilinmektedir. Bunun kaynağı: “koş” kelimesinin anlamı “çift” demektir. Yörede, iki kale bulunduğundan, “Koşhisar” isminin verildiği düşünülüyor.

Ancak, Çanakkale savaşında, ilçeden çok şehit verildiğinden (erkek nüfusun yarıdan fazlası şehit olmuştur) : ulu önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından, ilçe isminin başına “Şerefli” kelimesi eklenmiştir.

GENEL

Ankara’nın bu en uzak ilçesi: Tuz gölü ve Hirfanlı barajı arasındaki bölgededir. Güneyden ova ve kuzeyden dalgalı arazi yapısına sahiptir. İlçe merkezinin denizden yüksekliği: 975 metredir. Arazi: çıplak ve kıraçtır.

Yörede: karasal iklim görülür ve buna bağlı olarak: yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk ve karlı geçer. Yağışların yetersiz olması nedeniyle, yöredeki hakim bitki örtüsü: steptir.

İlçenin ekonomisi: tarıma dayanır. Hayvancılık ta önemli bir geçim kaynağıdır. Tuz gölünün kıyılarında ise, tuz üretimi yapılmaktadır. Halen, ilçe merkezinde, 35 civarında tuz imalathanesi bulunmaktadır.

Ancak: aynı zamanda, ekonomik nedenlerden dolayı, yurt dışına en çok işçi veren ilçelerden biridir. Yurt dışında, yaklaşık 15 bin kişinin işçi olarak çalıştığı bilinmektedir. Yaz aylarında, bunların ve ailelerinin ilçeye gelmesiyle: ilçenin nüfusu ikiye katlanır ve sokaklar, özellikle

Alman kültürüyle yetişen gençlerin değişik ve ilginç görüntüleriyle dolar. Burada yaşayan insanlar, bu yurt dışı olayına o derece alışmışlardır ki, birçoğu liseyi bitirince yurt dışına gitmeyi düşünür. Bir çoğu da, yurt dışında çalışan akrabalarının gönderdikleri maddi yardımlar ile geçinirler.

ULUSLAR ARASI GELENEKSEL TUZ FESTİVALİ

Şereflikoçhisar ilçesinde,  her yıl, geleneksel olarak düzenlenen uluslar arası tuz festivallerinin, 12’nci 2011 yılında düzenlendi. Festival şenlikleri, üç gün sürüyor ve çeşitli etkinlikler, yarışmalar ve konserlerle devam ediyor.

KARA KUVVETLERİ TATBİKAT MERKEZİ

Şereflikoçhisar merkezinde, Kara Kuvvetlerine ait, askeri tatbikatların yapıldığı bir merkez var ve buradaki alanda, askeri tatbikatlar yapılıyor. İlçenin hemen çıkışında, büyük bir garnizon var, kapısındaki iki büyük tank, büyük binaları ile dikkat çekiyor. Yani, ilçede yoğun bir asker varlığı söz konusu.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Özellikle, kış aylarında buraya yolunuz düşerse: mutlaka “arapaşı” tatmalısınız. Bunun: acılı, hindi-tavuk gibi kanatlı hayvan etlerinden yapılan çorbası ve yine özel olarak yapılan hamuru var. Bu hamuru: kaşıklar ile, çorbada ıslatarak, bir lokmada yutmanız gerekiyor.

NE SATIN ALINIR

Mevsiminde geçerseniz, buradan özellikle Adana tarafından mutlaka kavun satın almalısınız. Çünkü: ülkemizde, toprağında mineral bakımından en zengin illerden biri, bu nedenle kavun muhteşem tatlı.

Ayrıca elbette buradan tuz veya tuzla ilgili bir şeyler satın alabilirsiniz. Ankara’dan buraya giderken, ilçeye 30-35 km kala Tuz gölünün kıyısında “Tuz Müzesi” yazan bir tabela göreceksiniz, zaten hemen Tuz gölünün kıyısından ilerlediğiniz için bu tabela mutlaka dikkatinizi çekecektir.

