Kıbrıs Lefkoşa

Kıbrıs Lefkoşa

Lefkoşa şehri, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin başkentidir. Şehrin batı dillerindeki ismi “Nicosia” dır.

Tarihi süreçte, şehrin ismi “Ledra, Lidra, Kermia” olarak geçmiştir. Kıbrıs’ın en kalabalık şehri ve en büyük kültür, sanayi, ticaret ve ulaşım merkezidir.

2017.08.26-1.Lefkoşa.Genel.7
Kıbrıs Lefkoşa

TARİHİ

Lefkoşa şehri, geçmişi çok eskilere kadar uzanan bir şehir olarak önem kazanmaktadır. Kuruluşu MÖ.7’nci yüzyıla dayanır. İlk ismi “Litra” dır.

Litra şehri: depremler sonucu yıkılınca, MS.3’ncü yüzyılda Mısır kralı Pithoren’in oğlu Lefkos tarafından, aynı yerde yeniden kurulur.

Ve Lefkos, bu kurduğu yeni şehri, Kıbrıslı sevgilisi “Sie” ya hediye eder. Dolayısı ile şehrin ismi “Lefkosia” ölümsüz bir aşk hikayesini anımsatır.

Bölgede: Roma, Bizans, kısa bir süre Templer Şövalyeleri ve 1192 yılında Luzinyan Krallığı bulunmuştur. 300 yıllık hakimiyeti sürecinde, burası, Lüzinyan krallığının başkenti olmuştur.

Fransız asıllı Lüzinyanlar, buraya “Nicosia” ismini vermişlerdir.

Takip eden süreçte ise: 100 yıllık Venedik hakimiyeti görülür. Osmanlılar: 9 Eylül 1570 tarihinde bölgeyi ele geçirir.

2017.08.26-1.Lefkoşa.Genel.3
Kıbrıs Lefkoşa
2017.08.26-1.Lefkoşa.Genel.6
Kıbrıs Lefkoşa

GEZİLECEK YERLER

Lefkoşa şehrinde mutlaka görmenizi önereceğim yerler:

Yeşil Hat, Venedik Şehir Surları, Girne Kapısı, Arap Ahmet Camisi, Dikilitaş-Venedik Sütunu, Selimiye Camisi, Büyük Han, Derviş Paşa Konağı, Bedesten, Mevlevi Tekkesi, Taş Eserler Müzesi, Haydarpaşa Camisi (St Catherine Katedrali)

YEŞİL HAT

Şehrin en büyük özelliği: Berlin duvarının yıkılmasından sonra, dünya üzerinde tek kalan, iki taraflı bir şehir olmasıdır. Şehir “Yeşil Hat” denen bir sınırla ikiye ayrılmış durumdadır. Kuzeyinde Türkler, güneyinde ise Rumlar bulunur ve ara bölge “Birleşmiş Milletler Gücü” kontrolü altındadır.

Yeşil Hat: Lefkoşa şehrinin merkezinden geçer. Yeşil hat isminin verilmesinin sebebi: 26 Aralık 1963 tarihinde, Lefkoşa şehrinde Türk ve Rum kesiminin sınırları, o dönemdeki Birleşmiş Milletler Komutanı olan General Peteryan tarafından çizilir, harita üzerinde sınırları çizerken yeşil kalem kullandığı için, sınıra da “Yeşil Hat” ismi verilmiştir.

O günden bu yana, sınır yeşil hat olarak anılıyor. Yeşil hat boyunca 7 tane sınır kapısı vardır. Güney ve Kuzey Kıbrıs arasındaki geçişleri sağlayan bu kapılar, 2003 yılında açılmıştır.

Gerek Kıbrıslı Türkler ve gerekse Kıbrıslı Rumlar, kimlik kartı veya pasaport ibraz etmek suretiyle, turistik olarak birbirlerinin bölgelerini ziyaret edebilirler.

Yine Avrupa Birliği üyesi ülkelerden gelenler, hangi hava limanını kullanırlarsa kullansınlar, serbestçe güneye ve kuzeye geçebilirler.

Ancak: Avrupa Birliği üyesi olmayan ülkelerden gelenler, Ercan havaalanı Rumlar tarafından yasadışı ilan edildiğinden, güneye geçemezler. Yani: TC vatandaşları, güneye gitmek için yeşil hat üzerinde bulunan kapıları kullanamazlar.

Ancak vize almak suretiyle, Yunanistan veya başka bir ülke üzerinden Güney Kıbrıs’a gidebilirler. Ancak o zaman da kuzeye geçemezler, çünkü aynı şekilde güneydeki limanlar ve hava alanları, KKTC tarafından yasadışı kabul edilmektedir.

Evet, yeşil hat ile ilgili bilgi vermeye devam edelim: Araç geçişleri “Metehan” sınır kapısından yapılmaktadır. Lefkoşa şehrindeki yaya geçişleri ise “Lokmacı” ve “Ledra Palas” kapılarından yapılır. Lokmacı sınır kapısı: Lefkoşa şehrinin tam merkezindedir ve 2008 yılında açılmıştır.

Yeşil hatta, sınır kapılarının bulunduğu bölgenin dışındaki koruluk alanda: 1963 ve 1974 tarihlerinde çok şiddetli çatışmalar olmuştur.

Evet: Yeşil Hattın en sıcak yeri “Yiğitler Burcu” olarak da bilinen parkın ayırdığı bölümdür. Bu parkın bulunduğu yerden, şehrin Rum kesimindeki yaşamı izlemek ve görmek mümkündür.

VENEDİK ŞEHİR SURLARI

Şehri koruma amaçlı, mimar Giulio Savorgnano tarafından yapılan surlar: 1547-1567 yılları arasındaki 20 yıllık süreçte tamamlanmıştır.

Askeri mimarinin en mükemmel örneklerinden olan bu surların uzunluğu 4.5 km dir. Üstlerinde 11 burç ve 3 kapı vardır.

Bu kapılar: Güneyde kalan Magosa kapısı, Baf kapısı ve Kuzeyde kalan Girne kapısıdır. Bu kapılardan sadece: Girne kapısı günümüze ulaşmıştır. Şehrin kuzey bölümünde bulunan tarihi şehir surları ise, iyi durumdadır.

Surlar: daire şeklindedir. Silahtar burcu üzerinde, günümüzde Cumhurbaşkanlığı Sarayı vardır. Ancak bu küçük ve mütevazi yapı, saraydan ziyade bir köşk olarak da betimlenebilir.

Zaten yine çok mütevazi bir kişi olan Sayın Cumhurbaşkanı, zaman zaman yaya olarak buraya girip çıkarken görülmektedir.

KKTC Eski Eserler ve Müzeler Müdürlüğü Dairesi: bu surların ve burçların bakım ve restorasyonunu yaptırmıştır.

Son bir not: Venedikliler, Osmanlılardan korunmak için bu surları 20 yılda yaparlar ama Osmanlılar, sadece 3 yıllık bir süre sonunda, 1570 yılında, Lala Mustafa Paşa komutasındaki ordular ile burayı ele geçirirler.

2017.08.26-5.Lefkoşa.Girne kapısı.1
Kıbrıs Lefkoşa
2017.08.26-5.Lefkoşa.Girne kapısı.3a
Kıbrıs Lefkoşa

GİRNE KAPISI

Venedikliler döneminde, Lefkoşa şehrini savunabilmek için yapılan savunma duvarları üzerindeki üç kapıdan, kuzeyde olanıdır. Şehrin en önemli giriş-çıkış kapısı olarak kullanılmıştır.

Ünlü Venedikli mimar Proveditore Francesco Barbaro’nun adına atfen “Del Proveditore Kapısı” olarak da bilinir.

Osmanlılar tarafından, 1821 tarihinde onarılan kapının üzerine, kubbeli bir oda eklenir. Bu odada: 18’nci yüzyılda bir bekçi bulunur.

Bekçi: sur duvarları arasındaki tek geçiş yeri olan bu kapıyı: sabah namazında açar, akşam namazında kapatırmış.

Yani, bekçiden izinsiz hiç kimse şehre girip çıkamazmış. Son bekçi “Horoz Ali” 1941 yılında öldüğünde 125 yaşındaymış.

Şu anda hayatta olan iki torunu ise, 107 ve 105 yaşında imiş.(1931 yılında, İngilizler kapının her iki yanındaki sur duvarlarını yıkmışlardır.)

Kapı üzerindeki kitabede “Kuran-ı Kerim” den ayetler yazılıdır. Kapının kuzeye bakan tarafına, 1820 yılında, Sultan II. Mahmut’un tuğrası yerleştirilmiştir.

İngilizler tarafından, Napolyon’a karşı Akka’yı savunmak üzere kullanılan ve daha sonra kapının önüne yerleştirilen toplar: daha sonra Türklerin eline geçmiştir.

Halen burası “Turistik Enformasyon Ofisi” olarak kullanılmaktadır.

2017.08.26-7.Lefkoşa.Girne kapısı.Okaliptüs ağacı.1b
Kıbrıs Lefkoşa

Okaliptüs ağacı

Girne kapısının hemen yakınında, yol üstünde, büyükçe iki ağaç görülmektedir. Bunlar: Okaliptüs ağaçlarıdır. Okaliptüs ağacının anavatanı Avustralya’dır.

Çok su çekmesiyle bilinir. İngilizler, buradaki bataklıkları kurutmak ve sivrisinekten kurtulmak için, bu ağaçları dikmişler, bataklıklar kurutulmuş, sivrisinek bitmiştir, ancak beraberinde, bölgede susuzluk başlamıştır.

2017.08.26-6.Lefkoşa.Girne kapısı Atatürk heykeli.1a
Kıbrıs Lefkoşa

Atütürk Heykeli

Girne kapısının hemen arkasındaki meydanda bulunan Atatürk heykeli: 26 Ekim 1963 tarihinde dikilmiştir. Ancak: 1963 saldırılarında, EOKA’cıların en büyük hedefi olmuştur.

