Afyonkarahisar Dinar

dinar.genel.1
Afyonkarahisar Dinar

Dinar, memleketim, orada uzun süre yaşamasam da memleketim, sık sık görme şansım olmasa da halen orada yaşayan akrabalarım var. Buraya zaman ayırın gezin, Eldere’yi görün, hiç zamanınız yok ise, Suçıkan denen yerde, bir mola verin, göldeki balıkları, ördekleri görün, gölün hemen kıyısındaki restoranda saç tava yiyin, çay için, yorgunluğunuzu atın ve yolunuza devam edin.

Evet Dinar, memleketim maalesef tüm bu merkezi konumuna rağmen, yıllar içinde sürekli depremlerle sarsılmış ve bu depremler ilçeye büyük hasarlar vermiş, can kayıpları olmuştur, elbette bunlar acı birer hatıra olarak tarihte yerini alıyor ama Dinar’da hayat devam ediyor, mutlaka uğrayın.

Ancak, aşağıdaki tanıtım yazısını okuduktan sonra bana bir konuda hak vereceksiniz, Dinar gerçekten tarih boyunca önemli bir şehir olarak kurulu bulunmuş ve yerleşim yeri olmuş, antik döneme ait burada bulunması muhtemel ve kesin birçok kalıntı olmasına rağmen, hala resmi arkeolojik kazı çalışmaları yapılmamış, yapılmamakta ve de daha da ilginci, burada tesadüfen bulunan buluntular, Afyonkarahisar Müzesine götürülerek orada sergilenmektedir, ancak niye burada bir müze yapılmaz, bu kalıntıların bulunduğu veya çıktığı yerde sergilenmesi esas değil mi?

ULAŞIM

İlçe hem kara yolu hem de demir yolu bakımından bir kavşak noktasındadır. Antalya, Burdur, Denizli ve Afyonkarahisar karayolları Dinar’dan geçer. Dinar Süleyman Demirel havaalanı arası: 47 km. Dinar Afyonkarahisar 116 km. Dinar Ankara 357 km Dinar Isparta 63 km. Dinar Denizli 130 km. Dinar İzmir 346 km. Dina-Uşak arası 110 km dir.

TARİHİ

Dinar, Truva savaşlarında yenilerek Anadolu içlerine çekilen Ahiya (Aka-İyon) prenslerinden Gleinos tarafından MÖ 1200’lerde “Celaenae” adı ile kurulmuştur. Gleinos, Poseidon’un Danae’den olma oğludur.

MÖ 281 yılında Suriye kralı Selefkos, Çanakkale’den Trakya’ya geçerken ölür ve yerine oğlu Antiochus Soter (I. Antiyohos) geçer ve Gelene şehri yanı başında ovada Marsiyas (Suçıkan) ile Menderes’in birleştiği yerde ve Marsiyas’ın iki yanında bir şehir kurarak şehrin genel yapılarını yaptırır.

Bunlar: bir Artemis tapınağı (Anaitis), bir stadyum (koşu ve spor yeri), bir agora (Pazar yeri) dır. Kurduğu şehre Pers kökenli annesinin ismini “Apameia” verir.

Apameia, şimdiki Dinar ilçesinin bulunduğu yerde kurulmuştur.

Stadyum, şimdiki Tekke mahallesinin aşağı eteklerinde, otobüs garajında, Suçıkan yatağına kadar uzanan yamaçtadır. Etekteki evlerin bahçelerinde stadyumun seyirci basamaklarından bazıları hala görülmektedir. Agora yani Pazar yeri ise, aynı yere yakın, şose köprüsü yanlarındadır.

Burada bulunan bir yazılı taş bunun kanıtıdır. Bu taş, halen Belediye İtfaiye Garajı önündedir. Artemis Anaitis (Duvarlı Artemis) tapınağı ise, Çarşıdan İncirli Pınar’a giden yolda, özel bir şahsa ait bağ içindedir. Burası ve çevresi, ilçe imar planında arkeolojik alan olarak ayrılmıştır, yeni yapılaşmaya izin verilmez.

Gelene Panteonu yani ilahların toplandığı tapınak ise, Tekke mahallesi ile Suçıkan yönünde uzanan ve aynı zamanda hem Suçıkan ve hem de Meandr kaynağı Arap ışık su başını gören tepecik üzerindedir. Bu nokta, halen özel bir kişiye ait un fabrikasının tam üstüne gelmektedir. Bu tepeden aşağıya yuvarlanmış ilah heykellerinden ikisi, fabrika bahçesinde bulunmuş ve Afyon Müzesine götürülmüştür.

Şehir o dönemde Seleukos İmparatorluğunun büyük doğu-batı ticaret yolunda önemli bir merkez haline gelmiştir.

MÖ 2’nci yüzyılda, Apameia şehri Roma yönetimine geçti ve Venedik, Ceneviz ve Yahudi tüccarları için bir ticaret merkezi oldu. MS 3’ncü yüzyılda şehirde basılmış bazı sikkeler üstünde “Nuh’un gemisinin” resimleri bulunduğundan, bölgede nüfuzlu bir Yahudi topluluğunun da bulunduğu sanılmaktadır.

Belki bu yüzden şehre sandık anlamına gelen “Kibotos” ismi verilmiştir. Şöyle ki 1885 yılında Whittal isimli bir arkeolog tarafından Dinar’da buluna ve halen İngiltere’de sergilenen bir paranın ön yüzünde “Senior” resmi vardır. Paranın arka yüzünde ise kapağı açık bir sandık, dalgalar üzerinde yüzmektedir.

Sandık içinde, belden yukarısı gözüken, giyimli bir erkek ve bir bayan, başları sola dönük, ağzında zeytin dala olan uçan bir güvercine bakıyorlar. Sandığın açık kapağında oturan başka bir güvercin görülüyor. Sandığın üzerinde “Nuh” yazılıdır. Yine sandığın önünde uzun giysili bir kadın ile kısa giysili bir erkek karaya çıkmışlar ve sağ elleri havada görülüyor.

Romalıların Anadolu’da katıldıkları ilk savaşın (MÖ 190 yılı Magnesia savaşı) geçtiği yer burasıdır. Ayrıca, savaş sonrasında MÖ 188 yılında yapılan barış anlaşması da yine burada düzenlenmiş ve Apameia Barışı olarak tarihe geçmiştir. Buna göre Selefkoslar, Frigyayı bırakmışlar, Roma ordusunun Galatya cumhuriyeti üzerine yapacağı sefere yardım etmeyi de yüklenirler.

Çünkü bu sırada, Afyon ilinin kuzeydoğu bölümü, (bugünkü Emirdağ) Galatyalıların elinde idi.

Bu şehrin kalıntıları günümüzde Gelene ilçesinin yanı başında, ovada Marsiyas (Suçıkan) ile Menderes nehrinin birleştiği yerde ve Marsiyas’ın iki yanında, görülebilir.

Aniyohos’un kurduğu diğer Apameia şehirlerinden ayırt edebilmek için bu şehre Apameia Kibotos ismi verilmiştir.

Ünlü coğrafyacı yazar Strabon’a göre: Roma döneminde Apameia, Efes’ten sonra Asya eyaletinin en önemli alışveriş ve idari merkeziydi.

MS 3’ncü yüzyılda ise, düzensizlik ve ticaretin Konstantinopolis’e sapması şehirde düşüşe yol açtı.

1070 yılında Malazgirt zaferinden sonra şehir Türkler tarafından ele geçirildi.

Selçuklu ve Beylikler dönemindeki kayıtlarda “Dinar” ismi yoktur. Ancak “Apemeia” ismi de kullanılmamıştır. Çünkü Türkler buraya geldiklerinde, burada yerli halktan kimse yoktu ve şehrin eski ismini bilmeleri mümkün değildi. Eğer burada oturanlar olsaydı; Anadolu’nun diğer birçok yerinde olduğu gibi şehrin eski ismini öğrenip ona göre burayı isimlendirirlerdi. Bu yüzden yöreye “Geyikler/Keyikler” ismini vermişlerdir.

Osmanlı döneminde ise, burası Kütahya Sancağına bağlı bir yer olarak belirtilmiş, çoğu zaman Homa’nın bir nahiyesi denilmiştir. Ancak 16’ncı yüzyılda, Osmanlı Tahrir Defterlerinde, buradan söz edilirken “Geyikler” ismi kullanılır. Ancak Arap alfabesindeki harflerin okunuş özellikleri nedeniyle, Dinar kelimesi çoğu kez “Ginler” veya “Gingler” olarak da okunmuş ve kullanılmıştır. Hatta “Dinler” ve “Dingler” diye telaffuz edenler de olmuştur.

Yörenin isminin Dinar’a dönüşmesi, 28 Mart 1912 tarihinde resmen kabul edilmiştir.

Dinar kelime anlamı zenginlik ve varlıkdır. Çünkü, Dinar ismi, antik ve yeni dönemde, paralara verilen bir isimdi. Böylelikle Dinar ismi kabul görmüş ve kolayca yaygınlaşmıştır.

Ancak, önceleri, yaygın olarak kullanılan “Geyikler” ismi kullanılmaya devam edilmiştir.

Resmi kayıtlarda yörenin ismi Dinar (Geyikler) olarak kullanılmıştır.

Tüm bunlar tamam da, buraya verilen bir zaman kullanılan “Geyikler” isminin kaynağı nedir, yani burada geyikler mi varmış, bunu öğrenemedim. Ancak, Dinar’da kullanılan “Maral” soyadının buradan geldiği yani Maral’ın kelime anlamının “Dişi Geyik” olduğunu, neden böyle bir soyadı alındığını şimdi daha iyi anlamlandırdım.

dinar.genel.2
Afyonkarahisar Dinar

GENEL

Dinar ilçesinde mevcut sanayi toplanma alanı olarak Suçıkan caddesi bulunur. Bir zamanlar, Suçıkan kaynağından gelen sularla çalışan ve caddenin iki yanına sıralanmış 20 civarında su değirmeninin bulunduğu söyleniyor.

Suyla çalışan bu eski un değirmenleri zamanla kapanarak yerlerini un fabrikaları almıştır. Daha sonra Suçıkan caddesinin genişletilmesiyle bu un fabrikaları da kapanmaya başlamış ve bir kısmı 1995 depreminden sonra eski Sanayi alanına taşınmıştır.

DİNAR VE DEPREM

Bölge sismik yönden oldukça aktiftir. Türkiye Deprem Bölgeleri haritasında, 1’nci derece deprem bölgesi içinde yer almaktadır. Dinar ve çevresindeki ana tektonik hatları dikine kesen fay hatları bulunmaktadır ve tarihi süreçte (MÖ 4’ncü yüzyıl, MS 53, 1875, 1901, 1914, 1925, 1995 ) olan depremler bu hatlarla ilgilidir. Bütün bu depremlerde, yörede ağır can ve mal kaybı yaşanmıştır.

Roma çağı ve öncesinde yörede büyük depremler olmuştur. İmparator Alexander zamanında, 222 ile 235 yıllarındaki depremlerde çok sayıda bina yıkılmış, yarıklar açılmış yeni yeni göller ve sular ortaya çıkmıştır.

7 Ağustos 1925 tarihinde meydana gelen 6.9 şiddetindeki depremde, ilçe merkezi ve çevresinde 2045 bina hasar görmüştür. 1995 yılındaki depremden sonra, şehrin yeni yerleşimi, şehir merkezinin doğusundaki sağlam zeminler üzerinde yoğunlaşmıştır. Çünkü 1995 yılındaki depremde hasar gören binalar, mahallelere göre farklılık göstermektedir.

1 Ekim 1995 günü meydana gelen 6.1 şiddetindeki deprem sonucunda, Dinar ve çevresindeki yerleşimlerde büyük hasarlar olmuştur. Deprem sonucu 90 kişi ölmüş, 243 kişi yaralanmıştır. 14 binden fazla bina hasar görmüştür. Can kayıpları ve bina hasarlarının büyük çoğunluğu Dinar merkezinde olmuştur. Depremin ardından, yaklaşık 15 bin kişi, bölgeyi terk ederek başka yerlere göç etmiştir.

2008 yılında ise, Dinar merkezinde, TOKİ tarafından, 4 katlı ve depreme dayanıklı binaların inşa edildiği yeni mahalleler oluşturulmuştur.

ATATÜRK VE DİNAR

Büyük Önderimiz Atatürk, 16 Mart 1936 tarihinde Dinar’a gelmiş ve şimdiki Ulu Caminin bahçesinde bulunan Türk Ocağında karşılanıp konuk edilmiştir.

Afyonkarahisar Dinar Fadiş bebek

NE SATIN ALINIR

Dinar tarafına yolunuz düşerse, el örgüsü çorap satın alabilirsiniz. Ayrıca yine buraya özgü “Fadiş Bebek” satın alabilirsiniz. İlçe merkezine bağlı Çöl Ovası bölgesindeki köylerde düğün ve bayram gibi özel günlerde kadınların giydiği yöresel kıyafetler “Fadiş Bebek” ile tanıtılıyor. Dinar yöresine daha önce çok gittim, ama bu bebeklerden haberim yoktu, ilk gittiğimde mutlaka alacağım, ilginç olsa gerek.

