Zonguldak

Zonguldak

Karadeniz bölgemizin en önemli kentlerinden biri, daha doğrusu bir liman kentidir. Ama, sanırım sizlerin de aklına geldiği gibi, Zonguldak denilince benim aklıma hemen kömür ve kömür ocakları geliyor.

Burada, gerçekten kömür madenleri ünlü ve zaten buranın insanı da, mutlaka bir şekilde, bu kömür madenleriyle bağlantılı bir yaşam sürmüş veya halen sürdürmekte. Sisli ama şirin bir şehir, bunların yanında, kışın bol yağmurlu, havası kömürlü.

Zonguldak

ULAŞIM

İl otobüs terminali, il merkezine oldukça uzaktadır. Taksi ve dolmuşlarla, terminal ve şehir merkezi arasındaki ulaşım sağlanıyor. Karadeniz Ereğli tarafından şehre girdiğinizde, “Demirpark AVM” denen güzel bir alışveriş merkezi görülüyor.

Düzce yönünden gelirseniz, şehre girmeden hemen önce, 3 tane tünel var.

Zonguldak-Düzce arası uzaklık: 118 km. Zonguldak-Bartın arası uzaklık: 89 km. Zonguldak-İstanbul arası uzaklık: 331 km. Zonguldak-Ankara arası uzaklık: 268 km. Zonguldak-Karabük arası uzaklık: 173 km.

Zonguldak

TARİH

İl merkezinde ilk yerleşimin, MÖ. 1000 başlarında başlamaktadır. İlkçağ dönemlerinde, burada, adını Sandra çayından alan, Sandrake denilen bir köy yerleşimi vardır. Burası, günümüzdeki il merkezinin ilk yerleşim alanıdır.

MÖ.1200 yıllarında, Frigler, bölgede egemen olmuşlardır. Daha sonraki dönemlerde ise, sırasıyla: Kimmerler, Lidyalılar ve Medler, bölgede egemen olurlar.

MÖ.334 yılına kadar süren Pers egemenliği sonrasında, bölge, Kapadokya Satraplığına bağlanır.

MÖ.2.yüzyılda, Bithynia egemenliği var. MÖ.1.yüzyılda ise, Romalılar. MS.4.yüzyılda: Bizanslılar, egemenliği ele geçirirler. Takip eden dönemde, Osmanlılar var.

Ancak, 1865 yılından itibaren, kömür madeninin işletilmeye başlanmasıyla, bölgenin önemi iyice artmıştır. Özellikle: İstiklal Savaşının kazanılmasından sonra, 1 Nisan 1924 tarihinde, Cumhuriyet sonrası ilk kurulan il: Zonguldak olmuştur.

Zonguldak

GENEL

Şehrin en büyük özelliği: yer altı kaynakları açısından zengin bir yer olmasıdır. Taş kömüründen başka, Alüminyum, demir, manganez gibi maden yatakları da var. Taş kömürü, özellikle “Demir-Çelik” endüstrisinde kullanılmaktadır.

Zonguldak yöresinde, taş kömürü denilince, akla hemen: “Uzun Mehmet” gelir. 1829 yılında, yöredeki taş kömürü, Ereğli İlçesi, Kestaneci köyünden Uzun Mehmet tarafından bulunmuştur.

Şehrin, Karadeniz kıyısında, 17 km. kıyı şeridi bulunmaktadır. Yerleşim birimleri, kömür üretim bölgelerinde kurulmuştur. Taş kömürü üretimi, şehir merkezi sınırları içinde yoğun olarak yapılmaktadır.

İklim ele alındığında: bölgede, ılıman Karadeniz iklimi görülür. Her mevsim yağışlı ve ılıktır. Kurak mevsim yok. En fazla yağış: sonbahar ve kış mevsimlerinde görülür. Ancak, denizden iç kesimlere gidildikçe, iklim sertleşir.

İl topraklarının, yarıdan fazlası, ormanlarla kaplıdır. Arazi yapısı olarak ise, engebelidir.

Zonguldak

KÖMÜR VE OLUŞUMU

Kömür, Taş kömürü havzasında oluşmaktadır. Bu oluşumu: çeşitli bitkilerin, milyonlarca yıl, kumların altında  kalarak yavaş yavaş taşlaşması, tabakalaşması, çürümesi ve kömürleşmesi şeklinde gelişir.

1986 yılında yapılan tetkiklere göre, bu havzada, 1.5 milyar ton, taş kömürü rezervleri bulunmaktadır. İşlenebilir kömür yatakları ise, 500  metre yerin altındadır.

Zonguldak

EL SANATLARI

MÖ. 1200 yıllarında, buraya yerleşen Frigler, Sandrakhe olarak isimlendirilen kırmızı madeni işleyerek, boya ve ilaç yapımında kullanmışlardır. Zaten, Zonguldak deresinin eski isminin “Sandrakhe” olduğu da söylenmektedir. Dere ismini, bu madenden almıştır.

ZONGULDAK KARA ELMAS ÜNİVERSİTESİ

Batı Karadeniz bölgesinde bulunan Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Zonguldak ili ve çevre ilçelerinde kurulu, 7 Fakülte, 2 Yüksek okul, 6 Meslek Yüksek okulu ve 1 Devlet Konservatuarından oluşmaktadır.

Fakülteler: Fen-Edebiyat, Tıp, Mühendislik, İktisadi ve İdari Bilimler, Ereğli Eğitim, Diş Hekimliği ve son olarak Güzel Sanatlar Fakültesi.

NE YENİR.NE İÇİLİR

Zonguldak merkezinde, genellikle, unlu yiyecekler yapılıyor. Örneğin: börek, su böreği, kabaklı börek, bazlama, gözleme, kömeç ekmeği. Tüm bunların yanında, Zonguldak yöresine yolunuz düşerse, belki de dünyanın en lezzetli kestanesi olan kuzu kestanesini mutlaka tatmalısınız.

Bu kestane, birçok şekilde yenilecek şekle getiriliyor. Örneğin: suda haşlanarak yapılan “tuzlama” veya fırında kavrularak pişirilmesiyle yapılan “kavşak” deneyebilirsiniz.

 

Zonguldak

NE SATIN ALINIR

Zonguldak’tan birçok şey satın alabilirsiniz. Özellikle: madenci heykelcikleri ilginizi çekebilir. Bu güzel heykelciklerin fiyatı 50-100 TL. arasında değişiyor.

Zonguldak

GEZİLECEK YERLERİ

Zonguldak

Zonguldak şehir merkezinde, sizi ilk karşılayacak olan yoğun bir araç trafiğidir. Şehir merkezindeki ana caddede yürüyerek ilerlerseniz, liman bölümüne kadar ulaşırsınız.

Zonguldak

Liman bölümünde: denize doğru uzanan bir bölümde, ilginç kapı gibi bir yer görülüyor, oldukça eski olduğu belli olmasına rağmen, hakkında hiçbir bilgi bulunmuyor. Bunun hemen ilerisinde, sol yanda, madenci şehitliği (eski) ve sağ yanda ise, deniz kıyısında, muhteşem bir çöplük yani rezillik görülüyor.

Sonra yine sağ yanda “Maden Mühendisleri sosyal tesisi” doğru yürüdüğünüzde, sol yanda ise, tepe yamacına yaslanmış birkaç sosyal tesis görülüyor.

