Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları

Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları
Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları

BARDEJOV ŞEHRİ

2000 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınan Bardejov: Beskyd dağlarının tepesinde, Slovakya’nın kuzeydoğu bölümünde, Topia nehri kıyısındadır. Demir çağında Roma döneminde burada yerleşim bulunmaktadır. Ancak: şehir Karpatlar bölgesindeki büyük bir ticaret yolu üzerinde bulunması ile, önem kazanmış ve Ortaçağ’da birçok kez işgal edilmiştir.

Şehir: biraz önce de söylediğim gibi, önemli bir ticaret yolu üzerindedir ki: özellikle Macaristan ve Polonya arasındaki ticaret, bu yol üzerinden yürütülmüştür. Bu nedenle: 14’ncü yüzyılda, Ludovit ben isimli kral: şehri güçlendirme çalışmalarına girişmiş ve şehri üç kapılı ve burçlarla takviye edilen surlarla çevirmiştir. 1420-1474 yılları arasında, ikinci sıra surlar yapılmıştır. Surların batısında bulunan “Moat kapısı”, surlar üzerinde bulunan üç ana giriş kapısından birisidir.

Surlar önündeki ahşap köprü, 1770 yılında, bugünkü taş köprü ile değiştirilmiştir.

Burası: müstahkem bir ortaçağ şehri olarak önem kazanıyor. Ama, aynı zamanda son derece tam ve iyi korunmuş durumdadır. Ayrıca, yine burada 18’nci yüzyıldan kalma bir Sinegog ve çevresindeki Yahudi Mahallesi dikkat çekmektedir.

Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları
Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları
Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları

 

BANSKA STİAVNİCA ŞEHRİ

1993 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmış şehir: yüzyıllar boyunca, birçok seçkin mühendis ve bilim adamları tarafından ziyaret edilmiştir.

Burada: eski Ortaçağ madencilik merkezi, Rönesans sarayları, 16’ncı yüzyıldan kalma kiliseler, zarif meydanlar ve kaleler bulunur. Özellikle: geçmişin madencilik ve metalurji faaliyetlerinin hayati kalıntılarını içeren peyzajın çevre ile uyumu ilgi çekmektedir.

Evet; şehir, Slovakya’nın en eski madencilik kasabasıdır. Şehirde, madencilikle ilgili en eski kayıt 1275 yılına kadar gitmektedir. Glanzenberg ve Paradajz dağlarının dik yamaçlarında: uzun yıllar madencilik yapılmıştır. Hatta: bu madencilik yataklarının: Moravya İmparatorluğu dönemine yani 9’ncu yüzyıla kadar indiği, yani o dönemde çalıştığı ve Ortaçağ dönemi boyunca sürdürüldüğü bilinmektedir.

13’ncü yüzyılda, şehre madencilik nedeniyle ayrıcalıklar verilir ve 15’nci yüzyılda ise, bölge büyük bir refaha ulaşır. Bu dönemde: şehrin çevresinde bir sur duvarı yapılır, kilise yeniden inşa edilir ve güçlendirilir ve birçok yeni konut yapılır. 14’ncı yüzyılda, Rönesans sarayı yapılır. Şehrin kalbindeki “Trinity meydanı” bu dönemin en önemli planlı yerleşim belgesi olarak görülmektedir.

15’nci yüzyılda, metal fiyatlarındaki ani düşüş nedeniyle sıkıntılar ortaya çıkar. Ancak, bununla birlikte, teknoloji ilerlemeye devam eder ve 1627 yılında; madencilikte, ilk barut burada kullanılmıştır.
18’nci yüzyıla gelindiğinde, derin madencilik konusunda ilerlemeler kaydedilir. Maden zenginleştirme tesisleri kurulur ve madencilik yine karlı bir hale gelir. Pek çok önde gelen mühendis ve Avrupa’nın birçok yerinden gelen metalurji bilim adamı: burada çalışmışlardır.

1762-1764 yılları arasında, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun “Maden Akademisi” burada kurulmuştur. Akademi: I. Dünya savaşından sonra: 19’ncu yüzyılın sonuna kadar, faaliyetlerine devam etmiştir.

Şehirde görülecek yerler

Rönesans evi ve Yeni kale

Osmanlı korkusuyla kurulmuştur.

Town Hall

16 ve 18’nci yüzyıldan kalmadır.

