Trebendai-Gürses-Sion Manastırı

TREBENDAİ-GÜRSES

Myra’nın 6 km kuzeybatısında ve denizden 510 metre yükseklikteki bir tepe üzerindedir.

Myra’dan Kaş’a giden yolda, Sura antik kentinden 2.5 km sonra ulaşılan küçük bir yerleşimdir.

Myra’ya bağlı küçük bir kale yerleşimidir. Tipik bir Klasik Lykia yerleşimidir.

Teimusa’da bulunan bir mezar yazıtına dayanarak, Trebendai’nin Myra’nın yanında ve politik olarak da Myra’ya bağlı bir yerleşim olduğu anlaşılmıştır.

Adının sonundaki “nda” takısı nedeniyle kelime kökeni Luvi dillerine iner. Ancak Trebe’nin ne anlama geldiği bilinmez.

Trebendai’nin İmparatorluk Döneminde Myra ile sympoliteia (antik Yunanistan’da siyasi örgütlenme için bir tür anlaşma) yaptığı, burada ele geçen bir mezar yazıtından anlaşılır.

Helenistik dönemde birlik sikkeleri darp eden Trebendai’nin Myra’dan bağımsız bir kent olduğunu düşünmek zordur.

Çünkü Trebendai’nin bu dönemde darp ettirdiği sikkeler ile Myra sikkeleri arasında kalıp ilişkisi tespit edilmiştir.

Evet, ince uzun formlu sur içi yaklaşık 780 metre kare, yamaç yerleşimiyle bilikte de yaklaşık 14 bin metre kare alan kaplar.

Küçük bir tepenin üzerinde, küçük bir kral kalesi ve güney yamaçlarında teras yapıları ve etekle başlayan düzlükte nekropoller ve sonra da tarımsal düzlükler bulunur.

Yakın çevresinde daha küçük yerleşimler ve çiftlikler vardır.

Bunlar Kocaorman yerleşimleridir.

Kuzeyde Myros vadisine bakarlar.

 

Günümüze ulaşan kalıntılar:

Sur duvarları, yapı kalıntıları, nekropol ve işlik kalıntıları bulunmaktadır.

En erken buluntu yüzeyde ele geçen bir taş baltadır.

Klasik başlangıçlı akropol Bizans dönemine kadar kullanılmıştır.

Doğu-batı yönünde uzayan dar alanlı tepenin sunduğu yaklaşık 60-70 metre uzunlukta ve 15-20 metre genişlikteki tepe üstü alanı surlarla çevrilmiş ve korunaklı bir kral yerleşimi oluşturulmuştur.

Batı ve doğuda birer kuleyle berkitilmiştir.

Batı kulesi 12 x 7 metre doğu kulesi 10 x 7 metre ölçülerindedir.

Trapezodial biçimli bloklarla örülmüştür.

Kuzey ve güney sur duvarlarının daha sonra revize edildiği, içerisinde kulelerin döneminden devşirme olarak kullanılmış trapezodial bloklardan anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla iki dönem yapılaşmanın Klasik evresinde doğu kule ve sarnıç bulunmaktadır.

Kalenin ana girişi güneybatı köşedendir.

Ortasında 5 x 4 metre ölçülerinde ana kayaya açılı bir sarnıç bulunur.

İç bölümlere ve yapılara ilişkin bazı duvarlar görülebilir.

Akropolün güney eteklerinde konutlara ait kalıntılar bulunur.

Bunların bir kısmı hibrit yapıların kaya tabanlarıdır.

Konut alanını güney ve doğudan nekropol çevreler.

Mezarlar: MÖ 6 ncı yüzyıldan Roma’ya kadar tarihlenir.

Nekropolde 13 lahit sayılabilirken aralarında biri kapağındaki mezar sahibi çiftin büstleri, aslan ve boğa başları kabartmalarıyla dikkat çeker.

Yerleşimin en önemli mezarı olan dikmenin bugün asıl yeri bilinmez.

Profilli alt ve üst kısımlar dışında 3.60 metre yüksekliğindedir.

Yaklaşık 90 cm kenarları olan dikmenin mezar odasına denk gelen son 42 cm lik kısmında kabartma kuşağı vardır.

Yan yana dizili figürler ve tahta oturan bir figür ve arkasında hizmetliler vardır.

Diğer yüzde ay sahneleri işlenmiştir.

Lykia dikmelerinin tipik ikonografisi söz konusudur.

En yakın benzeri olan Trysa’da olduğu gibi MÖ 6 ncı yüzyılın sonuna tarihlenir.

Trebendai’de tapınım gören tanrılarla ilgili olarak, küçük bir ağırlık taşı üzerinden sadece Eleuthera Trebendatike bilinir.

Erken bazilika kalıntısı içindeki geç dönem şapeli ve türünün en güzel örneklerinden olan kayaya oyulmuş işlik, yerleşimde dikkat çeken diğer kalıntılardır.

 

Gürses Çiftliği:

Gürses bölgesinde Kocaorman içinde bulunan bazı yerleşimlerden biri anılmaya değerdir.

Demre’den Kaş’a giderken 9.5 km den sağa, kuzeye orman yoluna dönülür.

Bu 2 km kadar ilerlendiğinde konut kalıntılarıyla karşılaşılır.

Vadinin kuzeyinde küçük bir kaya tepede asıl kalıntılar görülür.

Tepenin kuzey yamacında zeytinyağı işliği vardır.

Tepenin çevresi ve üstünde oldukça iyi korunmuş ve çevresinde işlik elemanları olan konut kalıntıları bulunur.

Yapılardan iki odalı olan biri dikkat çekicidir.

Her odaya ayrı kapıdan girildiği gibi oda arasında da bir kapı açıklığı bırakılmıştır.

Doğudaki odanın ortasında bir dikmenin varlığı kült yapısı olduğunu düşündürür.

Tepenin batısında bulunan nitelikli işçilikle örülmüş iki katlı yapı, asıl beyin konağı olmalıdır.

Tepedeki az sayıda yapı grubu bir koruma duvarıyla çevrelenmiştir.

Bu tepenin doğusundaki tepede bir kule kalıntısı, çevresinde de dağınık durumda bazı lahit kalıntıları izlenir.

Kuzeyde görünen Myros Vadisinin kuzey sarp yamacında bugünkü karayoluna kadar zikzaklar yaparak çıkan antik yol güzergahı izlenir.

Kuzey yönde yükselen tepe üzerinde Muskar Kulesi bulunur.

 

TRAGALLASOS-MUSKAR-BELÖREN:

Helenistik bir yazıtta anılan “Tragallasos ile Arykanda arasında yapılan Symmakhia Anlaşması” nedeniyle, Arykanda yakınlarında burası muhtemelen Tragallaos’dur.

Doğu Asarcık’taki  ilk yerleşimdir.

Helenistik dönemden itibaren kalıntılar barındıran ve 9 ncu yüzyılın ikinci yarısında piskoposluk merkezi olan Tragallasos’un bu konumuna en uygun kalıntılar Muskar’dakiler olabilir.

Sionlu Nikolaos, seyahatinin ilk kurbanını burada yani Asarcık’a en yakın olan yerleşimde kesmiştir.

Kendisini tutuklanmaktan kurtaran Tragallasoslular’a 2 öküz kestirerek şükran kurbanı adamıştır.

Bu bölgedeki yerleşimlerin Myra’ya bağlı oldukları bilinmektedir.

Bugünkü asfalt yol kıyısında görülen Bizans kalıntıları kilise ve başka birkaç yapıdan kalmadır.

Anlaşılan tepedeki erken yerleşim bu dönemde aşağıya inmiştir.

Muskar içindeki orman binasından sola ayrılan ve ancak arazi aracıyla ilerlenebilen orman yolu tepeye çıkmaktadır.

Halkın, Asar Tepesi olarak adlandırdığı tepeye 15 dakikalık bir yürüyüşle varılır.

İlk rastlanan kalıntılar vadi başındaki lahitlerdir.

Lahitlerin sıralanış biçimi bu kesimde Muskar Tepesinden inip Myros Vadisine yönelen antik yol güzergahını gösterir.

Vadiden zikzaklar yaparak inen antik yolun büyük bölümü görülebilmektedir.

Tepeye çıkmak için orman yolunu izlemek ve tepenin güney yüzünden çıkmak gerekir.

Tepenin doğu yamacındaki kayalıklarda ilk görülen anıt, bir kaya mezarıdır.

Geleneksel Lykia mezarlarının küçük bir örneğidir.

Üzerindeki ayı avı sahnesi dikkat çekicidir.

Kaya mezarının daha yukarısında, yamacın tepeye yakın kesiminde çok nitelikli bloklarla örülmüş bir yapı bulunur.

Her birinin ayrı girişi bulunan hibrit yapı inşaat açısından da dikkat çekicidir.

Öndeki sarnıç ağzında kullanılmış kabartmalı iki bloktan birinde tahtında oturan baba tanrı Zeus görülür.

Tepenin eteklerinde tarım terasları bulunur.

Yamaç yükseldikçe teraslarla biçimlenmiş arazide yapılaşmalar artar.

Yapılar arasında yine lahitlere rastlanır.

Asıl kalıntılar tepededir.

Doğal topoğrafyaya göre biçimlenmiş olan bir sur duvarı kaleyi çevreler.

Kalının ana girişi güney yüzdeki kapı kalıntılarından anlaşılır.

Hemen kapının doğu yönünde agora kalıntıları vardır.

Agoranın bir üst kotunda yerleşimin en önemli yapısı bulunmaktadır.

Doğu, güney ve batıdan açılan kapılarla girildiği anlaşılan bu alanın kuzeyi akropol kayalıklarıyla sınırlanmıştır.

Alanın ortasında bir dikmeye ait altlık bulunur.

Bu alanda bulunan Helenistik yazıt tarihleme konusunda yardımcı olur.

Başka bir yapıdan taşınarak buraya geldiği anlaşılan yazıt bir tapınağa aittir.

Muhtemelen Artemis Eleuthera’nın adı anılmaktadır.

Tepedeki küçük alanı çevreleyen iç kale duvarlarının batısında kalan Geç Helenistik sur duvarları kalıntılarının da doğruladığı üzere Karabel kulesiyle aynı tarihte buradaki kale de inşa edilmiştir.

Kalenin batısı ucundaki en önemli yapı bir tapınaktır.

Ante tapınağın duvarlarından birkaç sıra korunabilmiştir.

Tapınağın önünde yerlerinden yuvarlanmış 3 adet büyük altlık bulunur.

Yukarıda bahsedilen yazıt da muhtemelen bu tapınaktan taşınmıştır.

 

KARABEL:

Myra’nın 11 km kuzeybatısındadır.

Muskar’dan kuzeye giderken yol üstünde Karabel mevkiisinde bir kule çiftlik ve çevresinde de bazı kalıntılar bulunur.

Bugün etkileyici doğası ve geleneksel köy evleriyle dikkat çeken köyün içinde dağınık duran kalıntıların en önemlisi bir kuledir.

Ana kaya düzeltilerek oluşturulan alt yapının üstünde iki katıyla yükselen kulenin pseudoisodom duvar örgüsü, bölgedeki benzerleriyle kıyaslandığında Geç Helenistik olduğu anlaşılır.

Bozuk bir kare form veren kulenin ölçüleri 6.50 x 6.60 metredir.

Kulenin çevresinde zeytinyağı işlikleri bulunur.

Kulenin güneybatısında bir alt terasta moloz taşla örülmüş başka bir yapı kalıntısı vardır.

Karabel’de başka yapı kalıntısı görülse de konutlar dışında diğerleri belirsizdir.

PHARROA-SİON MANASTIRI-ASARCIK

Karabel Helenistik kalıntılarının 2 km kuzeyindeki 1000 m rakımlı Asarcık Tepede yakın aralıkla konumlanmış iki yapı topluluğu bulunur.

Nikoloas’un Vitasında adı geçen ve büyük çoğunluğu henüz lokalize edilememiş olan 43 yerleşimden hangisinin burada bulunduğu net olarak bilinmez.

Çünkü topografya ve mimari yerleşim benzerliği yeterli farklılıkta ipucu vermez.

Kalıntıları ilk tanıtan Harrison, Sion Manastırı olduğunu ileri sürer.

Asarcık’daki yapı topluluklarının kapsamlı, erken ve nitelikli bir manastır olması, içinde Nikolaos yazıtı ve mersin yağı akıtma oluklu lahitlerin bulunması Asarcık’ı güçlü aday yapmaktadır.

Vita’da anılan kayaya oyulu apsis değinisi ve yol klavuz anıtı güzergah değerlendirmelerine göre, buranın Alacahisar Kilisesine benzetilmesi de güçlü olasılıktır.

Buranın Akalissos kenti ve kalıntılarının da Aziz Johannes Manastırı olduğu da öne sürülür.

En yakın seçeneği Pharroa olarak görünmektedir.

Bölgedeki varlığına kuşku yoksa da kilisenin hangisi olduğu yine de kuşkuludur.

 

Sionlu Aziz Nikolaos:

Aziz 6 ncı yüzyılın ilk yarısında yaşamış, öldükten sonra aziz mertebesine yükseltilmiş önemli bir dini kişiliktir. 4 ncü yüzyılda Myra (Demre) Piskoposu olan Aziz Nikolaos gibi yaşamı boyunca mucizevi bir şekilde hastaları iyileştirme özelliğine sahipti. Hayatının anlatıldığı Vita’ya göre: Sionlu Aziz Nikolaos’un Myra’nın dağlık alanında kurmuş olduğu manastır, kısa sürede şifa arayan insanların ziyaret mekanı haline gelmiştir. Vita’ya göre manastır, Pharroa Vadisinde, Tragallasos köyü yakınında, küçük bir tepe ya da dağda, Myra’dan tepeye doğru giden yol üzerinde ve Arneai’den çok uzak olmayan bir yerde konumlanır.

Vita’daki tanımlamalara göre Demre ile Ameai arasında olması gereken Sion Manastırı için önerilebilecek en uygun yer Karabel’in 1 km kadar kuzeyinde kalan Asarcık tepesindeki kalıntılardır.

Yine Vita’da yazdıklarına göre: “Kutsal Sion Manastırı, yekpare kayadan bir yapı ve bütün dağ güneş gibi parlak idi” ifadeye göre Sion Kilisesinin yekpare taştan inşa edilmiş olduğu sonucuna varılır. Buradaki kilisin bema kısmı da yekpare kayaya oyularak oluşturulmuştur.

Vita’nın 39’ncu bölümünde anlatılanlara göre, Tragallasos’ta bir tepe üzerinde inşası süren Sion Manastırının inşasını bir kaya engeller. Arneai’den gelen yerel taş ustaları da taşı yerinden oynatamayınca, Sionlu Nikolaos’un kardeşi Artemas Tragallasos köyünden 75 kişiyi yardıma çağırır. 75 kişinin kaldıramadığı taş bloğu, Kudüs’ten yeni dönen Nikolaos, ilahi bir güçle ve sadece 12 kişinin yardımıyla yerine oturtur. Bahsedilen olaydan anlaşıldığı üzere, çok büyük taş bloklarla inşa edilen Sion Manastırı, Tragallasos köyünün yakınında kuruluydu. Monolitik kelimesi muhtemelen büyük taş blokları tanımlamak için kullanılmış olmalıydı. Vita’daki bu bilgilere rağmen, yayınlarda Sion Manastırının yakınında olması gereken Tragallasos’un yeriyle ilgili sağlam bir kanıt ortaya konulamamıştır.

Evet: Sion Manastırını anlatmaya devam edelim.

Manastırın niteliği, rolik lahitleri ve özellikle vaftizhanesindeki Nikolaos yazıtı bunu doğrular.

Sionlu Nikolaos, manastırının inşa aşamasında, üç kez kutsal toprakları, bir kez de Mısır’ı ziyaret etmiş, muhtemelen kurduğu kilisenin biçiminin oradaki örnekleri ile benzer özelliklere sahip olmasını istemiştir. Belki de bölgede ilk olması ve yeterince yapı malzemesinin bulunmasından dolayı, oldukça büyük olan alanın ahşapla örtülmesi tercih edilmiştir.

Nikolaos’un kardeşi Artemas; manastırda vekil olarak görev yapmakta ve iaşe sorumlusu olarak da çalışmaktaydı.

Manastırda 12 rahip yaşadığı halde fazlaca mekan bulunması da hac ve şifa/sağlık yeri olmasına bağlanır.

Yerleşim: Batı ve Doğu Asarcık adıyla iki ayrı korunaklı alan olarak tanımlanır.

 

Batı Asarcık:

Batı Asarcık’taki ünlü Sion Manastırıdır.

Bölgenin bu en nitelikli, muhteşem kilisesi, İustinianus (527-565) döneminde, Myra’lı Aziz Nikolaos’tan sonra yaşamış olan ünlü Sionlu Aziz Nikolaos’a aittir.

81 x 98 metre ölçülerindedir.

Kumluca’da bulunan ünlü definenin de ait olduğu kilisedir.

Sionlu Nikolaos’un MS 564 yılında ölümünden sonra keşişlerden biri tarafından yazılan yaşam hikayesi (Vita) çevredeki yer adları, sosyo-ekonomik yapı ve manastır yönetimi hakkında bilgiler içerir.

Rahiplerin sosyal ilişkileri güçlü olan ve tarımsal üretim yanında ticaret de yapan kişiler olduğu da Vita’dan anlaşılır.

534-4 yıllarında yaşanan büyük veba nedeniyle dağlardan sahile, Myra’ya ticaret yasaklanmışsa da çevredeki halkın ihtiyacı olan gıdanın temininde manastır kaynakları önemli rol oynamıştır.

Yasak nedeniyle, Myra’nın durma noktasına gelen ticareti nedeniyle Myra Piskoposu Sionlu Aziz Nikolaos suçlanmıştır.

Manastır çevresindeki tarım arazileri ve işlikler manastır halkının hem geçimini hem de ticaretini sağlıyordu.

Ticaret malları içinde şarabın önemli bir yeri vardı.

Yapı kompleksinin güney kesiminde üç yapraklı yonca biçimli kilise, bitişik vaftizhane, rolik şapeli ve mezar odası yanında, kompleksin kuzeyinde kapı ve galerilerle birbirine bağlanan 12 mekandan oluşan yapı topluluğu vardır.

 

Mezar odası:

Sion Manastırı kilisesinin güneyinde, Röliker Şapeline batıdan bitişiktir.

Mezar odası ve içindeki üç lahit, konumları, biçimleri ve bezemeleri bakımından ilgi çeker.

Bizans sanatı içindeki yeri tartışmasızdır.

Lahitlerin kapakları Lykia bölgesine özgü mahya kirişli ve semerdam çatılıdır.

Lahitler üzerinde herhangi bir yazıt bulunmamasından dolayı hangi dönemde ve kimin için yapıldıkları bilinmez.

Kapaklarının yüzeyindeki yaprak ve haç motiflerinin işleniş tekniği Bizans döneminde 6 ncı yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olabileceklerini gösterir. Bizans döneminde kiliselerdeki mekanların içine yerleştirilmek üzere üretilen lahitlerin, azizler, önemli din adamları, İmparatorlar ya da soylu insanlar için yapılmış oldukları bilinmektedir. Bu nedenle buradaki lahitlerin de din adamlarına veya önemli kişilere ait olmaları gerekir. Nitelik 1 ve 2 numaralı lahitlerin yüzeylerindeki kaliteli işçilikle oluşturulan haç bezemeleri, bu görüşü destekler. Öte yandan Bizans döneminde bölgede yaşayan daha sıradan insanların lahitler yerine yerleşim alanlarının yakınlarında bulunan basit toprak çukur mezarlara gömüldükleri bilinir.

 

Evet, Sion Manastırı hakkındaki anlatıma devam ediyorum.

Yapı kompleksi ve çevre duvarı arasında güney ve doğu kesimde bahçe alanları bırakılmıştır.

Kiliseyle birlikte planlanmış yapılar genellikle ibadetle ilişkilidir.

Bazıları da konut ve yemekhane-kiler gibi günlük ihtiyaçları karşılamaktadır.

Bu planlama kompleksin manastır olduğundan kuşku bırakmamaktadır.

Rölik şapelindeki lahitin üstündeki delikler kutsal yağ kültüyle açıklanmaktadır.

Bu deliklerden akıtılan yağ kutsal rölike değerek lahitten dışarıya akar ve burada toplanıp şişelenerek ziyaretçilere dağıtılırdı.

Ziyaretçilerin yoğunluğu nedeniyle manastır büyük servete kavuşmuştu.

Kumluca’da bulunan Sion Hazineleri bu zenginliğin en somut tanıklarıdır.

Batı Asarcık Manastırı 6-9 ncu yüzyıllar arasında kullanılmıştır.

 

Doğu Asarcık Yapı Topluluğu:

Batı Asarcık’ın yaklaşık 100 m kuzeydoğusundadır.

Tüm yapı topluluğu yaklaşık 100 x 75 m ölçülerindedir.

Doğu Asarcık yerleşimi merkezde ve en yüksek kotta bir kilise çevresinde plansız ama sıkışık yerleştirilmiş mekanlardan oluşur.

Bu durum, buranın bir manastırdan çok, bir köy yerleşimi olduğunu düşündürür.

Zaten manastırdan beklenen vaftizhane, mezar, mutfak, kiler, toplantı salonu gibi zorunlu mekanlar da bulunmaz.

Konutların bazıları Roma Döneminde yapılmıştır.

Sonraki dönemlerde de onarılarak kullanılmıştır.

Çoğunlukla iki katlı olduğu anlaşılan konutların alt katları servis ve depo, üst katları da yaşama mekanları olarak kullanılmıştır.

Bizans Döneminde de Hıristiyanlıkla birlikte, MS 5 nci yüzyıl sonunda yapıların arasına bir kilise inşa edilmiştir. Kilisenin içindeki sarnıç da Roma döneminden kalmadır.

200-300 kişilik bir köy özellikleri gösterir.

Doğu Asarcık yerleşiminin Tragallasos olduğu düşünülür.

Asarcık yerleşimleri 12 nci yüzyıldan sonra Bizans varlığının bitmesiyle birlikte artık kullanılmamış yok olmuştur.

Kaş

Kaş

Kaş; daracık, sarmaşıklar ile kaplı sokakları, başka yerde tatmanın imkansız olduğu Kaş a özgü lezzetleri ile tatilcilerin vazgeçemediği küçük bir beldedir Kaş.

Ama, muhteşem bir güzellik, küçük ama sakin, güzel bir belde. Tam bir tatil yeri.

Kaş

ULAŞIM

İstanbul-Kaş arası uzaklık, yaklaşık:950 km. dir. Antalya-Kaş arası uzaklık: 198 km. dir. Ankara-Kaş arasında uzaklık: 741 km. dir.

Kaş’ın çevredeki yerleşimlere uzaklıkları ise şöyledir; Kaş-Kalkan: 26 km., Kaş-Xanthos: 44 km., Kaş-Patara. 43 km,, Kaş-Letoon: 50 km., Kaş-Fethiye: 108 km., Kaş-Köyceğiz: 173 km., Kaş-Marmaris: 236 km., Kaş-Bodrum: 357 km., Kaş-İzmir: 470 km., Kaş-Demre: 48 km., Kaş-Finike: 78 km., Kaş-Kumluca: 98 km.

Kaş Ne Yenir

NE YENİR

Yörede, her mevsimde yetiştirilen taze tarım ürünleri, günlük olarak sunuluyor. Her türlü et yemekleri, deniz ürünleri ve balık çorbası meşhurdur. Yörede: arıcılık ve bağcılık ta gelişmiştir. Kara kovan balı ve çam balı, pekmez alınabilecek ürünlerdendir. Özellikle: keçiboynuzu pekmezini mutlaka deneyin.

Kaş Genel

GENEL

Kaş Plajları

Kaş için: “Arkası taş, önü yaş” olan Kaş’ta işler zor, zaman yavaş ilerler. Bu gecikmenin ödülü ise, Kaş’ın olağanüstü tarihi ve kültürel birikimlerini, karasal ve su altı doğal zenginliklerini bugüne kadar korumuş olarak geleceğini sağlayacak konumda olmasıdır.

PLAJLAR

Kaş’ın bütün deniz kıyılarından denize girmek mümkün dür ancak, halkın tercih ettiği plajlar şunlardır. Patara Plajı, Kaputaş Plajı, Küçük Çakıl Plajı, Akça Germe Plajı, Seyret Çakılı Plajı, Büyük Çakıl Plajı, Karadere Plajıdır.

Kaş Plajları

Kaş’ın en güzel plajı: Kaputaş Plajıdır. Kalkan-Kaş kara yolunda, dağların ve virajların arasında giderken bir anda belirir. Dünyanın en güzel cep plajlarından biridir.

Kalkan’dan özel araba ile: yaklaşık 10 dakikada gidilir. Kaş’tan ise 20 dakikada gidilir.

Kaputaş Plajı ile ilgili ayrıntılı tanıtımı Kalkan bölümünde bulabilirsiniz.

Kaş’ta konaklama sıkıntısı yok. Bir de öğretmen evi bulunuyor.

Meis adası
Kaş sualtı dalış

Kaş’ın hemen karşısında: Yunanistan’a ait olan “Meis adası” bulunmakta olup, uzaklığı: 3 km. dir.

KAŞ’DA YAPILABİLECEK ETKİNLİKLER

Kaş Tüplü Dalış

TÜPLÜ DALIŞ-SCUBA DİVİNG

Kaş’ta tüplü dalış yaparak kristal berraklığındaki suların metrelerce altına inebilirsiniz. Kaş da su altı dalışları 1986 yılında yapılmaya başlamıştır. Günümüzde ise, turizmin motor sektörü olmuştur.

Burada 21 farklı dalış noktası bulunmaktadır. Avrupalı dalıcıların en çok keyif aldıkları dalış bölgesidir. Tespit edilmiş 30’a yakın dalış noktasıyla, dalıcılara heyecanlı anlar yaşatmaktadır.

Çünkü: denizin altı da, üstü kadar renklidir. Ayrıca Caretta görme ihtimali vardır ve denizin altında MÖ 1300’lere kadar uzanan bir tarihle karşılaşmak mümkündür.

Sualtı kanyonları, rengarenk balıklar, çeşit çeşit deniz canlıları ve profesyonel dalış okulları bulunmaktadır.

Yaz sezonunda, 40-50 metreye varan görüş mesafesi ve kayalık dip yapısıyla, Kızıldeniz’den sonra Akdeniz’deki önemli dalış yeridir.

Kaş Yamaç Paraşütü

YAMAÇ PARAŞÜTÜ

Minübüslerle 9 dakikalık bir yolculukla denizden 600 metre yükseklikteki Kırdavlı Tepesine ulaşılıyor. Veya Asas dağına çıkılıyor. Asas dağına ulaşım yolculuğu 30 dakika sürer.

Paraşüt uçuşu, Asas dağında 650 metre yükseklikten başlıyor. Burada yamaç paraşütü pilotları eşliğinde yamaç paraşütü yapılıyor. Uçuş yaklaşık 20-30 dakika sürmektedir.

Kaş limanına iniş yapılıyor. Yamaç paraşütü yapmak için ayırmanız gereken süre 2 saat civarındadır.

YÜRÜYÜŞ-TRECKİNG

Kaş’ın en rağbet gören doğa aktivitelerinden birisidir. Bölge: trekking ve antik kentler arası yürüyüşler gibi, doğa etkinlikleri için sayısız olanaklar sunmaktadır.

Herkesin kolaylıkla yürüyebileceği patikalar ile süslü rotalarda, zengin maki toplulukları arasından geçerek, sedir ormanları ile kaplı yeşil tepeleri, kanyonları, vadileri ve su kaynaklarını izleyerek, yarı evcil keçilere, bazen de sempatik sincaplara rastlayarak harika zaman geçirebilirsiniz.

Kaş Mavi Yolculuk

Bu yürüyüşler; doğa güzelliklerinin yanı sıra, Likya patikalarını takip ederek, henüz yoğun turist akınına uğramamış, antik kentleri keşfetmek, bozulmamış köyleri ve yöresel özellikleri tanımak olanağı da sağlamaktadır.

Doğa yürüyüşleri, bölgeyi çok iyi tanıyan, tecrübeli ve tüm iletişim-emniyet donanımlarına sahip rehberler eşliğinde yapılmakta olup, tur başlama noktalarına araçlarla gidilmektedir.

Likya yolu seçeneğinin dışında: Liman ağzı, Gedife Tepesi, Phellos, Gökçeören, Asaz Dağı, Gömbe Yaylası alternatif yürüyüş parkurları da programlar içindedir.

Yalnız, asla, rehber olmadan, böyle uzun bir yürüyüşü tercih etmeyin.

MAVİ YOLCULUK VE TEKNE TURLARI

Gulet tipi yelkenli, ahşap yatlarla yapılıyor. Çünkü bu tip tekneler, günümüzde yalnızca mavi yolculuk için dizayn edilmiştir.

Çağdaş yaşamın gereklerini karşılayacak şekilde üretilen bu el emeği guletler, kamaralarından, mutfağına kadar her türlü konforu, ahşap sıcaklığı içerisinde yolcularına sunuyor.

Mavi yolculuk içinde: Akdeniz ve Ege’nin en güzel koylarını: Kekova’yı, Kaş-Kalkan’ı, Kelebekler Vadisini, Fethiye ve yemyeşil Göcek koylarını görebilirsiniz.

Kaş Sualtı Arkeoloji Parkı

KAŞ SU ALTI ARKEOLOJİ PARKI-ARKEOPARK

Hidayet koyundadır.

Arkeopark’ta, Uluburun’da kalıntıları bulunan teknenin bir benzerinin, Kaş’ta inşa edilip batırılması ile oluşturulan bir yapay resif ile, batığın sünger avcıları tarafından ilk bulunduğu “İn Situ” halini temsilen, taklit amphora, taş çapa ve bakır külçelerin, batik planına göre düzenlendiği yapay batık alanı yapılmış.

Yeryüzünde benzeri olmayan bu su altı parkı, dalıcılara hoş bir keşif heyecanı yaşatıyor.

Kaş Tarihi

TARİHİ

Kaş’ın eski adı: Hebessos’tur. Antik kent, tarihte: Antiphellos ismi ile anılmıştır. Karia ve Likya bölgeleri arasında, bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunması nedeniyle, şehir, aynı zamanda bir ticaret limanıdır.

Antik kent: Roma döneminde önem kazanır. Bizans döneminde, piskoposluk merkezi olur. Bu dönemde: Arap akınları görülür ve daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak, Andıflı adını alır.

Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra ise, Tekeoğulları Beyliği yönetiminde geçer ve daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından, Osmanlı topraklarına katılır.

Kaş gezilecek yerler

GEZİLECEK YERLER

Kaş Cumhuriyet Meydanı

CUMHURİYET MEYDANI

Kaş merkezinin göbeğinde Andifli Mahallesindedir. Ara sokaklarda gezinmelisiniz. Burası: Kaş merkezinde hareketle gecelere yakın olmak isteyenlerin tercih edeceği küçük işletmelerle doludur. Burada birçok kafe ve bar bulunuyor.

KAŞ MERKEZ CAMİİ-NASRETTİN CAMİ

İlçe merkezinde en tarihi yapıdır. İlçenin tam ortasında Andifli Mahallesindedir. Caminin Kitabesinde: Yusuf Ağa tarafından 1770’li yıllarda yaptırıldığı yazılıdır.

Elmalı ilçesindeki Ketenci Ömer Paşa camisinden sonra Batı Antalya’nın en eski 2’nci camisidir. Cami tek kubbelidir. Batı yönünde minaresi bulunur.

Kaş Uzun çarşı

UZUN ÇARŞI

Yan yana dizilmiş eski ve şirin evlerin altları butik, mağaza ve yöreye ait hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlardır.

Kaş Uzun çarşı

Ne satın alınır: El işçiliği gümüş takılar, Likya halıları, kilimler, cam sanat eserleri, tahta oyma figürler, tasarım kıyafetler.

Yani, o kadar da düşündüğünüz kadar uzun bir çarşı değil, ancak burada ara sokaklara girmenizi öneririm. Buranın en büyük özelliği: Selçuklu mimarisi özellikleridir.

Uzun çarşı: alışveriş mekanları dışında, akşamları yemek sonrasında dolaşmaya çıkanların da adresi ve ışıltılı gezinti yeridir. Kenarlarda: bar ve kafeler bulunur.

Kaş Kral Mezarı

KRAL MEZARI-ANIT MEZAR-KAŞ LAHDİ

Likya dönemi lahitlerinin en görkemlisi, günümüzde Uzun çarşı sokağındadır. Sokağın yukarı kısmında tepeden aşağı sokağı seyredercesine duran bir lahit vardır.

Buraya halk arasında “Kral Mezarı” olarak adlandırılır. “Aslanlı Lahit” olarak da bilinir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir.

Hem mimarisindeki görkem hem de çift dilli (Likçe-Eski Yunanca) yazıtındaki bilgiler, Kaş Lahdini ölümsüz kılmıştır.

Gerek mezar odası ve gerekse üstündeki yükselti: tek bir kaya bloku yontularak yapılmıştır.

Kaş Kral Mezarı

Üç bölümden oluşan, yükseltilmiş bir lahittir. Hyposorium veya alt mezar odası, yaklaşık 1.5 metre yüksekliktedir ve zemini çökmüştür.

Bunun üstünde, yaklaşık 0.80 metre yüksekliğinde bir düz tavan vardır ve bu ikisi, bir kaya bloğundan yontularak yapılmıştır. Lahdin en üstünde ise ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya ogivali veya sivri kemerli bir taş kapak bulunur.

Kaş Kral Mezarı

Kitabe

Lahdin 1.5 metre uzunluktaki alt kısmında, Boncuk motifleri ve 8 satırlık Likçe bir kitabe bulunmaktadır. Lahitteki kitabe: “Hia’nın oğlu Ixta, bu mezarı karısı ve çocukları için inşa ettirmiştir ve her kim ona zarar verirse, bu yörenin anası ve Phellos’un perileri burada onu öldürsünler”

 

Sanduka

Kaidenin üzerinde, dikdörtgen prizması şeklinde anıtın sandukası oturtulmuştur. Kapağın kuzeybatı alınlığında: sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üzerine atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın figürü vardır.

Kapağın güneydoğu alınlığında: ayakta duran ve uzun bir manto giymiş bir kadın figürü görülür.

Kaş Kral Mezarı Kitabesi

Lahit Kapağı

Lahdin en üstünde, ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya sivri kemerli taş kapak bulunur. Kapağın her iki yanında da aslan kabartmaları bulunur. Aslan başları: pençelerin üstünde dayalı durur. Kapağın kısa kenarı: dört levhaya bölünmüştür.

Kuzey batı alınlığında “sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üstüne atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın” figürü işlenmiştir. Güneydoğu alınlığında ise “ayakta duran ve uzun manto giymiş bir kadın figürü” görülür.

Kapağın batı tarafı pencere şeklindedir.

Kaş Acısu plajı

OLYMPOS/ACISU HALK PLAJI

Kaş Marinanın devamındadır. Merkezden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Kaş merkeze uzaklık 1 km dir. Temiz ve bakımlı plaj, yörenin gözde turistik belgesinin hemen içinde yer alması nedeniyle avantajlıdır. Araba yolundan, merdivenle inilir. Acısu Halk Plajı, Mavi Bayraklıdır.

Kaş Acısu plajı

Plaj dar ve çakıl taşlıdır. Kum ve kayalık yoktur. Ahşap iskele ve beton platform yoktur. Plajın uzunluğu 8 metre, genişliği ise 5 metredir. Denizi ise berrak ve serindir. Yılın 9 ayı denize girmek mümkündür.

Kumsal küçük çakıl taşlarından oluştuğu için, denizden çıkışta ayağınız kumlanmıyor. Kumsala şezlong ve şemsiyenizi götürebilirsiniz. Plajın bitiminde, “Olympos Kamp” bulunmaktadır. Olympos, daha geniş bir alana yayılmıştır.

Kaş Kamp Alanları

ÇADIR VE BUNGALOV KAMP ALANLARI

Kaş Kamping

KAŞ KAMPİNG

Antik Tiyatrodan, Yarımadaya giden yol üzerindedir. Kaş merkeze yürüyerek 10 dakika uzaklıktadır. Kamp alanına araç sokmak yasaktır, aracınızı yol kenarında bir yere park etmeniz gerekiyor. Resepsiyondan çadır kurabileceğiniz yerlere ait bir harita veriliyor ve buna göre çadırınızı kurabiliyorsunuz.

Evet, kamp alanı, Kaş merkeze oldukça yakındır. 1981 yılından beri faaliyetini sürdürmektedir. Burada bungalov ve çadır kampı yapılmaktadır. İsterseniz burada bulunan bungalowlarda kalabilirsiniz. Kamp alanında, ortak banyolar ve bir de kafe bulunuyor. Ayrıca kendi plajı bulunuyor. Türkiye’nin en sevilen kamp alanlarındandır.

7 dönümlük alanda, zeytin ağaçlarının gölgesinde, denize sıfır bir doğa deneyimi yaşamak için burası tercih edilmektedir. Çadır, müşterilerin kendileri tarafından getirilmektedir, ancak en önemli husus rezervasyon alınmamasıdır.

Yani, buraya gittiğinizde “Yer yok” gibi bir deyimle karşılaşabilirsiniz. Bence uygun bir yaklaşım değil, insanlar yer yok deyimi ile karşılaşınca alternatif ne yapabileceklerdir. Kamp alanında: Diving dalış okulu da bulunuyor.

