Ankara Hazine Müzesi

Ankara Hazine Müzesi

Önce müzenin yerinden söz edeceğim; Müzeye, Ulus semtinde eski Sümerbank binasının hemen sol yanında bulanan kapıdan girilerek ulaşılır.

Yani, Ulus meydanına yürüyerek sadece birkaç dakika uzaklıktadır.

Müzenin açık olduğu günler ve saatler: Salı, Çarşamba, Perşembe, Cuma günleri, saat: 13.30 ile 16.00 arasında ziyarete açıktır.

Ankara Hazine Müzesi

Evet, şimdi gelelim müzenin bulunduğu bina ve müze hakkında bilgiler vermeye:

Erken Cumhuriyet döneminin ilk binalarından olan ve halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörlüğü tarafından kullanılan yer, 1926 yılında inşa edilmiştir.

Başvekalet ve Maliye Vekaleti binası olarak yapılmıştır.

Bu bina, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Hazine Dairesine de ev sahipliği yapmaktadır.

 

Rektörlük Binası

Hazine Müzesine ev sahipliği yapmakta olan ve Üniversitenin Rektörlük biriminin olduğu bina, 1926 yılında inşa edilmiştir.

Cumhuriyetin ilk bakanlık binasıdır.

Mimar Halim Mehmet ve Mühendis İrfan tarafından tasarlanmıştır.

1928 yılında İş Bankası binasına doğru ikinci ve üçüncü bloğu Mühendis İrfan ve Mütahit Mimar Yahya Ahmet tarafından eklenmiştir.

Bu tarihten sonra orta bloğu Başbakanlık, sağ bloğu Gümrük Müsteşarlığı ve sol bloğu Maliye Bakanlığı olarak hizmet vermiştir.

1950’li yılların sonlarına kadar Başbakanlık makamının bulunduğu bina bunu takip eden yıllarda Maliye Bakanlığına ev sahipliği yapmıştır.

2001 yılında sonra Gümrük Müsteşarlığınca kullanılmıştır.

Türk mimari üslubundan öğeler barındıran bu eşsiz bina, yeşilliklerle ve heykel süslemeli havuzlarıyla arka cephesinde geniş ve keyifli bir bahçeye sahiptir.

Müzenin bulunduğu Maliye Vekaleti, setler halinde Çankırı Caddesine inan yeşilliklerle kaplı bir bahçe içinde yer alır.

Yaklaşık olarak 1929’da düzenlendiği düşünülen bahçede heykeller ile süslü elips biçimli iki havuz bulunur.

Ankara Hazine Müzesi

Yapılması

Hazine Dairesi, Yeni Cumhuriyetin altın ve para rezervlerini güvende tutmak için yapılmıştır.

Almanya menşeli Ostertag firmasına Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle verilen sipariş doğrultusunda 1928 yılında Maliye Bakanlığının ek binasının yapılı ile eş zamanlı olarak çevresinde bir güvenlik çemberi kurularak inşa edilmiştir.

Ankara Hazine Müzesi

Müzede

Geç Osmanlı Dönemi ile Erken Cumhuriyet Dönemi iktisadi belgelerin, Uluslararası hükümet ve şirket istikrazları ve poliçelerin tıpkı basımları sergilenmektedir.

Hazine Kasa Dairesinin memurları tarafından tutulan Hazine-i Evrak’a ait defter örnekleri, burada altın ve para dışında Geç Osmanlı Dönemi ile Erken Cumhuriyet döneminden iktisadi belgelerin korunduğunu gösterir.

Ankara Hazine Müzesi

1930 yılında Merkez Bankasının kurulmasıyla, Hazine Dairesi, önemli evrak ve nesnelerin korunduğu bir mekana dönüşmüştür.

Ankara Hazine Müzesi

Diğer özellikleri

Evet, Hazine kasa dairesinin girişinde sürekli bir muhafızın beklediği demir parmaklıklı kapı bulunmaktadır.

Hazine dairesinin 6 tane farklı anahtarı bulunuyor.

Kasa dairesinin kullanıldığı dönemde bu altı farklı anahtar, altı farklı kişiye verilerek güvenlik sağlanıyordu.

Bir kişinin kasayı açabilmesi için 5 kişiden izin alması gerekiyordu.

Ayrıca, kasa dairesine girebilmek için de üç aşamalı giriş sisteminin tamamlanması gerekiyordu.

