Gaziantep Yavuzeli


Gaziantep Yavuzeli: Gaziantep ilinin hemen yakınında, özellikle Rum kale ile, tarihi güzellikler barındıran bir yöremizdir ki, tarihi yerlere ilgi duyanların, buraya mutlaka uğramalarını öneririm. Bunun yanında, Düllük antik şehri ve dolmen mezarları da mutlaka ilginizi çekecektir.

ULAŞIM

Yavuzeli ilçesinin bağlı bulunduğu Gaziantep il merkezine olan uzaklığı: 38 km. dir. Yavuzeli-Araban arasındaki uzaklık: 26 km. dir.

TARİHİ

Yörenin eski ismi: Cingife’dir. Çünkü: burada, tarihi süreç içinde, bir Ceneviz şehri kurulduğu rivayet edilmektedir.
1517 yılında, Yavuz Sultan Selim, Mercidabık savaşına katılmadan önce, burada konaklar ve yöre halkının kendisine gösterdiği sevgi ve yakınlık nedeniyle, buraya “Yavuzun ili” ismini verir. 1958 yılında, bu isim “Yavuzeli” olarak değişerek günümüze kadar ulaşır.

GENEL

Yerleşim yerinin doğusundan, Fırat nehri geçmekte olup, Şanlıurfa şehri ile sınırı nehir belirlemektedir. Yörenin denizden yüksekliği: 850 metredir. Yüz ölçümü: 480 km. karedir. İlçenin temel ekonomik etkinliği: tarım ve hayvancılıktır. Sanayi olmadığından, genel anlamda işsizlik yaşanmaktadır. Bunun sonucunda ise, Gaziantep iline göç yoğundur.

Gaziantep Yavuzeli

GEZİLECEK YERLER

DOLMEN MEZARLARI

Daha önce, ben buna benzer mezar yapılarını, Trakya bölgesinde, Kırklareli il sınırları bölgesinde görmüştüm. Bu dolmen mezarları, Yavuzeli-Araban kara yolu üzerinde bulunuyor. İki mezarın, bir tanesi yolun batısındaki Ballık köyünde, diğeri ise, Küçük Karakuyu köyünde bulunuyor.
Köylüler, bu mezar yapılarına: yöresel lisanda “gavrikul” yani “delikle taş” diyorlar. Bu mezarlar: büyükçe bir arazide, yayılarak düzenlenmişler. Bu yayıldıkları arazi: aslında “Karadağ” eteklerindeki kireç taşı tepeleridir. Bu tepelerde, mezar alanlarında, toplam 27 mezar bulunmuştur. Bronz çağında yapıldıkları düşünülmektedir.
Mezar yapıları, yani dolmen mezarları: 2 blok taş ve bunların üstünde 1 blok taş olmak üzere düzenlenmiştir. Yani, 3 yassı şekilli taştan oluşmuştur. Ölçüleri hakkında bilgi vermek gerekirse, genellikle: yükseklikleri: 1.90 m. Civarında, uzunlukları: 3.40 metre ve genişlikleri, 2 metre civarındadır. Günümüzde mezarların içleri, taşla dolu bulunmaktadır.

DÜLÜK ANTİK ŞEHRİ

Dülük antik şehri: İlçe merkezine bağlı, Düllük köyünün, kuzey bölümünde, Keber tepesi ve çevresinde bulunmaktadır. Buraya ulaşmak için: Gaziantep-Yavuzeli kara yolunda ilerlerken; otoban gişelerine varmadan, solda, Beylerbeyi köyü içinden geçen ve yaklaşık 4 km. civarındaki yolu kullanmanız gerekmektedir.

Şehir, antik dönemde, doğu-batı ve kuzey-güney ticaret yollarının kesiştiği yerde bulunması nedeniyle önem kazanmaktadır. Tam kavşak noktasındadır. Yani, bir anlamda “İpek yolu” ve bir anlamda “Asur ticaret yolu” buradan geçmektedir.

