Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

 

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Öncelikle: müzeye ulaşım önemli. Ziyaretçiler, birçok yoldan müzeye ulaşmayı deniyorlar. Araç ile giderseniz, Ulus semtindeki Atatürk Zafer Anıtının hemen solundaki yolu, doğruca takip edin, “tabelalar” sizi, Müzeye kadar götürecektir.

Ancak: müzeye varmadan hemen 100-150 metre kadar önce, sağınızda otopark bölümü var. Burayı geçmemeli ve aracınızı buraya park etmelisiniz, çünkü yukarı da, yani müze yakınlarında park yeri bulmak sorun.

Otoparktan sonra: yaklaşık 50 basamak civarında bir merdiven çıkarak, müzenin kapısına ulaşıyorsunuz. Yani, en mantıklısı, aracınızı otoparka bırakmak.

Yürüyerek çıkmayı düşünenler için, müze yolu biraz zahmetli.

Bence: Ulus halinin hemen arkasından, sağa rampa yukarı ilerleyen “Samanpazarı” yokuşunu  takip eden ve tepeye vardığınızda, sola dönerek, müzenin kapısına ulaşın. Ama dediğim gibi yol bayağı zahmetli ve özellikle: mutlaka lastik  tabanlı bir ayakkabı giymeniz şart.

Evet, bir şekilde, müze kapısına geldiğinizde: müze kartınızı gösterip ücretsiz girebiliyorsunuz. Müze kartınız yoksa: öğrenci için (yanınızda aynı yıla ait bandrolu bulunan öğrenci kimliğiniz bulunması yeterli) 30 TL. ve tam 120TL. ücretle, bir yıllık ülkemizin bütün müzelerine ücretsiz girmenizi sağlayan müze kartı satın alabiliyorsunuz.

Kart: eğer sistemlerinde bir sıkıntı yoksa, 2-3 dakikada basılıp size veriliyor. Ücreti tam 60 TL ve öğrenci 30 TL. dir.

Müzenin bahçe bölümü: elbette yeşillendirilmiş ve çiçeklerle süslenmiş ve birkaç taş eser konulmuş. Burada, banklara oturarak, dinlenmek mümkün. Bu bankların buraya konulması, yorulan ziyaretçilerin dinlenmesi için olumlu bir girişim olmuş. Güzel bir havada, bahçede mutlaka oturarak dinlenmenizi ve sonra gezinize başlamanızı öneririm. Müzenin bahçesin de bir de kafeterya var, ama elbette fiyatlar biraz yüksek, tercih sizin.

 

MÜZE BİNASI

Burası: Ankara kalesi bölgesi. Bir anlamda ise: “At Pazarı” olarak biliniyor ve isimlendiriliyor. Burada: genellikle Osmanlı döneminden kalma yapılar var. Bu yapılardan: iki tanesi: Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Han.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk: 1921 yılında, Ankara’da bir Hitit Müzesi kurulması emrini verir. Zamanın Kültür Müdürü Hamit Zübeyr Koşay tarafından, bu emir, zamanın Milli Eğitim Bakanına iletildiğinde: bu yukarıda sözünü ettiğim iki tarihi bina satın alınır ve kamulaştırılır. 1938-1968 yılları arasında, restorasyon çalışmaları sürdürülür. 1972 yılına gelindiğinde ise, müze, ziyarete açılır.

 

ÖDÜLLÜ MÜZE

1997 yılında: burası: Avrupa’da “Yılın Müzesi” olarak seçilir. Elbette, ödülün başında, Avrupa kelimesi olması anlamlı. Çünkü: Avrupa’da, özellikle: İtalya, Fransa, İspanya gibi ülkelerde, tarihi özellikler taşıyan, çok sayıda müze var. Bunların arasından sıyrılarak, Yılın Müzesi seçilmek elbette güzel bir olgu. Müzenin içine girdiğinizde, hemen karşıda, bu ödülün sergilendiği bir pano var.

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

MÜZE GEZİSİ

Müzenin zemin altı Bodrum Salonu

Buraya ana kapıdan değil, sağ yandan ilerleyerek yan kapıdan giriliyor. Ama müzenin içinden de buraya iniş merdivenleri var. 

Kapıdan salona girince, sol ve sağa uzanan iki koridor bulunuyor. Tam ortada;  bir bronz heykel ilgi çekiyor.

Bronz heykeller önemli, çünkü Helen ve Roma-Bizans dönemlerinde heykeller genellikle mermerden yapılmış, bronz heykel yapımı zor olduğundan bronz heykeller az sayıda ve nadir bulunuyor. Bu yüzden bronz heykeller çok değerli.

Evet bu bronz heykel ülkemizin bahtsız heykellerinden birisidir. Bu heykel çalınmış ve uzun uğraşlar sonucunda mahkeme kararı ile Amerika’dan geri alınmış ve burada sergileniyor. 

Sol yandaki koridora girdiğinizde: müzenin en önemli sergilerinden birisi yani “sikke” koleksiyonu bulunuyor. Burada: Anadolu’da kurulmuş birçok medeniyete ait birçok sikke bulunuyor ki, gerçekten muhteşem bir koleksiyon ve gayet güzel bir şekilde sergilenmiştir.

Dönemlerine ve yıllarına göre sergilenen ve dönemleri ile yılları, aşağıda bir listede yazılı sikkeleri zevkle izleyebilirsiniz.

Aynı bölümde: yine Anadolu’da kurulmuş medeniyetlere ait: seramik, metal objeler, cam objeler, süs takıları bulunuyor.