EOKA’cılar 21 Aralık 1963 tarihindeki saldırılarında, Atatürk heykelini kurşunlamışlar ve ardından, yine hemen meydanın yanında bulunan liseden çıkan öğrencileri de kurşunlamışlar ve birçok şehit verilmiştir. (Atatürk heykeli üzerinde günümüzde kurşun izleri yok, bu izler daha sonra kapattırılmıştır.)

İNÖNÜ MEYDANI

Girne kapısından yürümeye devam ettiğinizde, İnönü meydanına ulaşılır. Meydanın ismi “İnönü Meydanı” olmasına rağmen, meydanda görülen heykel, Kıbrıs’ın özgürlük savaşı lideri Dr Fazıl Küçük’e aittir.

Kendisi: 1906 yılında Lefkoşa şehrinde doğar, ilk öğrenimi Kıbrıs’ta tamamladıktan sonra, Orta ve Lise öğrenimini, İstanbul’da yapar. Ardından: Tıp öğrenimi için İsviçre’ye gider.

Çünkü: İngilizler, Türkiye’den alınan tıp diplomalarını kabul etmezler. 1942 yılında, Kıbrıs’a doktor olarak döner ve İngilizlere karşı, antiemperyalist bir kurtuluş savaşı başlatır. Bir de matbaa kurar ve “Halkın Sesi” gazetesini çıkarır.

Doktorluk yaparken, Cuma günleri yoksul vatandaşları ücretsiz muayene eder. Adanın her tarafını gezerek, halkla ve köylülerle devamlı haşır neşir olur ve onları örgütler.

Sonuç olarak: gerek İngilizlere karşı ve gerekse EOKA’cılara karşı verilen şanlı mücadelenin ilk bayrağını çeken kişi olarak öne çıkmaktadır.

2017.08.26-1.Lefkoşa.Adliye binası.1
Kıbrıs Lefkoşa

ATATÜRK MEYDANI

İnönü meydanından sonra Atatürk meydanına gelinir.

1942 yılında, Türk-Rum Ortak Belediye Meclisi tarafından alınan kararla, buraya Atatürk Meydanı ismi verilmiştir. Ancak: yerel halk, buraya “Sarayönü” meydanı da demektedir. Çünkü: meydanın karşısında, günümüzde Adliye Binasının bulunduğu yerde: Kıbrıs adasını üç asır yöneten Lüzinyanların kraliyet sarayı vardı.

Bu saray, 1906 yılında İngilizler tarafından yıkıldı ve aynı taşlar kullanılarak, yerine koloniyal tarz denilen ve İngiliz kolonilerinde bulunan mimari tarzda, bu bina yapıldı.

Sütunun hemen karşısında: Adliye binasının doğuya bakan yönünde bir Osmanlı çeşmesi görülüyor. Bu çeşme: 1814 yılında Osmanlı Evkaf Murasası Mehmet Emin tarafından yaptırılmıştır.

Eskiden Lefkoşa’nın her tarafında buna benzer çeşmeler vardı. Çünkü: evlerde çeşme yoktu ve insanlar su ihtiyaçlarını bu çeşmelerden karşılıyorlardı.

Yine bu meydanda: Kraliçe Elizabeth’in 1953 yılında, tahta çıkması nedeniyle inşa edilen bir platform bulunuyor.

Üzerinde İngiltere arması bulunan bu platformda: İngiliz valisi, Kraliçenin tahta çıktığını ilan etmiştir.

2017.08.26-10.Lefkoşa.Sütun.1a
Kıbrıs Lefkoşa
Kıbrıs Lefkoşa

Venedik Sütunu

Meydanın tam ortasında görülen sütun: Venedikliler tarafından Salamis antik kentindeki bir mabetten getirilerek 1550 yılında buraya dikilmiştir.

Sütun 6 metre yükseklikte, kurşuni renkte ve granittendir. Üzerinde: Venediklilere ait özel işaretler vardır. (6 İtalyan ailesinin armaları görülüyor)

Üstünde ise, gücü ve kudreti sembolize eden “St Mark aslanı” heykelciği vardı.

Osmanlı idaresi, sütunu buradan kaldırarak Sarayönü camisinin avlusuna koyar. 1915 yılında ise, İngilizler, bu sütunu günümüzdeki yerine yerleştirirler.

Ancak, yine İngiliz döneminde, sütunun üstündeki aslan heykelciği bir gece ansızın kayboldu, nereye gittiği bilinmiyor ve onun yerine, İngilizler, yine buraya, güneşi temsil eden bakır küreyi yerleştirdiler.

Çünkü, İngiliz imparatorluğu o dönemde güneşin üzerinde batmadığı bir imparatorluk olarak biliniyordu.

Kıbrıs Lefkoşa
Kıbrıs Lefkoşa

SELİMİYE CAMİSİ-ST SOPHİA KATEDRALİ

Kıbrıs adasındaki en büyük ve en görkemli ibadethanedir. Yapı: mimari stil olarak “Gotik” tarzı yansıtır. Burada: ilk olarak, Bizans döneminde yapılan ve “Hagia Sophia” (Aya Sofya) ismi verilen bir kilise bulunduğu söyleniyor.

Daha sonra ise, günümüzde görülen yapı: bir katedral olarak: lüzinyan döneminde, Latin Başpiskoposu Eutorge de Montaigu tarafından: 1208-1326 yılları arasında yaptırılmış ve ibadete açılmıştır. Lüzinyan kralları: Kıbrıs krallık tacını, burada törenle giyiyorlardı.

Yapı: 1373 yılında Cenevizliler ve 1426 yılında Memlüklüler tarafından yağmalanmıştır. Ayrıca, birkaç deprem de yapıya zarar vermiştir. Özellikle 1491 yılındaki depremde: Katedralin doğu bölümü yıkılmış ve Venedikliler tarafından onarılmıştır.

Bu sırada: eski bir Lüzinyan kralının (Kral II. Hugh) mezarı ortaya çıkmıştır. Mezarda bozulmamış olarak bulunan cesedin başında altın bir taç, üzerinde de altından eşya ve belgeler bulunmuştur.

Osmanlılar, 1570 yılında adayı fetih edince, yapı, iki minare eklenmek suretiyle camiye dönüştürülmüştür ve caminin ismi, Kıbrıs’ı fetih eden padişahının anısına Selimiye camisi olarak düzenlenmiştir.

Yapıya gittiğinizde: anıtsal bir kapı ile karşılaşıyorsunuz. Kapının üzerindeki taş oyma pencereler:  eşsiz bir gotik sanatı örneğidir. Girişin iki yanındaki bitirilmemiş olan çan kulelerinin üzerine, Osmanlılar tarafından cami minareleri oturtulmuştur.

Yapının içi: üç koridor ve altı yan bölümden oluşur. İçinde: küçük ibadethaneler bulunur. Bunlardan: kuzeydeki St Nicholas’a (Noel Baba), güneydeki Meryem Ana ve St Thomas Aquinas’a adanmıştır.

Caminin kadınlar bölümü olarak bilinen kısmı: eskiden hazine dairesi olarak kullanılıyormuş. Buranın içinde: birçok Lüzinyan soylusu ve kralı gömülüdür. Bunların mermer mezar taşları, hala döşeme kaplamasının bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu taşlar: hasır ve kilim altında kaldıkları ve cami içinde ayakkabı giyilmediğinden: üzerlerindeki yazı ve resimler bozulmadan günümüze ulaşmıştır.

TAŞ ESERLER MÜZESİ

Selimiye camisinin doğusundadır. “Lapidary Müzesi” olarak da isimlendirilir. 15’nci yüzyılda inşa edilmiş yapı, Venedik tarzını yansıtır.

Müzede: Ortaçağlardan günümüze kadar olan döneme ait birçok taş eser (armalar, mermer eserler, lahit ve sütunlar) sergilenmektedir.

Giriş kapısının karşısındaki görkemli taş işlemeli pencere eskiden Sarayönü meydanında olup, İngiliz döneminde yıktırılan Lüzinyan Sarayından buraya getirilmiştir.

En göze çarpan eserler: Dampierre ailesine ait lahit ve 13’ncü yüzyılda Kıbrıs Mareşali olan Adam of Antioch’a ait mezar taşıdır. Ayrıca: mermerden bir St. Mark aslanı da, avluda bulunan eserler arasındadır.

BEDESTEN

Bina: 12’nci yüzyılda bir Bizans kilisesi olarak yapılmıştır. Adı ise “St Nicholas” olarak geçmektedir. Daha sonraki dönemde ise, yapı Lüzinyanlar tarafından yapılan bazı Gotik eklemelerle genişletilmiştir. Bina: Venedik dönemindeki yeni değişikliklerden sonra Yunan Ortodoks Metropolisine tahsis edilmiştir.

Osmanlı döneminde ise, daha çok tekstil ürünlerinin satıldığı çarşı ve depo işlevi görmüştür. Günümüzde, bina farklı mimari tarzlarla, hibrit bir dokuya sahiptir. Kuzey kapısı üzerindeki taş işçiliği: St Sophia katedralinin kapısındakine benzemektedir.

ARAP AHMET CAMİSİ

Lefkoşa şehrindeki Türk yapısı camiler içinde, en dikkat çekenidir. 1845 yılında inşa edilen cami, diğer birçok cami gibi, eski bir Latin kilisesinin yerine yapılmıştır.

Caminin döşemesini oluşturan mermerler arasında Lüzinyan ve Venedik döneminden kalma, 25 kadar yazılı ve resimli mezar taşı vardır.

Cami: Kıbrıs’ın fethinde, Türk ordusunun komutanlarından olan Arap Ahmet Paşa adını taşımaktadır. Klasik Türk cami mimarisinin güzel bir örneğidir. Kemerli bir sundurması ve altı metre çapında bir kubbesi vardır.

İçinde: eski Türk mezarları olan bahçesi, günümüze dek korunabilmiştir. Camideki mezarlar arasında, 1832 yılında Lefkoşa’da doğmuş olan ve Osmanlı devleti hizmetinde, dört kez Sadrazamlığa kadar yükselmiş olan Kamil Paşa’nın da mezarı bulunur.

