Ankara Etnografya Müzesi

Ankara Etnografya Müzesi

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk: yeni Cumhuriyetin kuruluş aşamasında, devrimlerle, Türk toplumunu ileri düzeye taşırken, Anadolu insanının geleneksel yaşamının bir parçası olan ürünleri de: tamamen tarih sahnesinden silmek yerine, böyle bir müze kurarak, sergilenmesinden yana tavır koymuştur.

Özellikle: o dönemde, halkın: “fabrika yok, para yok, hastane yok, yol yok müze nemize gerek gibi” tenkitlerine aldırmadan, Atatürk, burayı yaptırmış ve günümüze intikal ettirmiştir.

Hatta: günümüzde, müzenin yeterli gelmediği, depolarda 30 bin civarında eser varken bunların çok az kısmının sergilenebildiği söyleniyor.

Yani: şapka devrimiyle, yeni tür şapkalar kullanılmaya başlanırken, geçmişe saygı gereği, şapka yerine uzun yıllar Anadolu’da kullanılan objeler toplanarak, burada sergilenmeye başlamıştır.

Müze içinde, o dönemdeki fotoğraflara iyi bakın ve özellikle kadınlarımızın, giydikleri kıyafetlerin ne kadar modern ve şık olduğunu hemen anlayacaksınız.

Özellikle: Ankara ve çevre illerden Ankara’yı gezmek için gelenler: Etnografya Müzesini ( bu aradan hemen yanındaki Resim-Heykel Müzesi de gezilebiliyor) mutlaka gezi programlarına dahil etmelidirler.

Çünkü: burada, gerçekten kültürümüzün geçmişindeki kalıplaşmış bazı uygulamalar, yüzlerce yıl kullanılmış objeler, giysiler, silahlar, mutfak gereçleri gibi birçok obje sergileniyor.

Bunların ziyaretinde: geçmişte bu topraklar üzerinde yaşayan büyüklerimizin, yaşam tarzlarını, adet, gelenek ve göreneklerini, sanatta ulaştıkları üst düzeyleri görüp, günümüzdeki değişimler ile birlikte yorumlayabiliriz.

Hatta ve hatta: yazının hemen başında, Ankara’yı veya ülkemizi ziyaret eden yabancı devlet erkanı ve yabancı protokolün ziyaret planlarında dahi, lütfen “Etnografya Müzesi” ve hemen yanındaki Resim-Heykel Müzesini ekleyelim ve insanların, özellikle yabancı ziyaretçilerin, geçmişimizde ulaştığımız kültür ve sanat seviyesini görmelerini sağlayalım.

Etnografya Müzesi, gerçekten çok güzel ve her yaştan insanın ilgisini çekebilecek objelerle dolu bir yer.

Bu yüzden: buranın özellikle okul öğrencileri tarafından gezilmesini teşvik etmek, gerek öğrencilerin istekleri ve gerekse öğretmenlerin gerekli imkanları yaratarak, öğrencilerin bu müzeyi gezmelerini sağlamalıyız.

İyi de: sayın müze yetkilileri: hemen yandaki Devlet Resim ve Heykel Müzesine giriş ÜCRETSİZ iken, Etnografya Müzesine giriş niye ÜCRETLİ. Bunun izahı mümkün mü?

Ankara Etnografya Müzesi

YERİ

Müze: Ankara-Ulus ile Kızılay semtleri arasında, Opera bölgesinde, Talat Paşa bulvarı üzerindedir. Atatürk Bulvarından da, yani Kızılay veya Ulus merkezinden kısa bir (15-20 dakika) yürüyüş ile, müzeye ulaşabilirsiniz.

Zaten: gerek Etnografya Müzesi ve gerekse hemen yanındaki Resim-Heykel Müzesi, bulundukları yer itibarıyla nispeten yüksekte kalıyorlar ve hemen görülebiliyorlar.

Yani: müzeye özel aracınız veya bir toplu taşım aracı ile giderseniz, müzenin hemen arkasındaki otoparka aracınızı park edip, müzeye girebilirsiniz.

Yürüyerek gitmeyi düşünürseniz, müzenin arka cephesindeki giriş kapısından, her iki müzenin bulunduğu bölgeye girip, sonra Etnografya müzesine yönelmeniz gerekiyor.

Ankara Etnografya Müzesi

MÜZENİN TARİHÇESİ

Müze: Ankara’nın “Namazgah” semtindedir.

Namazgah isminin kaynağı: Kurtuluş savaşı sırasında “Cuma” namazları, burada topluca kılınıyor ve asker için, topluca dua ediliyormuş.

Buradaki tepede, ayrıca, yine o yıllarda, Müslüman mezarlığı bulunuyormuş.

Genç Türkiye Cumhuriyetinde, müzecilik fikirleri ortaya çıkıp benimsenince, 1925 yılında, bu alan, müze yapılmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığına tahsis edilir.

Burada bir müze kurulmasına karar verilir ama ilk anda, arkeoloji müzesi kurulması düşünülür.

Daha sonra “resim-heykel” müzesi düşünülürken, son olarak “Etnografya Müzesi” nde karar kılınır.

Ankara Etnografya Müzesi Arif Hikmet Koyunoğlu Büstü

Buradaki müze binası: Cumhuriyetin ilk yıllarındaki en önemli mimarlarımızdan, Arif Hikmet tarafından yapılır.

Yapı: dikdörtgen planlıdır ve tek kubbelidir. Alınlık kısmı mermerdir ve üzeri oyma süslerle bezenmiştir.

İdare kısmı: müzeye bitişik, 2 katlı bir yapıdadır.

Yapı: betonarmedir.

Bodrum katı: koyu renk ve üst kısımlar açık renk, düzgün kesme taşlarla kaplanmıştır.

Kullanılan mermerler: Marmara Adasından, büyük zorluklarla getirilmiştir. Kubbe, dışarıdan kurşun kaplıdır. Sonuç olarak: yapı en ince ayrıntısına kadar planlanmış ve zor koşullar altında, büyük bir özveriyle çalışılmıştır.

Ankara Etnografya Müzesi Atatürk Heykeli

Müze binasının önünde: at üzerinde duran, bronz bir “Atatürk Heykeli” görülüyor. Heykel: 1927 yılına, İtalyan heykeltıraş Conanica tarafından yapılmıştır.

Atatürk, heykelin kendisine çok benzediğini söylemiştir. Yine, burada, bir başka söylentiden söz etmek istiyorum.

Fikriye Hanım’ın mezarının, bu heykelin altında bulunduğu söylenmektedir. Bu çok hassas ve özel bir bilgi, ama elbette gerçekliği kanıtlama şansı olan bir bilgi değil.

Fikriye Hanım, Atatürk’e yakın olmak için, burada gömülmeyi istemiş olabilir, yani gerçek olma şansı yüksek bir bilgi.

Bu sırada: Milli Eğitim Bakanlığı, ilk anda, bu konuda bilgi sahibi, dünyanın çeşitli yerlerindeki kişilerle görüşmeyi denemiş ve sonuçta, Macaristan’da, Etnografya Müzesini kuran, Meszaroş ile irtibata geçilmiştir.