Bölgede bulunan “Keber” tepesi üzerinde yapılan resmi arkeolojik kazı çalışmalarında: Paleotik döneme ait: özgün yapılı çakmak taşı bazı aletler ve bu aletlerin yapıldığı atölyeler bulunmuştur. Özgün yapıları nedeniyle, bu aletlere “Dülükien” ismi verilmiştir.
Yine, bölgede, aynı dönemde barınma amacıyla kullanılan bir mağara bulunmuştur. Mağaraya “Şarklı Keper Mağarası” ismi verilmiştir. Gerek çakmak taşı aletler ve gerekse mağara nedeniyle, bölgedeki ilk yerleşimcilerin, muhtemelen MÖ. 6000 yıllarında buraya yerleştikleri düşünülmektedir. Bu tarih dikkate alındığında ise, dünya üzerindeki ilk yerleşimcilerin, burada yerleştikleri ortaya çıkıyor.

Takip eden tarihi süreçte ise, burada Hititler görülür. Doliche olarak isimlendirilen yöre: Hititler tarafından, baş tanrı “Teşup” adına yaratılmış bir “din merkezi” dir. Hitit imparatorluk döneminde, yani MÖ.2000’li yıllarda, burada Hitit Gök ve Fırtına Tanrısı Teşup adına bir tapınak yapılmıştır. Tanrı Teşep: sağ elinde çift ağızlı baltası, sol elinde şimşek demetiyle, boğa üstünde oturur halde, taş üzerine, kabartmalarla işlenmiştir. Ayrıca: yine birçok bronz heykelciği yapılmıştır.

Takip eden tarihi süreçte, yani Helenistik dönemde ise, Hitit medeniyeti yıkılmasına rağmen, tanrı Teşup geleneği sürdürülmüştür. Ancak: Teşup’un işlevi aynı olmasına rağmen, ismi “Zeus” ve “Jupiter” olarak değiştirilmiştir. Romalı askerler arasında “Jupiter Dolikhenos kültü” büyük ilgi ve sevgi görür ve bu yüzden, bu kült, Avrupa’nın birçok yerine kadar yayılır. Hatta, Romalı askerlerin birçoğu, kendilerine güç ve kuvvet versin diye, Jupiter Dolikhenos’un küçük heykelciklerini, kolye olarak boyunlarına takarak savaşa giderlermiş.

Yine, bu yörede: “Mitra” inancı kalıntıları da görülmektedir. Şöyleki: ayrıntıya girmeden önce, bilmenizde yarar var, o dönemde; bu tapınım türünün ayinleri gizlidir ve Roma ordusu askerleri arasında yaygındır. Ayrıca, yine bu tapınım türünün üyeleri arasında, gizli kalmış: bürokratlar, tüccarlar ve köleler de bulunmaktadır.
Dünya üzerinde bilinen, yer altına inşa edilmiş ilk Mitras tapınağı (Mithareum) burada, yani Dülük bölgesinde, Keber tepesinin güney eteğinde: 1997-1998 yıllarında yapılan resmi arkeolojik kazı çalışmalarında bulunmuştur. Bu dini inanç, dünya üzerinde birçok yere yayılmış olması nedeniyle önem kazanmaktadır.
Bu yer altı tapınak yapısı: 2 salonludur ve merkezi konumdaki nişinde: kabartma halinde “boğa öldürme sahnesi” yani “Tauroktoni” işlenmiştir.
Bu kabartmada: tanrı Mitras: takım yıldızlarını simgeleyen: akrep, yılan, köpek gibi figürler ve gezegenleri simgeleyen: yıldızlar eşliğinde: bir boğayı öldürmektedir.
Astroloji bilimine göre: ekinoks, Yunan ve Roma dönemlerinde, boğada imiş. MÖ.4000 ile 3000 yılları arasında gerçekleşen “Boğa çağı” bitimi, bu boğa öldürme sahnesiyle betimlenmiştir. Aynı dönemde, Perseus yıldızlarının tam boğa üzerinde bulunması, boğanın Perseus tarafından öldürüldüğünü izah etmektedir. Bu sahnede: Perseus’un yerine geçen Tanrı Mitras; boğanın gücünü yok ediyor ve ekinoksu, boğa burcundan çıkarıp, koç burcuna sokmaktadır. Yani: boğa çağı bitip, başka bir çağ başlamaktadır.
Mitras ayinlerinde: kurban edilen boğanın kanı: içilir ve bu kan ile aynı zamanda yıkanılırmış. Böylece: yok olan bir çağı simgeleyen boğanın gücüne ve ölümsüzlüğe ulaşılacağına inanılırmış.
Evet, Mitras kültürü: MS.1’nci yüzyıldan itibaren, Tarsus yöresinden yayılmaya başlamış ve MS.3’ncü yüzyılda: Avrupa’da İskoçya ve Afrika’da Büyük Sahra bölgesine kadar ulaşmıştır.