Kamil Paşa: 1913 yılında Lefkoşa’da ölmüş ve caminin avlusuna gömülmüştür. 1926-1931 yılları arasında Kıbrıs Valisi olan Sir Ronald Storrs: 1927 yılında Kamil Paşa’nın mezarını yaptırmış ve üzerine Türkçe ve İngilizce bir kitabe koydurmuştur. Şadırvanı: selvileri ve eski mezarlarıyla, Lefkoşa şehrinin özel bir köşesidir

DERVİŞ PAŞA KONAĞI

Konak: Lefkoşa surları içinde, tarihi çevre  dokusunu en yoğun biçimde koruyan Arap Ahmet mahallesindedir. 19’ncu yüzyılda inşa edilen yapı, Kıbrıs adasında yayınlanan ilk Türkçe gazete olan “Zaman”ı çıkaran Derviş Paşa’ya aittir.

Esas giriş kapısı üzerinde: 1807 tarihi yazılıdır. İki katlı yapıda, alt kat taştan, üst kat ise kerpiçten yapılmıştır.

Geniş bir iç avlusu vardır. Alt kat odaları, iç bahçeyi çevreleyen revaklı galerilere açılır. Üst kata: avlunun ortasındaki bir ahşap merdivenle çıkılır.

Kapalı odalar sofaya açılır. 1978-1988 yılları arasındaki on yıllık restorasyon çalışmaları sonucunda: konağın kütüphanesi kültür merkezi ve Eski Eserler Müzesi olarak düzenlenmiştir.

Bir bölümü: baş oda, gelin odası, yatak odası, yemek odası ve tezgah odası olarak düzenlenmiştir. Bir bölümünde de, günlük yaşantıda kullanılan eşyalar sergileniyor.

MEVLEVİ TEKKESİ

Tekke: Girne kapısının 100 metre kadar güneyindedir.

Fetihten sonra adaya gelen Türklerin çoğunluğu Konyalı olduğundan, Mevlana’nın hayat tarzını bu yörede de kabul ettirmek istemişler ve bu tekkeyi kurmuşlardır.

Yani, Mevleviliğin Osmanlı idaresiyle birlikte Kıbrıs’a geldiği tahmin edilmektedir.

Zamanla ölen Mevlevi ileri gelenleri, arka odalara gömülerek, burası bir türbe haline getirilmiştir.

17’nci yüzyılda yapılış bu yapı:  dünya üzerinde, en iyi korunmuş olan “Mevlevi Tekke” lerinden birisidir. Zaman içinde iyi korunmuş ve çeşitli restorasyonlara tabi tutulmuştur.

Günümüzde: Mevlevi Müzesi olarak kullanılıyor. Mezar bölümünde, Mevlevi ileri gelenlerine ait 16 mezar bulunmaktadır.

HAYDARPAŞA CAMİSİ (ST CATHARİNE KİLİSESİ)

St Sophia’dan sonra: en dikkat çeken Lüzinyan yapısı: St Catharine kilisesidir. 14’ncü yüzyılda inşa edilmiştir.

Osmanlıların adaya hakim olmasının ardından, camiye dönüştürülmüştür.

Tarihçi Sir Harry Luke tarafından: Kıbrıs adasının en zarif ve mükemmel, gotik binası olarak tanımlanmıştır.

Yapının, yukarı doğru daralan ayakları arasına: uzun ve dar, gotik pencereler yerleştirilmiştir. Pencerelerin üst kısımları: alçıdan geometrik desenlerle süslüdür.

Yapıda üç giriş vardır. Gotik stilde yapılmış olan güney kapısının ince taş işçiliği ve kapı üzerinde Lüzinyan armalarının kabartmaları dikkat çeker.

Batı kapısı daha büyük olup, aynı mimariye sahiptir. Kuzey girişi daha sadedir. Burası dirsekler üzerinde, elinde balık tutan çıplak bir kadın figürü ve ejderha türü kabartmalarla süslüdür.

Yapının içinde: bir koro yeri, törenlere ait eşyaların saklandığı bir oda, hazine ve küçük bir vaftiz havuzu bulunmaktadır.

Kıbrıs Lefkoşa
Kıbrıs Lefkoşa
Kıbrıs Lefkoşa

BÜYÜK HAN-BANDABULYA

Tarihi ve mimari değerler bakımından, sadece Lefkoşa şehrinde değil, Adadaki en önemli Osmanlı dönemi eseridir. Belediye pazarı olarak kullanılan bu yapı, yerel halk tarafından “Bandabulya” olarak isimlendirilmektedir.

Burası: Kıbrıs’ın ilk Osmanlı valisi Muzaffer Paşa tarafından, 1572-1579 yılları arasında yaptırılmıştır. Yapının ilk ismi “Alaiyeliler Hanı” dır.

Yani “Alanyalılar Hanı” dır. Alanyalı tüccarlar, gelip burada konaklıyorlar ve mallarını sattıktan sonra geri dönüyorlardı.

Mimari yapısı: o dönemde, Anadolu’da inşa edilen hanlarla benzerlik gösterir. Bursa’daki Koza han örnek alınarak, kare planlı, iki katlı olarak, tamamen taştan yapılmıştır. İçinde: 68 oda ve 10 dükkan bulunur.

Alt kattaki odalar daha çok depo olarak kullanılırken, üst kattaki odalar ise yatma ve dinlenme yeri olarak kullanılıyordu. Yukarıdaki odaların hepsinde ısıtma için şömine vardı.

Ortada ise, bir şadırvan ve mescit bulunmaktadır. Anadolu’da, bu tür hanların bir giriş kapısı olmasına rağmen, burada farklı olarak iki giriş vardır.

20’nci yüzyılın başında, İngilizler, burayı hapishane olarak kullanmışlardır. 1963 olaylarının başladığında ise, yeşil hat boyundaki Kıbrıslı Türkler, daha güvenli olduğu için buraya getirilip iskan edildiler.

2001 yılında Birleşmiş Milletler kalkınma programından ve Avrupa Birliğinden finansal destek alınarak burası restore edilmiş ve turizme açılmıştır.

Günümüzde: burası: gerek güneye ve gerekse kuzeye Kıbrıs’a gelen tüm turistlerin uğrak yeridir. Çünkü burada birçok hediyelik eşya satan yer ve Kıbrıs’a özgü börek çeşitlerini yiyebileceğiniz restoran bulunuyor. Ayrıca, yine burada Kıbrıs’a özgü “Lefkara” ve “Koza” işleri bulup satın alabilirsiniz. Hatta, zaman zaman iç bahçede, müzikli akşam yemekleri düzenleniyor.

BARBARLIK MÜZESİ

Müze, Kumsal mahallesinde, 2 Şehit Mürrüvet İlhan Sokak’tadır.

Kumsal mahallesi, eskiden beri Türklerin yoğun olarak yaşadıkları bir mahalle olarak bilinmektedir ve bu yüzden, 1963 yılındaki EOKA’cıların saldırılarının ilk hedefi olmuştur.

Mahalledeki bu ev, tek katlı, bahçeli ve tam köşede şirin bir evdir.

21 Aralık 1963 tarihinde; Kanlı Noel olarak isimlendirilen olaylarda: Rumların Türklere karşı adanan her tarafında başlattıkları saldırılarda çok sayıda savunmasız insan, kadın ve çocuk vahşice katledilmiştir.

Hıristiyan inancında Noel: Hz. İsa’nın doğumunun kutlanması olmasına rağmen, Rumlar, liderleri Papaz Makarios önderliğinde, bu kutsal günlerinde, insanlık dışı davranışlarda bulunarak masum insanların kanlarını dökmüşlerdir.

Bu katliamların en dehşet verici olanı, 24 Aralık 1963 gecesi Kumsal Mahallesi 2. Mürrüvet İlhan Sokak’taki evde yaşandı.

Bu evde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı doktoru Elazığlı Binbaşı Dr. Nihat İlhan’ın ailesi ikamet etmekteydi. O gece Dr.Nihat İlhan görevde olduğundan, evde bayan Mürrüvet İlhan, çocukları Murat, Kudsi ve Hakan, ev sahibi Hasan Yusuf Gudum, eşi Feride Hasan Gudum, mahalle sakinlerinden Moralı Ayşe Cankan, kızı Işıl Cankan ve Növber İbrahimoğlu vardı.

Gece olunca, evin, Kanlı Dere yönünden kurşun yağmuruna tutulmasıyla birlikte, Bayan İlhan ve 3 çocuğu, banyonun küvetine, diğerleri küvetin çevresine ve Feride Hasan Gudum ise banyonun yanındaki tuvalete sığınmak zorunda kalmışlardı.

Evi kurşun yağmuruna tutan caniler, bir süre sonra sokak kapısını kırarak eve girmiş ve banyo odasını makineli tüfekleriyle tarayarak banyonun küvetine sığınan bayan M. İlhan’ı, üç çocuğu ile birlikte orada acımasızca katlederek şehit etmişlerdi.

Banyo adasına sığınan Işıl Cankan, Ayşe Cankan, Növber İbrahimoğlu ve Hasan Yusuf Gudum ağır yaralanmıştı.

Tuvalet odasına sığınan Feride hanım ise, kapının makineli tüfeklerle taranması sonucu başından vurulup orada şehit edilmişti.

Bu olayla ilgili olarak “Le Figaro” gazetesi muhabirlerinden Max Clos’un dünya kamuoyuna duyurduğu haberde “Lefkoşa’nın Kumsal semtinde, 2. İrfan Bey Sokağındaki bir evin banyosunda babaları bir Türk subayı olduğu için öldürülen bir anne ve üç küçük çocuğunu gördüm” diye yazmıştır.

“Daily Express” gazetesi yazarlarından Rene Maccoll ise bu haberi dünya kamuoyuna “Banyoda, balmumundan yapılmış görünen üç çocuk, öldürülmüş annelerinin cesedi üstünde yığılmış durumda duruyordu.

Banyoya yakın bir odada, başından vuruşmuş başka bir kadın görünüyordu” şeklinde duyurmuştur.

İçinde bulunduğunuz bu bina, 24 Aralık 1963 tarihinin gecesi işte böylesi tüyler ürpertici bir barbarlık olayına sahne olmuştur. Bu olay, Kıbrıs tarihinde kara bir lekedir. Bir dönüm noktasıdır.