Bunların deniz manzaraları elbette muhteşem güzel, denizin kıyısı ne kadar pis olsa da (umarım bir gün bu pislik Belediye tarafından temizlenir) denizin uzaktan görüntüsü muhteşem, dalgakıran görüntüsü muhteşemdir.

Zonguldak

Bu yoldan yürümeye devam ederseniz, ana yolun sağ ve sol yanlarında ara sokaklar var, burada ilgimi çeken, hemen Valilik binasının önündeki “İnönü Parkı” oldu. Bu parkta: Atatürk heykelleri ve bir komanda askeri heykeli (bunun arkasında Zonguldaklı şehitlerin isimlerinin yazılı bulunduğu bir bölüm var) görülüyor.

Zonguldak

Özellikle Atatürk anıtının kaidesinde İsmet İnönü’nün bir sözü çok ilgimi çekti. Evet: yoldan devam ettiğinizde, ilginç iki madenle ilgili heykel göreceksiniz, başkaca kalabalık, yoğun trafik, dükkan, mağaza, dükkan, mağaza göreceksiniz.

Zonguldak

Yani, Zonguldak merkezi pek turizme yönelik değil, yani turistik açıdan burayı ziyaret etmek isterseniz, merkezde görebileceğiniz çok şey yok.

MADENCİLİK MÜZESİ

Şehir merkezine yakındır. Bunun hemen dışında, maden şehitlerinin isimlerinin yazılı bulunduğu tabelalar görülüyor. Yani şehitler anıtı var. Müze, ilk olarak, 1880 yılında açılan bu bölüm,  daha önce eğitim alanı olarak kullanılırken, daha sonra, Madencilik Müzesi olarak hizmete açılmıştır.

Burada: yaklaşık 1 km. uzunluğunda, yer altı açıklığı bulunuyor ve yer altı kuyusu haricinde, tüm madencilik üniteleri bulunmakta ve sergilenmektedir. Bunun dışında: bir salon, bir sergi salonu, kafeterya, yemek salonu, duş, hediyelik eşya reyonu ve ısı merkezleri bulunmaktadır.

Zonguldak Gökgöl Mağarası

GÖKGÖL MAĞARASI

Zonguldak-Ankara kara yolunun, Zonguldak il merkezi çıkışından 4 km. sonradır. Gökgöl mağarası, 3350 metrelik uzunluğu ile Türkiye’nin en uzun ikinci mağarasıdır. Karbonifer döneme tarihlendirilen mağara, yaklaşık 350 milyon yaşındadır. 875 metrelik yürüyüş yoluna sahip olan mağaranın içerisinde yağışlı dönemlerde debisi artan bir yeraltı deresi bulunur.

Yeraltı deresi, doğal bir sifon ile Erçek Deresine dökülür. Gökgöl mağarasının içi damlataş birikimi yönünden son derece zengindir. Mağara içerisinde her türlü damlataş oluşumları (sarkıt, dikit, sütun, bayrak damlataşı ve makarna sarkıtlar) bulunur. Mağaranın girişten büyük çöküntü salonuna kadar olan bölümleri Fosil giriş, Astım salonu, Harikalar Salonu ve Mucizeler Salonu gibi adlarla nitelendirilmiştir.

Mağaradan girildikten sonra, 250 metre ilerlemek mümkün. Mağara içinde, damlataş birikimi sonucu muhteşem bir görüntü oluşmuş.

Mağara zemininde, yer yer su birikintileri bulunuyor. Bu nedenle, mağaraya: yaz ve sonbahar aylarında girmek uygun. Çünkü, bunun dışındaki mevsimlerde, mağara derinliklerinden sel tehlikesi gelme riski varmış.

Zonguldak Gökgöl Mağarası

Mağara, turizme yönelik olarak gayet güzel hazırlanmış. İlk 875 metrelik bölüm, turizm amaçlı kullanılıyor. Girişten, Büyük çöküntü salonuna kadar uzanan bu bölümün genişliği: 2-15 metre ve yüksekliği: 1-18 metre. Hatta, 2001 yılından itibaren ziyarete açılan mağaranın hemen girişinde bulunan bölümde dinlenebilir ve satışı yapılan el sanatlarından satın alabilirsiniz.

Zonguldak Harmankaya Şelalesi

HARMANKAYA ŞELALESİ 

İl merkezinin 5 km. dışındadır. Ancak, ana yoldan sonra, buraya yani şelalelere ulaşmak için, yine uzun bir yürüyüş gerekiyor. Bu mesafe, yaklaşık 12 km. civarında. Yürüyüş parkurunun bazı bölümleri çok zorlu.

Bu yüzden, burayı ziyarete gitmeyi düşünenlerin, bu zorlukları baştan kabullenmesi gerekiyor. Bu 12 kilometrelik yürüyüş yolu, en iyi şartlarda, yaklaşık 6-7 saat sürüyor. Yani, bu gizli cenneti gezmek, görmek isteyenlerin, bu zor yolculuğa en baştan hazır olması şart.

DEĞİRMENAĞZI ŞELALELERİ

Şelalelerin bulunduğu bölüme gidiş için iki yol var. Değirmenağzı koyundan, denir kenarından geçerek, yürüyüş parkurunun başlangıç noktasına ulaşabilirsiniz. Derenin içinde: yamaçlardan koparak düşmüş, büyük kaya kütleleri var.

Zaten, çoğu yerde, bu kaya-taş kütlelerinin üzerine basarak ilerliyorsunuz. Uzun ve yorucu bir yürüyüşten sonra, şelalenin bulunduğu yere ulaşıyorsunuz. Şelale, yaklaşık 6 metrelik bir yükseklikten, aşağıya düşüyor. Üstünde ve düştüğü yerde, iki tane ufak gölet var. Evet, biraz zahmetli de olsa, gittiğinizde karşınıza muhteşem bir doğa harikası çıkıyor.

Zonguldak Göldağı

GÖLDAĞI

İl merkezindedir. Burada, lokanta, oturma gurupları, otopark ve çeşme bulunuyor. Burası: antik dönemlerde, yörede kurulan bir krallığın merkezi. Zaten, Zonguldak şehrinin ismini buradan aldığı  düşünülüyor. Dağın ismi: Zone Gol Dağı. Fransızca tercüme edildiğinde: Göl dağı bölgesi anlamına geliyor.

Burada yaşadığı düşünülen kralın kızı; dağdaki gölde, altın bir kayıkla dolaşırmış. Bu bir söylenti. Ama elbette bu söylenti eseri, bölgede çok sayıda define kazıcısı işbaşı yapmış ve birçok yer delik-deşik olmuş.

Zonguldak Türkali

TÜRKALİ

Burası bir köy. İl merkezine 25 km. uzaklıktadır. Çaycuma’ya 22 km. ve Filyosa 4 km. uzaklıktadır.

Denize sıfır, çevresi dağlarla çevrili, yeşil ve mavinin birleştiği bir yer. Zonguldak’ın en uzun ve güzel sahili burada. Köyde: yaz-kış açık, turistik tesisler, restoranlar ve sahilde kafeler var.

Zonguldak Kapuz Plajı

KAPUZ PLAJI

İl merkezinde, Kapuz caddesindedir. Şehirden bağımsız bir yer gibi durur. Çay bahçesi, lokantası ve duş, soyunma kabinleri, büfe gibi her türlü alt ve üst yapı mevcuttur. Özellikle, şehir yerlileri, yazın buraya yoğun şekilde gidiyorlar. Bir Pazar günü, buraya, yaklaşık 3000 kişinin geldiğine şahit olunmuş. Ancak, deniz suyunun pek temiz olmadığı söyleniyor.