Evet, Hazine Kasa Dairesi, Cumhuriyet dönemindeki tüm ekonomik işlemlerin yürütüldüğü, paraların basıldığı ve kıymetli eşyaların saklandığı bir yapıdır.

Böyle bir mekanda olmak, insana tarihle iç içe olmayı hissettiriyor.

Ayrıca Cumhuriyetin nasıl kurulup ve ne şekilde bu günlere geldiği görülüyor.

Bu kapının açılmasının ardından, kasa dairesinin etrafında sürekli nöbetçilerin gezdiği bir koruma şeridinden geçiliyordu.

Bu şerit sayesinde yangın, sel ve benzeri durumların, hazineye ulaşması engelleniyordu.

Son bir not: burası Müze haline getirilmeden önce, buradaki evrak, belge ve diğerleri ne oldu? Bu soru elbette kafanızı meşgul edecektir. Burada bulunan her şey, paketlenmiş ve Milli Kütüphaneye gönderilmiştir.

Ankara Akköprü

Ankara Akköprü

Bu köprü: Ankara çayı üzerindedir. Akköprü ismi, özellikle, Ankara’nın en büyük alışveriş merkezlerinin birinin ismi ile özdeşmiştir.

Bu yüzden, her gün önünden, yakınından yüzbinlerce kişinin geçtiği bu köprü hakkında, birkaç satır yazmak istedim.

Geçerken bir bakın, tarihi geçmişini duyduğunuzda kesinlikle bakmak isteyeceksiniz.

Çünkü: Ankara’nın, Selçuklu döneminden kalan en önemli mimari yapılarından birisidir.

Evet, bu ana yolun kenarında: Ankara çayı üzerinde: İncesu deresi ve Hatip çayının birleştiği yerde sessiz-sakin duran ve geçmişle günümüzü birleştiren köprü: Mayıs 1222 yılında, Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaaddin Keykubat tarafından ; Ankara valisi Kızıl Beye yaptırılmıştır.

Çünkü: Bağdat-İstanbul arasındaki ticaret yolunun üzerindedir ve stratejik konumu vardır. Ticaret yolunun: Ankara-İstanbul arasındaki bölümünün başlangıç noktasıdır.

Ayrıca: Osmanlı döneminde, şehirden: askere veya hacca gidenler, bu köprü başından topluca uğurlanırlarmış.

Köprü: 4 büyük ve 3 küçük olmak üzere, 7 kemerden oluşmaktadır. Bu kemerlerde, büyük oranda, Ankara taşı kullanılmıştır. Aralarda ise, yöredeki antik eserlere ait taş malzeme kalıntılarından faydalanılmıştır.

Kenarlardaki küçük kemerler nedeniyle, köprü, iki ucundan başlayarak, ortaya doğru yükselmektedir.

Batı bölümünde, antik dönemden kalma iki adet yazıt bulunmaktadır.

Sağ bölümde bulunan yazıtın Türkçesi: “ Din ve dünyanın büyüğü, yüce Sultan Ey-ül-feth Keykubad bin Keyhüsrev-müminlerin emrinin bürhanı-619 yılı rebiulahir ayında yaptırıldı”

Orta gözün solundaki kitabede: bazı yerleri silik olduğundan net okunamamakta, yalnızca köprüyü yapan Bedreddin ismi okunabilmektedir.

Köprü çok dar olması nedeniyle: günümüzde yalnızca yayalar tarafından kullanılmaktadır.

Evet, yazının başında söz ettiğim gibi: uzun yıllar, bu köprü üzerinden insanlar, kervanlar geçmiş, asker, hacı uğurlanmış ve hasret çekenler köprüyü hep bir ayrılma ve buluşma, hasret köprüsü olarak görmüşler.

Bugün sağlam olmasına rağmen, her ne kadar aralarda kalmış ve devasa görüntüsünü kaybetmiş olsa da özellikle yapıldığı yıllardaki muhteşemliği düşünmeye değer.

Ankara Aslanhane Cami-Ahi Şerafettin

Ankara Aslanhane Cami-Ahi Şerafettin

Ankara camilerinin, işçilik yönünden en güzel örneklerinden birisidir. Bütün iç mimarisi ve muhteşem mihrabı, caminin ahşap minberinin ağaç oymacılığı bakımından Ankara camileri içindeki en güzel minberlerden bir tanesidir.

Caminin bir de kitabesinin bulunması, büyük önem taşır. Dış duvarların mütevazi görünümü yanında, iç mekan, Selçuklu camilerinin en güzellerinden birini teşkil etmektedir.