Ancak, güzel bir otoparkı bulunan alana girdiğinizde, müze arıyorsunuz, müze işareti bulunan yere girdiğinizde ise, müzeden eser yok, yöre insanı müze denen yerde, her türlü turistik objenin satıldığı bir sergi açmış. İçeri girdiğiniz gibi, iki kişi, ellerinde bir bardak tuz, hemen ellerinize bir tutam tuz sürüyor ve ovalamanızı söylüyorlar.

Tabii çekiniyorsunuz, ama bir kere sürmüş bulundukları için ovalıyorsunuz, o da ne, ellerinizde bir yağ tabakası var. 3-4 adım  sonra, ellerinizdeki yağın tuzun içinde bulunan magnezyum olduğu ve cilt bakımı için çok yararlı olduğu söyleniyor ve ellerinizi çıkıyorsunuz, ama yağlı durum hala hissediliyor.

Hemen ellerinizi yıkadığınız yerde, biraz önce ellerinize sürülen tuzun kapalı kutular içinde satıldığı bölüm var, yani almaya niyetleniyorsunuz ama fiyat uçuk, küçük bir kap içinde 54 TL.  Öte yandan, satıcı fiyatın yüksekliğini kendisi de biliyor ki, bunu haftada bir kere tatbik edeceksiniz, bu şişe size 1 yıl gider gibi bir yorum yapıyor.

Ama yine de fiyat yüksek, yani bir anlamda turistik, sergide yine turistik amaçlı birçok obje var, ama ilginç olan bu objelerin bir çoğunda “Kapadokya” yazısı dikkati çekiyor, Kapadokya ne alaka diye düşünürseniz, bu kez, Kapadokya’ya giden turist kafilelerinin, burada “Tuz Müzesi” tabelasını görüp mola verdikleri sanırım bu ilgili açıklıyor.

Sergide bence en ilgi çekeni, tuz satılması, ama yine satılan ve tamamen sağlıklı olduğuna inandığım bu tuzların fiyatları da uçuk, ne diyebilirim, keşke uygun fiyat koysalar da herkes satın alsa. Tuz lambaları ve doğal taşlar da satılıyor.

Ama dediğim gibi, burası tamamen turistik bir yer, aldığınız malın hem doğallığı hem de fiyatı konusunda kuşku duyacaksınız. Fiyatın yüksek olduğu kesin, satılan malların orijinal olup olmadığı ise, meçhul.

Neyse yine buranın hemen yanında, tuz gölü ile yakın temas etme şansı var. Tuz gölünün kıyısına ulaşıyorsunuz ve gölün muhteşem manzarasını izleyebiliyorsunuz.

Ancak tuz gölünün kıyısında her ne kadar turistik olduğu söylense de doğru dürüst bir tesis yok, yani tuz gölü manzarasını izleyerek bir bardak çay içeyim deseniz hayır öyle bir yer bulamazsınız. Yeni iki tesis yapıldığı söyleniyor, bir daha yolumuz düşerse bakar yazarız.

KONAKLAMA

Öğretmen evi                           Ankara Caddesi.                   312-6871839

GEZİLECEK YERLER

Gezilecek yerler bir yana, Şereflikoçhisar ilçesi içinden söz etmek istiyorum. Küçük bir yer, ana caddesi çevresine yerleşmiş dükkanlar ve evler var.

Yani, tarihi, doğal ve tabiat güzellikleri bakımından pek zengin bir yöre değil ama Tuz gölü ve Alaaddin camisi bir nebze tarih ve doğa tutkunları için gezilebilecek düzeyde.

ALAADDİN CAMİ

Sarıkaya Mahallesinde bir teras üzerinde bulunan cami, kare planlı ve tek kubbeli bir yapıdır. Caminin beden duvarları, tamamen kesme-yontu taştan yapılmıştır. Kuzey tarafındaki son cemaat yeri, üç kubbelidir.

Kuzeybatı köşede, beden  duvarından çıkıntı yapan minare kaidesi, yontu taştandır. Caminin mihrap mekanı, kıble yönünde, kare planlı, ana mekandan ileri doğru çıkıntı yapmaktadır. Son cemaat yerinin pandantif geçişli üç kubbesi, iki köşede taş ayak, ortada iki sütun ile taşınmakta, sivri kemerlerle bağlanmaktadır.