Meszaroş’un : yeni müzenin kurulması ile ilgili verdiği rapor doğrultusunda: özel bir komisyon kurulmuş ve 1925-1927 yılları arasındaki 2 yıllık dönemde: bu komisyon tarafından, 1250 adet eser, satın alınarak, müzede sergilenmeye başlanmıştır.

15 Nisan 1928 tarihine gelindiğinde ise, bu kez: Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk; müzeyi ziyaret eder.

Resmi açılış ise: Afgan kralı Amanullah Han’ın, ülkemizi ziyaretinde yani 18 Temmuz 1930 tarihinde yapılır.

1938 yılına gelindiğinde, müze tarihindeki hüzünlü süreç başlar. Ülkemizin kurtarıcısı ve Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk: 10 Kasım tarihinde ölümünü takiben, tahnit (koruma önlemleri alınmış) naaşı; müzenin iç avlusunda, geçici kabir olarak ayrılan yerde muhafaza edilmeye başlanmıştır.

Naaş: 1953 yılında, Anıtkabir’e defnedilene kadar, 15 yıl boyunca, burada muhafaza edilmiştir.

Sanırım, bu tepenin daha önce Müslüman mezarlığı olması, naaşın burada muhafaza edilmesine sebep olmuş olabilir.

Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından, böyle bir karar verilmiştir. Ancak, bir yandan da, Atatürk’ün pek hoşlanmadığı bir yer olarak biliniyor.

Bu bölüm: günümüzde de, Atatürk’ün hatırasına: sembolik bir kabir şeklinde muhafaza edilmektedir ve üzerinde, beyaz mermere yazılmış bir kitabe görülmektedir.

Tabii: bu 15 yıllık süreçte, burası, müze işlevinden çok: Atatürk’ün mezarının bulunması nedeniyle; gerek yabancı devlet başkanları, elçiler ve heyetler ve gerekse halkın yoğun ziyaret yeri olmuştur. Hatta, devlet törenleri, burada yapılmıştır.

Atatürk’ün naaşı, Anıtkabir’e taşındıktan sonra ise, 14 Kasım 1956 tarihinde, müze, tekrar müze olarak halkın ziyaretine açılmıştır.

MÜZE GEZİSİ

Müze girişinde: 28 basamaklı bir merdiven bulunuyor.

Merdivenlerden çıkınca: dört sütun ve üçlü bir giriş var. Uzaktan bakıldığında, güzel bir görüntü ortaya çıkıyor. İlk yapıldığı yılları düşünmelisiniz. Bomboş bir arazi ve bu arazide muhteşem bir yapı.

Müzede: 10 salon bulunuyor.

Hemen girişte: Şeref Holü var. Burada: müzenin en seçkin eserleri sergileniyor ve ayrıca, Atatürk’ün naaşının konulduğu katafalk bulunuyor.

Dedektör kontrollü kapıdan girdiğinizde, hemen sağ tarafınızda, görevlilerin bulunduğu bir yer var. Burada: müze hakkında hazırlanan gayet güzel bir broşür alabiliyorsunuz.

Güzel bir uygulama. Sonra: gurup olarak geldiğinizi söylerseniz: gayet bilgili ve müze hakkında gerekli tüm bilgileri ziyaretçilere aktarmayı, büyük bir memnuniyetle yapan bir “görevli-rehber” size eşlik etmeye başlıyor.

Müze gezisi, elbette, bir bilenin anlattığı bilgiler ile, çok daha keyifli ve güzel bir hale geliyor.

Hayret etmemek elde değil, hemen yandaki Resim-Heykel Müzesinde yapılamayan bir uygulama, ama neyin eksik olduğu meçhul, yani niye yapılamaz, niye bir rehber veya broşür olmaz, Resim-Heykel müzesinin eksiği nedir, niye bunlar olmaz?

Önce, sağ yanda, galeriye girmeden önce, müze hakkında bilinmesi gereken bir kısım bilgi vermek istiyorum.

Burası yazının en başında da söz ettiğim gibi: aslında eskiden Namazgah Tepesidir.

Yağmur duasına çıkılan ve bayramlarda topluca namaz kılınan bir yerdir.

Ayrıca: burası şehitliktir.

Sakarya Meydan savaşında ölen şehitlerin bir kısmı buraya gömülür.

Daha sonra ise, şehitlerin mezarları buradan alınıp “Cebeci mezarlığına” götürülür.

Daha sonra Atatürk, yeni müzenin yapılması için burayı seçer. Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’na; Türk kültürünü yansıtan bir bina yapılmasını ister.

O yüzden, binanın özelliği “açık avlulu Selçuklu Medresesi” tipidir.

Selçuklularda medreseler yüksek öğrenim kurumudur.

Hem bir eğitim kurumu olması hem de müzeye gönderme yapılması açısından böyle bir plan seçiliyor.

Normalde: orijinalinde: hemen girişin bulunduğu yerde, Atatürk’ün 15 yıl boyunca gömülü bulunduğu alanın üstü açık olarak yapılmıştır.

Hatta: yine aynı yerde, bir şadırvan bulunmaktadır.

Ama, Atatürk vefat edince, insanlar onun naaşını, burada saklarken, açık olan bölümün kapatılmasına karar vermişler, buradaki şadırvan ise, buradan alınarak, başka yere/arkaya konulmuştur.

Burası: Atatürk’ün geçici kabri olarak yapılıyor. Daha sonra, naaşı, Anıtkabir’e taşınıyor.

1927 yılında, Atatürk, Afgan kralı Amanullah Han onuruna müze açılıyor.

Çünkü, I. Dünya savaşında, Afganistan’daki insanlar, parmaklarındaki yüzükleri dahi çıkararak, bize gönderiyorlar.

Atatürk, bu yüzden, Amanullah Han’ı onore etmek için açılışı ona yaptırıyor. Ama esas halka açılışı, 1930 yılıdır.

Şimdi, müze aslında iki bölümdür. Bu tarafı daha çok: halk bilimi-etnoloji, diğer taraf ise, sanat tarihi konularıdır.

Müzenin en büyük özelliği: “Ulusal Müze” olmasıdır.

Bunun anlamı, Türkiye’nin her yerinden getirilmiş eserlerin burada sergileniyor olmasıdır.

Genellikle: Etnografya Müzeleri, yöresel özelliklidir ve bulundukları yörenin Etnoğrafik eserlerinin sergilenmesinde kullanılır.

Ama, burası, biraz önce de söylediğim gibi, Ulusal düzeyde yani tüm Türkiye’den getirilen Etnoğrafik objelerin sergilendiği bir müze olarak bir ilk ve tektir.

Sağ bölüme doğru ilerlediğimizde,

1. Bölüm: GİYİM SALONU

Karşımıza çıkan ilk vitrin: Ankara yöresinin kadın ve erkek giysileridir. Bunlar: genellikle: özel günlerde yani, düğün, bayram, nişan gibi günlerde giyilirdi.

Evet, bunlar sonradan yapılma değil, o dönemden kalma orijinal giysilerdir. İlk etapta toplanan objelerdir. Yine aynı vitrin içinde: ortada bir sedef kakma sehpa görüyoruz.