ARSLANHANE (AHİ ŞERAFEDDİN) CAMİİ

Ankara Aslanhane Cami-Ahi Şerafettin

Ankara Samanpazarında. Atpazarı yokuşunda, Ahi Şerafeddin Mahallesinde bulunmaktadır.

Selçukluların son devrinde, Ankara’da kurulmuş olan Ahiler Devrine ait olan eser;
1289-1290 yılları arasında, Ahi Şerafeddin tarafından yaptırılmıştır.

Minberindeki bir kitabeye göre: mimarı, Ebubekir Mehmet’dir. Anadolu Selçuklu mimarisinin; ahşap sütunlu ve ahşap tavanlı örneklerinden biridir. Ankara’daki: Roma ve Bizans dönemi yapılarından toplanan taşlarla yapılmıştır.

NİYE BU İSİM VERİLMİŞ

Eğimli bir arazi üzerinde yapılan caminin, türbe duvarına gömülü bir antik aslan heykelinden dolayı, “Aslanhane Camii” ismi verilmiştir. Önceki tarihlerde ise, caminin çevresinde aslan heykelcikleri varmış.

CAMİNİN MİMARİSİ

Ankara Aslanhane Cami-Ahi Şerafettin Caminin Mihrabı

Caminin içine: doğu, batı ve kuzeyden, üç kapı ile giriliyor. Esas giriş: kuzey cephedendir. Yanındaki minareye bitişik olarak yapılmış olan kuzey kapı: tam bir taç kapı hüviyetini taşımaktadır. Bu kapı: kesme taştan yapılmıştır.

MİHRABI

Açık mavi çinilerle bezenmiştir. 13’ncü yüzyıl Selçuklu eseridir. Evet, bu mihrap, Ankara camilerinin olduğu kadar, ülkemizde bulunan bu tür mihraplarında en güzelidir. Tavan hizasına kadar yükselen ve beden duvarlarından çıkıntı teşkil eden mihrap, bütünüyle büyük bir pano meydana getirmektedir. Mavi çubukların meydana getirdiği esas motiflerin tam ortalarında, beşgen şekilde kesilmiş lacivert çiniler konulmuştur.

MİNBERİ

Ceviz ağacından yapılmış olup ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir.

MİNARE

Cami duvarlarında olduğu gibi, minare kaidesinde de, taşlar arası derz yapılmıştır. Oldukça yüksek olan kaideden, gövdeye geçişi sağlayan kürsüde, kareden silindirik gövdeye, yedi-sekiz tabir edilen üçgen satıhlarla geçilmektedir.

Selçuklu minarelerinin genel karakteristik özelliğini yansıtan minarenin, kürsü üzerindeki üst kademesinin 8 kenarından her biri, önce dikdörtgen panolar içinde kemerli nişler, sonra da birbirini takip eden sivri kemerli nişlerle teşkilatlandırılmıştır.

Minare gövdesinin alt kısımlarında, gene sırlı tuğladan yapılmış bir kuşak, gövdeyi sarar. Şerefe altı: alışılagelmiş şekilden başka oluşu ile, ilk bakışta dikkati çekmektedir. Kalın silindirik gövde dışarı doğru hafifçe genişleyerek, küçük köşeler meydana getirmekte ve sekizgen hale gelmektedir.

Şerefe korkulukları altında, bu genişleme biraz daha artmaktadır. Tuğla korkulukları takiben devam eden petek, daha ince ve silindirik olup, konik bir külahla nihayetlendirilmektedir.

İÇİ

Caminin içi, büyük bir dikdörtgen şeklindedir. Kıble duvarına dikey, dört ahşap sütun dizisi ile beş nef meydana getirmektedir.

Orta nef üzerinde bulunan mihrap: caminin, boyuna uzanan simetrik aksının tam üzerinde bulunmaktadır. Moloz taşlar arasında, bol miktarda kullanılmış olan spoli kesme taşlardan yapılmış olan beden duvarının teşkil ettiği mekanın üstünü: kiremit kaplı bir çatı örtmektedir.

TÜRBELER

Caminin yanındaki türbe: Ahi Şerafeddin’e aittir. Sekiz köşeli bir plan gösteren türbe, kubbe ile örtülüdür. Ahi Şerafeddin türbesinde: 17 mezar daha bulunmaktadır. Köşedeki, dört sütunlu, kubbe ile örtülü, etrafı açık türbeye de, “Kesikbaş Türbesi” denilmektedir.