Sütunların başlıkları gayet sade ve basit olup, gergi demirleri ile birbirlerine bağlanmışlardır. Yan cephelerde üçer, güneyde mihrap çıkıntısının iki yanında ve güney duvarında bunlara karşı birer dikdörtgen pencere bulunur.

Son cemaat yeri ile aynı  hizada bulunan, ana mekanın beden duvarları,  taş bir silme ile biter ve daha üstte, biraz daha içeriden, her cephesi sivri kemerli sekizgen bir kubbe kasnağı yükselir. Onun üstüne, içe doğru daralan payandalı kubbe kasnağı oturur.

Bu konik, kasnak kubbe ile birlikte, tamamen kurşunla kaplanmıştır. Dıştan, kemerli payandalarla takviye edilmiş olan kasnak, sekiz pencerelidir.

Minare, kuzeybatı köşede, son cemaat yeri ile birlikte, beden duvarlarından hafif çıkıntı teşkil eden bir kaideye sahiptir. Silindirik gövdeli minarenin şerefe altı, silmelerle genişlemektedir. Şerefe ve petek kısmı da ahşap olup, üstü kurşun kaplı konik bir külahla örtülüdür.

Minare kapısı, son cemaat yerine açılmaktadır. Tamamen beyaz sıvalı, son cemaat yerinde, sağ üstteki kemerli bir pencere şeklindeki mükebbire, cami içinden imamın sesini dışarıdaki cemaate duyurmak için yapılmıştır. Son cemaat yerinin iyi yanında, birer dikdörtgen pencere, ortasında taç kapı vardır.

Basık kemerli giriş kapısının çevresinde, sivri kemerli geniş bir silme dolaşır. Taç kapının üst kısmında kitabe, kenarlarında geç dönem özelliği taşıyan bazı motifler bulunur. Harim mekanından kubbeye tromplarla geçilir. Tromp kemerleri, beden duvarından çıkıntı yapan payandalara oturmaktadır.

Kemerleri, tromplar da kubbeyi taşımaktadırlar. Caminin taştan yapılmış minberi basit süslemelere sahiptir. Güney tarafı eyvan şeklinde girinti yapan mihrap mekanının üzeri, beşik tonozla örtülmüştür.

Sade görünümlü taş mihrap, taç kapı ile aynı üslupla yapılmıştır. Su basman seviyesine kadar olan temel duvarlarının beden duvarlarından daha eski olması, caminin tarihini, 12’nci yüzyıla kadar indirmektedir.

Buradaki devşirme malzemeler arasında, orijinal bir mermer kitabe parçası da bunu göstermektedir.

Yapım tarihi kesin olarak bilinmeyen cami, ilk olarak Selçuklu devrinde yapılmış olmalıdır. Kapısındaki 1869 tarihli  kitabe de, muhtemelen caminin yeniden yapım tarihini bildirmektedir.

 

TUZ GÖLÜ

Tuz gölü: ülkemizde, Van gölünden sonra en büyük ikinci göl özelliği taşır. Türkiye’nin en sığ gölüdür. Dünya üzerinde: Lut gölünden (tuzluluk oranı: % 32.9) sonraki tuz oranı en yüksek ikinci göldür.

Benim en çok ilgimi çeken gölün suyunun yağlı gibi bir özelliğinin olması, yani göl suyu ile ellerinizi yıkayın, yağlı bir durum hissedeceksiniz, söylenenlere göre bu yağ değil suyun içindeki magnezyum etkisiymiş.

Göle yaklaştığınızda, uzaktan: tuz kristallerinin, muhteşem beyazlığı ve parlaklığı: göz yanılgısı yaratarak, kar ve buz gibi görülür. Su yüksekliği: asla birkaç santimetreyi geçmez. Ancak: çok nadir olarak, Beyşehir gölü suları aşırı yükseldiğinde, kanallar ile fazla sular buraya verilir ve bu kez, Tuz gölünün su yüksekliği, 30-40 cm. civarında olabilir.

Ancak, bu su seviyesinin yükselmesi, maalesef göldeki ekolojik dengeyi olumsuz etkiler. Çünkü: buharlaşma azalır, suyun atmosfer ve yer arasındaki çevrimi düzensizleşir.