Üstünde, Türk cam sanatından (Beykoz Cam Fabrikasında yapılmış) bir örnek görüyoruz. Aynı vitrinde; sağda abdest almada kullanılan: gümüş işlemeli leğen-ibrik var. Abdest, ya bir ağaç altında yada leğen altında alınırdı. Abdest almak için leğen ve ibrik kullanıldı ise, abdest sonrası, leğende kalan suyun: yine bir canlı yani ağaç dibine dökülerek, israf edilmemesi sağlanıyor.

Ankara Etnografya Müzesi Giyim Salonu

Devamında: Ege yöresi erkek giysilerinin sergilendiği vitrin görülüyor. Burada: giysiler, silahlar, kamçılar, boyunlarına taktıkları nazarlıklar var. Genellikle: Efelerin başlıkları, fesleri, iğne oyalı oluyordu, bunlara dikkat ediniz.

Sonraki vitrin: genellikle şehirli hanımların kullandıkları mücevherler, küpeler, bilezikler, saatler, broşlar sergilenen bir yerdir.

Daha sonra: Ankara yöresi ve daha çok Beypazarı yöresine ait: bir kına töreninin canlandırıldığı vitrin var. Burada: kına yakılan gelin adayı ve iki kişi daha var. Ayrıca: kına odasında bulunan eşyalar (mangal, çeyiz sandığı, mücevher kutusu gibi) canlandırılmıştır.

Hemen karşıda: ilginç bir bölüm var. Burası, tüm malzemeleri orijinal, bir berber dükkanıdır. Burada ise: damat tıraşı canlandırılmıştır. Malum: düğün öncesinde, gerek kına gecesi, gerek gelin hamamı ve gerekse damat tıraşı gelenekleri, uzun yıllar, Anadolu’da olagelmiş ve günümüzde de süregelen adetlerdir.

Bu bölümün son vitrininde: Erzurum yöresine ait, erkek giysileri ve aksesuarları sergileniyor.

Devam ettiğimizde,

2.Bölüm: İŞLEMELER SALONU

Burada: Anadolu kadınlarının el sanatları görülüyor. Anadolu’nun çeşitli yerlerinden toparlanan işlemeler, yatak örtüleri, çeyizlik takımlar, mühür, para keseleri, saat keseleri sergileniyor. Burada: bir kadın “enstrüman” çalıyor olarak betimlenmiştir. Bunlar el işidir ve üzerleri işlemelidir.

Her genç kız, kendisi işler. Bu enstrüman, dikkatli bakarsanız “kanun” dur. Ayrıca, burada, yine hamamda kullanılan peştemaller ve diğer objeler sergileniyor. Bu sahne: gelin hamamı şeklinde betimlenmiştir. Sabunlar, gümüş taslar, hepsi orijinal.

Ankara Etnografya Müzesi Halı ve Kumaş Salonu

Bir sonraki bölüm,

3.Bölüm: HALI VE KUMAŞ SALONU

Burada: Osmanlı dönemine ait halı ve kilimler sergileniyor. Sergilenen halılar: Milas, Ladik, Hakkari ve Osmanlı sarayları için özel dokunan Hereke ipek halı örnekleridir.

Bunlar: ilginç şekilde sergileniyorlar. Bir raylı sistem üzerine yerleştirilmişler ve bu raylı sistem geri çekildiğinde, arkadan başka halıların bulunduğu pano görülüyor. Yani: aynı yerde, birçok halı örneği görme şansı var.

Aslında: bu durum, halıların ziyaretçiler tarafından tahrip edilmesine neden olabilir mi diye düşünmemek elde değil. Ancak: bu halıların kapalı ortamda muhafaza edilemediğini, halıların nefes alması için açık alanda muhafaza edildikleri söylendi.

Ancak, ben yine de önlerine bir cam pano yapılmasının yararı olacağını düşünüyorum, çünkü bir zarar verildiğinde, bunların bir benzeri yok ki, yerine yenisini koyabilesiniz?

Ankara Etnografya Müzesi Halı ve Kumaş Salonu

Hemen karşıda, çok büyük bir halı var. Bu halı: 17’nci yüzyıldan kalma, Uşak yöresine aittir ve Türkiye’de iki tanedir, dünya üzerinde başka benzeri bulunmamaktadır. Bu halı: büyük uğraşılar sonucu onarılmış, orijinal haline sadık kalınarak, restorasyondan geçirilmiştir.
Burada: bir de dokuma tezgahı var. Tezgah orijinal değil, sonradan yapılmıştır. Ayrıca, eğirme ve iplik haline getirme işlemleri de, tanıtılıyor.

Ankara Etnografya Müzesi Metal Eşyalar Salonu

Bir sonraki bölüm,

4.Bölüm: METAL EŞYALAR SALONU

Burada: Anadolu metal işçiliği sergileniyor. Anadolu bakır işçiliğinin örnekleri var. Mankenler ile, bir bakırcı ustasının çalışması canlandırılmıştır. Çünkü: o dönemlerde, bakır en modern kap olarak kullanılmıştır. Ayrıca: bronz ve demir kap ve kacaklar da sergileniyor.

Vitrinin: bir bölümü Osmanlı, ortada Memlük ve diğer bölümü, Selçuklu metal işlemeciliğine ayrılmıştır. Sergilenen eserler: 12’nci yüzyıl ile, 19’ncu yüzyıl arasındaki dönemi kapsamaktadır.

Sergilenen eserler arasında: Osmanlı şerbet kazanları, Memlük kazanları, sini, leğen, sahanlar, taslar, güğümler görülüyor. Ayrıca: yemek taşımada kullanılan sefer tasları, şifa tasları (bunlar, genellikle çocuklar doğumdan sonra kırkını doldurduğunda kullanılırdı, ayrıca içlerine okunmuş su konulup hastalara içirilirdi), nisan kazanları (bunlar tekkelerde bulunurdu, ilk nisan yağmurları yağdığında, bunların içinde toplanan yağmur suları, okunur ve şifa niyetine tekkelerde bulunanlara içirilirdi).
Ayrıca: yine aynı vitrinde, fenerler ve mum söndürmede kullanılan mum makasları sergileniyor.

Ankara Etnografya Müzesi Metal Eşyalar Salonu

Evet, hemen karşıda: tek bir vitrin içinde: Müzenin “prestij eseri” yani “yıldızı” sergileniyor.

Vitrinde, tek başına sergilenen bu eser: Selçuklu dönemine aittir. Yapılış yılı ve yapan bilinmemektedir. Ancak: Konya-Beyşehir-Eşrefoğlu camiinden getirilmiştir. Acun tekniğiyle yapılmıştır.

Yanlarında: boğa başları bulunmaktadır. Üzerinde, üst bölümde “Ayetel Kürsü” yazısı işlenmiştir. Bu obje, tavana asılıp, içinde mum yakıldığında, tavana “Ayetel Kürsü” yansımaktadır.

Gerçekten inanılması güç ve muhteşem bir işçilik örneğidir. Bu yönü ile, dünya çapında ünlü olduğu ve literatüre girdiği belirtiliyor. Dünya üzerinde eşi-benzeri yoktur.