Süs takıları bölümünde: özellikle yüzük/mühürlerin üzerine işlenmiş görüntülerin, büyütülerek ekrana verilmesi iyi bir uygulama, iyi düşünülmüş, bu görüntüleri normalde görme şansı yok, ekrandan harika görünüyorlar.

Diğer  koridorda ise: Ankara ve çevresinde elde edilen buluntular sergileniyor. Bunlar arasında benim en çok ilgimi çeken: Ankara çevresinde bulunan sikkeler arasında: üzerinde “gemi çıpası” bulunan ve tarihte ilk kez “Ankara” isminin kullanıldığı sikkelerdir.

Deniz bulunmayan bir yerde yani Ankara’da, şehrin simgesinin “gemi çıpası” olması ilginç.

Bunun sebebi: Galadlar denilen savaşçı ve denizci bir topluluğun: İstanbul boğazını geçtikten sonra: dönemin Anadolu’daki o bölgedeki en büyük medeniyeti olan Pontuslar: bölgeye ulaşan Mısır donanması ile denizde savaşmaktadırlar.

Pontus İmparatoru, Galadlar la bir anlaşma yapar ve Galatlar bu savaşta Pontusların yanında savaşa girerler, savaş sırasında Mısır amiral gemisini ele geçiren Galadlar gemide ki çıpayı hatıra olarak yanlarına alırlar.

Savaşın ardından: Pontus imparatoru Galadların isteğini sorduğunda, Galadlar kendisinden yerleşmek üzere toprak isterler. Bunun üzerine, Pontus imparatoru, Galadlara: günümüzde Ankara şehrinin de içinde bulunduğu bölgeyi verir ve bunun üzerine, Galadlar, günümüzde Ankara’nın bulunduğu yerde bir yerleşim kurarlar ve hatıra olarak tam merkeze Mısır gemisinden ele geçirdikleri gemi çıpasını yerleştirirler. Evet: Ankara şehrinin simgesinin çıpa olmasının nedeni budur.

Evet, bu koridorda: Ankara şehir merkezinde: Roma hamamı, Roma tiyatrosu, Balgat Roma mezarı ve diğer birkaç yerde yapılan kazılarda bulunan antik objeler sergileniyor. Ayrıca: yine Ankara yakınlarında, halen Sarıyar barajı suları altında kalan ünlü Roma antik kentinin nekropolünde yani mezarlarında bulunan objeler sergileniyor. Son bölümde ise: Ankara ve çevresinde yaşadığı düşünülen hayvan nesillerine ait kalıntılar sergileniyor.

Bu salondaki geziniz için 1 saat ayırmalısınız. 

 

Şimdi, Müzenin ana kapısından girdikten sonraki bölümler; 

Evet: müze binasına girdiğinizde, özellikle tatil günlerinde, mutlaka ziyaretçi kalabalığı ile de karşılaşıyorsunuz. Zamanınız uygunsa: müzeye hafta içi günlerde (pazartesi hariç, çünkü kapalı) gitmelisiniz. Çünkü, ancak o zaman, sakin bir gezi yapabilirsiniz.

Ana kapıdan müzeye girdikten sonra: sağ yönde ilerleyin. Çünkü, müzedeki objelerin sergilenmesi, zamanlara göre yapılmış ve en eski eserler, sağdaki ilk bölümde sergileniyor. Daha sonra, yine dönemlere göre ve uygarlıklara göre düzenleme yapılmış.

Evet, burada: sizi ilk karşılayacak panolarda-vitrinlerde:

Önce bir Türkiye haritası ve bu harita üzerindeki antik yerlerin ışıklı gösterimi, sonraki panolarda: Anadolu’dan toplanmış: paleolitik, neolitik dönemlere yani, günümüzden 2 milyon yıl önce başlayan ve 10 bin yıl önce biten zaman dilimine ait, kalıntıların sergilendiği vitrinler var.

Hemen koridorun köşesinde ise: yine aynı dönemlerde yaşayan insanların, yaşam yerlerinin betimlendiği bir yer, bire-bir maket olarak hazırlanmış.

Burada: dikkatinizi çekecek olan, insanlar ölülerini yaşadıkları yerde gömmeleri ve yaşam alanlarının, yerin altına doğru kazılması ve merdivenle inilmesi. Yani, evler, zemin altında, toprak içinde. Ayrıca, evlerinin dekorasyonunda, boğa başı heykelleri kullanmışlar.

Devam ediyoruz ve hemen karşımıza: yine aynı döneme ait, yani binlerce yıl öncelerine ait: mağara duvar resimleri, kemik kalıntıları, kullanılan aletlerin örneklerinin sergilendiği vitrinler var.

Devam ettiğimizde: karşımıza müze koleksiyonunun en değerli parçalarından biri çıkıyor.

Ana tanrıça Kybele heykeli. Her gittiğimde: bu heykelciğin karşısına geçip, 7-8 dakika izliyorum. Siz de izleyin, çünkü, düşünün ki, Anadolu’da, yaşadığımız bu topraklarda, bizlerden binlerce yıl önce yaşamış insanlar, bu heykele yüzlerce yıl tapınmışlar. Heykel, o kadar özel ki, vücudunun çeşitli bölümlerinin ölçüleri aşırı büyük olarak betimlenmiş.

Elbette bunun nedeni, ana tanrıça yani doğurganlığı ve bereketi simgelemesi. Aynı zamanda, dikkatimi çeken şu oldu: Anadolu’da, tapınılan en büyük tanrının, bir tanrıça olması yani bir kadına ait olması da, kadına verilen önemin ifadesi açısından bence önemli.