Evet, tarihi süreç içindeki bölgenin önemini anlatmaya devam ediyorum. Bizans dönemine gelindiğinde: Düllük kenti, Hititlerden bu yana devam eden dinsel kimliğini “Başpiskoposluk” kurularak devam ettirmeye başlamıştır. Hatta, şehir yine aynı dönemde “Telukh” adıyla, eyalet merkezi statüsü kazanmıştır. Ancak, İslam akınları sonucu kent tahrip olunca, MS.7’nci yüzyılda, Başpiskoposluk, buradan ayrılarak, Zeugma şehrine taşınmıştır.

Bununla birlikte, Düllük şehrinde yaşayan insanlar da, günümüzdeki Gaziantep şehri kalesi çevresinde kurulan “Ayıntap” şehrine göç etmeye başlamışlardır. Tüm bunların sonucunda, gittikçe küçülen Düllük şehri: Ayıntap şehrine bağlı bir köy haline gelir. Düllük şehri kutsal alanı ise: Evliya Düllükbaba Türbesi ile, kutsal alan kimliğini günümüze kadar taşımaya devam etmiştir.

Gelelim, günümüzde burada görebileceklerinize: burada özellikle Keber tepesinin güneyindeki: Şarklı Keper Mağarası isimli mağara ilginizi çekecektir. Bunun yanında, Keber tepesinin karşı sırtlarında, nekropol alanı yine ilgi çekebilir. Bu alanda, kayalara oyulmuş, çok sayıda mezar odası bulunmaktadır.

Bu mezar odalarının bir kısmının ön odasına, taş basamaklar ile inilmektedir. Mezar odasının içinde ise, lahitler görülmektedir. Bir kısım mezar odasının içinde ise, Medusa başı gibi mitolojik kabartmalar var. Bir başka kabartma da ise, Hermes, ölünün ruhunu yer altına götürmesi için, Hades’e yol göstermektedir. Çünkü: antik dönemde, ölüm sonrası yaşama inanılmaktadır. Hatta, bu inancın bir sonucu olarak, mezar yapıları, günlük yaşanılan bir ev gibi düşünülerek yapılmıştır.

Yine nekropol alanının doğu bölümünde: 2 kaya kilise görülmektedir. Kaba tepenin üzerinde ise: Jüpiter Dolikhenus tapınağı kalıntılarına ve taban döşemesine ait yassı taşların bir kısmı, toprak üzerine dağılmış olarak görülmektedir. Yine bu bölümde, ismini verdiğim tapınaktaki görevlilere ait mezarlar bulunmuştur ve bunların 16 tanesi ziyarete açılmıştır. Bu mezarlara taş basamaklar ile inilmekte ve mezar içinde, lahitler görülmektedir.