Kaş Can Mokamp

CAN MOCAMP

Kaş merkezine 20 dakikalık yürüyüş uzaklığındadır. Kamp alanı: toprak zemin ve ahşap platform olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sabah saatlerinde zeytin ağaçları güneşi engeller ancak günün ilerleyen saatlerinde güneş kamp alanında etkili olur.

Kamp alanında ortak kullanılan duş ve tuvaletler bulunmaktadır.

Kaş Olimpos Mokamp

KAŞ OLİMPOS MOCAMP

Kaş merkeze 2 km uzaklıktadır.

Kamp alanı deniz kıyısından 70 metre uzaklıktadır. Zeytin ve keçiboynuzu ağaçlarının altında çadır alanında çadırınızı kurabilirsiniz. Yani, burada çadır kiralanmıyor, kendi çadırınızı getirmeniz gerekiyor.

Çadır alanı, toplam 70-80 çadır kurulacak kapasitedir. Geniş kamp alanında ortak kullanımlı olarak: tuvalet, duş, mutfak buzdolabı, çamaşırhane, elektrik ve plaj bulunmaktadır.

KAŞ MARİN CAMPİNG

Acısu bölgesindedir. Ortak kullanım alanlarında: mutfak, buzdolabı, restoran, 24 saat sıcak ve soğuk su, duşlar, elektrik ve ücretsiz internet bağlantısı bulunmaktadır.

Kaş Evren Kamping

EVREN CAMPİNG

Andifli, Uğur Mumcu Caddesindedir.

Plajlara ve alışveriş merkezine yakındır. Otopark ücretsizdir. Kaş merkeze 800 metre yürüme mesafesindedir. Burada kiralık çadır bulunmaktadır.

Tüm çadırların hemen yanında elektrik prizi vardır. Ortak kullanıma yönelik: çamaşır makinası, duşlar, tuvaletler, sıcak su hizmeti verilmektedir.

KAŞ ÇEVRESİNDEKİ PLAJLAR

Kaş Limanağzı Plajı

LİMAN AĞZI PLAJI

Kaş ilçesinin güneyinde, ancak denizden ulaşılan bir yerdir. Kaş merkezden kalkan teknelerle buraya ulaşılır. Küçük teknelerle buraya 15-20 dakikada ulaşılıyor. Bulunduğu yön nedeniyle, güneşin en uzun süre kaldığı koydur.

Burası eskiden liman olarak kullanılıyormuş, bu yüzden ismi “Limanağzı” plajıdır. Burada deniz: dalgasız, berrak ve oldukça dingindir.

Kaş Limanağzı Plajı

Limanağzı bölgesinde, konaklama hizmeti veren 4 tesis bulunmaktadır. Bu işletmeler, genellikle ahşap sedirler ve localarda denize girenlere hizmet verirler. Koyda oteller yanında bungalovlar da bulunmaktadır.

KÜÇÜK ÇAKIL PLAJI

Kaş ilçe merkezinin sol tarafında küçük bir koydadır.  Bu yüzden bulmak zordur, tabelası yoktur, Hükümet caddesi üzerinde plajın yerini sorarak bulabilirsiniz.

Merkezde kayaların arasında 10 metre uzunlukta çakıllı bir koydadır. Adından anlaşılacağı üzere minik çakıllardan oluşmaktadır. Kaynak sularıyla beslenen plajın denizi oldukça soğuktur. Dalgalı ve sığ değildir. Denize iskeleden giriliyor.

Plaj sahil kesimi çakıllı olduğu için şezlong ve şemsiye konulamaz. Şemsiye ve şezlonglar kayaların üzerine kurulmuş ahşap platformlara yerleştirilmiştir. Burada: iki tane Beach işletmesi bulunuyor.

Kaş Büyükçakıl Plajı

BÜYÜK ÇAKIL PLAJI

Kaş ilçe merkezinden oteller bölgesine doğru 20 dakikalık bir uzaklıktadır. Uzaklık yaklaşık 2 km dir. Andifli Mahallesi Hükümet Caddesinden gidilir. Kaş’ın popüler plajlarından birisidir.

Gidişte yokuş aşağı oldukça keyifli olmasına rağmen, dönüşte yürümeye seçerseniz yokuşu çıkmak sıkıntılı oluyor. Plajın çevresinde: soğuk su kaynakları vardır. Bu yüzden deniz suyunun sıcaklığı düşüktür. Ancak bunaltıcı yaz aylarında, bu serinlik iyi gelir. Ancak suyun üstü soğuk, altı sıcaktır.

Plajın çakıllı olması, suyun berraklığını arttırır. Diğer plajlara oranla daha sessiz ve ıssızdır. Küçük Çakıl plajına nazaran daha geniş bir plaj alanına sahiptir. Burası da adından anlaşılacağı gibi çakıllıdır. Çakıllar beyaz renklidir.

Plajda, küçük tesisler bulunmaktadır ve bunlardan ihtiyaçlarınızı temin edebilirsiniz. Plaj, gün batımını seyredebileceğiniz en güzel plajlardan birisidir.

Güneş batarken, sahildeki restoranların bazıları masalarını denizin yanına çakıl taşlarının üzerine kuruyorlar. Böylece, Kaş bölgesinde denize en yakın yemek yiyebileceğiniz yer burasıdır. Buraya giderseniz yanınızda mutlaka şnolker ve paletleriniz olsun, denizi altında muhteşem görüntüler izleyebilirsiniz.

Kaş Akçagerme Plajı

AKÇAGERME PLAJI

Akçagerme plajı: Kaş ve Kalkan arasındadır. Kaş ilçe merkezine 4 km uzaklıktadır. Kaş ilçe merkezinin batısından, yaklaşık 25 dakika yürüyerek buraya ulaşabilirsiniz. Toplu ulaşım araçları ile buraya ulaşmak mümkündür.

Akçagerme koyu: 2008 yılında Kaş Kaymakamlığı tarafından “Halk Plajı” haline getirilmiştir.

Kaş Akçagerme Plajı

Plajın uzunluğu 200 metredir. Plajın genişliği de 200 metredir. Denize sıfır plajda tesis vardır. Çakıl, kayalık, ahşap iskele ve beton platform yoktur.

Mavi Bayraklıdır
Kaş Akçagerme Plajı

Plajın en belirgin özelliği: rüzgarlı ve dalgalı havalarda dahi denizin süt liman olmasıdır. Çünkü plajın karşısında yarımada bulunmaktadır.

Kaş Akçagerme Plajı

Plajı yörede bulunan diğer mavi bayraklı plajların aksine çakıllardan değil kumdan oluşur. Denizi sığdır. Dalgasızdır. Bu yüzden özellikle çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca çocuklar için havuz ve su kaydırağı yani Aquapark bulunur.

Sahilde ise spor alanları ve çocuk parkı vardır. Plaj: Kaş Kaymakamlığına bağlı “Anadolu Turizm Meslek Lisesi” tarafından işletilmektedir. Öğrenciler burada staj yapmaktadırlar.

Kaş Kaymakamlığı tarafından faaliyete alınan ve tepe üzerinde bulunan restoran ve piknik alanı gayet uygundur.

ÇEVREDE GEZİLECEK YERLER

ÇUKURBAĞ YARIMADASI

Kaş merkeze 5 km uzaklıktadır. Kaş merkezden Çukurbağ yarımadasına dolmuşlar gidip gelmektedir. Yolculuk yaklaşık 10 dakika sürer.

Çukurbağ Yarımadasının antik dönemdeki ismi “Habesos” dur. Buradaki antik kent daha sonraları “Antiphellos” ismini almıştır. Antiphellos kenti, Likya ve Karya bölgeleri arasındaki ulaşım yollarının üstünde ve ayrıca bir ticaret limanı olarak kullanılmıştır.

Sakin ve kalabalıktan uzak durmak isteyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bulunan otellerin kendi beach bölümleri vardır. Ancak bazı otellerin denize ulaşımı zordur, bu yüzden rezervasyon yaptırırken sormanızı öneririm.

Ayrıca açıkta olduğu için sürekli bir esinti vardır. Yine de deniz ve Meis yönündeki manzara oldukça güzeldir.

Çukurbağ köyünün bulunduğu yer ise: denize kıyısı olmayan bir köydür. Burada yaşayanlar deniz için Halk Plajı veya Hidayet Koyu nu kullanıyorlar. Köy sadece seyirliktir. Buradan harika tablo gibi manzaralar görebilirsiniz.

Hidayet koyu ve İnceboğaz plajı, yörenin en meşhur yerleridir.

Kaş Belediyesi Halk Plajı

KAŞ BELEDİYE HALK PLAJI

Çukurbağ Yarımadasındadır.

Plajın geniş bir otoparkı vardır. Ayrıca Kaş merkezden buraya dolmuşlar kalkmaktadır. Kendi aracınız ile giderseniz otopark problemi yoktur. Giriş ücretsizdir.

Oldukça geniş ve bakımlı bir plajdır. Sol tarafta tahta platform üzerinde sağ tarafta ise kum üzerinde şezlonglar bulunmaktadır. Platform tarafında genellikle çocuklu aileler bulunmaz. Denize, platform üzerindeki merdivenlerden giriliyor. Çünkü denize giriş bölümü çakıllıdır.

Kaş Belediyesi Halk Plajı

Denizi akvaryum gibi berraktır. Büyük çakıl ya da küçük çakıl plajlarına göre daha çok tercih edilmektedir. Deniz suyu hafif dalgalı ve ılıktır.

Plaj alanında: restoran, kafe ve çocuk oyun alanı vardır. İsterseniz kafeterya da oturup denize girebilirsiniz, yani şezlong ve şemsiye almak zorunda değilsiniz.

Piknik yapmaya elverişli ağaçlıklı bir yeşil alanda bulunmaktadır. Sahile yakın arka tarafta ağaçlık bölgede kendi sandalyende gölgede rahatlıkla oturabilirsiniz.

Hem kum, hem de çim üzerinde güneşlenmek mümkündür.

Kaş Hidayet Koyu

HİDAYET KOYU

Çukurbağ Yarımadasındadır. Kaş ilçe merkezine 3 km uzaklıktadır. Çukurbağ yöresindeki en güzel plajdır.

Koy ismini, burada daha önce yaşayan “Hidayet” isimli bir kişiden almaktadır. Zeytin ağaçları gölgesinde dinlenip denize girebilirsiniz. Koyda kumsal yoktur. Denizin tabanı çakıl taşları ve kayalıklardan oluşmaktadır. Denize buradan giriliyor.

Kaş Hidayet Koyu

Ancak deniz suyu berrak ve temizdir. Hatta bir akvaryum gibidir. Son yıllarda koya bir “Beach” yapılmıştır. Güneşlenmek için ahşap platformlar üzerine şezlong ve şemsiyeler konulmuştur.

Yörenin diğer plajlarına nazaran biraz daha kalabalıktır. Eğer sakinlik arıyorsanız, burası size göre değildir, burası oldukça hareketlidir ve yoğundur. Çünkü koyda müzik çalınıyor. Koy çevresinde kalınabilecek birçok pansiyon bulunmaktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

İNCEBOĞAZ ÇINAR HALK PLAJI

Çukurbağ yarımadası yolu üstündedir. Çukurbağ yarımadasının en ince kısmında, hem açık denize hem de koya bakmaktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

Aralarından araba yolu geçmektedir. Kaş merkezden kalkan dolmuşlar ile veya taksilerle buraya ulaşabilirsiniz. Hatta Kaş merkezden buraya 15 dakikada yürüyerek gitmek de mümkündür. Kendi aracınız ile giderseniz otoparkı uygundur.

Plaj, Kaş Belediyesi işletmesidir. Plaj: Meis adasına yani açık denize bakar. Kaş merkezden buraya yürüyerek gidilebilir. Kaş merkeze 1 km uzaklıktadır.

Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı

Plaj: Mavi Bayraklıdır. Plajın uzunluğu 500 metre, genişliği 15 metredir. Denize sıfırdır. Kum yok, çakıl vardır. Kayalık, beton platform da yoktur.

Açık deniz tarafındaki bölüm: rüzgarlı ve dalgalıdır. Açık denize bakmasının olumlu yanı ise, muhteşem manzarasıdır. Marina tarafına bakan kapalı koy bölümü ise, daha korunaklı ve deniz suyu ılıktır. Deniz sığdır ve bu yüzden çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bir “Beach” işletmesi bulunmaktadır.

Kaş Antiphellos

ANTİPHELLOS-WEHİNTA-KAŞ

Bazı kaynaklarda “Meryemlik” ismiyle geçer. Bölgede bulunan bazı yazıtlardan, Kaş’ın altında bulunan kentin adının “Antiphellos” olduğu anlaşılmıştır.

Arkeolojik verilere göre, Likya dilinde “Habessos” veya “Habesa” olarak geçen Kaş’ın ilk çağlardaki ismi ise “Antiphellos” dur.

ki dilli mezar yazıtının Likçesi ve erken bir Kaş sikkesi bunu yani şehrin eski adını kanıtlar. Kent adı, kökü olan Phellos Eski Yunancada “Taşlık Ülke” anlamındadır.

MÖ 4’ncü yüzyılda mezar yazıtına “Kaşlı” olduğunu yükleyen mezar sahibi, bugün Kaş’ın eski adıyla bağlantı kurar.

Kaş’ın sisli geçmişinde bir isim daha vardır. Kanıtlanamaz ama “Plinius,Habesos” da denir. Ve ona göre en yumuşak sürgerler Kaş’tan çıkarılır.

Coğrafi konumu, topoğrafyası ve kaya mimarisinin verdiği izle, Klasik dönemde önemli bir liman yerleşimi olduğu anlaşılır. Şehir, antik dönemde Phellos’un limanıdır.

Helenistik dönemle birlikte değişen dünya düzeni uluslararası ticaret limanlarda odaklanınca Antiphellos başlangıçta ana kent olan Phellos’u geçer. Roma döneminde ise kendi ölçeğinde olabilecek en iyi durumdadır.

Her ne kadar yazıtlarda sadece “sünger” geçiyorsa da Lykia dağlarından indirilen değerli kereste de Kaş’ın dış satımında önemli bir kalem olur. Hemen yakınındaki Andriake ve Patara limanlarının baskınlığına rağmen işlek bir liman olur. Kazan kapısı limanıyla, zenginleşir. Denize bakan önemli yapılar bugün de görülebilmektedir.

Eski liman doğusunda denize paralel yükselen tepe Akropoldür. Akropol ile liman arasında ise kent yapıları dağılır. Limanın doğu yakası ise mezarlıktır. Antik limanın doğusundaki akropol tepesini bir savunma duvarı çevreler. Tüm kamu yapıları da bu surun içindedir.

Tiyatro ile kilise arasında kalan alanda ise dikdörtgen planlı bir merkezi agora vardır. Bir Kaş tanrısına adalı tapınağın içinde ne bir dua ne de bir şükür sesi gelir. Hiçbir zaman tamamlanamamıştır. Kim içindir bilinmez. Hemen ilerisindeki tiyatro daha şanslıdır. Çünkü insanların ne gösteri ne de seyir biçimleri değişmemiştir. Bu nedenle tiyatrolar hep en önce onarılırdı.

 

Kaş Antik Tiyatrosu

Kentin en çok dikkat çeken yapısı ise antik tiyatrodur. Roma dönemi yapısıdır. MÖ 1’nci yüzyıl yapımıdır.

Çünkü inşaat tarzı ve düzeni bu tarihi göstermektedir. MS 141yılımda ise, bölgenin birçok kentini etkileyen deprem sonucu hasar görmüş ve MS 2’nci yüzyılda restore edilerek yenilenmiştir.

Çünkü antik kentten günümüze sağlam olarak gelmiş tek yapıdır.

Tiyatro, 4000 seyirci kapasitelidir.

Cavea yani seyircilerin oturdukları bölüm 26 basamaklıdır. (Başlangıçta ise 28 sıralı yapılmıştır.)

Tiyatronun sahnesi yoktur. 2012 yılında yapılan hatalı restorasyonla, hiç olmadığı kadar büyük bir orkestraya sahip olmuştur.

En büyük özelliği, Anadolu’da bulunan deniz manzaralı, denize doğru yapılmış tek tiyatro olmasıdır.

Yani denize bakan bir yamaca kurulmuştur. Günümüzde, antik tiyatroda açık hava konserleri düzenleniyor.

Surlar

Akropolü içine alıp doğuya, Bouleuterion’a kadar uzanan ve güneyde deniz tarafından iki hamamı da içene alarak, tepe boyunca batıya tiyatroyu çeviren sur duvarlarının kalıntılarını izlemek mümkündür.

 

Bazilika

Tiyatronun yanındadır.

Akropol-Mezarlar

Anıtsallıkta birbiriyle yarışan kaya mezarları, Kaş’a kalkan olan sarp kayalıkların yüzüne dağılmıştır. Bu Kaş’ın en Lykialı yanıdır. Diğer yanı da dar sokaklar ortasında binlerce yıldır bakınan lahittir.

Akropolün kuzey ve doğusunda mezarlar bulunmaktadır. Diğer yoğun mezar gurubu da limanın kuzeyinde kümelenmiştir.

Akropol tepesinde tek başına duran anıt mezar (Akdam), türünün en özgünüdür.

 

Akdam

Akropolün kuzeybatı ucundadır.

Ev tipi mezar yapısı Dor tarzındadır ve MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Tek bir parça kaya blokuna, hafifçe konik bir küp şeklinde oyularak yapılmıştır. Anıtı çevreleyen bir geçit vardır. Yüksekliği 3.5 metredir.

Yunan stilinde, cephesi olan bu kaya mezarı: girişindeki sütunlu bir ev ile sütunlar üzerinde yükselen üçgen bir bölüm veya alınlığa sahiptir. Anıtın tabanında, süslemeler ve her köşesinde dikdörtgen bir sütun veya yarım sütunlar vardır.

Giriş, orijinalde sürgülü bir kapı ile kapalıdır. 1.9 metre yükseklikte bir açıklığı çevreleyen, kalıp şeklinde bir kapı kasası vardır. İç kısım: üç taraftan ölülerin konulduğu klineler yani banklarla donatılmıştır.

Kare odayı, içeriden bir kabartma kuşağı dolanır. Çoban ateşleri isinden kararmış katmanlar altında dans eden kadın figürleri seçilir. Ölü ruhun mutluluğu için el ele tutuşmuşlardır. Kenarları çiçek desenleri süslemektedir.

 

Helenistik Tapınak

Hastane caddesi üzerindedir. Antiphellos şehrinin tapınaklarından günümüze gelen tek örnektir. Helenistik tapınak, antik limana bakmaktadır. Dış yüzü muntazam kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Büyük taş bloklar, pürüzsüz ve düzgün kesilmiştir.

Duvarların sadece alt sıraları korunarak günümüze gelmiştir.  Kenarlarda dar kenar boşlukları vardır ve orta kısımlar hafifçe yükseltilmiştir. MÖ 1’nci yüzyıldan kalma orijinal yapı, Roma İmparatorluk döneminde onarılmıştır. Yapının adandığı tanrı bilinmemektedir.

Sarnıç

Bu sarnıç: Yat limanı girişindedir. Likya döneminden kalmadır. Antik tiyatroya kadar uzanan alandaki bir sıra sarnıçtan günümüze ulaşan tek örnektir. Diğer sarnıçlar, zaman içinde yok olmuştur. Sarnıç, başlangıçta su depolamak üzere tasarlanmıştır. MÖ 5’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Sarnıç: 12 x 6  metre boyutlarındadır.

Yekpare bir kaya bloku oyularak yapılmıştır. Tavanı: yedi oyma sütun üzerine oturmuştur. Ancak bu sarnıç yakın geçmişte: şarap, zeytinyağı, sebze ve su depolamak için kullanılmıştır. Kazılar sırasında, sarnıçların bulunduğu alanda: çeşitli amforalar, tabak ve kaplar bulunmuştur.

FELEN YAYLASI-PHELLOS-WEHNTİ-ÇUKURBAĞ/PINARBAŞI

Kaş ilçe merkezine 12 km uzaklıktadır. Çukurbağ ve Pınarbaşı köylerinin hemen yanındadır. Denizden 950 m yükseklikte Felen Yaylasındadır. Kaş’a  tepeden bakan bir kartal yuvası, adının anlamı gibi gerçek bir “kayalık/taşlık yerleşim” dir.

1952 yılında bulunan bir yazıtta, o güne kadar tartışmalı olan yeri doğrulanmıştır.

Anıtlar kalıntıya dönüşmüş olsa da Felen adıyla bugüne neredeyse hiç değişmeden gelir.

Helenistik dönemde birlikte kendi kurduğu liman kenti olan Antiphellos’un gelişimiyle sönük kalmıştır. Oysa bir zamanlar buraların egemenidir. Askeri bir kente uygun olarak dağlara yerleşmiştir.

Liman dahil çevredeki küçük birimler ve değerli sedir gibi doğal kaynaklar buradan kontrol edilmekteydi.

Yoğun cangıl içinde çok şey seçilmese de ucundan kıyısından gözüken kalıntılar geçmişin görkeminden izler verir.

Yaklaşık 600 m uzunluğundaki ince uzun tepe üzerindeki kalıntıların etrafı çevreleyen surlar ve kuleler, özellikle kuzey kesimde görülür.

Yerleşim çevresi nekropolle çevrilidir. Güney ve doğu tarafta lahitler dağılıdır. Batı uçta ise Heroon yer alır.

Pek çok yapı kalıntısının bulunduğu tepenin ortasında merkezi agora ve agoranın güneybatı bitişiğinde de küçük bir tiyatro vardır.

Yine en sağlam kalmış nekropolleri 2400 yıllık malzeme seçimindeki isabeti bir kez daha gözler önüne serer, hepsi sapasağlamdır. Eksik olanlar, içlerinde yatanlardır. Yaşam evleri ise hepten yok olmuştur. Kaya mezarlarının bir arada, bir ölüler mahallesi gibi organize edildiği kayalıkta geçmişin, hayali bile olsa zor ölü törenlerinden izler vardır.

Mezar önlerini çevreleyen kaya duvarı üzerinde tüm zamanların güç sembolü “boğa”  vardır. Boğa, yıllık ölü törenlerinde yeraltı tanrılarına kurban edilirdi.

Kentin güneyinde bulunan bir lahit kabartmalarıyla dikkat çeker. Yine mezar sahibi bey, elinde kadehiyle uzanmış, yanında da yaverleri vardır. Uzandığı klinenin altında sülünler gezer. Diğer yüzlerde ise beyin yaşamından sahneler işlidir. Kapak resimleri yaşamdan uzaktır. Ölümü anlatır.

Apotropaik grifonlar, mezarı ve ölüyü korumaktadır.

 

BELENLİ-İSİNDA

Kaş ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır. Demre-Kaş yolunun 37’nci km den ayrılan, 4 km uzunluğunda yolla ulaşılan Belenli köyünden yürüyerek 30 dakikada köyün güneyindeki tepe üzerinde bulunan İsinda antik kentine ulaşılır.

İsindalı Apertiles olarak okunan, kentte ele geçen bir yazıt sayesinde, yerleşimin antik adı öğrenilmiştir.

Aperial ile güç birliği içinde, küçük bir yerleşimdir. Köyden İsinda ya yürürken yol üzerinde bir okul yıkıntısına rastlanır. Yanında da bir Osmanlı sarnıcı vardır. Bir patika izlencesiyle tepeye tırmanmaya başlandığında, yamaçta ilk karşılaşılan kalıntı, erken teras duvarıdır.

Tepenin batı tarafında, iki kademeli güçlü teras duvarları izlenir. Hemen ilerisinde bir dikme mezarı bulunur. Kentte şimdilik sağlam kalabilmiş tek dikmedir.

Tepede sur duvarlarıyla çevrili kale bulunur. İzlenebilecek kadar ayakta kalmıştır. Yuvarlak formlu sarnıç bu susuz tepede nasıl yaşanabildiğini anlatır. Tepenin eteklerinde lahitler vardır.

Kentin yakınlarında bulunan ana kayadan yontulmuş nitelikli mezar, kaya mezarlarıyla lahitleri birleştirmiş formudur.

Altta ev tipi kaya mezarı, üstte semerdamlı bir lahit bulunur. Ünlü İsinda dikmesinin güneyinde, Likçe yazıtlı iki kaya mezarı bulunur. İsinda da görülen en önemli eser  dikme mezarıdır.

Kabartmalar günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

6’ncı yüzyılın ortasından sonuna dek tarihlenir. Perslerden önceye, 550’ye, 530’a ve 510-500 arasına tarihlenir. Buradaki tarihleme çabası sadece, stil kritiğine göre değildir. Biraz da Persler öncesinde bu anıtların var olduğunu kanıtlamak isteğinin bir sonucu olarak, 550’ye tarihlemek için zorlandığı hissedilir. Elbette bir egemen mezarıdır. Kabartmalarında, diğer anıtlarda sıkça rastlanan: savaş, şölen ve av gibi tamamen günlük yaşamdan sahneler işlenmiştir.

Güney tarafta: savaşta beş düşmanı yendiğini simgeleyen beş kalkanı tutan şehrin beyi, düşmanlarının cesetleri başında galip pozunda verilmiştir.

Benzer pozda komutanlar da diğer yanda devam eder.

Diğer yüzde; atı ve köpeğiyle bey avdadır.

Kuzey yüzde, galibiyet anısına düzenlenen kutlama vardır.

Bu sahnede, lir ve tefli müzik eşliğinde, elense pozisyonunda güreş ve boks müsabakalar işlenmiştir. Hakem de başlarında güreşi yönetmektedir.

Kentte bunda başka dört dikme mezar daha vardır.

Kaş Aperlai

APERLAİ-SIÇAK İSKELESİ

YERİ:

Lykia’nın yaşanması oldukça güç olan, sarp kayalıkların denizle buluştuğu kesimde, özellikle denize ve kısmen de doğal dağlara bağlı yaşanmıştır.

Küçük ve da bir körfezin kıyısındadır.

Körfezin dar ağzı Uluburun tarafına açılır. Kaş’ın 8.5 km güneybatısındadır. Sessiz sedasız uzanıp duran bu yalın kaya çıkıntısı, deniz seferlerinin dönülmesi gereken zor köşesiydi. Belki de antik adı gerçekten “Akroterion” olabilecek kadar görkemli bir coğrafi burun. Zoru başaramayanların suyun altında yatan iskeletleri, geçmişin inanılmaz deniz öykülerini bize kadar taşırlar.

Asarkoyu başında güneybatı rüzgarlarına tamamen açık bir konumdadır.

Koyun darlığı gemilerin manevrasında zorluk yaratacak düzeydedir.

Neredeyse adalaşacak kadar kıyıdan kopmuş kara parçalarının oluşturduğu derin koylarda kurulmuş kentlerden biridir.

Karşısındaki ada ile aralarındaki güçlü akıntı nedeniyle, bugün olduğu gibi geçmişte de adı “Akar boğaz” la (Aprilla) ilişkilidir.

Üç ağızdan yaklaşık 4 mil deniz yolculuğu ve ardından batıya doğru 1 km yürüyerek varılır.

Yani buraya sadece tekne ile ulaşmak mümkündür. Tekneler: Kaş ve Üçağız’dan kalkar.

 

ŞEHRİN İSMİ:

Yörede çok sayıda “sikke” bulunmuştur.

Klasik dönem sikkelerinde adı “April” olarak geçer.

Bu sikkelere göre, Aperlai bir liman şehridir ve tarihi geçmişi MÖ 5 ve hatta 4’ncü yüzyıla kadar gitmektedir.

Bizans Piskopos listelerinde “Aprilla” olarak geçer.

Eski Yunanca’da karşılığı bulunmayan bu sözcük “akar boğaz” anlamına gelir.

Adının geçtiği sikkeler dışında bugüne dek Likçe bir yazıt da bulunmamıştır.

Aperlai adı 142 cm yüksekliğinde ve 293-305’e tarihlenen bir mil taşında okunmuştur.

 

GENEL ÖZELLİKLERİ;

Hierokles piskoposluk merkezlerini listelerden, Aperlai 5’nci sırada yer alır.

Apollonia, İsinda ve Simena’nın yer aldığı birliğin başındadır.

Sympoliteia adına Lykia Birliğinde 2 oy hakkı vardır.

Sikkeler üzerindeki yunuslar, denizcilikle bağlantısını perçinler.

Roma döneminde liman oluşu ve denizcilikten ve purpur (giysilerde kullanılan mor boya) ticaretinden kaynaklanan zenginliği belli ki kenti geliştirmiştir.

Opramoas’ın 30.000 dinar gibi büyük bir yardım yapmış olması, Lykia zenginlerinin ilgisini çektiğini ifade eder.

MS 7’nci yüzyıldaki Arap işgaline kadar en az 1000 yıldan fazla bir süre boyunca yerleşim ve liman hareketi söz konusudur.

Muhteşem doğanın koynuna gizlenmiş Aperlai, her dönemde gösterişsiz bir kent olmuştur.

Gelişmeye uygun olmayan yerleşim, topoğrafyası nedeniyle 1000 civarında insanın yaşadığı bir şehir olmaktan öteye gidememiştir.

Sur içi boyutları bu kadarını karşılamaktadır.

Lykia sahillerinin ortak kaderinde olduğu gibi, burası da su kaynakları konusunda çok fakirdir.

Bu kentin sakinleri de 40’ı geçen sarnıçla toplanan sularla yetinir.

 

NEKROPOL:

Kentin çoğunlukla doğusunda, kısmen de batısında sur dışında dağılmış nekropolünde 80’den fazla mezar tespit edildiği halde hiçbir Lykia kaya mezarına rastlanmamış olması da ilginçtir.

Lahitler yalın tekneler ve semerdamlı kapaklardan oluşur.

Kapaklarda karşılıklı kaldırma çıkıntıları bulunmaktadır.

Bunların 35 tanesi yazıtlıdır.

 

GÜNÜMÜZE ULAŞAN KALINTILAR:

Modern yerleşim olmaması şansı nedeniyle, antik kalıntılar bugüne kadar korunmuştur.

Ne bir tiyatrosu ne de görünürde anıtsal bir tapınağı yoktur.

Ancak; Agora, iki hamam, dükkan ve işlikler ve diğer kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla görece olarak iyi imar görmüştür.

Günümüzde sular altında kalan 250 metre uzunluktaki kıyı şeridinde bulunan mendirek ve diğer liman yapıları özellikle Roma döneminin zenginliğini gösterir.

Bizans döneminde de yerleşimin yoğunluk düzeyini koruduğu 4 kiliseden anlaşılır.

En erken kalıntı, kuzey duvarındaki Erken Helenistik dönem gözetleme kulesidir.

Bu dönemden başka kalıntı yoktur.

Ancak Roma ve Bizans kalıntıları görünüşteki en yoğun iki dönemi anlatır.

Bunlar, sarp yamaçta ustalıkla dizildiği özgün topoğrafyasıyla şaşırtır.

Tüm kenti kulelerle berkitilmiş bir sur duvarı çevreler.

Güneyinde denizle arasında kalan kesim ise iki yandan akropol bağlantılı surla sınırlanmıştır.

Burada asıl sınır, zamanla yapıları içine çeken denizdir.

Tiberius ve karısı Livia için, İmparator kültü oluşturulmuştur.

Cladius döneminde; İmparator kültü rahibi atanmış olmasından anlaşılmaktadır.

Ancak bugüne kadar bir sebasteiona rastlanmamıştır.

 

KİLİSELER:

İç kentin en kuzey ve en güneyinde birer kilise yetmemiş, denizin tam kıyısında da küçük bir kilise yapılmıştır.

Bugün; ikisinde rüzgarlar, su altında kalanda da dalgalar ve balıklar tapınmaktadır.

Suyun tam kenarında kalabilmiş hamamların biri sur dışında biri de içerisindedir.

Roma döneminde en az 25 metre kıyıdan içeride bulunmaktaydı.

 

HAMAMLAR:

İçeride olan küçük Batı Hamam, Lykia için geleneksel sıra tipi mimarisiyle dikkat çeker.

Yazıta göre MS 80 yılında Titus adına yapılmıştır.

Sur dışındaki Doğu Hamam Aperlai yazıtlarında anılan gymnasium olabilir.

 

PURPUR ÜRETİMİ:

Aperlai kıyılarında gezinirken, dünün iğrenç kokuları hala hatırlanır.

Purpur işleyerek sürdürdüğü yaşamının bedeli de budur.

Kötü kokular nedeniyle kıyılarını yaklaşılmaz kılan bu mor-kırmızı karışımı renk maddesinin elde edildiği, demir çubuklarla parçalanan ve fırında işlem gören deniz kabuklarından yayılan berbat kokular, geçmişte Aperlai kıyılarının bu denli keyifle gezilen yerler olmadığını düşündürür.

Ancak, Akdeniz ışığında en kırmızısı elde edilen renk maddesi pahalı bir dış satım kalemi olduğundan, Aperlai’yi zenginleştirmiştir.

Bu değerli sıvının içindeki yüksek tuz oranı, uzun süre korunması konusunda sıkıntı yarattığı için içine bal katılmaktaydı.

Aperlai’de murex trunculus’tan, en değerli boya maddesi renk olarak mor ve kırmızı elde edildiğini gösteren işleme artığı kabuk kırıkları tepecikleri ve muhtemelen müreksleri canlı tutmak için kullanılan depolama tankları bulunmaktaydı.

Aperlai’nin önemli yanı müreks’den boya üretilmiş olmasıdır.

Kentin batısındaki boş alanlardaki müreks artıklarından oluşan tepecikler önemli miktarda üretim olduğunu gösterirken müreks işlikleriyle ilgili herhangi bir kalıntı görülmez.

Müreks artıklarının karşılaştırılması sonucunda Andriake’deki üretimin çok daha büyük boyutlarda olduğunu söylemek mümkündür.

Atıkların incelenmesi sonucu burada çoğunlukla murex turunculus türü yumuşakçaların işlendiği anlaşılmıştır.

Aynı atıklar içerisinde MS 350-650 yılları arasına tarihlenen ve mureks canlısı taşımakta kullanılan Geç Roma amphora parçaları bulunmuştur.

Mureks artıklarının kentte harç katkısı olarak da kullanıldığı küçük yığınlardan ve uygulanmış örneklerden anlaşılmıştır.

 

SULAR ALTINDA KALAN KIYI YAPILARI:

MS 6-7’nci yüzyıllarda bölgede olan büyük depremlerin etkisiyle, kıyı yapıları sular altında kalmıştır.

Ancak, sualtındaki Lykia bilgileri çok yeni ve eksiktir.

Körfeze dökülen bir akarsu olmadığından su altındaki kalıntılar erozyonla örtülmemiştir.

1970-1975 yıllarında Carter isimli bir turistin görmesiyle, su altındaki kalıntılar ortaya çıkmıştır.

Bundan sonra yapılan araştırmalarda, 2.5 metre derinde seramik bulgulara rastlanır.

Dalgakıran 1 metre derinde kalmıştır.

Yapıların önü boyunca sahilde bir cadde ilerler.

Cadde kıyısından sonra 12 metreye ulaşan derinlik başlar.

APOLLONİA-SAHİLKILINÇLI

Kılınçlar’ın 1 km kadar güneybatısındadır. Kaş ilçe merkezine 22 km uzaklıktadır. Kekova yolu üzerindedir. Şehir “L” harfine benzeyen bir kayalığın üzerindedir.

Kentin adı, Lykia’nın baş tanrısı Apollon’dan gelmiş olmalıdır. Lykia’nın üçlü oluşumlarından biridir. Simena, Aperlai ve İsinda’nın da içinde bulunduğu yerel birliğe dahildir. Lykia Birliğinde, Sympoliteianın başı olan Aperlai tarafından temsil edilir.

Küçük bir beye ait korunaklı kale ve çevresindeki kalıntılardan oluşur.

Başta Lykia’nın en özgün mezarları olan dikmeler olmak üzere, kaya anıtları yerleşimin en geç MÖ 4’ncü yüzyıldan önce kurulduğunu gösterir.

Erken 5-4’ncü yüzyıl yapıları önemli bir dynastik merkez olduğunu düşündürür.

Lykia’nın birçok önemli kentinde dahi bulunmayan, Klasik dönem dikme mezarlarının Apollonia’daki varlığı, Dynastik dönemde kentin önemi ve ayrıcalığını gösterir.

Aperlai’nin Roma döneminde önemlileştirilmesiyle, ticaretler uğraşan orta ve üst sınıfın sahile göçleri yaşanmış ve Apollonia’nın önemi azalmıştır.

Anıt mezarları kentte yer alan Lysandro’un çocukları ve torunları, Aperlai’ye taşınmıştır. Aperlai’ye sadece zenginlerin ticareti için taşınmış olmaları beklenemez. Özellikle “purpur” üretimi için gereken çok sayıdaki işçi de göçün diğer yüzünü gösterir. Anlaşılan purpur üretimi, Aperlai’ye ayrıcalık kazandırmıştır. Yoksa Simena ve Apollonia’dan daha önemsiz gözüken bu yerleşim, sympotiteia’nın liderliğini yapamaz.

Aperlai Helenistik dönemde bir liman olarak kurulup özgür bir kent haline geldikten sonra, Apollonia’nın eski adı olan Aperlai, Sıçak İskelesindeki yerleşime verilmiş, Kılınçlar’a da Apollonia ismi verilmiştir.

