Gaziantep Yavuzeli


Gaziantep Yavuzeli: Gaziantep ilinin hemen yakınında, özellikle Rum kale ile, tarihi güzellikler barındıran bir yöremizdir ki, tarihi yerlere ilgi duyanların, buraya mutlaka uğramalarını öneririm. Bunun yanında, Düllük antik şehri ve dolmen mezarları da mutlaka ilginizi çekecektir.

ULAŞIM

Yavuzeli ilçesinin bağlı bulunduğu Gaziantep il merkezine olan uzaklığı: 38 km. dir. Yavuzeli-Araban arasındaki uzaklık: 26 km. dir.

TARİHİ

Yörenin eski ismi: Cingife’dir. Çünkü: burada, tarihi süreç içinde, bir Ceneviz şehri kurulduğu rivayet edilmektedir.
1517 yılında, Yavuz Sultan Selim, Mercidabık savaşına katılmadan önce, burada konaklar ve yöre halkının kendisine gösterdiği sevgi ve yakınlık nedeniyle, buraya “Yavuzun ili” ismini verir. 1958 yılında, bu isim “Yavuzeli” olarak değişerek günümüze kadar ulaşır.

GENEL

Yerleşim yerinin doğusundan, Fırat nehri geçmekte olup, Şanlıurfa şehri ile sınırı nehir belirlemektedir. Yörenin denizden yüksekliği: 850 metredir. Yüz ölçümü: 480 km. karedir. İlçenin temel ekonomik etkinliği: tarım ve hayvancılıktır. Sanayi olmadığından, genel anlamda işsizlik yaşanmaktadır. Bunun sonucunda ise, Gaziantep iline göç yoğundur.

Gaziantep Yavuzeli

GEZİLECEK YERLER

DOLMEN MEZARLARI

Daha önce, ben buna benzer mezar yapılarını, Trakya bölgesinde, Kırklareli il sınırları bölgesinde görmüştüm. Bu dolmen mezarları, Yavuzeli-Araban kara yolu üzerinde bulunuyor. İki mezarın, bir tanesi yolun batısındaki Ballık köyünde, diğeri ise, Küçük Karakuyu köyünde bulunuyor.
Köylüler, bu mezar yapılarına: yöresel lisanda “gavrikul” yani “delikle taş” diyorlar. Bu mezarlar: büyükçe bir arazide, yayılarak düzenlenmişler. Bu yayıldıkları arazi: aslında “Karadağ” eteklerindeki kireç taşı tepeleridir. Bu tepelerde, mezar alanlarında, toplam 27 mezar bulunmuştur. Bronz çağında yapıldıkları düşünülmektedir.
Mezar yapıları, yani dolmen mezarları: 2 blok taş ve bunların üstünde 1 blok taş olmak üzere düzenlenmiştir. Yani, 3 yassı şekilli taştan oluşmuştur. Ölçüleri hakkında bilgi vermek gerekirse, genellikle: yükseklikleri: 1.90 m. Civarında, uzunlukları: 3.40 metre ve genişlikleri, 2 metre civarındadır. Günümüzde mezarların içleri, taşla dolu bulunmaktadır.

DÜLÜK ANTİK ŞEHRİ

Dülük antik şehri: İlçe merkezine bağlı, Düllük köyünün, kuzey bölümünde, Keber tepesi ve çevresinde bulunmaktadır. Buraya ulaşmak için: Gaziantep-Yavuzeli kara yolunda ilerlerken; otoban gişelerine varmadan, solda, Beylerbeyi köyü içinden geçen ve yaklaşık 4 km. civarındaki yolu kullanmanız gerekmektedir.

Şehir, antik dönemde, doğu-batı ve kuzey-güney ticaret yollarının kesiştiği yerde bulunması nedeniyle önem kazanmaktadır. Tam kavşak noktasındadır. Yani, bir anlamda “İpek yolu” ve bir anlamda “Asur ticaret yolu” buradan geçmektedir.

Bölgede bulunan “Keber” tepesi üzerinde yapılan resmi arkeolojik kazı çalışmalarında: Paleotik döneme ait: özgün yapılı çakmak taşı bazı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Özgün yapıları nedeniyle, bu aletlere “Dülükien” ismi verilmiştir.
Yine, bölgede, aynı dönemde barınma amacıyla kullanılan bir mağara bulunmuştur. Mağaraya “Şarklı Keper Mağarası” ismi verilmiştir. Gerek çakmak taşı aletler ve gerekse mağara nedeniyle, bölgedeki ilk yerleşimcilerin, muhtemelen MÖ. 6000 yıllarında buraya yerleştikleri düşünülmektedir. Bu tarih dikkate alındığında ise, dünya üzerindeki ilk yerleşimcilerin, burada yerleştikleri ortaya çıkıyor.

Takip eden tarihi süreçte ise, burada Hititler görülür. Doliche olarak isimlendirilen yöre: Hititler tarafından, baş tanrı “Teşup” adına yaratılmış bir “din merkezi” dir. Hitit imparatorluk döneminde, yani MÖ.2000’li yıllarda, burada Hitit Gök ve Fırtına Tanrısı Teşup adına bir tapınak yapılmıştır. Tanrı Teşep: sağ elinde çift ağızlı baltası, sol elinde şimşek demetiyle, boğa üstünde oturur halde, taş üzerine, kabartmalarla işlenmiştir. Ayrıca: yine birçok bronz heykelciği yapılmıştır.

Takip eden tarihi süreçte, yani Helenistik dönemde ise, Hitit medeniyeti yıkılmasına rağmen, tanrı Teşup geleneği sürdürülmüştür. Ancak: Teşup’un işlevi aynı olmasına rağmen, ismi “Zeus” ve “Jupiter” olarak değiştirilmiştir. Romalı askerler arasında “Jupiter Dolikhenos kültü” büyük ilgi ve sevgi görür ve bu yüzden, bu kült, Avrupa’nın birçok yerine kadar yayılır. Hatta, Romalı askerlerin birçoğu, kendilerine güç ve kuvvet versin diye, Jupiter Dolikhenos’un küçük heykelciklerini, kolye olarak boyunlarına takarak savaşa giderlermiş.

Yine, bu yörede: “Mitra” inancı kalıntıları da görülmektedir. Şöyleki: ayrıntıya girmeden önce, bilmenizde yarar var, o dönemde; bu tapınım türünün ayinleri gizlidir ve Roma ordusu askerleri arasında yaygındır. Ayrıca, yine bu tapınım türünün üyeleri arasında, gizli kalmış: bürokratlar, tüccarlar ve köleler de bulunmaktadır.
Dünya üzerinde bilinen, yer altına inşa edilmiş ilk Mitras tapınağı (Mithareum) burada, yani Dülük bölgesinde, Keber tepesinin güney eteğinde: 1997-1998 yıllarında yapılan resmi arkeolojik kazı çalışmalarında bulunmuştur. Bu dini inanç, dünya üzerinde birçok yere yayılmış olması nedeniyle önem kazanmaktadır.
Bu yer altı tapınak yapısı: 2 salonludur ve merkezi konumdaki nişinde: kabartma halinde “boğa öldürme sahnesi” yani “Tauroktoni” işlenmiştir.
Bu kabartmada: tanrı Mitras: takım yıldızlarını simgeleyen: akrep, yılan, köpek gibi figürler ve gezegenleri simgeleyen: yıldızlar eşliğinde: bir boğayı öldürmektedir.
Astroloji bilimine göre: ekinoks, Yunan ve Roma dönemlerinde, boğada imiş. MÖ.4000 ile 3000 yılları arasında gerçekleşen “Boğa çağı” bitimi, bu boğa öldürme sahnesiyle betimlenmiştir. Aynı dönemde, Perseus yıldızlarının tam boğa üzerinde bulunması, boğanın Perseus tarafından öldürüldüğünü izah etmektedir. Bu sahnede: Perseus’un yerine geçen Tanrı Mitras; boğanın gücünü yok ediyor ve ekinoksu, boğa burcundan çıkarıp, koç burcuna sokmaktadır. Yani: boğa çağı bitip, başka bir çağ başlamaktadır.
Mitras ayinlerinde: kurban edilen boğanın kanı: içilir ve bu kan ile aynı zamanda yıkanılırmış. Böylece: yok olan bir çağı simgeleyen boğanın gücüne ve ölümsüzlüğe ulaşılacağına inanılırmış.
Evet, Mitras kültürü: MS.1’nci yüzyıldan itibaren, Tarsus yöresinden yayılmaya başlamış ve MS.3’ncü yüzyılda: Avrupa’da İskoçya ve Afrika’da Büyük Sahra bölgesine kadar ulaşmıştır.