Bir sonraki bölüm;

5. Bölüm: KÜLTÜR SALONU

İlk vitrinde: kaşıklar görülüyor. Mutfaklarda kullanılan kaşık örnekleri: sedef, fildişi, kaplumbağa kabuğu, ahşap kaşıklar.

Daha sonra: Anadolu’da kahve: hazırlanması ve sunulması ile özel şartlara tabidir ve mankenler, mangal, cezve ile bu kültür canlandırılmıştır. Bizim kültürümüzde, kahvenin çok önemli yeri vardır. Hatta “bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı olduğu” söylenir. Kahvenin özel bir sunum şekli vardır.

Japonların çay içme törenleri gibi. Önce mangalda pişirilir, lokum eşliğinde ikram edilir. Vitrinde: sunumla ilgili objeler görülüyor. Fincanların: porselen, tophane çamuru ve hatta kaplumbağa kabuğundan yapılmış örnekleri görülüyor. Ayrıca: kahve yapımı ile ilgili objeler var. Kahve ocağı var, kahve kavurmak için kahve tavaları, kahve değirmenleri sergileniyor.

Ankara Etnografya Müzesi Kültür Salonu

Bir başka vitrinde ise: sünnet odası, sünnet çocuğu yatağı ve hemen yanı başında bekleyen bir bayan görülüyor. 17’nci yüzyıla ait bu betimlemede: Ankara evine ait; tavan ve dolap kapakları orijinaldir. Sünnet yatağı üzerindeki işlemeli objeler ve hatta yerdeki halı üzerinde, çeyrek altın örnekleri görebilirsiniz.

Ankara Etnografya Müzesi İç Avlu

 

Buranın devamında karşımıza çıkan yer: İÇ AVLU

İç avlu bölümü: Selçuklu mimari tarzında yapılan yapının, açık avlulu ilk halini göstermektedir. Ancak: yapıldığında, buranın üstü açık ve ayrıca şadırvanlı bir havuz bulunuyormuş. Ama, Atatürk ölünce, ölmeden önce, sürekli olarak geldiği bu yerde, naaşının muhafaza edilmesine karar verilmiştir. Ancak: naaş burada muhafaza edilirken, avlunun üstü kapatılmış, havuz ise, buradan alınarak, arka bölümde bir yere yerleştirilmiştir.

Atatürk’ün naaşı

15 yıl süresince, burada, ilaçlanarak ve sarılarak muhafaza edilmiştir. Yani, bir anlamda mumyalanmıştır. Anıtkabir tamamlandığında ise, 1953 yılı mezunu Harbiyeliler tarafından törenle taşınarak, Anıtkabir’de, günümüzdeki yerine götürülmüştür.
Atatürk’ün naaşının 15 yıl boyunca bulunduğu bu yer: günümüzde de, Atatürk’e saygı adına, öylece muhafaza ediliyor.

Duvarlarda ise, sol yanda: Atatürk’ün naaşının, Dolmabahçe’den alınıp, trene bindirilinceye kadar olan fotoğraflar, diğer yanda ise, Ankara içindeki törenlere ait fotoğraflar, duvarları süslüyor. Bunlar arasında ilginç olan: ilk bölümde, Atatürk’ün ölümü üzerine, Anadolu Ajansı tarafından, dünya ajanslarına çekilen “Telgraf örneği” dir. Bu ilginç, görmeden geçmeyin.

Ankara Etnografya Müzesi Cam, Çini ve Seramik Salonu

 

Devam ettiğimizde, hemen karşıda: Cam, Çini ve Seramiklerin sergilendiği bir salon görülüyor.
Burada: Selçuklu dönemi seramik ve çinileri sergileniyor. Bunların bazıları, vitrinin en solundakiler, Osman Hamdi Bey tarafından, günümüzde Suriye sınırları içinde kalmış, eski Selçuklu toprağı olan “Rakka” bölgesinden getirilmiştir.

Ortada: 16’ncı yüzyıldan kalma, Selçuklu çinileri görülüyor. Ancak, bunlar genellikle halkın kullanımı için yapılmamıştır. Bunlar: Sarayın kullanımı için yapılmış kaplardır. Daha sonra, Kütahya çinileri görülüyor.

Burada: daha önceki ziyaretimde görmediğim, daha sonra buraya konulan bir objeden söz etmek istiyorum ki, bu obje: daha önce yurdunuzda, İstanbul’daki bir camiden çalınarak Fransa’ya kaçırılan ve resmi makamların uzun uğraşlar sonucu Fransa’dan geri aldıkları çini tablodur. Bunu mutlaka görmelisiniz, tam bir sanat eseri.
Devam ettiğinizde, bu kez: 17 ve 18’nci yüzyıllar arasındaki döneme ait: Osmanlı cam sanatı örneklerinin bulunduğu yere geliyoruz.

Ankara Etnografya Müzesi Osmanlı Cam Sanatı Örnekleri

 

Burada özellikle görmenizi önereceğim objeler: Tophanelerdir. Bunların üzerindeki sarı bölümler, altın kaplamadır. Bir zamanlar çok popüler olmalarına rağmen, porselen ile rekabet edemediği için, zamanla üretimi durdurulmuş ve ortadan kaybolmuştur.

Vitrinin devamında: Yıldız Porselen Fabrikasında üretilen, porselen objeler görülüyor. Vazoların üzerindeki resimler, tamamen el yapımı ve imzalıdır. Bunlar da, halk kullanımı için değil, saray için üretilmiş, çok değerli ve nadide eserlerdir.
Devamında: Beykoz Cam Fabrikasının ürettiği objeler, yani çeşitli cam örnekleri görülüyor. Çanakkale seramik fabrikası eserleri de var. Bu fabrika, 1915 yılında bombalanınca, yok olmuş.

Buranın devamında, tören kıyafetleri ve tören silahlarının sergilendiği bir vitrin var. Kurşun kalıpları, mataralar, miğferler, barutluk, üzerinde yarı değerli taşlar bulunan tüfekler görülüyor. Ayrıca, bir mankenin üzerinde zırh ve elinde kalkan görülüyor.

Ankara Etnografya Müzesi

Bu vitrinin hemen karşısında: yine müzenin prestij eserlerinden olan ve “Uygur” bölgesinden getirilen, iki adet obje var. Bunlar: ayrı vitrinlerde sergileniyorlar. Üzerlerindeki resimler muhteşem. Görmeden sakın geçmeyin. Günümüzden yüzlerce yıl önce yapılan bu resimler: özellikle yapıldıkları zemindeki saman parçaları ile dikkat çekiyor.

Sonra: BESİM ATALAY SALONU

Besim Atalay, bir dönem “Milli Eğitim Bakanlığı” ve “Türk Dil Kurumu Başkanlığı” yapmıştır. Burada da, Besim Atalay’ın, müzeye hediye ettiği koleksiyon sergileniyor. Bu vitrin onun anısına yapılmıştır.
Bu koleksiyon içinde: yazmalar ve hat sanatının nadir örneklerini görebilirsiniz. Burada: özellikle, kocaman el yazması “Kuran-ı Kerim” dikkat çekmektedir. Ayrıca: çeşitli fermanlar ve levha örnekleri görülüyor.