Yüzyıllar boyunca barış içinde, bir arada yaşayan iki halk, bu olay sonrasında birbirinin yakasına yapışır ve adanın her tarafında şiddetli çatışmalar olur.

Müzenin kapısından girdiğinizde, sağ tarafta, kırmızı boya ile tavandan aşağıya kadar, insanın üzerine akan kan motifi görülüyor. Burada “Aralık 1963” yazılıdır.

1.Oda

Müzenin girişinde, 1963-1964 yıllarındaki olaylarla ilgili olarak yabancı basında yayınlanan yazılar sergilenmektedir.

2.Oda

Bu odada, şehit olan soydaşların siyah-beyaz fotoğrafları ve iki toplum arasındaki çatışmalar sırasında yara alan insanlar ile zarar gören kültürel varlıkların yansıtıldığı resimler sergilenmektedir.

1963 yılındaki saldırılarda: Muratağa, Sandallar, Atlılar ve daha birçok bölgede, soykırım yapılmış ve 103 Türk köyü, yerle-bir edilmiştir. Her kare fotoğrafta, yarı bir öykü vardır. Bu öykülerin ortak adresi ise “Kıbrıs Türk’ünü yok etmek” ve adayı tamamen ele geçirerek “Yunanistan’a ilhak etmek” tir.

3.Oda

Bu mekanda Mürüvvet İlhan ile çocuklarına ait eşyalar ve 1963-1964 yıllarındaki olayların anlatıldığı yabancı basında yayınlanan yazılar sergilenmektedir.

4.Oda

Bu odada, şehit olan soydaşlar ve toplu katliamların yansıtıldığı fotoğraflar ve vahşetin simgelendiği bir resim sergilenmektedir.

5.Oda-Banyo ve Tuvalet

Banyoda 24 Aralık 1963 gecesi Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı Doktoru Binbaşı Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet İlhan ile çocukları Murat, Kudsi, Hakan ve tuvalette ise ev sahibesi Feride Hasan Gudum şehit edilmiştir. Günümüze kadar ulaşan banyo ve tuvaletteki izler aynen korunmuştur.

6.Oda

Bu odada 1963-1964 olaylarında tahrip edilen Türk köylerinin fotoğrafları ve acı dolu uzun yıllardan sonra insanların geleceğe yönelik umutlarının simgelendiği resim sergilenmektedir.

7.Oda

Bu odada, evlerinden göç etmek zorunda kalan soydaşların zor şartlar altındaki yaşam mücadelesini yansıtan fotoğraflarla, bu evde şehit olan ve yaralanan kişilerin resimleri, 1963-1968 şehitlerinin listesi ve Cumhurbaşkanı Sayın Rauf R. Denktaş’ın konu ile ilgili yazılı görüşleri sergilenmektedir.

Kıbrıs Lefkoşa

Müzenin bahçesi

Müzenin bahçesinde: aynı yıl yaşanan Kumsal Katliamında şehit edilen 11 Kıbrıslı Türk anısına yaptırılan anıt bulunuyor. Anıt üzerinde, şehitlerin fotoğrafları bulunuyor.

Müzenin tarihçesi

İnsanlık dışı bir katliama sahne olan evin müzeye dönüştürülmesi, ilk kez 1965 yılında ele alınmış ve burası Türk Cemaat Meclisi Sosyal İşler Dairesi tarafından kiralanarak 1 Ocak 1966 tarihinde “Barbarlık Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır.

Bu müze, 1974 Barış Harekatından hemen sonra kurulan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü tarafından 1975 yılında tamir edilip yeniden düzenlenmiştir.

Müzenin kamulaştırılması 1980 yılında Bakanlar Kurulunun kararıyla gerçekleşirken, bu evde yaralanan ev sahibesi Hasan Yusuf Gudun’un da evin mutfağı ile bir odasını ölene kadar kullanmasına olanak yaratılmıştır.

Müze binası ile iç sergileme: zaman içinde yıprandığından, gerek bina ve gerekse sergileme alanı elden geçirilerek 14.02.2000 tarihinde resmi törenle yeniden ziyarete açılmıştır.

Çok büyük acılar çeken Dr Nihat İlhan: 92 yaşında, 24 Kasım 2016 tarihinde, Öğretmenler gününde, Ankara’da vefat etmiştir. 2007 yılında, burayı son olarak ziyaret etmiştir. Ankara Gaziosmanpaşa’da bulunan evinin bahçesinde ölen her çocuğu için bir tane olmak üzere 3 palmiye ağacı dikmiştir.

HALA SULTAN CAMİİ

Lefkoşa şehrinin Türk tarafında, en büyük camidir. Bitmek üzere, kısa bir süre sonra açılışı yapılacaktır. Bahçesiyle birlikte 7500 kişi kapasitelidir. “Hala Sultan Camisi” ile aynı ismi taşıyan cami, Güney Kıbrıs bölümünde Larnaka şehrindedir.

Peygamberimizin halası Ümmü Sultan’ın şehit olduğu yer olan türbesinin bulunduğu yerdeki cami, güneyde kaldığı için burada yapılan camiye de aynı isim verilmiştir.

BEŞ PARMAK DAĞLARI ÜZERİNDE BULUNAN BAYRAK

Beşparmak dağlarının eteklerinde, dünyanın en büyük bayrağı görülmektedir. Bu bayrak: 450 metre uzunlukta ve 225 metre genişliktedir. Geceleyin ışıklandırılır. Bayrak, görüntüsü dönüşümlü olarak hem KKTC bayrağı, hem de TC bayrağına dönüşmektedir. Özellikle: gece saatlerinde, uçakla buraya gelirken, üstten muhteşem güzel görülmektedir.

BOĞAZ ŞEHİTLİĞİ

Girne-Lefkoşa yolu üzerindedir.

Burada: şehitlere layık, anıtsal yapıda: 1974 yılındaki Barış Harekatında şehit olan Subay, Astsubay, Erbaş ve Erler ile mücahitlerin bir kısmı yatmaktadır. 326 mezar ve bazı heykeller görülüyor. Heykeller: büyük bir Mehmetçik, dört aslan, dört kompozisyon içeren heykel ve beş rölyef şeklindedir ve Prof Doktor Tankut Öktem tarafından yapılmıştır.

 

Rize İkizdere

Rize İkizdere

Anzer yaylası ve Anzer balı ile öne çıkan, şirin ve yemyeşil bir yöre.

ULAŞIM

İkizdere ilçesi: sahilden, 36 km. içeride kalmaktadır. İl merkezi Rize’ye: 54 km. uzaklıktadır. Rize-Erzurum kara yolu üzerinde bulunmaktadır. Dik yamaçlar ve doğal güzellikleri hemen gözünüze çarpacaktır.

TARİHİ

İkizdere, tarihi  süreç içinde, uzun süre Roma egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra, ilk Türkler; Yıldırım Beyazıt ordusundan ayrılıp, buraya gelen: Süleyman Çelebi ve askerleridir. Türklerin, gerçek anlamda, yöreye yerleşmeleri ise: 1463 yılından sonra gerçekleşmiştir.

1878 yılında, Rize sancak merkezi olunca, burası da nahiye olmuştur. 93 Harbinde, Rus işgali görülüyor.

İlçenin isminin kökeni: 1933 yılına kadar, yörenin ismi “Kura-i Seba” olarak biliniyormuş. Bu tarihten sonra ise, bucak merkezi olarak “İkizdere” ismi kullanılmaya başlanır.

Rize İkizdere

GENEL

Rize ilinin, yüz ölçümü açısından en geniş ilçesidir. Doğu Karadeniz bölgesinde, daha yoğun olarak yaylaları ile tanınıyor. Yükseklere doğru çıkıldıkça: ormanlar, yerlerini çıplak yaylalara bırakıyor.

İlçe merkezi: yüksekliği 2000 metreyi bulan, sarp ve yüksek Rize dağlarının birleştiği derin bir vadide kurulmuştur. Çamlık deresinin ile Cimil deresinin birleştiği yerde kurulan ilçe: iki dere anlamında kullanılan  “İkizdere” adını almıştır.

İlçe nüfus açısından değerlendirildiğinde: yaz aylarında, ilçede yaklaşık 20.000 kişi yaşamakta iken, kışın bu sayı 5.000 civarına düşmektedir.

İlçe ve köylerinin geçimi: tarıma dayanmaktadır. Ancak: ilçe ekonomisinin asıl kaynağı: gurbetçilik. Bu yüzden, köylerden şehre doğru, göç olayı görülmektedir. Dünyaca ünlü: Anzer Balı, buraya özel bir anlam kazandırmaktadır.

Rize İkizdere

ANZER BALI

Anzer Yaylası bölgesinde üretiliyor. Binlerce çiçek çeşidinin bulunduğu, Anzer bölgesi: iki köyden oluşuyor. Bunlar: Ballı köy ve Çiçekli köy. Bu isimler, bölgenin en belirgin özellikleri olan bal ve çiçekle, ne kadar bütünleştiğini gösteriyor. Arıların polen topladıkları bu 500 e yakın farklı çiçek türünden, 80 tanesi, yalnızca bu bölgede, Anzer bölgesinde bulunuyor. Bu da, çok özel bir durum.

Anzer tarihinin çok eski olduğuna dikkat çeken Anzerliler, eskiden dedelerinin kara kovanlarda daha kaliteli ballar ürettiklerini, Anzer balının ana vatanının da bu yayla olduğunu belirtirler. Zamanla, bakımı daha kolay olduğu için, suni kovanlara dönülmüş ve eski balların tam kıvamını yakalamak mümkün olmamaktadır.

Evet, Anzer balı: renksiz, kokusuz ve kristalleşme özelliği bulunmuyor. Anzer balının: insan sağlığı açısından (kanser, iltihaplı hastalıklar, eklem ağrıları ve verem gibi) birçok hastalıkta, şifa verdiği, bilim çevreleri tarafından tespit edilmiş.