Afyonkarahisar Dinar

NE YENİR

Eldere’ de kiremitte alabalık yemenizi öneririm. Dinar merkezde ise, Suçıkan ’da havuz kıyısında saç tava ve süzme yoğurt öneriyorum.

Afyonkarahisar Dinar

DİNAR UYGULAMALI BİLİMLER YÜKSEKOKULU

Afyon Kocatepe Üniversitesine bağlıdır. Okul, 2016 yılında kurulmuş olup, okul bünyesinde Sigortacılık ve Aktüer ya Bilimleri ve Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümleri bulunmaktadır. Hürriyet Mahallesinde, Kredi Yurtlar Kurumuna ait yurt bulunmaktadır.

ULUSLARARASI MARSİYAS MÜZİK, SANAT VE KÜLTÜR FESTİVALİ

Dinar Belediyesi ve Afyon Kocatepe Üniversitesi iş birliğiyle Suçıkan’da düzenlenen bu festivalde, her yıl değişik programlar düzenleniyor. Müzik, dans ve sahne gösterileri, şiir ve türkü dinletileri yapılıyor.

DİNAR YAZARLAR, ŞAİRLER KÜLTÜR DERNEĞİ SUÇIKAN ŞİİR GÜNLERİ

Dinar’da Dinar Belediyesi tarafından düzenlenen bu şenliğe: gerek Dinar ve gerekse çevre il ve ilçelerden gelen ozanlar ve şairler katılıyorlar. Halkın yoğun katılımı ile, Ağustos ayında düzenlenen bu etkinlikte tam bir türkü ve şiir şenliği yapılıyor.

GEZİLECEK YERLER

Afyonkarahisar Dinar Suçıkan
Afyonkarahisar Dinar Suçıkan
Afyonkarahisar Dinar Suçıkan

 

SU ÇIKAN

İlçe merkezindedir. Parka gelmeden Atatürk’ün Kocatepe’ye çıkışını simgeleyen heykeli görebilirsiniz.

Afyonkarahisar Dinar Suçıkan Marsyas Heykeli

Park alanı girişinde, Suçıkan efsanesine hayat veren Efsanevi Kahraman Marsyas heykeli görülüyor. Daha sonra ise, sizi şu anda müze olarak kullanılan Taş bina karşılar. (Müze hakkında bilgi aşağıdadır.)

Afyonkarahisar Dinar Suçıkan
Afyonkarahisar Dinar Suçıkan
Afyonkarahisar Dinar Suçıkan

    

Suçıkan kaynağına, güneyden gelen Düden kaynağının suları da karışmaktadır. Yüksek debilere sahip bu kaynaklar, Dinar ovasına uzanarak Büyük Menderes nehrini yaratırlar. Özellikle suçıkan kaynağı, yüksek verimi ile şelale şeklinde akmaktadır. Burada bulunan şelale, yaklaşık 85-90 metre yükseklikten aşağıdaki havuza dökülüyor.

Yani, Menderes nehri buradan başlıyor, geçtiği yerlerde katılan irili ufaklı akarsularla birlikte 585 km yol aldıktan sonra Ege denizine dökülüyor.

Afyonkarahisar Dinar Suçıkan

Akşam olduğunda havuzun içindeki fıskiyeler ve bazı yerlere konulmuş neon lambaları yandığında, görüntü daha da muhteşem oluyor.

Afyonkarahisar Dinar Suçıkan

Burada havuzun üstünde bir de köprü var. Hatta, yeni evlenen çiftlerin buraya gelerek köprüde ve muhtelif yerlerde fotoğraf çektirmeleri gelenektir.

Suçıkan havuzu, eski Dinar Hidroelektrik Santralinin suyunu toplamak için yapılmıştır. Daha sonraları ise çevresi düzenlenerek ve ağaçlandırılarak park yapılmıştır.

suçıkan.1
Afyonkarahisar Dinar Suçıkan

Kral Midas efsanesinin, tarihte ilk müzik yarışmasının geçtiği burada çok güzel bir şelale (kışın donar, güzel bir görüntü verir), gölet, restoranlar ve genel tuvalet bulunuyor. Genel tuvalet paralı olmasına rağmen, temiz değildi. Öte yandan, her ne kadar buraya mutlaka uğrayın, bu güzelliği yaşayın, saç kavurma yiyin (kaç kişi iseniz ona göre yani kişi adedine göre ısmarlanır) veya çay için ve hatta varsa kızarmış dondurma yiyin ve de son bir not, ama önemli bir not burada yoğurt yiyin hatta yoğurdun markasının “Dinar Süt” olmasını ve süzme yoğurt olmasını söyleyin diyorum, ama Dinar Belediyesine ait bu restoran, bildiğim kadarı ile Belediye tarafından özel işletmeye kiralanıyor, aldığım duyumlara göre, insanlar buranın son zamanlarda aşırı pis olduğunu ve bir daha asla gelmeyeceklerini söylüyorlar, umarım Dinar Belediyesi bu konuda önlem alır, buranın temiz, tertipli ve düzenli olması için tedbir alınır.

Afyonkarahisar Dinar Suçıkan Dinar Etnografya ve Sosyal Yaşam Müzesi ve Suçıkan Oteli
Afyonkarahisar Dinar Suçıkan Dinar Etnografya ve Sosyal Yaşam Müzesi ve Suçıkan Oteli

 

Dinar Etnografya ve Sosyal Yaşam Müzesi ve Su çıkan Oteli

Park alanında, havuzun hemen kenarındaki bu orijinal taş bina “Dinar Etnoğrafya Müzesi” olarak düzenlenmiştir. Burada aynı zamanda otel bulunuyor. 5 katlı otelin katlarında ve odalarda eşyalarla birlikte, Dinar’ın tarihini belgeleyen fotoğraflar sergileniyor.

Müzede, Dinar ve yöresinde, eskiden zanaatkar esnafın kullandığı el aletleri sergileniyor. Bunlar arasında, yeni neslin hiç görmediği çiftçi aletleri ve edevatları, zanaatkarların kullandığı aletler, fenerler, pompalı gaz ocakları, memurların kullandığı daktilolar, döven, tarım aletleri ve başkaca objeler sergileniyor. Bence ziyaret edin, özellikle yanınızda çocuklarınızla ziyaret edin, çünkü burada sergilenen objeler ilgilerini çekecektir. Bu arada, müzedeki eşyaların tamamı Dinar Halkı tarafından bağışlanmıştır.

Afyonkarahisar Dinar Suçıkan Efsanesi

Suçıkan Efsanesi

Öncelikle şunu bilmekte yarar var, Suçıkan efsanesi birçok farklı şekilde anlatılıyor, ben burada sizlere en yaygın şeklini anlatacağım ama farklılıklar da olabiliyor.

Tanrıça Athena, Eldere gölünde yetişen sazlardan tarihteki ilk flütü yapar. Ancak bu flütü çalarken yanaklarının şiştiğini görür ve göldeki yansımasını beğenmez, flütü oraya atar.

Kelenia Prensi Stryr Marsyas isimli bir genç, burada gezerken flütü bulur ve alır. Çalmayı öğrenir ve zamanla, yörede büyük bir müzik üstadı olur. Öyle ki, lir üstadı Tanrı Apollon, onunla yarışmak ister. Frig kralı Midas’ın başkanlığında 2 su perisi ve 3 kişilik hakem heyeti ve halkın önünde yarışmaya başlarlar. Apollo arpını çalar.

Ancak yarışmayı flüt çalan Marsyas kazanır. Apollo, aletlerimizi tersten çalalım önerisinde bulunarak yarışmayı yeniler. Kendisi, arpı ters tutar ve çalar, ancak flüt tersten çalınmadığı için ses vermez.

Tanrı Apollo’ ya karşı oy vermek hakemleri korkutur. Kral Midas haksızlık yapıldığını düşünerek oyunu Maryyas’a verir. Diğer iki hakem Tanrı Apollon lehine oy kullanırlar. Başkanın oyu, iki oy sayıldığından, yarışmanın sonucu berabere ilan edilir.

Apollo, kendisinin üstün sayılmamasına çok kızar ve Marsyas’ı tutturup diri diri bir meşe ağacına astırır, derisini yüzdürür.

Ölüsünü şehrin içindeki nehre attırır, derisini de tulum yaptırıp suyun başındaki mağaraya astırır. Ünlü tarihçi Heredot, Marsiyas’ın tulum halinde şişirilmiş derisini, Marsiyas (günümüzdeki Suçıkan) kaynağında bulunan mağarada asılı olarak gördüğünü yazar.

Bundan sonra nehre Marsiyas ismi verilir. Marsyas’ın ölümüne üzülen kayalar ağlayarak Suçıkan’ı oluşturur. Apollo flütü Suçıkan’a atar. Flüt yeşerir ve Menderes nehrinin kamışlarını oluşturur.

Lanbşa’ın acılı bedeni ve feryadına dayanamayan su perileri, ona secde ederler. Midas’ta Apollo’nun gazabından kurtulamaz. Apollo, Midas’a “Sen benim lirimin namelerini değerlendirmekten acizsin, o kulakların eşek kulağı gibi uzasın, kıllarla dolsun” diye bağırır. Midas’ın kulakları uzar ve kıllarla kaplanır. Kral durumu bir süre gizlese de, tıraş olması gerektiğinde, berberi kulaklarını görür.

Bu sırrı, uzun bir süre saklayan berber, sonunda dayanamayıp bir çukur açar ve içine “Midas’ın kulakları eşek kulakları” diye seslenir ve çukuru kapatır. Apollon ve Marsyas arasında olan bu yarışma, tarihin ilk müzik yarışması ve Dinar Suçıkan’da müzik yarışmalarının yapıldığı yer olarak tarihe geçer.

Gelene halkı, Marsyas’ı ilah olarak kabul eder, adına sunaklar yaparlar. Dinar halkı tarafından ilçenin içinden geçen Suçıkan ırmağı, kutlu sayılır. Marsyas, Gelene ve daha sonraki Apameai şehrinin tanrısı olur. Zaten Marsyas ismi hece incelendiğinde: “Mar” deniz ve su demektir. “Siya, Seha” Yunancada isim ekidir ve “Marsiyas” kelimesi “Seha ırmağının (bugünkü Menderes nehri) beyi” demektir.

Gelelim günümüze, şimdi burayı ziyaret edenler, rüzgâr estiğinde efsaneyi hatırlar ve rüzgârın sesini sihirli flüt namelerine benzetirler.

Tabii konu bununla bitmiyor yani sadece Dinar yöresinde kalmıyor. Efsanelere devam edelim, yine Geleneli yani Dinar’dan yetişen Marsiyas’ın oğlu Olimpos, Yunanistan’a gider. Flütü ile Yunanlılara flüt çalmasını ve ölü törenlerinde çalınan ağıtların bestelenmesini öğretir.

Bu besteler, Pazar yerlerindeki kör şarkıcılar tarafından halka yayılır. Olimpos, Hermatios adından birisi adına yazıp söylediği bir matem nağmeleri (ağıt-mersiye) pek çok kere, birçok yerde söylenmiş ve ün salmıştır.

Ancak elbette bu bölgede sadece flüt yapıldığını söylemek olmaz, ney ve onun küçüğü nısfiyeden de söz etmek gerekir. Frigya’da cenaze törenlerinde flüt, ney, çalpara yani zil ve dümbelekten oluşmuş müzik ekipleri, ağıtlar çalıp söylüyorlardı.

tanrıapollon.1
Afyonkarahisar Dinar Suçıkan Mağarası

Su çıkan Mağarası

İlçe merkezindeki mağaranın girişi, Suçıkan Park Otelinin arkasındadır. Ancak mağarada günümüze kadar herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Mağaranın oldukça büyük olduğu ve içinde gölcükler bulunabileceği tahmin edilmektedir. Efsanede, Tanrı Apollon tarafından Marsyas’ın diri diri derisinin yüzülüp asıldığı söylenen mağaranın burası olduğu söyleniyor.

ILICA KEMERİ

İlçe merkezinde Ilıca mahallesi Ilıca caddesindedir. 2 kemerden oluşmaktadır, ancak çevresi çevrilmiştir ve havuz halinde görülür. Efsaneye göre: Therme yani Su tanrısının yeridir.

Evet bu Ilıca kemerleri hakkında bir efsane var. Apemeia krallarından biri, o zamanın baş rahibi ve kahinleri görevlendirerek “Ilıca suyunun kaynağının nereden geldiğini” öğrenmelerini ister, öğrenemedikleri veya yanlış öğrendikleri takdirde gözlerinin oyulacağını söyler. Başrahip, suyun kaynağını araştırır ve suyun kaynağının “Sandıklı kaplıcaları” olduğunu söyler.