Zonguldak Ilıksu Plajı

ILIKSU PLAJI 

Kozlu-Ilıksu mevkiindedir. Burada da: çay bahçesi, lokanta, soyunma kabinleri, büfe gibi tesisler bulunmaktadır.

Ancak, bu plajda, öğrendiğime göre, haftanın belli günlerinde bayanlar günü düzenleniyormuş, yani gitmeden önce, bu konuda araştırma yapıp gitmenizde yarar var. Önceki yıllarda, Çarşamba günleri, bayanlar günü olarak plaj bölgesi kullanılıyordu.

Zonguldak Fener Mahallesi

FENER MAHALLESİ

İl merkezindedir. Fransızlar tarafından, şehirde yaşadıkları dönemde, yaklaşık 100 yıl önce inşa edilmiştir ve günümüzde, Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır. Burada, güzel şehir ve deniz manzarası eşliğinde, yemek yiyebileceğiniz güzel yerler var.

Zonguldak Devrek hakkındaki gezi yazım için Devrek

Belçika Mons

Belçika Mons

 

“Mons” Fransızcada “Tepe” yada “höyük” anlamına gelmektedir. Aslında kelimenin özü “Mont” olmasına rağmen, işgaller ve farklı aksanlar nedeniyle zamanla “Mons” şeklinde telaffuz edilir olmuştur. Öte yandan, arkeolojik kazıların gösterdiğine göre, şehrin ilk safhaları; tarih öncesi dönemlerde bu höyükte yerleşen yerleşimciler tarafından kurulmuştur.

Evet Mons şehri: Canal du Centre ve Conde-Mons kanallarının üzerinde, Fransa sınırına yakın küçük bir tepenin yamaçlarında kurulmuştur.

İşte, 2015 yılı Avrupa Kültür Başkenti olarak seçilmiş şehirlerden birindeyiz. Diğer şehir Çek Cumhuriyetinde Plzen şehridir.

Şehirde “Waudru” adındaki asil bir hanımefendi adına dikilmiş manastır dikkati çekmektedir.

“Van Gogh” Provence şehrine geçmeden önce, bir süre burada yaşadı ve günümüzde onun yaşadığı evi görmem mümkündür.

Şehir nüfusu 91.000 kişidir.

Şehrin en büyük özelliklerinden birisi de NATO üssüdür.

Nato karargahı 1967 yılında buraya taşınmıştır. Nato üssündeki dünyanın dört bir yanından gelen askerlerin çocukları ve şehirde bulunan üniversiteler sayesinde, burada Avrupa’nın diğer şehirlerinde alışık olunmayan genç bir nüfus yoğunluğu dikkat çekicidir.

Özellikle Cuma ve Cumartesi geceleri, şehir merkezi meydanı ve ara sokaklardaki bar ve kulüplerde büyük hareketlilik görülür.

Belçika Mons

YERİ

Brüksel şehrinin 35 km güneyindedir. Arada tren ve karayolu bağlantısı bulunmaktadır. Brüksel şehrinden buraya trenle 45-60 dakika arasında ulaşılır. Lille şehri ile arasındaki uzaklık ise 45-55 dakika arasında ulaşılır. Liege şehri buraya 1 saat 45 dakika uzaklıktadır.

Şehir Paris şehrine 2 saat ve Amsterdam şehrine 3 saat uzaklıktadır. Buraya ulaşmak için Brüksel havaalanından direkt tren seferlerine katılıp yaklaşık 1.5 saat yolculuk yapmanız gerekiyor.

Belçika Mons

ŞEHRİN TARİHİ

MÖ.1. yüzyılda Roma imparatoru Julius Sezar bölgeye geldiğinde, burada “Nevriler” denilen Belçikalı bir kabile bulunduğu görülür ve bundan sonraki burada yeni yerleşime Latince “Castrilocus” ismi verilmiştir.

Şehrin ilk kurulduğu yer olarak kabul edilen höyükte, MÖ.57 yılında Romalılar tarafından bir lejyon birliğinin yerleştirildiği ve çevreye yapılan yollardan en belirgin olanının bu birliğin bulunduğu höyük istikametinde olduğu arkeolojik çalışmalar sonucu belirlenmiştir.

7.yüzyılda Aziz Ghislain ve onun havarileri, burada Mons tepesi yakınlarındaki Saint-Ghislain denilen yerde bir şapel inşa ederler. Zaten şehrin asıl gelişimi bu tarihte başlar. Bu şapelde görev yapan Aziz Waltrude’nin kızı Clotaier II: kendisine hatiplik gelince 688 yılında ölümünün ardından aziz ilan edildi.

Daha sonra 8 yüzyılda burada bir kale inşa edilir ve onun duvarlarına sığınmak için daha fazla insan çevreden gelerek buraya yerleşirler.

12.yüzyıla gelindiğinde Mons şehrinin: Hainaut kontu tarafından müstahkem bir şehir haline dönüştürüldüğü görülür. Duvarlar genişletilir ve kuleler ve hendekler eklenir. Üç ağ geçitleri şehre erişim izni sağlar. O günlerde yine kasabanın içinden akan Trouille nehri, şehrin kaliteli su ihtiyacını karşılamakta kullanılır.

Ardından şehir hızla büyümüş ve çeşitli ticari binalar inşa edilmiştir.
13.yüzyıl sonunda şehirde 5000 kişi civarında bir nüfus bulunduğu biliniyor.

Bu artan nüfusu korumak için, ikinci bir duvar eklenir.

Altı ağ geçidi oluşturulur. 15. yüzyılda ise şehir nüfusu bunun iki katına yaklaşmıştır. 1450 yılında şehirde Aziz Waltrude kilisesi inşaatı sürerken, 1458 yılında Belediye Binası inşa edilir ve daha sonra genişletilir.

Sainte-Waudru Collegiate kilisesi inşaatı da aynı dönemde başlar, ama bu dini yapımın bitirilmesi yaklaşık 200 yıllık bir sürece yayılır.

1571 yılında, Fransız Protestan lider Nassau Louis: İspanyol egemenliğine karşı savaş açmıştır.

1572 yılında bu isyan edenler Katolik İspanyol kralı Alba Dükü tarafından: katliamla bastırılmış ve bu olay St Bartholomev Günü katliamı olarak tarihe yazılmıştır.

1580-1585 yılları arasında şehir sakinlerinin birçoğu tutuklanmıştır. Bu dönemde, Mons şehri Güney Hollanda’nın başkenti olmuştur. 1692 yılında, uzun süreli bir kuşatmanın ardından: İspanyol Louis XIV komutasındaki ordular şehri ele geçirmişler ve ağır kayıplar verdirmişlerdir.

1701-1710 yılları arasında Fransız kontrolünde kalan şehir ardından Hollanda kontrolüne girmiştir.

17. yüzyılda yani 1662 yılında ünlü “Belfry” yani “Çan kulesi” yapılır.

1746 yılında Fransızlar şehri yeniden kuşatmışlar ve Fransa’ya ilhak ederek, Jemappes bölgesinin başkenti olarak seçmişlerdir.