Evet, tarihi süreç içindeki bölgenin önemini anlatmaya devam ediyorum. Bizans dönemine gelindiğinde: Düllük kenti, Hititlerden bu yana devam eden dinsel kimliğini “Başpiskoposluk” kurularak devam ettirmeye başlamıştır. Hatta, şehir yine aynı dönemde “Telukh” adıyla, eyalet merkezi statüsü kazanmıştır. Ancak, İslam akınları sonucu kent tahrip olunca, MS.7’nci yüzyılda, Başpiskoposluk, buradan ayrılarak, Zeugma şehrine taşınmıştır.

Bununla birlikte, Düllük şehrinde yaşayan insanlar da, günümüzdeki Gaziantep şehri kalesi çevresinde kurulan “Ayıntap” şehrine göç etmeye başlamışlardır. Tüm bunların sonucunda, gittikçe küçülen Düllük şehri: Ayıntap şehrine bağlı bir köy haline gelir. Düllük şehri kutsal alanı ise: Evliya Düllükbaba Türbesi ile, kutsal alan kimliğini günümüze kadar taşımaya devam etmiştir.

Gelelim, günümüzde burada görebileceklerinize: burada özellikle Keber tepesinin güneyindeki: Şarklı Keper Mağarası isimli mağara ilginizi çekecektir. Bunun yanında, Keber tepesinin karşı sırtlarında, nekropol alanı yine ilgi çekebilir. Bu alanda, kayalara oyulmuş, çok sayıda mezar odası bulunmaktadır.

Bu mezar odalarının bir kısmının ön odasına, taş basamaklar ile inilmektedir. Mezar odasının içinde ise, lahitler görülmektedir. Bir kısım mezar odasının içinde ise, Medusa başı gibi mitolojik kabartmalar var. Bir başka kabartma da ise, Hermes, ölünün ruhunu yer altına götürmesi için, Hades’e yol göstermektedir. Çünkü: antik dönemde, ölüm sonrası yaşama inanılmaktadır. Hatta, bu inancın bir sonucu olarak, mezar yapıları, günlük yaşanılan bir ev gibi düşünülerek yapılmıştır.

Yine nekropol alanının doğu bölümünde: 2 kaya kilise görülmektedir. Kaba tepenin üzerinde ise: Jüpiter Dolikhenus tapınağı kalıntılarına ve taban döşemesine ait yassı taşların bir kısmı, toprak üzerine dağılmış olarak görülmektedir. Yine bu bölümde, ismini verdiğim tapınaktaki görevlilere ait mezarlar bulunmuştur ve bunların 16 tanesi ziyarete açılmıştır. Bu mezarlara taş basamaklar ile inilmekte ve mezar içinde, lahitler görülmektedir.

Ayrıca: yaklaşık 6 bin yıl öncesine kadar uzanan geçmişiyle, Düllük köyü, geleneksel tarihi mimari evleri ve camisiyle ilginizi çekecektir.

Elbette, burada da yukarıda sözünü ettiğim resmi arkeolojik kazı çalışmaları dışında yapılan, kaçak kazılar ve kaçırılan kalıntılar yok değildir. Dülük arşiv bölümünde bulunduğu öğrenilen, mühür baskıları, kaçak kazılar sonucu yağmalanmış ve büyük bölümü yurt dışına kaçırılmıştır.

Eşyanın güvenliğinin sağlanması için, para torbaları, resmi ve özel mektuplar, belgeler ve balyalar gibi çeşitli nesnelerin mühürlenmesinde kullanılan bu yüzük ve mühür şeklindeki mühür baskıları: kil çamuruna basılıyordu ve üzerinde: tanrı, tanrıça, hayvanlar ve kişilere ait çeşitli resimler bulunuyordu. Bu mühür baskılarının çok küçük bir bölümü, günümüzde, Gaziantep Müzesinde sergilenmektedir.

Gaziantep Yavuzeli
Gaziantep Yavuzeli
Gaziantep Yavuzeli

       

RUM KALE

Evet, yine Oğuzeli ilçesinin tarihi güzelliklerinden birisi. Üç yanı zümrüt yeşili göl ve bunu çeviren dik, sarp ve kayalıklı tepelerle çevrili tam bir doğa ve insan harikasıdır.

Rumkale: İlçe merkezine bağlı, 25 km. uzaklıktaki Kasaba köyünün yakınlarında; Fırat nehri ve Merzimen çayının birleştiği yerde, dik bir kaya üzerindedir.

Rum kale ile ilgili, antik dönem yazılı kaynaklarındaki ilk bilgilere: MÖ.885 yılında, Asur kralı III. Salmanazar tarafından, Şitamrat isimli yerin ele geçirilmesi sırasında rastlanmaktadır.

Buraya ulaşmak isterseniz: Kasaba köyünden veya Halfeti bölgesinden, tekneye binmeniz gerekiyor. Çünkü, kalenin üç yanı, baraj gölü ile çevrilmiştir. Kasaba köylülerine ait küçük balıkçı teknelerini veya Gaziantep Valiliğine ait tekneyi kullanabilirsiniz. Halfeti ilçesinden ise, doğruca, teknelerle kaleye gidiliyor.

Antik dönem boyunca, burasının bilinen isimlerini sıralamak gerekirse: Şitamrat, Hromklay, Ranculat, Kal-at el Rum, Kal-at el Müslimin, Kale-i Zerrin (Altın kale), Rum kale. Bölge: özel ve stratejik konumu nedeniyle: Med, Pers, Helenistik ve Roma dönemlerinde yerleşim görmüştür.

Özellikle, Roma döneminde, Hz. İsa’nın havarilerinden Johannes’in yani Yuhanna’nın, İncil’in nüshalarını, buradaki kayadan oyma bir odada çoğalttığı rivayet edilmektedir.

Tarihi süreç içinde: 1113 yılında, Rumkale: III. Grigoris tarafından, satın alınır ve Başpiskoposluk makamı, buraya taşınır. Şair Aziz Nerses mezheplerinin birleştirilmesi nedeniyle: burada yapılan toplantılara, imparator elçileri, Kayşum ve Yakubi baş patrikleri katılırlar.

13’ncü yüzyılda, bölgede bulunan çok sayıdaki Yakubi nedeniyle, Yakubi Patriği II. Ignace tarafından, burada bir kilise yaptırılır. Hatta, kale, bir patriklik makamı olarak da kabul edilir. 1279 yılına gelindiğinde, kalenin Memlükler tarafından kuşatıldığı görülür. Ancak, ele geçirilemez.

1292 yılında Memlükler, kaleyi yeniden kuşatırlar ve bu kez ele geçirirler. Kale tamir ettirilir ve Kal-at el Müslim adını alır. Daha sonra ise, yukarıda belirttiğim gibi “Kale-i Zerrin yani Altın kale ismi kullanılmaya başlanır. Ancak, Memlükler zamanında, kale önceki yıllardaki parlak dönemlerini bir daha yaşayamaz.
1516 yılında, bu kez, kale Osmanlıların eline geçer.

Gelelim kalenin özelliklerine: kale, biraz önce de söylediğim gibi, dik yükselen bir sarp kayalık üzerindeki tepeye kurulmuştur. Doğa ile uyumlu bir mimari özelliğe sahiptir. Genişliği 120 metre, uzunluğu ise 200 metredir.
Hatta: kalenin birinci bedeni: doğu, kuzey ve batı yönünde, doğal kayalıkların dik olarak yontulmasıyla oluşturulmuş sur şeklindedir.

İkinci beden ise, bu doğal sur üzerinde, sert kalker kesme taşlar kullanılarak yapılan sur ile oluşturulmuştur.
Bu surlar üzerinde, 8 burç ve çok sayıda mazgal penceresi bulunmaktadır. Güney bölümde ise: kayalık uzantısı oyularak, hendek oluşturulup, güvenlik sağlanmıştır. Hendek derinliği: 30 metre, genişliği 20 metredir. Tüm bu yapılaşma sonucunda: kalenin, kara ile bağlantısı, tamamen kesilmiştir.

Kalenin: 2 giriş kapısı bulunmaktadır. Bunlardan doğu yönündeki giriş kapısı: Fırat nehri üzerinde, batı yönündeki giriş kapısı ise: Merzimen çayı üzerindedir. Biraz önce söylediğim gibi, kara ile bağlantı yoktur. Kara ile bağlantı, bu kapılardaki köprüler ile sağlanırmış ki, günümüzde bu köprülerin kalıntıları bulunmamaktadır.