Göl çevresindeki kıyılarda: birçok yerleşim yeri var. Ama daha ilginç olanı: kıyı kesiminde, kavun ve karpuz tarlaları bulunmasıdır. Göl kıyısında, toprağa batırılan herhangi bir nesne, hemen tuz tabakaları ile kaplanmasına rağmen, kavun ve karpuzlar da, böyle bir şey olmuyor ve tatları muhteşem güzel.

Evet: tuz, insan vücudunun: % 3.5’nu oluşturur. Ancak, muhteşem bir doğa dengesi sonucu: dünya denizlerindeki tuz oranının da, toplamda: % 3.5 olduğu öğrenilmiştir. Göldeki 3 tuz yatağı, yılda 1 milyon ton, yani ülkemizin yıllık ihtiyacının, yaklaşık % 65’ni sağlar.

Doymuş tuzlu su: tuz yataklarına çekilir ve tuz çökeldiğinde, su tekrar göle verilir. Sonrasında ise, elde edilen tuz: demir yolu ağı boyunca, vagonlarla ambarlara taşınır. Ambarlardan ise, kamyonlarla Şereflikoçhisar ilçe merkezindeki özel tuz işleme fabrikalarına yolculuk yapılır.

Burada ise: tuz, defalarca yıkanır, kurutulur ve paketlenerek satışa hazır hale getirilir.

Kış aylarında ise: göl geniş su alanı oluşturur ve bu nedenle: su kuşları için önemli bir kışlak bölgesi haline gelir. Kış aylarında, çok sayıda “Sakarca kazı” gölde barınır ve çevredeki tahıl ekili alanlarda beslenirler.

İlkbaharda göl içinde oluşan adacıklarda ve kıyıdaki bataklıklarda ise: bu kez; suna, angut, çamurcun, yağmurcun, kocagöz, ince gagalı martı, gümüşü martı ve bataklık kırlangıcı görülür. Ayrıca: ülkemizdeki en büyük flamingo kolonisi, gölde kuluçkaya yatar. Yalnız bu kuşların ne zaman geldiğini net bilmiyorum, Mart 2016 tarihinde gölde herhangi bir kuş göremedim.

Ne yapabilirsiniz: bence, göl kıyısına yaklaşın, çoraplarınızı çıkarın ve tuzlu yüzeyler üzerinde birkaç adım atmayı deneyin. Hatta: kauçuk çizme veya bot giyerek, göl kıyısında uzun bir yürüyüş bile yapabilirsiniz. Ama, yanınızda mutlaka bir fotoğraf makinesi bulundurmayı, sakın ihmal etmeyin.

Muhteşem güzel resimler çekebilirsiniz. Burayı ziyaret etmenizin bence en önemli nedeni, zaten burada yakalayabileceğiniz muhteşem güzel fotoğraf kareleri olacaktır. Doğayı ve kuşların resimlerini çekmelisiniz. Unutmayın burada sizin yakalayabileceğiniz fotoğraf karelerini, bir başkasının yakalama şansı yok. Hatta, aynı kareleri siz bile, yeniden yakalayamazsınız.

 

HİRFANLI BARAJ GÖLÜ

Kızılırmak üzerinde, 1953-1959 yılları arasında inşa edilmiştir. Akarsu yatağından, 78 metre yüksektedir. Bu boyutları ile, ülkemizin sayılı büyük boyutlu barajlarından birisidir. En derin yeri: 70 metredir.

Baraj alanında, birçok su kuşu barınmaktadır. Baraj gölünde avlanma hakkı: Şereflikoçhisar, Evren, Sarıyahşi, Kaman gibi ilçelere bölümler halinde kiralanmıştır. Ancak, son yıllarda Kaman kaymakamlığı tarafından da, göl kıyısında çeşitli su sporları etkinlikleri düzenleniyor.

2004 yılında: Bakanlar kurulu kararı ile, baraj gölü kıyısındaki büyük bir alan: turizm merkezi olarak ilan edilmiştir. Çünkü: özellikle yaz aylarında, baraj gölünün kıyısındaki birçok alan: plaj ve piknik alanı olarak kullanılmaktadır.

Göl: ayrıca balık avına da elverişlidir. Göl çevresinde bulunan doğal plajlardan, en gözde olanlar: Toklumen köyü, Sıdıklı köyü, Büyükoba köyü, Davulağıl bölgesi. Yaz aylarında, buralarda kamp alanları da oluşturulmaktadır.