1830 yılında Belçika bağımsızlığını kazanınca, Mons şehri de bağımsız olarak değerlendirilmiş, 1860 yılına kadar büyük bulvarlar ve kentsel projeler gerçekleştirilmiştir.

Bu arada: 1830 yılında, Belçika bağımsızlığını kazanınca, surlar 1861-1865 yılları arasında yıkılır.

1872 yılında: Trouille nehri şehir dışına sapar. Yıkılan surların yerini: gölgelikli ağaçlar ile ekili büyük bir bulvar alır.

Sanayi devrimi şehrin kültürü ve imajını hızla etkilemiş ve bölge endüstrisinin kalkınmasında Mons şehri önemli rol almıştır. 1891 yılında Belçika genel grev hareketi şehirden çıkmış ve bu genel grev, bir sanayi ülkesinde yapılan ilk grev olarak tarihe geçmiştir.

I. Dünya savaşında, İngiliz ordusu şehir yakınlarında Almanlar ile kıyasıya savaşa girişmiş ve şehir ardından Almanlar tarafından işgal edilmiştir. II. Dünya savaşında ise şehir önemli bir sanayi merkezi olması nedeniyle yoğun bombardımana tabi tutulmuş ve Eylül 1944 tarihinde Amerikalılar ile Almanlar arasında büyük çatışmalar yaşanmıştır.

Savaştan sonra şehirdeki sanayi düşüşe geçmiştir. NATO’nun Avrupa Müttefik Kuvvetleri Karargahı yani SHAPE, buraya taşınmıştır.

Günümüzde şehir önemli bir üniversite ve ticaret merkezi olarak bilinmektedir.

İKLİM

Şehirde genellikle kuzey Avrupa ikliminin etkileri nedeniyle güneşli günler çok nadirdir. Gün güneşle başlasa bile yağmurla biter. Kışlar ise oldukça soğuktur. Şehir, tüm kış boyunca yoğun sise gömülür.

DİL

Şehirde Fransızca konuşulur. Şehirde İngilizce bilme oranı çok düşüktür.

Belçika Mons

ZAFER GÜNÜ-LE LUMECON FESTİVALİ

Her yıl Trinity Pazar gününde: “Lumecon” denilen bir garip festival düzenlenir. Festivalin kökeni 14. yüzyıla gitmektedir.

Bu festivalde: Aziz Wautru emanetleri, altın arabası ile şehir çevresinde geçit töreniyle dolaştırılır. Bu geçit töreninde: sarı giymiş Saint George: Lumecon savaşında beyaz ejderhayı öldürür.

Geleneksel alayda kullanılan araç yani vagon: yıl boyunca Aziz Wautru kilisesinde görülebilir. Bu araç 17. yüzyılda yapılmıştır.

Alay sırasında, vagon, müzisyenler, şarkıcılar, bayrak taşıyıcıları ve atlılar eşliğinde şehrin sokaklarında Aziz Waudru kalıntılarını türbeye taşırlar.

Belçika Mons

 

NE YENİR

Belçika’nın birçok yerinde olduğu gibi, burada da kaliteli yemekler yoğunluktadır. Buraya has bir şeyler tatmak isterseniz “Cote de porc al’berdouille” denilen büyük bir domuzdan yapılan, hardallı sosla pişirilmiş domuz pirzolası denemek gerekir, tercih sizin.

Yemeklerle ilgili diğer bir önerim: bu şehirde bölgenin diğer yerlerinde olduğu üzere kırmızı eti tercih etmemeniz, çünkü kırmızı eti tam pişirmiyorlar ve hani nerdeyse kanlı kanlı servis ediyorlar ve lezzet yok.

Öte yandan “Chez Henri” de: biftek, midye ve cips yiyebilirsiniz. Dünyanın en lezzetli patateslerini burada yiyebilirsiniz.

Ayrıca: Büyük Place yakınlarındaki “I Berdouille a cotalette” denilen yer de keyifli bir atmosfer sunmaktadır. Salon des Lumieres: avizeleri, aynaları ile farklı bir atmosfer yaratmaktadır.
Tüm bunların yanında, şehirde bolca Türk dönercisi görebilirsiniz.

Ne içilir derseniz, burada elbette Fransız şarapları meşhurdur. Ayrıca Grand Palace denilen yerde herhangi bir yere oturup, yüzlerce Belçika birasının tadına bakabilirsiniz. Özellikle “Chimay Blue” önerimdir.

GECE HAYATI

Hafta içinde şehir merkezinde saat 21.00 den sonra kimseyi görmek mümkün değildir insanlar evlerine çekiliyorlar. Barlarda ise gençler takılıyorlar. Özellikle “İrish Pub” denilen yer gençler tarafından tercih ediliyor. Diğer eğlence mekanları genellikle şehrin biraz dışındadır.

ALIŞVERİŞ

Şehir merkezinde yalnızca küçük bir çarşı vardır. Burası küçük olmasına rağmen, aradığınızı bulmanız mümkündür. Şehir merkezi dışında da birkaç alışveriş merkezi bulunuyor. Hafta içinde tüm dükkanların saat 18.00 de kapandığını unutmayınız.
Bunun dışında şehir merkezindeki mağazalar şunlardır:

Le Barok

Burada hediyelik eşyalar ve moda, aksesuar ürünleri bulmak mümkündür.

Le Berlingot

Burada özellikle çocuk giysileri satılıyor.

Voit Rouge

Burada bayanlar için trendy moda ürünleri satılıyor.

Renanrd Galeri

Burada yüksek sınıf moda takıları satılıyor.

Carrefour

Grand Pres denilen yerdeki bu mekan, en uygun fiyatları bulabileceğiniz yer olarak öne çıkmaktadır.

TURİZM

Fransız ünlü yazar Victor Hugo, 19. yüzyılda tepenin yamacına kurulmuş ve ormanla çevrili bu rüya kasabadan çok etkilenmiştir. Kendisi, 1837 yılında metresiyle birlikte seyahat ederken, buradan çok garip bir kasaba şeklinde mektuplarında söz etmiştir.

O: hayali binalar, yüksek çanlar ve şehre bir şarkı gizemini veren çanların zil seslerine hayran oldu. Mimari tarzların zengin karışımını düşündü, Town Hall, sarmal ve dar sokaklar, zarif tuğla kasaba evleri ve güçlü surların güzelliğini övdü.

Evet, Mons şehri günümüzde de bozulmamış romantik bir yer olarak ziyaretçilerini çekmeye devam etmektedir.

Aslında bir hac yeri olan Mons şehri: tarihi binalar yanında, kiliseler, şapeller, manastırlar bulunur. Ama Mons şehrinin güzelliği taş döşeli dar sokakları ve geleneksel evlerinde yatmaktadır.

En ilginç yapı olan Çan Kulesi Belçika’daki tek barok yapıdır, 1661 yılında inşa edilen 15. yüzyıl Rönesans mimari stili özellikleri taşıyan “Hotel de Ville” yani “Belediye Binası” özellikle şehrin popüler ziyaret yerleridir.

Belçika Mons

 

GEZİLECEK YERLER

Belçika Mons
Belçika Mons

 

CİTY HALL

Şehir merkezinde, geniş bulvarlarla çevrili bir meydanda, Grand-Place denilen yerde bulunan bu gösterişli gotik bina: 15. yüzyıl izlerini taşımaktadır. Yapının eski bölümleri 1458-1477 yılları arasında inşa edilmiştir. Saint Collegiate kilisesine benzeyen gotik stil vurgulanmaktadır. Yapının resepsiyon bölümü 18-19. yüzyıllarda inşa edilmiştir.