Bu köprülerden geçildikten sonra, patika bir yol ile kalenin kapılarına ulaşılmaktadır. Batı cephesindeki bu patika yol üzerinde, 20 metre aralıklarla, 4 tane kule bulunmakta olup, savunma güçlendirilmiştir. Yani, köprüyü geçen düşman, kalenin kapısına ulaşmadan önce, bu kulelerdeki savaşçılar tarafından engellenmektedir.

Kalenin eteklerinde ise: aşağı şehir kalıntıları görülmektedir. Ayrıca, günümüzde burada görebilecekleriniz: kalenin beden duvarları, burçları, Şair Aziz Nerses kilisesi, Barşavma Manastırı, su sarnıçları ve su kuyusu sayılabilir. Su kuyusu önem kazanmaktadır. Bu kuyu: 8 metre genişliğinde ve 80 metre derinliğindedir ve basamaklarla, Fırat nehri seviyesine inilmekte ve böylece, gizli olarak Fırat nehrinden su ihtiyacı karşılanmaktadır.

Kuyunun içi yüzünde, kayanın oyulmasıyla, helezonik bir merdiven oluşturulmuştur. Bunun dışında, yine kale içinde, işlevi günümüze kadar tespit edilemeyen birçok yapı kalıntısı görülmektedir.

Şair Aziz Nerses Kilisesi

Rumkalenin güneyindedir.
Yapı: 1173 yılında, Şair Aziz Nerses tarafından yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı ve 3 apsislidir. Kilise yapısı, İslami dönemde cami olarak kullanılmıştır.

Barşavma Manastırı

Rum kale içinde, kuzey bölümdedir.
Yapı: 13’ncü yüzyılda, Yakubi azizi Barşavma tarafından yaptırılmıştır.
Günümüze yapıdan yalnızca, bazı bölümler ayakta kalmıştır. Yakında, bir de kuyu görülmektedir.

Araban tanıtımı.

Gaziantep tanıtımı.

 

Gaziantep Bey Mahallesi

IMG_9683
Gaziantep Bey Mahallesi

Gaziantep Bey Mahallesi: Gaziantep’teki mahalleler adını çoğunlukla burada bulunan camilerden alır. Bey mahallesi de adını 1587 yılında yapılmış olan Bey Camisinden almıştır. Fransız işgalinde büyük hasar gören bu cami, günümüze ulaşmamıştır.

Gaziantep geleneksel mimarisinin kısmen de olsa korunduğu Bey Mahallesi, 1536 yılındaki tahrir defteri kayıtlarına göre 50 haneden oluşmaktadır. Ancak yüklü bir devenin geçeceği genişlikteki sokakları, taş döşemeleriyle gelişmiş bir mahalleymiş. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde “Şehrin her sokak başında kale gibi kapılar vardır. Her gece sokaklarında kandiller yanar” diye söz ettiği mahalle burasıdır. Bu kapılar her gece kilitlenirmiş. Temizliği, düzgünlüğü, büyük konakları, burasının bugünkü deyimle lüks bir semt olduğunu gösteriyor.

Bey mahallesinin diğer bir özelliği Müslümanlarla, azınlık Ermenilerin kapı komşusu olarak 20. Yüzyılın başına kadar burada huzur içinde yaşamış olmalarıdır. Mahalleye çok yakın olan St Mary Kilisesi (günümüzdeki Kurtuluş Camii), Eski kilise, Kendirli kilisesi ile Çınarlı Camii, Bey Camii ve Eyüpoğlu Camii bunu kanıtlayan yapılardır. Ancak 1800’lerin ikinci yarısından itibaren şehrin eğitim ve ekonomisinde etkin olan Ermeniler, Bey mahallesinde çok güzel konaklar yaptırmışlar ve mahallede çoğunluğu sağlamışlardır.

Bey Mahallesi, Gaziantep’te ki taş işçiliğinin mükemmel örneklerinin sergilendiği bir yerdir. 1764 tarihli bir belge, Gaziantep’te taş ustalığının ne düzeyde olduğunu gösterdiği gibi, Türk mimarlık tarihi açısından da önemli bir kaynaktır. Hassa mimar vekili Yusuf Usta önderliğinde bir gurup taşçı esnafı, mahkemeye başvurarak taş ölçülerinin ve fiyatlarının standartlaştırılmasını istemişler ve bu istekleri olumlu karşılanarak kabul edilmiştir.

1950’li yıllarda başlayan dönüşümle bu mahallede oturanlar modern apartmanlara taşınarak buraları kendi kaderine terk etmişlerdir. Şimdi yeniden kazanılan binalar, değişik amaçlar için kullanılarak yaşam bulmaktadır. Çoğunluğu kafeteryalar oluşturuyor. Yüksek sesli çalınan türküler bir dönemin ince zevklerine ihanet eder nitelikte olsa da, bu güzel binalarda gençleri bir arada toplamak mümkün olmaktadır.

Siz de sokak aralarında gezerken, binaların güzelliklerini görebilirsiniz.

Öte yandan, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, Gaziantep Bey Mahallesi nüfusuna kayıtlıdır. Antepliler bu durumu onarla yaşamaktadırlar.

KİMYA EVİ

1856 yılında Ermeni sarraf Karanazar Nazeryan tarafından yaptırılan bu ev bir dönem İran Ticari Konsolosluğu olarak kullanılmıştır. Kurtuluş savaşından sonra yeni bir serüvene başlamıştır. Bir dönem Jandarma Karakolu olmuş. Son sahibi Abdullah Kimya’dır. Günümüzde ise o da bir kafeterya olmuştur.

Evin içi görülmeye değerdir. Yaşadığı her evreyi anlatan izler var. Nazeretyan’ın yaptırdığı pentürler, küçük melek heykelcikleri, her kapının, her kanadında ayrı bir öykünün anlatımı, ardından ikinci sahibinin duvarlara yerleştirdiği ünlü Osmanlı ve Türk büyüklerinin fotoğrafları.

BAĞDAT KAFE

Bu evin de benzer bir öyküsü vardır. Naikman Nazaraoğlu 1 Mayıs 1882 tarihinde evi bitirmiştir. Günümüzde Nigar Doğan’a aittir ve kafeterya olarak işletilmektedir.

CENANİ KONAĞI

Cenani ailesi tarafından Gaziantep Üniversitesine bağışlanan ev, Üniversite tarafından restore edilmiş ve kültür merkezi olarak hizmet vermeye başlamıştır.

A BUTİK OTEL

1886 tarihli bir yapıdır. Ermenilerin Gaziantep’te ekonomik açıdan etkili oldukları dönemde yapılmış konaklardan biridir. Bugün aslına uygun restore edilerek, butik otel olarak konuklarına hizmet vermektedir.

ERMENİ KIZ KOLEJİ

19’ncu yüzyıl sonlarında Ermeni Kız Koleji olarak yapılan, daha sonra Fatih Sultan Mehmet İlköğretim Okulu olarak kullanılan bina, daha sonra onarılarak Belediye’ye ait Koruma Uygulama Denetim Bürosu Daire Başkanlığı olmuştur.

HASAN SÜZER ETNOĞRAFYA MÜZESİ

İl içinde, Bey Mahallesinde bulunuyor. 1985 yılında, çok harap bir durumda iken, iş adamı Hasan Süzer tarafından satın alınmış, yakın zaman önce restorasyonu tamamlandıktan sonra, “Hasan Süzer Etnografya Müzesi” olarak kullanılmak şartıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığına bağışlanmış ve Gaziantep Müzesinde bulunan Etnografya bölümü, bu binaya taşınarak sergilenmeye başlanmıştır. Bulunduğu mahalle: yüksek  duvarlar,  taş evler ve Arnavut kaldırımları ile dikkat çekiyor. Hatta: şehrin bu kısmında, tabelalar, bir karar alınarak tarihi duvarlara çakılmamış ve özel bir şekilde işlenmiş görülüyor. Müze, zaten bu bölgede kafe ve konak-otellerin arasındadır.
Bina: 3 kattan oluşmaktadır. Üç girişi vardır. Müzede: Antep şehrinin ev hayatını anlatan modeller, nispeten amatör görünseler de; yine de hoş. Özellikle, görmenizi önereceğim: yer altında su küplerinin ve kuyunun bulunduğu mahzen ve geniş avlu. Bu bölümler, gerçekten muhteşem, güzel.

Evet müze gezimize devam ediyoruz. Ön cephesindeki işlemeli büyük kapıdan “hayat” denilen orta bahçeye, küçük kapıdan ise “selamlık” denilen bölüme geçilir. Hayatın güneybatı köşesinde: üst katında oturma odası, alt katında ocaklık ve tuvaletin bulunduğu, iki katlı müstakil bir bina daha yer almaktadır. Bu bölüm: evin hizmetkarları tarafından kullanılmıştır. Hayat: ince bir taş işçiliğinin eseri olan, renkli taşlarla kaplanmıştır.