St.Catherine kilisesi

Geç gotik mimari stilinde yapılmıştır.

Kutsal Bakire Meryem kilisesi

Neo-klasik yapıdadır.

Madencilik Akademisi

Dünyanın ilk teknik üniversitesi, 1762 yılında, Maria Theresia tarafından, burada kurulmuştur. Burası, aynı zamanda Avrupa’da madencilik bilim ve teknik gelişmelerinin merkezi olarak kullanılmıştır.

Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları
Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları
Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları

 

 

LEVOCA-SPİSSKY HRAD

Spissky Hrad: 13 ve 14’ncü yüzyıllarda, büyük bir askeri topluluğun bulunduğu, Doğu Avrupa’da siyasi ve dini yapılaşma yeridir.

Buradaki: Romanesk ve Gotik mimari unsurları, oldukça sağlam kalarak günümüze ulaşmıştır.

Genişletilmiş surlar içinde: 13 ve 14’ncü yüzyıllarda kurulan “Levoca” tarihi kent merkezi bulunmaktadır.

Sitenin en iyi korunmuş eserleri:

1510 yılında tamamlanmış, 18.6 metre yüksekliğindeki “Alterpiece” dir.

St Jacob Kilisesi

Giriş ücretlidir, giriş ücreti yetişkinler 2 Euro, 6-15 yaş arası çocuklar, emekliler ve öğrenciler 1 Eurodur. Cumartesi öğleden sonraları ziyarete kapalıdır.

Daha önceki bir sitenin üzerine, 14’ncü yüzyıldan kalmadır. Ülkenin en önemli binalarından birisidir. Kilisede bulunan ahşap ana sunak: dünyada türünün en uzun olanıdır.

Yapının uzun ince kulesi: şehrin silüetinin en belirgin özelliğidir. Kilisenin içinde, ortaçağ döneminden kalma çeşitli sanatsal objelerin bulunduğu eşsiz bir müze bulunur.

Kilisenin içinde bulunan, 18.6 metre yüksekliğindeki ana sunak: biraz önce de söylediğim gibi, dünyada türünün en uzun olanıdır. Bu sunak: 1507-1517 yılları arasında, Levoca Master Pavol oyma atölyesinde: ressam Hans tarafından yapılmıştır. Üzerinde: ahşap oyma desenler görülür.

Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları
Slovakya UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları
UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları

 

VLKOLİNEC

Slovakya ülkesinin merkezinde bulunan Vlkolinec şehri: bir Orta Avrupa köyü geleneksel özelliklerini taşımaktadır ve bu nedenle, burada bulunan 45 bina, 1993 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Genellikle dağlık alanda bulunan geleneksel evlerin: en eksiksiz olanları burada bulunmaktadır. Köyün düzeni hemen hemen değişmeden kalmış ve mimari tarzı tam olarak muhafaza edilmiştir. Slovak Cumhuriyetinin geleneksel yerel yapılarının en iyi korunmuş ve en kapsamlı kümesidir.

Köyün bulunduğu yerde: 10-12’nci yüzyıllar arasına kadar uzanan bir Slav yerleşim dönemi bulunmaktadır. İlk belgesel kayıtlar, 1376-1470 yılları arasına kadar uzanmaktadır. 1675 yılında: burada yalnızca beş ev bulunduğu görülür. Günümüzde görülen mevcut yerleşimin tümü ise, 19’ncu yüzyıldan kalmadır.

Bu karakteristik evlerde: küçük müştemilat ve arkada ahırlar bulunur. Evlerin cepheleri, sokaklara dönüktür. Ana cadde: bir dik yamaçtan köyün merkezine doğru ilerler. Köyün kuzey ucundaki bölümler, II. Dünya savaşında tahrip edilmiş ve sonradan yeniden inşa edilmiştir. Köyün içinden, bir kanalizasyon akar. Evler geleneksel Slovak ahşap “Blockbau” mimari stilindedir.

Bu stil: taş temeller üzerine günlük duvarlar oluşturmak şeklindedir. Duvarlar: kille kaplıdır ve beyaz badanalı veya mavi boyalıdır. Bunların büyük bölümünde, 3 oda bulunur, çatıları eğimlidir.

Köydeki “Kutsal Bakire Meryem Kilisesi” 1875 yılında yapılmıştır, ancak çan kulesi, 1770 yılından kalmadır.