Belediye Başkanının odası 17. yüzyıldan k alma başyapıtların yanı sıra duvar halıları koleksiyonu içermektedir. Ana binanın arkasındaki belediye bahçesinde: güzel bir noktada “Ropieur” çeşmesi ilgi çeker.

Çeşme: Fransa kralı Louis XIV tarafından şehre hediye edilmiştir. Bronz eser, kasabadan genç bir delikanlıyı temsil etmektedir. Şehrin anahtarı: bir deri çantaya konularak “Neo-gotik kabine du bourgmestre” denilen yerde korunmaktadır.

Binanın önünde, ana girişin sol yanında şans getirmesi için “maymun” heykeli duruyor. City Hall ana girişi dışındaki bu demir maymun heykelinin kökeni hakkında reel bilgi bulunmamaktadır. Ama birkaç yüzyıllık bir geçmişi olduğu düşünülmektedir. Tarihçiler, onun yerine şehre ve sakinlerine şans getirmesi için konulduğunu düşünmektedirler.

Çünkü: ziyaretçiler, sol el başparmağı ile maymunun başına dokunarak bir dilekte bulunurlar ise, bu dileklerinin olacağına inanılmaktadır. Zaten, maymunun başı, vücudunun diğer yerleriyle farklı bir renge ulaşmıştır.

Bu maymun söylenenlere göre: İmparator Charles Habsburg V, Fransa imparatoru Napolyon ve Japonya imparatoru Hakyito tarafından ziyaret edilmiştir. Ancak, şunu unutmamak gerekir ki, genellikle insanlar bu sıkıcı şehre tekrar gelmek istemediklerinden bu maymuna dokunmaktan korkuyorlar.

Belçika Mons
Belçika Mons

SAİNTE-WAUDRU COLLEGİATE KİLİSESİ

Kale tepesinin altındaki bu Anglikan kilisesi, gotik mimarinin önemli bir örneğidir.
15. yüzyıl yapımıdır. Mimar Mattheus de Layens tarafından tasarlanmıştır.
Yapının inşasına 1450 yılında başlanmış, ancak 200 yıllık süreç sonunda 1686 yılında tamamlanmıştı.

Yapının kulesi: 1691 yılındaki kuşatma sırasında Fransız askerleri tarafından tahrip edilmiştir. Aslında 1549 yılında 187 metre olması planlanan kule: bu yüzden asla tamamlanamamıştır. Kilisenin çevresinde 29 şapel vardır.

Yanındaki çan kulesi ile birlikte Mons şehrinin önemli bir sembolüdür. Yapı: kumtaşı, mavi taş ve tuğladan mimar Jacques du Broecup tarafından yapılmıştır. Kilisenin genişliği 31 metre, uzunluğu 115 metre ve yüksekliği 24 metredir. Bu dini yapıda: 16. yüzyıl kökenli kaymaktaşı görkemli heykeller ilgi çekmektedir.

Anglikan kilisesinin hazinesi: 12. ve 19. yüzyıllar arasındaki döneme ait Belçika altın ve gümüş hazinelerinin en güzel koleksiyonunu içermektedir. 19. yüzyıldan kalma dini kuyumculuk işleri, tekstil, kitap, heykeller ve resimler burada sergilenmektedir.

Soldaki ana kapının yanında “Araba d’Or” yani 1780 yılında Aziz Waltrude kutsal emanetlerinin taşınması için yapılan araba durmaktadır. Bu azizin türbesi ise, 1887 yılında inşa edilmiştir, yüksek altar yanında yaldızlı bakır olarak görülebilir. Kendisi 682 yılında ölmüştür ve onun kafası bir tabut içinde şapellerden birinde tutulmaktadır.

Belçika Mons
Belçika Mons

 

BELFRY-ÇAN KULESİ

Square du Chateau adresinde bulunan: 1 Aralık 1999 tarihinde UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
17. yüzyıl yapımıdır. Barok mimarinin önemli bir eseridir. 17. yüzyıl yapımı çan kulesi, 87 metre yüksekliktedir. Üst bölümünde 49 çan bulunmaktadır.

Belçika Mons

DEKORATİF SANATLAR MÜZESİ-FRANÇOİS DUESBERG

Mons şehri birçok ilginç müzelere sahiptir. Ama bunlar arasında en muhteşem ve en yüksek değeri olan müze, kesinlikle burasıdır.
Franklin Roosvelt adresindeki bu müze: bir zamanlar Belçika Ulusal Bankası olarak kullanılan tren istasyonu yakınındaki eski binada, Sainte-Waudru Anglikan kilisesinin karşısındadır.

Müzede: dünyada nadir bulunan 1795-1815 yılları arasındaki dönemlere ait egzotik temalar görülür. Aynı zamanda: olağanüstü yaldızlı bronz, porselen, çanak-çömlek, altın ve gümüş, cilt ve nadir sıra dışı olan saatlerin prestijli bir koleksiyonu bulunur.

ASKERİ TARİH-SAVAŞ MÜZESİ

Jardin du Mayeur şehrindeki müze: Ağustos 1914 tarihindeki Mons savaşı ve Eylül 1944 tarihindeki Mons kurtuluşu ile ilgili objeler sergilenmektedir. Zemin katta I. Dünya savaşı, Mons yakınlarındaki 23-24 Ağustos 1914 tarihinde Paris yakınlarında Almanların durdurulmasını başaran İngiliz Alayları anılarına ayrılmıştır.

Müzenin üçüncü katında: 2 Eylül 1944 tarihinde II. Dünya savaşı ve Amerikan askerleri tarafından Mons şehrinin kurtuluşuna adanmıştır. Kanadalı askerler 11 Kasım 1918 tarihinde Mons şehrine ulaşmışlardır.

GÜZEL SANATLAR MÜZESİ

Neuve bölgesinde bulunan burada 19. ve 20. yüzyıl Belçika resimleri ve ayrıca uluslar arası çağdaş sanat (1960-1990 yılları arasındaki döneme ait) eserlerinden oluşan şaşırtıcı ve renkli bir koleksiyon sergilenmektedir.

ST-CALİXTE ŞAPELİ

Kont’un kalesi müzesinde: Mons ve bölgenin panaromasını keşfetmek için muhteşem en uygun yerdir.
11. yüzyıl yapımı bu şapel: ortaçağ ikonografik evlerinin en önemli kalıntısıdır. Mons şehrinin en eski dini anıtıdır. 1995 yılında şapel halkın ziyaretine açılmıştır.

İSPANYOL EVİ-PRESS HOUSE-SPANİSH HOUSE

Rue des Clersc adresindedir. 16.yüzyıldan kalmadır. Mons geleneksel İspanyol tarzı evlerin nadir bir örneğidir. Tuğla kullanılarak basit mimari şekilde yapılmıştır. 1547 yılındaki yangının ardından yeniden inşa edilmiştir. 1919 yılında ise restore edilmiştir. Zemin katta 16. yüzyıldan kalma iki pencere vardır. Birinci kat ve üst katta ise sonraki yüzyıldan kalma birçok farklı açılımlar vardır.

Belçika Mons
Belçika Mons

SAİNT-SYMPHORİEN ASKERİ MEZARLIĞI

Burada: dev ladin ve köknar ağaçlarının altında, 500’den fazla Alman ve İngiliz Milletler topluluğu askerinin mezarı bulunmaktadır.