Bodrum katları; birbiri içine geçme, iki ayrı mekandan ibarettir. İkisi arasında, yaklaşık 2 metre kot farkı vardır. Tamamen yerli kayaya oyulmuş mağara görünümündeki bodrum katta; pekmez ve zeytinyağı depolamaya yarayan küpler, erzak depolamaya yarayan bölümler ve su kuyusu var. Bu bölümde, ayrıca büyük bir dokuma tezgahı da bulunuyor.

Zemin katta: iki oda, ocaklık denilen mutfak, evin hamamı ve bu mekanın ısınmasını sağlayan ocaklar ve iki farklı taraftan birinci kata çıkan merdivenler var. Hamam: Türk hamamı özelliklerini taşımakta, külhandan gelen ve alttan geçen duman vasıtasıyla ısınmaktadır. Girişin sağında bulunan oda; tandır odası. Adını, tandır denilen gömme bir taş ocak üzerine konan bir kürsü ve onun üzerine örtülen geniş bir yorgandan oluşan, mahalli bir ısınma sisteminin, burada bulunmasından alır.

Birinci katta: sofada, taş işçiliği ve boyalı tezyinatı ile dikkati çeken bir çeşme ve Hayata bakan üç ayrı oda var. Odalardan birisi: gelin görme odası, diğeri günlük yaşamın sürdürüldüğü iş odası, üçüncü oda ise erkek misafirlerin ağırlandığı selamlık bölümü olarak tanzim edilmiştir.

İkinci katta yer alan odalardan ikisi: ev sahibine ait harem bölümü olarak düzenlenmiştir.

Üçüncü katta; terasa geçişi sağlayan camekanlı bir oda ve güvercinlik bulunur. Bu bölüm, günün yorgunluğunun giderildiği sakin bir köşe olarak canlandırılmıştır.
Bina içinde bulunan bölümler: günlük yaşamdaki fonksiyonlarına göre, yörenin eşyası ile donatılmış, mankenlerle teşhire canlılık ve gerçekçilik verilerek hizmete sunulmuştur.

Geleneksel Gaziantep ev yaşamını sergileyen müze uzun zamandır ilgi odağıdır. 19. Yüzyılda yapılmış bu ev, mahallenin karakteristik evlerinden biridir. Üstü kiremit kırma çatılı üç katlı bina kayalara oyulmuş bir mağara üzerine inşa edilmiştir. Mağara bir zamanlar ev sahibinin develerini barındırmıştır. Yine mağarada pekmez ve zeytinyağı küplerinin olduğu bir bölüm bulunuyor.

Üç kapısı bulunan evin, ortadaki işlemeli kapısından hayata, küçük kapıdan haremlik bölümüne giriliyor. Birinci katta işlik vardır. Yine bu katta Türk hamamının tüm özelliklerini taşıyan banyo odası vardır. Hamamın ısıtılması döşemenin altından yapılıyor.

Müzede Gaziantep giysileri, sofraları, gelin odaları, tandır odaları ile tüm gelenekleri sergileniyor. Kurtuluş savaşında kahramanlık göstermiş insanların resimleri, belgeler, yazışmalar da müzeyi zenginleştiriyor.

Ünlü ajan Arabistanlı Lawrance’a ait motosiklet de sergilenenler arasındadır.

IMG_9720
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9731
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9730
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9729
Gaziantep Bey Mahallesi

 

IMG_9724
Gaziantep Bey Mahallesi

OYUN VE OYUNCAK MÜZESİ

Gaziantep oyuncak müzesi, iki katlı ve bir zemin kat altı bölümden oluşuyor. Bu katlarda, çeşitli yıllara ve çeşitli ülkelere ait oyuncaklar sergileniyor. Zemin altındaki bölüm ise, Gaziantep şehrinde bolca bulunan mağaralardan birinin restore edilmesiyle oluşturulmuş. Bu egzotik ortamda çeşitli ülkelere ait oyuncak kuklalar ve o ülkelerin simgesel yapılarından örnekler sergileniyor.

Gaziantep Oyuncak Müzesinde sergilenen ve geçmiş yıllarda ülkemizdeki çocukların düşlerini süsleyen en seçkin yerli oyuncak markaları arasında Dündar İnşaat Oyunları, Alasya, Bilge, Nekur, Gürel ve Fatoş Oyuncakları sayılabilir.

Ayrıca, bu müze, bir oyuncak müzesinin kalitesini simgeleyen Lehmann oyuncaklarının en seçkin örneklerine ev sahipliği yapmaktadır.

IMG_9788
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9783
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9810
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9807
Gaziantep Bey Mahallesi

 

IMG_9808
Gaziantep Bey Mahallesi
IMG_9814
Gaziantep Bey Mahallesi

 

ATATÜRK ANI MÜZESİ

Atatürk’ün 26 Ocak 1933 tarihinde, Gaziantep’i ziyaretinde kullandığı bir karyola, Osman Barlas’ın eşi Neyir Barlas tarafından Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne Atatürk Anı Müzesinde sergilenmek üzere hibe edilmiştir.

Müzede, 1927 yılında Osmanlıca harflerle basılmış ilk 50 binlik baskıdan biri olma özelliğini taşıyan Nutuk kitabı, Atatürk tarafından, CHP’nin 1927 yılında Ankara’da toplanan ikinci kurultayında, 36.5 saat süren ve altı günde okunan tarihi bir hitabeye dayanır. Yerli ve yabancı basın mensuplarının da katıldığı kurultayda Mustafa Kemal’in 19 Mayıs’ta Samsuna çıkışından başlayarak, 1928 yılına kadar silah arkadaşlarıyla beraber faaliyetlerini özetleyen bu tarihi konuşma “Kültür Bakanlığı” tarafından yayınlanmıştır.

Yine müzede çok ilgi çeken bir obje var. Antep savunmasında halk, düşman kadar yokluklarla da mücadele etmiştir. Fransızlar, Antebe yardım gelmesini engellemek için şehrin dört bir yanını kuşatmıştır. Çaresiz kalan halk, cephanesiz de kalınca çareler üretmeye başlamıştır. Tüfekçi Yusuf tarafından tahta ve ateşsiz olarak icat edilen bu alet, şehrin dört tarafına dağıtılmıştır.

Kaynaklara bakıldığında Fransız baskınlarının gece yapıldığı anlaşılmaktadır. Antepliler dar sokaklı evlerinde gece tak takı çevirince ses yankılanıp, büyüyor, makineli tüfek izlenimi veriyordu.

Fransız karargahı da Anteplilerin elinde çok sayıda mermi var zannedip, gece baskını yapmıyordu. Bir başka deyişle Fransız Ordusunun 20 bin askerine, 6 tankına, 3 uçağına ve 300 makineli tüfeğine karşılık, elinde mermisi azalan ve bunu düşmana hissettirmeyen Kahraman Anteplilerin icadıdır.

Yine bir fotoğrafta: Antep harbinde, Fransızlar tarafından esir alınan Antepli gençler görülmektedir. Elleri bağlı, omuzlarında tüfeklerle poz verdirilen gençler ile, Fransız askerleri olumlu bir görüntü vermek istemişlerdir. Fotoğraftan sonra gençlerin akıbeti bilinmemektedir.

PARA MÜZESİ

Giriş ücreti, 1 TL alınmakta ve bu ücretler kültür ve eğitime katkı olarak kullanılmaktadır. Açılış saatleri: 08-22 arasındadır. Müze, 1948 yılı yapımı, bir Yahudi evinde bulunmaktadır. Evin giriş kapısının hemen ardında bir avlu vardır. Avlunun sağ bölümünde ise, müzenin değerli eserleri sergilenmektedir.

Müzenin sahibi Esat bey, para tarihi konusunda tam bir uzman, yüzlerce, belki de binlerce paranın bir araya geldiği müzede, en önemli konu, müzenin sahibi olan Esat beyin, her para ile ilgili anlatacakları, gerçekten muhteşem bilgiler veriyor, mutlaka gezmenizi ve görmenizi öneririm.

 

Gaziantep Dini ve ticari yapılar

IMG_9622
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

Osmanlı döneminde Gaziantep giderek önemli bir ticaret merkezi olma yolunda ilerlemiş, Osmanlının yükseliş döneminde, Halepli tüccarların yabancılara hatta Avrupa’ya sattığı dokumaların üretim merkezi haline gelmiş, halkın ticari zekası ve çalışkanlığı Gaziantep’i bir ticaret merkezi haline dönüştürmüştür.