Dar Akropol alanı ve çok hareketli engebeli topoğrafyası nedeniyle, dağınık bir yerleşim görüntüsü verir. Bir yarım ay gibi biçimlenen doğal yapının batı, güney ve doğu tarafı genellikle kayalık ve sarptır. Kuzey taraf daha yayvan bir yamaç oluşturur. Kuzeydoğu yönünde sırttan kente gelen yol boyunca mezarlıklar bulunur.

30’a yakın lahit ve dikme mezarlar, nekropolün zenginliğini yansıtır. Akropolün görünen tek kuleli kapısı, güneydoğu surlarındadır.

Polygonal ve yer yer de dört köşeli taşlardan örülmüş sur duvarı, çoğunlukla izlenebilmektedir.

Klasik dönem korunaklı kalesi, yerleşimin doğusundaki kayalık tepecik üzerindedir. Çevre duvarıyla korumaya alınmış kare formlu bir yapı gösterir. Sonradan Bizans kalesine dönüştürülerek yüksek kesim içinde, kalenin batısındaki son düzlükte erken döneme ait anıtsal bir Heroon kalıntısı vardır.

Kentin orta yerinde Lykia’nın diğer bir küçük Helenistik tiyatrosu yer alır. Yaklaşık 10 basamaklı oturma sırası gözlenir. Sahne binasını ilişkin bir veri yoktur.

Tiyatronun önündeki düzlükte kent meydanı bulunur.

Su ihtiyacı, sarnıç ve kuyulara sağlandığından, kentin hamamı da oldukça küçük boyutludur.

Tiyatronun kuzey bitişiğindeki hamamın planı yan yana dizili üç adet dikdörtgen bölümüyle Lykia ve Pamphylia’dan tanınan biçimdedir.

Kentte Augustus ve Tiberius’a İmparator kültü oluşturulmuştur.

Kent merkezi, Bizans döneminde değişmemiştir. Görünen iki Bizans kilisesinden biri tiyatronun hemen arkasında, diğeri de tiyatronun batısında Heroon’un yanındadır.

Yerleşimin özel yanları yine mezarlardan gelir.

Akropolün kuzeydoğu yanında Roma dönemi lahitleri yoğunlaşır.

Tabula ansataları ve sarmaşık bezekleriyle bildik resim verirler.

Akropol kayalıklarına açılmış kuzeye bakan kaya mezarları bulunmaktadır.

Erken mezarların en önemlisi, nitelikli temenos duvarları ve ortasındaki mezar odasıyla bir temenos mezarıdır.

DİKME MEZARLAR

Akohionia Lykia’da en çok dikme mezar barındıran yerleşimdir.

Akropol kayalıklarının kuzeyinde altı adet Klasik Dönem dikme mezarı bulunur. Tamamen Lykia’ya özgü bu mezar tipi, Lykia beylerinin bu en eski mezar tipinin bu küçük boyutlu kentte bu kadar çok sayıda ve nitelikte olması şaşırtıcıdır.

Başkent Ksanthos ve Pınara’da en iyi örneklerinin bulunduğu bu tip, Ksanthos Vadisindekileri geçen sayılarıyla ve yoğunluğuyla Orta Lykia’da göze çarpar.

En çok sayıda (6) dikmenin Apollonia ve Ksanthos da bulunması ilginçtir.

Kyaneai, Trysa, Tüse, İsinda, Gürses ve Hoyran gibi Orta Lykia yerleşimlerinden örneklerle bilinen dikmeler erken Lykia haritası tamamlandığında, kaya mezarları öncesinde beylere mezar olan bu  tiple 4’ncü yüzyıl öncesi Lykia siyasi yapısı da coğrafya içinde daha iyi anlaşılmaktadır.

Klasik dönem sanatında Orta Lykia’nın önemini gösteren özel bir belgedir.

Dolayısıyla Pınara sonrası batı Lykia’da ve Limra sonrası Doğu Lykia’da dikme mezarların görülmemesi, asıl ve önce Lykia kültürünün Teke Yarımadasının orta sahilliğinde oluşumunu hızlandırdığı ve geliştirdiği öngörülebilir.

 

DEREAĞZI MEVKİİ

DİRGENLER KÖYÜ-ŞEŞEBE KİLİSESİ

Kaş ilçe merkezine 35 km uzaklıktadır. Dirgenler Mahallesi Dereağzı Mevkiindedir. Elmalı-Kaş karayolu üstündedir. Köyde yoğun olarak seracılık yapılmaktadır.

Şeşebe Kilisesi

Bazı kaynaklarda “Şişama kilisesi” olarak da geçer. Kilise: Dereağzı bölgesinde dağların eteklerinde kuruludur. MS 9 veya 10’ncu yüzyılda Bizans döneminde inşa edildiği düşünülmektedir. Bazilika tarzındadır.

Kiliseden günümüze çok az kalıntı gelebilmiştir. Kubbesi ve sütunlarını çoğu yıkıktır. Ancak günümüzde yine de heybetli bir görüntü sunmaktadır. Yani mimarisi olağanüstü güzeldir.

Kaş Dirgenler Köyü Kale
Kale

Dirgenler köyünde bir de kale bulunuyor. Yalnız bu kaleye ulaşmak için 2 saatlik bir tırmanış gereklidir. Kaleye tırmanırsanız, aşağıda oldukça güzel bir manzara görebilirsiniz. Özellikle seraların çokluğu dikkat çekiyor. Kilise çevresinde: yol kalıntısı, şehrin kale duvarları, su sarnıçları bulunur. Lahitler ise basit yapılıdır ve kayaya oyulmuştur.

MASTAURA

Akdeniz’le Elmalı arasındaki geçitte bulunur.

Myra’nın 19 km kuzeybatısındadır.

Myros vadisinde gözlemlenen Roma dönemi yolu bu güzergaha aittir.

Önemi:

Uzun bir süre yerleşim gördüğü anlaşılan yerleşimin en erken verileri, seramiklere göre Orta Demir Çağ’dır.

Seramikler MÖ 9 ncu yüzyıldan 6 ncı yüzyıla kadar tarihlenir.

Klasik ve Helenistik dönemlerin de tanıkları seramiklerdir.

Klasik dönemden itibaren de mimari kalıntılar görülür.

Bunların en erkenleri kaya mezarlarıdır.

Yokuş başlangıcındaki ana kayaya açılmış 3 kaya mezarı, Klasik dönem geleneksel Lykia mezarlarıdır.

Roma ve Bizans dönemlerinde de yerleşim kesintisiz devam etmiştir.

Roma mimarisinin dünya üzerindeki en iyi örneklerinden birisi olarak kabul edilen Roma şehrindeki “Collezyum” un bir benzeri, Mastaura şehri kalıntıları buradadır.

En geç 12 nci yüzyıla kadar yerleşim yaşamıştır.

MÖ 2 nci yüzyıldan başlayan Lykia Birlik sikkeleri ve ardından erken Roma sikkelerine ek olarak Constans II (7 nci yüzyıl) ile ve 16 ncı yüzyıl Osmanlı sikkelerinin desteğinde yerleşim tarihi aydınlanır.

Araştırmacılara göre, Myra Metropolisine bağlı Mastaura Piskoposluk bölgesi burasıdır.

Ve zaten erken kuruluşunun da Myra hanedanlığı tarafından gerçekleştiği söylenir.

Kalıntılar:

Kasaba vadisinin güney yamacındaki görkemli kilise ile tanınır.

Kilisenin 2 km güneybatısında, Kasaba ve Karadağ Çaylarının Myros ile buluştuğu noktada yükselen tüm vadiye egemen ve vadi girişini koruyan bir tepe üzerinde “kale” yer alır.

Myra ve Andriake’ye su taşıyan kanal buradan başlar.

Kanalın uzun süre kullanılmış olduğu, 9’ncu yüzyıl onarımlarından anlaşılır.

Kayalıkta ilk göze çarpan, Lykia tipi kaya mezarları ve lahitlerdir.

Büyük kısmını savunma yapılarının oluşturduğu kalıntılar, çoğunlukla kalenin kuzeyinde bulunur.

Lykia klasik kentinden ilk savunma kalesinin kalıntıları görülür.

Teraslanmış tepe yamacında üst alan iyi işçilikli poligonal büyük bloklarla örülü sur ile korunmuştur.

Tepenin korunaksız kuzey ve doğu yana, payandalı sur duvarları ile çevrilmişken uçuruma bakan güney yanında buna gerek kalmamıştır.

Ana giriş kayalıklarda bir boğa ve kurban sahnesinde, elinde oinokhoe ile betimlenen erkek figürü bulunmaktadır.

Benzerleri MÖ 4 ncü yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.

Lykia ahşap imitasyon cepheli klasik kaya mezarı 4 ncü yüzyılın ilk yarısına aittir.

Bunlardan birinin sahibinin adı belirlenmiştir. “Chakbija”

Bu mezarlar ve kapı kabartması Klasik yerleşimin de tarihini destekler.

Dereağzı yerleşimi Myra’ya bağlı bir kaledir ve kaya mezarları ile diğer kalıntılar, küçük ama varlıklı bir kent olduğunu gösterir.

Yerleşimde zorlukla tanımlanabilen diğer kalıntılar Roma dönemine aittir.

Bizans kilisesi ve diğer yapıların inşaatında Roma malzemeleri devşirme olarak kullanılmış ve tahrip edilmiştir.

Mermerden yapılmış üst yapı elamanlarındaki mimari bezekler, MS 1-2’nci yüzyıla tarihlenir.

Bizans varlığı ise, MS 5’nci yüzyılda başlar.

Orta Bizans döneminde ise Lykia kalesi, kireç harcı ve moloz taşlarla örülen 1.90 metre genişlikteki duvarlarla tekrar yapılır.

Bu döneme ait başka yapılar ve bir de şapel vardır.

Bu yapıların dönemi için 9’ncu yüzyıl verilir.

Bu tarihler, 9’ncu yüzyıldaki Arap-Bizans mücadelesi dönemine denk gelmekte ve anlaşılan bu nedenle tüm bölgede olduğu gibi savunma güçlendirilmiştir.

Vadinin kuzeydoğusundaki Dereağzı’nın ünlü kilisesi, Başkent İstanbul örnekleriyle karşılaştırılabilecek niteliktedir.

Burası bir haç merkezi veya bir bişof katedrali olmalıdır.

Tuğla ve taştan örülmüş olan kilise, Bizans kalesiyle aynı dönemdendir.

Kilisenin iki yanında, apsisli iki sekizgen yapı vardır.

Nartheks kuleleri içinden üst kata çıkılır.

Dış nartheks ve “U” biçiminde bir galeri katı vardır.

 

Amfi Tiyatro Kalıntısı

Yaklaşık 14-15 metrelik duvarları korunarak günümüze ulaşmıştır. Ayrıca: oturma sıraları 360 derece dönmekte, yaklaşık 100 metre çapındadır. Anadolu’da bulunan tiyatroların hepsi yarım ay şeklinde iken, buranın Colezyum benzeri olması oldukça önemlidir.

Orta ölçekli bir tiyatro yapısıdır. Günümüzde zeytin ağaçlarının altında oturma sıraları, orkestrası ile birlikte çok iyi korunmuş olarak görülmektedir.

SÜTLEĞEN-NEİSA

Kaş ilçe merkezine 60 km uzaklıktadır. Sütleğen köyünün Meryemlik mevkiinde, inanılmaz güzellikteki Akörü vadisindedir. Akçay (Aidesa) ve Kıbrıs (Kartapis) çayları ile bereketlenmiştir. Akçay Avlan gölüne, Kıbrıs ise Myros vadisine doğru akar. Zenginliği, kıymetli Sedir ağaçlarından gelir.

Meryemlik Tepesinin 500  m doğusunda bulunan, Cladius dönemine ait yazıtta:

“Kilortes’in Arkhiereus olarak görev yaptığı yılda; Hiç kimse hiçbir zaman Kartapis’teki ormanda kereste kesip yukarıya taşıyamadı, ama sadece Hermaios’un oğlu Apollonios’un torunu Artemes ve Hermaios’un oğlu Theodotos’un torunu Hermaios bunu başardılar. Bunu okuyup öğrenen sizlerin bahtı açık olsun.”

Yazıtta adı geçen başrahip “Kilortes” Arykandalıdır. Ve Hadrianus döneminde görev yapmıştır. Eski çağda sık ormanlarla kaplı olduğu anlaşılan Kartapis vadisi ise bugünkü Kıbrıs deresi olmalıdır. Yazıt bize, adıyla bildiğimiz bölgenin ilk tahtacılarından (Artemes ve Harmoios) güçlü izler verir.

Neisa da dönemin zengin egemeni Lykiarklı Dionysii ailesidir.

Ayrıca, 2. Dionysios adlı Lykiarkh’ın şükran olarak sunduğu bir adak yazıtından, Neisa yakınındaki bir mağaranın kült yeri olarak kullanıldığı anlaşılır.

Evet, şehir Lykia Birliği üyesidir. Otonom bir kent olarak varlığını en erken MÖ 2’nci yüzyıl sikkesiyle kanıtlar. Bulunan gümüş sikke üzerinde adı okunur. Parlak günlerini ise, MS 2’nci yüzyılda yaşar, 12’nci yüzyıla kadar da varlığını sürdürür.

 

KALINTILAR:

Yerleşimde en erken ve en kapsamlı kalıntı, Helenistik sur duvarlarından kalmıştır. Günümüzde gözlenen kalıntıların çoğunluğu ise Roma dönemindendir.

Tamamen doğal yamaca oturan tiyatronun analemma duvarları tamamen yıkılmış, cavea da yoğun kaymalar nedeniyle fazlaca tahrip olmuştur.

En üstte oturma sıralarından sonra arkalıklı koltuklar dizilmiştir. Bunlardan bazıları hala yerindedir.

Tiyatro 20 basamaklı oturma sıralarına sahiptir. Ölçü ve biçimleriyle Rhodiapolis tiyatrosuna benzer. Seyirci kapasitesi 1400 kişiliktir.

Tiyatronun arka kısmında Agora bulunur. Agora çevresinde heykel altlıkları vardır. Altlıklardan birinde, zafer kazanmış bir Neisalı’dan söz edilir. Bir diğerinde ise, rahiplik görevi yapmış olan Aurelius Dyonissos anılır.

Kentin ana aksı da buradan geçer.

Bitki örtüsü arasında işlevleri kesin olarak anlaşılamayan başka yapılar da bulunur. Tanımlanan yapılardan bir tanesi hamamdır.

Yazıtında kent zenginleri tarafından onarıldığı anlatılır.

Yerleşimin doğusundan geçen Demre çayının bir kolunun oluşturduğu vadide kaya mezarları bulunur. Nekropolden  de lahitler ve mezar taşları kalmıştır.

GÖMBE YAYLASI

Kaş ilçe merkezine 68 km uzaklıkta Elmalı yolu üzerindedir.

Yol boyunca: çam ve sedir ağaçlarıyla kaplı ormanlar bulunur. Köyler bu ormanların içindedir. Gömbe yaylası: soğuk suları ve elma bahçeleriyle ünlüdür. Ayrıca: yaylada turistik hizmet veren konaklama tesisleri vardır. Bu konaklama tesislerindeki yemekler, yöreye ait kokulu otlarla hazırlanır.

Bölge: Hıristiyanlık zamanında Piskoposluk merkezi olarak önem kazanmıştır. Çevredeki kilise ve lahitler, günümüze kadar gelebilen kalıntılar arasındadır. Yayla: Osmanlı döneminde hayvan panayırı olarak kullanılmıştır. Çok sayıda Yörük günümüzde yaşamlarını sürdürüyor. Türkiye’nin en eski yağlı güreşlerinin yapıldığı yer olarak da biliniyor. Zamanında burası Mais ve Rodos adalarının tahıl ihtiyacını karşılıyormuş.

Kaş Tekke Köyü

TEKKE KÖYÜ VE ABDAL MUSA EFSANESİ

Kaş ilçe merkezine 70 km uzaklıkta, Gömbe yaylasından 8 km uzaklıktadır. Yayla yolu stabilizedir.

Tekke köyünde: Abdal Musa türbesi bulunmaktadır. Bu yüzden, köy özellikle Aleviler tarafından yoğun ziyaret edilir.

Rivayete göre “Abdal Musa, Teke yarımadasına yerleşmiş ve bölgeyi dolaşmıştır. Fethiye yakınlarına geldiğinde, çobanlardan su ister. Ancak ona kimse su vermez. Daha sonra Yumru dağına çıktığında, orada bir çobandan su ister, çoban pınardan çanağına doldurduğu suyu kendisine verir.

Abdal Musa, burada namaz kılar ve çobandan bir isteği olup olmadığını sorar. Çoban bunun üzerine “bu pınar yaz aylarında susuzluğumuzu gideriyor, ancak kışın seller oluyor ve tüm ekili alanlarımız harap oluyor” diye yakınır.

Bunun üzerine Abdal Musa, “bu pınar yazım Gömbe’ye, kışın ise bardak suyu çok görenlere gitsin” diye dua eder.

Yine söylenenlere göre, o zamandan bu yana Uçarsu Şelalesi, 6 Mayıs Hıdırellez gününden itibaren Gömbe’ye akar. Ekim ayından itibaren ise Fethiye’ye akmaya başlar. Bu yüzden, bölge Aleviler için kutsal kabul edilir ve her Hıdırellez günü çeşitli yerlerden gelen binlerce Alevi, Uçarsu Şelalesi çevresinde kurban kesip dilekte bulunurlar.

Kaş Tekke Köyü Yeşilgöl
Yeşilgöl

Yeşilgöl, Gömbe’nin üstünde bulunan dağların arasında kalan volkanik bir göldür. Özellikle İlkbahar döneminde görülmesi gereken bir göl olan Yeşilgöl, çevresinde bulunan yemyeşil bitki örtüsü ve çiçeklerle birlikte fotoğrafçılar için oldukça güzel manzaralar sunar.

Kaş Tekke Köyü Uçarsu Şelalesi
Uçarsu Şelalesi

Gömbe yaylasında Yeşilgöl güneybatısında konumlanan Aygır gölünden doğan sular, şelalede 60 metreden dökülüyor.

Şelale, bulunduğu bölgenin bitki örtüsü özellikleri nedeniyle, kilometrelerce uzaktan bile görülebiliyor.

Şelalenin mucizevi yön değiştirmesi günümüzde de devam etmektedir.

Manevi yanında, bilimsel olarak bu durumun kaynaklanması sebebi: bölgenin toprak yapısı çok killi ve farklıdır.

Havanın soğumasıyla toprak donar ve oluşan buz setleri, suyun yönünü değiştirir.

Mayıs ayının ilk haftasında karların erimesiyle “Uçarsu” da akmaya başlayan şelale, Ağustos ve Eylül aylarına kadar akışını sürdürür. Haziran ayında düzenlenen şenliklerde, buraya gelen ziyaretçiler, Uçarsu’da dilek dileyip kurban kesiyorlar, sema törenleri ve folklor gösterileri yapılıyor. Sonra da Tekke Köyü Abdal Musa Türbesi ziyaret ediliyor.

Kaş Xanthos

XANTHOS-KSANTHOS-ARNNA-KINIK

Kınık olarak da anılan Xanthos (Arnna); Fethiye-Kaş karayolu üzerinde, Kaş merkeze 45 km. uzaklıktadır. Kalkan merkeze 20 km ve Antalya merkeze ise sahilden 235 km uzaklıktadır.

Kınık köyünün yanındaki Eşen Çayının ayırdığı, Muğla-Antalya il sınırındadır. Eski Yunancada: “Sarı” anlamına geliyor.

Kaş Xanthos

Kent, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesine” dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Kınık içinden geçen yol, doğrudan Xanthos’a çıkar. Antik şehrin içinden aracınızla gişeye doğru giderken şehrin ayağa kaldırılmayı bekleyen yapılarını görebilirsiniz. Gişe önünde otoparka aracınızı bırakın, gişenin hemen arkasında ücretsiz tuvaletler ve müze dükkanı bulunuyor.

Giriş ücretli ancak müze kart geçerlidir. Evet burayı ziyaret ederseniz öğlen sıcağına dikkat ediniz, sabah saatlerinde gitmeniz, şapka kullanmanız ve yanınızda su bulundurmanızı öneririm.

Xanthos

Önemi

Kazılarda elde edilen buluntulara göre, şehrin ilk kuruluşunun MÖ 1200’lere kadar gittiği tahmin edilmektedir.

Lykia kentleri arasında en romantik olanıdır.

Likya döneminde bölgenin idari ve dini merkezidir.

Kentin ismine ilk olarak Likya dilinde yazılmış kitabelerde “Arnna” veya “Arna” olarak rastlanır. Ksanthos kent sikkelerinde yerleşimin adı “Arnna” olarak geçer.

Homeros: İlyada Destanında “Likyalı kahraman Bellerophontes’in torunu Sarpedon, MÖ 1200 yıllarında Troyalılarla birlikte savaşarak büyük kahramanlık göstermiştir” diye yazar. Ayrıca yine Homeros “Sarpedon’un çok uzaktan, Xanthos ırmağının aktığı vadiden geldiğini yazmıştır.

Sarpedon, Bellerophontes’ten kalan topraklarda hüküm sürmekteydi. Evet: antik dönem yazarlarına göre Xanthos şehrinin kurucusu Girit kökenli kahraman Sarpedon’dur.

Xanthos savaşçı ve cesur bir halk olarak tanınırlar.

MÖ 545 yılına kadar şehir, şehir bağımsız bir şehir devletidir.

Pers işgali

Ancak: Heredot’a göre: “ Şehir: MÖ 545 yılındaki Pers Ordusu Komutanı Harpagos tarafından kuşatılır.

Kahramanlıklarıyla ünlü Xanthoslular, az sayıdaki güçleriyle çok direnmelerine rağmen yenilirler. Ancak yenilmeden hemen önce, kadınlarını, çocuklarını, hazinelerini ve kölelerini Likya Akropolüne doldurdular, alttan ve yandan ateşe verdiler, öyle bir yangın kaleyi yerle bir etti.

Ardından birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak, düşmana saldırdılar, savaşta hepsi savaşarak öldü.

Bu savaştan sadece başka yerlerde bulunan 80 aileden oluşan Xanthoslular kurtuldu, onlar da şehri baştan kurdular.”

MÖ 475-450 yılları arasında, şehir büyük bir yangın geçirir ve büyük zarar görür.

MÖ 333 yılında, Büyük İskender bölgeye gelip şehri teslim alınca, bölge Likya kültüründen kopup Helenleşmeye başlıyor. Resmi dil olarak Yunanca konuşulmaya başlıyor. Bölgenin en büyük kenti olma özelliği ise, Patara şehrine kaptırılıyor.

MÖ 197 yılında: Suriye Kralı III Antiochus’un eline geçen şehir, parlak bir dönem yaşar.

MÖ 2’nci yüzyılda, Xanthos şehri Likya birliğinin başkenti olur.

MÖ 42 yılında bu kere Romalılar şehri işgal ederler ve Brutüs şehri tahrip eder ve şehir halkını öldürtür.

Bu olaydan 1 yıl sonra, Roma İmparatoru Markus Aurelius, şehri yeni baştan imar ettirir. Roma döneminde uygulanan bir şehircilik planına göre yapılan döşemeli iki ana cadde ile revaklarıyla çevrili iki meydan sonradan keşfedilmiştir.

Bu caddeler birbirleriyle dik açı çizerek kesişmektedir. Şehrin yeniden düzenlenmesi çalışmaları sırasında, geniş teraslamalar sayesinde çevresi resmi anıtlarla çevrili büyük meydanlar yaratmak mümkün olmuştur.

Bu meydanlardan bir tanesi, yeraltı sarnıçlarının üzerine orjinal bir teknikle kurulmuştur.

Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olan şehir, Arap akınlarının başlamasıyla terk edilir.

Ünlü bir Destan;

Harpogos Lykialıların üzerine bir ordu ile yürüyüp, Ksanthos düzlüğüne ulaştığında, Lykialılar karşısına çıkar. Ancak Lykialıların yiğitlikleri para etmez. Bir avuç insan büyük bir orduya yenik düşer.

Kapandıkları kentlerinde, karılarını, çocuklarını, değerli mallarını ve kölelerini kaleye toplar, ateşe verip yakarlar. Daha sonra ölüm andı içmiş Lykialılar kaleden dışarı çıkar ve savaşarak ölürler.

Ölümlerin ardı arkası kesilmez. Brutus; Lykiadan para ve güç toplamaya geldiğinde MÖ 43 yılıdır. Ksantoslular, şehrin çevresine bir hendek kaçarak Brutus’un gelmesini önlemeye çalışırlar. Ancak kent çabuk düşer.

Lykialılar için tarih tekerrür eder ve onlar yine ailelerini kendi elleriyle öldürmek ve intihar etmek zorunda kalacaklardır. Çünkü, koca Lykia’da herkes yalnızdır ve nihayet Ksanthos’da bu mücadelede yalnız kalır ve kaybeder.

Plutarkhos’un anlattığı bu efsane belki de Lykia tarihinin en acılısıdır. İşgalci Brutus bile gözyaşlarını tutamaz. Kucağında ölü çocuğu ile bir ilmeğin ucunda intihar etmekte olan Lykia’lı kadın öbür eliyle evini ateşe vermektedir. Ne kendini, ne evini ve ne de çocuğunu düşmana bırakmaz.

 

 

Kaş Xanthos

ANTİK KENTİN KALINTILARI

Hırsızlık:

1842 yılında kaşif Fellows tarafından, 70 kasa dolusu yontu ve yazıt çalınarak İngiltere’ye British Museum’a HMS Beacon gemisiyle taşınır. Ksanthos’un süsleri özünden koparılarak götürülmüştür. Bu taşıma Lykia uygarlığının dünyaca tanınmasının ilk kapılarını açar. Bu hem iyi, hem de kötü olmuştur. Çünkü henüz Asar-ı Atika Nizamnemesinin bile olmadığı o karanlık yüzyılda başka talancıları da Lykia’ya davet etmiştir.

Kalıntılar:

Muhtemelen 5’nci yüzyılda ilk evresi yapılan ve Akropolü çevreleyen sur duvarı 400 m civarındadır. Başkent Akropolünün denize bakan ucunda, şehrin ilk beylerinin saraylarından kalanlar vardır. Yamaca doğru diğer yapılar izlenir. Kazılarda ortaya çıkarılan konutlarda; çamur ve küçük taşlardan örülü duvarlardan oluşan ilk katın üzerine ahşap bir kat daha olduğunu gösterir. Bugün görülenler sadece depo katlarından kalanlardır. Bir yangınla son bulmasından sonra tekrar yapılaşmış olması, Başkent’e Harpagos hatırasıdır. Rezidansın yanında Letoon ve Avşar Tepesi Üçin Tapınaklarını anımsatan bir başka üçlü tapınak vardır. Bu “Tanrılar Triosu” Lykia’nın da benimsediğidir.

Kentte Courtils tarafından ortaya çıkarılan aslan ve boğa kabartması, kentin en erken bulgularıdır. Bu kabartmaların MÖ 7’nci yüzyıla tarihlenebileceği, Hitit yontu sanatıyla bağlantılı olduğunu ve muhtemelen özel bir mezar anıtına veya giriş kapısına ait olduğu düşünülür. Son kral Arbinas’tan İskender’in işgaline kadar karanlık bir dönem yaşandığı gibi, Helenistik Döneme ait olarak da çok az bulgu vardır.

 

DİKME MEZARLAR:

Ksanthos şehrinin en görkemli ve özgün anıtları dikme mezarlardır. Monoblok dikmeler üzerinde mezar odaları bulunmaktadır. Yazılı dikmelerin ve ayrıcalıklı niteliklerin ışığında bunlar ve Lykia’daki diğer benzerlerinin egemen hanedan mezarları olduğu anlaşılmıştır.

HARPİ ANITI

Antik kentte, günümüzde en çok dikkat çeken kalıntı bir savaş anıtıdır. Tiyatronun yanında hareketli kent meydanına dikilmiştir. Aslında burada iki dikme var. Diğer dikmenin sahibi belirsizdir. Bu isim, Fellews’in yazıları okurken verdiği anlamdan kaynaklanmaktadır.

Anıtın mezarın MÖ 479 yılında Salamis savaşında ölen Kybernis’in mezarı olduğu düşünülüyor.

Tiyatronun batısındadır. Mezar, beyaz mermerden İon üslübundaki bir tapınak şeklinde inşa edilmiştir. İnşaat tekniği, Atina’dan gelen ustaların varlığını kanıtlamaktadır.

Dekor ise tamamen Likyalı sahnelerle (surlara saldıran askerler), Atina sanatından esinlenen sahneler (Parthenon’un firizini andıran asker ve atlılar geçidi) ilginç bir karışımı görülür. Yani yerli kültürden Yunan kültürüne geçişin izleri hissedilir.

Mezar binasının alt kısmı, monolit bir kare prizması bloktur. Üstteki oda mermerdir ve rölyeflerle süslenmiştir. Bu rölyeflerde: şemsiyesi altında tahta oturmuş Persli yönetici, onun önündeyse yöneticiyi kutsayıp ona bağlılık bildiren kişiler betimlenmiştir. Yani, Anadolu’da Pers etkisinin en iyi sergilendiği bir anıt olarak önem kazanmaktadır.

Anıt ismini: kabartmalarda bulunan ve Harpiler olarak adlandırılan “Yarı kadın yarı kuş” şeklindeki mitolojik varlıklardan alır.

Anıtın yüksekliği 5.43 metredir. Taş bloklardan örülü yüksek bir kaide üzerine yerleştirilmiş bir lahitten oluşur.

Kule şeklindeki monolit kaidenin üstünde mezar odası vardır. Böylece anıtın toplam yüksekliği 8.87 metredir. Bu mezar anıtı: kayalardan oyulmuş, masif bir paye ile dört yüzü frizle çevrili, küçük bir mezar odasından oluşur.

Kabartmalar:

Kabartmalar çok ilginçtir fakat çoğunlukla olduğu gibi anlaşılması çok güç yapıtlardır. Dört kenarda, armağanlar verilen figürler oturmakta, güney ve doğu yüzünde birer kuş, kuzeyde bir miğfer, batıda ayakta durmuş üç kişiyi karşılayan bir figür ile ne olduğu belirsiz bir nesneye doğru uzanan iki kadın vardır.

Doğu yüzünde: ayrıca üç kadın göze çarpar. Bunlardan en sağdakinin yanında bir köpek bulunmaktadır. Mezara adını veren figürler, kuzey ve güney cephelerde, oturan figürlerin yanındadır. Bunlar, kadın başlı, kanatlı, kuyruklu, kucaklarında çocuk taşıyan kuş kadınlardır. Mezar ilk bulunduğunda bunların Panderos’un kızlarını taşıyan Harpyler olduğu sanıldı.

Homer’e göre: yetim kalan bu kızlar, Hera, Athena, Artemis ve Afrodit tarafından bakılmaktaydı. Afrodit: onlara uygun kocalar bulmak için, Olympos’a gittiğinde Harpylerin korumasız kalan çocukları, yılan saçlı Furylere hizmetçi olmaları için kaçırılır. Pandaros’un bir Lykia kahramanı olması bu tefsiri geçerli kılabilir.

Ancak burada karşımıza bazı terslikler çıkıyor. Pandaros ile Pandereos aynı kişilerdir. İkincisinin dört değil, iki kızı vardır ve kabartmalardaki çocuklar evlenecek yaşa gelmişlerdir. Daha sonraki bilim adamları, bu kanatlı kadınları mitolojideki diğer kuş kadınlara, örneğin: ölülerin ruhlarını kutsal adalara taşıyan Sirenlere benzetmeyi yeğlediler.

O zaman oturan kişilerin kral ailesinden olması gerekirdi. Batı Hera ve Afrodit, doğuda: köpeğiyle birlikte Artemis’in bulunduğu ileri sürüldü. Tüm kabartmalar eskiden kırmızı mavi renkteydi. Mezarlar ilk bulunduğu sırada bu renkler kısmen belirgindi. Kabartmaların arka yüzlerine çizilmiş haç ve diğer renkli simgeler, uzun zaman bazı Hiristiyan kişilerin mezar odasını barınak olarak kullanıldığını gösterir.

Üstü bir kapak taşıyla örtülü bu mezar odasındaki kabartmalar: günümüzde Londra British Museum’dadır. Çünkü: 1842 yılında bölgeyi yağmalayan İngiliz Fellow tarafından çalınarak Londra’ya götürülmüştür.

Yerlerine ise, orijinallerinden alınan alçı kopyaları konulmuştur. Kabartmalarda: mezar sahibi kral ve eşine, diğer aile bireylerinin sundukları hediyeler konu ediliyor. Kuzey ve güneydeki yarı kuş yarı kadın şeklindeki “Siren” isimli yaratıklar bebekleri sembolize ediyor ve ölünün ruhunu gökyüzüne taşıyor.

Xanthos Beylerinden Kybernis adlı kral adına dikilen, iki yüzü Likçe ve Grekçe yazılı anıt mezar, dünyaca meşhurdur.

Mezar odasındaki haçlar, anıtın Hıristiyanlık çağında rahip sığınağı olarak kullanıldığını düşündürür.

 

KSANTHOS YAZILI DİKME ANITI

Agora’nın baş köşesindedir. En ünlü ve ayrıcalıklı anıt, yazılı dikmedir. Aslında buna dikili taş demek doğru değildir. Zira alışılagelmiş bir sütun mezar biçimindedir.

Üst kısmı hafif yıkıktır ama kazıdan çalışanlar birçok parçalarını bulabilmişlerdir. Bulunan kısımlar, burada bir mezar odası bulunduğunu ve kapağın Harpy mezarındaki gibi kabartmalarla süslü olduğunu gösterir.

Anıtın gövdesindeki yazıt çift dillidir. Dönemin en uzun yazıtının çoğunluğu Likçe’dir. Ayrıca 12 satırlık eski Yunanca dizede kralın askeri başarıları övülür.

MÖ 430 yılında Atina’dan Lykia’ya bağış toplamak için gönderilen Atinalılar gibi Spartalılar ve Melasandos’tan da bahsedilmiştir.

Yazıtın içeriği, anıtın Ksanthos kralı olan Gergis (Kherei) için yapılmış olduğunu gösterir. Yazıt hem kralın mezarıdır hem de onun zaferinin anıtıdır.

Henüz tam çözülemeyen, salt isimler konusunda güvenilir araştırma düzeyinde bulunan Ksanthos yazılı dikmesi hem çok dilli oluşu hem de tarihi olaylardan bahsetmesiyle ayrıcalıklı bir yer edinirken, Likçe’nin eski diyalektinde yazılmış olmasıyla da özelleşir.

İki dilli yazıtlardaki benzer kelimelerin farklı yazılışlarının nedeni, Grekler’in Likçe’nin egzotik seslerini tam anlayamamış olmalarıdır.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri: Patara’da yaşanmıştır. Büyük İskender birkaç günlük kamp kurduğu kentin görkemli yapıları arasında dolaşan iyi giyimli halkı öylesine anlaşılmaz bir dille konuşmaktaymış ki, çevirmen yardımı olmadan anlaşamamışlar.

Mezar kabartmalarında geçmişin yaşamı her bir yanıyla yansıtılır. Kralın avladığı yaban domuzu Ksanthos çalıları arasındadır. Ve bugün de varlıklarını domuz eti yemeyen Müslümanlara borçlu olarak hala tıslarken, başka bir mezar kabartmasında geçmişte kalmış dağ aslanları bir boğayı parçalamaktadır.

Diğer bir lahit kabartması, ölüm ve yaşamı birlikte resmeder. Atından düşüp öldüğü anlaşılan bir kralın yaşarken ki resmi hemen onun yanında aynı karede anlatılmaktadır.

AGORA

Agora muhtemelen MS 1’nci yüzyıl ortalarında inşa edilmiştir.

KENT SURLARI

Xsantos şehrinde oturanlar, şehirlerini dış saldırılardan korumak için, büyük olasılıkla MÖ 5’nci yüzyıl sonlarında, şehri çevreleyen büyük suru inşa ederler. Bu surun bazı bölümleri, Akropolü korumak için, muhtemelen daha önceki yüzyıllarda yapılmıştır.

Büyük sur, iki tekniğin birbiriyle karışımıdır. Yunanlılardan kalan taş işleme tekniği ve eski Anadolu ve Yakın Doğu sur inşası tekniğidir. Surlar: Roma ve Bizans dönemlerinde onarılarak çeşitli ilavelerle güçlendirilmiştir.

ŞEHİR KAPISI

Güneyde, MÖ 2’nci yüzyıl yapımı bir kapı bulunmaktadır. Helenistik dönem yapısıdır.

ZAFER KEMERİ/TAKI

Bu kapının arkasında, şehre büyük katkıları bulunan Roma İmparatoru Vespasianus’a ait, Dor düzenli bir Zafer Kemeri bulunur. Zafer Takı, 2 evre halindedir.

I. Evreden: sadece kapının yanal dikmeleri kalmıştır. Sağ söve üzerinde oldukça silik görünen yazıtta: “III Antiokhos (MÖ 2’nci yüzyıl başa) tarafından kutsanışını ve kentin Leto, Apollo ve Artemis’e adayışını” belirtir. Dor stilindeki üst yapı elemanları üzerinde tanılan tanrıların büstleri vardır.