VAN GOGH EVİ-MAİSON VAN GOGH

Van Gogh, 1879-1880 yılları arasında, burada yaşamıştır. Kendisi 1878 yılında 25 yaşında iken buraya bir vaiz olarak gelmiş ve kömür madencileriyle birlikte yaşamıştır. Kendisi: o dönemde çevresindeki insanlar ve sahnelerle yoğun ilgilenmiştir. Ardından kendisi bir sanatçı olmayı seçmiş ve din adamı kariyerine son vermiştir.

Burada yaşadığı iki yıllık süreçte, kendisine mali ve duygusal destek olan kardeşi Theo ile yazışarak, baskılarını kopyalamak suretiyle çalışmalarına başladı. Kardeşiyle yaptığı bu yazışmalar, sergide ekranlarda görülmektedir.

Günümüzde burada kalıcı bir sergi bulunmaktadır. Sergi onun kariyerinin bir göstergesi olarak ziyaretçilere bilgi vermektedir.

PARADİSO PARK-PAİRİ DAİZA

Burası bölgenin en önemli 5 konumundan birisidir. Bu park alanında: eski bir manastır, kuşlar, çiçekler, asırlık ağaçlar, gizemli kalıntılar, Avrupa’nın en büyük kuşhanesi ve devasa bir sera bulunur. Paradiso gerek yetişkinler ve gerekse çocuklar için büyüleyici bir gezi yeridir. Güzel bir günde, parkta yürüyüş yapmayı ihmal etmemelisiniz.

Göl kıyısındaki yolu izleyin ve bütün su kuşlarını gözlemleyerek muhteşem bir yürüyüş yapın. Ayrıca, yine burada penguenlerin de bulunduğu bir akvaryum vardır.

Belçika Mons

LA LOUVİERE-HİDROLİK ASANSÖR

Rue Noulet denilen yerde, şehir merkezinin 12 km kuzeyinde “Binche Canal du Centre La Louviere” denilen yerde kanal üzerinde hidrolik asansörler bulunmaktadır. Bu çelik canavarlar, sadece 7 km uzaklık için ve 68 metre yükseklik farkı için 1888 ve 1917 yılları arasında inşa edilmiştir.

ŞEHİR YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER

Belçika Mons

AT SPİENNES NEOLİTİK FLİNT MADEN

Şehir merkezine 2 km güneydoğuda bulunan burası, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi”ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Burada 100 hektarlık alanda, Avrupa’nın ilk antik çakmaktaşı maden ocakları bulunmaktadır ki, bunların 6000 yaşında olduğu bilinmektedir.
Yunanistan üzerinden Tuna vadisi yolu ile buraya gelen ilk neolitik çiftçiler Lineer Çömlek Rossen kültürünü buraya taşımışlardır.

Madende çukurlar 16 metreye kadar ulaşınca, çukurun dışında 8 ve 11 metrelik yeni çukurlar açılmıştır. Sitede MÖ.2200 yılı civarında Hint-Avrupa bronz teknolojisi kullanılmıştır.
Evet, burası erken dönem insanlığının yaratıcılığı ve uygulamalarını sunmaktadır. Teknolojik gelişimde önemli kilometre taşıdır.

Belçika Mons

ANTOİNG KALESİ

Fransız sınırana yakın, Mons şehrine 32 km uzaklıktaki burası Belçika’nın en özgün ve tanınmış kalelerinden birisidir. İlk olarak 12. yüzyılda yapıldığı bilinmektedir. Ancak 19. yüzyılda ne-gotik tarzda Fransız mimar Viollet le Duc tarafından yeniden tasarlanmıştır. Kale: miras yolu ile Princes de Ligne’ye 1634 yılında geçmiştir ve Melun ailesine aittir.

SOİGNES

Soignes, Mons şehrinin kuzeydoğusunda 19 km uzaklıkta, Aziz Vincentius tarafından 650 yılında kurulan bir manastırın çevresinde kurulmuş bir yerleşimdir. Her “Whitsun” gününde, onun 250 kg ağırlığındaki reliquary, büyük bir alay ile kasabada dolaştırılır.

Belçika Mons

CHATEAU DE BELOEİL

Beloil kasabası, Mons şehrinin kuzeybatısında yaklaşık 30 km uzaklıktadır. Barok şato ve park, Belçika’da kendi türünün en iyi örneklerinden birisi olarak tanınır. Bu ortaçağ kalesi, 13. yüzyılda kurulmuş ve 17. ile 18. yüzyıllarda saraya dönüştürülmüştür. Saray, Fransız tarzı 120 hektarlık bir park içindedir.

Evet, Chateau de Beloeil: yaklaşık 700 yıldır aristokrat de Ligne ailesine aittir. Burada ikamet edenlerden en ünlü kişi: Prens de Ligne (1735-1814) olarak bilinir. Her yıl Bahar aylarında, Beloeil kalesine 2000 nergis zambağı ve çeşitli odalarda 600 orkide çiçeği gösterisi düzenlenmektedir.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

George Bernard Shaw; 1929 yılında Dubrovnik şehrini ziyaret ettiğinde, şu ünlü sözleri söylemiştir “Yeryüzünde cenneti görmek istiyorsanız, Dubrovnik’e gelmelisiniz”

İngiliz dergisi Marie Claire, Dubrovnik şehrini 2011 yılında, dünyanın en iyi 20 tatil beldesinden biri olarak seçti. New York Times: 2012 yılında dünyanın en iyi turistik yerleri listesinde, Dubrovnik 36’ncı sırada yer buldu.

Dünya Turizm Örgütüne göre, 2011 yılında 9.9 milyon yabancı turist ile, Hırvatistan, Akdeniz’in en çok ziyaret edilen 6’ncı turizm bölgesi oldu.

Şehir, 1979 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesi’ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Hırvatistan Avrupa Birliği üyesi olduğu için, Balkanlar Turunda, diğer birçok sınır geçişinin aksine, buraya girişte, sınırda en az 2 saat beklemeyi göze almalısınız. Polis, diğer sınırlardan farklı olarak otobüse biniyor ve tek tek resimlere bakarak pasaportları topluyor.

Şehri tanıtmaya başlamadan önce, yine belirtmek isterim ki, bu şehir çok pahalıdır. Ana cadde üzerindeki kafeler çok pahalıdır, ara sokaklardaki kafeler ise daha az pahalıdır. Ortak özellikleri pahalı olmalarıdır. Restoran ve kafelerde, hatta dondurma alırken bile, önce Euro alır mısınız diye mutlaka sorun. Almıyorsa kredi kartı kabul eder misin diye sorun, onu da almıyorsa başka yere gidin.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

GENEL

Dubrovnik, Hırvatistan ülkesinin Adriyatik denizi kıyısında, Ortaçağdan kalma tarihi eserleri bulunan bir turizm merkezidir. Ancak bu tarihi eserlerin büyük çoğunluğu, iç savaş sırasında zarar görmüştür. Halbuki şehir askerden arındırılmıştı. Yine de Sırp ve Karadağ askeri güçleri tarafından kuşatılan şehir, 7 ay süresince, ağır şekilde yıkıma tabi tutulmuştur.