Ayrıca: yaklaşık 6 bin yıl öncesine kadar uzanan geçmişiyle, Düllük köyü, geleneksel tarihi mimari evleri ve camisiyle ilginizi çekecektir.

Elbette, burada da yukarıda sözünü ettiğim resmi arkeolojik kazı çalışmaları dışında yapılan, kaçak kazılar ve kaçırılan kalıntılar yok değildir. Dülük arşiv bölümünde bulunduğu öğrenilen, mühür baskıları, kaçak kazılar sonucu yağmalanmış ve büyük bölümü yurt dışına kaçırılmıştır.

Eşyanın güvenliğinin sağlanması için, para torbaları, resmi ve özel mektuplar, belgeler ve balyalar gibi çeşitli nesnelerin mühürlenmesinde kullanılan bu yüzük ve mühür şeklindeki mühür baskıları: kil çamuruna basılıyordu ve üzerinde: tanrı, tanrıça, hayvanlar ve kişilere ait çeşitli resimler bulunuyordu. Bu mühür baskılarının çok küçük bir bölümü, günümüzde, Gaziantep Müzesinde sergilenmektedir.

Gaziantep Yavuzeli
Gaziantep Yavuzeli
Gaziantep Yavuzeli

       

RUM KALE

Evet, yine Oğuzeli ilçesinin tarihi güzelliklerinden birisi. Üç yanı zümrüt yeşili göl ve bunu çeviren dik, sarp ve kayalıklı tepelerle çevrili tam bir doğa ve insan harikasıdır.

Rumkale: İlçe merkezine bağlı, 25 km. uzaklıktaki Kasaba köyünün yakınlarında; Fırat nehri ve Merzimen çayının birleştiği yerde, dik bir kaya üzerindedir.

Rum kale ile ilgili, antik dönem yazılı kaynaklarındaki ilk bilgilere: MÖ.885 yılında, Asur kralı III. Salmanazar tarafından, Şitamrat isimli yerin ele geçirilmesi sırasında rastlanmaktadır.

Buraya ulaşmak isterseniz: Kasaba köyünden veya Halfeti bölgesinden, tekneye binmeniz gerekiyor. Çünkü, kalenin üç yanı, baraj gölü ile çevrilmiştir. Kasaba köylülerine ait küçük balıkçı teknelerini veya Gaziantep Valiliğine ait tekneyi kullanabilirsiniz. Halfeti ilçesinden ise, doğruca, teknelerle kaleye gidiliyor.

Antik dönem boyunca, burasının bilinen isimlerini sıralamak gerekirse: Şitamrat, Hromklay, Ranculat, Kal-at el Rum, Kal-at el Müslimin, Kale-i Zerrin (Altın kale), Rum kale. Bölge: özel ve stratejik konumu nedeniyle: Med, Pers, Helenistik ve Roma dönemlerinde yerleşim görmüştür.

Özellikle, Roma döneminde, Hz. İsa’nın havarilerinden Johannes’in yani Yuhanna’nın, İncil’in nüshalarını, buradaki kayadan oyma bir odada çoğalttığı rivayet edilmektedir.

Tarihi süreç içinde: 1113 yılında, Rumkale: III. Grigoris tarafından, satın alınır ve Başpiskoposluk makamı, buraya taşınır. Şair Aziz Nerses mezheplerinin birleştirilmesi nedeniyle: burada yapılan toplantılara, imparator elçileri, Kayşum ve Yakubi baş patrikleri katılırlar.

13’ncü yüzyılda, bölgede bulunan çok sayıdaki Yakubi nedeniyle, Yakubi Patriği II. Ignace tarafından, burada bir kilise yaptırılır. Hatta, kale, bir patriklik makamı olarak da kabul edilir. 1279 yılına gelindiğinde, kalenin Memlükler tarafından kuşatıldığı görülür. Ancak, ele geçirilemez.