Gezimize devam ettiğimizde: bu kez karşımıza, Anadolu’da yine büyük bir uygarlık kuran, Hititler ve onların öncülleri, Hattiler bölümü geliyor.

Burada da, müzenin sembol eserlerinden: güneş kurslarını görebiliyorsunuz. Özellikle: hemen soldaki, kırmızı zemin üzerine yerleştirilen, güneş kursu muhteşem. Hemen solunda: yine içinde, o dönemlerde kutsal olarak kabul edilen, geyik heykelleri bulunan güneş kursları sergileniyor.

Siz bunları görünce elbette hemen Ankara Sıhhiye Meydanındaki Anıtı hatırlayacaksınız. Evet, bunlar bir zamanlar Ankara Belediyesi tarafından “simge” olarak kabul edilmiş ve daha sonra ise vazgeçilmiştir.  

Evet, gezimize devam ediyoruz.

Bu güneş kursları: Hattiler döneminde, dinsel ayinlerde kullanılmıştır. Zaten: Çorum ilimizin Alaca ilçesinde, Alacahöyük yöresinde, Hatti kral mezarlarında, mezar hediyesi olarak bulunmuştur.

Bunlar, cenazenin mezara nakli sırasında, cenaze alayında, ucuna uzun bir sopa  takılarak kullanılmış ve üzerindeki hareketli parçalar, yürüyüş sırasında, çıkardıkları sesler ile, cenaze alayında mistik bir müzik oluşmasını sağlamış ve cenaze gömülürken, bu güneş kursu da cenaze ile birlikte gömülmüş ve yakın zaman önceki arkeolojik kazılarda bulunarak, müzede sergilenmeye başlamıştır.

Bunları izlerken: yapıldıkları ve kullanıldıkları dönemi  düşünün, günümüzden binlerce yıl öncesinde, bu topraklarda yaşayan insanların, bunları yapabilecek düzeyde bir kültüre ve gelişime sahip olduklarını düşünün. O zaman bunlar daha çok anlam ifade ediyor.

Güneş kurslarının bulunduğu yerde, hemen solda aşağıya doğru inen bir merdiven var. Bu merdivenle aşağıya indiğinizde, yukarıda belirttiğim müzenin en alt bodrum katı sergi salonları bulunuyor. 

Evet, aşağıdaki bölümü gezdikten sonra merdivenle yine yukarı bölüme çıkabilirsiniz. 

Yukarıda sonraki bölümde, Hititlerden sonra, yine Anadolu’da büyük bir uygarlık kurmuş olan, Friglerin günümüze ulaşan eserlerinin sergilendiği bölüm geliyor. Burada: özellikle, tam koridorun köşesindeki, sağ bölümde, bir çivi yazısı ile  tablet üzerine yazı yazan kişinin betimlendiği, maket var.

Hemen solunda ise, Asurlular ve Hititlerden günümüze kalan, çivi yazılı tabletler var. Bunlar arasında, özellikle görmenizi istediğim: Anadolu’daki iki kralın birbirlerine yazdıkları tablet, evlilik belgesi yazılı tablet ve özellikle, bir boşanma belgesi mahiyetindeki  tablet.

Boşanma belgesi tabletinde: boşanma halinde, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduklarının yazılı olması, mutlaka ilginizi çekecektir.

Günümüzden binlerce yıl öncesi, kadının bu topraklardaki önemi, rolü ve eşit haklara sahip olmasını düşünün.

Devam ediyoruz. Hemen ortadaki ilk panolar: ahşap Frig dönemi eserlerine ait. Özellikle: ahşap masaların güzellikleri büyüleyici.

Daha sonra: Urartu uygarlığı, yani Doğu Anadolu medeniyetleri eserleri var. Özellikle, sol yanda: bir at başını süsleyen, o dönemlere ait “at başı kuşamı” ilginç. Ayrıca, bir kalkan var.

Evet: şimdi bu koridorda, biraz geri gelin ve hemen soldaki kapıdan girerek, orta bölüme geçin.

Orta bölümde: taş eserler sergileniyor ve ayrıca: Sinevizyon gösterileri düzenleniyor. Hoş ne zaman düzenlendiği meçhul, ben bu müzeye, 8-9 kere gittim ve hiçbirinde bu gösterilere rastlayamadım.

Neyse, taş eserler ilginç elbette, çünkü, bulundukları yerlerden çıkarılıp buraya getirilmeleri çok mantıklı. Hattuşaş yani Hititlerin başkentindeki, aslanlı kapının her iyi yanındaki aslanlar burada sergileniyor.

Ayrıca: Hitit askerleri, Hitit tanrıları, Hitit prensleri, muhteşem taş eserler var. Bunları: gezin, hatta ve hatta günümüzden binlerce yıl önce yapılmış bu eserlere bu kadar yakın olabilmek muhteşem bir duygu.

Burada, Alacahöyük’ten getirilen özellikle kapı stelleri muhteşem güzel, bunlar bulundukları yerden sökülerek buraya getirilmiş. Sergileme de oldukça güzel, sergilenen objelerin hemen altlarında ayrıntılı açıklamalar yazılı.

Evet, müze gezisi burada bitiyor.

Müzeye girişte kullandığınız ana kapıdan, müze dışına, yani bahçeye çıkılıyor. Bahçedeki banklarda yine kısa bir mola verebilir ve müzenin tuvaletlerini kullanabilirsiniz. Tuvaletler oldukça temiz ve müzeye yakışır şekilde düzenlenmiş.