Bunun üzerine kral, rahibin gözlerini oydurur. Ancak bir süre sonra pişman olan kral vicdan azabı çekmeye başlar ve rahipten af diler, kendisine bir istekte bulunmasını söyler. Rahip, “gözlerinin oyulmasına sebep olan, bir gözyaşı gibi ılık akan bu kaynağa, iki kemer yaptırılmasını ve böylece gözlerinin bu pınarda ebediyen yaşamasını istediğini” söyler. Bunun üzerine kral hemen kemerleri yaptırır. Ilıca kemerleri günümüzde de durmaktadır.

Afyonkarahisar Dinar Apameia
Afyonkarahisar Dinar Apameia
Afyonkarahisar Dinar Apameia

      

APAMEİA ANTİK ŞEHRİ

Mercimek tepesi yamaçlarındadır.

Sonra karanlık bir dönem ve Şehir, Anadolu Frigya bölgesinde Moiandoros nehri çıkışında, İskender’in ardıllarından General Selavkos Nikator tarafından tekrar kurulmuştur.

Kendisi, Buhara hanedanlarından birinin kızı olan Apameia ile, MÖ 125 yılında evlenmiş ve burada kurduğu şehre, karısının ismini vermiştir.

Şehirde, Helenistik dönemde, üzerinde Macander (Menderes) nehri ve flüt çalan Marsyas resimleri olan sikkeler basılmıştır.

Şehir takip eden Roma döneminde “Kelainai” adıyla bilinir.

Antik dönemde, Efes’ten sonra en önemli şehir kabul edilir ve hatta, Efes ile birlikte bronz sikke bastırmışlardır.

Şehir antik dönemde birçok kez depremle sarsılmıştır.

Helenistik dönemde basılan sikkelerin üzerinde özellikle Maeander nehri veya kaval çalan ve harmaniyesini savura savura dolaşan Marsyas’ın resimleri bulunuyordu.

Fakat bu sikkeler kullanılmıyor, hemen toprağın altına gömülüyordu. (Bu sikkelerin örnekleri günümüzde Afyonkarahisar Müzesinde görülebilir.) Neden gömülüyor, insanlar Marsyas’ın anısına saygı olarak bu sikkeleri gömüyorlarmış. Hiç kullanılmayan bu madeni paraların binlercesinden oluşan bir hazine, Seyyid Ahmet Çelikbaş tarafından bulunmuş ve Afyon Müzesine teslim edilmiştir.

Yunanlılar ise, Marsyas’ı, kollarından ağaca asılmış bir ihtiyar olarak heykellerini yaparlar. Marsyas’ın bu tür heykelleri günümüzde İstanbul ve İzmir Müzelerinde görülebilir.

Günümüzde: antik kent alanında, yarım daire şeklinde bir yapı kalıntısı içinde tiyatro, stadyum ve Artemis Anaitis tapınağı temelleri bulunmaktadır. Bunlar yüzeye daha yakındır. Diğer yapılar ise toprak altındadır. Yani şehir büyük ölçüde toprak altındadır.

Evet, Apemeia kenti hakkında efsaneler var. Apemeia kralının kızına Homa kralının oğlu talip olur ve nişanlanırlar. Ancak düğün yapılması için Apemeia kralı bir şart koyar. Kızının güneş altında değil gölge altında gelin gitmesini ister.

Homa kralı bunu kabul eder ve Apemeia ile Homa arasındaki yolun, her iki tarafına da asma diktirir. Böylece gelini gölge altında götürürler. Gerçekten halen bu yolun geçtiği muhtelif yerler belli olup, üzüm asmalarına sık rastlanılmaktadır. Ancak geçen yıllarla birlikte çoğu asma yozlaşmıştır.

Antik Tiyatro

Ilıca köprüsü üstünden çıkan eski Roma yolu ve caddenin üstünde, Üçlerce tepesinin kuzey yamacındaydı. Çukurluk bugünde görülebilmektedir. 7000 seyirci kapasiteli olduğu tahmin edilen antik tiyatrosun kazısı çalışmaları devam etmektedir. Batı yönüne bakan tiyatronun sahne kısmı, toprak yığınlarıyla altında tamamen yok olmuştur.

Payandaları yerinde olan tiyatronun, diğer bölümlerindeki kazı çalışmaları sürdürülmekte ve açılmaya devam edilmektedir. Tiyatro kazılarında elde edilen, Arkaik döneme ait “idol” ve “kâse” Afyonkarahisar müzesinde sergilenmektedir.

Stadyum

İlçe merkezinde, Tekke mahallesine çıkan kaldırımlı yol ile, otobüs garajı arasında ve Top tepeye yaslanmış olarak yapılmıştır. Suçıkan deresine paralel olarak uzanmaktaydı. Buradaki evlerin arka bahçesinde, oturma basamaklarından bir kısmı açıktadır ve görülmektedir.

Apemia kilisesi

Suçıkan kaynağının üst tarafında, tren yoluna yakın yerdedir. Kale yıkığı da denen bu yapının bir adı da Kervansaraydır. Ancak herhangi bir araştırma yapılmadığından net olan bir şey yoktur.

Artemis Tapınağı

İlçe merkezinde otobüs garajından İncirli pınara giden yol üstünde, yol çalışması sırasında bir kişiye ait üzüm bağında ortaya çıkmış ve gerekli araştırma ve inceleme yapılmadan üstü kapattırılmıştır. Tapınağın bir bölümü, taşları ve direkleri yerinde durmaktadır ve üstüne yapılaşma izni verilmemiştir ancak bölgenin çevresine birçok inşaat yapılmış ve korunmamıştır.

Panteon Tapınağı (Tanrılar Kurulu Tapınağı) 

Kelenia antik şehrinin bulunduğu Toptepe (Tekke) mahallesinde, Suçıkan yönüne uzanan sırtta, Menderes Un Fabrikasının üstündeki bir tepeciktedir.

Buradan yuvarlandığı düşünülen, normal boyda ve başsız Zeus Geleinos ve Demeter heykelleri, Menderes Un Fabrikası bahçesinde bulunmuştur. Bu heykeller günümüzde Afyon Müzesinde sergilenmektedir.

Bu tepe, günümüzde gecekondularla dolmak üzeredir ki, kesinlikle buna önlem alınmalıdır, burada yapılacak arkeolojik kazılarda birçok eserin çıkacağı kesindir. Öte yandan, kaçak define avcıları da yöreye hızla zarar vermektedirler.

Agora (Pazar yeri)

Stadyumun karşısında ve derenin öbür yakasındaydı. Burada, Agora ile ilgili bir yazıt bulunmuştur ve şimdi Dinar Belediyesi arkasında itfaiye garajındadır.

Bazilika

Ticaret sarayı ve borsa olarak kullanılan bu yapı, tünelden şehre inen şosenin sağındadır. Belediyenin şimdi asri mezarlık olarak yaptığı yerin yukarı başındaydı.

Belediye Sarayı

Dinar istasyonundan, Ilıca’ya çıkan geniş yolun solunda ve elektrik santralına giden yolun başındaydı. Burada, köşede bir ev yapılırken çıkan yazıtta, Belediye Başkanı Kefezedoros’a saygı ve şeref levhası bulunmuştur ve bunun bir zamanlar yani antik dönemde burada bulunan Belediye Sarayı duvarında asılı olduğu düşünülmektedir. Bu yazıt ta günümüzde Afyon Müzesinde sergilenmektedir.

Senato

Dinar ilçesinde, eski Halkevi, şimdiki Adliye binasının arka bahçesinde çok önemli bir binanın ki muhtemelen Senato binası olduğu düşünülmektedir, çatı alınlığı köşesine ait süslü bir mimari parça bulunmuştur. Ancak, binanın ne olduğu hakkında herhangi bir araştırma yapılmamıştır, bilgi bulunmamaktadır.

KELENİA ANTİK KENTİ

Apameia antik kentinin doğusunda Kale yıkığı tepe çevresinde kurulmuştur. Büyük oranda toprak altındadır.

Burası hakkında anlatılan bir efsaneden söz etmek istiyorum. Kelenia kralı Meandr, bütün Frigya’yı egemenliği altına almak için Frigyanın genel başkenti Pessinus şehrine savaş açar. Ancak savaş sırasında Tanrıça Kybele’ye yalvarır “Savaşı kazanırsam, beni bunun için kutlayacak ilk kimseyi kurban edeceğim” der.

Kral, savaş sonunda Pessinus şehrini ele geçirir ve Kelenia şehrine geri döndüğünde, kendisini karşılama töreninde ilk olarak oğlu Arhelaos, kızı ve annesi kutlamaya koşarlar. Bunun üzerine Kral Meandr şaşırır, sonunda delirir ve şehrin altında akmakta olan Anabenon ırmağına kendini atarak öldürür.

Bu olaydan sonra ırmağın ismi “Meandros” yani “Menderes” olur.

Kelenia halkı ve sonra onun yanı başına kurulan Apameia halkı, nehir ve su tanrısı olarak kutlar, adına kült ve tapınaklar kurarlar. Meandros tanrısı, havuz başlarında kolunun altına devrilmiş bir testiden su akan, uzanmış yaşlı bir ihtiyaç biçiminde yapılan heykelleri, bütün Menderes vadisi boylarında, şehirlerde su ve nehir tanrısı olarak kutsanır.

Meandros yani Menderes ırmağı, onun sudaki çırpınışları ile sağa sola yalpalayarak “S” çizer ve bu akışa da Karia ve Lydialılar “meandroslamak” derler. Akarken çıkan sesler, Meandros’un feryatlarıdır ve bu feryatlar yıllarca sürdüğünden, Meandros ölmemiş, su tanrısı olarak Anabenon’da yaşamaktadır diye söylenir.

Efsaneler biter mi bir tane daha: Kral Midas, Kelenia şehrine yerleştikten bir süre sonra şehirde büyük bir deprem olur. Depremde yarıklar açılarak sular fışkırmaya başlar ve şehri sular kaplar, evler sulara gömülür. Bu felaket üzerine, Kral Midas tanrılara danışmak için Babailah tapınağına gider, kahinler krala, en kıymetli şeyini açılan yarıklardan içeri atarsa, suların çekileceğini söylerler.

Çok zengin olan Kral Midas, hazinesindeki elmas ve altınlarını yarığa atar ama sular çekilmez. Bu töreni, atı üzerinde yöneten oğlu Anhoros kızar ve atını yarığa doğru sürünce, sular çekilmeye başlar. Böylece Kral Midas’ın en değerli varlığının oğlu Prens Ahhoros olduğu anlaşılır. Kral sular çekildikten sonra, yarık üzerine Baba (Zeus/Jüpiter) ilah tanrısı için altından bir mihrap yaptırır ve şehri yeniden iskân eder.

Afyonkarahisar Dinar Eldere
Afyonkarahisar Dinar Eldere
Afyonkarahisar Dinar Eldere

      

ELDERE

İlçe merkezine bağlı Eldere köyündedir. Eldere köyü, il merkezine 110 km ve ilçe merkezine 15 km uzaklıktadır.

Buradan çıkan Büyük Menderes nehri, Batı Anadolu’nun en büyük akarsuyudur. Eldere, aynı zamanda “Pınarbaşı” gölü olarak da bilinir. Eldere köyünün eski ismi “Baldere” dir. Antik dönemdeki ismi ise “Aulutrene” dir ve bu kelimenin dönüştürülerek günümüze “Eldere” olarak geldiği düşünülür.

Buradaki ilk yerleşim yani Aulutrene, göl kenarında Maender nehri kaynağında bir Roma garnizonu olarak kurulmuştur. Kaynaklardan alınan bilgiye göre, askerler burada Asya ve Galatia eyaletleri arasında sınır olan Paameia ve Apollonia şehirleri arasındaki sınırda güvenliği sağlıyorlarmış. Yukarıda da sözünü ettiğim Suçıkan efsanesinin ilk kısmında yazdığım gibi, Tanrıça Athena, buradaki sazlıklardan yaptığı flütü çalarken, yanaklarının şiştiğini gölde görünce tiksinir ve flütü yine bu göle atar.

Satyr Marsyas, flütü gölde bulur ve çalmaya başlar, ardından Tanrı Apollon ile yarışmaya çıkar, devamı suçıkan efsanesindedir. Yine bu efsaneye bağlı olarak, bu yerleşim yerinin ismi Aulutrene yani flüt çeşmesi olarak değiştirilmiştir. Köyün halkı Türkmen ve Yörük’tür. Ancak burada yani buraya atfedilmiş bir efsane daha var. Pan efsanesi. Dağların keçi ayaklı ve boynuzlu tanrısı Pan, bir gün gölde su perisi kızı çırılçıplak yıkanırken görür.

Ona sarılmak ister, kız kaçar, Pan kovalar, peri kızı gölden yardım ister. Göl, kızı kamışa dönüştürür, Pan kamışlardan değişik uzunluklarda parça kesip onları bal mumu ile yapıştırır, böylece flütü yapar ve onu her çaldığında, peri kızı ile dudak dudağa öpüştüğünü, flütün sesinin de kızın sesi olduğunu hayal eder ve bu sırada ağlar. Yine efsaneye göre, Pan bu flütü Efes’te bir mağaraya bırakır.