UNESCO tarafından yapılan çalışmalar sonucu, bu eserlerin bir kısmı, 2005 yılında sonra restore edilmiştir. Yani, şehir 1979 yılından bu yana, tümüyle UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Şehrin korucuyu azizi Sveti Vlaho (Saint Blaise) dur. Şehrin birçok yerinde, bu şahsın heykellerini göreceksiniz. Her yıl, 3 Şubat tarihinde, şehrin koruyucu azizi anılır ve geçit törenleriyle kutlamalar yapılır.

Şehir son derece romantik bir ambiyansa sahiptir. Özellikle balayı çiftleri burayı tercih ederler. Elit bir turizm modeli oluşturulmuştur. Çevrede; teknelerin ziyaret edebildiği son derece büyük bir limana sahiptir. Turistlerin büyük bölümü, şehrin yeni bölümünü hiç görmezler.

Şehir çepeçevre kale surlarıyla çevrili olduğu için, ana cadde ve yan paralel caddeler olmasına rağmen, her taraf surlarla kaplıdır. Bütün yollar yine ana caddeye, dolayısıyla ana artere varır. Yani, eski şehirde gezerken kaybolma riski yoktur.

ULAŞIM

Dubrovnik hava alanı şehir merkezine 20 km uzaklıktadır. Hava alanının sadece küçük bir pisti var. Yaz aylarında buraya birçok charter uçağı uçtuğu için, genellikle hava alanı uçaklarla doludur. Kötü hava koşullarında ise, uçaklar buraya değil Split hava alanına iniyorlar.

Hava alanı ile şehir merkezi arasındaki ulaşım otobüslerle sağlanıyor. Şehir içinde, Gruz otobüs durağından, hava alanına otobüsler kalkıyor. Demiryolu bağlantısına gelince: şehrin Mostar ve Saraybosna ile arasında, bir demiryolu bağlantısı vardır.

Karayolu bağlantıları ise: şehrin Zagrep ve Vrgoraç ile karayolu bağlantısı vardır. Dubrovnik şehrinde otobüsten indiğinizde, evini size hostel olarak kiralamak isteyen kişileri görürseniz şaşırmayın. Zaten şehir içinde gezerken de, birçok bina üzerinde “Sobe” kelimesinin yazılı olduğunu göreceksiniz.

Bu kelimenin anlamı “kiralık oda” dır. Dubrovnik-Zagrep arasındaki uzaklık 11 saat ve Dubrovnik-Korluca arasındaki uzaklık ise 3 saattir. Mostar-Dubrovnik arasındaki uzaklık 3 saattir. Dubrovnik-Sarajevo arasındaki uzaklık 5 saattir.

PARA BİRİMİ

Hırvat para birimi: Kuna dır. Kuna: gelincik denen hayvanın ismidir. Kuna kürkü, ortaçağ döneminde parasal bir varlıktı ve 13’ncü yüzyılda kuna figürü, para üzerinde görülmeye başlandı.

Hırvatlar, öteden beri kuna denen gelincik hayvanına severler, özellikle kuyruğu son derece estetiktir. Hırvatlar, geleneksel olarak, gelincik kuyruğundan: ceket, yelek, şapka vs gibi şeyler yaparlar. Yani, kuna, çok eski dönemlerden beri ticari bir emtiadır.

Bir zamanlar, kuna kürkü takasta da kullanılmıştır. 1 Euro: 7 kuna değerindedir.

Dubrovnik şehrinde esnaf her yerde Euro kabul etmeyebiliyor. Ama birçok yerde döviz bürosu vardır.

TARİHİ

Tarihi süreç içinde, burada bir şehir devleti bulunduğu ve adının “Ragusa Cumhuriyeti” olduğu biliniyor. Bu şehir devleti, Venedik devletinin bir rakibi olarak, denizcilikle uğraşıyordu.

Osmanlı döneminde, Sultan I. Murat tarafından, 1365 yılında bu şehir devletine ayrıcalık tanınmış, bu küçük şehir devleti, Osmanlı himayesine alınmıştır. Osmanlı amirali Uluç Ali Reis: bölgede Kotor şehrini alamaz, ama Dubrovnik şehrini ele geçirir.

Ancak Dubrovnikliler, zengin tüccarlar Osmanlıya tazminat altın vererek özgür statülerini sürdürürler. Daha doğrusu, altın karşılığı, Osmanlı, Dubrovnik şehrinin hamisi yani koruyucusu olur. Ama yüklü vergi ödeyerek içişlerinde bağımsız olurlar.

1808 yılına gelindiğinde ise, Fransız ordusu, Napolyon önderliğinde yöreyi ele geçirir ve Ragusa devletine son verir. Şehir Fransa’ya bağlanır ve 1815 yılında ise, Viyana kongresi sonrası Avusturya’ya bırakılır. Böylece, şehirde 444 yıl süren Osmanlı egemenliği sona erer.

Tarihi süreçte genel değerlendirme

Dubrovnik, Ortaçağın en ünlü liman şehirlerinden bir tanesidir. Ticaret yapan bir şehirdir. Avrupa’nın sayılı 12-13 tane serbest ticaret yapan şehrinden bir tanesidir. Ama Dubrovnik şehrinin bu kadar zengin olmasının başlıca sebebi: erken zamanda, burada simyacılığın çok gelişmiş olmasıdır. Buna bağlı olarak, şehir dünyanın en eski eczacılık okuluna sahiptir.

Nitekim şehirde eczacılık müzesi vardır. Bitkilerden elde edilen şifalı yağlar, şifalı esanslar, sadece sağlık değil ta ortaçağdan bu yana kozmetik ürünü olarak da kullanılmaktadır. Bu tür ürünlerin yapılışını biliyor olmalarından dolayı çok nemalanmışlar ve büyük kazançlar elde etmişlerdir.

Osmanlı dönemi

Şehir, 16’ncı yüzyılda Osmanlı tarafından ele geçirilir. Osmanlı tarafından, kendi içişlerinde bağımsız ancak bir Osmanlı paşası gözetiminde idare edilen, içişlerine karışılmayan, yılsonunda yapılan hesaplaşma sonucu gerekli vergiyi ödeyen bir statüye sahip olur.

Dubrovnik’liler, Osmanlı hamiliğini son derece etkili olarak kullanırlar. Şehirdeki tüccarlar, her yıl Osmanlıyla yıl sonu hesaplaşmasına giderler ve her seferinde hünerlerine bağlı olarak Osmanlıyı kandırırlar, işlerin kötü gittiğini ileri sürerler, 3-5 puan aşağıya anlaşırlar ve şehre geri dönerler, gizli gizli bu durumu kutlarlar.

Evliya Çelebi

Evliya Çelebi tarafından şehir ziyaret edilmiş ve Seyahatname isimli eserde, şehirle ilgili notlarını yazmıştır. Dubrovnik gezisinde Evliya Çelebi’nin başına garip bir şey gelir. Şöyle ki, her liman kenti veya bir limanı olan veya gemiyle yabancıların geldiği şehirde karantina önlemleri (veba salgınından sonra korunmak için) alınmaktadır.

Tıp Dünyasında, hastalıkları oluşturan mikropların kuluçka süresinin 40 gün olmasından dolayı, bu süreye karantina denir. Karantina, İtalyanca “40” demektir. Dolayısıyla, potansiyel hastalık sahibi olabilecek insanlar, 40 gün boyunca karantina olarak ayrılmış yerlerden çıkıp şehre giremezler.