Son olarak, şunu belirtmekte yarar var.

Müzeyi her ziyaret ettiğimde, farklı objelerin sergilendiğini gördüm, çünkü müzenin depolarında bulunan objelerin hepsinin aynı anda sergilenmesi mümkün olmuyormuş, umarım Ankara’ya, Anadolu’nun muhteşem geçmişine yakışır, büyük ve ayrıntılı bir başka müze binası en kısa zamanda yapılır.

Ayrıca: müzede bazı eserlerin yerinde bir yazı göreceksiniz ki, bu yazı, bazı eserlerin başka yerlerdeki geçici sergilere götürüldüğü yazılı. 

Sonuç olarak, Ankaralı iseniz veya Ankara’yı ziyaret ederseniz, bence mutlaka gidin ve bu müzeyi ziyaret edin.

 

Eskişehir Alpu

Eskişehir Alpu


Ankara yönünden, Eskişehir iline giriş yaptığınızda, hemen sağ yöne bir yol sapar ve bu “Alpu” yolunun hemen karşısından, şehre girdiğinizde, Eskişehir merkezine ulaşırsınız. Alpu’yu tanımadan önce, bu yol sapağından defalarca Eskişehir’e girmek durumunda kaldım ve bir gün, Alpu ilçesini ve çevresini ziyaret ettim.
Alpu denilince, akla ilk gelen “savat” denilen gümüş işlemeciliğidir.

Buraya yolunuz düşerse, mutlaka savat ürünlerini görmelisiniz. Ayrıca, Uyuz Hamam kaplıcasını da ziyaret etmelisiniz.

Eskişehir Alpu

ULAŞIM

Alpu, bağlı bulunduğu Eskişehir il merkezine, 40 km. uzaklıktadır. Alpu-Mihalıçcık arasındaki uzaklık: 52 km. Alpu-Söğüt arasındaki uzaklık: 91 km.
İlçe, Ankara-Eskişehir demir yolu üzerindedir. Ankara-İstanbul hızlı tren hattı, ilçe merkezinden geçmektedir.

Eskişehir Alpu

TARİHİ

Tarihi süreç içinde: Hititler, Frigler ve daha sonra, 1071 yılına gelindiğinde, bölge Türkler tarafından işgal edilir. Malazgirt savaşından sonra: Selçuklu uç beylerinden Bozhan: halen ismi “Bozan” olan yere, bir han yaptırır ve 6 aile buraya yerleşirler. Bu bölgenin ismi: Altı-Altu-Alpu olarak değişime uğrar ve günümüze ulaşır. Günümüzde, halen 4 mahallesi bulunan ilçenin, Kemalpaşa mahallesi, buraya yerleşen 6 haneden sonra gelişerek büyümüştür. Bu mahalleye, aynı zamanda “Eski Alpu” denilmektedir.
1921 tarihinde Yunan işgaline uğrayan yöre, 1922 yılında, Sakarya meydan muharebesinin ardından, kısmen ve büyük oranda yanmış olarak geri kurtarılmıştır.
1936 yılında, Romanya ve Bulgaristan yörelerinden gelen göçmenler, buradaki, Fevzipaşa mahallesini oluşturmuşlardır.
Yörede, Belediye teşkilatı, 1955 yılında kurulmuştur. İlçe olma ise, 1987 yılında gerçekleşmiştir.

Eskişehir Alpu

GENEL

Yerleşim yeri, Alpu ovasındadır. Alpu ovası: İç Anadolu bölgesinin zengin ovaları arasındadır. Bu ova, kuzeye gidildikçe yükselir ve Sündüken dağları ile, en yüksek bölümüne ulaşır. Denizden yükseklik: 700 metredir. Porsuk çayı, ilçeyi tam ortadan ikiye böler ve bu yüzden, ilçenin bir kısmına “Eski Alpu” da denilmektedir.

İlçe halkının ekonomik etkinlikleri: tarım, hayvancılık ve orman üzerine kuruludur. Tarım denilince, burada, büyük alanda, şeker pancarı ekili bulunduğu görülür.

İlçe sınırlarında bulunan “Dereköy” (Beyazaltın köyü) mevkiinden, Lületaşı çıkarılmaktadır. Yeryüzünde, lületaşı, yalnızca buradan çıkarılmaktadır. Taşın çıkarıldığı ocaklar: kuru ve sulu ocaklar diye ikiye ayrılıyor. Lületaşı bulunan yerlerde yapılan kazılarda, bazen 100 metre derinliğe kadar inildiği söyleniyor. Çünkü, diğer madenlerde olduğu gibi değil, lületaşı, yumrular halinde bulunuyormuş ve bu yüzden ulaşılması, büyük çaba gerektiriyormuş.
Ocaklardan çıkarılan lületaşı, ham veya işlenmiş olarak satılmaktadır. Taşın işlemesinde, herhangi bir işleme teknoloji kullanılmamakta ve üretilen ürünler, tamamen basit el aletleriyle yapılmaktadır. Çıkarıldığı andan itibaren, yumuşaklığı nedeniyle, rahatlıkla işlenebilmektedir.

Ayrıca: yine burada, savat adı verilen gümüş işleme sanatı sürdürülmektedir.