II. Evreden: Roma dönemine aittir. Kemerde okunabilen yazıtından, bu kemerin Roma’nın Lykia Valisi Sextus Marcus Princus tarafından MS 68-70 yıllarında İmparator Vespasianus onuruna yapıldığı öğrenilir.

Helenistik ve Roma evresinde mimarinin tamamen değişmesine karşın, Leto, Apollo ve Artemis’in değişmediği  görülür. Helenistik dönemde yazıtla, Roma döneminde büstlerle bu tanrılara saygı devam etmiştir. Çünkü bu kapı, her iki dönemde de Letoon Kutsal Alanına yol vermekteydi.

LYKİA  AKROPOLÜ

Kentin güneybatı da, kentin ilk kurulduğu yer olan Likya Akropolisi vardır. Eşen çayına ve ovaya doğru uzanır. Akropolis’de: Artemis’e ait olduğu düşünülen bir tapınak kalıntısı ve bir Bizans kilisesi vardır.

Likya Akropolünde yürütülen kazılarda, çamur ile birbirine tutturulan küçük taşlardan yapılmış evler ortaya çıkarılmıştır. Bu yapılar, MÖ 6 ile 5’nci yüzyıldan kalmadır. Bu yapıların kalıntıları kül halinde bulunmuştur ve bir yangın sonucunda yandığı saptanan ahşap bir katı üstlerinde taşıyorlardı.

ROMA AKROPOLÜ

Kentin kuzeyinde Roma Tiyatrosunun bitişiğindedir. Kare formlu alan, Roma dönemi agorasıdır. Burada görkemli bir manastır dikkat çeker.

LAHİT

Roma Akropolisinin doğusundaki lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla tarihleniyor. Bu lahit de çalınarak götürüldüğü Londra Brisith Museum’da sergileniyor.

Xanthos Tiyatro

TİYATRO

Roma Akropolünün kuzeyinde; Akropolün masif Bizans duvarına yaslanmıştır.

Sahnesi iki katlıdır. Yapının Bizans döneminde oturma yerleri sökülerek sur duvarlarının yapımında kullanılmıştır. Sırtını Akropole vermiş, kent meydanına bakan tiyatro orta ölçeklidir.

Kapasitesi 2200 kişidir. Klasik meydanın güneyindeki çukura yapılmıştır. Yapımı nedeniyle bu alandaki yapılaşma tahrip olmuş veya değişim geçirmiştir. Bunun en somut örneği, Caveanın doğu tarafında görülen mezar anıtının Onasandros oğlu Onasandros tarafından taşınmış olmasıdır.

Roma döneminde, deprem sonrası onarımı için 10 bin dinar bağışlayan Opramoas’a borçludur. Ancak bu yapı evresinin 2’nci yüzyıl sonuna tarihlenmesi, Pramoas’ın neyi onardığında kuşku yaratır.

Belki de Opramoas’ın onardığı erken tiyatro, 2’nci yüzyıl ortasında yeniden yapılmıştır. Yıkık sahne binasına bakan oturma sıralarından kalanlar her bir yandan eksilmiştir. Bugün görülenler 2’nci yüzyıla aittir.

Cavea önünde kaldırılan ilk 6 sıranın yerine duvar örülmüş olması, Roma döneminde Arena oluşuna bağlı işlevsel bir değişimin mimariye yansımasıdır. Tiyatronun üst sıralarının sökülmesi de bu kez 7’nci yüzyılda akınlara karşı örülen sur duvarını örmek içindir. Yani yine işlevseldir.

YAZILI MEZAR ANITI-OBELİSK

Satrap Kherei’ye aittir. MÖ 5’nci yüzyıla tarihlenir. Anıt: bir kaide ve mezar odasından oluşur. Kaidenin dört yüzünde Likya yazıtı bulunur. Mezar odası: yaklaşık 2 metre yüksekliktedir. Yanlar; Satrapın zaferlerini gösteren kabartmalar ile süslüdür.

Ayrıca: çatı üstünde Satrapın heykeli bulunmaktadır. Bu kabartmaların bir bölümü, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde, diğer bir bölümü ise, çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Xhanthos Mezar Anıtları

MEZAR ANITLARI

Kent, ününü mezar anıtlarıyla kazanmıştır. Bu muhteşem mezarlar “Pilyeli” mezarlardır. Bu pilyeler olağanüstü yapılardır. Ağırlığı 10 tonu geçebilen, kocaman bir  kayadan oluşmakta ve üstünde ölü odası bulunmaktadır.

Bu anıtlardan sadece bir tanesi yazıtlıdır. Bu yüzden, Yazılı Kaya veya Yazılı Pilye olarak adlandırılır. Bu yazıt da mezarın MÖ 5’nci yüzyılın sonlarına doğru Xsanthos kralı olan Gergis’in mezarı olduğunu yazar.

Bu durumda, Xsanthos ve Likya’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi, Xsanthos’da bulunan pilyelerin krallara mahsus olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu pilyelerden bazıları alçak kabartmalarla süslüdür.

Bu anıtların muhtemelen Xsanthos kralları için şehre çalışmaya gelen Yunanlı sanatçılar tarafından yapılmış olmalıdır.

Ancak bu mezar anıtlarının çoğu çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır. Bunlar arasında en tanınanları: Nereitli Pilye, Harpili Pilye, Paya ve lahdi, Aslanlı Pilye.

Aslanlı Mezar

Kentin kuzeydoğu ucunda, Roma Akropolisinin doğu eteğinde sadece kaidesi görülmektedir. Bilinen en eski Likya mezarı olarak önemlidir. MÖ 525 yılına tarihlenen anıt mezarın kabartmaları, günümüzde çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Kule Mezarı

Harpiler Anıtının güneyindedir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir. Likya mezarlarının özgün bir örneğidir. Toplam yükseklik 8.59 metredir. Anıt mezarın, blok taşlarından yapılan kulesi, güneş resimleriyle bezeliydi. Ancak kabartmalar: İstanbul Arkeoloji Müzesine alınarak orada sergilenmektedir. Kulenin üzerinde 3.56 metre yükseklikte bir lahit vardır. Lahit sivri kemerlidir.

Nereidler Anıtı (Londra Brisith Museum’da sergilenmektedir.)
Nereitler Anıtı-KSANTHOS KRALI ARBİNNAS MEZAR ANITI

Şehrin güneyinde, başkentin eteklerindedir.

MÖ 390-380 yılları arasında Xsanthos Kralı Arbinas için yapılmıştır. Özellikle süvari kabartması, savaşçı bir mezar sahibini gösterir.

Nereidler Anıtı

Bugün, burada sadece anıtın temelleri görülür. Tahmin ettiğiniz gibi, bu anıt da çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

Yine de bu anıt hakkında bilgi vereceğim.

Nereidler Anıtı

Anıt, yüksek bir kaide üzerindedir. Kaide kabartmalı frizlerle bezelidir. Kaidenin önü, sütunlarla çevrili üst bölümden oluşur. Sütunlar: üçgen alınlıklı bir çatıyı taşırlar.

Anıtın büyük frizinde: mezar sahibinin atalarının Pers-Yunan savaşını kutlayışları anlatılırken, küçük frizde: Lykia prensi, büyük Pers kralının buyruğuyla başardığı işleri kutlamaktadır. Sütunlar arasında ise su perileri “Nereidler” yerleştirilmiştir. Zaten anıt adını bu perilerden almaktadır.

Mezar odası: yüksek kaidenin içindedir.

Son bir not: 2022 yılında Londra Brıtish Museum’a gittim, İngilizler müzeyi oluştururken bütün dünyadan elde ettikleri eserleri, ziyaretçileri müzeye ücretsiz sokarak gösteriyorlar.

Nereidler Anıtını müstakil bir salona yerleştirmişler, ışıklandırmışlar, hemen karşısına da koltuk koymuşlar, bu koltuklara oturup bu muhteşem anıtı dakikalarca seyrettim, inanılmaz güzel, böyle güzel bir anıtın ülkemizden uzaklara, Patara Limanına yanaşan bir İngiliz Savaş Gemisine yüklenerek götürülmesi olacak iş değil,

Xhandos Sütunlu Cadde

SÜTUNLU CADDE

İki Agora arasında kent merkezini boydan boya, doğu-batı istikametinde kateden görkemli bir sütunlu cadde uzanmaktadır. 11.85 m genişliğindeki caddenin her iyi yanında, portikoyla örtülü, 5.70 m genişliğinde kaldırımlar vardır. Tüm benzerlerinde olduğu gibi, caddenin iki yanı boyunca dükkanlar dizilidir.

Evet, cadde Roma dönemine aittir. Cadde, taş kaplamalarıyla Anadolu’nun en iyi ele geçen caddelerinden birisidir.

 

Leteon

LETOON-KUMLUOVA-BOZOLUK

Ksanthos’a Fethiye’den giderken, 5 km beride, sağa sapan bir sapakla, 6 km gidildikten sonra ünlü Leto tapınağına varılır.

2008 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Şehir, Ksanthos, Patara ve Pınara’nın ortasında bir ortak tapınma kentidir. Dönemler boyunca Lykia’nın haç yeri ve ortak sunağı olarak kullanılmıştır. Sadece tapınma için yaratılmış bir yerleşimdir. Sadece tanrılarla buluşulan bu gizemli mekanda, özel günlerde, Leto soylu tanrıları birlikte selamlanırdı. Ayrıca, vefa duyguları kurbanlarla ve dualarla biçimlenirdi.

Evet, Letoon, tüm yerleşimin tanrılar kenti olarak düzenlenmiş şeklidir. Adı gibi “kadın efendi”, ana tanrı Leto, oğlu Apollo ve kızı Artemis’in aile ocağıydı. En doğuda Apollo, ortada Artemis ve batıda da Leto tapınakları yan yana uzanıyordu.

Aylık ve yıllık bayramlarda burada kurbanlar kesiliyormuş. Kurallara karşı çıkanlar Leto ve çocukları Nympheler (su perileri) önünde suçlu sayılırmış.

Ayrıca, şehir, Lykia şehir devletlerinin kültür merkezi olduğu sanılıyor. Çünkü, o dönemde, milli festivaller burada düzenleniyormuş.

Evet, Letoon; Arap akınlarının başlaması ve Hıristiyanlığın putperest yapılarına karşı acımasız olan tutumu yüzünden, şehrin terk edildiği tahmin ediliyor.

 

Letoon adı Efsanesi-Mitoloji:

Letoon adı ise, efsanelerden gelmekte. “Tanrılar kralı Zeus, Leto’ya aşık oluyor ve birlikteliklerinden, Leto ikiz çocuklarına hamile kalıyor.

Zeus’un kıskanç karısından korkan Leto, Hera’dan daha çok uzaklaşabilmek için, Lykia’ya, Anadolu kıyılarına Delos’a kaçıyor. Burada: çocukları Apollon ve Artemis’i doğuruyor. Çocuklarını yıkamak isteği su kaynağından, tanrı ailesini kovan köylüleri, kurbağaya çevirir.

Buradaki kaynak ve su vurgusu, Letoon’da kültü biçimlendirir. Likçe’de Elyana olarak geçen su perilerine adanan kaynak, MÖ 7’nci yüzyıldan beri tapınak yeri olmuştur.

Evet, bir başka öykü ise şöyle anlatılır:

Leto’ya yolda karşılaştığı kurtlar, ona Xantos Nehrine kadar kılavuzluk ediyorlar. Leto, minnettarlık içinde nehri Apollon’a adayarak, o zamana kadar “Termilles” adıyla bilinen yere, Yunanca kurt anlamına gelen “İykos” sözcüğünden türetilmiş olan “Lykia” adını veriyor.

Yine bir başka öykü:

Leto, Lykia’dan Syssa adlı bir yaşlı kadınla dost olup, onun kulübesinde kalır. Bazıları Leto mezhebinin Lykia’da Yunan döneminden önce de var olduğunu ve adının Lykia dilinde kadın ya da zevce anlamına gelen “Lada” ilişkisinin bulunduğunu ileri sürerler.

 

3 dilli yazıt:

Tapınaklar alanındaki kayalıkta bulunmuş olan çok dilli bir yazıt bloğudur.

Likçe, Eski Yunanca ve Aramice dillerin Kaunos’un efsanevi tanrı-kralları için Ksantos’da kurulan Basieus kültüründen söz edilmektedir. Likçe, Eski Yunanca ve Aramice dillerinin aynı anıtta birlikte yer alması resmi/politik bir söylemden iz vermektedir.

Likçe kısmı 41 dizeden oluşur. Bugün Fethiye Müzesinde bulunan yazıt, ilk olarak 1974 yılında yayınlanmıştır. Yazıt içeriğinde Kral Kaunos ve Karanlık Tanrılar kültü (Arkesimas) kayıtları bulunmaktadır.

MS 385 yılının Haziran ayında yazılmış bu üç dilli blok, günümüzde Fethiye Müzesinde sergileniyor.

Aruntius Anıtı:

2010 yılında Letoon kazılarında ortaya çıkarılan Ksanthos’un seçkin ailelerinden Arruntius anıtıdır. Apollon tapınağının güneydoğu köşesine, 1.67 m mesafede, ana kaya duvara paralel uzayan bir anıttır. Anıt: Arrutius ve ailesine adanmıştır. Marcus Artuntius Claudianus, Nerva-Traanus döneminde, Roma Senatosuna ilk alınan Lykialıdır. Grifon ayaklı, eksedra ile biçimlenen dikdörtgen anıt, 6.66 m uzunluğunda ve 1.65 m genişliğindedir. Yazılı blokların üst yüzlerinde, bir zamanlar Aruntius ailesine ait 9 tane bronz heykel olduğuna dair izler bulunur. Anıt yazıtlarına göre, MS 1’nci yüzyıl sonu, 2’nci yüzyıl başlarında yapılmıştır.

 

Helenistik Tiyatro;

Yerleşimin Helenistik Tiyatrosu, sadece tapınma şölenlerinde kalabalıklara hizmet edermiş. Vadililer, burada her bayramda toplanır adaklar adarlarmış. Tapınaklar: ana, oğul ve kıza aitken, ne ilginçtir ki, insanlar Dionysos masklarıyla bezeli tiyatroda toplanırdı. Masklar arasında, Tanrı Dionysos, silenos, satry, kız ve yaşlı komik bir kadın, girişte sıralanmıştır. Dinsel tapınımlar; eğlenceye, şölene ve bir tür gösteriye dönüştürülmüştür.

 

Kilise:

Erken Bizans dönemine aittir. İddiasız yayınlığı ve sessizliğiyle dikkat çeker.

 

TAPINAKLAR BÖLGESİ:

Tapınaklar bölgesinin kuzey ve doğusu portiklerle çevrilidir. Doğudan itibaren Leto, Artemis ve Apollon tapınaklarının yan yana dizildiği alanın, önünde bulunan kutsal kaynak üzerine Helenistik ve Roma dönemlerinde, kutsal çeşme inşa edilmiştir. Bu kutsal kaynakta: Arkaik dönemden Helenistik döneme kadar tarihlenen pişmiş topraktan heykelcikler, Lykialıların Elyanalar olarak adlandırdığı Nympheler’e adanmıştır.

Helenistik döneme ait Nymphaionun üstüne: İmparator Hadrianus döneminde, Roma Nymphaionu ve ardından da kilisenin inşa edilmesiyle, günümüze çok az kalıntı kalmıştır.

Lykia birlik rahibinin adadığı “Hadrianus Heykeli” yazıtı, anıtın tarihlenmesini sağlar. Sular altında kaldığından kazılamayan bölümde bulunduğu tahmin edilen, pek çok yapı daha ortaya çıkarılamamıştır.

Leto Tapınağı:

En batıdaki 3’ncü yüzyıl tapınağının cellasında bulunan bir yazıt, tapınağın Leto’ya adandığını belgeler.

 

Apollo Tapınağı:

Tapınağın zeminindeki mozaiklerde, yan yana sıralı, Artemis’in yay ve oku, Apollo’nun kutsal çağrısı Lyra ve güneş kursu sanki bu üç tanrı ile ilişkili bir yer resmi gibidir. Apollo ve Artemis, simgelerinin bu tapınaktaki birlikteliği, tapınağın kimliği konusunda kuşku yaratır.

 

Artemis Tapınağı:

Ortadaki tapınak Artemis’e aittir. Buna göre, doğudaki tapınağın da Apollo’ya ait olduğu düşünülmüştür. En bilinmeyen ise, Artemis tapınağının ortasında kalmış “yerli kaya” dır. Yarım kalmışlığından, kaya tapınma amacına kadar pek çok açıklamayla tartışılır. Ön kısmında, 5’nci yüzyıl sonunda adanmış, Likçe yazılı bloklarda “Artemis” in adı geçer. Yazıt aynı zamanda: “Lymralı dindar Demokleides’in adadığını ve buranın gerçekten tüm Lykia’nın tapınağı olduğunu” gösterir.

Genel olarak, tapınakların hiçbiri yokken bile, buradaki düzeltilmiş kaya platformlarında tapınım olduğu düşünülür. Letoon’da bulunmuş “biçimsiz ilkel bir yontu” belki de bu eski zaman tapınımlarından kalmıştır.

Bilinen o dur ki, Letoon kutsal alanı: “Anis Massanasis’in (Tanrıların anası) kült alanı olarak muhtemelen MÖ 2’bine kadar gidiyordu. Araştırmacılar, Hitit Kralı Murşili’nin anlaşma metninde “Siyanti Nehrinin (Ksanthos çayı) karşısında bir kült alanı olduğunu” yazmaktadır. Leto’nun bu kültle nasıl buluştuğu belli değildir. Leto’nun en erken belgesi, 4’ncü yüzyılda Erbinna tarafından Letoon’a adanmış yazıttır. Aynı yazıtta Apollo da anılır.

Letoon, üç dilli yazıtında Leto, Apollon ve Artemis, ilk kez birlikte anılır.

 

Helenistik dönem:

Helenistik dönemde, Letoon, Lykia birliğinin resmi tapınım yeriydi. MÖ 279 yılında, Telmessos halkı, Letoon’da üçlü tanrıyı anmıştır. Kendilerini, Rhodos’tan kurtaran Roma’ya olan saygı nedeniyle, tanrıçaları Leto ile Roma’yı bütünleştirdikleri “Romaia Letoia Şenlikleri” düzenlerler. Bundan sonra da Hıristiyanlaşıncaya kadar, Roma’nın tanrıça ve İmparatorlarına tapacaklardır.

 

XAKBİ-KANDYBA-GENDİVE-ÇATALOLUK

Elmalı-Kaş yolunda kasabaya 8 km uzaklıktadır. Gendive’nin kuzeydoğusundaki kayalıklar üzerinde kurulu akropolünde ve eteklerinde kalıntılar izlenir.

İnce uzun tepe, sur duvarlarıyla çevrilidir. Özellikle güney boyunca korunmuş olarak izlenir. Surun daha sonraki dönemlerde de kullanılmış olduğu, duvar işçiliği ve devşirme malzemelerden anlaşılır. Surların kuzeybatı kısmında Bizans kulelerinden biri kısmen korunmuştur.

Çıkış yolu izlenebilen Akropol kapısı, güney uzun yüzdeki surların yaklaşık ortasındadır.

Sur içinde, güneybatı köşede yoğunlaşan yapıların kayaya oyulu bölümleri kalmıştır.

Kaleye girmeden önce, ana girişin hemen önündeki kayalık oyularak, yaklaşık 200 kişilik küçük bir tiyatro yapılmıştır. Helenistik tiyatronun üst oturma sıralarından birkaçı görülür. Alt kesim erozyonla dolmuştur.

Sur içinde ve sur dışında sarnıçlar vardır. Akropol’ün güney tarafında kaya mezarı ve lahitler görülür. Kaya mezarlarının biri yalın cepheli diğeri Lykia geleneğinde ahşap cephelidir. Cephenin büyük kısmı kırılmıştır.

Kandyba da dikkat çeken diğer şey, günümüz köy evlerinde antik devşirme malzeme kullanımı ve özün yapılarıyla ahşap depolardır.

Gindive köyü Akropol eteklerindedir.

 

KERTHTHİ-ASARALTI/HACIOĞLAN

Köybaşı ile Gendive arasındadır.

Ksanthos’daki Gergis Dikmesindeki yazıttan yola çıkılarak Hacıoğlan kalıntılarının Kerththi olduğu öne sürülmüştür.

Yazıtta; Pedrita’ya (Lykia Aphroditesi) altarlar adanan kentten sayılmaktadır. Sayılan bu kentler: Arnna (Ksanthos), Tuminebi (Köybaşı), Kerththi ve Xakbi’dir. (Kandyba)

Yeri önceden bilinen üç kent arasında Kterhthi yerleştirmek güç olmamıştır.

Ormanlık alandaki tepe üzerindeki yerleşime Kalkan’dan gelen yolla ulaşılır. Bu noktada ikiye ayrılan yoldan kuzeydeki Kandyba’ya güneydeki Phellos’a ulaşır. Yerleşimin güneyinden Felen çayı geçer.

Aşağı yerleşimi çevreleyen surlardan parçalar izlenir. Yukarı yerleşimde de bir kale kalıntısı vardır. Yukarı yerleşimin batısındaki kaya mezarı en Lykialı kalıntıdır.

Aşağı yerleşimin batısındaki kayalıkta bulunan basamaklı altlıkta Perdita heykeli dikilmiş olmalıdır.

Kente gelen batı yolun sonlandığı yukarı yerleşimin batı kapısının girişi belliyse de kapıdan eser kalmamıştır. Bu kapıdan Kerhthi’nin şehir bey konutuna ulaşılır.

Yapı kenarları yaklaşık 50 m olan kare forma sahiptir, avlu çevresinde dizili sekiz mekanlı ve iki girişlidir.

Yukarı yerleşimin doğusundaki önemli yapının bir tapınak, köşk, garnizon ya da savunma kulesi işlevlerinde olabileceği gibi oldukça fazla fonksiyon seçenekleri sıralanmıştır.

Yerleşimde beş kaya mezarı ve üç lahit dışında başka bir mezar yoktur.

Kenotaph işlevli beş monolit dikmenin en erkeni 5’nci yüzyıla tarihlenir. Dikmelerin sayısı, Kerthti’de o dönemde muhtemelen beş egemen aile olduğunu gösterir.

Yukarı kalede bulunan taş balta, Tunç Çağı yerleşim başlangıcını gösterirken, diğer erken mimari kalıntılar Klasik Dönemde Kerththi’nin önemli bir Klasik yayılım zinciri oluşturduğunu gösterir.

Arkaik ve Erken Klasik dönemlerde sadece tepedeki yerleşim, Harpagidler ve Zemuridler’in birlikte zaferinin ardından (MÖ 430-420) surlarla çevrili bir yerleşime dönüşmüştür.

 

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.

 

 

 

Demre

Demre

ULAŞIM

Demre-Antalya arası uzaklık: 147 km. dir. Bitmesini istemeyeceğiniz güzelliklerle dolu, asfalt bir yolla Demre’ye ulaşılır. Finike-Demre arası uzaklık: 28 km. dir. Demre-Kaş arası uzaklık: 37 km. dir. Demre-Fethiye arası uzaklık: 130 km.dir.

GENEL

Demre ilçesinin tarihteki ismi Myra’dır. Ksanthos yazıtında anılan “Muri” güçlü olasılıkla Myra’nın eski adıdır.

Myra şehrinin isminin “Mür” yağının üretildiği yaban mersini bitkisinden gelmektedir. Yaban mersini: kabuğundan “Adonis” in doğduğu bitkidir. Bitki vejetasyon tanrıçası Artemis ile özdeştirilir.

Kazılarda çıkan mür yağı şişeleri, kilisenin kuzeyinden çıkan Myrophlyon (Mür yağı kutsama odası) ve Myrophylakion (Mür yağı saklama odası) ve hala bölgede rastlanan mersin ağaçları, her dönemde kentin adına yansıyan en kesintisiz özelliğini sunar.

Üç tarafı dağlarla çevrili bulunan İlçenin kurulduğu arazi, Demre Çayının getirmiş olduğu verimli alüvyonlu topraklardan meydana gelmiştir.

Akdeniz ikliminin tipik özellikleri görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağmurludur.

İlçenin ekonomisinin % 90’ı tarıma dayalıdır. Aslında turizm cenneti olmasına rağmen, turizm tesislerinin yetersizliği nedeniyle, halk geçimini tarım ile sağlamaktadır. Türkiye’nin en çok: Sivri Biber üretilen yeridir.

Demre sivrisi, adını buradan almıştır. Evet, niye turizm yetersiz? Çünkü: ulaşım zorluğu var, konaklama tesisleri az ve bu yüzden hizmet sektörü gelişmemiştir. Bunun sonucunda: Demre’de, gece eğlence merkezi veya eğlence hayatı da yok.

NE YENİR

Demre’de yöresel bir yemek tatmak isterseniz: Köle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlamasından yapılan) deneyebilirsiniz.

TARİHİ YERLER

Demre yerine bazı tarihçiler “Dembrah” yazarlar. Bunun anlamı “şato” demektir. Kayıkların girdiği koy, bol miktarda akan suyuyla meşhurdur. Hafif kükürtlü ve tuzlu olan bu soğuk su, yakınındaki kayadan çıkar. Bu dere, eski coğrafyacılar tarafından Andaki deresi olarak kaydedilmiştir. Brutus ile Lentulus’un Lykia’ya açtıkları savaşta, donanmaları burada demirlemiştir.

Demre de bulunan tarihi yerler

Myra antik kenti,

Noel Baba Kilisesi.

Andriake Limanı

Myra

MYRA

Myra Teke yarımadasının güney ucundadır. Kentin doğusunda 20 km uzunluğunda derin bir vadiden akarak Akdeniz’e dökülen Myros çayı bugünkü adıyla Demre çayı bulunur. Myros çayının getirdiği alüvyonlarla oluşan Demre çayı deltası, hem antik dönem Myra’sına hem de günümüz Demre’sine yerleşime uygun düzlükler sunarken, zamanla Myra kentinin tümünü, Andriake Limanının ise ağzını kapatarak yerleşimlerin son bulmasına neden olmuştur.

Günümüz Demre’si, antik dönem Myra’sını örten ortalama 4-9 m arasında değişen yüksekliklere sahip alüvyon dolgu üzerine oturmaktadır. Modern Demre’nin altında çok sayıda kalıntının varlığına dair ipuçları vardır. Demre’nin altında Pompei gibi lavlar değil ama yüksek alüvyon örtüsüyle kaplı büyük ve muhtemelen iyi korunmuş bir kent yatmaktadır.

Derin alüvyon altında gömülü olan Myra konusunda yol gösterici en önemli belge, 1837 yılında İngilizler tarafından yapılan topoğrafik kent planıdır.

Her iki liman ile karadan ve denizden gelen tüm yollara hakim bir kalenin kalıntıları bulunur.

Kalıntılar zamanın tahribine uğramış olsa da Myra en önemli Lykia kentleri arasındadır.

Kent bugün yamacında kaya mezarları ve tiyatronun bulunduğu tepeden itibaren, düzlüğe doğru yayılmış durumdadır.

Tiyatronun ölçüleri kentin nüfusu hakkında bilgi verir. Myra tiyatrosu Anadolu’daki en iyi ve en büyük inşa edilmiş olan tiyatrolar arasındadır.

MYRA TARİHİ;

Helenistik dönem kaynaklarında anılana dek geçen süreçte Lykia tarihi ile paraleldir.

MÖ 3 bin içlerindeki Bronz çağ yerleşimcilerinin varlığı ve Gelidonya ve Uluburan batıkları ile güneydoğu Lykia da bulunan yeni veriler, Myra’nın bu dönemlerde yerleşime sahne olduğunu düşündürür.

Myra, Helenistik dönemde kurulan Lykia birliğinin üyesidir ve 6 büyük kentten biri olması nedeniyle de birlikte 3 oy hakkına sahiptir. Dolayısı ile Myra’nın Helenistik dönemle birlik içinde önemli bir konuma sahip olduğu anlaşılır.

Bu durumu kanıtlayan diğer veriler arasında: MÖ 2’nci yüzyılda Ksanthos ile yapılan İsopoliteia Anlaşması, Tyberissos ve Teimiusa yerleşimleriyle bir Sympoliteia içinde olmasının ve de Helenistik birlik döneminde Masikytos Bölgesinin baş darphanesinin Myra olması olasılığı sayılabilir.

Myra, MÖ 1’nci yüzyılın başlarında, Patara, Tlos ve Ksanthos ile birlikte metropolis unvanına sahip kentler arasında yer alır.

Antik dönem yazarları:

Cassius Dio: Myra halkının limanda yakaladıkları Brutus’un generalini tutukladıklarından ve sonra serbest bıraktıklarından bahseder.

Appianos: MÖ 42’de, Ksanthos şehrinin istila edilmesinden sonra, Roma İmparatoru Brutus, Komutanı Lentulus Spinther’i, para toplamak için şehre gönderir. Myralılar karşı koyarlar, limanı bir zincirle kapatırlar. Spinther, Andriake limanını kapatan  zinciri güç kullanarak kırdırır ve Myralılar bunun üzerine teslim olurlar. Öte yandan Roma İmparatorları, Myra şehrine karşı iyi davranırlar.”

 

Evet devam edelim.

MS 18 yılında İmparator Tiberius, evlatlığı olan Germanicus ve karısı Agrippina, şehri ziyaret ederler ve Andriake şehrine dikilen heykellerle onurlandırılırlar.

Andreike’de İmparator Nero’nun onurlandırıldığına dair bir yazıt ele geçmiştir.

Bu dönemde, Andreike’ye dikilen Lykia Birliği Gümrük Yasasını içeren yazıt, limanın ne denli önemli olduğunu gösterir.

Yazıt, Nero döneminde Lykia Eyalet Valisi olan C. Licinius Mucianus zamanında MS 60-693 yılları arasında tarihlenir.

Myra kentinin bu dönemde otonom sikkeleri bastığı düşünülür.

Bu yıllar Aziz Paulus’un Lykia’yı ziyaret ettiği dönemlerdir.

İlk olarak, 3’ncü misyonerlik seyahati sırasında, MS 53-57 yıllarında Lykia’nın en kalabalık ve en zengin kentleri olan Myra ve Patara’ya uğramıştır. Azizin ikinci kez Lykia’ya gelişi, MS 60-61 yıllarındadır. Bu kez Kudüs’e yarattığı huzursuzluğun hesabını vermek üzere Roma’ya tutuklu olarak giderken, Andirake’de Roma’ya buğday taşıyan, İskenderiye bandıralı bir gemiye nakledilir.

Hadrianus dönemi, özellikle liman yerleşimi Andriake için imar faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı bir dönem olmuştur.

Bu dönemde, Andriake’nin en önemli yapıları olan granarium ve hemen doğu bitişiğindeki ticari agora/plakoma inşa edilmiştir.

Akdeniz’de doğudan batıya uzanan deniz rotasında bulunan Andriake Limanında ve Patara’da inşa edilen Horrea, İmparatorluğun bu kentlere verdiği önemi gösterir.

Söz konusu kentlerin sahip olduğu korunaklı limanlar, özellikle İmparatorluğun Mısır’dan ihraç ettiği tahılın güvenli bir şekilde taşınması ve korunmasında önemli bir rol oynamış olmalıdır.

DEPREM:

MS 141 yılında meydana gelen deprem, tüm Lykia kentleri gibi Myra’da da etkisini gösterir.

Deprem sonrası, bütün Lykia kentlerine maddi destekte bulunmuş olan Rhodiapolisli ünlü hayırsever Opramoas, Myra’ya da 100.000 Dinar üstünde bir para yardımında bulunmuştur.

Yardımların içeriğini: kentin gymnasiumunun peristylosu ile skythosisinin yanı sıra, Lykia’daki yapıların en büyüğü ve en güzeli olarak anılan tiyatro ve Eleuthera Kutsal Alanının yeniden inşası, Tykhopolis’in altın kaplı heykelinin restore edilmesi, yağ satın alınması, deprem sonrası onarımlar oluşturur.

Bunlar sadece diğer kentlerde bulunmuş yazıtlar yardımıyla bilinen, Lykia kentlerinden Myra’ya gelen yardımlardır.

ŞEHRİN TERK EDİLİŞİ:

MS 9’ncu yüzyılda Arap akınları nedeniyle şehir terk edilir.

 

 

Andriake Limanı

Şehrin Limanı: Andriake, Patara ve Phaselis ile birlikte Likya’nın önemli limanlarından birisidir. Liman hakkındaki ayrıntılı bilgi, aşağıdadır.

Tiyatro

BUGÜNE ULAŞAN KALINTILAR:

Kilise, kısmen çevre duvarları dışında görülebilen kalıntılar arasında; tiyatroya ulaşımı sağlayan asfalt yolun doğu bitişiğindeki hamam, tiyatro, kaya mezarları, akropol ve eteklerindeki duvar kalıntıları ile şapel yer alır.

Tiyatronun doğusu ve güneyinde akropolün güney eteklerinde ve oradan da Aziz Nikolaos kilisesine doğru uzanan bugünkü asfalt yol boyunca artan veriler, bu bölümlerde yoğun yapı kalıntılarının varlığına işaret eder.

Demre çayı yatağında yapılan kurtarma kazılarında ortaya çıkarılan 6 adet soyulmamış lahit, Roma dönemi nekropolünün bugünkü Yaylakaya Mahallesine kadar uzandığını ve muhtemelen büyük oranda korunmuş olduğunu gösterir.

Antik kaynaklar ve epigrafik veriler, kentteki bazı yapılardan bahseder.

Bunlardan en önemlisi: Artemis Eleuthera Tapınağıdır.

Artemis Eleuthera Tapınağı:

Hayırsever Opramoas’ın MS 41 depreminden sonra Artemis Eleuthera Tapınağının yeniden inşa edilmesi için yaptığı yardım dışında, III Gordianus döneminde darp edilen sikkelerden varlığı bilinen ve Opramoas yazıtında “Lykia’nın en güzel Artemis Tapınağı” olarak anılan ünlü yapı, Myra Piskoposu tarafından 4’ncü yüzyılda temellerine kadar yıktırılmıştır.

Ksanthos ile Myra arasındaki İsopoliteia anlaşma metninin biri Ksanthos Leto Tapınağını diğeri de Myra Artemis Tapınağına dikilecek olan iki ayrı stele yazılacağı kaydedilmiştir.

Sura yazıtında, Artemis Eleuthera baş tanrı olarak geçmektedir. Bu baş tanrı Rhodiapolis mezar yazıtında “Artemis Myrika” olarak anılmaktadır.

 

Stoa:

Hayırsever İason’un kızı Lykia ile birlikte, bir hamam yaptırdığı Stoa’da, varlığı bilinen ama görülemeyen yapılardandır.

 

Myralı Azizler:

Sionlu Nikolaos’un Vita’sında ve Praxis’de Stratelatis’te: Myralı bazı aziz ve yer adları anılmaktadır. Bunlar: İrene, Dioskorides, Leon, Kallinike, Kriskes/Crescens, Nikokles, Hermaios, Themistokles ve Berras’tır. Burada anılan kişi adlarından, örneğin: Dioskorides, Crevscens ve Hermaios’un Marty oldukları ve Azize İrene’ye ithaf edilen şehir dışında bir kilise olduğu anlaşılmaktadır.

Bunların dışında kentin güneybatı kapısının yakınlarında Andriake’ye giden yol üzerinde, suçluların idam edildiği Berras adında bir yerin varlığı da bilinmektedir.

Ayrıca Dioskorides ve Leon olarak anılan yer isimleri de geçmektedir.

Dolayısıyla antik kaynaklar ve epigrafik verilerden varlığı bilinen yapılar dışında, Antik dönem Myra kentine ait daha çok sayıda yapı alüvyon altında kazılacağı günü beklemektedir.

Akropol ve Savunma Sistemi:

Myros vadisinin düzlükle buluştuğu Alakent Mahallesinin kuzeyindeki kule tepe üzerindedir.

Strabon: “Myra’nın denizden 20 stadia içeride, yüksek bir tepe üzerinde kurulduğunu” yazmıştır.

Yüzeydeki kalıntılara bakılarak Akropol’ün MÖ 5’nci yüzyıldan, Bizans dönemine kadar kullanıldığı söylenebilir.

Akropole güney yamaçtaki kaya basamaklarıyla çıkılır.

Evler arasında çok sayıda nitelikli duvar kalıntısı vardır.

Zirveyi çevreleyen su duvarlarında, Bizans dönemi onarımları vardır.

Doğu yönde zirveyi kuşatan Bizans dönemi suru, Akropolün kuzeydoğu köşesindeki erken dönem duvarla birleşir.

Bizans dönemi surlarının ilave edilmesiyle, Akropol iki sıralı surla çevrelenmiştir.

Girişin hemen kuzeydoğusunda, bir tapınak ya da mezara ait olabilecek podyumu kalmış kalıntı dikkat çeker. Bu yapının kuzey bitişiğindeki bir üst kotta yer alan İç kalede bir kilise ile kuzeydoğu köşede bir sarnıç bulunur.

Sırt boyunca batıya uzanan sur duvarları kuzeybatıdan güneye doğru dönerek, doğudaki giriş kapısına yönelirken, aynı köşeden Bizans döneminde inşa edilen surlar da daha alt kottan güneye doğru devam eder.