Balın sırrı: bine yakın çiçek çeşidinden elde edilmesinde yatıyor.  Bölgede: kaliteli ve bol bal elde etmek için: arının türünün de bölge şartlarına uyum sağlaması gerekiyor. Özellikle: Kafkas ırkı diye adlandırılan soğuk iklim arıları, bu bölgede daha verimli çalışıyorlarmış.

Ancak, bu balın üretimi, özellikle hava şartlarına bağlı. Çoğu kez: ya hiç, ya da çok az miktarda üretilebiliyor ve buna bağlı olarak satış fiyatları, çok yüksek miktarlara kadar çıkıyor. Hava şartları demiştim ya: özellikle bal çiçeklerinin sisli havalarda, arıların bal almalarına imkan vermemesi, bölgedeki havanın yoğun olarak sisli olması, anzer balının üretim miktarlarını çok düşürüyor.

Tabii sonuçta ortaya, sahte anzer balları çıkıyor. Hani, satın almaya kalkarsanız, yanılıp sahte Anzer balı almamanız gerekir. Çünkü: sonuçta, muhteşem bir fiyat farkı var. (kilosu: 400 TL. civarında)

Gerçek Anzer Balı: arıcılar tarafından oluşturulan kooperatifte toplanıyor. Toplanan ballardan alınan numuneler; Hacettepe Üniversitesine gönderiliyor. Yapılan tahlil sonuçlarında, Anzer florasına uygun olduğu tespit edilen ballar, kooperatif tarafından etiketlenip, ağızları mühürlenip satışa sunuluyor. Yıllık bal üretimi: normal şartlarda, 200-250 km. arasında değişiyor.

Rize İkizdere

YAYLACILIK

Yörede, yaylacılık çok eski dönemlerden, günümüze kadar süregelen bir gelenektir. Bugün, yaylaya çıkanlar, iki gurup altında toplanırlar. Öncelikle: ihtiyaç nedeniyle yaylaya çıkanlar ve Rize dışında yaşayıp ta, Rize ile bağlantılarını koparmayan yöre insanları.

Bu insanlar: eski yılların özlemini gidermek, tatillerini geçirmek, büyük kentlerin gürültüsünden kurtulmak ve  doğa ile baş başa kalmak için yaylalara çıkarlar. Ancak, bunların sayısında son yıllarda belirgin bir azalma görülmektedir.

YAYLA ŞENLİKLERİ

İkizdere ilçesinde: her yıl, yaz aylarında yöresel şenlikler yapılıyor. İkizdere yaylalarında: Ağustos ayının ilk haftasında: Ovit, ikinci haftasında: Homeze, üçüncü haftasında: Çağrankaya ve son haftasında: Varda yayla şenlikleri yapılıyor.

Bunların dışında, Belediye Başkanlığı tarafından, her yıl, 20-22 Haziran tarihlerinde düzenlenen, Dağ Horozu Şenlikleri de büyük ilgi çekiyor.

NE SATIN ALINIR

İkizdere ilçesinden, Şimşir köyünde üretilen, şimşir kaşık türlerinden satın alabilirsiniz.

GEZİLECEK YERLER

ŞİMŞİRLİ CAMİSİ

İkizdere, Şimşirli köyündedir. Derin bir vadiye bakmaktadır. Karadeniz bölgesinin en öne çıkan ahşap camilerinden biridir. 1849 yılında, tamamen kestane ağacından yapılmıştır. İki katlı ve iç mekanı, inanılmaz güzel bir ahşap işçiliğine sahiptir.

Rize İkizdere Anzer Yaylası

ANZER YAYLASI

İlçenin 39 km. güneyindedir. İkizdere-Dereköy arası: 4 km. asfalt ve 25 km. ham toprak yoldur. Yaz aylarında, ilçe merkezinden dolmuş ile ulaşmak mümkün. Yaylanın rakımı: 3000 metre. Alt yapı hizmetleri tamamlanmış durumda.

Bakkal, kasap, fırın, manav, kır kahvesi ve lokantalar bulunuyor. 1991 yılında, Anzer Turizm Merkezi olarak ilan edilerek koruma altına alınmış. Doğallığını korumak şartıyla, vatandaşların kullanımına izin veriliyor. Yaylada: alternatif turizm çeşitlerinden: trekking, yamaç paraşütü ve zirve tırmanışları için elverişlidir.

Çok sayıda hastalığa şifa olduğu öne sürülen, Anzer Balı da burada üretiliyor.

Konaklamak için: çok sayıda pansiyon var. Her türlü yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanması mümkün.

Eskişehir Yazılıkaya

Eskişehir Yazılıkaya
 

Eskişehir Yazılıkaya: Yazılıkaya ve Midas kenti, günümüzden binlerce yıl önce, Eskişehir-Afyonkarahisar ve Kütahya illeri arasında uzanan ve “Dağlık Frigya Bölgesi” olarak isimlendirilen yerde kurulmuştur.

Frigyalılar: tarihleri boyunca bu bölgede siyasi ve kültürel açıdan, güçlü ve etkili olmuşlardır.

Gezeceğimiz yerde göreceklerimizi iyi değerlendirebilmek için, önce Frig yaşamı hakkında kısa bilgi vermek istiyorum.

Frig nüfusunun büyük bölümü: tarım ve hayvancılıkla geçinin köylü sınıfından oluşmuştur. Çiftçilikle uğraşan toplumlarda, büyük toprakları rahipler yönetir. Hayvancılığa bağlı olarak gelişen “dokumacılık” kolu, Frigler için önemli bir iş kolu olmuştur.

Tümülüslerde: ahşap masa, sehpa, iskemle gibi, farklı ağaç türlerinin birlikte kullanıldığı mobilyalar bulunmuş olup, bunlar; Friglerde zengin orman kaynaklarına bağlı olarak marangozluk ve mobilyacılığın çok geliştiğini gösterir.

Tümülüslerin mezar odalarının yapımında, kereste olarak siyah çam kullanılmış: mobilyacılıkta ise şimşir, sedir, ardıç, ceviz, porsuk ağacı kullanılmıştır. Onlar bezeme ustalarıdır. Friglerde en gelişmiş endüstri dallarının başında “madencilik” gelir.

Maden işçiliği son derece gelişmiştir. Türk hamamlarının geleneksel göbekli taslarının atası olan kaselerle birlikte, kazanlar, kepçeler, testiler ile birlikte, Anadolu’da Friglerle birlikte moda olan çengelli iğnenin atası fibulalar: Friglerin gelişmiş maden teknolojisinin en güzel kanıtları olarak günümüze kadar ulaşmıştır. (Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.)

Ayrıca, metal aletlerle taşları biçimlendirdiler. Boğa şeklindeki kadehleri, Balkanlara kadar gitti.

Eskişehir Yazılıkaya

 

Yazılıkaya/Midas kentinin keşfi ve arkeolojik araştırmalar ve restorasyon

Dağlık Frigya bölgesi ve Midas kenti araştırmaları: 1800 yılında bir İngiliz subayı olan William Martin Leake ve arkadaşlarının Yazılıkaya/Midas anıtını keşfetmesiyle başlar. Bu keşifte anıtın kabataslak çizimi yapılır. Hatıralarında “kayaya oyulmuş, üstü yazılı anıtlar” gördüğünü yazar. Bu kabataslak çizim: birçok hata ve eksiğe rağmen, Frig fasadlarının genel görünüşü hakkında fikir veren ilk çizim olması nedeniyle önemlidir.

1834 yılında, Ch Texier, anıtı inceleyerek gravürünü yapar. Bu gravür, bu anıtın aslına uygun ve tüm görkemini yansıtan ilk ve tek gravürdür.

1886-1893 yılları arasında, buraya gelen arkeolog Radet: anıtın hemen altındaki bölgeye “Yazılıkaya köyü” nün kurulduğunu görür ve yazar.

Yazılıkaya’ya Midas kenti adını veren ilk araştırmacı ise W. Ramsay’dır.

1937-1939 yılları arasında, İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Sanat Tarihçisi Albert Gabriel, Hollandalı arkeolog C.H.Emilie Haspels ile birlikte, Yazılıkaya’da ilk sistemli arkeolojik kazılara başlar. Bu çalışmalarda, ana kayanın üstünde, yer yer 3 metre kalınlığa ulaşan dolgu toprağın altında: kuzeye doğru meyilli bir avlu (17×19 metre), hemen güneyinde sütunlu bir galeriye ait ana kayaya oyulmuş düzgün bir taban ve 4 adet sütun kaidesi gün ışığına çıkarılmıştır. Doğu-batı doğrultusunda uzanan bu galeri, batı yönde büyük bir nişle sınırlanır.

Araştırmacılar, burada bir anıtsal fasad, üzeri açık bir avlu ve bir sütunlu galeriden meydana gelen, Ana tanrıça Matara adanmış büyük bir açık hava kült kompleksi bulunduğu görüşünde birleşirler. 2’nci Dünya Savaşının başlamasıyla ara verilen kazılar, 1948 yılında, savaşın ardından İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Halet Çambel’in sorumluluğunda yeniden başlar.

Aralıklı dönemlerde, 1958 yılına kadar devam eden kazılarda, Haspels; geniş çaplı yüzey araştırması yapar. Bu araştırma sonucunda bir kitap yayınlanır. Bu kitapta: Dağlık Frigya bölgesinin; tarih öncesi dönemden Osmanlı dönemine kadar uzanan geniş bir dilimi anlatılır.

1990-1993 yılları arasında, Eskişehir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü, Yazılıkaya/Midas şehrinde anıtın çevresinde ve sarnıçlarda temizlik çalışmaları yapar. Tüm araştırma ve kazılar sonunda : Midas kentinin kayalara oyulmuş, çok sayıda ve en anıtsal dini yapılarla donatılarak Frigler tarafından ayrıcalıklı bir konuma yükseltildiği tespit edilmiştir.

2012 yılında Yazılıkaya anıtında restorasyon yapılır. Restorasyonda: anıtın üzerine, kış mevsiminden önce dökülen su geçirmeyi önleyici kimyasal malzeme, aradan bir yıl geçmeden yok olduğu, ayrıca bu kimyasal malzemenin, anıtın renk değiştiren özelliğini de yok ettiği söyleniyor. Yine söylenenlere göre: ana kayadaki çatlakların giderilmesi için yapılan restorasyonda kullanılan çimento dolgularının pul pul döküldüğü söyleniyor.