Ankara Etnografya Müzesi Besim Atalay Salonu

Duvardaki: bir tablo içinde: “kufi yazı tekniğiyle “Allah” yazısını görmelisiniz. Bu teknik: çok erken dönem, Selçuklu dönemine ait, köşeli bir yazı türüdür.

Devamında: Peygamberimizin kişisel özelliklerini anlatan (gül simgesi bulunan, huyunu, sevdiklerini, yani fiziksel ve ruhsal özelliklerini anlatan) bir tablo var. Bu çoğu evde asılı olurmuş.

Devamında: AHŞAP ESERLER SALONU

Burada: Selçukluların en etkileyici sanatları olan: “kündekari” tekniğiyle yapılmış ve çeşitli camilerden getirilmiş: minber, mihrap ve kapılar sergileniyor.

Bunlar: herhangi bir yapıştırıcı veya çivi kullanılmadan, ahşap malzemenin oyulup birbiri içine geçirilmesiyle yapılan bir sanat türünün örnekleridir.

Yani: Selçuklunun, sanatta ulaştığı boyutu sergilemektedirler. Ancak, Selçuklu bu muhteşem eserleri yaparken, çivi kullanmamış olmasına rağmen, bu eserler sergilenirken, çivi kullanılmıştır.

Burada: ayrıca: küçük türbe kapıları (küçük olmasının nedeni, insanların saygı belirtisi olarak, eğilerek içeri girmelerini sağlamak için) ve büyük cami kapıları örnekleri görülüyor.

Yine burada, müzenin prestij eserlerinden olan: 12’nci yüzyıl yapımı: Siirt Ulucami minberi, 13’ncü yüzyıl yapımı: Selçuklu Sultanı III. Keyhüsrev’in tahtı, 14’ncü yüzyıl yapımı: Ahi Şerafettin’in sandukası, 12’nci yüzyıl yapımı: Merzifonlu Çelebi Sultan Medresesi kapısını görebilirsiniz.

Ankara Etnografya Müzesi Ahşap Eserler Salonu

Sanduka: Ankara-Ahi Şerafettin camisinden getirilmiştir. Güzel restore edilmiştir.

Ankara Etnografya Müzesi Ahşap Eserler Salonu

Yine bir Selçuklu Sultanına ait, taht var. Ankara-Kızılbey camisinden (şu anda yıkılmış, yoktur) getirilmiştir. Camide, vaaz kürsüsü olarak kullanılmıştır. Taht olduğu, üzerinde, kenarında yazmaktadır. Yani, tam anlamıyla bir taht.

Ankara Etnografya Müzesi Ahşap Eserler Salonu

Nevşehir-Ürgüp-Taşhunpaşa camisinden getirilmiştir. Gül veya ardıç ağacı veya ıhlamur ağacı olduğu söyleniyor. Dünyada, eşi benzeri yoktur. Üstünde, Ayetel Kürsü yazılıdır. Yapan usta belli değil. Yapılış yılı belli değil. Yapan usta, üstüne ismini yazmamıştır.

Ayrıca: yine bu bölümde: çeşitli camilerden getirilen merdivenli kürsüler görülüyor ki, bence etnografya müzesinin bu bölümü tam bir sanat cennetidir. Kenardaki oturma yerlerine oturun ve yapımı birçok yıla dayanan bu muhteşem sanat eserlerini izleyin.

Ankara Olgunlaşma Enstitüsü 100 Yıl Müzesi

Ankara Olgunlaşma Enstitüsü 100 Yıl Müzesi

Atatürk Bulvarı Sıhhiye Olgunlaşma Enstitüsü içindedir. Öncelikle şundan söz etmekte yarar var. Bu müze;  protokol müzesi olarak kabul ediliyor, genellikle diplomatlara ve özel gurupları ve okul idaresinden alınan izin ile halkın ziyaretine açılıyor. (Müzenin geçmişteki ziyaretçileri arasında bulunanlar: Sophia Loren, Carlo Ponti, İngiltere Kraliçesi Elizabeth, İran Kraliçesi Farah Diba, Prenses Süreyya) Bu yüzden, gitmeden önce telefonla bilgi almanızı öneririm. (Telefon: 03123243421)

Birazda Olgunlaşma Enstitüsünden söz etmek istiyorum. Okul: ilk olarak 1 Kasım 1958 tarihinde, Maltepe semtinde, Erkek Sanat Enstitüsü olarak kullanılan binanın bir katında açılmıştır. Daha sonra, Sakarya caddesinde, Ersen Apartmanında eğitime devam edilmiştir. Günümüzdeki binaya ise, 1962 yılında geçilmiştir.

Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı nedeniyle 24 Kasım 1981 tarihinde Enstitü bünyesinde kurulmuştur.

Müzenin kuruluş hikayesi: Refia Övünç: şahsi merakı ve ilgisi nedeniyle, Anadolu’nun değişik yörelerinden ve İstanbul’dan 40 yıl süresince topladığı antik eserleri: İstanbul Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsünde toplamıştır. O yıllarda, MEB bir yetkilisi tarafından yapılan teftişte, bu koleksiyon görülmüş ve bir müzenin kurulması ve koleksiyonun sergilenmesine karar verilmiştir.

Ancak, stratejik önemi nedeniyle müzenin, İstanbul değil Ankara’da kurulmasına karar verilmiştir. Böylece İstanbul Beyoğlu Olgunlaşma Enstitüsündeki koleksiyon, Ankara Olgunlaşma Enstitüsüne getirilmiş ve müze envanterine devredilmiştir.

Koleksiyon: el sanatları ve Etnografik objelerden oluşmaktadır. Daha sonra, şahısların hibeleri ve az da olsa ödenekle parası ödenerek alınan objelerle koleksiyon genişletilmiştir. Şahıs hibeleri yani bağışlar: bağışlayanın ismi ile birlikte sergilenmektedir.

Müzenin amacı: kaybolmaya yüz tutmuş Etnografik eserleri korumak, yaşatmak, yeni nesillere aktarmak, enstitüyü ziyaret eden yerli ve yabancı konuklara Türk kültürü ve el sanatlarını tanıtmak amacıyla kurulmuştur.

Günümüzde, müze çalışmaları, enstitü bünyesinde kurulan bir komisyon tarafından yürütülmektedir. Müze: Kültür Bakanlığı denetimindedir.

Müzede 1008 eser bulunmakta olup bunların büyük bir kısmı Osmanlı imparatorluğu son dönemine aittir. Zengin müze arşivinde bulunan eserler, dönüşümlü olarak değiştirilmektedir.

Ankara Olgunlaşma Enstitüsü 100 Yıl Müzesi;

Müze 3 bölümden oluşur.