Akropolün batı bölümünde bir kilise vardır. Girişi kuzey aksında, surların dışındaki kuzey yamaçta ilginç bir yapı kalıntısı bulunur. Kuzey bakışımlı ve doğu-batı doğrultusundaki yapı, üç yönden ana kaya ile sınırlandırılmıştır. Yaklaşık 25 x 15 m ölçülerindedir.

Doğu ve batı kesimdeki ana kayaya işlenmiş basamaklar ile hafif eğimli güney kayalık ile bunun kuzeyindeki teras duvarlarıyla tesfiye edilmiş orta alan, buranın toplanmaya yönelik düzenlenmiş olabileceğini düşündürür.

Myra’nın savunma sistem ve yapılarının tamamı, Helenistik döneme tarihlenir. Myra’nın deniz tarafındaki asıl savunma noktası Andriae Limanıdır. Andeika, güney kentte, tepe sırtı boyunca 200 m kadar uzanan sur duvarları ve kulelerinde duvar işçiliği gayet güzeldir.

Yerleşimi çevreleyen ve hatta aynı hatta doğuya doğru da devam etmeyen, planlamasıyla anlamlandırmak zor gözükse de 4 kulenin de güneye deniz tarafına bakması ve sarnıç gibi yaşamsal ünitelerin liman-kent tarafında olması, bu kesimde tek hatta bir savunma önlemi alındığını gösterir.

Myra vadisi boyunca, karasal ana ulaşım noktalarında, Beymelek’ten Gürses’e kadar ki yıkın alanda, Myra’nın çevresini kuşatan, sıkı bir güvenlik sistemi oluşturan kuleler vardır.

Bu savunma birimlerinin, MÖ 3-2’nci yüzyıllar arasında yapıldığını gösterir. Bu kuleler aynı zamanda bir savunma ağının parçası olarak inşa edilmiştir. Tehlike anlarında, birbirini gören bu kelelerden hızlı bir haberleşme ağının kurulduğu anlaşılır. Bizans dönemine gelindiğinde, Myra Akropolünün de tekrar surlarla çevrilmiş olduğu görülür. Çünkü Bizans döneminde Arap akınları gibi büyük bir tehdit vardır. Andriake savunma sisteminin varlık nedeni ise, Helenistik dönemde gelişen liman ticareti ve organizasyonunu korumak amaçlıdır. Çünkü varlık arttıkça, korsanlık ve diğer tehlikeler de buna paralel artmaktadır.

KAYA MEZARLARI

Myra’nın en görkemli yapı gurubu, kaya mezarlarıdır.

Kaya mezarları nekropolleri: kuzeybatı ovanın sınırlarını oluşturan ve Myros çayının biçimlendirmesiyle, düzlüğe doğru hafifçe uzanan dağ silsilesinin ucundaki yüksek kaya yüzlerinde, üç farklı alanda toplanır.

Nekropoller, bu konumlarıyla, aynı zamanda kentin tüm dinsel ve sivil mimarisiyle de iç içedir.

Öyle ki bir mezarın yanı başında, yaşamın mimarisini taklit ederek oluşturduğu ölüler kenti, aynı zamanda sivil yerleşimin imitasyonunu oluşturarak, kesintisiz bir panoramik kent görüntüsünü tamamlar.

Myros vadisine bakan doğu nekropolü (nehir nekropolü): 41 mezar

Doğu nekropolü arasındaki güney nekropolünde: 12 mezar

Batı nekropolünde (deniz nekropolü): 47 mezar vardır.

Akropolde bulunan 1 ve Myros çayının doğu yakasında bulunan 3 mezar ile birlikte toplam mezar sayısı 104’tür.

Bu ayrılık içlerinde barındırdıkları mezarların tipleri ve niteliklerindeki farklılıklarla karşımıza çıkar. Tüm bunlar mezar sahiplerinin sosyal statüsüyle ilgili önemli bilgiler verir.

Kaya mezarları, MÖ 4’ncü yüzyılın başı ile MÖ 320 arasına tarihlenir.

Mezarlardan 23 tanesi yazıtlıdır. Bunlardan 12 tane Likçe, 10 tanesi eski Yunancadır.

Mezarların tümü, kaya yüzündeki fasat anıtları olarak biçimlendirilmiştir.

17 mezar: cenaze işlemleri ve sonrasındaki ziyaret/anma ritüellerine uygun ortam sağlayan, bir ön alana sahiptir.

Mezar odaları genellikle tektir fakat 4 örnek, birden fazla mezar odasına sahiptir.

Boyutları, alınlık ve naos frizi üzerindeki etkileyici kabartmaları, templum in antis ve peripteral düzendeki tapınak cepheleriyle, öne çıkan 3 mezar dışında, Myra nekropolündeki mezarların tümü, örtü sistemlerine ve cephelerine göre, kendi içinde tipolojik olarak farklılaşan mezar evler tipindedir.

Mezar kabartmaları:

Myra kaya mezarlarının 10 tanesinde, nitelikleri ve ölü gömme gelenekleriyle ilgili bilgiler veren ikonografileri açısından önemli olan 23 kabartma vardır.

Bunların 17 tanesi, figürlü sahnelerden oluşur.

6 tanesi mezar odasındaki kiline ayaklarına ait kabartmalardır.

Sahneler: Lykia dönemi kabartmalarının önemli bir gurubunu oluşturur.

Genellikle MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir.

Doğu nekropolünde bulunan tapınak cepheli bir mezar, aslan-boğa mücadelesinin işlendiği alınlığa sahiptir. Mezarın iç kısmında 8 figürden oluşan bir sahne görülür. Aslanın başının iyi yanında, muhtemelen dansözlerden oluşan fantastik bir figür bulunmaktadır.

Kapı üstündeki frizde, ortada bulunan klinede uzanmış mezar sahibi, ailesiyle birlikte symposium sahnesinde betimlenmiştir. Yanda Myra’nın bitki/doğa tanrıçası Artemis Myrhh bulunur. Kapının her iki yanında, üzerlerinde aslan başları taşıyan plaster-yarım sütunlar vardır.

 

RESİMLİ MEZAR:

Resimli mezar olarak adlandırılan ve ev tipindeki bir diğer mezar, kabartma programındaki 11 insan figürünün gerçeğe yakın ölçülerde ve incelikte betimlenmişliği ile öne çıkar. Likya bölgesindeki en etkileyici mezardır. Mezarın özel kısmı: kabartma olarak yapılmış ve gerçek ölçülerde 11 insan figürüdür.

Günümüzde az da olsa görülebilen boya kalıntıları (kırmızı-mavi-sarı) bu betimlemelerin çok renkli bir üslupla boyanmış olduğunu gösterir.

Mezarın ön alanının her iki yan duvarı ve dış yanlarda, devam eden kaya duvarları, kabartma alanları olarak seçilmiştir.

Sol tarafta:

Sedir/klineye uzanmış, sağ elinde taşıdığı içki kadehini yukarı doğru kaldıran sakallı bir adam var. Bu muhtemelen ailenin babasıdır.

Karşı duvarda: her iki yanında da çocuklarıyla bir kadın figürü görülür ki, bu muhtemelen adamın eşidir.

İki giriş arasındaki duvarın iç kısmında mezarın cephe kolonu üzerinde: profilden: yüzü sola dönük, elinde kepçeye benzer bir obje bulunan, göbekli çıplak bir oğlan/köle kabartması bulunur.

Bu figürlerin daha önce Yunanlılar tarafından görüldüğü ve sökülerek Atina’ya götürüldüğü söylenmektedir.

KABARTMA GURUBU

Bir diğer önemli kabartma gurubu: Batı nekropolde, peripteral düzenli, tapınak cepheli mezar üzerindedir.

Solda zırhlı bir savaşçı ile ona kalkanını uzatan hizmetkar bir çocuk, bir sonraki sahnede ise silahlı iki savaşçı figürü betimlenmiştir.

Mezarın ana kabartma konusunu oluşturan Symposium sahnesinde ise, kalabalık bir figür topluluğu vardır.

Klineye uzanmış mezar beyinin, hemen yanı başında eşi, bir koltukta oturmaktadır. Kadına eşlik eden bir aile yakını, kabartma gurubunun arkasından elini hanımın omuzuna doğru uzatmıştır. En solda ise, daha küçük betimlenmiş hizmetkarlar bulunur.

 

DENİZ NEKROPOLÜNDEKİ BİR MEZAR:

Pedbeas adlı kişinin yaptırdığı kaya mezarlardan birinde “Polis tarafından Zeus’a kurban kesileceğinden” bahsedilmektedir.

Diğer bir yazıtta da, “bu kaya mezarına gömülme hakkı elde etmiş olan kişilerin Zeus’a, halka açık biçimde, yıllık kurban kesme yükümlülükleri olduğu” yazılıdır.

Aynı nekropoldeki başka bir mezarda ise, olası zarar vericiler “Tanrıça Leto aracılığıyla” caydırılmaktadır.

 

LAHİTLER:

Myra kaya mezarları içinde bir diğer mezar tipi: 3 ya da 4 yüzüyle kayadan bağımsızlaştırılmış kaya lahitleridir.

Günümüze ulaşan örneklerden biri: batı nekropolünde merkezden uzak batı kenarındadır.

Sayıca az olmalarının yanı sıra nitelikleri tam olarak belirlenemeyecek kadar tahrip olmuş durumdadırlar.

Aziz Nikolaos kilisesindeki aziz, piskopos, keşiş gömüleri için ikinci kullanımlarıyla bulunan lahitler, Demre Çayı tabanında yapılan kurtarma kazılarında açığa çıkarılan 6 lahit ve çeşitli lahit parçaları ve bir mezar podyumu bulunmuştur.

Bunlar arasında en etkileyici gurup:

Bizans döneminde, Aziz Nikolaos kilisesinde, ikinci kullanım göre, MS 160 ile 3’ncü yüzyılın ikinci çeyreği arasına tarihlenen Roma dönemi lahitleridir.

Mezar şapelinde bulunan sütunlu lahidin Aziz Nikolaos’a ait olduğu düşünülür.

 

KARABUCAK ANIT MEZARI:

Karabucak Mahallesinde Roma dönemine ait iyi korunmuş tapınak cepheli bir anıt mezar dikkat çeker.

İnşasında kireç taşı blokların kullanıldığı yapı, yaklaşık 112 x 10 m ölçülerindedir.

3 sıra krepis ile temellenen ve cephede 10 basamakla çıkılan yüksek bir podyuma sahiptir.

Ön cephe: günümüzde tahrip olmuş üçgen alınlık, Korinth düzenli ante başlıkları ve bezemeli bir lehtoya sahip, İon düzenindeki bir kapı ile oldukça hareketlidir.

Kısa bir promaosla girilen mezar odasının güney duvarında bir, doğu duvarında iki adet kemerli büyük niş vardır.

Mezar odasının altında, arka cepheden/güneyden, mezar podyumumun yüzüne açılmış iki kapıyla girilen, iki gömü odası vardır.

Anıt mezar, MS 2’nci yüzyılın sonu ile MS 3’ncü yüzyıl başına tarihlenir.

 

HAMAM

Roma dönemine ilişkin, yer üstünde en çok görünen önemli yapılardan biridir. MS 3’ncü yüzyıla tarihlenir.

Günümüzde yol kenarında, seralar arasında sıkışmış olarak oldukça iyi korunmuştur.

Üç dikdörtgen birim, uzunlamasına, yan yana sıralanmış ana yıkanma birimlerinin (tepidarium-caldarium) doğusu boyunc da frigidarium bulunur.

Kuzeydoğu köşesindeki küçük ilk oda, apoditerium olmalıdır.

Güney duvarı ortasındaki güçlü bir altyapı üzerine su deposu yerleştirilmiştir.

Aynı yöndeki duvarların alt kesimlerinde, praefurniumlar sağlam korunmuştur. Duvarlardaki izlerden, alttan ve duvarlardan ısıtıldığı anlaşılır. Duvar örgüsü, çoğunlukla tuğla-harç ağırlıklıdır.

Myra hamamı, planından çok bu yönü ile yani inşa malzemesiyle özeldir.

3-4 m yüksekliğinde alüvyonla kaplanmış olması yanında, tuğlanın sağlamlığı ve özellikle de devşirme malzeme olarak blok taş kadar uygun olmayısı, yapının sağlam korunmuşluğundaki temel nedenlerdir.

Muhtemelen 3 m derinde hamam zemini ve altında da yaklaşık 1.5 m yüksekliğinde hypocaustum sistemi bulunmaktadır.

 

TİYATRO

Bölgenin en anıtsal yapısıdır.

At nalı formundaki cavea, altta 29, üstte 7 oturma sırasına sahiptir. Bu 7 sıralık diazoma bölümü, oldukça geniştir ve arkasında üzerine boya ile isimler yazılmış, 2 m yükseklikte bir duvar bulunur. Burası muhtemelen kişiler için ayrılmış yerleri belirlemekteydi.

Cavea, 13 bölümlüdür. Cavea, doğu ve batı yönde, 2 katlı, tonozlu galeriler üzerinde, merkezi aksta ise yamaca oturtulmuştur.

Çift katlı tonozla kapatılan  parodoslardan, doğudaki tonozlar hala görülebilir.

Görünen tiyatro tamamen Roma dönemi özelliklerini taşır. Altında ise sonradan kazılarda bulunan Helenistik tiyatro vardır.

Roma tiyatrosu, Lykia’nın en büyük tiyatrosu olarak 11.000 seyirci kapasitelidir.

Tiyatroda 14 merdiven yolu vardır. Çapı 108 m dir.

MS 141 yılında deprem sonrasında, tiyatronun onarımı için bağış yapan Rhodiapolisli Opramoas, bu değerli yardımlarından dolayı Myra vatandaşı olarak onurlandırılmıştır.

Myra tiyatrosu, bölgenin en görkemli ve nitelikli dekorasyonuna sahiptir.

40 m çapındaki orkestranın çevresine parapetler yerleştirilmiştir.

62.00 x 12.5 m ölçülerindeki sahne binasının frizlerinde, Ganymed, kartal, Mithras, Medusa, çok sayıda masklar, siren ve maenadlar tarafından taşınan girland işlidir.

Lykia’da ilk kez, sahne binasının dış yüzünde girland taşıyıcıların bulunduğu, kabartma bir friz görülür.

Oturma sıralarını taşıyan tonozlar, giriş-çıkış için organize edilmiştir.

Tiyatroda bulunan yazıtlar, kentin değişik yönlerine ilişkin bilgiler verir. Orkestradaki yazıtta, kentin ithalat-ihracat işlerinden kazandığı parayla Lykia Birliğine 7.000 Dinar vergi ödediği yazılıdır. Bu miktar en yüksek vergidir. Bu miktara en çok yaklaşın Kaunos bile, 6.000 Dinar vergi ödemiştir.

Batı galeri duvarında ise “gezici esnaf Gaius’un yeri” yazılıdır. Muhtemelen antik dönemde tiyatroya gelen izleyicilere günümüzdeki kuruyemiş ve şekerleme benzeri bazı ürünlerin satıldığı bir yerdi.

Zafer Tanrıçasının figürü önünde “kente şans getir ve sürekli galip ol” yazılıdır.

Diozomadaki diğer bir niş içinde, kentin tanrıçası Artemis Eleuthera vardır.

Evet tiyatro, arena olarak kullanılmış ve gladyatör döğüşleri yapılmıştır.

İlk yapım yılı ile ilgili belge olmamakla birlikte, onarımların tarihleri bilinir. İlk onarım, 141 depremi sonrası, ikinci onarım ise MS 3’ncü yüzyılın ilk çeyreğindedir.

 

Antik Mezarlar

Hadrian Buğday Deposu

Antik şehirdeki en önemli yapısıdır.

Aziz Nikolaos

AZİZ NİKOLAOS-NOEL BABA

Aziz Nikolaos nedeniyle, Hıristiyanlık haç merkezi olan ve İmparator Konstantinos VII Porphyrogennetos’un (MS 945-959) tanımıyla “Tanrının hizmetkarı kudretli Nikoloas’ın 3 kez kutsanmış ve mür soluyan şehri” dir.

Evet, Myra kenti, Hıristiyanlığın başlangıcından itibaren, Lykia’nın en ünlü ve önemli kentidir.

Bu dönemdeki ünlünü: Aziz Nikolas’a borçludur. Myra, azizin öğretisini geliştirdiği ve ününü yayarak tüm yaşamını tamamladığı yerdir.

Kendisi: MS 3’ncü yüzyılda, Patara bölgesinin küçük bir köyünde zengin bir buğday tüccarının oğlu olarak dünyaya gelmiştir.

Ebeveynlerini genç yaşta hastalık nedeniyle kaybeder.

Ardından bütün mal varlığını hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç kişiler için kullanmıştır. Hayatını iyilik yapmaya adamış, sahip olduklarını yoksullarla paylaşan ve yardımlarını gizli olarak pencere veya bacalardan hediyeler bırakarak gerçekleştirmiştir.

Genç yaşta Myra Episkoposu olmuştur

Myra, Likya Eyaletinin başkenti olduğu için burada görev yapan piskopos da, Anadolu’nun en büyük ikinci din otoritesi olarak kabul ediliyordu.

Ardından çok seyahat etmiş ve duaları ile denizcileri birçok kazalardan korumuştur. Akdeniz’de büyüklü küçüklü bütün teknelere Aziz Nikolaos’un resmi veya ikonası asılmış, sefere çıkarken “Dümeninizi Aziz Nikolaos Tutsun” dileklerinde bulunulması gelenek haline gelmiştir.

Genellikle MS 6-14’ncü yüzyıllar arasına tarihlenen kaynaklardan bilgi sahibi olunan Aziz Nikolaos, Bizans sanatında iki farklı azizin bir ad altında özdeştirilmiş şekli olarak ortaya çıkar.

MS 4’ncü yüzyılda yaşamış Myralı Nikolaos ile MS 6’ncı yüzyılda yaşayan Myra’ya yakın Sion Manastırı kurucusu Nikolaos aynı figürde birleştirilmiştir.

Katolik, Ortodoks ve Anglikan kiliseleri tarafından önemli bir “Aziz” olarak kabul edilmiştir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde Noel Baba’ya adanmış 2000 civarında kilise bulunmaktadır.

1931 yılında Haddon Sundblum tarafından Coca Cola şirketi için hazırlanan çizimlerle Noel Baba son görüntüsüne kavuşmuştur.

1955 yılında: Antalyalı bir kısım turizmci, PTT işbirliği ile üzerine üzerlerine Noel Baba pulları yapıştırılmış Antalya Kartpostallarını tüm dünya devlet adamları ve önemli kurumlarına, yılbaşında postaladılar ve Demre’de bulunan Noel Baba kilisesinin tanınmasını sağladılar.

Bunun üzerine Amerika’da da sevilerek New York şehrini koruya azizlerden biri sayıldı ve “Santa Klaus” olarak tanındı. Hollanda’da Sinterkoas, Fransa’da Pere Noel, İngiltere’de Father Christmas ve Almanya’da Heilige Nikolaus isimleriyle tanınmaktadır.

Aziz Nikolaos’un Noel Baba efsanesi

Demre’de St Nicholaus Kilisesi yakınında, bir fakir baba ve üç kızı yaşarlar. O devirde, hiçbir kız çeyizi olmadan evlenemezmiş. Yoksul baba, o kadar çaresizdir ki, kızlarını nasıl evlendireceğini düşünür, bir türlü çare bulamazmış.

Soğuk bir Noel gecesi, üç kız kardeş odalarında oturmuş, nasıl evleneceklerini konuşuyorlarmış. Kızlardan en büyüğünün aklına, kendini esir pazarında satarak elde edilecek para ile diğer kız kardeşlerine çeyiz düzme fikri aklına gelmiş.

Bu düşüncesini diğer kız kardeşlerine açmış. Evin büyük kızı, kız kardeşlerine “Sizin için kendimi esir pazarında satarak sizleri evlendireceğim” der.

Diğer kız kardeşler buna karşı çıkarlar. Her biri, kendisinin esir pazarında satılarak, elde edilecek para ile diğer kardeşlerin evlenmesini ister.

Bu sırada, evin açık penceresinden bu konuşmaları duyan Aziz Nikolaus, bu yoksul aileye yardım etmeye karar verir, kiliseden getirdiği bir kese altını, açık olan pencereden evin içine atar. Tarih 25 Aralıktır ve Kızlar, İsa’nın doğduğu gece bir mucize olduğuna inanırlar.

Böylece büyük kız evlenir, sonra ikinci sıradaki kız için de pencereden bir kese altın atılır ve kız evlenir. Ancak: Aralık ayı oldukça soğuktur, pencereler kapalı olduğu için en küçük kız için Aziz Nikolaos, bu kez evin çatısına tırmanır ve bacadan aşağıya bir kese altın atar ve küçük kızın da evlenmesini sağlar.

Bunun üzerine, her yıl Myra halkı, 25 Aralık tarihinde pencereleri ve kapılarının önünde altın elma, çerezler, çocuk oyuncakları bulmaya başlarlar. Aziz Nikolaos, yardım ettiği kişilerin kendisine şükran borcu olmaması için yaptığı yardımlara gizliliği seçmiştir.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi-Noel Baba Kilisesi

19’ncu yüzyıl seyyahları tarafından kısaca tanıtılan kilisenin 1962 yılına kadar güney cephesi galeri hizasına kadar alüvyon örtülüydü.

1989 yılında Antalya Müzesi tarafından düzenleme çalışmaları başlatılmıştır.

Aziz Nikoloas Kilisesinin ilk evresi: 529 yılında deprem sonrasında, I İustinianos tarafından kentin yeniden imar edildiği döneme aittir.

Güneydoğu şapeller ve kuzey yan nefin batısındaki mekanlar, bu döneme aittir.

Kilisenin güneyindeki iki şapel ve kuzey yan nefin batısında narteks ve atriumun kuzeyinde, birbirine kemerlerle açılan, beş dikdörtgen bölüm de birinci yapı dönemine aittir.

En erken evreye ait hiçbir şey bilinmemektedir. 

Kaynaklarda: H. Nikolaos’un Myra’da adına inşa edilen mezar yapısı bilinir.

İkinci yapı evresi:

10’ncu yüzyıla kadar uzanır. Bilinmeyen bir nedenle yıkılmış olan ilk evresi yerine, üç nefli, kubbeli bazilika inşa edilmiştir.

Üçüncü yapı evresi:

Kuzey ve güney mekanlar eklenir.

İmparator IX Konstantinos Momomakhos ve karısı Zoe’den bahseden 1042 tarihli yazıta göre: ek yapılar 11’nci yüzyıla tarihlenir.

Ek yapılar: kuzeydeki mekanlar ve güneydeki mezar alanı ile bu mekanın doğusundaki üç güneydoğu şapelidir.

Kilise ve ek yapıların zemininde opus sectile yer döşemeleri vardır.

Naos, bema, 1,2 ve 3 güneydoğu şapelleri ile narthekste bulunan döşemeler, 11’nci yüzyıla tarihlenir.

 

Aziz Nikolaos ölümü ve mezarı:

Aziz Nikolaos: Myra Piskoposu iken 6 Aralık 365 yılında 65 yaşında iken ölür.

Kaynaklara göre: Aziz Nikolaos öldüğünde, Demre Aziz Nikolaos kilisesine defnedilmiştir.

Ancak, 6’ncı yüzyılda bu eski kilisenin üzerine, dönemin İmparatoru I Justinianos tarafından yeni bir kilise inşa edilmiştir.

Ancak bu yeni kilise yapılırken, eski kiliseden kalma bir bölüm muhafaza edilmiştir.

Hatta: 529 yılındaki depremde, eski kiliseden kalma bu bölümün herhangi bir hasar görmediği tahmin edilmektedir.

Peki bu gizli kalmış bölüm nasıl bulunmuştur?

Aziz Nikolaos kilisesinde yapılan koruma ve restorasyon çalışmaları sırasında çekilen tomografi sırasında ortaya çıkmıştır ve bu bölüm, 4’ncü yüzyıldan kalmadır, yani Aziz Nikolaos’un mezarının burada bulunması muhtemeldir.

Mezar olmasa da, bu gizli bölümde Aziz Nikolaos’a ait bilgilere ulaşılabilir.

Evet, kilise yukarıda sözünü ettiğim gibi, 529 yılında yenilenmiştir.

8’nci yüzyılda bu kilise, bilinmeyen bir nedenle harap olmuştur. Muhtemelen bunda bir deprem veya Arap akınları sebep olmuş olmalıdır.

Ancak bu büyük kilise, 1034 yılında harap olur. Çünkü Arap donanması, bir kez daha Demre’yi vurmuştur.

Fakat, 1042 yılında İmparator IX Konstantin Monomakhos (1042-1055) ve karısı Zoe tarafından günümüzde görülen yeni kilise yaptırılır. Bir zamanlar köy mezarlığında bulunan ve kiliseden buraya getirildiği düşünülen bir Bizans kitabesinde bu durum yazılıdır.

Bu kitabenin kilisenin yeniden yapımı ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

1042 yılında yapılan kilisenin içinde, Aziz Nikolaos’un kemikleri, bir lahit içinde muhafaza ediliyordu.

Aziz Nikolaos Kilisesi: Orta Çağ boyunca bir hac merkezi olarak kullanılmıştır. Deniz yolu ile Kudüs’e giden hacılar, yolları üzerinde Myra’nın limanı Andriake’ye uğrar ve bu limandan Aziz Nikolaos kilisesine ulaşıp hacı olurlardı.

19’ncu yüzyıl başlarında kiliseyi ziyaret eden Spratt ve Forbes’in oldukça önemli gözlemlerinden biri şöyledir: “Manastır, her biri yaklaşık 300 yarda uzunluğunda, 4 adet düz Roma suru tarafından oluşturulan büyük bir dikdörtgen içinde durmaktadır.

Surlar epey kalındır ve yüzleri kireç taşından kare kesimli bloklarla kaplanmıştır. Ortalama yüksekliği şimdi düzlüğün üstünde on ayak kadardır. Alttaki bölümün çoğu toprakla örtülmüştür.

Güney duvarında kemerli bir giriş, doğudakinde ise kare kesitli iki sağlam kulenin arasında geniş bir kapı aralığı vardır.

Surların içinde, manastıra bitişik, fakat onunla açıkça ne üslup ne de tarih bağlantısı olmayan yıkık kilise dışında başka kalıntı yoktur.

İki kapı da deniz ve eski limana baktığından, yapı belki bir agora ya da pazar yeri olabilirdi, ama yine de düzlük üzerinde yayılmış olma niteliği kuşkulu birkaç kalıntıdan biridir.”

Aziz Nikolaos MEZARININ SOYULMASI VE KEMİKLERİNİN ÇALINMASI

Buraya ilk ulaşan kaşifler tarafından yazılanlar: Aziz Nikolaos’un bu kilisede piskopos olduğu ve cesedinin bir yer altı mezarında bulunduğunu belirtirler.

Aziz Nikolaos’un Myra’da bulunan mezarı: sayısız haç yolculuğunun merkezi olmuştur. Latinler haç yolculuğundan dönerken, Lykia kıyılarına gelerek Myra’da Aziz Nikolaos’un gömülü bulunduğu Sion Manastırına gelmişler ve orada mezarın bekçiliğini yapan inzivaya çekilmiş üç kişi bulmuşlardır.

Eski Roma Papası tarafından gönderildiklerini, amaçları orada gömülü olan şahsa yarışır bir şekilde emniyet altına alınması için oradan taşınması için görevlendirildiklerini söyleyip, bunları para verip kandırarak mermer lahdi açarlar.

Evet, 20 Nisan 1087 tarihinde, Aziz Nikolaos’un mezar lahdi kırılarak açılır.

Lahdin içinde yine mermerden bir kavanoz bulmuşlar ve bunun yarısına kadar dolu, temiz yağa benzer bir madde varmış.

Bu adamların gördüğüne göre, lahdin içinde iskeletin ilk konumu, doğal halde olmadığı, kemiklerin karışmış durumda olduğu, başın başka tarafa kaymış olması, buna önceden dokunulduğu düşüncesini verir.

Kısacası, iskeleti çok temiz bir sandığa koyarak, 20 Nisan 1087 tarihinden bulunduğu lahitten alırlar. Bunu götüren geminin 18 günde İtalya’nın Bari Limanına varması, Hıristiyan dünyasında büyük etki yaratır.

Azizin kemikleri, Bari şehrinde gömülür ve “Basilica di San Nicola” adıyla, muhteşem bir kilise inşa edilir. Ancak, burada çarpıcı bir husus var. İtalyanlar, Bari şehrindeki mezarlıkta bulunan kemiklerin, Aziz Nikolaos’a ait olduğunu kanıtlayabildilermi? Hayır, DNA testi yapılmasına rağmen, testin sonuçlarını açıklamadılar. Yani çalıp götürdükleri kemiklerin, normal bir papaza ait olma olasılığı da yüksektir.

Kemiklerin bir kısmı, Venedik başta olmak üzere, Avrupa’nın birçok kilisesine gönderilir.

Lahitten çıkan yağ, birçok manastıra dağıtılır.

Baş papazlardan Amiens, 1100 yılında bundan küçük bir şişe temin etmek için Bari şehrine gelir.

Peki, bu dönemde Myra’da neler oldu?

1738 yılında burada mevcut kilisenin bitişiğine küçük bir şapel yaptırılır veya daha önce burada mevcut bulunan şapel tamir ettirilir.

Çünkü, Rum nüfus burada yaşamaya devam etmektedir.

Aziz Nikolaos Anıt MüzesiAziz Nikolaos, zamanla Rusya Çarlığının en popüler azizi haline gelmişti.

Bunun üzerine, Kırım Harbi yıllarında Rusya buraya yerleşmek üzere girişimlerde bulunur.

Nikolaos Manastırında bir koloni kurmak ister ve bunun için, İbrahim Efendi adında bir tapu görevlisinin yardımı ile kilise ve çevresi Anna Galicia adında bir Rus Kontesi tarafından satın alınır.

Bu alışveriş Rodos’da bulunan Rus konsolosu tarafından onaylanır.

Ancak Osmanlı devleti, bu dini görünüşlü işlemin altında politik bir amaç olduğunu anlayarak Rusların Demre’ye yerleşmesini engeller ve arazi Devlet tarafından geri alınır.

1862-1863 yıllarında; Rus Çarı II Aleksandr tarafından tamir ettirilmiş ve çan kulesi eklenmiştir. Ancak bu tamirat sırasında kilisenin orijinal mimarisi bozulmuştur.

Bunun sebebi yani kötü restorasyonun sebebi olarak Rusların Akdeniz’e çıkıntı yapan bu ücra köşede yerleşmeye çalıştıkları düşünülüyor.

Günümüzde kilise içinde, bu dönemden kalma mermer üzerine yazılı bir Rusça kitabe bulunmaktadır. (Kitabenin boyutları: 1.46 x 0.60 metre boyutlarındadır.)

Kilisenin duvarlarında: Aziz Nikolaos tarafından gerçekleştirilen mucizeler resmedilmiştir. Bu duvar resimlerinde: Hıristiyanlıkla ilgili kararların alındığı dinsel toplantılar olan konsül sahneleri canlandırılmaktadır.

Roma dönemine ait lahit ise: balık pulları ve akantus yapraklarıyla süslüdür. Kesin olmasa da bu lahdin Aziz Nikola’ya ait olduğu düşünülüyor.

Evet, kilise zamanla Myros (günümüzdeki ismi Demre) çayının taşkınları sonucu toprak altında kalmıştır. 1956 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

1994 yılında ziyarete açılmıştır.

Bugün Demre Gökyazı Mahallesi Kolcular Sokakta bulunan Kilise, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Geçici Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Anıt müze olarak ziyarete açıktır. Her yıl yaklaşık 1 milyon kişi burayı ziyaret etmektedir.

Aziz Nikolaos Antalya Müzesinde bulunan kemikleri
Antalya Arkeoloji Müzesinde Sergilenen Aziz Nikolaos Kemikleri

Aziz Nikolaos’un kemikleri çalınırken geride kalan bir kısım kemik ise, günümüzde Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Demre’de bulunarak 1923’ten sonra buradan Rumların ayrılmaları üzerine Antalya Müzesine götürülen, Nikolaos’un kalıntıları olarak kabul edilen kemikler (bazıları eksiktir), içinde bulundukları muhafazadan anlaşıldığına göre: çok daha geç bir döneme, 18’nci yüzyıla aittir.

Muhtemelen, Aziz Nikolaos’a saygısı olan bir kişi tarafından yaratılmış ve buraya konmuş olmalıdır.

Evet, kiliseyi anlatmaya devam edelim

Kilise, günümüzde “Ortodokslar” tarafından özellikle her yıl 6 Aralık tarihinde yoğun ziyaret edilmektedir.

Çünkü her yıl Noel Babanın ölüm tarihi olan 6 Aralık tarihinde Demre’de “Noel Baba ile Dünya Barışına Çağrı” etkinlikleri düzenleniyor. Farklı dinlerden insanların katıldıkları bu etkinliklerde, barış duaları ediliyor, törenler yapılıyor.

 

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Kilisenin içi

Kilisenin duvar, tonoz ve kubbeleri önceki yıllarda fresko resimlerle kaplıdır. Hatta kilise duvarlarının bazı kesimlerinde, iki ayrı resim tabakasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlar genellikle 11 ve 12’nci yüzyılda yapılmıştır.

Freskoların en iyileri ise, iç narteks ve ana binanın yan mekanlarındadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

İç nartekste: 6 konsil resimleri bulunur.

Apsisin solunda: küçük mekanın kubbeli tonozunda: İsa’nın, havarilerine şarap ve ekmek dağıttığı akşam yemeği sahnesi betimlenmiştir. Kilisenin diğer bölümlerinde de tek aziz figürleri bulunmaktadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi Lahit

Kilisenin güney yönüne bitişik şapeldeki lahitler, 2 ve 3’ncü yüzyıllarda yani Roma döneminde kullanılmıştır. Bunlardan bir tanesi görülmelidir.

Bu lahdin dış yüzü, geniş akantus kıvrımları ile süslüdür. Diğer Roma dönemi lahit ise, kapağında yatar vaziyette, esas sahiplerinin yüksek kabartması vardır. Bu lahitte teknenin dış yüzü: çok eskiden parçalanmış ve gelişigüzel mermer parçalar ile yamanmıştır.

Ben burayı gezdiğimde, bu lahdin parçalanmış olması da dikkate alınarak Noel Baba’nın lahdi olduğunu düşündüm.

Çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi Noel Baba’nın lahdi İtalyan tüccarlar tarafından parçalanarak açılmış ve kemikler çalınmıştı. Ancak benim düşüncemi kanıtlayan bir şey yok, yani burası Noel Baba’nın lahdi değildir.

Kilisenin güney tarafında, iki küçük şapelden, ikincisinin apsis yarım yuvarlağı içinde bir mezar vardı. Genellikle bu mezarın, Noel Baba’nın cesedinin korunduğu lahit olduğuna inanılıyor.

1906 yılında çekilen bir fotoğrafta: lahdin son derece tahribe uğramış olduğu görülür.

Noel Baba Heykeli

Noel Baba Heykeli

Demre Aziz Nikolaos Kilisesinin bahçesine ilk olarak 1981 yılında Noel Baba heykeli dikilmiştir. Ancak 2000 yılında bu yerinden kaldırılarak yerine yeni bir heykel dikilmiştir.

Bu bronz heykel Rus heykeltıraş Gregory Pototski tarafından yapılmıştır. 2005 yılında bu heykel yerinden kaldırılmış ve yerine kırmızı-beyaz kostümlü, plastik malzemeden yapılan Coca Cola’nın Noel Baba heykelini yerleştirdi.

Ancak bu heykel de beğenilmedi, 2008 yılında Kültür Bakanlığı tarafından heykeltıraş Necdet Can’a yeni bir heykel yaptırıldı ve gömlekli, terlikli Noel Baba heykeli: Kilisenin bahçesine yerleştirildi.

 

ALAKENT KİLİSESİ:

Önceden hiç görülmeyen şapel, 2010 yılında kazılmış, restore edilerek korumaya alınmıştır.

Yapı, son 800 yılda 6 m derinliğinde, tamamen mil kaplanmış ve çok iyi korunmuştur. Kilisenin üstünden geçen yol ve su şebekesi kaldırılarak doğuya taşınmıştır.

Şapel, kubbe ile örtülü dikdörtgen planlı bir naos ile batı tarafında bir narteksi olan küçük bir yapıdır.

Naosun (bugün yıkık olan) bir kubbe ile örtülü olduğu anlaşılır.

Bu plan tipi, genellikle 12-13’ncü yüzyıllara tarihlenir.

Enkomi-Ware (Enkomi işi) olarak adlandırılan seramikler, bu tarihi doğrular.

Yapının duvarları, düzgün kesilmiş küçük taş bloklar, moloz taş ve beyaz renkli kireç taşı ile örülmüş, yer yer düzensiz olarak tuğla ve kiremit parçaları da duvar örgüsünde kullanılmıştır.

Çatıda kiremit örtünün büyük bölümü, köşelerde ve apsiste durmaktadır.

Çatı saçaklarının tuğladan yapılmış testere dişi frizi çepeçevre dolanmaktadır. Bu frizi oluşturan tuğlaların üzerlerinin de sıvanmış ve boyanmış olduğunu gösteren sıva kalıntıları tespit edilmiştir.