İklime gelince: bölgede, İç Anadolu bölgesine has, kara iklimi egemendir ve buna bağlı olarak, yazları sıcak ve kurak, kışlar ise yağışlı ve soğuk geçer.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Eskişehir yöresinin en iyi çiğ böreğinin burada yapıldığı söyleniyor ve buraya yolunuz düşerse, çiğ börek tatmalısınız.

NE SATIN ALINIR

Alpu yöresine yolunuz düşerse, buradan “gümüş” eşyalar satın alabilirsiniz. Özellikle: gümüş kamçı, enfiye kutusu, kama, tütün tabakası, bilezik, muskalık, kemer, kolye, yüzük, küpe, gravat iğnesi, yaka iğnesi, kol düğmesi ve çeşitli rozetler bulup satın almanız mümkün.
Yörede, bu sözünü ettiğim eşyalar üzerine, desen oluşturma tekniğine “Savat” deniliyor. Savat: gümüş, bakır, kükürt ve kurşun karışımı bir çamurdur. Gümüş eşyanın yüzeyi cilalanarak parlatılır ve daha sonra, oyma kalemleriyle, arzu edilen şekil oyularak işlenir. Daha sonra ise, oyulan desenin üzerine, savat çamuru doldurulur ve eşya ateşe tutulur, soğuduktan sonra ise, zımpara ile temizlik yapılır ve keçe cilası ile cilalanarak, satılır.
Bunun dışında, yörede, lületaşından yapılmış, çeşitli objeler bulup satın alabilirsiniz.

Eskişehir Alpu

GEZİLECEK YERLER

MİDAİON-KARAHÖYÜK

Eskişehir il merkezinin 30 km. doğusundadır.
Alpu ovasına hakim bir konumdaki bu höyüğün: Tunç çağından itibaren, Bizans dönemine kadar, kesintisiz, yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Buradaki yerleşimin ilk kuruluşunun, Frigya kralı Midas adına olduğu sanılmaktadır. Oldukça büyük ve iyi korunmuş bir höyüktür.

Höyüğün eteklerinde: yerleşim yerinin, yaklaşık 500 metre çapındaki bir bölgede olduğu ve kuzeydoğu eteklerinde ise, nekropol yani mezar alanı bulunduğu anlaşılmaktadır.

Burada, resmi arkeolojik kazı çalışmaları yapılmamış olup, yalnızca yüzey araştırmaları ile yetinilmiştir. Bunun dışında, bölgede birçok kaçak kazı çukuru görülmektedir. Bu çukurların en büyüğü ise, höyüğün batı kıyısındadır. Buradaki çukurda, Roma dönemine ait bir yapının mimari elemanları, çevreye dağılmış olarak görülmektedir. Buradan çıkarılan ve Eskişehir Arkeoloji Müzesinde sergilenen kalıntılar: Asklepios heykelcikleri, steller ve sikkelerdir.

UYUZ HAMAM KAPLICASI

İlçe merkezinin 16 km. güneydoğusundadır. Burada, herhangi bir tesis bulunmamakta olup, günübirlik yararlanmak için uygundur.
Termal su: 1.5 metre derinlikten, küçük bir havuzun içinden çıkıyor ve hemen yanındaki havuza doğru taşıyor. Kaplıca suyundan: içme ve banyo şeklinde yararlanılıyor. Özellikle: deri hastalıklarına iyi geldiği söyleniyor. Ayrıca, suyun yatağındaki çamur da, şifa niyetine kullanılıyor ve cilde sürülüyor.

ULUBÜK MAĞARASI

İlçe merkezinin 30 km. kuzeyinde, Alpınar köyünün 2 km. yakınındaki Ulubük yaylasındadır.
Buraya ulaşım için; Eskişehir-Alpu-Gökçekaya baraj yolunu takip etmeniz gerekiyor. Alpu ilçesinden Gökçekaya baraj gölüne giden yolun 20. km. de yoldan ayrılıp, yaklaşık 10 km. lik stabilize bir yolu bitirmeniz gerekiyor.
Mağara: Sakarya nehrine bakan, ormanlık bir alanda bulunuyor. Mağaranın içi, zengin damlataşları ile kaplıdır. Ancak: mağaranın içi, çok küçük ve basık olduğundan, yürümek zordur. Bu yüzden, mağara, tam olarak turizme ve ziyarete hitap etmemektedir. İçine girilemiyor olması büyük eksikliktir.

KARA MAĞARA

İlçe merkezinin 25 km. kuzeyinde bulunan Karacaören köyünün, 2 km. kuzeyindeki Sulununkıran Tepesindedir.
Mağara: Sakarya nehrine bakmaktadır. Kanyon şeklindeki derin vadi içinde akan Sakarya nehrinin sol yamacında, üst kesimde bulunmaktadır. Buraya ulaşmak için: Alpu-Gökçekaya baraj yolunu kullanmanız gerekiyor. Karacaören köyünden, yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüşle, Kara mağaraya ulaşmak mümkündür.
Mağaranın içi, muhteşem güzel sarkıt ve dikitlerle doludur. Ayrıca, sütunlar ve damlataşları görülüyor. Mağara önünden, çevreyi gözlemlediğinizde, sanki uçaktan bakıyormuş gibi bir görüntü sizi bekliyor.

BÜĞDÜZ KÖYÜ-SELÇUKLU CAMİSİ

İlçe merkezine bağlı, Büğdüz köyündedir.
Yapı, 1235 yılında, Selçuklular döneminde yapılmıştır. Caminin en büyük özelliği: duvarlarının kalındığının 3 metre olmasıdır. Harcına ise, hayvan kılı katılmış ve bu şekilde yapılarak, depremlerden etkilenmemesi sağlanmıştır.