UNESCO Dünya Kültür Mirası varlıkları

TATRANSKA MADONNA

Burada: dünyanın en büyük dolaşan paralardan oluşturulmuş mozaiği bulunmaktadır.
Slovakya: ortak Avrupa para birimine girmeden önce, Slovak para birimini hatırlamak için Eylül 2006 tarihinde, Pohotovost şirketinin 155 çalışanı tarafından: ressam Marian Presnajder tarafından yapılan kroki temeli üzerine bu mozaik oluşturulmuştur.

Mozaikte kullanılan Slovak paralarından, üç renkte, 115.000 tanesi kullanılmıştır. Mozaiğin toplam kapladığı alan: 52.5 m. Karedir. (7 x 7.5 metre)

Mozaik’de: bir çocuk, küçük İsa ve Madonna-Kutsal Anne görülüyor. Çünkü: Slovaklar için, o: Hıristiyanlık koruma, annelik ve yardım sembolüdür.
Mozaik: “Guiness Rekorlar Kitabı”na kaydedilmiştir. Sanatsal değeri: 331.939 eurodur.

Güney Afrika Cape Town Tarih

Güney Afrika Cape Town Tarih

 

Ülkede: Cape Town şehrinin bulunduğu bölge: on binlerce yıl önce: göçebe ve avcı-toplayıcı “Sanlar” ın ülkesidir. “San” kültürüne ait kaya resimleri, şehir çevresinde özellikle “Cederberg Wildenerss Area” (Cederberg Yaban Adası) da görülmektedir. Şehir merkezindeki “The South African Museum” denilen yerde, bunların gayet güzel korunmuş ve günümüze ulaşmış örnekleri sergilenmektedir.

“San” ların ardından, bölgeye günümüzden yaklaşık 2000 yıl öncesinde: bu kez “Koiko” denilen sığır çobanları yerleşmişlerdir. Koikoiler: hayvan sürüleriyle ilgilenip, çevredeki komşu halk ile sığır ticareti yaparlar ve bu sırada daha kuzeye çekilen Sanlar ise: avcılık yaparlardı.

İşte: ilk kaşifler bölgeye geldiklerinde, böyle bir ortam bulunuyordu. Ama, bu ortam, 200 yıl geçmeden kısa sürede değişmek durumunda kaldı. 15. yüzyıl sonlarında: Hindistan’a ulaşmak için, en kısa deniz yolunu ararken, buraya ulaştılar.

1488 yılında, Baharat yolunu keşfetmek için denize açılan Portekizli denizci Bartomoleu Dias: buraya yani Güney Afrika topraklarına ayak basan ilk yabancı olarak tarihe geçti. Gemisiyle buraya ulaşan Dias: çok uzaklardan bile görülebilen Masa dağının çekimine kapılarak, karaya içme suyu bulmak üzere yanaştı ve körfeze demirledi, bölgeye “Aguado de Sao Bras” adını verdi. Günümüzde burası: “Mossel” körfezidir ve Diasın anısına bir müze, burada bulunmaktadır.

Evet: Dias: Hindistan’a giden baharat yolunu bulamamıştır, ama “The Cape of Good Hope” yani “Ümit Burnunu bulan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir.

Takip eden süreçte, 10 yıllık bir sürecin ardından: yine bir Portekizli denizci Vasco da Gama: Ümit Burnu’nun çevresinden dolaşarak Hindistan’a ulaşmış ve Baharat Yolunu keşfetmiştir. Bu sırada: bölgenin yerli halkı Koikolar: buraya uğrayan gemi çalışanları ile iyi ilişkiler kurmuşlar ve Hint adalarına seyahat eden gemiler, uzun seyahatlerinde burayı sık kullanır hale gelmişlerdir.

Hatta: gemiciler bu seyahatlerinde, evleriyle temas kurmak için, eve dönüş yolundaki gemiler tarafından alınmak üzere: yazdıkları mektupları, buradaki “postane taşları” altına koyarlarmış. Günümüzde bu taşların birkaç örneği “South African Cultural History Museum”de sergilenmektedir.

17.yüzyıla gelindiğinde: birçok ticaret şirketinin birleşmesiyle kurulan: kendi donanması ve ordusu bulunan dünyanın en güçlü kuruluşlarından olan “Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası”: Ümit Burnu’na gözünü koymuştu.