Binlerce dokuma tezgahı, hanlar, kervansaraylarla yüksek bir refah düzeyine ulaşılmıştır. 19 yüzyılın başlarından itibaren Ermeni nüfusun artması, şehrin fiziki oluşumunu belirlediği gibi ticari yaşamı da etkilemiştir. Şehirdeki yaşama giderek hakim olan Ermeniler, 1847 yılında misyonerlerin desteğiyle eğitim, ticaret ve zanaat alanlarında da belirleyici rol oynamaya başlamışlardır.

Gaziantep Dini ve ticari yapılar: Osmanlı’nın idari ve ekonomik açıdan zayıf düştüğü bu dönem Ermenilerin ekonomiye hakim oldukları dönemdir.

Cumhuriyet’e kadar devam eden bu durum, Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan yeni dengelerle değişmiş, ticaret ve ekonomi tekrar Müslümanların eline geçmiştir. Savaşta büyük hasar gören Müslüman yerleşimlerinde yaşayanlar hasar görmeyen ermeni yerleşimlerine taşınmış, harabeye dönen çarşı hızla onarılmıştır.

Gaziantep Dini ve ticari yapılar: İpek Yolu üzerinde olması, Halep’e bağlı bir sancak olması Gaziantep’te ticareti hep geliştirmiştir. 1902 tarihli Halep Vilayeti Salnamesine göre Antep’te 2320 dükkan, 4 bedesten, 15 han, 30 fırın, 6 tabakhane, 45 boyahane, 11 değirmen, 8 içki fabrikası, 5 sabunhane, 2210 dokuma tezgahı bulunmaktaymış.

Gaziantep Dini ve ticari yapılar; Dokuma, buğday, fıstık, kahve, nişadır, kalay, boya gibi çok çeşitli ürünlerle, el sanatı ürünleri, bu ticarette önemli yer tutmuştur. Dokumacılık, nacarlık, kakmacılık, Keçecilik, nakkaşlık, taş ustalığı, bakırcılık, sobacılık, yemenicilik, dericilik, sabunculuk, kutnuculuk, kilimcilik, kuyumculuk, çömlekçilik, semercilik, zurnacılık gibi zanaatsal işlerinde Antep tercih edilen bir yer olmuştur.

Gaziantep Dini ve ticari yapılar; Tüm bu işlerde çalışanlar, kalenin çevresinde Türktepe’den başlayan, Şire Han’da sona eren çarşılarda yer tutmuşlardır. Günümüzde, hala aynı olmasa da, benzer bir lonca sistemi devam etmektedir. İş kolları bir arada bulunmaktadır.

IMG_9618
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

BAKIRCILAR ÇARŞISI

Tek katlı dükkanlardan oluşan çarşı, hanlar bölgesindedir. Kemerli girişlerle sokağa açılan dükkanlar, düzgün kesilmiş ve sert kalker taşlardan yapılmıştır. Ancak, buradaki dükkanların yapım tarihi tam olarak bilinmemektedir. Muhtemelen 19. Yüzyılda yapıldıkları düşünülmektedir.

KÜÇÜK BUĞDAY PAZARI

19 yüzyılda yapıldığı tahmin edilen han, Osmanlı Han Mimarisinde tek katlı, tek avlulu hanlar gurubuna girer. Düzgün olmayan, dikdörtgen şeklinde bir plana sahiptir. Kuzey cephesinde yola açılan hacimler dükkan olarak planlanmıştır.

İç avlu çevresinde 11 adet oda vardır ve ayrıca eyvanla geçilen bir ahır bölümü bulunur. Hanın örtü sistemi, tas konstrüksiyonlu sivri beşik tonoz ve yarım beşik tonoz şeklindedir. Kemer olarak sivri ve basık kemer kullanılmıştır. Oldukça sade inşa edilmiş olan yapının inşasında havara taşı (beyaz kesme taş) kullanılmıştır.

IMG_9624
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

ZİNCİRLİ BEDESTEN

Halk arasında kara basamak bedesteni olarak da bilinir ve günümüzde et hali olarak kullanılmaktadır.

Asıl adı Hüseyin Paşa Bedestenidir. 1718 yılında Darendeli Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Güney kapısındaki 4 mısralık kitabenin yazarı “Kusuri” dir.

Bedesten, doğu-batı yönünde uzanan, üstü çapraz tonozlarlarla kapatılmış, bir sokağın iki yanına sıralanan, beşik tonozlu dükkanlarla, bu sokağı doğu yönünde kesen ve kuzey-güney istikametinde yerleştirilen başka bir sokağın yine iki tarafına sıralanmış benzer dükkanlar gurubundan oluşmaktadır. Böylece, bedesten “L” şeklinde bir plan şeması ortaya koyar.

1719 tarihli vakfiyesinde eserde 80 tane dükkanın varlığından söz edilmektedir. Yakın geçmişte, bir süre üstüne bir kat daha yapılarak adliye olarak kullanılmışsa da 1957 yılındaki yangında bu kısmı tamamen yok olmuştur. Tamir sırasında yolu genişletmek için güney ve batı kapılarının biraz içeriye alınmasıyla 14 dükkan günümüze ulaşmamıştır. Herhangi bir tezyinat unsuru bulunmayan eser, 2008 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

KEMİKLİ BEDESTEN

Temel kazısı sırasında kemik bulunduğu için, adına halk tarafından kemikli bedesten denilmiştir. Ama asıl adı Mecidiye Bedestenidir.

Kitabesi bulunmayan bedestenin Hacı Müftü Osman Efendi tarafından, 1860-1862 yıllarında yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Bedestenin bir kısmının Mecidiye, diğer kısmının ise Aziziye olarak adlandırılması, esere Abdülmecid zamanında başlandığı ve Abdülaziz zamanında bitirildiğini akla getirmektedir. Kapalı çarşı, plan tipinde düzenlenen her bedestende iki taraflı 40 dükkan vardır.

Dükkanlar arasındaki geçiş bölümü beşik tonoz örtülmüş ve tonoz üzerinde belli aralıklarla aydınlatma pencereleri bulunmaktadır. Girişi kara taş ve keymıh taşı kullanılarak, iki renkli olarak yapılmıştır. Tek katlı olarak, yöresel keymıh taşıyla (sert kalker) inşa edilmiş olup günümüzde de bedesten olarak işlevini sürdürmektedir.

IMG_9685
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

HİŞHA HAN

Hışha (Pamuk kozası) Han olarak bilinen Lala Mustafa Paşa Hanının ne zaman yapıldığını gösteren bir kitabe yoktur. Lala Mustafa Paşa tarafından yaptırıldığını gösteren Vakfiyeler ve Şeri Mahkeme sicilleri vardır. Vakfiyesinin tarihi 1577 yılı olup, 1563-1577 yılları arasında Lala Mustafa Paşanın Halep ve Şam Beylerbeyliği döneminde bulunduğu yıllarda yaptırılmış olmalıdır. Tek katlı hanlar gurubuna giren yapı Gaziantep’in en eski hanıdır.

Han, batısındaki hamam, susamhane, doğusundaki şimdi mevcut olmayan Bedesten ve Mir-i Miran Mescidi ile birlikte bir külliye (Lala Mustafa Paşa Külliyesi) durumundaydı. Hanın kuzey cephesinde yola açılan hacimlerin dükkan olarak, iç bölümlerde ise avluya açılan odaların yolcuların konaklaması amacıyla, revaka açılan mekanların ise depo ve ahır olarak kullanıldığı düşünülmektedir.

Yapının inşasında siyah ve beyaz kesme taşlar kullanılmıştır. Örtü sistemi, taş konstürkiyonlu tonozlar biçimindedir. Oldukça sade inşa edilen handa tek süsleme cümle kapısındadır. Kapı, zeminden itibaren siyah ve beyaz taşlarla inşa edilmiştir.

İNCEOĞLU (BÜDEYRİ-ELBEYLİ)HANI

Han, plan ve süsleme benzerliği nedeniyle 1890 tarihli Kürkçü Hanı ile aynı yıllarda inşa edilmiştir. Bu nedenle Büdeyri Hanın 19. Yüzyıl sonlarında yapıldığı düşünülmektedir. Osmanlı han mimarisi içinde, tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girmektedir. Klasik Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde toplayan eser, sabunhane ve han olmak üzere iki bölüm halinde inşa edilmiştir.