Eskişehir tanıtımı.

Mihalıçcık tanımı.

Söğüt tanıtımı.

 

Eskişehir Mihalıççık

Eskişehir Mihalıççık


İlçenin ambleminde: kiraz ve Yunus Emre var. 2001 yılından bu yana, ilçe genelinde kiraz ağacı dikimi yaygınlaşıyormuş. Özellikle: bu büyük ozanın “Sevelim Sevilelim” özdeyişi, muhteşem anlamlar ifade ediyor. Evet, yörenin insanı arasında “Maalıç” olarak bilinen yöreyi gezmek için bir gün ayırmalısınız. Özellikle, Yunus Emre külliyesi, mutlaka ziyaret edilmelidir.

Eskişehir Mihalıççık

ULAŞIM

Mihalıççık ilçesinin, il merkezi olan Eskişehir’e olan uzaklığı: 92 km. dir. Mihalıççık-Alpu arasındaki uzaklık: 52 km. Mihalıççık-Sivrihisar arasındaki uzaklık; 67 km. Mihalıççık-Nallıhan arasındaki uzaklık: 63 km.
Sivrihisar-Polatlı arasındaki yoldan ilerlerken, ana yoldan ayrılıp, Yunus Emre köyü üzerinden, yaklaşık 48 km. sonra Mihalççık ilçesine varılıyor.

Eskişehir Mihalıççık

TARİH

Yöre, ikincil derece yollar üzerinde bulunması nedeniyle, antik dönemlerde pek önem kazanmamış, ancak Osmanlı döneminde hareketlenmiştir.
1289 yıllarında, Osmanlı devletinin kurucusu Osman Bey: Şeyh Edebali’yi ziyarete giderken, Eskişehir Beyi ve onun müttefiki Harmankaya Tekfuru Köse Mihal tarafından sarılır ve çıkan çatışmada: Osman bey galip gelir ve Köse Mihal, teslim alınır. Ancak, zamanla Köse Mihal ve Osman Bey dost olurlar, Mihal, Müslümanlığı kabul eder.

Harmankaya ve çevresi, Köse Mihal’e dirlik olarak verilir. Evet: yörenin isminin, Köse Mihal veya oğlu Gazi Mihal’den geldiği söylenmektedir. Çünkü: Köse Mihal: Mihalgazi nahiyesi yakınlarında, Harmankaya Tekfuru olarak görev yapmıştır. Köse Mihal’in kabri: günümüzde, Ermenek (Çalkaya köyü) köyünün 4 km. uzağındadır ve Emre sultan tarafındadır.

Tarihsel süreç incelendiğinde, Anadolu’nun en önemli ozanlarından olan Yunus Emre’nin de, ilçe merkezine bağlı Sarıköy ( günümüzdeki adı: Yunus Emre köyü) bölgesinde doğduğu görülmektedir.

Yöre, 1925 yılında, Eskişehir iline bağlanmıştır.

Eskişehir Mihalıççık

GENEL

İlçe merkezinin denizden yüksekliği: 1325 metredir. Yörenin güneydoğu ve güneybatı kesimleri, ovalıktır. Bu ovalar, Porsuk çayı tarafından sulanır. Kuzeyde ise, Sakarya vadisi bulunur. Orta kesimde bulunan Sündiken dağları ise, ormanlarla kaplıdır.

İlçe halkının temel ekonomik etkinliklerinin başında, tarım ve hayvancılık gelmektedir. Bunun dışında, ilçe merkezine 12 km. uzaklıktaki, Sorkun köyünde, köy halkının büyük çoğunluğu “çömlek” üretimiyle uğraşmaktadırlar. Çömlek üretimi, bu köyde, yüzyıllar öncesinden kalan tekniklerle yürütülmektedir ve bu durum ilgi çekmektedir.

İklim: ilçede karasal iklim hüküm sürmekte olup, özellikle kışlar, çok sert geçmektedir. Ancak, yazlar da çok sıcak geçmektedir. Sündiken dağlarının üzeri, yılın büyük bölümü karlarla kaplıdır. Yörenin kuzeyinde, Sakarya vadisinde ise ılıman iklim özellikleri görülür.

YUNUS EMRE

Yunus Emre: sevgiyi, felsefe haline getirmiş olması ile önem kazanmaktadır. Ayrıca: bu ünlü Anadolu halk şairi: Türk dilinin tüm sadelik ve güzelliklerini, şiirlerinde kullanmış olmasıyla bilinir. Şiirleri: yüzyıllardır, dilden dile aktarılarak günümüze ulaşmıştır.
Batı Anadolu bölgesinde, birkaç yerde, Yunus Emre’nin makamı olarak adlandırılan mezarının bulunduğu bilinmektedir ki, burası da bunlardan biridir. Ancak: 1970’li yılların başında, Sarıköy’deki bu mezarın Yunus Emre’ye ait olduğu konusunda bazı kanıtların bulunduğu bildirildi ve bu köye “Yunus Emre” ismi verildi, bahçe içine anıtı dikildi.

YUNUS EMRE KÜLTÜR VE SANAT HAFTASI

Yörede, her yıl, 6-10 Mayıs tarihlerinde, Yunus Emre Kültür ve Sanat Haftası kutlanmaktadır.