Evet, Frigyalılar ve yapılan arkeolojik kazılar hakkında bu bilgileri verdikten sonra Yazılıkaya/Midas kentine gelelim.

Burası: Günümüzde Eskişehir-Çifteler-Han ilçesi sınırları içindedir. Eskişehir merkezine uzaklık: 70 km, Ankara merkezine uzaklık: 200 km, Han ilçe merkezine 20 km ve Çifteler ilçe merkezine ise 39 km uzaklıktadır.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Midas kenti ve Yazılı kayayı ziyaret etmek için; tabelaları takip ederek bölgeye geldiğinizde, sizi Yazılıkaya köyü karşılar. Ana yollardaki yazılıkaya tabelaları gayet düzgün ve yeterli, yani burayı bulmak zor değil.

Midas kentinin hemen batı yamacındaki bu köy: 1892 yılında, ana vatanları olan Kafkasya’dan yola çıkan “Karaçaylılar” tarafından kurulmuştur. Burayı tercih etmelerinin başlıca sebebi: bölgenin Kafkasya’ya benzer şekilde çam ormanlarıyla kaplı olmasıdır. İlk kurulduğunda “Çerkez köyü” olarak isimlendirilen yerleşim, zaman içinde “Yazılıkaya Köyü” olarak isimlendirilir.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Köyün hemen girişinde: uzaktan Yazılıkaya anıtını göreceksiniz, hemen sağ yanda ise yol üzerinde “Ziyaretçi otoparkı” tabelası bulunan bir boşluk var. Aracınızı veya tur ile geldiyseniz otobüs burada bırakılıyor ama bırakmayın, çünkü aracınızı burada bırakırsanız, anıtın bulunduğu yere ulaşmak için köy içinden 350-400 metre kadar yürümeniz gerekiyor.

Aracınız ile devam edin ve yine tabelaları takip ettiğinizde: anıtın hemen yakınında güzel bir tek katlı yapı göreceksiniz. Bahçesinde “Atatürk büstü” ve bayrak bulunan bu yapının hemen önünde uygun bir otopark var, aracınızı buraya bırakabilirsiniz (pek büyük değil, belki otopark bulmak sıkıntılı olabilir, bulamazsanız köyün girişindeki otoparka dönersiniz) Ardından: bu tek katlı yapıya girin, orada sizi Han Belediyesi tarafından görevlendirilen bir görevli karşılıyor.

Kendisi size şehrin gezi rotasını; harita üzerinden tanıtıyor, yapının içinde tertemiz tuvaletler var, ayrıca: bekleme salonu ve çay ocağı var, ziyaretçiler için gerçekten böyle güzel bir ortam hazırlayan; ilgili ve bilgili bir personel görevlendiren Han Belediye Başkanına ve görevli Ahmet’e teşekkür etmek gerek.

Ülkemizin resmi makamlarının ve özel kurumların yeterli ilgi göstermediği bu tarih hazinesi yere: kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmaya çalışan bu insanlar, gerçekten ülkemiz turizmi için isimsiz birer kahraman sayılabilir.

Zaten Midas antik kentinin kapısından içeri girdiğiniz anda; belli belirsiz isim ve tanıtım tabelaları göreceksiniz. İsim tabelaları: parlak mermer üzerine yapılmış, özellikle güneşli bir günde bunların üzerinde yazılanları okumak mümkün değil, tanıtım tabelaları ise bazıları yerlerde, daha ayrıntıya girmek anlamsız, kötü, ilgililerin yani resmi makamların bu konulara çözüm bulmaları, gerekli ilgi gösterilmeyen alanda hiç olmazsa uygun ve ayrıntılı tabelalar dikerek ziyaretçileri bilgilendirmeli ve yönlendirmeliler. Zaten, şu an okuduğunuz site, bu eksiklikleri gidermek için hazırlanmıştır.

Ülkemizde birçok tarihi yeri gezmiş birisi olarak, daha önce hiç isim kullanmadım, ama burada gerçekten bu insanların kendi çapında hizmeti gözünüze çarpacaktır. (Geziye başlamadan önce, görevli Ahmet’e çay demlemesini söyleyebilirsiniz, gezi sonrasında yorgunluk çayı içebilirsiniz)

Evet, ben gezinize başlamadan önce: gerek Midas şehri ve gerekse Yazılıkaya anıtı ile ilgili bilgiler vermek istiyorum. Ardından: gezimize başlayabiliriz.

Eskişehir Yazılıkaya
 

GEZİ PLANI-ROTASI

Gezi için mutlaka lastik tabanlı ayakkabı giymelisiniz. Ayrıca: güneşe karşı şapka giyerek korunmalı, yanınızda mutlaka su bulundurmalısınız. Yerler çoğu yerde kaygan, yani çevre çok yüksek olmasa da kayarsanız mutlaka sıkıntı yaşayabilirsiniz, bu yüzden özellikle çimenlere ve üzerinde kum bulunmayan kayalara basmalısınız.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Bölgeye giriş için herhangi bir ücret ödenmiyor. Yukarıda sözünü ettiğim, Belediye tarafından yaptırılan konuk evinde, mutlaka önce gezi planını görün, tur yaklaşık 1.5-2 saat kadar sürüyor, yorucu olmaması için, sol yandan tura başlamanızı öneririm, sağ yandan başlarsanız, ileri aşamada dik rampalarla karşılaşacaksınız.

Girişte: ilk yer: Yazılıkaya anıtıdır. Hemen karşısında Kırkgöz kayalıkları var. Yürümeye devam edince, sarnıç görülüyor. (Sarnıcın varlığını, kayalara oyulmuş merdivenlerden anlayabilirsiniz) Sonra Bitmemiş anıt, hemen solda kalıyor. Devamında, antik yol üzerinden ilerleniyor, bir köprü ve ardından Frig kaya mezarı, sarnıçlar, sunaklar ve Sümbül anıtı görülüyor.

Devamında “Kutsal Yol” yani “Kral yolu” görülüyor. Kutsal yol üzerinde yine kaya mezarları bulunuyor. Bu kaya mezarlarından bazıları, yerden yüksek, tırmanmayı tercih edenler bunların da içine girip görebilirler.

Evet, 1,5-2 saatlik turun ardından gezi bitiyor.

Eskişehir Yazılıkaya
 
MİDAS KENTİ

Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu buluntulara göre, buradaki yani kayalık platform üzerindeki ilk yerleşimin, küçük bir köy olarak, MÖ 3500 yıllarına yani tarih öncesi dönemlere kadar gittiği düşünülmektedir.

Bu küçük yerleşim, MÖ 2000’li yıllarda, büyüyerek şehir haline gelir. Bu tarihte bölgeye yerleşen Hititler: kendi stil ve anlayışlarına uygun kaya kabartmaları ve yerleşimin çevresine kale duvarı yaparlar.

MÖ 1200 yıllarında: Makedonya ve Trakya’dan, Boğazları geçen Traklar, dalgalar halinde Anadolu’ya göç ederler, Hitit imparatorluğunun yıkılmasıyla yoğunlaşan bu göç dalgaları sırasında; Gordion (Polatlı-Yassıhöyük) başkent yapılır. İlk kral Gordios’un ölümünün ardından efsanelere konu olan oğlu Midas kral olur; sürekli savaştıkları Asurlularla barış yapılır.

Midas: iki önemli şehri ihya eder, bunlar Gordios ve dini merkez Yazılıkaya’dır. Bu yüzden, şehir “Midasın şehri” olarak isimlendirilir. Midas şehri, doğanın canlandığı, bereketin fışkırdığı, yaşamın kucaklandığı bir kült alanıydı.

Sonraki dönemde, Romalı bazı yazarlar, bu bölgenin havasının sağlıklı ve toprağının bereketli olduğundan söz ederler. Zaten, bölgeye Frig döneminde de “Sağlıklı Frigya” anlamına gelen “Phriygia Salutaris” denir. Siz de gezerken: belli yerlerde kuvvetli esintisi olan bu havanın güzelliğini hissedeceksiniz.  

Zamanla: deniz seviyesinden 1315 metre yüksekte, tüf kayalardan oluşmuş; vadi taban seviyesinden 60-70 metre yüksekte, 650 metre uzunluğunda ve 320 metre genişliğindeki plato üzerine kurulan şehir, iyice büyür ve gelişir.

Çevresi, muazzam kale duvarlarıyla çevrilerek koruma altına alınır. Günümüzde de, şehri doğal bir sur gibi çevreleyen kayaların belirli noktalarında bulunan, basamak şeklinde kesilmiş temel yuvaları, bir savunma sisteminin varlığını kanıtlar.

Şehrin ana girişi “doğu” yönündedir. Ana kayaya açılan rampalı yol: Kral yolu (Tören yolu) olarak bilinir. Bu rampa boyunca: kaya kütleleri üstüne, figüratif kabartmalar işlenmiştir. Platform düzlüğünde: temelleri kayalara oyulmuş büyük mabet ve iskan alanları oluşturulur. Mabetlerle birlikte: ana kayaya yontulmuş anıtsal ölçekli basamaklı sunaklar, kaya merdiveniyle inilen tonoz örtülü iki kaya tüneli ve güneybatı yönde alt terasta yapıldığı dönemde dünyanın en büyüğü olarak kabul edilen anıtsal kaya sarnıcı yapılır.

Sağlam kale duvarları içinde, su ihtiyacının karşılanması için yapılan su sarnıçları ve karlıklar; önlerine yapılan nöbetçi kulübeleriyle koruma altına alınmıştır.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Yerleşkeyi çevreleyen yüksek tüf kayalıklarda ise, anıtsal ölçekli fasad (Yazılıkaya), basamaklı sunak ve nişlerden oluşan çok sayıda kült anıtı ve mezar oda oyulur. Kayalara oyulan bu anıtsal ya da küçük ölçekli dini yapılar: Friglerin doğayı tüm canlığıyla simgeleyen ana tanrıça Matar Kubileya’ya derin bağlılık ve saygıyı yansıtır.