Yapının en değerli bulgusu: Deesis konulu freskodur. Mil toprağın altında neredeyse yeni yapılmış gibi ortaya çıkmıştır. Ortada Hz İsa, onun solunda Vaftizci Yahya ve sağında Meryem Ana yer almaktadır. Türkçede: “yakarış” olarak kullanabileceğimiz Deesis, Mahşer gününde insanların günah ve sevaplarıyla yargılayan İsa’ya, tüm insanların bağışlanması için yakaran Meryem ve Yahya’yı betimlemektedir.

Meryem ve Vaftizci Yahya üzerinde yazıt bulunan birer ruloyu ellerinde tutmaktadırlar.

Vaftizci Yahya’nın elinde tuttuğu ruloda: Yuhanna İncil’inden şu sözler yer alır: “İşte, dünyanın günahını kaldıran Allah kuzusu”

Meryem’in elinde tuttuğu ruloda ise: Hz İsa ile anası Meryem arasında geçen bir yakarış diyaloğu yer almaktadır. Bu diyagramda İsa’nın sözleri kırmızı, Meryem’in sözleri siyah harflerle yazılmıştır. –Annenin dileğini, yakarışını kabul et ey Kelam.

-Ne istersin annem?

-Ölümlülerin kurtuluşunu.

-Beni öfkelendirdiler.

-Onlara acı oğlum.

-Ama pişman olmuyorlar.

-Onlara kurtuluşu armağan et.

-Hepsi kurtulacaklar.

-Sana şükrediyorum kelam”

Yapının iç duvarlarında ise Kilise babaları olarak anılan 6 kurucu piskoposun betimleri bulunmaktadır. Ancak bu sahneler çok kötü durumdadır. Altı piskopostan birisi Myralı Nikolaos’tur. Naos duvarının üst kısımlarında ise, İsa’nın mucizelerinin anlatıldığı bazı sahneler kısmen seçilebilmektedir.

 

SU YOLLARI

Myra’nın su ihtiyacını, Kasaba/Dereağzı’ndan Demre Vadisinin batı yamacı boyunca uzanan su kanalı sağlamıştır. Yaklaşık 20 km uzunluğundadır.

Yamaç boyunca yer yer teraslar üzerine oturan su kanalı, harç ve moloz taş kullanılarak örülmüştür.

Kanalın içi oldukça sağlam, geçirimsiz bir harç ile sıvalıdır.

Akropolün doğu eteğinde ise, kayalık yaklaşık 2 km oyularak aşılmıştır.

Nehir akropolündeki 100 nolu kaya mezarın önünden geçen kanal, 0.55 m derinliğinde ve 0.55 m genişliğindedir.

Mezar, kuzey ve güney yönde, 1.80 m yüksekliğinde iki kemerli geçenekle mezar cephesi bozulmadan geçilmiştir.

Su kanalı, Andriake’ye Karabucak Mahallesinin doğu yamaçlarından, Bozdağ’ın doğusundaki Küçük Sanayi Sitesinin kuzeydoğusundaki yamacı kemerle aşarak, Demre-Kaş-Çayağzı/Andriake kavşağının kuzeyindeki Nymphaion olarak bilinen yapıya kadar uzanır.

Bu yapının kuzey duvarına örme taşlarla bitişik örülen su kanalı, Nymphaion’un doğu ve batısında ana kayaya oyulmuştur.

Batıda karayolu altında kaybolan su yolu, buradan Kumdağ’ın güney yamacına doğru yönelerek, Andriake’nin  doğu başlangıcındaki nekropolün güneyindeki kayalıktan hamamların bulunduğu güney yerleşime ulaşır.

Evet, su kanalı MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir. Andriake’ye uzanan ve aquadukt ile aşılan bölümler, Roma dönemine ait olmalıdır. Myra ve Andriake’nin ihtiyaç duyduğu su, salt kanallar vasıtasıyla getirilen taze su ile değil, özellikle Andriake’de yoğun olarak görülen sarnıçlar vasıtasıyla gideriliyordu.

Liman Agorasındaki anıtsal sarnıç, bu durumu kanıtlayan en önemli örnektir.

Andriake

ANDRİAKE-ÇAYAĞZI LİMANI

Myra’nın 4.7 km güneybatısındadır.

Plinius, yerleşimden “Andria Civitas” yani “Yeni kent” olarak söz eder. Ancak sadece limana uygun yapılaşma söz konusudur.

 

LİMAN:

Liman: güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanan Kumdağ Tepe ile Bozdağ Tepe arasındadır.

Günümüzden 3000 yıl öncesine kadar Myros çayının getirdiği alüvyonlar, zamanla Myra çayı deltasını doldurarak, yerleşime uygun bir ovaya dönüştürmüştür.

Kumdağ ve Taşdibi ise yarımada olmuştur.

Bu tarihlerde alüvyonlar, Çağağzı Kavşağını da doldurmasıyla, doğal ve korunaklı bir iç liman oluşmuştur.

Strabon: “Lykia kıyılarının engebeli ve geçilmesi zor olduğunu ancak limanlarının da son derece iyi donatıldığını” söyler.

Merkezi Lykia’da oldukça yoğun kentler nedeniyle, bölgedeki denizi kullanabilmek önemli bir rol oynar.

Bu nedenle çok sayıda küçük liman yerleşimi, bağlı bulundukları ana kentin himayesinde gelişmiş ve önem kazanmıştır.

Merkezi Lykia’nın iç bölgeleriyle bağlantılı, deniz kenarındaki son yerleşimi olarak gösterilebilecek olan Myra’nın limanı Andriake’de : ana kent tarafından kurulan ve genişletilen, ticaret ve endüstri merkezi olarak özel fonksiyonlarla düzenlenen yerleşim yapısı dolayısıyla, niteleyici olan Epineion’un özel bir tipi söz konusudur.

Liman girişini kuzey ve güneyde daraltan tepeler, limanın güvenlik altına alınabilmesine imkan verir.

Diğer taraftan, limanın güneyindeki Kumdağ Tepesinin sırtında görülen Helenistik döneme ait tahkimat, limanın özellikle de girişinin emniyet altına alındığını gösterir.

Ayrıca, doğu-batı doğrultusunda uzanan bu tepenin yamaçlarındaki düzlükler, liman için gerekli yapıların inşa edilebilmesine imkan sağlar.

Bu nedenle, en yoğun yerleşim bu tepenin kuzey eteğinde olmuştur.

Dolayısıyla, Andriake, Akdeniz’de doğu-batı güzergahında seyreden ticaret gemileri için korunaklı bir liman olmasının yanı sıra, lojistik destek sağlayan tesisleriyle gemicilerin vazgeçilmez bir uğrak noktası olmuştur.

Myra’nın II Theodosius döneminde (MS 408-450) Lykia’nın başkenti ilan edilmesiyle birlikte liman yerleşimi Andriake, bölgenin ana limanı konumuna gelmiştir.

Liman başkent, Mısır ve doğu arasındaki ana deniz yolları üzerindeki konumundan dolayı gelişmiştir ve bu dönemde Andriake de yoğun bir imar faaliyetlerinin gerçekleştirilmiş olduğu düşünülür.

MS 529 depreminde, güney yerleşimin doğu yarısındaki yapıların ciddi çökmesine yol açan ikinci bir depremle daha da çok tahrip olması gündeme gelir.

Ayrıca MS 542 yılında meydana gelen veba salgınıyla da nüfus büyük oranda azalır.

MS 7’nci yüzyıla kadar işlevselliğini korumuştur. Ancak bu tarihte liman bataklık haline gelmiş ve deniz ile ulaşımı kesilmiştir. Ayrıca bataklık haline dönüşen bölgede sıtma ve benzeri hastalıklar ortaya çıkar ve daha sonra balçıklar içinde kalan kent terk edilir.

 

GÜNEY YERLEŞİMİ:

Andriake yerleşimine ait kalıntılar, iç limanın kuzey, güney ve doğusunda yayılıdır.

Güneyde, kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanan Kumdağ Tepe, doğal bir savunma hattı oluşturarak limanı sınırlarken, kuzeye doğru dik olmayan yamaçlarıyla da yerleşime uygun alanlar sunar.

Özellikle, Granarium’un inşa edildiği kottaki doğal düzlük ile liman arasındaki alanlar teraslanarak yapılaşmaya uygun hale getirilmiştir.

Güneyden kuzeye doğru inen basamaklı dar sokaklar, liman kıyısındaki doğu-batı yönelimli rıhtım caddesiyle birleşir.

Limanın dolmasıyla genişleyen kıyı şeridine geç dönemde inşa edilen yapılar, rıhtım caddesini kuzey yönde sınırlar.

Güney yerleşimin merkezini oluşturan Granarium ve doğu bitişiğindeki Liman Agorası, yamaçtaki en geniş düzlüğe inşa edilmiştir.

MS 2’nci yüzyılın ilk yarısında Andriake’nin en önemli ve en yoğun trafiğinin yaşandığı bu alan, MS 1’nci yüzyılın başlarında da benzer bir konuma sahip olmalıydı.

Güney yerleşiminde Agora/Hmatoko ve Granarium dışında 4 ana kilise, 1 Sinegog, 2 hamam, sarnıçlar, depolar ve dükkanlar dışında henüz tanımlanamayan çok sayıda yapı kalıntısı vardır.

Batı yönde kumulların bulunduğu alanda görülen tonozlu mekan, gemi barınağı olarak kullanılmış olabilir.

 

GÖZETLEME KULESİ

Kumdağ Tepenin batı yönde tatlı bir  sırt yapmaya başladığı kayalık tepe üzerinde konumlandırılan kule, beyaz mermerden küçük bir tapınak kalıntısı olarak yorumlanmıştır.

Güney ve batıdan denizi, doğudan Myra Akropolünü, kuzeyden ise limanı görür.

Kule, yaklaşık 8.80 x 6.60 m ölçülerindedir.

İsodomik duvarlar 0.80 m kalınlıktadır.

İki katlı kulenin girişi güneydendir.

Ortada bir koridor, yanlarda ise birer küçük oda bulunur.

Bütün yönlerden alanı rahatlıkla görebilen gözetleme kulesinin, aynı sırtın batı uzantısındaki ayırma duvarı ile bir bağlantısı yoktur.

 

LİMAN AGORASI/PLAKOMA

Granarium ile birlikte Andriake’nin merkezini oluşturur. Yani şehrin pazar yeridir.

Granarium’un hemen doğusundaki kayalığın tıraşlanıp aradaki boşluğun doldurulmasıyla elde edilmiş olan bir düzlükte kuruludur.

Yaklaşık kare planlıdır.

Yapının bütün liman tarafında yer alan cephesinde, anıtsal bir giriş kapısı vardır.

Agora’nın doğu ve güneydoğu kesimlerindeki boş alanlar, muhtemelen meydana giren ve çıkan tüccar kervanlarının trafiğini rahatlatmak amacıyla boş bırakılmıştır.

Sarnıç:

Agoranın ortasında, bugün hala ayakta olan anıtsal bir sarnıç bulunur.

Sarnıca girmeyi unutmayın, gezilebiliyor. Çünkü Lykia kentlerinde bu kadar güzel bir sarnıç bulunmadı. İçi ışıklandırılmıştır.

Sarnıca doğru, kuzey ve batıda çevreleyen dükkanlarla, kare formda bir alan oluşturur. Uzunluk 24 m ve genişlik 12 m dir. Derinlik ise 6 m dir.

Agoranın ortasında bulunan sarnıç, aynı zamanda alt yapı olarak kullanılmıştır.

Sarnıç, dip kısmında ana kayaya oyulu olup, bunun üzeri moloz ve blok taş ile örülerek tamamlanmıştır.

Sarnıcın üst yapısı, kuzey-güney yönlü inşa edilmiş, toplam 8 sıra çift kemerle desteklenir.

Sarnıcın üzerini kaplayan ve aynı zamanda Agora meydanını oluşturan plakalar, antik kaynaklarda “Plakoma” olarak geçen yerin bu meydan olduğunu düşündürür.

Bu kaplamada, 0..80 x 0.80 m lik iki adet açıklık bırakılmıştır.

Bu açıklıklarda görülen silmeler, buraya kuyu ağzı blokların oturduğuna işaret eder.

Bu taş döşeli, yükseltilmiş meydanın bir agora içinde olması muhtemel anıtların podyumu olarak da kullanılmış olabileceğine dair izler mevcuttur.

Sarnıca su girişi göründüğü kadarı ile birisi kuzey duvar üzerinden, üçü de güney duvar üzerinde bulunan toplam 4 tane çörten ile sağlanmakta olup, güney taraftaki bu fazlalık yamaçtan akıp gelen suyun daha fazla olmasına bağlanabilir.

Bunların yanı sıra kuzeydoğu köşeden sarnıcın içine inen bir merdiven bulunur.

 

Agora’da ki Dükkanlar ve İşlikler:

Agoranın dört yanına dizili mekanların/dükkanların girişleri, ortak avluya bakar.

MS 6’ncı yüzyıl dolaylarında işlev göstermiş olan boya üretim işliklerinin atıkları: Agoranın doğu ve batı kanatlarına ve özellikle güney kesimlerine yığılmıştır.

Yer yer üç metreye varan tepeler biçimindeki bu yığınlar, toplam yaklaşık bin metre kare civarında alanı kaplar ve yaklaşık 800 metre küp arasında, parçalanmış deniz kabukları atıklarını içerir.

Dükkanlar ortalama 4 x 6 m ölçülerindedir.

Dükkanların önünde olması beklenen portikonun izine rastlanmamış ancak geç dönemde aynı alanda dizilen bloklar arasında çatıyı taşıyan Dor sütun ve başlıklarına ait parçalar ele geçmiştir.

Ayrıca, ana giriş kapısının güneybatısında ve agoranın iç doğu köşesinde tespit edilen kalp kesitli Dor sütunları, dükkanların önünde portikonun varlığına işaret eder.

Gümrük yazıtının da buna yakın bir bölgede bulunması, bu durumu açıklar niteliktedir.

 

MUREKS İŞLİKLERİ:

İşlikler, Plakomanın kuzey giriş kapısının doğusunda kalan dükkanların içindedir.

Bu dükkanlardan, kapının hemen doğusunda üç tanesi, ara duvarları yıkılmak suretiyle birleştirilmiş, en doğudaki köşe oda ise olduğu gibi kullanılmıştır.

Buradaki mekanlar içinde toplam beş işlik tespit edilmiştir.

Seramik fırınlarıyla benzer bir forma sahiptir.

İşlikler, dairesel forma sahiptir ve ortasında bir platform ile bunu çevreleyen kanatlardan oluşur.

Tuğla ve harç ile örülen kemerlerin içinde ateş yakıldığını kanıtlayan kül kalıntılarına rastlanmıştır.

Bütün fırınların aralarında ve arkalarında küçük havuzcuklar ve kanallar bulunur.

İçlerinde ele geçen sikke ve devşirme mimari parçalardan anlaşıldığı kadarıyla, MS 6’ncı yüzyılda faaliyet gösteren işliklerin boya üretim atölyeleri olduğu düşünülmektedir.

Tüm antik çağ boyunca değerlenen, kimi kazan statü sembolü, hatta İmparatorluk ailesine özel olmaya varacak kadar önem kazanan “mor kumaş boyası” önemli bir ticari üründür.

Bu renk: Roma ve Bizans dönemlerinde, özellikle İmparatorlar tarafından tercih edilmiştir.

Fenikeliler, 1 gram mor renk elde etmek için, yaklaşık 8 bin murex yani deniz salyangozu dövülerek işliyorlardı.

Bu boya özellikle: Murex Trunculus, Murex Brandaris ve Hexaplex Turunculus türü kabuklu deniz yumuşakçalarından elde edilmekteydi.

Özüt, kumaşları kırmızı, eflatun ve mor tonlarında boyamak için kullanılmaktaydı.

Kumaş boyamada kullanılacak olan renk özü, mureka türü bu deniz yumuşakçalarından hipobrankial salgı bezinde bulunan mukusun havaya maruz bırakılarak oksitlendirilmesi ve ısıl işlemden geçirilmesi ile elde edilirdi.

Kesilip toplanan salgı bezleri, kurşun kaplar içinde önce üç gün bekletilir, sonra da 9-10 gün boyunca ısıtılıp, süzülüp, bekletilmek suretiyle içindeki hayvansal doku kalıntılarından arındırılarak, saf boya özü haline getirilirdi.

Hayvansal kalıntılardan arındırılarak saflaştırılmış olan boya özütü, kumaşların boyanmasında kullanılmaya hazırdır.

Bu işlem de önceden hazır edilmiş kumaşların boya özütüne batırılıp birkaç saat bekletildikten sonra çıkarılarak yıkanmasıyla yapılırdı.

Yukarıda sözünü ettiğim gibi, kırılan binlerce deniz salyangozunun kabukları, harç olarak kullanılıyordu ve bu harca “Murex harcı” deniliyordu. Özellikle Granaraium inşasında bu harcın kullanılması ilgi çeker.

GÜMRÜK YAZITI:

Roma İmparatoru Nero döneminden Lykia Eyalet Valisi olan C. Licinius Mucaanus zamanında, MS 60-63 yılları arasına tarihlenir. (Günümüzde Antalya Müzesinde sergileniyor.)

Evet, Nero dönemi gümrük yazıtı, ana kent Myra ve dolayısıyla Andriake’nin Lykia Birliğinde önemli bir konuma sahip olduğunu belgelerken, limanın dönemin deniz ticareti rotasında önemli bir rol oynadığını gösterir.

Bu döneme ait gümrük binası ve gümrük yazıtı, daha organize ve donanımlı bir liman varlığını işaret eder.

Genelde isodomik teknikle örülen duvarlarda kullanılan bloklarda, çok sayıda harfin olması dikkat çekicidir.

Binanın temel seviyesinde bulunan MS 119-129 tarihli bir Hadrianus dönemi sikkesi, Plakomanın tarihlendirilmesi açısından oldukça önemlidir.

Sikke, Hadrianus’un MS 129-130 yıllarında, Andriake’ye ziyareti öncesinde gerçekleştirilen imar faaliyetleri çerçevesinde Granarium ile birlikte ticari agoranın da inşa edildiği yönündeki görüşleri doğrular.

Anadolu’da bu içerikte bilinen üç yazıtın (Efes ve Kaunos) en uzun ve korunmuş olanıdır. Lykia Birliği Gümrük Yasasını içeren yazıt, gümrük kuralları, liman işletmesi ve gümrüğe tabi malların listesi gibi özel bilgiler içermektedir.

 

HORREA HADRİANİ/GRANARAİUM

Andriake liman yerleşiminin en görkemli yapısıdır. Günümüzde Müze olarak düzenlenmiştir ve ziyarete açıktır.

Güney yerleşim merkezindeki geniş düzlükte konumlanmıştır.

Cephesi, kuzeye limana bakar.

8 bölümden oluşan yapı çok iyi korunmuştur. Uzunluğu 56 m ve genişliği 32 m dir.

Batı yönündeki iki oda, diğerlerinden yaklaşık 6 m daha kısadır.

Her bölümün dışa ve yan odaya açılan kapıları vardır.

İthaf yazısı şöyledir: ” HORREA İMP. CAESARIS DIVI TRAIANİ PARTHICI F.DIVI NERVAE NEPOTIS TRAIANI HADRIANI AUGUSTİ COS.III”

Cephede yer alan ithaf yazıtı, granariumun İmparator Hadrianus’un III Konsüllüğünde (MS 119-138) inşa edildiğini gösterir. MS 131 yılındaki 2’nci Anadolu seyahatinde muhtemelen Patara’ya uğramış olması gereken Hadrianus, Andriake ve dolayısıyla Myra’yı da ziyaret etmiş olmalıdır. Bu varsayımdan hareketle ve de Sabina büstünün saç stiliyle, granarium inşasının MS 129 veya 130 yılında tamamlandığı söylenebilir.

Cephedeki her kapının üstünde, iki adet pencere vardır.

Doğu ve batı yöndeki ikinci odaların hizasına dek, yarım üçgen alınlık uzanır.

Cephenin doğu ve batısında, kare planlı iki oda bulunur.

Her iki odanın duvarlarında görülen dübel yuvaları, içlerinde rafların bulunduğunu gösterir.

Raflar ve konumu nedeniyle, söz konusu mekanlar depo görevlilerinin kullandığı, kayıtların tutulduğu ofisler olmalıdır.

Zira, bu yapılarda granarium görevlisinin (Horrearius) varlığı bilinmektedir ve bir depo görevlisi olan Herakleon’un granariumun 7’nci bölümün cephesindeki bir blok üzerinde kabartma olarak; MS 5’nci yüzyılda “Herakleon gördüğü rüya üzerine bunu adadı” yazmaktadır.

Adadığı kabartmada İsis-Serapis ve Pluton ile grifon bulunmaktadır.

Granarium, kiremit kaplı ahşap çatıyla örtülüydü.

Kuzeye doğru eğimli ana kaya üzerine inşa edilmiştir.

Mekanlar içinde ana kayanın genellikle doğal haliyle bırakıldığı ve ana kaya boşluklarının kireç harcı ve moloz taş ile doldurulduğu görülür.

Orijinal zemine ait izlere doğudaki ilk odada rastlanmıştır.

Ele geçen tuğla plakalar, kireç harcı üzerine oturur.

Geç dönem kullanımlarıyla büyük oranda tahrip olan zeminde, MS 6’ncı yüzyılda faal olduğu düşünülen mureks işliklerinin artıklarıyla, kireç harcının karıştırılması suretiyle elde edilen mureks harcı kullanılıştır.

Evet, Mısır’dan Roma’ya tahıl taşıyan yük gemileri, kötü hava koşulları ve zorunluluk gerektiren durumlarda, stratejik öneme sahip büyük limanlara sığınıyorlardı.

Limanlarda inşa edilen bu dev silolar ile tahıllar geçici olarak buralarda korunabiliyordu.

Ayrıca, söz konusu limanların sahip olduğu donanım, hububat gemilerinin lojistik hizmet alabilmesine de imkan sağlıyordu.

Sadece Mısır’dan yapılan tahıl ihracatının güvenliği değil, ayrıca Lykia yaylalarındaki hububat depolanması için de bu silolar kullanılıyordu.

Granarium’un 4’nci kapısının sol tarafında, Myra ve Arneai kentlerindeki hububat ölçümüne ilişkin I Theodosius (MS 379-395) dönemine ait bir kararname bulunmaktadır. Buna göre:

“Efendim, yönetimi sırasında bu her işinde derin hayranlık uyandıran pek ünlü ve pek haşmetli kutsal valilik makamlarının sahibi Flavius Eutolmius’un eyalet valiliği sırasında iki adet demir fragellium ve iki adet üç Augustia hacminde bakır Xestes gönderilmek üzere imal edilmiş bulunmaktadır.”

DÜKKAN VE DEPOLAR:

Dükkan ve depolar, granariumun kuzeydoğusunda, sahildedir.

Andriake’nin özellikle güney yerleşimin liman kıyısında yoğunlaşan yapıları depo, dükkan, gemi barınakları veya tersaneye ait birimler olmalıdır.

4 dükkan ve 3 depo ile bunların kuzey önündeki anıtsal giriş, tamamen açığa çıkarılmıştır.

Dükkanların cepheleri limana yöneliktir.

Kazılarda zemin seviyesinde çok sayıda sikke ele geçmiştir.

Dükkan-1’den ele geçen MS 284-305 yıllarına tarihlenen Diocletianus ile MS 3’ncü yüzyıl başına ait Licinius sikkelerinin dükkanların MS 3’ncü yüzyılda inşa edildiğini gösterir.

Dükkanlardan ele geçen en önemli buluntu gurubunu, kurşun ağırlık ve terazi parçaları oluşturur.

Dükkanların arkalarında sarnıç ve depolar vardır.

ONURLANDIRMA ANITLARI

Dükkanların batı bitişiğindeki dar sokaktan sonraki alanda bulunan iki anıt, kuzeye yani limana bakar.

Doğudaki I Nolu Anıt:

Podyumun kuzey yarısı, temel seviyesine dek sökülmüştür.

Anıta ait bloklar, geç dönemde kuzeyde yer alan yapıda örgü malzemesi olarak kullanılmıştır.

Anıt, üç basamaklı bir podyum üzerine oturur.

Toplam 10 blok sırası ile yüksekliği 5.30 m bulur.

En üstte; heykel altlıkları ile son bulur.

Anıtın gövdesi üzerine sonradan kazınan yazıtlar, anıtın MS 4’ncü yüzyılda halen ayakta olduğunu gösterir.

Anıt, Tiberius döneminde veya daha önce yapılmıştır.

 

II Nolu Anıt:

Kuzeye yani limana bakar.

Üç basamaklı bir podyum üzerinde yükselen anıt, 3.85 m boyundadır.

Bu anıtın altında erken dönemde, daha küçük ölçülerde başka bir anıtın olduğu, restorasyon sökümleri sırasında anlaşılmıştır.

Son blok dizinini heykel altlıkları oluşturur.

İkisi Meis adasına taşınan toplam 13 adet yazıtlı heykel altlığı, Myralıların demosu, Augustus, Tiberius, Germanicus, Agrippa, Drusus, Julia Augusta ve Gaius Ceasar’ı onurlandırmaktadır.

Yazıtlardan anlaşıldığı kadarıyla, anıt Tiberius döneminde dikilmiştir.

Doğudaki anıtta olduğu gibi, bu anıtta da heykel altlıkları dışında, gövde üzerine sonradan yazılar kazınmıştır.

Anıtın önünde yapılan sondajda, ana kayanın düzleştirilmesiyle oluşturulmuş bir meydan varlığı görülür.

Evet, Tiberius döneminde inşa edilen bronz heykellerle donatılmış, bu onurlandırma anıtının, liman kenarındaki rıhtım caddesinin güneyinde inşa edilmiş olması, dönemin en yoğun trafiğinin bu alanda yaşandığının ve limanın en prestijli alanı olduğunun bir göstergesidir.

 

HAMAMLAR:

Andriake güney yerleşiminde iki hamam bulunur.

Batı Hamamı:

Güney yerleşiminde, B kilisesinin  doğusundadır.

Doğu-batı doğrultuludur.

Yaklaşık 20 x 17 m lik bir alanı kaplar.

Bölümler yan yana, aynı aksta “sıra tipi plan” sıralanmıştır.

Yapının ilk evresi: MÖ 30 ile MS 2’nci yüzyıl başına tarihlenir.

 

Doğu Hamamı:

Oldukça iyi korunmuştur.

Kuzeydoğu-güneydoğu doğrultusunda yan yana sıralanan üç mekandan oluşur.

Batı hamamından daha sonra yapılmış olması gereken bu hamam, iki ana evreden oluşur.

Geç Roma ve Erken Bizans dönemlerine tarihlenir.

Hamamda yapılan kazılar sonucunda, özellikle zemin altı ve duvar içi ısıtma sistemine ve temiz ve pis su sistemlerine ilişkin yeterince kalıntılar bulunmuştur.

 

NEKROPOLLER:

Kuzey yerleşimin doğusundaki yamaçlar ve güney yerleşimin bulunduğu sırta dek uzanır.

Yerleşimde 82 tane lahit tespit edilmiştir.

Kuzey yerleşimde, oldukça nitelikli lahitler bulunur.

E kilisesi yakınındaki mermer lahit kapağının alınlığında bir Medusa başı işlidir.

En önemli lahit, limanın doğusunda günümüz bataklığının içinde bulunan kabartmalı lahittir.

Lahit kapağında çatı kiremidi konstrüksiyon vardır.

Alınlıkta bir Medusa başı işlidir.

Dar yüzlerden birinde, sağ elinde çelenk tutan bir erkek figürü, diğer yüzde ise kapı motifi vardır.

Lahit MS 2’nci yüzyılın son çeyreğine tarihlenir.

Andriake’de lahitler dışında başka bir mezar türüne rastlanmamıştır.

Genel olarak lahitler, MS erken 1’nci yüzyıl ile MS 3’ncü yüzyıl arasına tarihlenir.

 

SİNEGOG:

Yapı, Horrea Hadriani’nin batı köşesi önünde, limana bakar biçimdedir.

İki girişten biri kuzeyde, diğeri batıdadır.

Yapının batı bağlantısında bir oda daha bulunur.

Sinegogdan toplam 282 parça ele geçmiştir.

Bunların büyük çoğunluğu, apsis dolgusundan ele geçmiş erken buluntulardır.

En yoğun buluntu kümesi, çoğunlukla kandil ve kandil ağızlarından oluşan Helenistik seramiklerdir.

Bunlardan siyah glazürlü komedi masklı kandil, kurbağa kabartmalı tabaklar, ilaç ve kozmetik kapları ve akıtma kanallı minik kap, dikkat çeken buluntulardır.

Üç adet pişmiş toprak tanrıça figürini ele geçmiştir.

Cam eserlerin yoğunluğunu, kadeh, kahdil ve omurgalı kaseler oluşturur.

Asıl önemli bulgular: Sinegog ile aynı döneme ve doğrudan yapıya ait taş eserler ve eser parçalarıdır.

Bunların en önemlisi, sağlam menorah levhasıdır.

Sonuç olarak şöyle özetlenebilir: Lykia bölgesindeki ilk kez Yahudi varlığına ilişkin tümcül bulgular ortaya çıkarılmıştır. Mimari, ikonografik ve yazılı kanıtlar bir arada ele geçmiştir. Bulgular: Hıristiyanlığın merkezi olan Myra’da ve üstelik de en baskın olduğu 5’nci yüzyılda, Bizans dönemi dinsel/sosyal yapılanmasında Yahudi cemaatinin yerini ve erken varlığını açıkça anlatmaktadır.

Bu Sinegog, muhtemelen hem limandaki küçük Yahudi topluluğuna hem de özellikle liman ticareti için gelen Musevilerin kullanmasına yöneliktir.

KİLİSELER

Andriake’nin güney yerleşiminde dört, kuzey yerleşiminde ise iki olmak üzere toplam altı kilise bulunur.

Bu sayı, liman yerleşimi için oldukça dikkat çekicidir.

Bu durum ancak, Andriake limanının MS 5’nci yüzyıldan sonra artan hac yolculuğunda, Myra’daki azizlerin martyrionlarını ziyarete gelen kişilere hizmet etmeye yönelik inşa edildiklerini düşündürür.

Çünkü, vaftizhanelerin bulunmayışı, kiliselerin Myra ve Andriake’de yaşayan halktan çok, limana gelen ziyaretçilere hizmet ettiklerini düşündürür.

Kiliselerden beş tanesi MS 5’nci yüzyılın sonu veya MS 6’ncı yüzyılın başına tarihlenir.

Kara Büyü

Kazı çalışmalarında 2019 yılında bulunan “Kaya Büyü” dikkat çekmektedir. Çünkü bu tür bir objenin benzerine, Anadolu’da hiç rastlanmamıştır. Bu obje, kurşundan yapılmış 5.5 cm çapındaki kurşun kabın içine saklanmış, yine kurşundan bir zarftır.

Bu kurşun kap: dört yerinden delinerek bronz bir telle sıkıca dikilmiştir. Zarar görmemesi için açılamayan bu kapın içindeki obje görülemiyor. Kurşun olduğu için x ışınlarıyla da anlaşılamamıştır.

Bu yüzden kurşun kabın içinde saklanan objenin büyük olasılıkla kara büyü olduğu, kurşun zarfın görünmeyen iç yüzünde ise bir yazı bulunduğu tahmin edilmektedir.

Kurşun kabın açık yani kırık olan bölümü değerlendirildiğinde: kabın içinde ebedi hapsedilmek üzere bir şey bulunduğu tahmin ediliyor.

Hiçbir zaman açılmasın ve sahibine zarar vermesin diye sıkıca kapatılmıştır.

 

Likya Uygarlıkları Müzesi

ANDRİAKE ÖREN YERİ LİKYA UYGARLIKLARI MÜZESİ

Müze: Demre ilçesinin 5 km güneybatısında Demre-Kaş karayolu üzerindedir. Önce Andriake ören yerini gezeceksiniz ve sonra 800 metre kadar ileride müze bulunuyor.

2015 yılında ziyarete açılmıştır. Girişte otopark bulunmaktadır. Giriş ücretlidir.

Likya Uygarlıkları Müzesi

 

MÜZE:

Müzede: Likya kentlerine ait eserler ve Likya uygarlığının tanıtımı yapılmaktadır.

Müzede: Myra, Patara, Xanthos, Tilos, Pınara, Olympos, Arykanda ve Antiphellos Salonları düzenlenmiştir. Bunlar: Likya Birliğini oluşturan kentlerin isimleridir.

1’nci Bölüm

Burada: Likya bölgesi hakkında panolar ve kentleri hakkında bilgilendirmeler vardır.

12 Tanrılı Adak Steli

Ayrıca: Andiake kenti ve müzenin bulunduğu Granarium hakkında bilgi ve 12 Tanrılı adak steli bulunuyor.

Likya Uygarlıkları Müzesi cam zemini

Müzenin 1’nci Salonunda yerde orijinal zemin görülür. Hz Süleyman, Saba Melikesi Belkıs’ı Süleyman Tapınağına getirttir. Yerlerde havuz vardı ve üstü camla kaplıydı.

Belkıs, ıslanırım diye eteğini topladı, Süleyman camın üzerinde yürümesini, ıslanmayacağını söyledi. Burada da yerler birçok yerde camdır.

Altta havuz yerine özel kaya ve efektler bulunur. Yine de cam kırılır düşerim diye korkabilirsiniz.

Likya Uygarlıkları Müzesi
2’nci Bölüm

Likya birliği ve meclis binası, Likya sikkeleri, Likya yazıt bilimi, dili ve alfabesi, bir takım yazılar, Letoon Yazıtlı Dikme, Patarensis Anıtı bulunmaktadır.

3’ncü Bölüm

Burası Likya bölgesinin denizcilik bölümüdür. Burada: sudan çıkarılan amforalar, kireçtaşına kazınmış bir ticaret yazıtı, çapalar, çapa taşları sergileniyor.

4 ve 5’nci Bölümler

Likya bölgesinde ekonomik ve sosyal yaşama ait objeler sergileniyor. Çeşitli heykeller, Likyalıların kullandığı takılar ve ziynet eşyaları görülebilir.

6’nci Bölüm

Likya’da din kültürü bölümüdür. Buranın önemli objeleri: 12 Tanrılı adak stelleri, Kader Tanrıçası Thyke heykelidir.

7’nci Bölüm

Simülasyon bölümüdür.

8’nci Bölüm

Konferans salonudur. Burada: Andriake şehrindeki restorasyon çalışmalarına ait fotoğraflar bulunmaktadır.

TEMSİLİ ROMA GEMİSİ

Liman temsili Roma gemisiBurada sonra karşınıza bir maket gemi çıkıyor. Bu gemi aslına uygun olarak yapılan bir Roma ticaret gemisidir.

Bugün kullanılmayan rıhtımda 16 metre uzunluğunda bir gemi canlandırması içinde: amphoralar içinde zeytinyağı, şarap gibi sıvı malzemeler bulunur. Antik dönemde, limana yüklerin nasıl getirildiği canlandırılan bu bölüm, yoğun ilgi görmektedir. Merdivenlerle geminin içine girebilirsiniz.

 

Çayağzı Plajı

Çayağzı Plajı

Buraya kumsalda yürüyerek ulaşabilirsiniz. Eşen çayının denizle birleştiği noktada yani Çayağzı Plajında sular oldukça serindir.

Plaj berraklığı ve göz alıcılığı yanında Caretta Carettalara ev sahipliği yapmaktadır. Haziran-Temmuz aylarında bunların sahile yumurtalarını bırakmaları ve denizde yüzmelerini görebilirsiniz. İsterseniz burada denize girebilirsiniz.

Andriake Kuş Cenneti

Demre’ye 5 km uzaklıktadır. Buradaki sulak alan, 149 kuş türüne ev sahipliği yapmaktadır. Her yıl, yüzlerce kuş gözlemcisi burayı ziyaret etmektedir.

Sura Antik Kenti

 

SURA -SUREZİ-SURADA-DEMRE

Demre (Myra) merkeze 6 km uzaklıktadır. Kaş merkeze ise 45 km uzaklıktadır.

Antik şehrinin isminin kökeninin “Luwi/Etrüks” dilinde “Kutsal ve Yüce Swa/Soa” anlamındadır. Şehrin ismi Likçe “Surezi” dir ve anlamı “duvar” demektir. Belki de bugünkü sur kelimesinin köklerinden gelmektedir. Yunanca kaynaklarda “Soura” olarak anılır.

Sura köyündedir. Andriake harabelerinin hemen üzerindedir.

Likya kenti, Bizans döneminde de önemini korumuştur. Bu yüzden, birçok medeniyetin izlerini taşımaktadır. Antik kentteki kalıntılar: Kaya mezarları, tapınak, kilise, Apollon Tapınağıdır.

Şehir hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Ancak: Apollon’un kehanet merkezlerinden birisi olduğu tahmin edilmektedir.

Plutarkhos şöyle der: “Gerçekten ben Lykia’da, Myra ve Phellos arasındaki Sura’da, diğer insanların kuşla yaptıkları profesyonel sistemi, balıkların dönüşlerine, kaçışlarına ve kovalamacalarına bakıp bunlardan ilahi sonuçlar çıkararak yaptıklarını duydum”

Burada, Anadolu ay ve ışık tanrısı Men adına kutsal bir tapınak ve kehanet merkezi bulunduğu söyleniyor. Men’in ardılı Apollon tüm Likya’da olduğu gibi bu bölgede de kutsanmış ve kutsal tapınakla kehanet merkezinin adı “Apollon Soura” olmuştur.