1292 yılında Memlükler, kaleyi yeniden kuşatırlar ve bu kez ele geçirirler. Kale tamir ettirilir ve Kal-at el Müslim adını alır. Daha sonra ise, yukarıda belirttiğim gibi “Kale-i Zerrin yani Altın kale ismi kullanılmaya başlanır. Ancak, Memlükler zamanında, kale önceki yıllardaki parlak dönemlerini bir daha yaşayamaz.
1516 yılında, bu kez, kale Osmanlıların eline geçer.

Gelelim kalenin özelliklerine: kale, biraz önce de söylediğim gibi, dik yükselen bir sarp kayalık üzerindeki tepeye kurulmuştur. Doğa ile uyumlu bir mimari özelliğe sahiptir. Genişliği 120 metre, uzunluğu ise 200 metredir.
Hatta: kalenin birinci bedeni: doğu, kuzey ve batı yönünde, doğal kayalıkların dik olarak yontulmasıyla oluşturulmuş sur şeklindedir.

İkinci beden ise, bu doğal sur üzerinde, sert kalker kesme taşlar kullanılarak yapılan sur ile oluşturulmuştur.
Bu surlar üzerinde, 8 burç ve çok sayıda mazgal penceresi bulunmaktadır. Güney bölümde ise: kayalık uzantısı oyularak, hendek oluşturulup, güvenlik sağlanmıştır. Hendek derinliği: 30 metre, genişliği 20 metredir. Tüm bu yapılaşma sonucunda: kalenin, kara ile bağlantısı, tamamen kesilmiştir.

Kalenin: 2 giriş kapısı bulunmaktadır. Bunlardan doğu yönündeki giriş kapısı: Fırat nehri üzerinde, batı yönündeki giriş kapısı ise: Merzimen çayı üzerindedir. Biraz önce söylediğim gibi, kara ile bağlantı yoktur. Kara ile bağlantı, bu kapılardaki köprüler ile sağlanırmış ki, günümüzde bu köprülerin kalıntıları bulunmamaktadır.

Bu köprülerden geçildikten sonra, patika bir yol ile kalenin kapılarına ulaşılmaktadır. Batı cephesindeki bu patika yol üzerinde, 20 metre aralıklarla, 4 tane kule bulunmakta olup, savunma güçlendirilmiştir. Yani, köprüyü geçen düşman, kalenin kapısına ulaşmadan önce, bu kulelerdeki savaşçılar tarafından engellenmektedir.

Kalenin eteklerinde ise: aşağı şehir kalıntıları görülmektedir. Ayrıca, günümüzde burada görebilecekleriniz: kalenin beden duvarları, burçları, Şair Aziz Nerses kilisesi, Barşavma Manastırı, su sarnıçları ve su kuyusu sayılabilir. Su kuyusu önem kazanmaktadır. Bu kuyu: 8 metre genişliğinde ve 80 metre derinliğindedir ve basamaklarla, Fırat nehri seviyesine inilmekte ve böylece, gizli olarak Fırat nehrinden su ihtiyacı karşılanmaktadır.

Kuyunun içi yüzünde, kayanın oyulmasıyla, helezonik bir merdiven oluşturulmuştur. Bunun dışında, yine kale içinde, işlevi günümüze kadar tespit edilemeyen birçok yapı kalıntısı görülmektedir.

Şair Aziz Nerses Kilisesi

Rumkalenin güneyindedir.
Yapı: 1173 yılında, Şair Aziz Nerses tarafından yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı ve 3 apsislidir. Kilise yapısı, İslami dönemde cami olarak kullanılmıştır.

Barşavma Manastırı

Rum kale içinde, kuzey bölümdedir.
Yapı: 13’ncü yüzyılda, Yakubi azizi Barşavma tarafından yaptırılmıştır.
Günümüze yapıdan yalnızca, bazı bölümler ayakta kalmıştır. Yakında, bir de kuyu görülmektedir.

Araban tanıtımı.

Gaziantep tanıtımı.