Hirfanlı barajındaki sosyal tesisler ve Toklumen kasabasındaki Aşık Sayit Tesisleri ve Savcılı Büyükoba tesisleri; özellikle balık restoranlarıyla dikkati çekmektedir. Ben, bu restoranlardan birinde, muhteşem bir balık tatma imkanı bulmuştum. Büyük boyutlu balıklar, gayet güzel bir şekilde pişirilerek, servis ediliyor.

Ankara Sincan

Ankara Sincan

Aslında, birçok kez gittiğim Sincan ilçesinin, Ankara’nın hemen yakınında olmasına rağmen, her türlü imkanların yaratılması nedeniyle, Ankara’ya pek de ihtiyaç duymayan bir yöre olduğu kesin. Yani, burada yaşandığında, her türlü imkan bulunuyor.

Öte yandan, Ankara’nın özellikle yüksek kiralarından kaçan insanların, burada ikamet ediyor olması ve her gün Ankara’ya gidip-geliyor olmaları, buranın hareketliliğini sağlıyor.

ULAŞIM

Sincan: Ankara-İstanbul tren yolu üzerinde olması ve Ankara-Beypazarı-Ayaş kara yolu üzerinde bulunması nedeniyle, öne çıkmış ve herhangi bir ulaşım problemi bulunmayan bir ilçedir.
Ankara-Sincan arasındaki uzaklık: 27 km. dir. Ankara ile olan ulaşım: minibüs, otobüs ve banliyö trenleriyle sağlanmaktadır.

TARİHİ

Sincan isminin kelime anlamı “şen ve canlı insanların yurdu” demektir. Özellikle, Asya’da, bazı yerlerde, aynı ismi taşıyan yerleşim yerleri bulunmaktadır.

Sincan yöresinde: antik dönemlere ait kalıntılar, genellikle kaya yerleşimleri şeklinde görülür.

Özellikle: Esenler köyü yöresinde ortaya çıkan “aslan heykeli ve üzüm tekneleri”, İncilik köyünde ortaya çıkan “küp ve sütunlar” ile Saraycık köyünde bulunan “aslan heykeli” bölgede antik dönemdeki Roma ve Bizans yerleşimlerinden günümüze kalan kalıntılardır.

Sincan ve yöresi, Osmanlı döneminde de, tipik Anadolu köyleri yerleşimi şeklinde görülür. Sonuç olarak: mimari ve sanatsal açıdan, yörede, eski dönemlere ait çok sayıda kalıntı görülmemektedir. Her ne kadar, yörede, ilk yerleşimin, MÖ. 5000’li yıllara kadar uzandığı bilinse de, o dönemlerden ve medeniyetlerden, günümüze herhangi bir kalıntı intikal etmemiştir.

Sonraki dönemde, Sincan ismi, 1892 yılında, İstanbul-Bağdat demir yolu hattının, Sincan köyünden geçmesi şeklinde duyulur. 1926 yılındaki yazılı kayıtlarda, burada, 8-10 hanelik bir köy ve 1 cami bulunduğu yazılıdır.

Yine aynı dönemde, yani 1926 yılında çıkarılan bir kanunla “Zir köyü” bölgesinin, bucak yapıldığı, daha sonra ise, 1928 yılında, Sincan köyünün Etimesgut’a bağlandığı görülür. Aynı dönemde: Sincan, küçük bir köy iken, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle, özellikle yurt dışından göçen vatandaşlarımızın buraya yerleştirilmesiyle büyümüştür.

1950’li yılların başında, Bulgaristan ve Romanya’dan gelen göçmenler ile, köyün nüfusu hızla yükselmiştir. Özellikle: Romanya’dan gelen göçmenler, beraberlerinde “lale” soğanları getirmişler ve Sincan yöresinde lale bahçelerinin oluşturulmasını sağlamışlardır.

Sonuç olarak: 1983 yılında, Sincan ilçe haline getirilmiştir. 1988 yılında ise, Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırları içine alınmıştır.

GENEL

İlçe, dağlık alanlarla kuşatılmıştır. Kuzeydoğu bölgesinde “Karyağdı dağı” ve doğu bölgesinde “Ayaş dağı” uzantıları görülmektedir. Yöredeki başlıca akarsu ise Ankara çayıdır.