Her iki bölümün üst katındaki mekanlar, yolcuların ikamet etmeleri amacıyla yapılmıştır. Sabunhane ile hanın birer müstakil cümle kapısı mevcut ise de ikinci katta ara bir geçitle birbirine bağlanmıştır. Bu plan özelliğiyle, Gaziantep’teki hanlar içinde tek örnektir. Hanın zemin katında, içte kareye yakın üstü açık bir avlunun etrafında, sıralanan muhtelif hacimler, ön cephede ise dışa açılan tek katlı dükkanlar vardır. Doğudaki mekanların arkasında iki bölümlü ahır yer alır.

Sabunhane kısmı, biraz çarpık dikdörtgen plana sahip olan iç avluyu kuzey ve doğu taraflardan revakla kuşatmakta olup, diğer mekanlarda bu hacme açılır. Avlunun üzeri, üstten kiremit ile kapatılarak sabunhanenin daha temiz olması sağlanmıştır. Çeşitli müdahaleler gören yapı günümüze kadar ayakta kalabilen sayılı hanlardan biridir.

MİLLET HANI

Gaziantep’teki diğer hanlarla karşılaştırılması sonucunda hanın 1868-1869 yıllarında yapıldığı düşünülmektedir. İlk sahibi Aşçıoğlu Kesbar Kevork olarak kaynaklarda yer almaktadır.

Yapı Osmanlı han mimarisi içindeki iki katlı, tek avlulu hanlar gurubuna girer. Hanın planı arsaya göre şekillenmiştir. Avlu alt katta mekanlarla çevrelenmiş, üst katta dört taraftan revakla kuşatılmıştır. Avlunun güney tarafındaki hacimlerin arkasında bulunan ahırın avlu ile ilişkisi olmayıp, kapısı hanın batı cephesinden açılır.

Buna benzer durum, diğer hanlarda görülmemektedir. Ayrıca kuzey cephesinde de sokağa açılan tek katlı dükkanlar yer almaktadır. Han oldukça sade yapılmış olmakla birlikte iki renkli taş işçiliği hareketlilik sağlamıştır.

Han, sonradan yapılan tamiratlar ve eklenen dükkanlarla orijinal özelliklerini kaybetmiş ve bazı kısımları tamamen yıkılmış durumda olup, 2001-2003 yıllarında restore edilmiştir.

YENİ HAN

Kitabesi bulunmayan Yeni Hanın yapılış tarihi hakkında kesin bilgiler yoktur. Ancak 1557 tarihli Ayıntap Vakfı Defterinde eserin adının Han-ı Cedid (Yeni Han) olarak geçmesi nedeniyle, han bu tarihten önce yapılmış olmalıdır. Hanın bilinen ilk sahiplerinin Battal Bey’in kızı Asiye ve Hacı Osman Bey’in kızı Emine Hatun olduğu kayıtlarda yer almaktadır.

Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girmektedir. Avlu, zemin katta üç taraftan eyvan ve odalarla, bir taraftan revakla, üst katta ise bir taraftan odalarla, üç taraftan da revakla kuşatılmıştır. Zemin kattaki mekanlar depo ve ahır, üst katta bulunan odalar ise yolcuların konaklaması amacıyla yapılmıştır.

Yapıda dikkati çeken tek süsleme, batı cephesindeki cümle kapısı üzerindeki siyah ve beyaz kesme taşlarla oluşturulmuş olan süslemedir. Ayrıca giriş açıklığının iki tarafında iki taş seki vardır. Hanın diğer kısımları ise oldukça sade bir şekilde inşa edilmiştir. Hanın inşasında siyah ve sarımtırak renkte küfeki kesme taş kullanılmıştır. Örtü sistemi, taş konstrüksiyonlu sivri beşik tonoz, çapraz tonoz ve aynalı tonoz ile düz örtüdür.

YÜZÜKÇÜ HAN

Yüzükçü Hanı, Kitabesi olan ender hanlardan biridir. Fakat taç kapısı üzerinde yer alan 1897 tarihli yazıdan ibaret olan bu kitabe eserin inşa değil yenilenme kitabesidir. Çünkü 1735 tarihli Şer-i Mahkeme Sicilinde “İki Kapılı Han yakınında bir kişinin öldürülmesiyle açılan dava neticesinde tahakkuk eden diyetin Uzun Çarşı, İki Kapılı Han ve Yüzükçü Han esnafından toplanması” şeklinde bir vesika vardır.

Buna göre eser, 1735 tarihinden önce mevcut olup, inşa tekniği ve malzeme durumuna göre Yüzükçü Han, 1897 yılında büyük ölçüde yenilenmiştir. Hanın bilinen ilk sahibi Battal Bey’in kızı Asiye ve Hacı Osman Bey’in kızı Emine Hatundur.

Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girer. Yol ve arsa durumuna göre inşa edilmiş olan hanın zemin ve üst katları birbirinden farklı plan şekline sahiptir. Zemin kattaki mekanlar avluyu dört taraftan çevrelediği halde, üst kattaki odalar, kuzey cephesinin tamamı ve batı cephesinin bir bölümüne kadar kuşatmaktadır.

İkinci katta bulunan gezinti yeri, ahşap kemerli revaklardan oluşmakta olup, bu özelliğiyle diğer hanlardan ayrılmaktadır. Doğu kanadında, Antep hanlarının pek çoğunda görülen mağara şeklinde bir ahır vardır. Yapıda sarımtırak renkteki küfeki kesme taş kullanılmış olup, taç kapısında ise küfeki taş ile siyah taş birlikte kullanılmıştır.

ANADOLU HANI

Hanın ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Ancak 19. Yüzyıl başlarında yapıldığı tahmin edilmektedir. Osmanlı han mimarisi içinde iki avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girer. Yapı yolcu hanı olarak inşa edilmiş olup, zemin katındaki mekanlar depo ve ahır olarak, üst katlarla yer alan odalar ise yolcuların konaklaması amacıyla yapılmıştır.

Doğu-batı istikametinde uzanan yapıda görülen plan tipi, diğer hanlarda yoktur. Hanın, çarpık planındaki birinci avlusu iki yönden, yine çarpık şekildeki ikinci avlusu da üç yönden çeşitli ebat ve şekillerdeki mekanlarla çevrelenmiştir. Oldukça sade inşa edilen han, 1985 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

ÇEKİRDEKÇİ (EMİR ALİ) HANI

1719 yılında inşa edilmiş olan han, Sekkakoğlu, Esseyit Ali Bey tarafından yaptırılmış olup, mimari bilinmemektedir. Osmanlı han mimarisine göre tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna giren yapı, düzgün olmayan, dikdörtgen şeklinde bir plana sahiptir. Avlu, zemin katta dört taraftan, üst katta ise iki taraftan revakla çevrelenmiştir.

Günümüze orijinal olarak gelen tek revak güney revaktır. Han oldukça sade olup, yalnızca avlunun doğu kısmında avluya açılan hacimlerin ön duvarları, kapı ve pencere kemerleri hizasına kadar siyah ve beyaz kesme taşla örülerek iç kısımda bir hareketlilik sağlanmıştır.

Eserin orijinal kısımlarında sarımtırak renkte küfeki kesme taş, sonradan yapıldığı tahmin edilen kısımda ise siyah ve beyaz kesme taş kullanılmıştır. Üst kattaki mekanlar yolcuların konaklaması için, alt kattaki mekanlar ise depo ve ahır olarak kullanılmak üzere yapılmıştır.

Ayrıca hanın kuzey cephesinde mağara şeklinde bir hacim de ahır vazifesi görmektedir ki bu Gaziantep’te meyilli arazi üzerine kurulan birçok handa görülmektedir.

TÜTÜN HANI

Herhangi bir inşa veya onarım kitabesi bulunmayan Tütün Hanına ait en eski bilgi, Şer-i Mahkeme Sicillerinde geçmektedir. 1754 tarihli vesikada “Taşradan Antepe gelen ve mukataası (götürü ve iş verme yetkisi) Hacı Mehmet’in uhdesinde bulunan tütünler eskiden beri Tütün Hanında satılır, gümrüğü de burada alınırdı” denilmektedir.

Eskiden beri tütünlerin burada alınıp satılması, eserin 1754 yılından daha önceki bir tarihte yapıldığını ortaya koymaktadır. Osmanlı topraklarında tütünün, 17’nci yüzyılda yaygınlık kazanmaya başladığı bilinmektedir. Ayrıca 1735 yılında Antep’te tütüncü esnafının bulunduğunun bilinmesi, bu hanın tarihinin 1754 yılından daha öncesine gittiğini kesin olarak göstermektedir.

19’ncu yüzyılda hanın bilinen ilk sahibi Nur Ali Ağa Oğlu Hüseyin Ağa’dır. 2007 yılında Vakıflar Bölge Müdürlüğü tarafından restore edilmiştir.