Birinci bölüm:

Gümüş kullanım eşyaları ve takılar bölümüdür. Burada, sergilenen eserlerin tamamı el işçiliğiyle oluşturulmuş ve savat, telkâri, mine, ajur, dövme, kakma gibi teknikler kullanılmıştır. Özellikle: altın kaplama ve gümüş tepelik, bilezik, kolye, gerdanlık, kemer, muska, hamam tası, tarak, takunya, ayna, sürahi, hattat makası, seramik tabak ve kase, cam sürahi, vazo, nargile şişesi ilgi çeker.

İkinci bölüm:

Bu bölümde Etnoğrafik eserler sergileniyor. El emeği ve göz nuru nakışlar ve çevre, örtüler, bindallı, üç etek şalvar, iç gömleği ve benzeri giyim eşyaları sergileniyor.

Üçüncü bölüm:

Atatürk’e ait fotoğraflar ve müze anı defterinin bulunduğu şeref köşesi yer alır. Ayrıca, ziyaretçilerin görüş ve düşüncelerini belirttikleri bir anı defteri bulunuyor.

Son bir not 

Ülkemizi çeşitli yerlerde temsil edecek kişilerin giysileri, yine burada yapılmaktadır. Hani, müze bir yana, okulun bu tür etkinlikleri gerçekten takdire layık, tek sıkıntı: müzenin sürekli halkın ziyaretine açık olmaması, bence, insanlar burayı ziyaret edip, bu güzellikleri rahatlıkla görebilmelidir, izin alma konusu olunca, inanın kimse bu izin konusuyla uğraşmayı istemez ve bu güzellikler gizli kalır, diplomatlar görsün ama kendi halkımız niye görmesin.

Kastamonu

Kastamonu

Bu güzel şehrimizin tarihi ve turistik özellikleri, yoğun değil. Ben bir kaç kez gittim ve bu güzel şehri gördüm.

kastamonu.genel.12
Kastamonu

ULAŞIM

Kastamonu-Ankara arası uzaklık: 245 km. Kastamonu-Zonguldak arası uzaklık: 271 km. Kastamonu-Bolu arası uzaklık: 246 km. Kastamonu-Sinop arası uzaklık: 189 km. Kastamonu-İstanbul arası uzaklık: 508 k m. Kastamonu-İzmir arası uzaklık: 824 km. ve Kastamonu-Samsun arası uzaklık: 310 km. dir.

Hava ve  demiryolu ulaşımı bulunmuyor.

kastamonu.atatürk.şapka.1
Kastamonu

TARİHİ

Şehrin bilinen tarihi: Hititlere kadar uzanır. MÖ. 4’ncü yüzyılda: Persler görülür. Daha sonra Büyük İskender ve sonra Pontus krallığı. MÖ.1’nci yüzyılda Romalılar ve 395 yılında ise Bizans.

Bölgede, Türkler: ilk defa: Danişmentliler zamanında görülür. Ahmet Gazinin oğlu Gümüş Tekin devrinde, 1105 yılında, Danişmentlilerin idaresi altına giren bölge, yaklaşık yüz yıl, bu şekilde yönetilir. 1213 yılında, Anadolu Selçukluları, bölgeyi ele geçirir.

1460 yılında, bölge Osmanlı idaresine girer. Bu dönemde: bölge, önemli bir ilim ve kültür merkezi olarak dikkati çekiyor. Bir çok bilim adamı yetişir.

Şehir: milli mücadelede, lojistik destek açısından en güvenilir bölge olması nedeniyle, büyük yararlar sağlamıştır. Özellikle: Ankara’ya: İnebolu-Kastamonu yolundan: yiyecek, giyecek, para, cephane ve silah taşınmıştır.

kastamonu.kale.1
Kastamonu

GENEL

Kastamonu, tarihi ipek yolu üzerinde bulunmaktadır. Çeşitli malların alınıp-satıldığı ve ticaretle uğraşanların konaklayabilmeleri için yapılan hanlar, günümüzde de faaliyetlerine devam etmektedirler.

Şehirde: serin, yarı karasal iklim türü hüküm sürer. Kışları soğuk ve yazları ise ılıktır.

İstiklal Savaşında, toprakları işgal edilmemesine rağmen en çok şehit veren bir yöremiz. Çanakkale Savaşındaki, 253.000 şehitten, 93.000 şehit, Kastamonulu imiş. Özellikle: Ankaralılar için, bir şey hatırlatmak istiyorum. Ulus’ta bulunan Atatürk Anıtının çevresinde, mermi taşıyan kadın heykeli, Kastamonulu Şerife Bacı.

kastamonu.üniversite.1
Kastamonu Üniversitesi

KASTAMONU ÜNİVERSİTESİ

Kastamonu Üniversitesi: 2006 tarihinde kurulmuş olup, 3 fakülte, 5 yüksek okuldan oluşmaktadır. Fakülteler: Fen-Edebiyat, Eğitim ve Orman Fakülteleridir. Toplam: 7147 öğrenci bulunmakta olup, 180 akademik personel görev yapıyor.

Üniversitenin ana kampüsü: Daday yolu, 3. km. de bulunan, Kuzeykent kampüsüdür.

kastamonu.atatürk.şapkalı.1
Gazi Mustafa Kemal Atatürk

ATATÜRK VE KASTAMONU

Atatürk, 23 Ağustos 1925 tarihinde, Kastamonu ve İnebolu’ya yaptığı seyahatlerde, şapkayı halka göstererek, giysi devriminin ilk işaretini verdi. Yani: 25 Kasım 1925 tarihinde, 671 sayılı şapka kanunu çıkmadan önce: vatandaşlar şapka giymişler ve bu yenilik, medeni kıyafetin bir parçası olarak, halk arasında iyi karşılanmıştı. Bundan sonra: cübbe ve sarık giymek yasaklandı.

kastamonu.alışveriş.sofra bezi.1
Kastamonu Sofra Bezi

ALIŞVERİŞ

SOFRA BEZİ

Düz beyaz patiska bez üzerine, ıhlamur ağacı üzerine elle oyma veya kabartma olarak yapılmış bitkisel, geometrik, motif işli, değişik boyutlardaki ahşap kalıpların, özel hazırlanmış tek renkli boyaya batırılarak, basılması suretiyle meydana getiriliyor.

Beyaz bez üzerindeki siyah olarak meydana getirilmiş olan “sini bezi”, sofra örtüsü, masa örtüsü, kadın baş örtüsü olarak kullanılıyor. Son yıllarda, Kastamonu nun en sevilen hediyelik eşyası olan sini bezine, değişik uyarlamalar yapılarak, etek, perde, örtü olarak kullanıldığı görülüyor.

FANİLACILIK

Fanila, Kastamonu yöresel el dokuma sanatlarından biridir. Geçmişi hakkında bilinen en önemli bilgi, Kurtuluş Savaşı sırasında, ordunun i giyim eşyasının Kastamonu fanilalarından karşılandığıdır. Geçmişte, yalnızca iç giyim olarak kullanılan fanilalar, günümüzde hem iç giyim, hem de dış giyim olarak kullanılıyor.