Yöre insanının başlıca ekonomik etkinlikleri: tarım ve hayvancılıktır. Ayrıca: yörede bir kısım sanayi tesisi ve kombinalar görülür. Özellikle: Ankara Sanayi ve Ticaret Odası tarafından kurulmuş olan “Organize Sanayi Bölgesi” önem kazanmaktadır.

Evet, Sincan için, sembol olarak “lale” kullanılmış ama yaptığım araştırmada, bunun sebebini öğrenemedim. Bir noktada: 1950’li yıllarda, özellikle Romanya bölgesinden göçerek Anadolu’ya gelen ve buraya yerleştirilen göçmen yurttaşlarımızın beraberlerinde lale soğanları getirdikleri düşünülmektedir.

Hani, Sincan yöresinde çok miktarda lale üretimi mi var? Meçhul veya böyle bir yazılı kaynak bulamadım, ama sonuçta, Sincan yöresinde, lale, yörenin sembolü olarak kabul edilmiş ve kullanılıyor. Bu arada: her yıl “Mayıs” ayı içinde, burada “Lale Festivali” yapılıyor.

 KONAKLAMA

Sincan Öğretmenevi İstasyon Mah. Erdal Sokak.No.12 312-2765960

GEZİLECEK YERLER

Sincan: herhangi bir tarihi ve doğal güzelliği olan yer değil. Yani, turizm açısından herhangi bir beklentiye cevap vermez. Yalnızca, burada bulunan “Harikalar Diyarı” ziyaretçiler için ilginç gelebilir. Bunun dışında yörenin herhangi bir turizm aktivitesi bulunmuyor.

HARİKALAR DİYARI

Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmıştır. Sincan-Fatih semti yanındadır.
Park, kapladığı alanın büyüklüğü ile, Avrupa’nın en büyük kentsel parklarından birisidir.

Park alanında: spor kompleksleri, piknik alanları, kültürel alanlar, yeşil alanlar ve masal adası gibi rekreasyon alanları bulunmaktadır.

Özellikle: 25 bin m. Karelik masal adası, çocukların ilgisini çekiyor. Bunun dışında: park alanında, 1 nikah salonu var.

ALİ YAKUT KÖYÜ CAMİ

Sincan ilçesine bağlı, İlyakut köyünde bulunan cami, boyuna dikdörtgen planlı, çatılı, kagir bir yapıdır. Binanın yapımında: moloz taş, kesme taş ve devşirme taş kullanılmasının yanında, ahşap malzeme kullanımı da önemli yer tutar.

Duvarlar içte ve dışta sıva kaplıdır. Camide, iki sıra halinde dizilen üstü kemerli pencerelerden, doğuda altı, güneyde-kuzeyde-batıda dörder adet bulunmaktadır. Kuzeyinde, sonradan eklenmiş bir son cemaat yeri ve kuzeybatısında ise 1965 yılında yapılmış bir minare bulunur.

Kuzeydeki mihrap eksenindeki kemerli bir kapıdan girilen caminin harimi: üç sahınlı, düz tavanlı ve kırma çatılıdır. Sahınlar, iki sıra halinde dizilmiş, ikişer ağaç direklerle birbirlerinden ayrılır.

Direkler: iki kalın kirişle ahşap tavanı taşırlar. Kirişlerle direkler arasında, ucu profilli yastıklar bulunmaktadır. Kıble duvarına dikey olarak uzatılan kirişlerle, hatıl ve duvarlar arasında, ucu profilli yarım yastıklar bulunur.

Yarım yastıkların üzerinde ise, kirişleri taşıyan tahtalar ve orta hatılın yan yüzleri, aşı boyalı klasik kalem işi nakışla süslenmiştir. Tavan tahtaları ayrıca çapraz ve dikey çakılmış çıtalarla süslenmiştir.

Güneydeki tavana kadar yükselen altıgen alçı mihrap, kalıplama tekniğiyle yapılmıştır. Mihrap, çokgen nişli olup, üstü mukarnaslıdır. Nişin çevresini dolaşan geniş silmeler, geometrik süslemelere sahiptir.