Eskişehir Mihalıççık

SORKUN ÇÖMLEKÇİLİĞİ

Buraya yolunuz düşerse, ilçe merkezine bağlı Sorkun köyünde, atalarından kalma el sanatı mirasını sürdüren köylülerden, çömlek satın almalısınız.
Sorkun köyü: ilçe merkezinden Nallıhan istikametine giderken, Sündiken ormanlarının çam ağaçlarının arasından geçtikten sonra, zirveden inip biraz daha ilerlediğinizde karşınıza çıkıyor. Yani, sonuçta köy ilçe merkezine 12 km. uzaklıktadır.
Burada: toprak, sanata dönüştürülüyor. Kızıl ve ak topraklardan oluşturulan çamuru, şekillendirerek ve açıkta pişirerek: güveç, çömlek ve ekmek saçlarına dönüştürülüyor.
Köydeki tüm evler yani bir anlamda atölyelerde, çömlek üretimi sürdürülüyor. Yani, köyün asıl geçim kaynağı: çömlekçiliktir. Yalnız, bu çömleklerin bir diğer en önemli özelliği: köyün kadınları tarafından yapılmasıdır.
Özellikle, yaz aylarında yapılmaktadır. Buraya yolunuz düşerse, çömlek almanızı öneririm. Burada, 3 takımdan oluşan bir çömlek takımı: 25 TL. dir.

MİHALIÇCIK KİLİ

Burada, “kil” çıkarılıyor. Tabii: bunu bilmeyen okurlar, ilk anda herhangi bir anlam veremiyorlar. Ama, gerçekten, buradan çıkarılan bu “kil” değişik özellikler taşıyor ve bilenler tarafından yoğun olarak kullanılıyor. Kil: özellikle çamaşır deterjanları çıkmadan önce, çamaşır yıkamada yoğun olarak kullanılırmış. Kirli çamaşırlar üzerine, hafif eritilen killer serpilir ve sıcak su ile ovarak çamaşırların kirleri arındırılırmış. Ancak, teknolojik gelişmeler sonucu çamaşır deterjanları çıkınca, çamaşır yıkamada kil kullanımı gittikçe azalır.
Günümüzde ise, kil, özellikle kozmetik alanında kullanılmaktadır. Özellikle: saçlarda ve maske yapılarak ciltte kullanılmaktadır. Saçlarda yumuşaklık ve cild de ise nemlilik, canlılık ve doğal güzellik yaratmaktadır. Saç dökülmesini önler, saçı besler, kepek yazmaz. Yüzde, sivilceleri giderir. Selülit, pişik ve çeşitli yaralara da iyi geldiği söyleniyor.
Ayrıca: seramik sektöründe de, ham madde olarak kullanılmaktadır.

KONAKLAMA

Mihalıçcık Öğretmenevi 222-6312337

NE YENİR

Eğer döneminde giderseniz, Mihalıççık yöresinde, ünü uluslar arası düzeye ulaşan “kiraz” tatmalısınız. Yıllık 1000 top civarındaki üretim, özellikle yurt dışına gönderilmektedir.

Eskişehir Mihalıççık

GEZİLECEK YERLER

Eskişehir Mihalıççık Yunus Emre Külliyesi
Eskişehir Mihalıççık Yunus Emre Külliyesi
Eskişehir Mihalıççık Yunus Emre Külliyesi

         

YUNUS EMRE KÜLLİYESİ

İlçe merkezine bağlı, Yunus Emre (diğer ismi Sarıköy) beldesindedir.

Burada, 13’ncü yüzyıldan kalma ve Yunus Emre’ye ait olduğu söylenen mezar bulunmaktadır. Bu mezar, hemen demiryolu (Eskişehir-Ankara) bitişiğinde, dikdörtgen planlı taşlardan yapılmış, 2 metre yüksekliğindeki bir avlu içindedir. Ancak, bu mezar, Yunan işgalinde, Yunanlılar tarafından yıkılmış ve Yunus Emre’ye ait olduğu söylenen naaş; 1949 yılında, buradan alınarak, ikinci mezarına ve 1970 yılında ise, üçüncü yani günümüzdeki mezarına taşınmıştır.

Günümüzdeki mezar yeri: 13’ncü yüzyıl Selçuklu mimarisini andıran yapısı, sütunları, kemerleri ile dikkat çekmektedir. Mezar taşının ön yüzünde, Yunus Emre’nin şu ünlü sözleri yazılıdır.” Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım, sevelim-sevilelim, dünya kimseye kalmaz”

Burada, türbe yani mezar dışında: müze, çeşme, minareli bir cami, şadırvan, kültür evi ve Yunus Emre heykeli görülüyor. Çeşme: Türk mimari tarzında yapılmıştır. Türbe: yayvan kubbeli, 8 sütunlu ve sütunlar arasında kemerlerle bağlantı bulunan, sekizgendir ve hemen altındaki mermer lahit, üzerinde motif işlenmiş olarak görülmektedir.

Bunların yanında, burada, bir de müze var. Müze: türbenin mimari stiline uygun olarak yapılmış ve 1971 yılında ziyarete açılmıştır. Müze içinde görebilecekleriniz: çeşitli fotoğraflar, Yunus Emre’yi tanıtıcı kitaplar, şiirlerini içeren levhalar, çeşitli beratlar, Selçuklu dönemine ait mermer mimari parçalar (Yunus Emre’nin Yunanlılar tarafından yıkılan ilk mezarına ait) ve çeşitli Etnografik önemi olan parçalar bulunmaktadır.