Kastamonu fanilasının en önemli özelliği: tamamen pamuk iplikten üretilmesidir. Bu sayede, fanila,  dört mevsim giyilebilme özelliği kazanır. Kışın vücudu sıcak tutmasından, yazın ise ter emme özelliğinden dolayı, tercih edilmektedir. Dikiş ve dantelleri, ev hanımları tarafından yapılır.

kastamonu.yemek.1
Kastamonu

NE YENİR

Yapılan derleme çalışmalarında, Kastamonu da, 812 çeşit yemek tespit edilmiştir. Bu yemeklerden yaklaşık 500 adedinin, Anadolu’nun diğer yörelerinde bilinmediği ortaya çıkmıştır.

Kastamonu elması, üryani eriği, Tosya’nın üzümü, İnebolu’nun kestanesi, kirazı, Azdavay’ın armudu, Araç’ın ceviz ve kızılcığı, Taşköprü’nün eriği, sarımsağı, keten-keneviri, Tosya’nın pirinci meşhurdur.

ETLİ EKMEK

Saç üstünde pişirilir. Patatesli, mantarlı, yoğurtlu, cevizli, ıspanaklı gibi çeşitleri yaygın olarak yapılıyor.

BANDUMA

Hindi eti ile yapılan bir çeşit börek.

MIKLAMA

Ispanaklı, etli, patatesli, mantarlı, çökelekli olarak yapılır.

ÇEKME HELVA

Bir çeşit helva.

kastamonu.kale.3
Kastamonu

GEZİLECEK YERLER

kastamonu.arkeoloji müzesi.1
Kastamonu Arkeoloji Müzesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Cumhuriyet caddesinde. Müzenin bulunduğu bina: 1914-1917 yılları arasında yaptırılmıştır. Batı Karadeniz bölgesinin: milli sanat ve kültür kalıntılarının toplandığı bir müzedir.

Mimarı: Kemalettin Bey. Bina: tarihi süreç içinde: İttihat ve Terakki Cemiyeti, Türk Ocağı, Parti Binası, İkinci İstiklal Mahkemesi binası olarak kullanılmış.

1925 yılında: Atatürk, Kastamonu şehrini ziyaretinde, tarihi “Şapka ve Kıyafet Devrimi” ile ilgili nutkunu, burada vermiş.

Evet, bu müzede: günümüzde: Kastamonu ve çevresinden toplanan: buluntular, kazı ve satın alma yolu  ile ele geçen arkeolojik eserler sergileniyor. Bunlar: Roma, Bizans, Candaroğulları Beyliği ve Osmanlı dönemlerine ait.

Lahit: Roma lahdinin ön cephesinde: iki çelenk, ortasında boğa başı, üstünde savaşçı Dioscur var. Arka cephesinde, iki çelenk Medusa başı, çelenk üstünde aslan ve kartal kabartmaları var.

Satyr: Roma devrine ait mermerden çıplak erkek heykelidir. Kaide üzerinde duruyor. Sol omzunda, sağ omzuna  doğru sarılan dağarcığı eli ile tutuyor.

Kadın Heykelciği: Helenistik döneme ait, pişmiş toprak heykelcik, tahtına oturmuş vaziyette sağ eliyle saçını tutuyor. Başında: tacı var. Sağ elinin altında, aslan duruyor. Elbise kıvrımları, son derece doğal olarak şekillendirilmiş.

Lahit: Sert beyaz mermerden yapılmış, Roma dönemine aittir. Kapak ve kutu demir bir mengene ile, bir arada  tutuluyor. Kapak yüksek bir çatı görünümünde. Köşelerinde akroterler var. Ön cephede, yarım çelenk, çelengin üzerinde bir çiçek, sağda yarım bir çelenk, üzerinde bir baş, ortada kitabe var.

kastamonu.liva paşa konağı.1
Kastamonu Liva Paşa Konağı-Etnoğrafya Müzesi

LİVA PAŞA KONAĞI. ETNOĞRAFYA MÜZESİ

1879-1881 yılları arasında: Mirliva Sadık Paşa tarafından, özel konut olarak yaptırılmıştır. 1978 yılında ise, Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırılmış ve restorasyonu yapılarak, 1997 yılında hizmete açılmıştır.

Zemin katta: yanlardan çıkan merdivenlerin ulaştığı iki sütunlu portiklerin meydana getirdiği sahanlıktan sonra, binaya çift kanatlı, iki kapıdan giriliyor. Bu katta: ön ve arka cephelerde: demir işi kafesler ile emniyet sağlanmıştır. Çevre duvarı, kesme taş ile çevrelenmiştir.

İç bölme duvarları, ahşap bağdadi olarak yapılmış, diğer katlarda ahşap karkas tekniğiyle inşa edilmiştir. Zemin kattaki anıtsal girişin üzerinde, birinci ve ikinci katlarda, orta cephelerde çıkma yapılmış ve simetrik düzenlenmiştir. Bu çıkma bölümleri, alttan payandalarla desteklenmiştir.

Orta Katta: Kastamonu el sanatlarını yansıtan: ahşap eserler, dokumacılık, baskıcılık, kunduracılık, semer-koşum, urgancılık, bakırcılık sanatlarının icrası; odalarda seksiyonlar halinde yansıtılıyor.

Üst Katta: Müze ev olarak, gelin yatak odası, oturma odası, baş oda, günlük oda, misafir odası olarak düzenlenmiş. Üst kat salonlarında: Etnoğrafik eserler sergileniyor.

75.YIL.CUMHURİYET EVİ

Özel mülkiyetten satın alınmış ve bakım ve onarımı yapılarak, Kastamonu Valiliği tarafından, 1998 günü hizmete açılmıştır.

Binanın içi: mahalli malzemelerle döşenmiş, bağış yolu ile elde edilen Etnoğrafik malzemeler sergilenmektedir. Ayrıca: Atatürk’ün Kastamonu gezisi, Şapka ve Kıyafet Devrimine ait fotoğraflar ile objeler sergileniyor. Müze ev olarak, tanıtım hizmetlerinde kullanılıyor.

kastamonu.el sanatları çarşısı.1
Kastamonu Münire Medresesi El Sanatları Çarşısı

MÜNİRE MEDRESESİ EL SANATLARI ÇARŞISI

Kesme ve moloz taşlardan, 1746 yılında, yaptırılmıştır. Bina: uzun yıllar, Vakıflar öğrenci yurdu olarak kullanılmış ve 1999 yılında boşaltılınca, İl Özel İdare Müdürlüğüne tahsis edilmiştir.

Yapıda: 25 oda ve odaların önünde revaklar var. Burası, daha sonraki süreçte: Kastamonu Valiliği tarafından, turizm amaçlı el sanatları çarşısına dönüştürülmüş. Her odada: mahalli el sanatı ustaları, ürünlerini yapıyor ve pazarlıyorlar.

kastamonu.kale.2
Kastamonu Kalesi

KASTAMONU KALESİ

Kale: 12.yüzyılda, Bizans döneminde, tabii kayalık bir arazi üzerine; 112 metre yükseklikteki, tepe üzerine kurulmuştur. Dış sur duvarlarından, günümüze yalnızca bir kule parçası kalmıştır.

İç kale sağlamdır. Bugünkü şekli: Candaroğulları Beyliği ve Osmanlı dönemlerindeki onarımlar sonucudur.