Küçük bir yerleşimdir.

 

Akropol

Günümüzdeki köyün batısında, 80 metre yükseklikteki tepenin üstünde Akropol bulunur. Akropol oldukça küçüktür ve çevresi surlarla çevrilidir.

Kuzeyde bulunan surlar: dikdörtgen yapılarıyla hala ayaktadır, güney yöndeki surlardan ise hiçbir kalıntı yoktur. Akropol surlarının doğu ve güneyinde, koruma kuleleri vardır.

Kayalık akropol üzerinde hibrit teknikle yapılmış Klasik Dönem küçük bey yerleşiminin kalıntıları rahatlıkla izlenebilir. Kuzey-güney yönünde uzayan dikdörtgen ana yapının batı yanında bağımsız girişli altı bölüm ve doğu yanında da sekiz bölüm sıralanmıştır.

Bu bölümlerden kuzeybatı köşede olanı iki yanı revaklı ve içinde sarnıç ta bulunan açık bir avlu biçiminde organize edilmiştir. Kayalık tepedeki bu bey konağının kuzey ve doğu eteklerinde yine bazı hibrit konutların kalıntıları görülür.

 

GÖZETLEME KULESİ

Kentin kuzeyindeki yamaçtadır. 11.30 x 6.70 m ölçülerinde tamamen kesme taştan yapılmıştır.

Polygonal bloklar, Klasik başlangıç olduğunu, preudoisodom duvarlar da sonraki kullanımı belgeler. Bizans döneminde revizyon görmüştür. Dikdörtgen plan iki odaya bölünmüştür. Duvarların kalınlığı 0.70 m dir.

Kentin kuzeyinden inen antik yol, bu kulenin önünden Sura’ya paralel geçerek, Demre’nin Sura Mahallesindeki kule ile ilişkili rotadan ve sonra da Karabucak mezarı önünden Myra’ya şehir merkezine yönelir.

MEZARLAR

Akropol kayalığının doğu ve güney yönlerinde mezarlar bulunur. Dağınık halde duran lahitlerden birindeki yazıttan, Myra’da görevli olan ve Apollon Tapınak rahipliği yapmış Antigonos adlı birine, diğer birinin yazıtında da Athenagoros adlı kişiye ait olduğu ve cezaların Myra kasasına yatırıldığı anlaşılmaktadır.

Altı ev tipi mezar, üstü lahit olan anıtsal mezar, Lykia’nın en büyük lahdi ve kentin en önemli mezarıdır.

Likya Yazıtı

Akropolün güneybatı köşesinde, denize karşı yükselen görkemli bir heykel kaidesi görülür. Kaidenin üzerinde, Xanthos Obelist’inden sonra bilinen en uzun Likya yazıtı vardır. Ancak yazıt günümüze iyi korunarak gelememiştir. Yazıtın her satırından, günümüzde sadece birkaç harf okunabilmektedir.

Kaya Mezar

Kaya Mezar

Akropol tepesinde 6’ncı yüzyıldan kalma ki bir kaya mezar, Likya’daki en büyük lahit olarak biliniyor. Anlaşılan bu küçük kentin beyi, ana kente aitliğini Myra kaya mezarları görkeminde bir örnek yaparak göstermiştir.

Sahibinin Mizretje adlı biri olduğu Likçe yazıtından bilinen mezarın önünde, Lykia açık hava tapınım alanları için önemli bir örnek kaya alanı gözlenir. Tapınma düzlüğünün kaya duvarlarındaki kült stellerinin yazılı olması da belgeyi daha da önemlileştirir.

Bu alan rahipler salonu olarak tanımlanır. Yazıtlar, Sura’da İmparator Augustus adına bir İmparator Yürüyüş Yolu yapıldığını anlatır. Ancak, anılan bu yolla ilgili herhangi bir kalıntı yoktur. Görünen şehir içi tek yol: rahipler alanından başlayıp vadide Apollon Tapınağında biten basamaklı yoldur.

Stel

Akropolün alt kısmında ana kaya üzerine, Apollon Surius rahiplerinin listesinin kazınmış olduğu iyi korunmuş iki stel vardır.

Curius-Kahin Balıklar

Sura yerleşimi, en çok Apollon ön bilicilik merkeziyle tanınır. Tarihi süreçte, en ilginç kehanet sistemlerinin birinin merkezi de Sura imiş.

Suralı rahipler balıkların davranışlarından geleceği sorgulamışlar.

Şimdilerde bataklık olan vadi, bir zamanlar limanın bulunduğu bir koy imiş ve o zamanlarda Apollon Surius Tapınağı, hemen denizi kenarında ve üç kaynak suyunun birleştiği bir yerde kurulmuştur.

Çevre kentlerden, sayısın insan geleceği sorgulamak için Apollon Surius kehanet merkezinin ve Curius denen kahin balıkların yolunu tutmuştur.

Apollon ile bağlantılı derin vadi inişi, ziyaretçileri geçmişin büyülü günlerine taşır. Sura’dan vadiye bir patikayla inilir.

Bir zamanlar denizin deydiği ve bir iskelesi olması gereken, şimdiki bataklık kıyısında, denizden 1.5 km içeride küçük bir kehanet tapınağı vardır.

Tapınak çevresi, Dinos olarak adlandırılmıştır.

Bugün bataklığın taban suları, tapınağın podyumuna kadar gelir.

Tapınağın doğu kıyısındaki kaynak günümüzde hala akmaya devam etmektedir.

Burası muhtemelen Apollon ön bilicilik merkezinin kehanet havuzunu besleyen kaynaktır.

Tapınak iç duvarlarında tapınağa bağış yapanların listesi vardır.

Ancak bu bağışların, Apollon’a değil, Anadolulu at binici tanrı Sozon’a ve birinde Zeus Atabyrius’a yapılmış olması dikkat çeker.

Tapınak yapısında, kehanetle ilgili bir kalıntı yoktur.

Ancak antik kaynaklarda, kehanetle ilgili ayrıntılı anlatımlar vardır.

En detaylısını Polkharmos aktarır:

” Geleceğini öğrenmek isteyen  kişiler, kum girdabının bulunduğu deniz kıyısındaki Apollon koruluğuna geldiklerinde, kızarmış etler dizili 10 şişi ellerinde tutarak, kendilerini takdim ederler.

Rahit sessizce yerini alırken, kişi de şişleri girdaba atıp olacakları izler.

Şişler atıldıktan sonra havuz deniz suyu ile dolar.

Çok sayıda ve değişik boyda birçok balık bir anda ortaya çıkar.

Balıkların cinsine göre, kahin geleceği okur.

Eğer balıklar kendilerine atlan eti yerse iyi, kuyruklarıyla geri çevirirse kötü anlamına gelir.

Plinius tarafından aktarılanlara göre ise

“Apollon çeşmesinde balıklar kehanetlerini bildirmek üzere, 3 kez su kanalında toplanırlardı. Eğer balıklar kendilerine atılan eti parçalarsa bu kehanetin yapıldığı kişi için iyi, kuyrukları ile geri çevirirlerse de kötüyü işaret kabul edilirdi.

Hatta yine Plinius’un anlattığına göre, bu su kaynağındaki balıklar Curius adı ile anılarak onlara üç kez düdük öttürülerek sesleniliyordu. “

Ancak tarihçi yazarların üstünde uyum göstermedikleri tek konu: kehanetin kaynağı balıkların hareketleri mi, yoksa türleri midir?

Kehanetin yapıldığı su kaynağı, günümüzde de görülmektedir. Curiuslar tapınağın önüne kadar giremeseler de kıyıda bir yerde hala varlıklarını sürdürmektedirler.

Aynı yerde kurulan Bizans kilisesi, yöre halkının Tapınak yeri alışkanlığı ve inancından yararlanarak pagan tapınağına dönüştürülmüş ve Orta çağa kadar bu ürünü korumuştur.

 

Bizans Kilisesi

Apollon Tapınağının gerisindedir. Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılmasıyla, Apollon Tapınağı ve kehanet merkezinin kuzeyine, tek apsisli Bizans şapeli inşa edilmiş ve Ortodoks Bazilikası olarak kullanılmıştır.

Ancak takip eden süreçte, Myra’da Noel Baba kilisesinin ön plana çıkması ve hac yeri olarak kullanılması nedeniyle Sura önemini kaybetmiştir. Günümüzde oldukça harap durumdadır. Sadece yıkıntıları görülmektedir.

Apollon Curius Tapınağı

Akropolün batısındaki derin vadidedir. Antik dönemde ise: vadinin denize açıldığı noktada, limanın dibinde, klasik Roma mimarisini yansıtan, küçük, iyi korunmuş bir yapıdır. Kayalara oyulmuş merdivenlere göre, Akropolden buraya merdivenlerle inildiği düşünülüyor.

Tapınak: Dor planlıdır. Kuzey ve doğu duvarları ayaktadır. Batı duvarı ve ön cephesi çökmüştür.

Tapınağın iç duvarlarında: destekçileri tarafından yapılan bağışları içeren bir yazıt bulunur. Bu yazıtta bahsedilen bağışların Apollon Surius’a değil Anadolu’da at binici tanrı Sozon’a ithafen yapılması ilgi çekici bir durumdur.

Sozon kültü, Küçük Asya’nın güneybatısında Helenistik dönem Grek yazıtlarında da bilinen yerel Anadolulu bir tanrıdır. Sura’da ise, muhtemelen Apollon’un Likyalı özdeşi olarak görülüyordu. Aynı yazıtta, bir bağış ta Rhodoslu tanrı Zeut Atabyrius adına kaydedilmiştir.

Apollon Çeşmesi

Tapınağın hemen doğusunda, tepenin eteklerinden çıkan su kaynağıdır. Apollon çeşmesinden tapınağa su taşıyan kanal örgüsü, günümüzde ne yazık ki bataklığın içinde kalmıştır.

Sarnıçlar

Kuzeydeki bir tepede bulunan Bizans yapısının kalıntılarının yakınında bir su sarnıcı vardır. Kentteki çok sayıda su sarnıcı ve su kemeri olmayışı, Sura şehrinde su sıkıntısı olduğunu kanıtlamaktadır.

 

KYANEAİ-YAVU-KBAHN

Demre karayolu üzerinde, Yavu köy yakınlarında, köyün batısında kalan tepenin üzerindedir. Kaş merkeze 23 km uzaklıkta, Demre-Kale yolu üzerindedir. Demre ye yaklaşık 20 km uzaklıktadır. Myra’nın 16 km batısındadır.

Araç yolu bile oldukça berbattır. Tepeye ulaşmak için yorucu bir yol yürümek gerekir. Bölgede herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır.

GENEL ÖZELLİKLERİ:

Myra’dan sonra Orta Lykia bölgesinin en büyük yerleşimidir. Topoğrafyasından beklenmeyecek şaşırtıcı bir zenginliği vardır.

Akdeniz eteklerine değmese de adı eski Yunanca da herhangi bir rengin koyusu anlamına gelen “Kyana” dan türemiş ve “i” eki ile çoğaltılmıştır.

Akla gelen ilk koyu “Akdeniz in koyu mavisi” dir.

Ancak başka yerlerde “çınlayan kayalar” karşılığında da kullanılmıştır.

Bu yorum, şehrin üstüne oturduğu dimdik kayalıklara daha çok yakışır.

Gerçekten kayalar, bağırınca sesinizi geri verir/yankı yapar. Ayrıca rüzgar burada kayalara çarparak çınlamaktadır.

Şehrin Likçe ismi “Turaxssi” veya “Khbahn” dır.

Tüm antik coğrafyacılar tarafından adını anılmasına rağmen, uzunca anlatılmamıştır. Ne yazık ki kent yazıtları da çok bilgi vermez. 160 yıl önce, ilk kez şehrin varlığından söz edilmiştir.

Kaya mezarlardan ve çevresindeki yerleşimlerden anlaşıldığı kadarıyla, MÖ 5’nci yüzyıldan beri var olduğu belgelidir.

Agora yakınlarındaki “Kudalije Lahdi” ve üzerinde, Agora Tanrılarından bahseden yazıt (Theol Agoraioi) diğer bir önemli belgedir.

Geniş bir alana yapılan yerleşimde, en az görülen kalıntılar Helenistik döneme aittir.

Tarihçi yazar Kolb “Kyaneai hanedan yerleşiminin MÖ 4’ncü yüzyılın ikinci yarısında tamamen yıkılarak yerleşim planının tamamen değiştirildiğini” düşünür. Ancak, dönemin karmaşasında bu çok mümkün ve gerçekçi görülmez.

Helenistik dönemde, kentin bir polis niteliğinde olduğu, sur duvarları, tiyatro, balaneion ve krytoportikanın Helenistik evrelerini belirleyen tarihçi yazar Kolb tarafından belgelenmiştir.

Zaten, MÖ 1’nci yüzyılda basılan Helenistik kent sikkeleri de bunu gösterir. MÖ 167 ile MS 43 yılları arasında birlik sikkeleri basılmıştır.

Evet, kent, Helenistik dönemde orta ölçekli bir kenttir.

Helenistik lahitler, elit bir kesimin sınırlı yaşam yerleşimini tanımlar.

Anlaşılan hanedanların devamı olan ailelerin daralan güçleri ve azalan nüfusları bu resmi oluşturmuştur.

Geç antik dönemde, kent, polis niteliğini kaybeder.

Artık, önceki dönemlerden kalan yapılar ya aynısıyla ya da fonksiyonuna uyarlanarak revizyonlarda kullanılmıştır.

Bizans döneminde kent yeni revizyonlarla varlığını sürdürür.

Yapılan en önemli bina bazilikadır.

Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olarak varlığını sürdüren şehir, 10’ncu yüzyılda terk edilmiştir.

 

KALINTILAR:

Tüm yerleşimde dağınık da olsa Helenistik kalıntılar görülür.

SURLAR:

Şehrin çevresini, 450 m uzunluğunda bir sur çevirir. Surun Bizans döneminde de kullanıldığı, sonradan konan taşlardan anlaşılmıştır. Surun, batı ve kuzey kısımlarında günümüzde üç kapı görülür. Batı duvarının güney ucunda da, dördüncü bir kapı olmalıdır.

 

TİYATRO

Helenistik dönemden kalma, en tanımlanabilir yapı “tiyatro” dur.

Tepenin güney eteğinde, meyile oturtulmuş ve günümüze kadar sağlam gelebilmiştir.

Tiyatrosu 25 sıralıdır. Ancak tiyatro, diğer Roma tiyatroları gibi bir tepe yamacına yaslanarak yapılmamıştır. Tiyatronun destek duvarı vardır.

Roma döneminde: tüm yapı alanlarına dağılan zenginlikte bir kent olduğu görülür.

Özellikle MS 2’nci yüzyılda kent en parlak günlerini yaşamıştır.

Hamam ve kütüphane gibi belirgin Roma yapıları yanında Helenistik yapıların Roma evreleri bu parlaklığı yansıtır.

Hamam:

Roma  dönemine özgü, en belirgin yapı hamamdır.

MS 2’nci yüzyıla tarihlenen büyük hamam: yan yana dizili bölümleriyle, tam bir Lykia modeli gösterir.

İlk bölüm: apoditerium, ikinci bölüm tepidarium ve apsisli son bölüm ise caldarium olarak işlevlendirilmiştir.

 

YAZITLAR-İASOS

Kyanea de ana kayaya oyulu tabular içinde, en uzun kaya yazıtı, ünlü “İasos” u anlatır. Neikostratos oğlu İasos.

 

İasos kimdir?

Zenginliğiyle kenti kalkındıran İasos,Lykialıdır.

Grammateus’tur. Dolayısıyla Roma yönetimiyle çok iyi ilişkiler içindedir. Ve görevi bittiğinde, başarıları nedeniyle, Lykia Birliği tarafından onurlandırılır.

Opramoas’ın Kumluca’nın ve Lykia’nın en önemli yardımsever elitidir.

Myra’ya el atıp onurlandırmış ve kızı Lykia ile birlikte, bir Stoa yaptırmıştır.

Myra dışında, 15 kent daha İason’u yaptığı yardımlardan dolayı onurlandırmıştır.

Bu yüzden, ona Lykia’nın en büyük hakimi anlamına gelen “Lykiakn” unvanı verilmiştir.

Tıpkı Opramoas’ın ömür boyu onurlandırılma kararına karşı çıkıldığı ve başarılamadığı gibi: İason için de Moles adlı kıskanç bir Kyaneaili, böyle bir girişimde bulunmuş, ancak Antonius Plus’un Lykia Birliği görevlilerinden aldığı bilgiler sayesinde, bu en ünlü Kynaneaili nin onurlandırılmasını engelleyememiştir.

 

AKROPOL:

Asar Tepesi olarak bilinen Akropolde, çalılar arasında pek çok yapı görülür. Çoğunlukla depo, sarnıç ve kuyular izlenir. Tiyatro, hamam ve kütüphane de önemli yapıların bazıları olarak yerleşimin kentsel kimliğini tanımlar.

Yazıtına göre: Kallippos adlı bir Kynaeali nin yaptırdığı anlaşılan tapınak yapısı, Tanrıça Eleuthera’ya ait olmalıdır.

Akropolde yapılan son araştırmalarda, sarnıçların çevreden kanalize edilerek toplanan sular ve yine su toplayıcı çatı sistemi aracılığıyla doldurulduğu anlaşılmıştır.

4’ncü yüzyılda var olan planlamanın bir devamı olarak, yapıların Agora çevresinde surlara paralel ya da dik açı oluşturacak biçimde dizilmiş olmaları  dikkat çeker.

 

NEKROPOL-MEZARLAR:

Ağaçlar arasında, Roma dönemine ait irili-ufaklı 300’ü geçen lahit sayısıyla bu konuda birçok kentten zengindir. Bu yüzden buraya lahitler şehri de denir. Bu kabartmalı lahitler, MÖ 350 yılına tarihlenir. Diğer lahitlerin hepsi Roma dönemine aittir.

Kayaların yüzünde ilginç mezarlar oyuludur.

Tapınak yüzlü birinin çatısı, üzerine oturulmuş lahit, farklı ve şaşırtıcıdır.

Yazıtında “Perpenesis ve karısına” ait olduğu anlaşılırken, bu mezarın Mindis üyelerinden biri olmadan asla açılmaması gerektiğinin yazılmış olması, Lahdi daha da önemli hale getirdiği gibi mezarı koruyan kurumsal yapıyı da anlatmaktadır.

Antalya Arkeoloji Müzesinin girişinde, günümüzde görülen lahit, Kyaneai’den götürülmüştür.

 

Ksant-Hippos ve oğlu Neikostratos Mezarı:

Kentin en önemli mezarı: Ksant-hippos ve oğlu Neikostratos’un tapınak formlu mezarıdır.

İsimleri mezardaki lahitten okunmuştur.

İkinci evrede de yine mezar olarak kullanılmıştır.

Naosu, iki odalıdır.

Roma döneminde bölgede yaygın olan İon düzenindeki iki sütunlu cephelendirilmiş olan antre tapınağın ölçüleri 5.70 x 13 m. dir.

 

BAZİLİKA

Bizans döneminde yapılan en önemli yapıdır.

Bunun dışında 6 kilise daha vardır.

Kyneai nin Bizans kurumsal varlığından, en son 1315 yılında söz edilir.

 

TİCARET VE İŞLİKLER:

Kyaneai bölgesinde yaklaşık 200.000 zeytin ağacından toplanan ürünler, yaklaşık 600 işlikte işlenip toplam 600.000 litre zeytinyağına dönüştürülüyordu.

Bu ürünün en az 500.000 litresi en yakındaki Gökkaya ve Teimiusa limanlarından da dışsatım yapılarak, Kynaneai’ye zenginlik sağlanıyordu.

Yavu çevresinde bulunan 400 işlik hem zeytinyağı hem de şarap üretimine yönelik yapılmıştır.

Bu durumda zeytinyağına ek olarak hatırı sayılır bir şarap üretiminin de olduğu söylenebilir.

Dağlık arazi nedeniyle yoğun biçimde tarım teraslarına rastlanır.

 

KORBA-KÖRÜSTAN

Kyaneai’nin 5 km kuzeyinde, Körüstan Köyündedir.

Bir hanedan yerleşimidir.

Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde de Kyaneai’den sonra en önemli yerleşim düzeyindedir.

Hoyran’la birlikte yerel bir merkez konumundadır.

Yazıtlarda “Demos Korbeon” olarak anılır. Dolayısıyla, Kyneai alanında bir Kome olduğu anlaşılır.

Kuzeybatıya doğru gittikçe yükselen bir kayalık tepe üzerinde kuruludur. Güneyden gelen antik yolla tepeye çıkılır. Doğu-batı yönünde yaklaşık 240 m, güney-kuzey yönünde yaklaşık 180 m uzunlukta bir alan, tepenin doğal döngüsü eşliğinde duvarla çevrelenmiştir.

Sur dışında başlayan yapılaşma özellikle doğu ve güney yönlerden yükselen teraslanmış alanlar üzerinde akropole kadar izlenir. Kuzey ve batısı kayalık olan Akropol, ayrıca surlarla çevrilidir.

Yaklaşık 70 x 40 m ölçülerindeki şehrin beyi yerleşimi, bu kesimde 10 x 15 m yükselen bir kayalık üzerinde konumlanmıştır.

Polygonal duvar işçiliğinden kalan bölümler, Klasik çağdan izler verir.

Akropol ün güneydoğu kesiminde teras yapıları yönünde şehrin beyi yerleşiminin ana girişi vardır.

Akropol eteğinde, teraslanan yapılar arasında sık sık kaya basamaklarına rastlanır. Hibrit teknikle inşa edilmiş konutlar arasındaki kot farkı, bu merdivenlerle sağlanmıştır.

Kalıntılar arasında şarap ve zeytinyağı işliklerine rastlanması da bu bölge için şaşırtıcı  değildir. Yerleşim tepenin güneydoğu eteğindeki düzlükte, içinde kilisenin de olduğu geç dönem yapılarından oluşan kalıntı gurubu vardır. Burada bir Agora olduğu düşünülür. Burada ele geçen verilerden, yerleşimin bir ticari merkez karakterinde olduğu görülmüştür. Aralarında sarnıçlara rastlanır.

Devşirme yapı malzemelerinden, erken bir tapınağın üstüne kurulduğu anlaşılan bazilika, iki evrelidir. Trikonkhos planıyla, Myra çevresinde yoğun rastlanan yapı tipi gösterir.

Güneyden yerleşime çıkan ve tepe eteğinden batıya dönen antik yol boyunca, çok sayıda lahit ve üç kaya mezarından oluşan mezarlara rastlanır. Lahitlerin 57 tanesi, Roma dönemine tarihlenir. Yerleşimin doğusunda da birkaç lahit daha vardır. Likçe yazıtlı kaya mezarı, burada Klasik Dönem de bir hanedan yerleşimi olduğundan kuşku bırakmaz. Bölgenin asal tanrısı Apollon un yerleşimde tapınım gördüğü de bilinir.

 

HOYRAN-SOROUDA

Demre-Kaş karayolunda, Andriake kavşağının 2 km sinden güneye ayrılan yolla gidilir. Kyaneai nin 8 km doğusundadır. Esseler dağı tepesinden Üçağız a bakar. İnanılmaz güzellikteki bir panorama bakanları büyüler. Doğuya bakıldığında Andriake, güneye bakıldığında Kekova, Aşırlı adası ve sonsuz Akdeniz, güneybatıya bakıldığında Simena ve Teimiusa, Akdeniz ile Hoyran arasında da İstlada kuşbakışı görülür.

Çevresi surlarla çevrili, küçük bir bey kalesidir. Klasik dönemden Bizans dönemine kadar kalıntılar bulunur. Kynaei ye bağlıdır.

 

TA’NIN OĞLUNUN MEZARI

Kente kuzeyden gidildiğinde, ilk karşılaşılan anıt “Ta nın oğlunun mezarı”  dır.

Semerdan kayadan bağımsızlaştırılmış mezar, Lykia kaya mezarları geleneğinin ahşap imitasyon fasatlı yapılmıştır. Mimarisi kadar kabartma kuşağıyla da dikkat çeker. Mezarın semerdamının alınlığında ve altındaki kuşakta kabartmalar bulunur.

Alınlıkta ayakta duran üç figür ve sol yanlarında iki satır Likçe yazıt yer alır.

Altındaki kuşakta ise ortada klinesinde tüm Lykia da bilinen Klasik pozisyonunda uzanan mezar sahibi beyin, iki yanında ayakta duranlar vardır. Beyin ön tarafında, pusatlarıyla birbirinden farklı pozisyonlarda duran dört savaşçı betimi, arkasında ise altısı kadın sekiz figür ayakta durmaktadır. Bu gurubun önünde, Bey e yakın duran çıplak çocuk hizmetkardır. Bey in klinesinin altında yatan bir köpek ve önünde de üstünde bir krater olan bir sehpa bulunur. Beyle savaşçılar arasında üst boşlukta, beş satırlık Likçe yazıt bulunur. Bu mezarın düşündürdüğü en önemli şey, bu kadar özel bir mezarın konumudur.

Ana yerleşimin uzağında tek başına durur. Bulunduğu kayalıkta herhangi başka bir kalıntı yoktur. Aynı zamanda, hemen yakınındaki küçük bey yerleşiminin sahibi de değildir. Çünkü orada başka bir anıtsal bey mezarı zaten vardır. Bu durum Lykia anıt mezarlarının yer seçiminde, bilinmeyen başka etkenler olduğunu düşündürür.

 

TLEPOLEMOS MEZARI

Asıl kente gelmeden çok önce Ta’nın oğlunun mezarının hemen güney karşısındaki kayalık tepede küçük bir bey yerleşimi bulunur. Ana kayaya tabanı oyulan Helenistik mezarın duvar ve tavanı çok büyük blok taşlarla örülmüştür.

Mezar odası “Tlepolemos” a aittir.

Kayalığın en görünen yerinde, vadiye doğru bakan mezardan, batıya doğru 50 m kadar uzanan kayalık üzerinde, hibrit yapıların ana kayada kalmış kesimleri izlenir. Burada kademeli yükseldiği anlaşılan konutlar bulunur. İçlerinde de yine ana kayaya oyulu sarnıçlar, Klasik dönem yerleşiminin su ihtiyacını karşılamıştır. Kalıntılar batı uçtaki ev tipi Lykia kaya mezarlarıyla sonlanır.

 

MERKEZİ YERLEŞİM

Bu ilk yerleşim kalıntılarından güneye doğru bugünkü köyden geçilerek merkezi yerleşime ulaşılır. Köy evleri eski gelenekte taş-ahşap örgüleriyle muhteşem doğa içerisinde huzur vermektedir. Evlerden sonra, izlenen patikayla ulaşılan ilk düzlüğü güneyde sınırlayan kayalık cephesinde üç kaya vardır.

Bunlardan biri montaj cepheli, diğerleri tamamen kayadan oyulu Lykia mezarlarıdır. Bu kesimden kayalık arasından basamaklı bir patikayla üst tarafa çıkılır. Kentin orijinal yolu üzerinde ilerleyen  patika boyunca lahitler dizilidir. Yol bu düzlüğe ulaşır. Düzlüğün güneyini akropol kayalığı sınırlar. Bu kayalık, önünde ve içinde kaya mezarları vardır. Mezarlık meydanında çok sayıda lahit: nekropol resmini tamamlar.

 

DİKME MEZARLAR:

Kaya mezarlarının önünde bir dikme mezar yükselir. Oldukça iyi korunmuş olan dikme mezarın üzerindeki panelde 0.70 m yükseklikte ayakta bir kadın kabartması yer alır. Panelin altı, bugün okunmaz hale gelmiş olan yazıt kısmıdır.

Panelin üstünde dikmenin üst kesimini kuşatan bir silmede kabartmalar görülür. Asıl Lykia ya özgü olan ve başka bir kültürde bulunmayan bu dikmelerdir.

Ancak Lykia da bulundukları kentlere bakıldığında, neye göre yayıldıkları anlaşılmaz.

Yönetici mezarı olarak anılan bu mezarlara;  Ksanthos tan Pınara ya, Apollonia dan Trys ya kadar merkez Lykia da rastlanmaktadır.

Lykia nın doğu yarısında hiç görülmez.

Birçok merkezi kentte de bulunmadıkları halde, küçük bazı kentlerde karşılaşılır. Örneğin; Myra gibi Klasik dönemin en görkemli kentinde yokken, İsinda ya da Hoyran gibi çok küçük yerleşimlerde görülür.

Dikkat çeken bir uygulama olarak dikme mezarların genellikle kaya mezarlıklarının alt kotlarındaki düzlüklerde olmasıdır.

Görkemlilik yanında, bu nedenle de yöneticilere atfedilmiştir.

Ancak unutmamak lazım ki, dikmelerin aynı yerde bulunan bazı kaya mezarları ya da anıt mezarlar dikmelere göre çok daha anıtsaldır. Ve daha üst bir sınıfın harcı olan ekonomik statüyü temsil etmektedir.

Kolaylıkla belirlenebilen tek şey ise, kaya mezarlarının sevilirliği ve yaygınlığı modası yanında dikmelerin sayıca çok geride kaldıklarıdır.

Diğer önemli konu ise, kaya mezarları ve dikme mezarların aynı toplum ve aynı zaman dilimi içinde benimsenmiş olduğudur.

Hatta altı kaya mezarı olarak yapılan dikme mezarlar bu iki tipin rahatlıkla kombine edilebildiklerini gösterir.

Bu alanın hemen batı arkasında, aynı kayalıkta iki kaya mezarı daha bulunur. Bunlardan biri kayadan yarı bağımsızlaştırılan ve iki fasadı bulunan kabartmalarıyla  dikkat çeker.

Ön yüzünde ve yan yüzünde kabartmalar vardır. Ön yüzünde:  ev in sol döşe duvarını temsil eden kısmın üç bölümünün her birinde, ayrı bir hayvan figürü yer alır.

Alt panoda: bir sülün, ortada bir horoz ve en üstte de bir sfenks resmedilmiştir.

Bunlardan sfenks kötü ruhlardan koruyucu, sülün ve horoz da Lykialıların aylık ölü bayramlarında tanrıya sundukları bilinen kümes hayvanlarını temsil etmekteydi.

Asıl zengin kabartma kuşağı, mezarın sol yan cephesinde, ahşap kiriş imitasyonları arasında kalan üst iki panel boyunca yapılmıştır.

Üst kuşakta erkekler, alt kuşakta ise kadınlar ayrı işlenmiştir.

Bunun bir benzeri olan Telmessos Lahti kabartmasında tek kuşakta ve benzer anlatım sahnesinde kadın  ve erkekler bir aradadır.

Sahne içeriği ve düzeni, iki panoda da benzer şablonla yapılmıştır.

Üst panoda; taburelerinde karşılıklı oturan iki erkek ve arkalarında da ayakta sıralanmış altı erkek vardır.

Himation (manto) giyinmiş erkekler guruplar halinde kendi aralarında konuşmaktadırlar.

Alt panodaki kadınlar kuşağında, yine karşılıklı oturan iki kadın ve yanlarında da ayakta duran beş kadın daha vardır.

Erkekler kuşağındaki  gibi diğer kadınlar kendi aralarında konuşmaktadırlar.

İki kuşak, mezar sahibi bey ve karısının diğer aile yakınlarıyla sosyal bir toplantısı ölümsüzlüğü resmedilmiştir.

Bu sahnelerde her ne kadar yan yana sıralanmış figürler görülse de perspektif kabartma olduğundan böyle resmedilmektedir. Yani bu resimde oturanların çevresinde toplanmış kişiler topluluğu olarak değerlendirilir.

Hoyran da bulunan 23 yazılı lahdin 12 tanesi İmparatorluk dönemine, üç tanesi Helenistik ya da Erken İmparatorluk dönemine tarihlenir.

Mezarlık alanının üstünde ve tepenin denize bakan kesiminde yaygın yapı kalıntıları bulunur.

Asıl kent girişi de bu kayalıklardandır.

Ana girişe ulaşan antik yol ve kapıdan iz veren kalıntılar Akropol girişi olduğunu göstermektedir.

Lento ve söveler yerinde durmaktadır. Sövelerin iç yüzündeki boyalı Bizans fresklerinden sadece bir azizin yüzü kalmıştır. Kapının asıl yapım dönemi Helenistiktir. Kapıdan sonra hibrit yapıların kaya tabanları izlenir. Kalıntılar arasında bir işliğe ait trapetum dikkat çeker. Çevrede çok sayıda işlik vardır.

Hoyran daki işlikler göz önüne alınarak yıllık en az 15 bin ve en çok 45 bin litre zeytinyağı üretildiği düşünülür. Bu ürünlerin de Teimusa ya da Gökkaya Limanından dış satımının yapıldığı düşünülürse asıl ticaret merkezi olan ve çok yakında bulunan Andriake Limanında da pazarlanmış ve oradan da sevk edilmiş olmaları beklenir.

 

DİVLE-HALAVZA

Hoyran ı 3 km kuzeydoğusunda Divle Tepesinde duvar ve yerleşim kalıntıları ve bir de kaya mezarı bulunmaktadır.

Halk burayı, antik çıkıştan dolayı “Merdivenli” olarak anar. Tepenin asıl adı “Halavza” dır. Burası da Kyaneai ye bağlı küçük boyutlu bir köy yerleşimidir.

Yaklaşık 40 m çapında tepenin üstü genellikle hibrit yapılar içerir. Bazı duvarlar Geç Klasik dönem özellikleri gösterir. Tepenin güney ve güneybatı eteklerinde benzer karakterde yapılar teraslanarak aşağıya doğru yaklaşık 100 m kadar devam etmektedir.

2-3 odalı konutlar ve aralarında sarnıçlara rastlanır. Tepenin kuzeybatısında zeytinyağı işlikleri bulunur.

 

 

 

 

TÜSE-ÇERLER-DÜZKALE TEPE

Myra nın 20 km batısında, 700 m rakımlı Düzkale Tepesi üzerindedir. Kynaneai’nin 10 km batısında Sarılar mevkiindedir.

19’ncu yüzyıl ortalarında ilk araştırmacılara yol gösteren yerliler “Toosa” ve “Tüse” olarak yerleşimi tarif etmişlerdir.

Mezar yazıtlarında, Kyaneai kentinin egemenlik alanında olduğu anlaşılmıştır. Çevrede bilinen çok sayıda işlik, zeytin ve üzüm üretimi ve işletmesinden izler verir.

Kuzeydoğu güneybatı yönünde uzayan bir tepe üzerinde, yaklaşık 330 x 140 m ölçülerinde bir alana yapılmıştır. Dokuz alanda kümelenmiş mekan gurupları, sivil kullanıma uygundur.

Tepe çevresinde savunma duvarları bulunur. Toplam 580 m uzunluğundaki duvarlar, 4.375 hektarlık yerleşim alanını çevreler.

Güneybatıda, tepenin eteğindeki kapı görünen tek giriştir.

Arkaik dönemden itibaren, Bizans’a kadar kalıntılara rastlanır.

Helenistik veriler surların dışında, yamaçlarda yoğunlaşmıştır. Çevrede tespit edilen 7 çiftlik kalıntıları da Helenistik ve Roma dönemlerine tarihlenir. 3 tane de derebeyi konağı kalıntısı vardır.

Asıl yerleşim yoğunluğu, tepenin orta kesiminde, kalınlığı 2 m yi bulan harçsız örülmüş surlarla çevrili Akropol içindedir. Yaklaşık 1.30 x 80 m ölçülerinde genişleyen Akropol, sur duvarları ve kulelerle güçlendirilmiştir. Asıl korunaklı merkezi yapı da bu kesimin kuzey sınırındadır. Küçük ama iyi korunaklı bir iç kaledir.

450 m karelik bir alanı kaplayan uzunca bir ön alan ve iki yanındaki kulelerden oluşan, korunaklı yapı, kesitli bloklarla inşa edilmiştir. Kulenin güney, doğu ve batısında, tepenin eş yükselti eğrilerinin sağladığı doğal terasların biçimlendirilmesiyle oluşan alanlarda yapılar görülür.

Akropol’ün hemen batı bitişiğinde, kuzeyden kuleyle desteklenen surların çevirdiği, geniş alanın doğusunda tapınak olması gereken bir yapı bulunur. İç kale güneyindeki yapı topluluğu içinde bir Heroon yer alır. Sur içi ve dışında toplam 10 adet su kuyusu ve sarnıç bulunur.

Akropol’de bir de “ante tapınak” vardır. 11 x 6 m ölçülerindeki tapınağın taş işçiliği Avşar Tepe hanedan mezarının işçiliğine yakındır. Dolayısıyla MÖ 5’nci yüzyıl ortalarından olmalıdır.

Akropol ile kent duvarları arasında farklı yerlerde sarnıçlar, oda mezarlar ve tanımlanamayan başka yapılara ait kalıntılar bulunur.

Kent duvarlarının kuzeybatı ucundaki kayalıklarda, bir kaya mezarı ve bir de oda mezar ardır. Güneydoğu uçta bir lahit görülür.

Kale içinde ve dış kalenin batısında, tümülüs olabilecek tümsekler vardır.

Asıl doğusunda ve güneybatısındaki Klasik dönem tümülüsleri, Lykia’da varlığı çok az bilinen bu mezar tipi açısından önemli bilgiler verir. Blok taşlarla örülen mezar odasının üstünde, moloz taşlarla az yükseltili tepecik oluşturulmuştur.