Bu yüzden: şehri ve yazılıkayayı daha iyi anlamak için, Friglerin dini yapısını bilmek gerekir.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Dini yapı

“Matar” yani “Ana” olarak isimlendirdikleri tanrıça, Frig halkının adeta tek tanrı gibi taptıkları “Ana Tanrıça” dır. Ana tanrıça Matar Kubileya: dağların, hayvanların, şehirlerin ve tarımın hakimi, genç kızların koruyucusu, doğanın, doğurganlığın, bereketin simgesidir.

Bu Anadolulu tanrıça, aynı zamanda: analığı, dişiliği, üremeyi ve dolayısıyla yaşamın devamını simgeler. Tasvirlere göre: ölüleri de yönetiyordu. Yanındaki “aslan” yol arkadaşı ve Frigya’nın sembolüdür. Tacı: tüm doğaya hakim oluşunun simgesidir.

Sevgilisi “Attis” ile buluştuğunda, tabiatın mutlu olduğuna, bereketin arttığına inanılırdı. Ayrıldıklarında ise, kış geliyordu. Attis, çıldırıp kendini hadım ettiğinde, saçılan kanlardan “menekşeler” meydana geldi. Kibele, sevgilisinin acısını dindirmek için, onu bir çam ağacına dönüştürdü. Yaz kış yapraklarını dökmeyen çam ağacı: sürekli yaşamı simgeler.

Kybele için düzenlenen şenliklerde, Gallos denen Attis rahipleri, dans ederken kendilerinden geçtiklerinde, cinsel organlarını kesip Kybele’ye sunarlar, sonra bu organlar toprağa gömülür ve toprak ana Kybele, böylece döllenir ve bereket sağlanırdı.

Frigler: birçok yerde; ibadet yerlerini tanrıçanın karakteri gereği: çoğunlukla yerleşkelerin dışına, su kaynakları, koruluk alanlar, ormanlık, ıssız ve gizemli doğanın ortasındaki kayalık alanlara kurarlar. Dağlık Frigya Bölgesinde kayalık alanlarda: fasadlar, sunaklar, nişler oyarlar, bunların önünde Matar Kubileya’ya taparlar.

Tanrıların kayalarda yaşadıklarına inanırlar. Burada: öne çıkan Fasadlar: üçgen alınlıklı, beşik çatılı Frig konutlarının yani megaronların kayalara oyulmuş ön cephesini temsil eder.

Bu cephenin en önemli bölümü: içine ana tanrıçanın heykellerinin ya da kabartmalarının bulunduğu, kapı biçimindeki merkezi kaya nişidir. Dini anıtların mimari tasarımları birbirinden farklı olsa da hepsi işlevsel olarak Matar Kubileya kültüne adanmış birer açık hava tapınağıdır.

Frig yaşamında, bu fasad anıtlarının en önemlisi Yazılıkaya/Midas anıtıdır. Dağlık Frigya bölgesinde: kayalara oyulan diğer bir anıt gurubu da “oda mezarlar” dır. Bu mezarlar, Tümülüsler gibi, soylu sınıfına aittir.

Eskişehir Yazılıkaya
 

YAZILIKAYA/MİDAS ANITI

Anıt: Midas şehri platosunun kuzeydoğu eteğinde, öne doğru çıkıntı yapan kaya kütlesi üzerindedir. Bu yüzden: çok uzaklardan bile görünebilmektedir.

Anıtın üstünde, Paleo-Frigce yazılar vardır. Bu yüzden, yöre halkı tarafından “Yazılıkaya”, sol pervazı üstünde ise “MIDAİ” yazmasından dolayı ise “Midas Anıtı” olarak bilinir.

Frig kaya anıtlarının en görkemlisi olan bu anıtın: MÖ 8 ile 6’ncı yüzyıllar arasında yapıldığı düşünülmektedir. Diğer kaya anıtları gibi: Ana Tanrıça Matar Kubileya’ya adanmış bir açık hava tapınağıdır. Tarih konusunda çelişkiler var.

Çünkü: Frigyalılar, krallarının birçoğuna “Midas” ismini vermişlerdir, bu yüzden Kral Midas döneminde yapıldığı bilinen bu anıtın, hangi Midas zamanında yapıldığı konusunda çelişkilerden söz edilir, muhtemelen MÖ 6’ncı yüzyılda yapıldığı güçlü bir iddiadır. Her yıl: Bahar aylarında, yeni yılı karşılama törenleri buradaki tapınakta yapılıyordu.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Anıtın cephesi “doğuya” bakar. Çünkü: anılan tarihte Frig halkı ana tanrıça ile birlikte, bütün Anadolu’da olduğu gibi “Güneşi” de kutsal sayıyordu. Bu yüzden: şehirde yapılan bütün anıt ve sunaklar, doğu yönüne bakar. (Sadece bir tane anıt “Bitmemiş anıt” batıya dönük olarak yapılmaya başlanmış, ancak bitmemiştir.) Anıt, her sabah güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanır, güneş tanrısı, ilk olarak ona “merhaba” der.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Anıtın ölçüleri: yükseklik 17 metre, genişlik 16.5 metredir. Yerden yükseklik 1.20 ile 1.80 metre arasındadır. İşlenmiş yüzeyi: 280 metrekaredir.  Tüf kayalardan oluşmuş Yazılıkaya platosunun üzerinde, kolayca işlenebilen volkanik tüf kaya yüzeyine: megaron mimari tarzıyla Frig ahşap tapınak mimarisi cephe detayları işlenmiştir. Üçgen alınlık ve beşik çatılı tepe akroterlidir.

Tepe akroteri: karşılıklı iki daire parçasından oluşur. Alınlık ve cephe duvarı: geometrik motiflerden oluşan, zengin bir bezeme ile süslüdür. Bu geometrik bezemelere “meandır” denir. Süslemeler: üst pervaz: baklava motifi, alınlık pervazı: dikey bantlarla kesilen baklava motifi, cephe duvarı ise baklava motifleri arasına kare motifler işlenerek yapılmıştır.

Anıtı gördüğünüzde, bu kadar yükseklikte, o motiflerin nasıl yapıldığı, önüne iskele benzeri bir düzen mi kurulduğunu düşüneceksiniz? Bu sorunun cevabı, anıta 500 metre uzaklıkta bulunan yarım kalmış anıtta görülebilir.

Anıt: bütün bir kaya kütlesine, yukarıdan başlamak suretiyle oyulmuş, oyulan bölümün ön cephesindeki kaba kaya blokları da, cephe oyuldukça oyularak aşağıya doğru inilmiştir. Yani, kaya bir bütün olarak ele alınmış, ön kısım şekillendikçe, kayanın kaba ön bölgesi de aşağıya doğru yontulmuştur.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Niş

Anıtın merkezinde, alt orta kısmında: kapıyı temsil eden “niş” bulunur. Cephe duvarının ortasında bulunan niş boyutları: 2.32×2.41 metredir. Derinliği: 1.02 metredir. Prof Gabriel: burada, büyük ihtimalle “metal çubuklarla niş tavanına tutturulmuş, bronz bir Kybele heykeli bulunduğunu” söyler.

Niş içine: yılın belli zamanlarında, ana tanrıça heykelinin konulduğu düşünülmektedir. Ancak, günümüze böyle bir heykel ulaşmamıştır, çalındığı düşünülüyor. Nişin alt ve üst kısmında görülen oyuklar: tanrıça kült heykelini sabitlemek için açılmış olmalıdır. Bir efsaneye göre: bu niş’in aynı zamanda bir kapı olduğu, bu kapının ölüler diyarına açıldığı da söylenmektedir.

Anıtın üstündeki yazılar

Anıtın üstündeki yazıları incelemeden önce, Frig yazısı hakkında bilgi vermek istiyorum.

Roma döneminde, Frigce “Tanrıların dili” olarak bilinirdi. Zeus ve Kibele’nin Frigce konuştuğuna inanıldığı için, ayinlerde de bu dil kullanılırdı. Frigler, batı dünyası tarafından bir Hint-Avrupa kavmi olarak kabul edildiklerinden, konuştukları dil de bu çerçevede ele alınır. Frig dili ve yazısının çözülmesinde, Grek ya da Latin alfabeleri referans alınmış, ancak tüm denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Mevcut yazıtlarda birbirini tekrarlayan ifadeler olduğu için gramer yapısı bilinmemektedir.

Günümüzde Frig yazısı okunabilmekte olmasına rağmen, henüz tam olarak çözülememiştir. Çünkü henüz araştırmacıların işini kolaylaştıracak, çift dilli bir yazıt (Frigce-Grekçe) ele geçmemiştir. Ayrıca, Hititlerde olduğu gibi, çivi yazılı tablet arşivlerine de ulaşılmamıştır. Anıttaki yazıların sırrını çözmek için, Fransız Prof Cloude Brixhe (80 yaşındadır) yaklaşık 50 yıldır uğraşıyormuş ve defalarca Eskişehir’e gelmiş olduğu söyleniyor.

Eskişehir Yazılıkaya
 

1’nci Yazıt

Konum itibarıyla anıtın tümüyle ilgilidir. Yazıtta, en belirgin olarak; sol üst kısımda, düzleştirilmiş ana kaya üzerine kazınmıştır. 11 metre uzunluğundadır. Yazıtta: Frig diliyle ilintili “Ateş” ve “Midai” sözcükleri okunmaktadır. Ateş sözcüğü: tanrıça Kybele’nin aşık olduğu tanrı Attis ile eşleştirilir. Midai, efsanelere göre Kral Midas’ın annesi ve ürünlerin koruyucusudur.

Aynı zamanda “demir”in keşfi de bu tanrıçayla ilintilidir. Bu yüzden: bu anıt ile demir endüstrisi kökeni arasında bir bağlantı vardır. Burada hemen bir not iletmek istiyorum, Şanlıurfa Göbeklitepe’de kazı ve araştırmaların sponsoru benzeri, burada ki kazı ve araştırmaların da, ülkemizde DEMİR-ÇELİK ENDÜSTRİSİNDE bulunan bir veya birkaç özel firma tarafından SPONSOR olarak finanse edilmesini diliyorum.