Yapı, Osmanlı han mimarisi içinde tek katlı, tek avlulu hanlar gurubuna girer. Gaziantep’teki mevcut olan en küçük hanlardan biri olan bu yapı, eskiden şehrin en işlek iş ve alışveriş merkezinde bulunmaktaydı. Eser, dikdörtgen bir avlunun dört kenarına yerleştirilen odalar ve hana bitişik olarak inşa edilen dükkanlardan oluşmaktadır.

Kuzey cephesinde kayaya oyulan bir bodrum bölümü vardır ki, bu han için önemli bir özelliktir. Yapının sadece kuzey cephede süsleme sadece portalde görülür. Kapı, zeminden itibaren siyah ve beyaz taştan yapılmıştır.

KÜRKÇÜ HAN

Han, mevcut kitabesine göre 1890 yılında yapılmıştır. Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girer. Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde taşıyan yapı, Han ve Sabunhane olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.

Han yolcu hanı olarak inşa edilmiş olup, zemin kattaki hacimler dükkan, depo ve ahır maksadıyla, üst katta yer alan odalar ise yolcuların konaklaması için yapılmıştır. Sabunhane ve hanın ayrı girişleri bulunmasına rağmen ayrıca iç kısımlarda ara geçişlerde mevcuttur.

Han, diğer hanlarda olduğu gibi araziye göre şekillenmiştir. Yapıdaki en önemli süsleme portalde görülen süsleme olup, devrinin eklektik özelliklerini yansıtmaktadır. İç kısımda zengin bir süsleme görülmez. Burada dikkat çeken tek tezyinat, avlu geçidinin doğu-batı yönünde uzanan sivri beşik tonozun orta kısmında hafif kabartma olarak yapılmış altı kollu yıldız motifidir.

Ayrıca avlu geçidinin avluya bakan tarafında iki renkli taş kullanılarak iç mekana hareketlilik kazandırılmıştır.

TUZ HANI

Herhangi bir inşa kitabesi veya vakfiyesi yoktur. Ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. Fakat eserin adı, Hicri 11’nci yüzyıla ait Antep Şer-i Mahkeme Sicillerinde ve Evliya Çelebi Seyahatnamesinde geçmektedir. Bu nedenle, Tuz Hanının 16. Yüzyılın sonlarında inşa edildiği düşünülmektedir.

Yapı, Osmanlı han mimarisine uygun tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna girer. Hanın işlevine uygun olarak, zemin kattaki mekanlar depo, ahır ve dükkan olarak, üst katta yer alan odalar ise yolcuların konaklaması için yapılmıştır. Hanın caddeye bakan cephesinde, doğrudan caddeye açılan dükkanlar bulunmaktadır.

Hanın ikinci katı, avluyu dört taraftan kuşatan revaklardan ve bunların arasına yerleştirilmiş odalardan meydana gelir. Hanın kuzeybatı köşesinde geniş bir alanı kaplayan ve yüksek kahve adıyla meşhur kahvehane bulunmaktadır. Han oldukça sade olup yalnızca kuzey cümle kapısı siyah ve beyaz taşlardan oluşturulmuştur. Hanın giriş kapısı dışındaki kısımlarda sarımtırak renkte küfeki  kesme taşı görülmektedir.

ŞİRE (BELEDİYE) HANI

Han, 1885-1886 yıllarında Halep Valisi Cemil Bey’in emriyle Kaymakam Rüstem Bey ve Belediye Reisi Mustafa Ağa tarafından Belediyenin imkanlarıyla yapılmıştır. Hanın mimarı Kirkor, nakkaşı ise Ali Efendi’nin oğlu Abbas’tır.

Yapı tek avlulu, iki katlı Osmanlı hanları gurubuna girer. Klasik Osmanlı han mimarisinin birçok özelliklerini üzerinde taşıyan eser, dikdörtgen planlıdır. Yapı, yolcu ve iş hanı olarak inşa edilmiştir. Zemin kattaki mekanlar dükkan, depo ve ahır olarak, üst katta bulunan odalar ise yolcuların ikamet etmesi için yapılmıştır.

Avlu, dört taraftan mekanlarla çevrelenmiş olup, güney kısmındaki hacimlerin arkasında doğu-batı yönünde iki sahın halinde uzanan ahır bölümü vardır. Avlunun ortasında ilk yapıldığı dönemlerde hanın su ihtiyacını karşılamak amacıyla bir kuyu varken, daha sonra bu kuyu kapatılarak avlu zeminden, iki basamak aşağıya inilerek ulaşılan şadırvan yapılmıştır.

Hanın üst katı doğu, batı ve kuzey taraftan kuşatılan revaklarla çevrelenmiştir. Gaziantep’te bulunan hanlar içinde tezyinat bakımından en çok dikkati çeken eser durumunda olup, bütün süslemeler üç adet anıtsal taç kapısı üzerinde toplanmıştır.

Büyük ölçüde korunmuş olan hanın, 2004 yılı restorasyon çalışmasından sonra özgün şekliyle korunması ve yaşatılması sağlanmıştır.

GÜMRÜK HANI

Han, 1873-1878 yılları arasında, Abdülhalik oğlu Hacı Ömer Efendi tarafından yaptırılmıştır. Hanın bugünkü sahibi Abdülhalik oğlu Hacı Ömer Ağa Vakfıdır.

Osmanlı han mimarisi içinde tek avlulu, iki katlı hanlar gurubuna giren yapı, düzgün olmayan dikdörtgen şeklinde bir plana sahiptir. Yolcu hanı olarak inşa edilen hanın, zemin katındaki mekanlar depo ve ahır, üst katta yer alan odalar ise yolcuların konaklaması için yapılmıştır.

Han arazi ölçülerine ve arazi yapısına göre şekillendirilmiştir. Zemin katta, sadece giriş cephesinde sokak ile bağlantılı dükkanlar bulunmaktadır. Avlu, zemin katta kuzey, güney ve batı taraflarda çeşitli mekanlarla, üst katta ise kuzey ve batıdan revaklarla, güney kısmından iki gözlü revak ve bir oda ile kuşatılmıştır.

Yapının orijinal kısımlarında sarımtırak renkte küfeki kesme taş kullanılmıştır.

IMG_9711
Gaziantep Dini ve ticari yapılar

DİNİ YAPILAR

Gaziantep dini mimari açısından zengindir. Toplam 178 dini yapıdan 144’ü yok olmuş ve günümüze sadece 34 tanesi ulaşmıştır. Bu yapılar mimari açıdan gösterişli olmamalarına karşın, sadece Gaziantep camilerinde görülen özellikler taşırlar.

ŞİRVANİ CAMİİ

İlk yapımının 14-15. Yüzyıllarda Dulkadiroğulları ve Memlüklüler dönemi olduğu düşünülmektedir. İki şerefeli minareyi sadece Osmanlı hanedanına bağlı kimselerin yaptırdığını söylenmekte, Osmanlılardan önce yapılmış olacağı düşünülmektedir. 1681 yılında, Şirvani Mehmet Efendi tarafından kapısının onarıldığı bilinmektedir.

1890 yılına ait fotoğraflarda, çokgen gövdesi üzerinde şerefelerini bir şemsiye şeklinde örten külahlarıyla Tekke Camine benzemekteyken, günümüzde sivri külahlı bir minaresi vardır. Bu minare, 1947 yılında yeniden yapılmış ve cami 1960 yılında tekrar onarım görmüştür. Kapısındaki dilimli ikiz kemer Gaziantep’teki tek örnektir. Raylar üzerinde hareket eden ve Gaziantep’e özgü hareketli mimber de Türk mimarisinde özel bir yer tutar.

HANDANİYE CAMİİ

Kitabesinden de anlaşılacağı üzere Handaniye Camii savaşta hasar görmüştür. Kıble tarafından giren top içeride patlamış ve caminin içini viraneye dönüştürmüştür. Bu sırada oradan geçmekte olan bir kadının ölmesi nedeniyle sokağa kadının adı verilerek “İlk Top Şehidi Habba” denilmiştir.

Zülkariye Beylerbeyi Mehmet Paşa’nın Kethüdası Abdullah oğlu Handan Ağa tarafından yaptırılmıştır. 1575, 1596 tarihleri arasında Hacı Abdullah tarafından yenilenmiş, minaresi ise oğlu Mustafa tarafından eklenmiştir. Taş işçiliğinin güzelliğiyle dikkati çeken caminin taç kapısı tamamen kündekaridir. Taç kapının hemen üzerinde yer alan ahşap müezzin mahfelinin altı son derece güzel bir ahşap işçiliği sergiler.