Mağaraya bir bakire girerse flütten hoş nameler gelir. Kız başında çiçeklerde mağaradan çıkar. Bakire olmayan mağaraya girerse, gürültüler olur ve kız yok olur. Efsanenin bu bölümü o dönemde Efes ve Apameia şehirleri arasındaki bağlantıyı belirtmektedir.

Göl, Gumalan dağından çıkan su ile beslenir. Gumalan dağı demişken ve efsanelerden söz açmışken, Gumalan dağı ile ilgili de bir efsane var. Frig Ay Tanrısı Men, çok hovarda imiş. Günlerden bir gün eşi üzerine başka bir kızla evlenir. Ancak bunlardan biri ölünce, diğeri de onun yanındaki mezara diri diri gömülür.

Bu mezarın, halen Gumalar dağı eteklerinde bulunan taş oyma mezarlardan biri olduğu söylenir. Zaten, bu yüzden dağa “Gumalar” dağı ismi verilmiştir. Bugün de, Gumalar dağı eteklerindeki köylerde, iki eşlilik bir gelenek olarak sürdürülmektedir. Burada yaşayan erkekler de kendilerinden söz ederken “ben” değil “men” derler. Göl kıyısında alabalık restoranları var, kiremitte alabalık deneyebilirsiniz.

Afyonkarahisar Dinar Eldere Karakuyu Gölü
Afyonkarahisar Dinar Eldere Karakuyu Gölü
Afyonkarahisar Dinar Eldere Karakuyu Gölü

 

Karakuyu Gölü

Eldere köyündedir. Ankara-Afyon-Antalya yol güzergahında, Dinar yol kavşağından 10 km sonra Antalya istikametine giderken, yolun sağ tarafındaki Alabalık Restoranlarının da bulunduğu sulak alandır.

Menderes suyunun ilk çıktığı yerdir. Karakuyu gölü ve sulak alanı, çok geniş bir araziye yayılmış durumda iken, 1979 yılında tarımsal alanlar ve yerleşim yerlerinin su baskınlarından korunması ve sulama suyu temini ve Dinar Hidroelektrik Santraline su sağlamak için Devlet Su İşleri tarafından 2-2,5 metre yükseklikte, 14 km uzunluğunda setler içine alınmış ve su depolama alanına yani yapay bir göle dönüştürülmüştür.

1990 yılında ise burada su tutulmaya başlanmıştır. Gölü besleyen ana kaynak: Eldere köyü içinden çıkan Ulupınar’dır. Güneydeki İncesu köyü ve kuzeydeki Kumalar dağından gelen mevsimsel dereler de gölü besler. Göl fazla derin değildir, su seviyesi 1 ile 3.5 metre arasında değişir. Kurak aylarda göl küçülür. Deniz seviyesinden yükseklik 950 metredir. Gölün bulunduğu mevki, İç Ege Karasal ikliminden Akdeniz iklimine geçiş yerinde olduğu için, göl ve çevresinde zengin bitki türü çeşitliliği vardır.

Gölün tamamı, hasırotu, kamış ve nilüfer çiçekleriyle kaplıdır. Ayrıca Karakuyu gölü kışın donmaz. Çünkü: göller bölgesinde bulunan Eğirdir, Burdur ve Işıklı göllerinin tam ortasındadır ve kaynak sularından beslenir. Gölün üzerinde irili ufaklı çok sayıda yüzen ada bulunmaktadır. Yüzen adalar üstünde “Sorkun Söğüdü” denen bir bitki türü vardır.

Bu söğüt dalları çok esnek olduğu için sepet, sele ve keklik kafesi yapımında kullanılır. Yüzen adalarda bol miktarda “Kındıra” ve “Kamış” denen bitkiler de bulunur. Yüzen adaların arasındaki derin su toplama çukurlarına “Göz” denir. Bu gözlerin üzerinde nilüfer yani zambak veya lotus bitkilerine çokça rastlanır. Bu gözlerin derinlikleri en az 3-4 metredir. Balıklar yumurtalarını buraya bırakırlar.

Bu yüzden: göl alanı yaz ve kış dönemlerinde, kuşların yuva yapmaları, saklanma ve üremeleri için doğal bir ortam sağlamaktadır. Kuş araştırmacıları, sulak alanda 31 familyaya ait 74 kuş türü tespit edilmiştir. Gölde görülen kuşlardan bazıları şunlardır: Dikkuyruk, ördek, turna, balıkçıl, leylek, sakameke, uzun bacak, angut, bülbül, söğüt, flamingo ’dur.

Ayrıca sazlıklar arasında çok sayıda domuz da vardır. Karakuyu gölünden, çevrede yaşayanların en başta gelen yararlanma şekilleri gölden elde edilen “sülük” lerdir. Gölden çıkarılan sülükler yöre halkı tarafından alternatif tedavi yöntemi olarak kullanılmaktadır. Bunlar: varis, romatizma, siyatik gibi rahatsızlıkların tedavisinde kullanılır. Bu sülükler, gölde yakalanır ve Salı günleri Dinar’da kurulan pazarda şişeler içinde satılır.

Afyonkarahisar Dinar Eldere Karakuyu Gölü

1994 yılında Orman Bakanlığı tarafından göl bölgesi “Yaban Hayatı Koruma Sahası” olarak ve Konya Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından ise “1’nci derece doğal sit alanı” olarak tescillenmiş ve kuş gözlem evi yaptırılmıştır. Evet en hassas husus: göl sularının güneybatıdaki düdenle Dinar ilçesinin doğusundan çıktığı belirlenmiştir, yani Suçıkan’ın suya buradan gelmektedir.

Afyonkarahisar Dinar Homa (Gümüş Su) Şelalesi
Afyonkarahisar Dinar Homa (Gümüş Su) Şelalesi
Afyonkarahisar Dinar Homa (Gümüş Su) Şelalesi

 

HOMA (GÜMÜŞ SU) ŞELALESİ

İlçe merkezine 30 km uzaklıkta, kuzeydedir. Dinar-Çivril karayolu üzerindedir.

Şelalenin bulunduğu yere, suyun iyi özelliklerinden dolayı “Gümüş su” ismi verilmiştir. 1020 metre rakımda bulunan Pınarbaşı kaynağından çıkan sular, 150 metre aktıktan sonra 15 ile 30 metre yüksekliğindeki faya bağlı olarak, eğim kırıklığından düşüş yapmasıyla şelale oluşur. Sular, fayların oluşturduğu eğim kırıklığından düşüm yapar.

İlkbahar sonu, yaz başlangıcında suyun debini en yüksektir. Kaynak suları, bir ara şişelenerek piyasaya sürülmüştür. Suyu çok soğuk ve tatlıdır. Gümüşsuyu kasabasına, 10 km uzaklıkta bulunan “Düzbel” köyünde, II. Haçlı seferinin savaş alanı “Miryakefalon” savaşının yapıldığı alan vardır. Savaş II. Kılıçaslan ile Bizans imparatoru II. Manuel arasında olmuştur. Bu savaş, Türk tarihi açısından sonuçları açısından önemlidir. Bu savaş sonunda, Bizans imparatorluğunun Anadolu’daki direniş imkanları tamamen çökmüştür.

Afyonkarahisar Dinar

Muharebenin Düzbel köyünde yapıldığını savunan ilk kişi, W.M.Ramsay’dır. Hatta, Düzbel ’in hemen batısındaki Kufi çayının muharebe mevkiisin olduğu kabul edilmiştir.   Ancak savaşın burada olmadığı konusunda da bazı yazarların farklı görüşleri vardır, umarım bu bölgede arkeolojik araştırmalar yapılır ve savaşın yeri kesinlik kazanır.

Afyonkarahisar Dinar Norgaz Piknik Alanı
Afyonkarahisar Dinar Norgaz Piknik Alanı
Afyonkarahisar Dinar Norgaz Piknik Alanı

    

NORGAZ PİKNİK ALANI

İlçe merkezinin 7 km güneybatısında Pınarlı köyünün üst tarafındadır. Burada çam ağaçlarının arasında piknik yapmak mümkündür.

CERİT VE ZENDERİ YAYLASI

Cerit yaylası, Dinar ilçe merkezine 15 km ve il merkezine 125 km uzaklıktadır. Cerit yaylası denizden 1500 metre yükseklikte, dağlık bir arazide kurulmuştur. Köy arazisinin geneli dağlardan oluşur. Bu yaylada özellikle kıl çadır imalatı ve montajı yapılıyor, bu kıl çadırları görmenizi öneririm. Cerit yaylasında ayrıca yamaç paraşütü yapılıyor.

Afyonkarahisar şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

Uşak

Uşak

Halı mı desem, Karun Hazineleri mi, bilmiyorum, bu güzel İlimize, üç kez gittim, pek fazla kalmadım, ama özellikle son yıllarda Karun Hazineleri öne çıktı, yakınlardan geçerseniz, bu talihsiz hazinelerin sergilendiği Arkeoloji Müzesine mutlaka uğrayın,  görün, niye talihsiz, çünkü bu güzel eserleri, herkes yıllardır birbirinden çalmış.

ULAŞIM

Şehir, İzmir-Ankara kara yolu üzerindedir. Uşak-İzmir arası uzaklık: 211 km. Uşak-Ankara arasında uzaklık: 368 km. Uşak-İstanbul arasındaki uzaklık: 499 km. Ankara’dan Uşak şehrine kara yolu ulaşımı: Afyon üzerinden sağlanıyor.

Demir yolu değerlendirildiğinde: Afyon-Uşak-İzmir demir yolu, il merkezinden geçmektedir. 1897 yılından bu yana hizmet veren hat, hızlı tren projesi kapsamına alınmıştır. Uşak demir yolu ile Ankara’ya uzaklık 560 km. İstanbul’a uzaklık 610 km. ve İzmir’e uzaklık 287 kilometredir.

Evet, şehirde hava alanı da bulunmaktadır. Uşak hava alanı, 1998 yılında hizmete açılmıştır. 2002 yılında ise hizmete kapatılmıştır.

Uşak

TARİHİ

Kentin bilinen en eski adı: Temenothytia. Kent, bu adı: Heraklilerden, Aristomakhos’un oğlu Temenos’tan almıştır. Temenos: Roma imparatorluğu dönemi sikkeleri üzerindeki Temenos Oikistes ya da Ktistes yazıtları ve Temenos tasvirleriyle bilinmektedir.

Temenothyria: Flavuslardan sonra “Flaviopolis” adını alır. İl merkezinin eski adı: Uşşak. Uşşak kelimesi: iki anlama geliyor. Öncelikle: Aşıklar Diyarı. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde: bu adı “Aşıklar Diyarı” olarak yorumlanmıştır. Bunun yanı sıra; “Anadolu’daki tarihi yer adları” kitabında, Uşak isminin, buradaki “Obsekion” kentinin isminden türediği yazılmaktadır.

Ele geçen arkeolojik buluntular: Uşak ve çevresinin, MÖ. 4000 yıllarından itibaren, bazı toplumlar tarafından iskan edildiğini göstermektedir. MÖ. 2000 yıllarında, Anadolu’da, ilk siyasi birliği kuran Hititler, kendilerinin batısındaki bu medeniyete komşu olurlar. Afyon ve Kütahya illeri, bu medeniyetin batıdaki son yerleşim alanlarıdır.

MÖ. 620 yıllarında, Kimmerler bölgeyi istila ederler. Bu dönemde, bu bölge, Lidya hakimiyeti altındadır. Lidya kralı Cresüs, Pers imparatoru Cyrus’a yenilince, Uşak bölgesi Pers egemenliğine geçer. Bu durum: Büyük İskender’in bölgeye gelerek, Persleri yenmesine kadar devam eder. Büyük İskender’in komutanlarından Antiagosus, Anadolu seferinde, bu bölgeyi de, Büyük İskender’in topraklarına katar.

MÖ. 189 yılında,

Bölge, Roma Konsülü Manlius’un Anadolu seferi ile Roma hakimiyetine bağlanır. Romanın ikiye ayrılışı ile, 12.yüzyılda, Bizans hakimiyeti, bölgede egemen olur.

1071 yılındaki Malazgirt Savaşından sonra, Türkler, hızla Anadolu içlerinde yayılmaya başlarlar. Uşak ve çevresi, 1076 yılında, Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından ele geçirilir. Sonraki dönemlerde, haçlı seferleri bölgeyi etkilemeye başlar. 1233 yılında, I. Alaaddin Keykubat tarafından, bölge tamamen Selçuklu egemenliği altına alınır.

Anadolu Selçuklu Devletinin parçalanması sonucu: Germiyanoğulları Beyliği, bölgede egemen olur. 1428 yılından sonra, Beylik, Osmanlı devletine katılır.