Mihrabın, sağında geometrik süslemeli, ahşap minber bulunur. Yapı: alçı, ahşap ve kalem işi süslemeleriyle dikkat çekmektedir. Caminin 14’ncü yüzyıl sonu ile 15’nci yüzyıl başlarında yapıldığı düşünülmektedir.

ESKİ BUCUK KÖYÜ CAMİ

Eski Bucuk köyünün günümüze yalnızca camisi ulaşmıştır. Bir yamaca yapılan cami, dikdörtgen planlı, kırma çatılı, kagir bir yapıdır. Caminin dış duvarları, yamaçta kalan kuzey ve doğu cephelerinde taş kullanılmıştır. Son cemaat yeri ve minaresi yoktur.

Caminin kesme taş kaplı doğu ve güney cephe duvarlarında, altta ve üstte ikişer dikdörtgen pencere bulunmaktadır. Alttakiler büyük, üsttekiler küçüktür. Pencerelerin lentonlarına kemerler motif olarak işlenmiştir. Çatısı alaturka kiremit kaplıdır.

Batıda kemerli bir kapı ile girilen cami harimi, boyuna dizilmiş, ikişerden dört adet ahşap direkle, boyuna üç sahına ayrılmıştır. Kapalı olan kuzey duvarında ahşap mahvel vardır. Ahşap tavanda  herhangi bir süsleme yoktur.

Caminin içindeki direkler, zarif konsollarla tavanı taşırlar. İç duvarlarda, sonraki yıllarda yapıldığı tahmin edilen hat ve bitkisel bezemeler görülür. Caminin kuzeyine, yakın zamanda eklenmiş, eski eser olmayan türbesi bulunmaktadır.

Türbenin içinde kimlere ait olduğu bilinmeyen 4 adet mezar olup, çok eski olmayan bir zamanda bu mezarların üstü örtülmüştür. Camide, onarım kaydı dışında bir yapım kitabesi bulunmamaktadır. Minare elemanları, yapı malzemesi ve çevresindeki benzer yapılarla karşılaştırıldığında, yapıyı, 15-16. yüzyıllar arası bir döneme tarihlemek mümkündür.

KÖTÜRÜM BEYAZID CAMİ

Sincan beldesinde, Yenikent’in ilk yeri olan “Zir köyü”, eskiden “Istanos” kazası imiş. Heyelan ve sel yatağı olması sebebiyle terk edilen “Uluköy”e bağlı olan bu yerleşimdeki “Kötürüm Beyazıd Cami”, yakın zamanlara kadar metruk ve harap durumda iken, günümüzde yıkılmıştır.

Yani, görme şansınız yok, yalnızca tarihi kalıntılar hakkında bilgi sahibi olmamız açısından burası ile ilgili birkaç not yazmak istiyorum.

Dikdörtgen planlı, çatılı bir yapı olan cami, 7.20 x 9.50 metre ölçülerindedir. Camiye, kuzeyden iki yanı kapalı, önü açık son cemaat yerinden girilir. Cami harimi, kare planlıdır. Alçı mihrabın kavsarası yıkılmış ve mihrap, bir niş halinde kalmıştır.

Ahşap mihberin ise köşk, külah, seren ve korkulukları yok olmuştur. İbadet mekanını, altta dikdörtgen yedi pencere ile üstte dokuz kare pencere aydınlatmaktadır. Tavan, ahşap çıtalı, ortası göbekli, birbirine geçmeli geometrik ve yıldız motifleri ihtiva etmektedir.

Mahfelin tavanı ile mahfelin alt kısmının tavanı ahşaptan, naşıklı ve boyalıdır. Mahfelin ahşaptan iki kare sütun ile yanda duvara yapışık ahşap sütunlar taşımaktadır.

Son cemaat yerinin doğu duvarına bitişik minarenin kare planı, kaidesi kesme taştan, gövdesi tuğladan, silindirik olarak inşa edilmiş ve üzeri sıvalıdır.

Minarenin şerefe korkulukları ve külahı ahşaptır. Caminin kitabesi bulunmadığından, “Kötürüm Beyazıd” diye meşhur olan Candaroğullarından “Celaleddin Beyazıt bin Adil Bey” (tahta çıkışı: 1362, ölümü: 1385) tarafından yaptırıldığına inanılmaktadır.