Akropolün güney eteğinde bulunan tek kasetli yalın bir kaya mezarı üzerinde yükselen dikme mezardan kalan parça üzerinde kabartmalar vardır. Kabartmada: bir aslan, ayakları atında bir yaban keçisini ezmektedir. Diğer parça üzerinde ise, mezar sahibinin banket sahnesi vardır. Kabartmalar, MÖ 6’ncı yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir. Bu mezarın yakınında bir de montaj cephesi tamamen kaybolmuş olan diğer bir kaya mezarı bulunur.

Kalenin güneyindeki Heroon, 6.30 x3.50 m ölçülerinde, iki metre yüksekliğinde bir podyum üzerinde yükselir. Heroon, 5’nci yüzyıla tarihlenir. Tüse çevresinde tümülüs olması muhtemel on örnek tespit edilmiştir. Mezar odaları taşla örülüdür. Bir örnek oda, kısmen ana kayaya oyulmuştur. Tümülüslerin etrafı basamaklı olarak, ortosthat biçiminde çevrelenmiştir. Aynı işlem, içte de yapılmıştır.

Kentte on adet mezar saptanmıştır. Oda mezarlar, kuru taş duvarlarla örülmüş ve üstleri monoblok büyük taşlarla örülmüştür. Genellikle dikdörtgen formda küçük odalardan oluşur.

Kentte 8 adet de yayın mezar vardır. Diğer çevre yerleşimlerine göre, Tüse de az sayıda lahit vardır. Toplam 8 adet sayılmıştır

Yerleşim suru içindeki tek örnekte bulunan Likçe yazıtta, Kuprijja’nın mezarı, kendisi ve kendinden  sonraki aile üyeleri için yaptırdığı anlaşılmıştır.

Bunun doğusunda diğer lahit yazıtı, sahibinin Kyaneai vatandaşı olduğunu anlatmaktadır. Üzerinde Helios kabartması ise hala görülmektedir.

Yerleşim eteklerinde ve çevresinde bulunan mezarlar neredeyse her tipi örnekler; tümülüsler, dikme mezarlar, heroon, kaya mezarları, oda mezarlar ve lahitler, mezarlar; bir mezarlık anlayışından öte, oldukça dağınık konumlanırlar.

Tüm özellikleriyle bir Lykia hanedan yerleşimidir. Kyaneai ile yaklaşık ölçülerde bir yerleşim alanını kaplar. Muhtemelen bu ve yakın çevresindeki benzeri hanedan yerleşimleri, en büyükleri olduğu sanılan Avşar Tepe ye(Zagaba) bağlıdır.

 

ZAGABA-AVŞAR TEPE

Kyaneai nin 3 km güneybatısındadır.

Lykia nın en geniş hanedan yerleşimleri arasında sayılır. En iyi korunmuş Arkaik ve Klasik dönem yerleşimidir. Klasik dönemdeki orijinal adı:  “Ksanthos” yazılı dikmesiyle anılan “Zagaba” olmalıdır.

Avşar Tepesine MÖ 7’nci yüzyılda yerleşilmiş ve 5-4’ncü yüzyıllarda yoğun yerleşimin ardından 4’ncü yüzyılın ortasında tamamen terk edilmiştir. Dolayısıyla Avşar Tepenin bölgedeki hükümranlığı da bitmiştir.

Daha önce Lykia kazılarında, özellikle Patara da, Ksanthos ta, Limyra da ve Rhodiapolis te bulunan Geç dönem çömlek evresi, bu kez mimari kalıntılarıyla da belgelenmiştir.

En erken yapı evresi MÖ 6’ncı yüzyıla verilir. Daha da erkeni, yerleşimi 4/3 bin yıllara indiren seramiklerdir. Bunlar, Avşar Tepesinin dolayısıyla sahil Lykia nın Prehistrik çağlardan beri yerleşim gördüğünü göstermektedir.

Avşar Tepe araştırmaları, Agorasıyla erken kentsel doku ve ev mimarisi gibi detay bilgileri ulaştırılmaktadır.

Genel olarak surlarla çevrili bir Akropol, Akropolün batı ve güneyinde yedi hektarlık konut unsurların tercih edildiği Lykia yapı tekniğini anlatır.

Doğudaki yüksek tepe üzerinde, yaklaşık 0.5 hektar ölçüsündeki alan, üç kapı ile girilen surlarla çevrilmiş ve kulelerle desteklenmiştir. Yerel bir özellik olarak surları  destekleyen kuleler, aynı zamanda konut olarak (kule ev) düzenlenmiştir.

Akropolde hanedan, rahip ve tüccarlar yaşarken, kentin kıyılarındaki mahallelerde çiftçiler ve diğer halk yaşamaktaydı.

Yerleşimin kuzeybatı köşesinde açılmış, derin dikdörtgen havuzlar, burada bir zanaatkarlar mahallesi olduğunu düşündürür.

Yerleşim yamacının güneybatısındaki yapılar ve kaya kütleleri arasında kalan düzlük alan organize edilmiş, 2700 m karelik bir kent meydanı niteliğindedir. Tapınak da bu meydanda yer alır.

Ksanthos Yazılı Dikmesinden öğrenildiğine göre, Lykialılar bu meydanlarına Klasik dönemden beri “Agora” adını vermişlerdir.

Alanın güney sınırında öndeki meydana bakan dikdörtgen formlu bir tapınak podyumu bulunur.

Hangi tanrıya ait olduğu konusunda bir veri yoktur.

Agora boyunca uzanan 8 m genişliğindeki temel duvarın ahşap oturma yerlerini desteklediğini ve bu alanın tören ve gösterilerin izlendiği bir tür tiyatro olarak kullanılmış olduğu anlaşılır.

Surlar içinde belirlenen çok sayıdaki evlerin çoğunluğu, sıra odalı, tek odalı ve verandalı ev tipindedir. Az sayıdaki ev de kavisli, araziye uygun duvarlarla örülmüş niteliksiz örneklerdir. Yamaçlarda inşa edildiklerinden, özellikle arka kısımları ve zeminleri ana kayadan kesilmiştir. Ama asıl malzeme, ahşap ve kerpiçtir. Kademeli 2-3 katlılık söz konusudur. Düz damla örtülmüşlerdir.

Geç Kalkolitik ve Erken Tunç Çağına kadar erkenlere inen bu dağ yerleşimindeki evler, yerli mimari biçimleri içermekteydi. Çoğunluğu oluşturan tek odalı evler, Klasik dönem halkının çoğunlukla ne tür mekanlarda yaşadıklarını gösterir.

Kavisli evleri de bu gruba kattığımızda, oldukça niteliksiz ve minimal ölçülerde yapılmış sığınaklarla karşılaşılır. Bu tiplerde bir ev organizyonundan bahsetmek imkansızdır. Bazıları verandalı olan, yan yana sıralanmış odalardan oluşan evler için ev tanımı yerini bulmaktadır.

Güney Nekropolden anlaşıldığı kadarıyla, mezarlık bir mahalle gibi organize edilmiş ve bu mezarlar da konut planlarında inşa edilmiştir. Yaşayanların mimarlığı ile ölülerin mimarlığı arasında bir birlik vardır. Lykialılar ölülerle birlikte yaşamaya ve onlar için mezarlıklarda tanrılara tapınmaya devam etmişlerdir. Zaten Likçe de mezarlıklar hakkında “Glah” (kutsal alan) olarak bahsedilmesi de rastlantı değildir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ARNEAİ-ERNEZ-GÜNÇALI

1880’lerde Ernez halkının neredeyse tamamının öldüğü veba salgını nedeniyle konulan karantina sonucu, yerleşimde araştırmalar durur.

Myra’nın 26 km kuzeybatısındadır. Oldukça bereketli topraklar üzerinde kurulmuştur. Finike’den 45 km uzaklıktadır. Lymra-Arykanda yolunun 25. km den Kaş yönüne 10 km vadiye doğru inildiğinde varılır. Ernez’den 5 dakika yürüyüş mesafesinde güneydedir.

Tarihte adı çok anılan bir kent değildir. Küçük bir yerleşimdir. MS 1’nci yüzyılda, Sympoliteialara dahil olduğu bilinir. Yazıtlar; Bizans döneminin sonuna kadar Myra’ya bağlı olduğunu gösterir. Myra’ya bağlı bir piskoposluk merkezi olarak 9. sırada anılır.

Doğal korunaklı köyden, güney uzanımlı kayalık bir tepe üzerinde yer alır. Üç yanı derin vadidir. Yerleşime doğru çıkarken, yerleşimin en erken kalıntılarıyla karşılaşılır. Yerleşim başlangıcındaki kayalıklarda iki kaya mezarı görülür.

Lykia tipi ahşap konstriksiyon mezarlarda, bir de Likçe yazıt bulunur. Yazıtta; “Dynast Perikle nin anılması nedeniyle” tarihi MÖ 38-360 olmalıdır.

Yerleşimin Klasik varlığını kalenin duvarlarındaki tarepezodial işçilikteki bloklar ayrıca kanıtlar. Sonrasında ulaşılan kayalık alanda, taş ocağı ve ahşap hatıl yuvalarının bulunduğu bazı hibrit yapı kalıntıları bulunur.

Köyün sırtını dayadığı kuzey kayalıkta, irili ufaklı kaya mezarları bulunur. Biri Lykia mezarı karakterinde, diğer 7 tanesi ise montaj cepheleri bugün dökülmüş olan boş odacıklar halindedir.

Tepenin doğal yapısının biçimlendirdiği elips biçiminde bir savunma duvarı Akropolü korur. Duvar işçilikleri, Klasik ve Helenistik dönemlerde kullanıldığını gösterir. Kulelerle berkiltilmiş duvarlarda, farklı dönemlerin işçilikleri görülür. Anlaşılan uzun dönemlerce kullanılmıştır.

Surların içinde fazla yapı kalmamışsa da kilise, yapı ve işlik kalıntıları bulunur. Duvarların içinde devşirme olarak kullanılan yazılı bloklar, sonradan misafirhaneye dönüştürülen bir hamamın varlığından haber verir. Yapı: Traianus’a adanmıştır. Bu yazıtın, en önemli yanı, bugüne dek Lykia nın hiçbir kentinde varlığı bilinmeyen parokhionun (resmi konuk evi) Arneai deki varlığını gösterir.

Diğer ilginç bir yanı da aynı dönem (Roma) içerisinde bir hamamın bambaşka işlevdeki diğer bir yapıya dönüştürülmüş olmasıdır. Bu işler için Arneai li soylu kadın Lalla, 300 Dinar yardım vermiş ve bu nedenle onurlandırılmıştır. Dioteimos’un eşi olan Lalla, İmparator kültü rahibesidir. Bir diğer yazıt, yere bir tanrı olan Tobaloas a adanmıştır.

Kentte tam tanımlanabilen bir yapı görülmüyorsa da 141 depreminden sonra Opramoas dan 6000 Dinar yardım görmüş, Kyaneaili İason tarafından desteklenmiş ve III Gordianus tarafından sikke basma hakkı tanınmıştır.

Yerleşimin güney yamacında, üç nefli bir Erken Bizans kilisesi vardır. 3.65 m çapında bir apsis ve mozaik döşemeli nartheks görülür. Bir köy evinin duvarında, eşit kollu bir Latin Haçı kabartması görülür.

Arneai nin yakın çevresinde bazı kalıntılar vardır. 8 km güneydoğusundaki Çağman da Likçe yazıtlı kaya mezarı ve yazıtında mezar sahibi “Arneai” ethnikonu taşıyan bir lahit dikkat çeker. Az sayıda başka kalıntılar da vardır.

Çağman’ın batısındaki Güceyman da ise Roma dönemi duvar ve lahit kalıntılarıyla Bizans dönemi kilise kalıntıları görülür.

 

 

 

 

 

TUBURE-TYBERİSSOS-TİRMİSİN-ÇEVRELİ

Myra’nın 12 km güneybatısında, Tirmisin Ovasının doğusunda ovaya egemen konumdaki 310 m yükseklikteki tepe üzerinde kuruludur.

Teimiusa’nın kuşuçumu 2 km kuzeyindedir.

Ksanthos Yazıtlı Dikme’ye dayanarak, eski yerel adının “Tubure” olduğu belirtilir.

Yunancası ise “Tyberissos” dur.

Geç Helenistik yazıtta da okunur.

Bugün kullanılan “Tırmısın” ise aynı isimden değişerek gelmiştir.

Kent sikkelerinin ön yüzünde Apollon, arka yüzünde Artemis başları vardır.

Helenistik Dönem’de demos statüsündeydi.

Araştırmacılara göre, Tyberisos’un Myra’ya bağlı olduğunu, Teimiusa ile birlikte ortak bir demos kurduğu söylenir.

Kentte ele geçen yazıta göre: Augustus döneminde Myra ile sympoliteia oluşturmuştur.

Mezar ceza yazıtlarından Myra’ya bağlı, Tyberissos olduğu anlaşılmaktadır.

Hemen yakınındaki Kyneai’yle bağlantısı olması, geniş teritoryuma sahip olan Myra’nın siyasi gücünden kaynaklanmaktadır.

Klasik Dönemden Geç Antik’e kadar kalıntılar görülür.

Yerleşimin üzerinde ve eteklerinde yayıldığı iki tepeden kuzeye yüksekçe olanı surla korunmuş bir yerleşim niteliğindedir.

17 x 16 metre ölçülerindeki merkezi korunaklı birimin çevresi arazi biçimine göre şekillenmiş duvarlarla çevrilmiştir.

Duvarların kuzey ve güneyinde giriş açıklığı vardır.

Asıl anıtsal giriş batı yüzde bulunur.

Kaleden güneye doğru alçalan yamaçta bazı yapı kalıntıları görülür.

Kalenin kuzeyindeki tepecikle arada kalan sırtta, yerleşim kalıntıları vardır.

Bunların çoğunluğu konutlar, işlikler ve sarnıçlardır.

Kalenin yaklaşık 150 m güney aşağısında bir gözetleme kulesi vardır.

Apollon Tapınağı yanında bulunan yazıta göre, Roma ile Lykialılar arasında bir anlaşma yapılmıştır.

Ovaya doğru yamaçta çoğunlukla lahit olan mezarlar bulunur.

Klasik Döneme ait iki kaya mezarı kabartma ve Likçe yazıtla dikkat çeker.

Güney tepecik üzerinde agora alanı ve bunun güneyinde de Bizans kalıntıları görülür.

Devşirme malzemelerin de kullanıldığı 3 nefli bir şapel, Helenistik Apollon Tapınağı alanına yapılmıştır.

Buradaki yazıtlardan birinde kentin adı okunurken, diğer birinde Apollon tapınımı kanıtlanmaktadır.

 

Istlada

İSTLADA-HAYITLI

Demre ile Tirmisin (Çevreli) arasında, Hoyran’ın kuş uçuşu 2.5 km güneydoğusunda, Gökkaya deresinin oluşturduğu vadide, Myra’nın 10  km güneybatısındadır.

İstlada, Luwi dilinde “vadi dibinde derecik” anlamına gelen bir sözcüktür.

Ortaçağ denizcilik haritalarında “Ebi” olarak anılan Gökkaya (Yalıbey) Limanının kuzey yakınındadır. Limanla kent arasında ulaşım vardır.

Batısında Tyberissos, kuzeyinde Hoyran vardır. Güney sonu Akdeniz’dir.

Sura ile arasında modern yolla ölçüldüğünde 8 km uzaklık vardır.

Kapaklı köyünün 200 m batısından ayrılan yolla ulaşılır. Yolun son 15 dakikalık kısmı yaya gidilmesi gerekir. İnce ve keyifli bir patikanın sonunda, aniden kalıntılar görülür.

Hayıt ağaçlarının yoğun varlığı nedeniyle, Kapaklı yerleşimi Hayıtlı olarak da biliniyor. Asıl ismi bir lahitten okunur: “3000 Dinar gibi büyük bir mezar cezası İstlada halkına Xomendis adına ödenecektir”

Başka bir mezar yazıtında da cezanın Myra’ya ödenecek olması, İstlada’nın Myra’ya bağlı olduğunu kanıtlar.

Kuzey tarafında yükselen dağın başında, Hoyran Akropolü bulunur.

İki küçük tepecik arasındaki dar patikanın yerleşime vardığı son kısımda kalıntılar başlar.

Doğu-batı yönünde uzayan tepenin güney yamaçları, yoğun yapı kalıntıları barındırır.

Kademeli yapı teraslarındaki çok sıkışık düzende yerleştirilmiş yapılar çoğunlukla konutlardır.

Arada basamaklı merdivenlerle yamaç yapılarına ulaşılır.

Son kademede, sarp kayalık kesimin diplerine kadar yapılar çıkar.

Çoğunlukla ana kayanın olanaklarından yararlanarak alt ve arka kesimleri oluşturulmuş ve sağlam yapı tekniği ve malzemesiyle de yükseltilmişlerdir.

Yani çoğunlukla hibrittir.

İlk kesimde, antik yolun iki tarafında karşılaşılan yapıların bazılarının cephelerinde steller kabartılmıştır.

Konut planlarında dikkat çeken kapalı bir ön alanda açılan odalardır.

Son konut yerleşimi, merkezin yaklaşık 200 m doğusundaki iki odalı ve ön avlulu yapıdır. Tonozlarla örtülmüştür.

Hemen her yapının bir sarnıcı vardır. Kaynak suyunun yokluğundan kaynaklanan ciddi su sorunu böyle aşılmıştır. Yamaçtan akan sular, her inişte bir sarnıçta toplanmaktaydı. Çatılardan ve yamaçtan inen sular, kaya yüzünde sarnıçlara kanalize edilmiştir.

Yapıların duvar ve taş işçilikleri Helenistik ve daha çok da Roma dönemlerinde yapılaşma gösterir.

Klasik dönem hanedan yerleşimine ilişkin bir kalıntıya rastlanmamıştır.

Zaten buna uygun, korunaklı bir topoğrafik doku da söz konusu değildir.

Helenistik dönemde, demos olduğunu, bir mezar yazıtı söyler.

Mezar yazıtındaki ceza ödeme kasasının İstlada olması bu dönemde, Myra’nın baskınlarına rağmen bir bağımsızlık göstergesidir. Roma döneminde ise kome ölçülerinde bir yerleşimdir.

Roma kent meydanının, kiliselerin bulunduğu düzlük olduğu, bugüne ulaşabilmiş heykel altlıklarından anlaşılır.

 

ÜÇAĞIZ KÖYÜ-TEİMİUSA-TRİSTOMON

Karayolu ile Kaş ilçe merkezine 33 km uzaklıktadır. Demre ye uzaklık ise 14 km dir.

Küçük bir Akdeniz balıkçı köyüdür. Doğal bir liman görünümündedir. Kekova tekne ve kano turlarının başlangıç yeridir. Tarifeli ve özel Kekova Tekne turları buradan hareket etmektedir. Buraya aracınızı bırakıp turlara katılabilirsiniz.

Ayrıca: Mavi yolculuk tekneleri, buraya mutlaka uğrarlar. Uçağız köyünden Kekova’ya gidiş yaklaşık 10 dakikadır.

Demre merkeze bağlı olan köyde bulunan tezgahlarda, köylü kadınları kendi yaptıkları el ürünlerini satarlar. Ayrıca üçağız köyünde, birçok pansiyon, lokanta ve turistik işletme vardır. Sakin ve küçük bir yer olması nedeniyle, turistler tarafından yoğun tercih edilmektedir.

Teimussa

Köyde bulunan Teimussa antik şehrinin geçmişi, MÖ 4’ncü yüzyıla kadar gider.

Rumca’da “Tristomo” ya evrilen “Teimiusa” hem dün hem de bugün olağanüstü büyüleyici bir sahil yerleşimidir.

Kekova adasının gizlediği Ölüdeniz’den: açık denize 3 yolla çıkıldığı için buraya “Üçağız” anlamına gelen isimler verilmiştir.

Üçağız köyünde küçük adacıklar bulunur. Bunlar: Toprak ada, Frencirli ada, Marpuçlu ada ve Kireçli adadır.

Yağmur sularıyla dağlardan taşınan dolgu, Üçağız önündeki suları doldurup kalıntıları örtmüştür. Yine de denizin içinde pek çok yapı ve mezar kalıntısı görülmektedir.

Teimusa ile Simena arasında kalan, tekne güzergahındaki küçük adaların neredeyse tamamı antik dönemlerde taş ocağı olarak kullanılmıştır.

Adı bir yazıttan bilinir. Mezar yazıtlarında, mezara karşı işlenecek suçların karşılığı alınan cezaların Myra ya da Kynaneai’ye ödenmesi gerektiği yazar. Bu durum anlaşılmaz çünkü, iki büyük kentin arasında böyle bir anlaşma mı vardı yoksa Myra ve Kyaneai farklı dönemlerde buraya egemenmiydiler bilinmez.

Ancak, Teimiusa’da yaşayan pek çok Myralının ana kente bağlılıklarını sürdürdükleri açıktır. Örneğin: Epahrodeitos adlı biri, Teimiusa’da bulunan ve Myra arşivlerine kayıtlı olan bir mezar satın almış ve yazıtta mezar cezasının Kyaneai’ye ödeneceği yazılmıştır. Başka bir mezarın sahibi olarak yazılan Lalla da, Myralıdır. Kesin olan, Kyaneaililerin mutlaka bu önemli limana sahip olma istekleriydi. Çünkü Myra’nın Andriake’si varken, Kynaneai denize açılma konusunda sorunluydu. Denize sahilleri olmayan dağ yerleşimi olan Kynaneaililer’in de liman olarak kullandığı küçük bir yerleşimdir.

Deniz yolları kavşaklarında yer almaz. Karasal olarak da bağlantıları zayıftır. Teimusa köyünün rüzgarlara karşı korunaklı konumu, deniz sığınağı olarak çok iyi şartlar sunar. En yakınındaki merkezi liman olan Andriake ile nasıl bir hukuku olduğu bilinmez. Pek çok yazıtta hem Myra’nın hem de Kyaneai’nin anılmış olması, aslında Teimiusa’da çok sayıda Myralı ve Kyaneaili vatandaşın yaşadığını belgelemektedir.

KALINTILAR

Yerleşim limanın iki yanında, sahile paralel uzanır. Klasik dönemden Bizans dönemine kadar kalıntılar vardır. Bugün derenin alüvyonlarla doldurduğu ve günümüz meydanı ve limanı oluşturan alan, Antik dönemde teknelerin yanaşabileceği bir limandı.

Doğu tarafta, sahil kayalıkları üzerinde 50’den fazla mezar barındıran iyi korunmuş bir nekropol vardır. Nekropolde oldukça iyi korunmuş mezarlar, hiç eksilmeden günümüze kadar gelmiştir. Mezarların podyumları genellikle ana kayaya oyulmuştur. Tekneler ve kapaklar da bu alanda, yerli kayadan kesilmiştir.

Nekropol sokağının iki yanı boyunca dizili mezarların arasından anıtsal kapılarla sahil kesimine çıkış verilmiştir. Nekropol içinde çok sayıda yapı kalıntısı ve sarnıç bulunur. Son kesimde de büyükçe bir alan taş ocağı olarak kullanılmıştır.

Tüm sahil boyunca yaşanan çöküntü nedeniyle yapılar büyük oranda sulara gömülmüştür. Günümüz zemini, antik yürüme zemininden yaklaşık 3 m yukarıdadır.

Nekropolün kuzeybatısında yükselen tepe üzerinde korunakla bir kale bulunur. Kalenin batısında konutlar, kilise ve diğer yapılar vardır. Bunlar arasında üç nefli bazilikal planlı kilise, en büyük boyutlu yapıyı oluşturur. Apsis içinde ana kayaya açılmış olan sarnıçların konumu oldukça  dikkat çekicidir.

Diğer bir kilise de rıhtımın içerde sonlandığı kesimde, batı tarafta konumlanmıştır. Diğeriyle benzer ölçü ve plandadır. Bölgede yaygın olan üç bölümün yan yana sıralandığı plan tipindedir.

Yerleşimin batı sınırında en son taş ocakları ve muhtemelen yerleşim kıyısındaki çiftliklere ait kalıntılar bulunur.

Tüm bu kalıntılı alan üzerinde, günümüzde maalesef yeni köy yerleşim katmanı yayılmıştır. Yerleşimdeki tek ilgi çeken mezar, iskeleden biraz içeriye doğru gidildiğinde bulunur. Mezarın üstünde “Xluwanimi” adı okunur. Nasıl biri diye merak edildiğinde ise, boydan çekilmiş resmi kapının yanındaki kabartma paneldedir. Sportif genç bir adamdır. Bilinen sadece resmin aktardıkları ve yazıtın “Xluwanami bu mezarı karısı ve çocukları için, Perikles’in hükümdarlığı zamanında yaptırdı” cümlesidir.

Sahil boyunca serpiştirilmiş lahitler, başka ölüler mahallesini oluşturur. Ancak bu mezarlarda ne resimler ne de adlar vardır.

 

Trysa şehri

TRYSA-TRUSN-GÖLBAŞI

Davazlar köyü Gölbaşı Mahallesindedir.

Demre-Kaş karayolundan ayrıldıktan sonra, sapılan dağ yolu, kötü de olsa yerleşim tepisinin dibine kadar araçla gidilebilir.

Yavu’nun 6 km kuzeydoğusunda Kocaorman içinde yükselen tepede konumlanır.

Güneydoğusu Myra vadisine açılır.

Kalıntılar 550 metre uzunlukta ve 150 metre genişlikte bir alanı kapsar. Denizden yükseklik 866 metredir.

Önemi:

Şehir, MÖ 2’nci yüzyılda Lykia Birliği üyeleri arasında görülür.

Likçe ismi “Trus” dur. Şehrin kuruluşu MÖ 7’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Yani Lykia’nın en erken örneklerini barındırmaktadır.

Evet, Klasik dönem Lykia’sının küçük bir yerleşiminin tüm özelliklerini barındırır.

Ancak az da olsa Bizans Dönemine kadar da kalıntılar bulunur.

Kalıntılar:

Kalıntılar, günümüzde, kuzeydoğu-güneybatı uzantısında, bir tepede ve bu tepenin güney düzlüklere bakan eteklerindedir.

 

 

Heroon:

Ünlü Heroon, ince uzun yerleşim tepesinin doğu ucunda ve sur dışında tek başınadır.

Ve bir ölü akropolü gibi etrafı kendine özel koruma duvarıyla çevrelenmiştir.

Evet, bilim dünyasında en çok ünlü heroonu ile tanınır.

En çok da bu görkemli anıtın tümüyle Viyana’ya taşınışının acıklı hikayesiyle hatırlanır.

Önce, 1842 yılında Schönborn taşımayı dener.

Almanya’ya yazdığı mektupta “Fellows ekibinin Ksanthos anıtlarını sökmeye ve İngiltere’ye taşımaya başladıklarını, eğer acele etmezlerse Trysa anıtının da İngiltere’ye taşınacağını” yazar.

Karşıdan gelen yanıtta: “bir an önce hiç olmazsa önemli parçaların taşınması” istenir.

Neyse ki o dönemde Osmanlı Sultanından bu izin alınamadığı için anıt bir 40 yıl daha yerinde kalır.

Ancak Lykia’da görkemli bir anıt bırakmamaya kararlıdırlar.

Trysa Anıtı’nın da peşini bırakmayacaklardır.

Nihayet; 1881 yılında Trysa’ya gelen Benddorf, dağdan denize yaptığı özel yoldan 1882-83’de tüm Heroon’u Viyana’ya taşır.

Bu kez her yolu denemiş ve güya izin de almıştır.

Anıt bugün Viyana Müzesinin duvarlarını süslemekte ve depolarını doldurmaktadır.

Evet, anıt bugün yerinde değil, ama ben yine de anıt hakkında bilgi vermek istiyorum.

Anıtın güney cephesi ortasında açılan ana giriş oldukça anıtsaldır.

Bugün görülemeyen orijinal yapısında lentonun dışa bakan yüzünde baş ve ön vücutları görülen kanatlı boğalar ve gorgo medusa vardır.

Anıt kabartma programının en eğlenceli bölümü, kapısının iç kesiminde, lento ve sövelerdedir.

Lento’da müzisyenler çalarken, söveler de gerçek boyutta birer dansöz betimlenmiştir.

Aralarında da rozetler görülür.

Şimdi artık görülmeseler de, anıt mezarı çevreleyen 3.3 m yükseklikteki temenos duvarları boyunca kabartma kuşakları uzanır.

Mitolojik sahneler içinde, Grekler’le Amazonlar’ın savaşı, Yedilerin Thebaililer’e karşı savaşı, Troya savaşı, Theseus’un başarıları ve Peirithous’un düğününde olan Lapith-Kentauros savaşı gibi sahneler yer alır.

Anıtın iç yüzende de kabartma kuşakları devam eder.

Bunlar: Odysseus’un intiharı sahnesi, Meleagros’un Kalydon domuzuyla mücadelesi, Bellerophon ile Pegasos’un mücadelesi, Theseus’un İsthmos’a ulaşması ve ölü kültü sahneleri bulunmaktadır.

Tyrsa şehriAnıt her yanıyla önemli bir kahraman yöneticinin mezarı olduğunu göstermektedir.

Ve anıttaki kabartmaların ikonografik içeriklerinin çoğunlukla mitolojik olması, mezar sahibi yerle de olsa kültürünün yerli olmaktan çıktığını göstermektedir.

Ünlü Dereimis-Aiskhylos lahdi de, heroon’un doğu dışında bulunmaktaydı.

Günümüzde, çıkılmaz olan tepeye, hala Benndof’un kabartmaları taşımak için açtırdığı yoldan ulaşılıyor.

Dolayısı ile, yol doğrudan, yerleşim tepesinin doğu ucundaki Heroon’a ulaşır.

Bizlere, bugüne kalan o kadar azdır ki, literatür bilinmese, burada görkemli bir heroon olduğunu tahmin etmek oldukça güçtür.

Sadece tabanlar ve yalın duvar taşları kalmıştır.

Bir de Benndof’un kestiği halde götüremediği, Heroon’un sahibinin yan yatmış kaya mezarı.

Gölbaşı Anıtı

Gölbaşı Anıtı;

Bu anıt “Gölbaşı Anıtı” olarak isimlendirilir.

MÖ 420-410 yıllarına tarihlenir.

22 x 26 metrelik bir alanın ortasında, kayalara oyulan lahit ve onu çevreleyen 3 metrelik duvarlardan oluşur. Duvarlar çok köşeli taşlardan örülmüştür.

Bir aile için hazırlanan lahit, yerli kayadan oyularak çıkarılmış ve bu duvarların batı köşesine konulmuştur.

Heroon dışında köşedeki bu lahdin her iki yanında cenaze şölenini gösteren kabartmalar vardır.

Gölbaşı Anıtı frizleri

 Nekropol ve Mezarlar:

Tepenin batı eteklerindedir.

Bu gurupta 20’den fazla lahit vardır.

10 kadar dağınık lahit de, bu gurubun doğusundadır.

Evet, kentte Lykia’ya özgü farklı mezar tiplerinden nitelikli örnekler vardır.

Yerleşimin batı ucunda, gerçekte 4 m yüksekliği olan dikme, bir zamanlar ayaktayken tepesindeki mezar odasında bir savaşçı yatmaktaydı.

Altlıktaki atlı savaşçı kabartmaları bunu doğrular.

Her bir Lykia kentindeki yapı formları ve kabartmalar Lyka geleneklerini günümüze taşır.

Lahitlerden birisi kabartmalarıyla diğerlerinden farklıdır.

Kapak yüzünde taçlar ve masklar arasında savaş arabasında kral resmedilmiştir.

Bu kişi mezarın sahibi olmalıdır.

Taçlar ise Trysa’nın yönetim kenti olduğunu göstermektedir.

Kapağın uzun kenarında öküz ve inek başları, diğer dar yüzünde yunuslar işlenmiştir.

Ölü törenlerinde kurban edilen hayvanlara rastlamak ne kadar doğalsa bir mezarda Gorgo kabartması olması da o kadar doğaldır.

Gorgo: kökleri Mezopotamya’da Lamastu’ya inen en eski ölü kültü unsurlarından biridir.

Lahitin diğer yanında görülen kaz üzerindeki adam ise benzersizdir.

Etrafında insanlar ve dörtnala bir atlı izlenir.

Belli ki bilinmez bir Lykia mitolojisinden izler taşımaktadır.

Trysa mezar kabartmaları çok kırılıp dökülmüş ve neredeyse tamamen taşınmış olsa bile Lykia ölü gömme gelenekleri konusunda önemli bilgiler verir.

Mezar steli üzerindeki köpek kabartması bunlardan biridir.

Bir zamanlar evin kapısında sahiplerini korurken şimdiki yanlızlığında, çalınmaktan koruyamadığı ölülerine yanmaktadır.

Sanki Lykia’da zaman durmuş ve sanki Lykia’nın günlük yaşamında ne varsa atıyla, köpeğiyle, kralıyla ve haykıyla ve de kültürüne kattığı yerli olmayan efsanelerin resmiyle tümü birlikte öteki dünya sahnesinde yer almış ve kabartmalarla ölümsüzleştirilmiştir.

Ve de en dikkat çekici: bu saraysız kral, küçücük surların içerisindeki küçük konutunda yaşamışlığın tersine olağanüstü görkemli bir mezarda kalıcılığı seçmiştir.

Sanki, Kral yaşarken güç gösteren yaşayan bedenindeki erktir de, öldükten sonra bunu halkına hatırlatan aynı erkin mimariye ve sanata yansımışlığıdır.

Kale:

Tepenin doğu kesiminde konuşlanmıştır.

Tepenin morfolojisine göre biçimlenmiş olan sur duvarlarından içeriye, girintili korunaklı yapısıyla ana kale girişinden geçilir.

Bugün, bu kesimdeki nitelikli duvarlar ve özel düşünülmüş planlama görülecek kadar ayaktadır.

Kapıdan sonra dar alana sıkışmış iç kale alanına girilir.

Kale yaklaşık 100 metre uzunluğunda ve yer yer 20-30 m’ye daralan üst alanıyla salt kral mekanının korunması amacıyla tasarlanmış görülmektedir.

Bu kesimde, Kyaneai açıklıkla görülebilmektedir.

Kapıdan girildikten sonra karşılaşılan ilk alanda, benzerini Lykia’dan bilinen ilginç bir kaya-kült anıtı bulunmaktadır.

Bir podyuma benzer kesilen ana kayanın önündeki iki dikme altlığı bulunmaktadır.

Ana girişten gelenleri karşılayacak konumda olması dikkat çekmektedir.

Kaya anıtının hemen doğusundaki dar alanda küçük bir şapel, sarnıçlar ve işlik kalıntıları da bu kesimin dönemler boyunca kullanılmış olduğunu gösterir.

Trysa Anıtı:

Tepenin eteklerinde lahitlerin bulunduğu alanda, akropolün güney eteğindedir.

Anıt Lykia’da hep yönetici sınıfa mal edilenlerle aynıdır.

Muhteşem Heroon’un sahibi esaslı bir kraldır.

Dikmenin sahibi de ondan daha erken, bir 6 ncı yüzyıl kralıdır.

Ve ikisi de yönetim sınıfındaysa neden bu kadar farklı yerlerde mezarları konumlanmıştır.

Ve, Tyrsa Kralı diğer Lykia krallarından nasıl olur da bu denli farklı olur?

Ve, Tyrsa gibi küçük bir yerleşimin kralı, örneğin Limyra’daki Perikles’in Heroon’uyla rahatlıkla boy ölçüşür, hatta geçer.

Bu karşılaştırma, Heroon’ların niteliğinin bir yerleşimin ve kralın gücünü her zaman doğru yansıtmadığını, yanıltıcı olabileceğini düşündürür.

 

TRYSA  DİKMESİ:

Trysa Dikmesi, bugün kırılmış olan gövdesi ve kapağıyla toplam 5.5 metreyi bulan yüksekliğe sahiptir. Gövdesi son 0.50 m lik kısmı kabartma kuşağıyla çevrilidir. İki yüzde askeri sırasıyla yürüyen pusatlı savaşçılar betimlenmiştir. MÖ 6 ncı yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.

Tapınak:

Tepenin batı tarafında, tanrılara adanmış bir tapınak kalıntıları görülür. Yazıta göre sahibi; Zeus ya da Helios’tur. Tanrılara uzun süre hizmet etmiş bir rahip bu yazıtta onurlandırılır.

Sonuç:

Yukarıda anlatılan ünlü Heroon ve diğer kalıntılar MÖ 4’ncü yüzyılda Trysa hanedan yerleşiminin tamamen değiştiğini göstermektedir.

Ancak bölgedeki diğer hanedan yerleşimlerine göre fazlaca nitelikli olan, Myra gibi merkezi büyük kentlerde rastlanabilecek düzeyde sanat ve kültürün varlığı şaşırtmaktadır.

Çünkü Trysa, bu zenginliği sağlayacak gelirin kaynağı olması beklenen büyüklüğe ve arazilere sahip değildir.

Orta Lykia’da batı-doğu ulaşımının kavşağı Trysa’dır.

Perikle’nin bir vasalı aracılığıyla Trysa’yı yönettiği ve bu stratejik noktaya bu yolla sahip olunabileceği düşünülür.

Vasalını zenginleştirmenin yolu olarak da Avşar Tepe’den aldığı hatırı sayılır ganimetlerin payı olduğu düşünülür.

 

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.