Bölge, Osmanlı döneminde, Suhte ve Celali isyanları hariç tutulursa, sakin ve barış içinde yaşamıştır. Şehir, Anadolu eyaletinin Kütahya sancağına bağlı bir kaza oldu.

29 Ağustos 1920 tarihinde, Uşak Yunanlılar tarafından işgal edildi. 2 Eylül 1922 günü, şehir düşman işgalinden kurtarıldı.

Burada, kurtuluş savaşı tarihimizin önemli olaylarından biri gelişti. 2 Eylül 1922 günü gecesi, saat: 22.30 sıralarında, Yunan Birlikleri Başkomutanı Trikopisin de bulunduğu bir kısım general, bölgede, Türk birliklerine teslim oldular.

Yunan komutanının Uşak’ta, Atatürk’ün huzuruna çıkarıldığı ev: şu an, müze olarak ziyarete açıktır.

EVREN DEDE EFSANESİ

Şehirde, saz ve söz ustası, birçok aşık yaşamıştır. Anlatılanlara göre: bir zamanlar, Uşak’ın Banaz ilçesinin günümüzde “Evren Dede” koruluğu olarak bilinen bölgesinde: türküler çalıp söyleyen bir Türkmen koca yaşamaktadır.

Bunun söyledikleri ezgiler, o kadar güzelmiş ki; ezgiyi duyan, sese doğru koşar ve Evren Dede susmadığı sürece de, onun yanından ayrılmazlarmış.

Bir gün gelir ve artık koruluktan ses gelmez olur. Koruluğa gidenler, Evren Dede’den, hiçbir iz bulamazlar. Ama, Uşaklılar, onun sazından gelen namelerin, bu koruluk bölgeye sindiğini ve hala rüzgar estikçe, onun sazının nağmelerinin duyulduğuna inanırlar.

UŞAK İSMİ

Uşak isminin aslı “Uşşak”, aşıklar diyarı demektir. Bu ismin kaynağına ait rivayetler, muhtelif. Şehrin güneyindeki Mende köyü, o zamanlar, büyük bir yerleşim yeri. İsmi: Menos.

Oğuz Türkmenleri, Menosu alır ve adını da “Mende” olarak değiştirirler. Kendilerine uygun hale getirirler.

O zamanlar, şimdiki Uşak’ın bulunduğu yer, boş bir arazi, Mende Bey’in mandırasıdır.

Mende Beyi, buraya, 7 kişilik yönetici, bakıcı gibi kişiler yerleştirir. Zamanla, anlar ki, bu 7 kişinin yedisi de, bir şeylere aşıktır. Kimisi işine, kimisi sanatına, kimisi ruh yüceliğine sahip.

Sekizinci aşık da, bizzat Bey, o da bu 7 kişinin aşıklıklarına aşık.

İçinden, biricik kızını, bunların en küçüğüne vermeyi geçirir. Kızının da bu kişiye, aşık olduğunu öğrenir.

Baba ve kızın katılımıyla, aşıkların sayısı 9 olur. Mandırada düğün yapılır. Mendeden göç ederek buraya yerleşir. 9 aşığın birleştiği bu yer de, yakışan ismi alır: “Uşşak”.

Uşak’ın köyü Aksede: 9 yatırlı bir kabristan bulunmaktadır. Bu 9 yatırın, Uşak’ın kurucusu olan 9 aşığa ait olduğu söylenir. Eski tapu kayıtlarına göre: kabristanın bulunduğu yörenin de “Aşıklar Mezarlığı” olarak yer aldığı belirtilmektedir.

Uşak

GENEL

Şehir, Ege bölgesinde, Batı ve Orta Anadolu’yu birbirine bağlayan, İç Ege bölgesinde bulunmaktadır.

Dağlar: il topraklarının, % 37’ni kaplamaktadır. Dağlarda, çok sık ormanlara rastlanır. Çok çeşitli ağaç türlerinin olduğu bu ormanlarda, yaygın ağaç türleri: meşe, karaçam, kızılçam, dış budak, ahlat, karaağaç, çınar ve ardıçtır.

İklim olarak: Ege ve İç Anadolu ikliminin geçit yeridir. Genellikle: Ege bölgesinin yumuşak ve İç Anadolu bölgesinin sert hava şartları, bir arada görülür.

Yazları daha az sıcak ve kurak, kışları ise İç Anadolu’ya göre daha ılık geçer. Ege’den gelen bulutların getirdiği yağışlar, il iklimini, İç Anadolu ikliminden ayırır. Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve kar yağışlıdır.

Bölge, Ege bölgesinden daha soğuk olduğundan, Ege bölgesinin tipik bitki örtüsü olan: zeytin bu bölgede pek görülmüyor.

Şehirde, nüfus açısından dikkati çeken bir durum: özellikle yaz aylarında, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinin plakalarını taşıyan çok sayıda araç görülmektedir. Bunun sebebi: 1960’lı yıllarda başlayan ve günümüzde de devam eden, büyük bir yurt dışı göçü bulunmasıdır.

İlin ekonomisi: tarihi gelişim sürecinde: halı, kilim ve buna benzer el sanatları öne çıkmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında: Uşak Şeker Fabrikasının kurulması ile, şehirde sanayileşme başlamıştır.

Dokuma, tabakçılık, trikotaj ve toprak sanayisiyle, irili-ufaklı imalathaneler ve fabrikalar artmaya başlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Uşak, Türkiye’nin sanayileşme hamlesine önderlik eden il olmuştur.

Türkiye’nin ilk şeker fabrikalarından birisi, 1926 yılında Uşakta açılmıştır. Bu fabrika, Cumhuriyet Türkiye’sinin ilk özel yatırımıdır. Şehir, kamu yatırımı almadan büyüyen bir ildir. Bu durum, halkın ticarete olan ilgisine bağlanabilir.

Bu durum: Cumhuriyetin ilerleyen yıllarında: tekstil, deri ve seramik olarak devam etmiştir.

Evet, şehir ekonomik açıdan büyük hamleler yaparken, Türkiye’nin ve Avrupa’nın en zengin altın yatakları da, bölgede bulunmuştur.

Şehirde turizm gelişmemiştir. Halbuki, E-23 kara yolu şehirden geçmektedir. Ancak, tarihi ve doğal zenginliklere sahip olmasına rağmen, tesis azlığı ve yetersiz tanıtım nedeniyle, turizm sektörü, bölgede yeterince gelişmemiştir.

Uşak Tarhana Çorbası

NE YENİR

Kente gelenler, meşhur Tarhana çorbasının yanı sıra, yumurta sızdırması, ciğerli bulgur, döndürme, Arap aşı, keşkek, köpük helvası ve tahin helvasından mutlaka tatmalı. Tahin helvası, günümüzde fabrikalaşmış. Küçük imalathanelerde yapılan günlük yapım olduğundan, tazelikten öte, sıcak sıcak yenmesidir. Her kentte bulunandan farkı, çok tazeliği ve özel yapılanında glikoz bulunmasıdır.

Bunun dışında, bu bölgeye has diğer lezzetler şunlardır: Çömlek eti (parça etlerden yapılan bir tür yemek), Tas kapama, Keşkek (dövülmüş buğdaydan yapılan bir yemektir) , Alacatene, Katmer, Bükme, Peksimet, Haşhaş sürtmesi, Un helvası, Aşure.

Uşak denilince, Tarhanadan daha ayrıntılı söz etmeden olmaz. Burada tarhanayı en iyi yaptığı söylenen Tarhana Babadır. Yeldanlızade Mustafa Yeldanlı, yani Tarhana baba. Mustafa Bey; tarhanayı tahta kaşıkla ikram ediyor. Farklı bir lezzet, adeta ilaç gibi.

Domates, biber, soğan, nane, yoğurt ve un karıştırılıyor. 3 hafta, fermantasyona tabi tutuluyor. Karıştırılıyor, teknelerde kurutuluyor, öğütülüyor, elekten geçiriliyor, un halinde paketleniyor.

Ancak şehir merkezinde de tarhana yapımı fabrikalaşmış, yani tarhana satın almak veya tatmak isterseniz büyük olasılıkla ev yapımı tarhana bulamayacaksınız. (Ben bulamadım)

Tarhana çorbasını pişirmek için, bir miktar yağ, salça, tuz, isot, sarımsak karıştırılarak kızartılıyor, bir litre su dökülüyor, 3 kaşık tarhana salınıp, top olmaması için kaynayıncaya kadar karıştırılıyor. Sonra servis yapılıyor. Uşak tarhanasının lezzeti: Sivaslı’nın biberi, yerli domates ve diğer malzemelerin kalitesinden dolayı farklıdır. Evet, mutlaka katın.

Uşak kilimleri

NE SATIN ALINIR

Bölgede: seccade ve halı meşhurdur. Kök boyasından yapılan kilimler, pamuklu dokumalar, pelüş battaniyeler ve deri giyim mamulleri, satın alabilirsiniz.

Uşak Halısı

UŞAK HALISI

Türkmenler, dışarıdan gelip, Uşak ve civarına yerleşince, halı-kilim dokumacılığını da yanlarında getirmişler. Murat dağında ve vadilerde, kök boya için elverişli bitkiler olunca da, ortaya sanat eserleri çıkmış. Avrupa’da pazarlama işini de Rumlar yapmış. Uşak halıları, dünya çapında şöhret kazanmış. Avrupa ve Amerika’da Pazar bulmuş, bu ülkelerdeki saray ve müzelerin vazgeçilmezi olmuş.

14.yüzyılda, Uşak’a Avrupalı tüccarlar gelmiş, yüzyıllarca bu halılar İzmir limanından ihraç edilmiş. Özellikle; 1869 yılında, Alaşehir-Afyon demir yolunun tamamlanmasıyla, İzmir ve Uşak arasında ulaşım kolaylaşmış, Uşak kilim ve halılarının dünyaya açılması sağlanmıştır.

Avrupalı ressamlar tablolarında bu halıları işlemiş. 18.yüzyılda, Osmanlı nakkaşhanelerinde, Uşak halıları tasvir edilmiş. Cami ve saraylara, bu halılar serilmiş. 19.yüzyılda, bu halıların imalatı azalmış, kaliteden taviz verilmiş. Uzun süre geleneksel yöntemlerle üretilen, halı ve kilim girdileri (özellikle kök boyalı ipler) zamanla, üretimin artması sonucu, ihtiyaçları karşılamaya başlamıştır.

Bunun sonucunda, fabrikasyon üretimlere geçilmiştir. İlk yün ipliği fabrikası: 1905 yılında, Uşak şehrinde, Uşaklı özel girişimciler tarafından açılır. Takiben, 1917 yılında, yeni fabrikalar açılır. Ama bu fabrikaların devlet değil, özel kişiler tarafından açılması, Uşaklı girişimcilerin konuya yaklaşımlarının ifadesidir.

Uşak halısının ham maddesi: tamamen yün. Elyaf uzunluğu en az 10-15 cm. ve tek kırkım, 30 mikron kalındığının altında olmayacak, soğuk iklimde yetişen koyunun yününden olacaktır. Mutlaka kök boya kullanılacak. Desenler bitkisel ve estetik olacaktır. Düğüm sayısı da belli bir ölçüde olacaktır. Fiyatı yüksek ve tamamen sipariş üzerine üretilen bu halı, halk arasında iyi bilinmiyor.

Uşak halıları, madalyonlu ve yıldızlı olmak üzere iki tip üretilmektedir. En önemlisi olan “Madalyonlu” halıların boyu, 10 m.ye kadar ulaşmaktadır. 18.yüzyılın ortalarından sonra,  yıldız motifli Uşak halıları dokunmaya başlanmıştır.

Ancak, biraz önce de söylediğim gibi: fabrikasyon üretime geçilmesi, 1930’lu yılları takip eden dönemde, Uşak halılarının kalitesinin düşmesine ve bu halılara olan ilginin azalmasına neden olmuştur.

Wılhelm Von Bode ve Ernest Kühnej adlı Alman araştırmacılar: Uşak halıcılığı hakkında yaptıkları araştırmalarda: 20. yüzyılın ilk çeyreğinde, gerek Hollanda ve gerek İngiltere’deki yüksek sınıfa mensup ailelerin evlerinde; 18. yüzyıldan kalma Uşak halılarının, bütün odaları kapladığından söz ederler. Bugün de, Berlin Bergama Müzesinde sergilenmekte olan 15.yüzyıla ait, madalyon tipli, büyük halı, Uşak halılarının o dönemdeki değerine en büyük örnek teşkil etmektedir.

Sonuç olarak, biraz önce Uşak yöresinden halı satın alabileceğinizden söz etmiştim. Ama, tercih sizin, halı satın almayı düşünürseniz, fabrikasyon üretim değil de, orijinal kök boyalı iplik kullanılan halıları bulmanızdan yanayım.