Kalenin uzunluğu: 155 metre, genişliği ise 30-50 metredir. Basık kemerli kapıları, sivri kemer şeklindeki geçit tonozları, Orta Çağ Türk mimarisinin özelliklerini taşır.

Doğu, kuzey, güney yönündeki kuleler, burçlar ve sur duvarları, günümüze kadar gelmiştir.

Kastamonu kalesi ile ilgili olarak bir efsane, günümüze kadar ulaşmıştır. Belki ilginizi çeker. Efsane şöyle:

“ Kastamonu Tekfurunun kızı Moni: kaleyi kuşatan Türk askerlerinin komutanını, kalenin burçlarından görür görmez aşık olur. Aşkını: dadısı aracılığı ile, komutana haber göndererek bildirir. Komutan: Mina’nın aşkına karşılık verir. Bunun üzerine: Mina, kalenin anahtarlarını, Türk komutana verir.

Günlerce süren kuşatmaya rağmen kalenin alınamaması ve ancak, sonunda Türk askerlerinin kale kapısından rahatça içeri girmeleri üzerine; Tekfur, araştırır ve kalenin anahtarının kızı tarafından, Türklere verildiğini öğrenir. Bunun üzerine: kızı Mina’yı, kale surlarından aşağıya attırır.

Bunun üzerine: Türkler tarafından “Kastın neydi Moniye” denir. Bu söz; zaman içinde, değişerek “Kastamonu” ya dönüşür.

kastamonu.şerife bacı anıtı.1
Kastamonu Atatürk ve Şehit Şerife Bacı Anıtı

ATATÜRK VE ŞEHİT ŞERİFE BACI ANITI

Kurtuluş Savaşı sırasında, Kastamonulu kadınların fedakarlıkları: Şehit Şerife Bacı da sembolleşmiştir. Bu büyük anıt: Türkiye Cumhuriyetinin unsurları Atatürk ve figürlerle ifade edilmektedir. Cumhuriyet meydanında bulunuyor.

Heykeltıraş Tankut Öktem tarafından; 1990 yılında yapılmıştır.

ATATÜRK ANITI

Kışla parkında bulunan anıt: Kastamonu Valiliği tarafından yaptırılmıştır. 1982 yılında tamamlanan anıt, Şapka ve Kıyafet Devriminin, 75. yıl dönümünde, 1982 yılında açılmıştır.

kastamonu.saat kulesi.1
Kastamonu Saat Kulesi

SAAT KULESİ

Hükümet konağının arka tarafındaki tepede, 1885 yılında yaptırılmıştır. Ancak: yeniden yaptırılma değil, İstanbul-Sarayburnu’ndan sökülerek, buraya getirilmiş ve aynı şekilde inşa edilmiştir. Bu özelliği nedeniyle: sürgün saat olarak da bilinir.

Rivayete göre: İstanbul-Sarayburnu’nda bulunan saat: yerli-yersiz çaldığı bir gece yarısında, Padişahın gözde cariyesinin çocuğunu düşürmesine sebep olur. Tam o sırada, Kastamonu’dan gelen saat talebi üzerine, bu saat yerinden sökülerek, Kastamonu’ya gönderilir. Ülkemizde, diğer birçok şehirde olduğu gibi, Sultan II. Abdülhamit zamanında yaptırılmıştır.

Kare bir kaide üzerinde, 12 metre yüksekliğindedir. Açık sarı ve açık yeşil renkte, kesme taştan yapılmıştır. Yuvarlak kemerli bir kapı ile içine girilen kule, içten iki katlıdır. Dört yöne de yuvarlak ve geniş pencereler açılmıştır. Katlar arası,  dışarıya taşkın silmelerle belirlenmiştir.

Kulenin ikinci katında bulunan saatin malzemeleri ve onun üzerinde de çanı var. Kulenin üzeri, piramidal bir külahla örtülmüş. Bu tür saatlerin hepsinin, bir emini vardır. Saat emini denilen bu kişiler, saatin ve saat kulesinin bakımı ve korumasını  yaparlar, periyodik aralar ile de saatin zembereğini kurarlar. 

Evet, bu saat kulesi, uzun yıllar bakımsız ve metruk bir vaziyette kalmış ve 2002 yılında, Belediyenin katkıları ile tamir edilmiş, çevre düzenlemesi yapılmış.

Saat: günümüzde halen çalışıyor. Saatin sesi ise, gürültüsüz ortamlarda, rahatlıkla işitiliyor.

kastamonu.ev kaya mezarları.1
Kastamonu Ev Kaya Mezarı

EV KAYA MEZARI

Kastamonu’da, en eski kaya mezardır. Endüstri Meslek Lisesi yanında, tabii kaya bloku üzerindeki, 45 derece meyilli tabandan, 8 metre yükseklikte oyulmuştur.

Mezarda: üç giriş yeri ile, üç mezar odası var. MÖ.7’nci yüzyıl başlarında: Paflagonyalılar tarafından yapıldığı sanılıyor.

Alanda: üçü anıtsal olmak üzere, toplam 8 adet kaya mezarı var. Anıtsal mezarların ikisinin içindeki mezar odalarında: ikişer adet ölü sediri bulunuyor.

Alana ismini veren Ev Kaya Mezarı: sütunlu ön cephesi ve alınlığındaki “Hayvanlar Hakimesi Tanrıça” betimlemesi ile, oldukça ilgi çekiyor.

Mezarlar: MÖ.7’nci yüzyıl başlarında, Frig kültürü etkisi altında, bir kaya mezarından çok, açık hava kutsal tapınım alanı olarak yapılmış.

İSMAİL BEY HANI (KURŞUNLU HAN)

İl merkezinde, Nasrullah meydanındadır. 1460 yılında, Candaroğlu İsmail Bey tarafından yaptırılmıştır. Yapı: kare planlıdır. Alt katında: 14 oda, ahır ve üst katında ise: 29 oda var. Kesme ve moloz taşlardan inşa edilmiş.

AŞIR EFENDİ HANI

Urgan hanı da denilmektedir. Nasrullah meydanındadır. 1748 yılında, Aşır Efendi tarafından tamamlattırılmıştır. Alt kattaki odalar: o zamanlar, ahır olarak kullanılmış. Doğu girişinin sağ ve solundaki merdivenlerle çıkılan üst katta: 29  oda var. Bu handa: halen ticari yaşantı sürdürülmektedir.

HÜKÜMET KONAĞI

1902 yılında, ulusal mimari akımının kurucusu Mimar Vedat Tek tarafından yapılmıştır. Zemin üstünde: iki kat olarak yapılan bina, stil açısından, batı klasiszmi ile,  dış duvar süslemeleri ve pencere şekillerindeki Osmanlı oryantalizminin bir birlikteliğini yansıtmaktadır.

Evet, bu yapı, 102 yıl, hem işlevini yitirmeden ve hem de herhangi bir restorasyon geçirmeden günümüze kadar varlığını sürdürmüş ve sürdürmeye devam etmektedir.

Taşköprü tanıtımı.

Hanönü tanıtımı.

Tosya tanıtımı.