Eskişehir Yazılıkaya
 

2’nci Yazıt

Konum olarak, daha özeldir. Sağ yan çerçeve üzerindedir. Bezeme ile çerçeve kenarı arasında kalan boşluğa: yanlamasına, soldan sağa doğru yazılmıştır. 4.75 metre uzunluktadır.

Eskişehir Yazılıkaya
 

3’ncü Yazıt

Yazıtın başındaki “Baba” sözcüğü, belirgin olarak okunmaktadır.

Nişi çevreleyen yazıt:

Nişi çevreleyen ikinci çerçevenin her iki yanında ve nişin sağındaki bezemenin alt kısmında: birkaç Frigce kelime vardır, ama çıplak gözle güçlükle seçilir. Bunlar, oldukça kaba ve yüzeysel olarak kazınmıştır. Bunlarda: ana tanrıça “Matar” ismi geçer.

Frig uygarlığının sonu

Ünlü coğrafyacı Strabon’a göre: MÖ 696 ya da 675 yıllarında, Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya gelen göçebe Kimmer boyları, Frig bölgesini istila eder, Midas bu felaket karşısında boğa kanı içerek yaşamına son verir. MÖ 585 yılında: Medler ve Lidyalıların yaptıkları Kızılırmak seferi sonunda: Frig topraklarından Kızılırmak’ın doğusunda kalan bölümler Medlerin denetimine girer. Kızılırmak’ın batısında kalan bölümler ise Lidya denetimine girer.

Böylece: Frig krallığının politik gücü ve bağımsızlıkları tamamen sarsılır, ancak kent terk edilmez. MÖ 547 yılında, Lidya krallığının yıkılmasının ardından, Frigya toprakları, Anadolu’yu işgal eden Pers imparatorluğunun hakimiyetine girer. 200 yıllık bu süreçte, Frig toprakları, Frigya Satraplığı tarafından yönetilir. MÖ 333 yılına gelindiğinde ise, bölgede Büyük İskender görülür, onun ölümünden sonra ise, Frig toprakları, komutanları arasında çekişme alanı olur.

MÖ 300 yıllarında, şehir iyice zayıflamaya başlar, uzun savaşlar ve kuruyan su kaynakları ve sarnıçlardan su temini zorlaştığından, şehir terk edilir. MÖ 116 yılında ise, bölgeyi ele geçiren Romalılar görülür. Zaman içinde, değişik kültürlerin bölgede egemenlik kurmasıyla, Frig kaya yapıları kendilerine mal edilir, bazı ilave ve değişiklikler yapılarak kullanılmaya devam eder.

Unesco

Tabii anıtın önemini okuduktan ve hatta gördükten sonra, neden bu anıtın Unesco Dünya Kültür Mirası Listesine alınmadığını düşüneceksiniz? 20 yıl önce, yani 1989 yılında anıtın Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınması için Unesco’ya müracaat edilmiş, ancak “Anıt ülkemiz ilgilileri tarafından korunmadığı” için, bu müracaat Unesco tarafından kabul edilmemiş.

Çünkü: anıta sahip çıkıldığının gösterilmesi gerekiyor, bazı projeler yapılmasına rağmen, bunlar hayata geçirilememiştir. Yukarıda sözünü ettiğim gibi, umarım bir holding, buranın sponsoru olur, gerekli koruma önlemleri alınır ve bu tarih hazinesi, Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilir.

Sonuç

Anıtın yapıldığı volkanik tüf: doğa koşullarında en çabuk yıpranan kaya cinsidir. Anıtın yüzeyindeki geometrik bezemeler, gündüz-gece arasındaki ısı farkı ve mevsimsel farklılıklar nedeniyle parlayarak, kırılarak düşmeye başlamıştır. Yazılar, eskisi kadar güzel okunmuyor. Çünkü yüzeyde yosunlaşma başlamış. Çatlaklar giderek derinleşmiştir.

Uzmanlara göre: ilk yapılması gereken anıtın kopmaya aday parçalarının acilen sağlamlaştırılmasıdır. Hatta: yine uzmanların belirttiğine göre, herhangi bir deprem durumunda, anıtın köyün üzerine düşebileceği söyleniyor. Aslında siz de göreceksiniz, çatlaklara sanırım çimento enjekte edilmiş, ancak bu çimentonun pul pul dökülmeye başlandığı yani kalitesiz olduğu söyleniyor.

İlaveten, yüzyıllardır yer sarsıntıları, kimyasal yağmurlar, kuş pislikleri, yağmur-kar-rüzgar nedeniyle hızla tahrip oluyor. Yukarıda sözünü ettiğim gibi, Anadolu’da günümüzden binlerce yıl önce ortaya çıkan ve özellikle demir üzerine sanatkar bu toplumun en büyük şehirlerinden ve anıtlarından biri olan bu bölgenin, sponsor bir firma tarafından destelenerek koruma altına alınması ve kazılması sonucunda, büyük bir tarih hazinesinin ortaya çıkacağı kesindir. Özellikle Eskişehir’deki Üniversitelerin öğrencilerinin burayı ziyaret ederek tarih hazinesine sahip çıkmalarını umuyorum.

Eskişehir Yazılıkaya

  KIRKGÖZ KAYALIKLARI

Yazılıkaya anıtının hemen sağındadır.

Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılmıştır. Doğu yönde, Helenistik döneme ait, anıtsal bir kaya mezar vardır. İki odalı mezarın alınlığı, 2 sütun tarafından taşınır. Günümüzde çok tahrip olduğundan tam olarak görülmez.

Kolay yontulabilen kayanın oyulmasıyla odalar inşa edilmiştir. Bizans döneminde, odalar arasındaki geçişler, yine kayalara oyulan merdivenlerle sağlanır.

Eskişehir Yazılıkaya Kırkgöz Kayalıkları

Hemen ön bölümde: salonun ortasında, üstü demir parmaklıkla kaplı, temizliği yapılmamış kaya içine oyulmuş bir kuyu vardır. Kuyunun, bir yeraltı tüneli olduğuna dair rivayetler vardır. Bir rivayete göre, bu kuyu yer altından bir tünelle, doğudaki Pişmiş Kaleye bağlanmaktadır. Diğer bir rivayete göre ise, tünel güneyde Midas şehrine doğru gitmektedir.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Doğal oluşum nedeniyle kırılarak veya aşınarak meydana gelen “kadın yüzü” şeklindeki silüet, ön ve arka cepheden belli bir açıdan bakıldığında görülebilmektedir.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Yazılıkaya köyü, buraya ilk yerleştiğinde, buranın bazı kişiler tarafından konut olarak kullanıldığı ve buna bağlı olarak aşırı zarar gördüğü görülür. Burada birçok yerde ateş isi izleri yani simsiyah karaltılar göreceksiniz. Ayrıca, elbette burayı ziyaret edenlerin duvarlara yazdıkları isimler de, rezaletin en güncel ve en yeni görünen yüzüdür.

Eskişehir Yazılıkaya

 YARIM KALMIŞ ANIT

Yazılıkaya anıtının yaklaşık 500 metre güneybatısındadır. Yazılıkaya’nın hemen sağ yanından giden patikayı takip ederek buraya ulaşabilirsiniz. Bu iki anıtın, birbirine benzer ortak noktaları vardır. Özellikle, her ikisi de geometrik desenlerle süslenmiştir.

Ancak küçük yazılı kaya anıtı tamamlanmamıştır. Çünkü, yapılışı sırasında: tamamlanmadan Kimmerler tarafından şehrin yağmalandığı düşünülmektedir.

Anıtın en büyük özelliği, diğer birçok dini anıtta olduğunun tersine, doğu değil batıya dönük olmasıdır. Bunun anlamı ve izahı yoktur.

Frig kaya anıtlarında, mimari yapım metotları, bitmemiş kaya anıtı üzerinde, çok net bir şekilde görülür. Uygulanan metoda göre, kayanın en üst kısmı, düzleştirildikten sonra, tasvirlerin eklendiği anlaşılmaktadır. Anıt yukarıdan aşağıya doğru işlenmeye başlamış, ancak alt kısımlarında ana kaya işlenmeden kalmıştır.

Eskişehir Yazılıkaya


Anıtın üst kısmında bulunan akroter üzerinde, nilüfer/lotus çiçeği tasvirleri görülür. Bu anıt üzerinde de küçük bir niş görülür. Anıt üzerinde betimlenen baklava motifinin Midas anıtı üzerinde betimlenen motiften daha kompleks olduğu görülür. Bitmemiş anıt: tapınak işlevi görmemiş olmasına rağmen, anıtın sol tarafında kalan küçük alınlığın, yedek tapınma alanı olarak kullanıldığını betimler.

Eskişehir Yazılıkaya

SU SARNICI

Patika üzerinde yürümeye devam ettiğinizde, güneybatı yönde, kayalara oyulan merdivenle inilen, tonoz örtülü anıtsal su sarnıcı görülür. Sarnıcın içinde yapılan kazılarda, söylenenlere göre bir Kybele heykeli bulunmuş ancak daha sonra bu heykel kaybolmuş, bugün nerede olduğu bilinmiyor, büyük ihtimalle çalınmış olmalıdır.

Evet, sarnıcın içine girmek isterseniz ki, bence mutlaka girin, merdivenlerden inmeyin çünkü oldukça tehlikeyi, yanda küçük bir giriş yeri/boşluk var, biraz eğilerek oradan girin, içeride büyük bir oda göreceksiniz, odanın her iki yanında, tüneller var, ama bu tünellerin girişi toprakla kapalı, nereye gittikleri bilinmiyor, sarnıcın büyüklüğü etkileyici, mutlaka girin ve görün.

Eskişehir Yazılıkaya
 

Giriş kısmında belirttiğim plana göre yürümeye devam ediyoruz. Yolumuzun üstünde sunaklar, kutsal yol ve kayalara oyulmuş mezarlar görülüyor.

Eskişehir Yazılıkaya
 

 

Eskişehir tanıtımı.

Han tanıtımı.

Seyitgazi tanıtımı.

Seyitgazi dağlık Frig bölgesi tanıtımı.