GEZİLECEK YERLER

Uşak Kurtuluş Anıtı

KURTULUŞ ANITI

Vilayet binası önündeki meydandadır. Devasa bir anıt. Uşaklıların Milli Mücadelede yaptıklarını simgeler. Anıt: bir kaide üzerinde, üç ana grupta toplanan figürlerden oluşur. Birinci gurupta: Uşak’ın Türk süvarileri tarafından kurtarılışını simgeleyen süvari figürleri var. İkinci gurupta: Türk ulusunun tutsak edilemeyeceğini, sonsuza kadar özgür kalacağını simgeleyen zafer sütunu yükseliyor.

Bu sütunun önüne yerleştirilen Atatürk ile, üzerinde bilim ve sanat yazan kitapları taşıyan genç kız ve genç erkek figürleri ise, Cumhuriyetin kuruluşunu ve gençlere emanet edilişini, eğitime verilen önemi sembolize ediyor. Üçüncü gurupta ise: Türk kadının kahramanlığının ve cesaretinin, Kurtuluş Savaşında ordumuza verdiği desteği simgeleyen kadın figürleri ve mermi yüklü kağnı yer alıyor.

Uşak Arkeoloji Müzesi

Uşak Arkeoloji Müzesi

 

UŞAK ARKEOLOJİ MÜZESİ

Şehir merkezinde, Fatih Mahallesinde bulunan yeni Arkeoloji Müzesi: 2012-2018 yılları arasında yapılmış ve ziyarete açılmıştır. Yapı 3 katlıdır. İlk katta: kronolojik sıraya göre, Uşak sınırları içinde bulunan arkeolojik eserler sergileniyor.

Uşak Arkeoloji Müzesi

Uşak Arkeoloji Müzesi

 

İkinci yani asma katta: bulunduğu bölge itibarıyla para ve paranın tarihi, Lidya dönemine ve Karun hazinelerine ayrılmıştır. Bu alanda: Lidya döneminin günlük yaşantı örnekleri, ölü gömme adetleriyle ayrı bir alanda bulundukları tümülüslere göre Karun Hazineleri sergileniyor. Müzede teşhir anlamında son bölüm: Etnografya bölümüdür. Bu alanda, yakın tarihten örneklerle, Uşak’ın Etnografik kültüründen izler yansıtılmaktadır.

Uşak Arkeoloji Müzesi

Uşak Arkeoloji Müzesi

Uşak Arkeoloji Müzesi

 

Ancak, elbette müzenin en önemli yeri: Karun Hazinelerinden parçalar sergilenen bölümdür. MÖ 7’nci yüzyıldan itibaren bölgede hakimiyet kuran Lidya krallığının hükümdarı Kroisos (Karun)’un paha biçilmez hazinesinin bir kısmı, inanılmaz güzellikleriyle dikkat çekiyor. “Bir kısmı” dedim, çünkü 450 parçalık hazinenin, çalınıp kaçırılan parçalarının dışında, sadece 300 parçalık bölümü sergileniyor.

Uşak Arkeoloji Müzesi

Uşak Arkeoloji Müzesi

 

Bunların dışında, müzede sergilenen eserler şunlar: Roma dönemine ait mermer heykel ve heykelcikler, madalyon ve kapı tipi mezar stelleri, Eski Tunç, Grek,  Roma ve Bizans dönemine ait pişmiş topraktan çanak-çömlekler, kase ve tabaklar ile camdan yapılmış koku kapları, gözyaşı şişeleridir. Son olarak: Haziran 2019 tarihinde müzeyi gezdim.

Oldukça güzel, yeni bir bina, her yer pırıl pırıl, birçok müzede olmayan ama buraya yapılmış “yerlere gezi istikametini belirten oklar” bulunuyor.

Yani: oldukça büyük müzeyi gezerken, bu okları takip ederseniz, eserleri görmeden geçmiyorsunuz. Tuvaletleri gayet temiz, personel ilgili, sadece “Müze ziyaretçileri için bir defter” yoktu, umarım ziyaretçilerin duygularını ifade etmeleri için bir defter konur.

Uşak Arkeoloji Müzesi Deniz atı broşu

Uşak Arkeoloji Müzesi

 

Müzeyi gezmek için 2 saat ayırmalısınız, ama fazla zamanınız yoksa, özellikle “Karun Hazineleri” bölümünü yani asma katı ve de özellikle “Kanatlı Deniz Atı” broşunu mutlaka görün.

Tüm bunların yanında: müze ziyaretçilerinin, müzeye girmeden, gezmeden önce: en alt bölümde yazdığım “Karun Hazinelerinin” başına gelenlerle ilgili öyküyü okumasını tavsiye ederim.

Kısa bir bilgi: bu hazineler o kadar çok yağmalanmış ki, defineciler yanında, özellikle bir müze müdürünün, bir zamanlar Uşak Müzesi Müdürü olan kişinin: kanatlı deniz atı broşunun bir benzerini yaptırıp, aslını çalması, yerine benzerini koyması ve aslını çok küçük bir bedelle başkalarına satması, inanılmaz öykü, ayrıntıları merak edenler en alt bölümü mutlaka okuyunuz.

 

DOKUREVİ (HALI DOKUMA VE UŞAK HALISI ÖRNEKLERİ)

İl merkezi Aybey mahallesindedir. Türk evi karakteristiğinin izlerini taşıyan Dokurevi: dış sofalı bir Uşak evidir. Sofa: eski evlerde: salona benzeyen ve yaz aylarında oturulup kalkılan, çevresi açık bir bölümdür.

Uşak’ta, o dönem yaygın olarak kullanılan hem işyeri, hem de konut olarak kullanılan evlerden bir tanesidir. Evde: misafirlerin kabul edildiği başoda ve ailelerin yaşadığı odalar vardır. Restorasyon çalışmalarının ardından, halı dokumacılığı için uygun hale getirilen Dokurevinde: 14, 15 ve 17’nci yüzyıllarda, tüm dünyada revaçta olan Uşak halıları; kursiyerler tarafından otantik olarak dokunmakta ve ziyaretçilere satılmaktadır.

ATATÜRK VE ETNOĞRAFYA MÜZESİ

Dokurevine yürüme mesafesinde, Hisarkapı Uluyol mahallesindedir.

Bu yapı: bir Osmanlı yapısıdır. Kent merkezinde bulunuyor. 1910 yılında: Uşaklı Kaftancı ailesi tarafından yaptırılmıştır. Ancak bir yazılı kaynakta: Bursa Valisi Ahmet Vefik Paşa’nın, 1879 yılında bu evde misafir kaldığı da yazılıdır.

Bu yüzden, yapım yılı net olarak bilinmemektedir. Ev: iki katlı, büyük bir konaktır. Kemerli kapısından geniş bir salona girilir.

Salonun sağ ve sol solunda odalar var. Çıkartmalı üst katın sağındaki geniş oda, Atatürk ün Uşakta bulunduğu 2-4 Eylül 1922 günlerinde yatak odası olarak kullanılmıştır. Çünkü, Kurtuluş Savaşında, Büyük Zaferin hemen ardından, 2 Eylül 1922 günü, Uşak’a giren Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve beraberindekiler tarafından, bu bina, geçici karargah olarak kullanılmıştır.

Yapının en büyük özelliklerinden biri de: Kurtuluş savaşından sonra, esir alınan Yunan kuvvetleri Başkomutanı General Trikopis; 3 Eylül 1922 tarihinde, burada Atatürk’ün huzuruna çıkarılmış ve kılıcını Atatürk’e teslim etmiştir.

Kurtuluş savaşından sonra, yapı, sahipleri tarafından ev olarak kullanılmış. 1973 yılında ise, kamulaştırılmış ve onarımı yapılmıştır. 1 Eylül 1978 tarihinde, Müze olarak ziyarete açılmış ve 1986 yılında yeniden düzenlenmiştir.

Evet: Müze binasının birinci katı: Etnografya Seksiyonu olarak düzenlenmiş, Uşak ve çevresinden derlenen Etnografik eserler, burada sergilenmektedir. İkinci kat: Kurtuluş Savaşı ve Atatürk seksiyonudur. Atatürk ve kurtuluş savaşı ile ilgili fotoğraflar, belge önerileri, Atatürk eşyaları burada yer almaktadır.

HALI VE KİLİM EVİ

Müzenin hemen yanında, yaklaşık 100 metre uzağında Uşak Belediyesi tarafından yaptırılan Halı ve Kilim Evi vardır. Uşak Belediyesi: Hisar kapı Uluyol Sokakta, tarihi bir evi kamulaştırmış, restore etmiş ve 2013 yılında ziyarete açmıştır.

Ahşap, iki katlı yapıda, Halı ve Kilim Evi kurulmasında, önemli figürlerden birisi de ressam Devrim Erbil’dir. Şu anda, burada, çok değerli Uşak Halıları ve ödül almış Uşak kilimleri başta olmak üzere, 48 adet halı ve kilim sergilenmektedir. Yani, Türk halı sanatını tanımak için, burası ziyaret edilmelidir.

ESKİ UŞAK EVLERİ

Halı ve Kilim Müzesinden sonra, merkeze doğru devam eden yerde: eski Uşak evlerinin birebir örneklerini görebilirsiniz. Tiritoğlu sokakta, nostaljik bir hava yaşatılmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarına tarihlenen Uşak’taki tarihi evlerden, günümüze gelen bir kaç yapı kalmıştır. Bu evler: genellikle iki katlıdır. Birinci katları: taştan, ikinci katları ise ahşaptır.

KENT TARİHİ MÜZESİ

Şehir merkezinde, trafiğe kapalı İsmet Paşa Caddesindedir. Uşak Belediyesi tarafından yaptırılan müzede, Uşak ilinin son 200 yıllık sürecini ve kültürel öğeleri tanıtılır. Müze binası, eski İtfaiye Merkezidir.  Müzeye ev sahipliği yapan bina: geçmişte de çok önemli bir misyona sahip olmuştur. Türkiye’de sokakların aydınlatılması için ilk elektrik Uşak’ta üretilmiştir.

Bu elektrik, bu binada üretilmiş ve  dağıtılmıştır. Müzede: Uşak’ın kronolojik tarihi, coğrafyası, kurtuluş mücadelesi, turizm zenginlikleri, doğal güzellikleri, folklorik değerleri, Uşak tarhanası: belgeler, canlandırmalar, görsel sunumlar ve maketlerle anlatılıyor. Müzeyi gezdikten sonra: müzenin bulunduğu alandaki, Uşak tekstil fabrikalarının fabrika satış mağazalarına uğrayıp, battaniye, çarşaf, nevresim gibi tekstil ürünleri satın alabilirsiniz.

Uşak Ulu cami

ULU CAMİ

Belediye binasının kuzeyindedir. Avlusunda bulunan H.Şaban 822/Ağustos-Eylül 1419 tarihli çeşme kitabesine göre: Germiyan Beyi II Yakup zamanında (1387-1428) Kavşidoğlu Mehmet tarafından yapılmıştır.

Cami: kuzey tarafındaki 1 büyük ve 6 küçük kubbe, son cemaat yeri ve bunun kıble tarafındaki harimden meydana gelmektedir. Cami önünde: tarihi bir çeşme vardır. Evet, cami, narin minaresiyle Uşak’a takılmış bir gerdanlık gibidir.

Uşak Hacı Gedik Hanı

HACI GEDİK HANI

Halı pazarı mevkiindedir. İki katlı taş bina, alt ve üstte, toplam 30’ar dükkan bulunmaktadır. Altta, ayrıca geniş bir kahvehane var. Hanı yaptıran ise: Hacı Alioğlu Hacı Mustafa Efendi. Hanın dış kapısı üstünde, bir kitabe bulunuyor. Uşak şehrinin tamamen yanmasına neden olan büyük yangında: 1894, burası yanmamış.

Ziraat Bankası, Osmanlı bankası gibi mali kuruluşlar ile manifatura mağazaları, uzun süre bu handa kalmışlar. 1940 yıllarında, Han oldukça aktif olarak çalışmış. O dönemde, hanın, alt katlarındaki odalar, esnafın deposu olarak kullanılırken, üst katlarında gelen yolcular konaklıyormuş.

Uşak Paşa Hanı-Taşhan

PAŞA HANI (TAŞHAN)

Uşak’ın mimari güzelliğini gösteren bir yapıdır. 1898 yılında Tiritoğlu Mehmet Paşa tarafından, bir Fransız mimara yaptırılmıştır. İnşası 3 yıl sürmüştür. Paşa Hanı: 1990-1996 yılları arasında onarım görmüştür. Genel görünüm bakımından, yamuk bir plana sahip olan yapı, avlulu ve iki katlıdır. Hanın girişi, güney cephededir.

Giriş kapısı: üzerinde soyut bir yaprak motifi bulunan, çıkıntılı kilit taşı olan, basık ve kemerlidir. Bunun üzerinde bir sıra taş, onun üzerinde üçgen alınlık bulunur. Girişin iki yanında, kare kaideye oturan, köşeli iki plaster, silmeli yayın başlıklarıyla sonlandırılmıştır.