Hatta “gemilerin personeli için yiyecek yetiştirilen ve aynı zamanda gemiler için bir onarım merkezi ve hastane olarak çalıştırılmak üzere, “Masadağı” körfezi üs olarak seçilmiştir. Üssü kurma görevi ise: 23 yaşındaki Riebeeck’e verilmiştir.
Riebeeck: karada, çamurdan bir kale inşa ettirir ve taze meyve ve sebze yetiştirmeye başlar. Hatta: buralarda çalıştırılmak üzere, Hint adalarından köleler getirilir.

1666 yılına gelindiğinde ise: burada, “Castle of Good Hope” isimli daha büyük bir şato yapılır. Yerleşim çevresindeki kırsal alan yayılır, tahıl tarımı başlar. Uzun yıllar boyunca: Sanlara ve Koikoilere ait arazi: 1658 yılında bölgeye ilk büyük çaplı üzüm bağlarının dikilmesiyle, Hollandalıların mülkü haline gelir.

Cartoon map of World

18.yüzyıl başlarında ise, bölgeye: Alman ve Fransız göçmen akınları yoğunlaşır ve bölge yerli toplumları parçalanmaya başlar ve hatta 1713 yılındaki “çiçek” salgınında birçoğu ölür. Kalanlar ise, gerek Sanlar ve gerekse Koikoiler birbirlerine karışırlar ve günümüzdeki nüfusun melez kısmını oluşturur.

Bu sırada: bölge valisi Simon van der Stel: bölgede: olağanüstü zarif Flemenk tarzı büyük malikaneler ve köşkler kurdurur ve bir yandan da Güney Afrika şarap sanayini kurar.
Yine aynı dönemde: bölgeye Avrupalı dindar mülteciler de gelmeye devam ederler. Bunlar arasında Fransa’dan gelen ve Huguenotlar olarak isimlendirilenler: Franschoek olarak bilinen yerde, üzüm bağları dikerler. 1750 yılına gelindiğinde: ilk olarak Riebeceeck tarafından oluşturulan ve sonra geliştirilen bu ufacık yerleşim yeri: 3000 kişilik bir nüfusa sahip olur ve bu yerleşkenin ismi “Kaapstad-Cape Town” olarak anılmaya başlanır.

1795 yılına gelindiğinde: Muizenberg Savaşı sonunda kazanan İngilizler: Cape Town ve Baharat Yolunun kontrolünü ele geçirirler. Böylece: bölgede Hollanda-Doğu Hindistan Kumpanyası tarafından uygulanan tekeller kaldırılır ve ticaret serbest hale getirilir.

Bunun sonucunda: Cape Town şehri: uluslar arası öneme sahip bir deniz limanı haline gelir. 1814 yılında, burası kazanılan bir savaşın ardından resmen İngiliz sömürgesi olmuştur. Başlıca şirketler burada bürolar açarlar ve kısa zamanda şehrin alt yapısı oluşturulur.

Aynı dönemde, şehrin çevresindeki küçük yerleşim yerleri de gelişmeye başlamıştır. Simon körfezi: donanmaya ev sahipliği yapar. Burada bulunan kasaba “Simon kasabası” ismini alır ve sürekli gelişen balıkçılık ve balina avcılığının merkezi olur.

Güney Afrika’nın doğusunda altın ve elmas bulunmasıyla: 19.yüzyılın sonuna gelindiğinde: Cape Town şehrinin iyice geliştiği görülür. Caddeler, ticaret binaları, bankalar, güzel konaklar ve büyük mağazalar sıralanır.

1910 yılına gelindiğinde: 8 yıl süren, Britanyalılar ve Flemenkçe konuşan Boerler arasındaki kanlı “Boer savaşları” sonunda: karşıt taraflar “Güney Afrika Birliği”ni oluşturmak için bir araya gelirler ve “Cape Town”: yeni birleşen ülkenin resmi başkenti olur.

Afrikalılar: işbirliği yaparak İngilizlerin zaferinde pay sahibi olmuşsalar da; birleşmeden yarar sağlayamamışlardır. Yeni oluşturulan hükümet: “Cape Town Houses Parliament” de: beyaz olmayanların haklarını gitgide kısıtlayan yasalar çıkarmaya başlarlar. 1913 yılında “Mülk edinme” hakkı kısıtlanır ve 1936 yılında ise “oy vermeleri” yasaklanır.