YARIKÇI KAPLICASI

İlçe merkezinin güneydoğusunda, Yarıkçı köyünde, Hamamdağı eteğinde, Hamamdağı deresinin kıyısındadır.
Yörenin denizden yüksekliği, 900 metredir ve sıcak ve soğuk hamamlar bulunmaktadır. Yöredeki birçok kaynaktan, 2 kaynağın üzeri kubbe ile örtülerek, kaplıca haline getirilmiştir. Bu kaplıca bölümlerinde, dört köşe havuzlar bulunmaktadır.
Kaplıca sularında, kalsiyum karbonat birikmekte ve bunun örnekleri, vadide taşlaşmış şekilde görülebilmektedir.
Sular: 39 derece ısıda çıkar ve kükürt kokuludur. Yani, suyun içinde kükürt bulunmaktadır. Ayrıca, karbondioksit bakımından da zengindir. Kaplıca sularının iyi geldiği söylenen rahatsızlıklar şunlardır: yara ve felçler, romatizmal hastalıklar.

KOÇAKKIRAN MAĞARASI

İlçe merkezine bağlı, Otluk köyünün Açtım mahallesi yakınındaki Koçakkıran tepesinde, Sakarya nehrinin sol yamacındadır.
Buraya ulaşmak için: Alpu-Karacaören-Otluk yolunu kullanmalısınız. Veya, Alpu-Bozan-Buğdüz-Kandamlamış-Otluk yolunu da kullanabilirsiniz.

Açtım mahallesinden sonra, yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş yapmanız gerekiyor.
Mağaranın fiziki özellikleri gayet güzel ve çekicidir. Mağara içinde, damlataşları, sarkıt, dikitler, sütunlar, Damlataş havuzları ve çok değişik biçimli damlataşları görebilirsiniz. Mağaranın hemen önünden ise: Sakarya nehri, Gökçekaya baraj gölü ve çevrenin doğal güzelliğini seyredebilirsiniz.

KARAKAYA MAĞARASI

İlçe merkezinin kuzeyinde, Yalımkaya köyünün 1 km. doğusunda, Sakarya nehrinin kolu olan Domya deresinin hemen yanındadır.
Buraya ulaşmak için. Eskişehir-Mihalıçcık yolundan ayrılan, Büydüz-Sasa-Yalımkaya yolunu kullanmanız ve Yalımkaya köyünden yaklaşık yarım saatlik bir yürüyüş yapmanız gerekiyor.
Kayabaşı tepesinin dik yamacında bulunan mağaraya, ip kullanılarak iniliyor. Mağaranın içinde: akma damlataşları, sulu damlataş havuzları, makarnalar, sütun duvarlar ve birçok değişik şekilli damlataşları bulunmaktadır. Ancak, burada özellik arz eden durum: kahverengi, siyah, gri, kurşuni ve beyaz renkli olan bu damlataşların üstlerinin; gri, beyaz, siyah renkli yeni oluşumlar ile sıvanması yani kaplanmasıdır.

ÇATACIK ORMAN İÇİ DİNLENME YERİ

İlçe merkezine 40 km. uzaklıktaki bu dinlenme alanı: 1967 yılında yapılmıştır. Burada, günübirlik piknik yapmak mümkündür. Sarıçam ormanlık alanın hemen yanında, geyik üretim istasyonu bulunmaktadır. Burada, geyikleri izleyebilirsiniz.

ÖMERKÖY GÖLETİ

İlçe merkezine 4 km. uzaklıktaki, Ömerköyü’ndedir.
Göletin çevresi ormanlarla kaplıdır ve günübirlik piknik için yoğun olarak tercih edilmektedir.

Eskişehir Mihalıççık Hasan Polatkan Baraj Göleti-Sarıyar Baraj Göleti

HASAN POLATKAN BARAJ GÖLETİ-SARIYAR BARAJ GÖLETİ

İlçe merkezinin kuzeyindedir.
1956 yılında yapılan baraj; beton doldu tipidir ve temelden yükseklik 108 metredir. Üst uzunluğu 250 metredir ve göl uzunluğu: 60 km. dir.
Baraj gölü kıyısında: balıkçılık yapan köyler bulunmaktadır.

ÇALCI KÖYÜ

İlçe merkezine bağlı, 15 km. uzaklıkta, şirin bir orman köyü olan Çalçı köyü; tarihi süreçte, eski bir yerleşim yeri olarak görülmekte ve özellikle Osmanlı arşivlerinde ismi geçmektedir. Ancak: eski ismi, bir Ermenice kelime olan “Taçla” dır. Köyde: Roma d önemine ait yazılı bir taş bulunmaktadır. Ayrıca: yine bu köyde, Selçuklular döneminden kalma bir cami ve çeşme görülmektedir. Bu eserler: Türk-İslam mimarisinin güzel örnekleridir.
Cami: Selçukluların son dönemlerinden kalmadır. Ayrıca, yine Osmanlı arşiv belgelerinde, buradaki bir yatırın ismi geçmektedir. Kevid baba olarak isimlendirilen bu yatırın hemen yanında, kırklar ormanı var. Bu ormanda, “kırk tane kızın şehit düştüğü” söylenmektedir. Bu kızların, Kevid babanın askerleri olduğu da rivayet edilmektedir.
Bu köyün, bu eserler yanında, başka önemli bir özelliği daha var. Bu köyden, bugüne kadar 100 civarında öğretmen yetişmiş ve bu sayı ile, köy, ülkemizde en çok öğretmen yetişen köylerin başında gelmektedir.

Alpu tanıtımı.

Sivrihisar tanıtımı.

Nallıhan tanıtımı.

Eskişehir tanıtımı.