Han günümüzde otel olarak kullanılmaktadır. İki katlı ve kesme taştan yapılmıştır. Alt katta, içli-dışlı  dükkanlar ve üst katta 30 kadar dükkan bulunuyor. Mülkiyeti Dülgeroğullarına geçmiştir. Günümüzde ise, Turizm Bakanlığından belgeli, özel otel olarak hizmet vermektedir.

MERKEZ AKSE ÇAMLIĞI

Şehir merkezine 4.5 km. uzaklıktadır. Kurtbaba mevkiindedir. Mesire yerinin asli ağaç türü: kızılçam. Çamların yaş ortalaması ise: 50-100 yıl arasında değişmektedir. Çamlığın çevresinde: piknik alanları ve turistik tesisler bulunuyor. Öğrendiğime göre: geçen yıl, burası Belediye hudutlarından çıkarılarak, Orman İşletme Müdürlüğüne verilmiş.

Yani hani belki duymuşsunuzdur “2b” denen bir uygulama var, bu uygulamaya dahil edilirse, sanırım “Aske Çamlığı” bizim gibilerin yazdığı, bu satırlarda, bir hatıra olarak kalacak, gelecek nesiller, bu yazılardan okuyarak, resimleri izleyerek, “ Bir zamanlar burada Akse çamlığı diye bir yer varmış “ diyecekler.

GÖĞEM KÖYÜ ÇAMLIĞI

Yunan Başkomutanı General Trikopisin 2 Eylül 1922 günü saat: 22.30’da esir alındığı tepeyi ve bu tepede dikilen Zafer Anıtını, görüş sahası içine alan bu çamlık alanı: şehir merkezine, 15 km. uzaklıktadır. Anıt: 1961 yılında dikilmiştir. Bu dönemde, bu çamlık bölgeye üç adet dinlenme evi yapılmıştır. Bu evlerin bakımı ve geliri, köy halkına aitmiş.

Uşak Örencik Kaplıcaları

ÖRENCİK KAPLICASI

Uşak-İzmir karayolu üzerinde, Güre köyüne, 10.km. uzaklıktadır. Şehir merkezine 33 km. uzaklıktadır.

Kaplıca suyunun sıcaklığı 38 derecedir. Günde, 700 kişiye hizmet verme kapasitesine sahiptir. Karaciğer, mide, cilt hastalıklarına iyi gelmektedir. Burada: Uşak İl Özel İdaresi Müdürlüğünce, 52 villa tipi konaklama yeri yaptırılmıştır. Ayrıca, iki tane bay-bayan Türk hamamları bulunuyor.

KAYA AĞIL TERMAL TESİSLERİ

Uşak Belediyesi tarafından yaptırılan tesisler, 2013 yılında hizmete açılmıştır. Uşak Merkez Kaynağıl köyü sınırları içinde, şehir merkezine yaklaşık 10 dakika uzaklıktadır.

Bir çok hastalığa iyi geldiği belirtilen jeotermal su, tesiste belli ısı değerleri arasında, halkın kullanımına sunuluyor. Tesis: bayan ve erkek olmak üzere iki bölümden oluşmakta olup, tuz odaları, sauna, hamam ile açık-kapalı havuzlar vardır. Burada ayrıca konaklama için odalar bulunuyor.

TAŞYARAN VADİSİ

Uşak-İzmir karayolunun 45’nci kilometresinde, karayolunun 500 metre kadar güneyinde, Gediz nehri üzerinde bulunan tarihi köprüden buraya ulaşılır. Taşyaran Vadisi, Gediz nehrine dökülen ve kaynağını Eşme ilçesinden alan Hamam çayının aşağı mecrası üzerinde oluşmuş bir görsel cennettir. Yakınlarında, soğuk su kaynağı da bulunmaktadır.

Uşak Karun Hazinesi

KARUN HAZİNESİ

Evet, şimdi sizlere, muhteşem bir öykü anlatacağım. Belki biraz uzun gelebilir ama tarih meraklılarının, bu öyküyü büyük bir heyecanla okuyacaklarına eminim. Sonuçta: Karun, Karun hazineleri konusunda, güzel bilgilere sahip olacaksınız ve bu büyük hazineleri izlerken, daha büyük bir keyif alacaksınız.

Uşak Karun

KARUN

Antik çağda: Lidya olarak isimlendirilen bölge: Anadolunun batısında: Güneyi Karia, Kuzeyi Mysia, doğusu Frigya, batısı İonia bölgeleriyle çevrili bir alan.

Lidya imparatorluğu: MÖ.7.yüzyılda başlar, ilk kral Gyges.

Yunanlılar, antik dönemlerde “Yunan” olmayan herkesi “barbar” olarak adlandırırlardı. Sadece, Lidyalılar, hiçbir zaman barbar sınıfına sokulmazlar. Yunan ölçüm değerlerinin çok çok ilerisinde olan zenginlikleriyle, Lidyalılar hep saygı görmüşlerdir.

Lidyalılar parayı icat ettiler. Bu buluş, ilkçağ dünyasının ekonomik gelişmesini hızlandırdı. Ticari ilişkilerde: dürüst ve ödemeleri konusunda hassas Lidyalı işadamlarına: devlet tarafından, üzerinde imparatorluk mührü bulunan: bazı demir ve bronz levhalar veriliyordu.

Bu kişiler, bu levhaları, ticari ilişkilerinde “kredi kartı”na benzeyen bir şekilde kullanıyorlardı. Buna göre, tüccarlar: başkent Sardes ya da Thyateria (bugünkü Akhisar), Philadelpheia (bugünkü Alaşehir), Gordos (bugünkü Gördes) ve ya Silandos (bugünkü Karaselendi) gibi Lidya kentlerinde, toplu mal alımı yapacağı sırada, bir dükkana gittiğinde, elindeki levhayı gösteriyordu.

Levhanın üzerinde: “Bu belgeyi taşıyan kişi, devletimiz tarafından tanınıp, bilinen, güvenilir bir tüccardır. Ticari faaliyetleri, imparator tarafından onaylanmıştır. Kendisine, bedeli sonradan ödenmek üzere mal verilebilir.” Anlamında ifadeler yazılıydı.

Ancak: Lidya imparatorluğunun dünyanın en zengin ülkesi olmasının sebebi: Tmolos (Bozdağlar) dağlarından çıkan ve Hermos (Gediz) nehrine karışan, başkent “Sardes”den geçen, Paktalos (Sart) deresinin alüvyonları içindeki altındır. Buradan elde edilen altın, Lidya’nın kaderini belirler.

Evet, ünlü yazar Heredota göre: Lidya imparatorluğu, üç sülale tarafından yönetilmiştir. Son sülale: Mermnadlar, 141 yıl boyunca, ülkeye egemen olmuşlardır. Özellikle bu dönemde: Lidya, bölgede, siyasi ve ekonomik yönden öne çıkmıştır. Bu sülale: kral Gyges ile başlar. Daha sonra: Ardys, Sadyettes ve Alyettes ile devam eder. Kral Kroisos (Karun) ile biter.

Bir takım saray entrikaları ile ülkeyi ele geçiren üçüncü sülalenin IV. ve son kralı Kroisos: babası Alyettes’in ölümünden sonra, MÖ.560 yılında, tahta geçer. Karun: İngilizcede “Croesus”, Arapçada ve Farsçada “Qarun” olarak bilinir. MÖ.595-546 yılları arasında yaşamıştır.

Tarihte Croisos veya Krezüs olarak adlandırılır ve Lidya krallığının son kralıdır. MÖ.560 yılında, babası Alyettes in ölümü üzerine tahta çıkmış ve MÖ.546 yılında Perslere yenilinceye kadar Lidya topraklarına hükmetmiştir.

Akıl almaz zenginliği sayesinde, dünyaca meşhur “Karun kadar zengin” deyimiyle, ününü günümüze kadar taşır.

Kehanet merkezlerinde geleceği okuyan kişiler: Karun’u hoş etmek için, pek çok zaman gerçekleşen kehanetlerde bulunmuş ve bunun sonucunda, kral tarafından, bu merkezlere, değerli hediyeler gönderilmiştir. Bu durum, pek çok antik dönem yazarları tarafından övgüyle bahsedilen bir konudur.

Özellikle: Bodrumlu ünlü tarihçi Heredot: eserlerinde: Kral Karun’un zamanın ünlü kehanet merkezi olan Delphiye gönderdiği hediyelerden söz eder. Heredot’a göre: Kral Karun; düzenli olarak hediye yolladığı Delphiye, bir keresinde:  tanrı Apollon onuruna kurban edilmek üzere, tam 3000 tane büyükbaş hayvan gönderir.

Bunlarla birlikte gönderilen diğer hediyeler ise şunlardır: her biri 10 talent (260 kg) olan 2 sandık dolusu altın, bir o kadar ağırlıkta yüzlerce altın tuğla, yine 10 talent ağırlığında, Delphi’deki tapınağın önüne konulmak üzere yaptırılmış saf altından aslan heykeli ve heykeli, üzerine kadar örten beyaz altın ve gümüşler, gerçek boyutlarda saf altın kadın heykelleri ve tüm bunların yanında, yine ağırlığı tam olarak belirtilmeyen, birçok göz kamaştırıcı altın hediyeler.

Heredot: Kral Karun’un dağ gibi biriken bu hediyelerinin raporunu tutar ve hatta bu hediyelerin tapınakta nerelere konulduğu ve yer değişimlerini dahi tek tek yazar. Ancak, tüm bu hazine: Delphi şehrinin kontrolünü ele geçirmek için yapılan üçüncü kutsal savaşta (MÖ.356-346) tamamen eritilir.

Evet, günümüzden 2600 yıl öncesi. Bu dönemde: zenginlik ve refahın doruklara ulaştığı Batı Anadolu’da; işte böyle bir uygarlık var. Bu uygarlıkta: zarafet ve lüks, elit sınıfın tüm yaşamının vazgeçilmez bir parçası olur. Servet ve gücü ölümün ötesine taşıma tutkusu sonucu: Tümülüsler yontulur, taş bloklar içine mezar odaları yapılır.

Bu mezar odalarının içine, değerli ölü hediyeleri konulur. Takip eden binlerce yıllık süreçte, bu ölü hediyeleri, yani mezar içindeki ölünün yaşarken kullandığı objeler, günümüze muhteşem güzellikleri ve bilgileri ulaştırırlar.

Bu ihtişam; bu lüks, elbette başkalarının da dikkatini çeker. Persler; Anadolu içlerinde ilerleyerek, Batı Anadolu’daki bu büyük ve zengin imparatorluğu ele geçirirler. Pers kralı Cyrus: Lidya kralı Croisosu esir alır.

Onu: tepedeki sarayının bahçesinde hazırlattığı odunların üzerindeki bir tahta oturtturur ve odunlara, altta ateş verdirir. Bu sırada: kral Karun “Solon, solon, ah solon” diye inler.

Bunun üzerine, Pers kralı Cyrus merak eder ve sorar: “O kim”

Kral Karun anlatır: “ Krallığımın en güzel günlerinde, beni Atina’dan gelen, asker ve filozof Solon isimli biri ziyaret eder. Ben ona, bütün zenginliğimi gösterdikten sonra, sormuştum. “Dünyanın en mutlu insanı kim?”

O da bana “bir insanın sonunu görmeden, mutlu olup olmadığı hakkında karar vermek zor” demişti. İşte, bunu anımsadım.” Der.

Pers kralı Cyrus, bu cevaptan etkilenir ve Karun’u kurtarmak için, ateşi söndürme emri verir.

Ancak, ateş çok yükselmiştir. O sırada, tanrı Apollon işe karışır ve ateşi söndürür.

Sonuç olarak: Pers kralı Cyrus, Karunu yanına danışman alır ve kendi ülkesine götürür.

Evet, değişik bir öykü. Bu öyküyü, bir kısım yazar, şöyle şekillendirir. Pers kralı Cyrus, Karun’u, hazinesinin yerini söylemesi için ateşe atmakla tehdit eder. Ancak, hazinenin yerini söyletemeyince, ateşi söndürtür ve Karun’u, ileride hazinenin yerini söyleyebilir diye düşünerek yanına alır ve kendi ülkesine götürür.

Ama, kral Karun, hazinesinin yerini asla söylemez ve MÖ.515 yıllarında, sırlarıyla birlikte ölür ve İran topraklarında yeri belli olmayan mezarına gömülür. Araştırmacılar: Lidya uygarlığının başkentinin, Persler tarafından işgali sırasında ve sonrasında, yalnızca, şehirde yaşayan insanlara ait zenginliklerin, Persler tarafından talan edildiğini söylerler.

Yani: kral Karun’un kişisel hazinesi bulunmuş değildir, hala da bulunabilmiş değildir.

Uşak Karun Hazinesi

KARUN HAZİNESİ OLARAK BULUNAN BULUNTULAR

Uşak il merkezine bağlı Güre köyü yakınlarında: Hermos (bugünkü Gediz) nehrinin suladığı ovanın yakınlarında: Lidya ve Pers Tümülüsleri bulunuyor. Lidya tümülüsünün diğer adı, Toptepe tümülüsü.