1960 yılında: düzenlenen barışçıl bir gösteride: üç göstericinin polis tarafından öldürülmesinin ardından; baskıya karşı silahlı mücadele tetiklenir. Nelson Mandela ve Walter Sisulu gibi önde gelen ırk ayırımcılığı karşıtları: Cape Town açıklarında bir ada olan “Robben Island” denilen yerde uzun süreli hapis cezalarına çarptırılırlar.

1966 yılında yayınlanan “Nüfus Kayıt Yasası” ile: Afrikalı ve Melez topluluklar: zorla evlerinden çıkartılıp, şehir dışındaki yerlere gönderilirler. 1972 yılına gelindiğinde ise, şehir konseyi: Melez ırkın konseyde temsilini iptal eder.

1980’lerde ise: Cape Town: Güney Afrika’nın birçok yerinde olduğu gibi: ırk ayrımcılığına karşı mücadelenin yoğunlaşmaya başladığına tanık olur. Bir çok ülke: beyaz olmayanların karşılaştığı şiddeti protesto etmek için Güney Afrika’ya sert ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlarlar.

Bu baskılar sonucu, kargo ve ticaret gemilerinden mahrum kalan Cape Town sıkıntı içine girer. Hatta: Güney Afrikalılar, birçok spor organizasyonlarına alınmazlar. 1986 yılında gelindiğinde ise: bu baskılar sonuç verir ve Güney Afrika’nın ilk başpiskoposu olarak bir siyah olan “Desmond Tutu” seçilir.

1990 yılında ise: Başkan F. W. Kierk’in sürpriz girişimi ile, 27 yıl hapis yattıktan sonra, Nelson Mandela serbest bırakılır ve dünyanın gözleri, bu şehir üzerine çevrilir. Mandela: serbest bırakılmasının ardından: Cape Town City Hall balkonundan: Grand Prade meydanında toplanan 100 binden fazla insana hitap eder. Bu tarihi olay televizyonlar aracılığı ile bütün dünyadan izlenir.

1994 yılında, Mandela, Güney Afrika’nın ilk siyahi başkanıdır ve yüzyıllarca süren ırkçılık çatışmalarının ardından, Cape Town şehrinde barışçıl uzlaşı için hassas bir dönem başlar.

Evet, günümüzde: Cape Town House of Parliament denilen parlamendodan çıkan yasalar: ülkenin refahında önemli rol oynamaya devam etmektedir. 2004 yılında Olimpiyat düzenlemek için yapılan girişim başarısız olmuşsa da 2006 Futbol Dünya Kupası ülkede düzenlenmiştir. 1652 yılında: Riebeeck tarafından kurulan küçük yerleşim yeri, günümüzde Güney Afrika kıtasının önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir.

Lübnan Beyrut Anjar

Lübnan Beyrut Anjar

Şehir, Lübnan ülkesinde Bekaa vadisinde bulunmakta, Beyrut şehrine 58 km. uzaklıkta, deniz seviyesinden 950 metre yüksekliktedir. Litani nehri ise, şehrin yakınından geçmektedir.

Toplam olarak 8 kilometre karelik bir alana yayılan şehirde, tamamen Ermeniler yaşamaktadırlar. Özellikle, yaz aylarında dünyanın çeşitli yerlerindeki Ermenilerin ziyareti nedeniyle, şehrin nüfusu hızla artmaktadır.

Anjar şehrinin isminin kelime anlamı “çalışan nehir” demektir.

Lübnan Beyrut Anjar
Lübnan Beyrut Anjar

 

Şehir: MS.8’nci yüzyılın başında, Emevi halifesi Velid ben (705-715) tarafından kurulmuştur. Şehir kurulduğunda, Emevi medeniyetinin en gelişmiş dönemine tanıklık etmiştir. Aynı zamanda: iki önemli ticaret yolunun kavşak noktasında bulunması nedeniyle de, bir ticaret merkezi haline gelmiştir.

Daha sonraki süreçte terk edilen şehir, 1939 yılında bölgeye gelen Ermenilerin yerleşmesi sonucu yeniden kurulmuştur. Aynı yıl: 5000 Ermeni, Türk ve Fransız donanmasının yardımı ile, Anjar şehrine taşınmıştır. Sonraki süreçte, buradaki mülteciler için, Fransızlar tarafından evler inşa edilmiştir.