Ortasında yer alan mukarnaslı sarkıt, tek parça ahşaptan yapılmıştır. Siyah-beyaz taşlarla örülmüş mihrabın iki tarafında köşk denilen, duvar içinden çıkılan iki mimber vardır. Minarenin taş işçiliği özeldir. Şerefenin oturduğu kısmı oluşturan mukarnaslar yukarı doğru açılarak üçgen şeklini alır. Altından çini tabaklar sıralanır.

TAHTANİ CAMİİ

Yaptıranın kim olduğu bilinmeyen caminin yapım tarihiyle ilgili çelişkili bilgiler vardır. Evliya Çelebiye göre 1578 olan tarih, daha önceki şer-i sicil kayıtlarındaki bilgiler nedeniyle yanlıştır. 1558 yılındaki bir şer-i sicilinde camiden söz edilmektedir.

Ayrıca başka bir şer-i sicilinin tarihi 1580 yılıdır ve bu tarihte onarım görmüştür. Kitabelerden anlaşıldığı kadarıyla birkaç tamir daha görmüştür. 1790 yılında, 1805 yılında, 1958 yılında ve 1983 yılında. Eskiden düz damlı olan caminin üzeri sonradan kiremit kaplı kırma çatı olarak değiştirilmiştir.

Günümüzde yağlıboyayla iyice bozulan mihrabın nişinin çevresinde dikdörtgen bir çerçeve yer almıştır. Arada kalan köşe boşlukları Rumilerle süslenmiştir. Minberin göbeğinde sekizgen, gemici çarkına benzeyen, kafes tekniğiyle yapılmış, tahdın altındaki pano kelebek benzeri motiflerle doldurulmuştur.

Minarede yine özenli bir taş işçiliği görülür. Şemsiye külahlı şerefenin altı ince mukarnaslarla örülmüştür. Belli aralıklarla sarkıtlar yapılmış, bunların arasına on iki tane çini tabak yerleştirilmiştir. Şerefe korkulukları, on iki ayrı geometrik desenle yapılmıştır. Tüm bu özellikleriyle bölgenin karakteristik özelliklerini taşır durumdadır.

KARAGÖZ CAMİİ

1756 yılında meşhur Nuri Mehmet Paşa’nın dedesi ve Antep’in yerlisi olan Battal Ağa tarafından yapımına başlanan cami, 1758 yılında tamamlanır. Karagöz Cami, adını Halep ve Antep arasında yaşayan Beydili ve Eymürlü boyuna mensup “Karagözlü” adında bir Türkmen oymağından almıştır.

1137 tarihli şer-i mahkeme sicili kayıtlarında bu caminin yerinde, yine “Karagöz” adında bir mabet varmış. Eski mescit, Battal Ağa tarafından cami haline getirilmiş ve eski adıyla anılmaya devam etmiştir.

Kıbleye paralel, tek sahınlı, süslemesi az, küçük bir camidir. Batıdaki bir kapıdan alçak bir duvarla ikiye bölünmüş olan avluya geçilir. Avlunun camiye bakan cephesinde diğer Antep camilerinde de görülen renkli taş süslemeler vardır.

Mihrabında da süslemeye rastlanmaz. Sade, yuvarlak bir nişden oluşur. Ahşaptan yapılmış mimberi de sadece ve süslemesizdir.

Yakın zamanda 3 kez tamir edilen camide, 1967 yılında dış kaplamalar, 1973 yılında avlunun batı kapısı yenilenmiş, 1985 yılında iç duvarlar elden geçirilmiş ve mimberi şimdiki yerine yerleştirilerek ahşap rengini almıştır. Günümüzde düz beton tavanla örtülü olan son cemaat yerinin eskiden ahşap kirişler üzerine düz toprak damla örtülü olduğu düşünülmektedir.

Son cemaat yerinin batısında minare vardır. Dam seviyesine kadar kare, sonra çokgen gövdeli olarak devam eder. Minare korkuluğu değişik geometrik desenlerle kafes tekniğinde işlenmiştir ve panolardan oluşur. Abdülhamit resimlerinde görünmeyen minare, üzerindeki kurşun izlerine bakılarak 1900 ile 1920 yılları arasında yapılmış olabilir.

ALAÜDDEVLE CAMİİ

1480-1515 yılları arasında hüküm süren Dulkadirli Bey’i Alaüddevle Bozkurt Bey’in yaptırdığı cami adını yine Alaüddevle Bozkurt Bey’den alır. Halk arasında “Alidola” olarak da bilinir. Bu caminin mimarı bilinmiyor. Yeniden yaptırılan caminin mimarı ise Armenak, ustabaşısı Kirkor’dur. Alaüddevle Camii 1898 yılını takip eden yıllarda yıkılmış, daha sonra Antep’in ileri gelenleri yenisini yaptırmıştır.

HACI NASIR CAMİİ

1570 yılında mescit olarak yapılmış bina 1680 yılında bir minber konularak camiye dönüştürülmüştür. 1812 yılında da bugünkü haline getirilmiştir. Kurtuluş savaşı sırasında ciddi hasar görmüş olan cami 1923 yılında onarılmıştır. Külah kısmı yıkılan minare halkın kendi imkanlarıyla yeniden yapılmıştır.

Burmalı gövdesiyle bu minare Gaziantep’teki özel minarelerden birisidir. Siyah ve pembe kaplamalarla süslenmiş mihrabın iki yanında balkon şeklinde çıkıntılar vardır. Bu çıkıntılara duvar içinden birer merdivenle çıkılır.

Minber olanı kırmızı mermerden diğeri ahşaptan yapılmıştır. Gaziantep’teki en zengin kalem işlemelerine sahip mahfil günümüze kadar ulaşmıştır.

TEKKE CAMİİ VE KÜLLİYESİ VE MEVLEVİHANE

Aslen Türkmen Bey’i olan Sancak Bey’i Mustafa Ağa tarafından 1638 yılında yaptırılmıştır. Mevlevihane’nin semahanesi ve vakit namazlarının kılındığı cami bölümü, derviş odaları, şeyh evi ve bir çeşmeden oluşan külliyenin vakfiyesinde meyve bahçesi, boyahane, yirmi dükkan ve bir ahırdan söz edilir.

Tekke cami mimarisiyle tipik bir semahane özelliği taşımasına karşın, mutrip mahfili ve çile hücresi yoktur. Çok sade bir yapıdır. Giriş kapısında üç kenarda beşparmak desenlerinden oluşmuş bir silme vardır.

Bu desenler Gaziantep’teki tek örnektir. Kilit taşının üzerinde bir damla taşı, onun iki yanında etrafı ince siyah taşlarla sıralanmış kırmızı mermer pano vardır.

KURTULUŞ CAMİİ

1892 yılında kilise olarak inşa edilen ve daha sonra camiye dönüştürülen yapı, Tepebaşı mahallesindedir. Özgün mimari özelliklerini koruyan yapı, Gaziantep şehrinin en büyük camilerinden birisidir. Camide, köşeler ve pencere silmeleri, yöresel siyah ve beyaz taştan yapılmıştır.

Dikdörtgen planlı, haç biçimindeki caminin içi, mihraba dik sütunlarla üç sahaya ayrılmıştır. Haçın kolları dıştan alınlık şeklinde, içten de çapraz tonozlarla örülmüştür. Ana mekanın ortası yuvarlak, kasnaklı, oldukça yüksek kubbelidir.

Kesme taştan yapılan duvarlar üzerinde ilk iki sırada sivri kemerli, üst sırada da yuvarlak pencereler vardır. Yapının üzeri kırma bir çatı ile örtülmüştür. Sonradan eklenen minare, kare biçiminde kaide üzerinde yuvarlak gövdeli ve tek şerefelidir.

ÖMERİYE CAMİİ

Düğmeci mahallesindedir. Antep şehrinin en eski camisidir. 1210 yılında tamir geçirdiği, kayıtlarda yazılıdır. Caminin kimin tarafından yapıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte Halife Hz Ömer zamanında yapıldığı ya da Hz Ömer’in kızından olma torunu Emevi Halifesi Ömer Bin Abdülaziz tarafından yaptırıldığı söylenmektedir.

Caminin taç kapısı ve mihrabı ak-kara taşla örülmüştür. Minare şerefesinin korkuluklarında, oyma taş işçiliğinin en güzel örnekleri görülür. Hatta minarenin bedeninde Antep savunmasının dehşetli günlerinden kalma, mermi ve şarapnel parçalarının izlerini görmek mümkündür.

Halk arasında anlatılan bir rivayete göre, bu cami, her yıl tabana doğru çökmekte ve toprağa gömülmektedir. Tamamen battığı zaman, kıyametin kopacağı söylentileri vardır.