BİRİNCİ SOYGUN

1965 yılında: Güre kasabasına bağlı Tekin köyünden Durmuş isimli bir köylü: Tevrat ve İncil kutsal kitaplarında adı geçen Karun Hazinesini bulmaya çalışmaktadırlar. Durmuş, iki arkadaşı ile birlikte, kendi tarlasına yakın Toptepe Tümülüslünde, kaçak kazı yapıyordu. Çünkü: eski eserlere, çevredeki bazı kişiler, çok yüksek para veriyorlardı.

Bir gün: yaptıkları kazıdaki çukur iyice büyümüştü. Ancak, önlerine taş bloklar çıktı. Çukuru iyice temizleyip, genişlettiler, ancak taş blokları yerlerinden oynatamadılar. Çünkü: taş kitleleri, birbirlerine metallerle bağlanmışlardı. Taş bloklar üzerinde, kürek sapı büyüklüğünde delikler açılmış ve dikine açılan bu deliklere, metal akıtılarak, taş bloklar birbirlerine bağlanmışlardı. Sökemediler.

Sonunda: yörenin demircisi Osman’a durumu açıkladılar ve pay verme karşılığı Osman da aralarına katıldı. O gece, kazı yerine birlikte gittiler. Demirci Osman, ateş yaktı, kömür attı, körükle hava verip ateşi iyice kızdırdı. Taş blokları birbirine bağlayan metal, erimeye başladı. Eriyen metali, taş bloklarının içinden dışarı boşalttı. Boşalan yere, biraz barut koydu ve fitili ateşlediğinde, traktör lastiğinin patlama sesinden daha az bir ses duyuldu.

Taş bloklar birbirinden ayrılmıştı. Blokların arasından geçerek, mezara ulaştılar. Mezar odasına girdiklerinde, yerdeki bir gümüş testiyle, çok sayıda mermer alabastron, tavandan düşen bir hatıl nedeniyle tahrip olmuştu. Ancak, yine de fener ışığında, her yer ışıl ışıl parlıyordu. Bu ışıldı, elbette altın ışıltısı idi.

Uşak Karun Hazinesi

Yalnızca, bir tutam saçı kalmış ve kemikleri toz olmuş prensesin, tüm mücevherlerini aldılar. Bunlar: toplam 135 eser idi. Bunlar arasında, özellikle öne çıkanlar şunlardı:

  1. İnsan kulplu, gümüş oinochoe,
  2. Sfenks ve altın başlı, tutamaklı kepçe,
  3. Tamamı altın, sallanınca ses veren makara,
  4. Altından yapılmış, içleri boş, iğneli altın küpe,
  5. Aynı tip, ancak daha küçük boyutta, iğneli küpe,
  6. Sallamalı, altından yapılmış, kanatlı at şeklinde, broş.
  7. Meşe palamudu sallamalı, altın ve renkli taştan yapılma kolye,
  8. Akik ve taştan yapılmış, geometrik şekilli kolye,
  9. Mavi renkte, camdan yapılmış, uçları aslan başı şeklinde, bir çift bilezik,
  10. Uçları taş boncuklu, püskül şeklinde, altın gerdanlık

Ancak; mezardan çaldıkları eserleri kendi aralarında paylaşımda sorunlar çıktı. Birbirlerini emniyet güçlerine ihbar ettiler. Ama: emniyet güçleri ile girilen silahlı çatışma sonunda kaçtılar ve mezar odasından çıkardıkları eserleri, 65 bin liraya sattılar, eserlerden bir daha haber alınamadı.

Uşak Karun Hazinesi

İKİNCİ SOYGUN

Bir yıl sonra, 6 Haziran 1966 tarihinde: Güre köyündeki bu Tümülüslerde, ikinci bir soygun yaşanır. İkiztepe tümülüsünün batı yamacında, bir köylü tarafından, düzgün bir mermer blok bulunur. Bunun üzerine, kaçakçılar hemen kazıya başlarlar. Ancak, bir türlü mezar odasına ulaşamazlar. Sonunda: mezar odasının tavanını, barutla patlatarak içine girerler.

Mezar içinde: 150 parça: altın takı, gümüş kap ve tütsü kabı bulurlar. Ancak, yine paylaşımda anlaşamazlar, durum aralarından birileri tarafından emniyet birimlerine ihbar edilir. Emniyet birimleri olaya müdahale edince, kaçakçılar yine kaçarlar ve ele geçirdikleri eserlerin tümünü, Toptepe Tümülüsündeki buluntuları satın alan alıcıya ulaştırarak, 160 bin liraya satarlar.

ÜÇÜNCÜ SOYGUN

Takip eden süreçte: yörede avlanmakta olan köylüler tarafından, bir başka Tümülüs: Aktepe I. Tümülüsü bulunur. Tümülüste bulunan: kırmızı, mavi, siyah ve yeşil renkteki duvar resimleri ve bezemeli kiline ayakları keskilerle kesilerek ve parçalanarak, satılmak üzere İzmir’e gönderilir.

Mezar odasının arka duvarı: daha sonra, üzerine sahte resimler yapılarak parçalanmış ve antikacılara satılmıştır. Sahte duvar resimlerinin satıldığının duyulması üzerine, Aktepe I Tümülüsünün, dromosuna ulaşılarak, mezar odasının giriş kapısının iki yanında bulunan, boyalı ve volütlü parçalar yerinden çıkarılmaya çalışılmıştır. Çıkarılanlardan biri: 1987 yılına kadar, kaçakçılardan biri tarafından saklanmış, diğeri ise; sökülmeye çalışılırken kırıldığından, yerinde bırakılmıştır.

SONUÇ

Kaçak olarak kazı yapanlar, satanlar ve hazineye sahip olanlar, sürekli talihsizlikler yaşadıkları için, halk arasında, hazinenin lanetli olduğu söylenir. Takip eden dönemde, bu olaya karışan kişiler, başlarına gelen garip kazalar sonucu öldüler.

Biri, traktör altında kalıp öldü, diğerinin kafasına bıçak saplandı, bir diğeri ise, kafayı oynattı.

Bulunan bu hazine: aslında, kral Karun’un mezarından değil, yalnızca yine burada antik dönemde yaşamış bir prensesin mezarından bulunmuş objelerdir.

Çünkü: kral Karun’un hazinesinin, yalnızca bu objelerden oluştuğunu düşünmek mümkün değil. Çok daha muhteşem bir hazine olsa gerek.

YILLAR SONRA, HAZİNENİN ORTAYA ÇIKMASI

1870 yılında, Amerika’da Metropolitan Museum of Art’a, çoğu gümüş, bir gurup eser geldiğine ilişkin haberler, basın organlarında yer almıştır. Amerika-Boston Müzesinden Emily Vermeule, Anadolu Medeniyetleri Müzesine, 5 Şubat 1970 tarihinde bir mektup yazarak, bu eserler hakkında ayrıntılı bilgi verir.

O tarihte, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdür Yardımcısı olan Burhan Tezcan; Metropolitan Müzesi Müdüründen, bir meslektaşı olarak, basında yer alan haberlere konu olan eserler hakkında bilgi ve fotoğraf ister, ancak herhangi bir yanıt alamaz.

Bunun üzerine, Türk hükümeti, Müze aleyhine dava açar. Ancak, herhangi bir sonuç alınamaz.

Bu sırada: Burhan Tezcan, çeşitli ülkelerin müzecilikle ilgili yetkililerinin davet edildiği bir program çerçevesinde, Amerika’yı ziyaret eder. Metropolitan Müzesi yetkilisi Dierich uon Bothmer, tüm engellemelere karşın, Burhan Tezcan ile görüşür ve yine de herhangi bir sonuç alınamaz. Bunun üzerine, ABD Dışişleri Bakanlığı ile görüşmeler yapılarak, bu eserlerin gümrük kayıtlarının araştırılması istenilmiştir.

Takip eden süreçte, 1984 yılında, Metropolitan Müzesi tarafından, yeni bir sergi açılacağı bahisle bir katalog yayınlanır. Bu katalogda; Uşak ve çevresindeki Tümülüslerde, kaçak kazılar sonucu bulunan ve yurtdışına kaçırılan Lidya eserlerinin bir kısmının yer aldığı görülmüştür.

Bu sırada: 1986 yılında, Charles Koczka isimli, Amerikan Gümrük İdaresine bağlı olarak New York bölgesinde çalışan ve eski eser kaçakçılıkları ile mücadele eden özel gümrük ajanı: Başkonsolosluğumuz ile irtibat kurar.

Lidya eserlerinin, Türkiyeden çalınarak, yasa dışı yollarla Amerikaya ithal edildiğine inandığını söyler ve bu konudaki bazı belgeleri, Kültür Bakanlığımıza iletir. Bu arada: gazeteci yazar Özgen Acar’da, sürekli yazıları ile, Türk hükümetinin konu hakkında dikkatini çeker.

Bir kısım belgenin ortaya çıkması üzerine: Mayıs 1987 tarihinde, hukuki zaman aşımının dolmasına yalnızca 13 gün kala, Türk Hükümeti temsilcileri avukatlar tarafından, Metropoliten Müzesi aleyhine, New York Federal Mahkemesinde dava açılır.

6 yıllık süreç sonunda, Temmuz 1990 tarihinde, hukuk savaşı, ülkemiz lehine sonuçlanır. Ekim 1993 tarihinde, 1960’lı yıllardaki kaçak kazılar sonucu yurt dışına kaçırılan 363 eser, ülkemize iade edilmiştir.

ESERLERİN TÜRKİYE’DE SERGİLENMESİ

Karun hazinesi, Türkiye’ye getirildikten sonra, 3 yıl, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenir. 1996 yılında ise: Uşak Arkeoloji Müzesinde sergilenmeye başlanır.

Amerika Metropolitan Müzesinde sergilenen eserler: sergilenmeden önce, uzmanlar tarafından çeşitli tekniklerle temizlenmiş ve bazı kimyevi maddelerle parlatılmıştı.

Buradaki sergileme sırasında: gerek zemindeki bez çuha ve gerekse aydınlatma sistemi ve ortamdaki değişik olumsuzluklar yüzünden, eserlerin, 170’inde bozulma meydana geliyor. Bu eserler: altın, gümüş ve bakır alaşımlı. Bozulmaları çok normal.

Bozulan bu 170 parça eser, bakım için Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesine götürülerek temizleniyor.

Ancak, hazinenin Türkiye’ye dönmesini sağlayan gazeteci Özgen Acar, bu sıralarda defalarca “Dikkat, Müze soyulacak” şeklinde yazıları ile, ilgilileri uyarmaya çalışır. Çünkü: Uşak Arkeoloji Müzesinde, o sıralarda alınan emniyet önlemleri yeterli değildir.

Şöyle ki: bahçe duvarları alçak (yalnızca 1 metre) , alarm sistemleri yetersiz, personel sürekli değil, işçiler geçici.

Uşaklı bir vatandaş, hem güvenlik, hem bilet kesici, hem de ziyaretçilere bilgi veren eleman olarak çalışıyor. Bunun dışında: daha biçilmez broş ve diğer eşyaların durduğu camekanın bir tane uyduruk, küçük anahtarla açılan kilidi var.

Bir de mühür. Yani hırsızlık adeta imkansız. Kim uğraşıp güvenlik arkadaşı lafa tutacak da vitrine bir anahtar bir de mühür uydurup, içindeki milyarlarca dolarlık eşyaları çalacak. Mümkün değil.

Uşak Arkeoloji Müzesi Deniz atı broşu

DENİZ ATI BROŞUNUN ÇALINMASI

Ancak, hazine ait olduğu topraklara dönmesine rağmen, gözünü hırs bürümüş hainler, yine boş durmazlar. Karun hazinesinin en değerli parçalarından olan “deniz atı broşu”: bulunduğu yerde, sahtesiyle değiştirilir.

Durum, Kültür Bakanlığına isimsiz bir ihbar mektubu ile bildirilir. Soruşturma başlatılır ve yapılan inceleme sonucunda, aralarında Uşak Arkeoloji Müzesi müdürü de dahil olmak üzere, 9 kişi gözaltına alınır.

Kanatlı deniz atı broşunun: yerine sahtesi konulduktan sonra, pazarlanmak üzere, İstanbul’a götürüldüğü öğrenilir. Ancak, makus talih devam etmektedir. Broş: kendisini çalanlar tarafından, İstanbul’da pazarlanmaya çalışılırken, alıcı kılığındaki hırsızlar tarafından, satıcılarından çalınır. Yani: soyguncular, soyulur.

Ama sonuçta: som altından yapılan orijinal deniz atı broşu, halen kayıp. En uzun süre ceza evinde yatan Müze Müdürü ise, 4 yıllık bir süre sonunda, Mayıs 2010 tarihinde ceza evinden tahliye edilir.

Hani: Karun hazinesi lanetli diye bir söylenti vardı, sanırım Müze Müdürünün başını da yakan bu lanet olsa gerek.

Uşak Banaz ilçesi gezi yazım hakkında Banaz