1940’lara gelindiğinde ise, şehir, arkeologlar tarafından keşfedilmiştir. 385 x 350 metre boyutlarındaki dikdörtgen alanda yapılan kazılarda: surlarla çevrili kuleler ve ortaya çıkarılmıştır. Doğu-batı ve kuzey-güney istikametindeki yollar, şehri dörde böler.

Kamu ve özel binalar: gayet güzel bir planlama ile yerleştirilmiştir. Küçük saraylar (harem) ve hamam, güneydoğudaki cami, büyük saray ve kuzey-doğu istikametindeki atık suların tahliyesini sağlayan kanalizasyon sistemi ortaya çıkarılmıştır.

744 yılına gelindiğinde: Halife Valid oğlu İbrahim yenildi ve kısmen tahrip edilen şehir, terk edildi. Bu nedenle, Anjar şehri, 8’nci yüzyıl şehir planı için muhteşem bir örnektir.

Günümüzde buranın en büyük turistik değeri: Emevi saray kalıntıları ve Emevi halifesi Velid bin Abdel Malek tarafından, MS.8’nci yüzyılda yapılan kale kalıntılarıdır. Yani: burası, bugün: ziyaretçilere; bir Emevi şehir planlamasının en güzel örneğini sunmaktadır.

Şehrin batısında: doğudan-kuzeye doğru 370 metre ve 310 metre uzanan duvarlar var. Bu duvarlar: 2 metre kalınlığında ve yapısal olarak gayet sağlam, çamur ve harç ile yapılmış, büyük taşlarla desteklenmiştir. Bu duvarlar boyunca Emevi yazıtları görülebilir. Ayrıca 40 kule ve her cephenin merkezinde bir kapı bulunur. Ayrıca, 20 metre genişliğinde caddeler görülür. Çarşı bölümünde ise 4.5 metrelik sütunların bulunduğu ana caddeler üzerinde 600 dükkan bulunur.
Bunun dışında: 2 saray ve cami ve hamam bulunuyor.

Lübnan Beyrut Anjar
Lübnan Beyrut Anjar

Ana saray

Cardo Maximus denilen ana saray, şehrin doğu kenarında ve dükkanlar sırasının arkasındadır. Sarayın ana girişleri: batı ve doğu cephelerindedir. Saray odaları, 40 metre karelik bir avlu çevresinde sıralanır. En belirgin özellik: üst cephedir.

Cami

Cami, sarayın kuzeyindedir. İki bina arasında, yalnızca 3 metre genişliğinde bir sokak bulunur. Halifenin camiye girişi buradan yapılır. Diğer iki giriş ise, halk için kullanılır. Yapının temel boyutları ise: 47 x 30 metredir.

Lübnan Beyrut Anjar

Küçük Saray

Decumanus Maximus karşısında, Velid camisinin kuzeyinde, halifenin eşleri için yaptırdığı küçük saray bulunur. Buraya, bir sokaktan ulaşılır. Bu saray: bir kare avlu çevresinde sıralanan 5 odadan oluşmaktadır. Bu küçük saray: çeşitli kuşlar, kabuklu deniz canlıları, yaprak gravürleri ile süslenmiştir.

Lübnan Beyrut Anjar

Hamam

Hamam, sitenin kuzeydoğu bölümündedir. Geleneksel Roma dönemi mimari etkilerine göre yapılmıştır. Hamam: 3 kemerli, her biri ayrı soğukluk odaları, sıcaklık odaları ve sıcak su banyolarından oluşan ve ayrıca eğlence iki salon bulunan bir yapıdır.

Son bir not: Anjar bölgesine yolunuz düşerse: özellikle “alabalık” yemenizi öneririm. Günümüzde, burada: elma da çok ünlüdür.

Şehirde, 500 civarında elma bahçesi ve birçok üzüm bağı bulunmaktadır. Ayrıca, şehirde, hükümet tarafından desteklenen büyük bir alabalık üretim çiftliği bulunmaktadır.

Evet, yazıyı bitirmeden önce şunu da belirtmekte yarar var. Yukarıda söz ettiğim gibi, burası daha sonra ülkemiz topraklarından göç eden Ermenilerin yerleştiği bir yer olarak biliniyor.

Dolayısı ile, burayı ziyaret ederseniz, dikkatli bulunmanızda yarar var. Çünkü: özellikle genç Ermenilerin Türklere bakışı, pek iyimser değil.