Evliya Çelebi, 23’ncü günden sonra der ki “Bana 40 gün çok gelir” sıkılır ve karantinadan çıkıp doğrudan gemiye biner ve şehre girmeden buradan ayrılır. Bu yüzden, ne yazık ki, Seyahatnamede Dubrovnik şehrinin 16-17’nci yüzyıl izlenimleri yoktur.

Yakın tarih-İç savaş

Dubrovnik şehrini gezmek isteyenler, öncelikle bu şehrin yakın geçmişte yaşadığı iç savaş sırasındaki yıkımı bilmeleri gerekir. Öyle ki, Karadağ topçusu bu şehre hedef gözeterek 500’den fazla top atışı yapmışlardır.

Günlerce hatırı sayılır tarihi binalar tek tek yıkılmıştır. Ancak şehrin yerle bir olmasının en büyük sebebi Karadağlılardır ve soykırım suçuna karışan Karadağlı generaller, halen cezaevinde yatmaktadırlar.

1991 yılından sonra, yani iç savaş bittiğinde ise, şehir yeniden imara girmiş, hiçbir şekilde özünden sapmadan, yeni unsur ilave edilmeden şehir tekrar ayağa kaldırılmıştır. Hatta, şehir girişinde bir harita bulunuyor.

Bu haritada: 1991 yılında bağımsızlık ilanından sonra direkt olarak kurulan sokaklar yuvarlak işaretle gösterilmiş, atılan bombaların parçalanması sonucu zarar gören sokaklar ise üçgen işaretle gösterilmiştir, ayrıca direkt yanan binalar görülür ve bunu gördüğünüzde gerçekten olayın korkunçluğu ortaya çıkıyor.

İKLİM

Dubrovnik şehrinin en güzel yanı iklimidir. Burada, tipik Akdeniz iklimi hakimdir. Buna bağlı olarak yazları sıcak ve kurak, kışlar ise ılık ve yağışlı geçer. Ekim ve Nisan ayları arasında, sahilde güneşlenmek mümkündür. Ancak yağmur sık ve her mevsimde yağar. Temmuz ve Ağustos aylarında hava sıcaklık ortalaması 29 derece civarındadır.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Deniz ürünlerinin tatmak isterseniz, küçük balıkları tercih etmeyiniz. Çünkü küçük balıkları, içini temizlemeden tencere içinde servis ediyorlar. Büyük balıkları tercih edin. Ama özellikle bilmelisiniz ki, balık ucuzdur ve porsiyonları oldukça büyüktür.

Bu şehirde, kalamar isterseniz, şunu unutmayın: bizim ülkemizdeki gibi soğan halkası şeklinde değil, tüm olarak getiriyorlar. Bu durum, çoğu ziyaretçinin kalamar yiyememesine neden oluyor.

Sipariş verirken, bunu unutmayın, kalamar bacaklarıyla, kafasıyla birlikte sunuluyor. Midye istediğinizde ise, içinde pilavı ile servis edilen değil, küçücük bir parçası bulunan midyeler servis ediliyor. Yani, bence midye de istemeyin.

Sonuç olarak: ben buradaki İtalyan etkisini de düşünerek pizza siparişi verdim, yaklaşık 20 dakika sonra çok büyük bir pizza geldi, ücreti 6 Euro. Söylediğim gibi oldukça büyük, yani önce pizzanızı görün ve doymaz iseniz sonra yeniden sipariş verin. Pizza olarak özellikle “Mea Culpa” öneririm. Ama ortaya bir pizza getirtip, bunu yanınızdakilerle paylaşmak için ekstra tabak isterseniz, ilave 1 Euro daha ödemeniz gerekiyor.

İçki olarak “Karlovocka” isimli bir bira markaları var, bu biranın fiyatı, normal su, kola gibi içeceklerden daha ucuzdur. Çay yoktur. Su isterseniz, litrelik şişe suyu 3 Eurodur. Ama unutmayın, burada bolca çeşme var ve çeşmelerden akan su içilebiliyor, yani yanınızda daima su şişesi bulundurmalısınız.

EĞLENCE

Yeni yıla Dubrovnik şehrinde girmek isterseniz, buradaki renkli ve maskeli bir festivale katılabilirsiniz. Bell Tower altında, yeni yıla girmek ilginç gelebilir. Her yıl 10 Temmuz tarihinde ise, Dubrovnik Yaz Festivali açılıyor. Festival şehre harika bir atmosfer getiriyor. Bunun yanında: şehirde çeşitli eğlence mekanları vardır.

Özellikle: Rixsos otel içindeki Golden Sun Casino önerilebilir. Burası şehirdeki kumar oynanan tek mekandır. Hatta Avrupa çapındaki tüm poker turnuvaları, burada düzenlenmektedir. Bunun dışında, şehirde birçok bar, kafeterya ve gece kulübü vardır.

Ravelin veya East and West önerilir. Sonuç olarak Dubrovnik şehrinde gece hayatının pek hareketli ve canlı olduğu söylenemez. Yani Bodrum gece hayatını burada bulmak mümkün değildir. Ama unutmayın, burası tam bir tarih hazinesi yani burası eğlencenin öne çıktığı bir yer değil.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

ALIŞVERİŞ

Euphilius Ronchi Şapka Fabrikası: Şehirdeki bu fabrika 1858 yılında kurulmuştur. Günümüzde, şehirde hala güzel ve abartılı şapkalar yapılmaktadır. Şapka merakı olan bayanlar için duyurulur. Ancak, ben şehirde bulunduğu yarım günlük tur süresince pek şapka ve şapka satan yer göremedim. Belki meraklısı sorarak bulabilir.

Bunun dışında, şehirde el yapımı masa örtüleri, nevresimler ve peçeteler bulmak mümkündür. Hatta yerel kıyafetleri içinde bebekler satılıyor. Ayrıca, bu şehrin yakınlarında lavanta üretiliyor, bu yüzden lavanta ürünleri satın alabilirsiniz. Ayrıca, yine buraya has “Mandalina reçeli” satın alınabilir. Zeytinyağı ve ürünleri de çok yaygındır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Game of Trons dizisi:

Dubrovnik şehrindeki doku, çok tarihi boyutta kalmış ve dizinin son iki sezonu bu şehirde çekilmiştir. Herhangi bir değişiklik yapmadan, Ortaçağın tüm özelliklerini gösterir. Kaldırımları, taşları, binaları, hepsi Ortaçağ özelliği gösterir, evet, gerçekten çok özel bir yerdir. Şehrin ara sokaklarının bir kısmında, dizi karakterlerinin resimleri ve resimleri basılı hediyelik ürünlerin satıldığı yerleri göreceksiniz Yakınlarınız ve özellikle çocuklar için çok sürpriz bir hediye bulup satın alabilirsiniz.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

GEZİLECEK YERLER

Dubrovnik şehrinde, özellikle görmenizi önereceğim yer “Old Town” bölgesidir.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

OLD TOWN-ESKİ ŞEHİR

Şehrin eski bölümüne girmeden önce, surlar, surlarda bulunan kale ve kule gibi yapılar ve kapılarla ilgili bilgiler vermek istiyorum.

Şehrin eski bölümü: özellikle evler arasındaki mesafelerin yani sokakların çok dar olmasıyla ilgi çeker. Hatta, eski şehir bölümünde günümüzde yerleşik 800 kişinin, evine bir buzdolabı, çamaşır makinası gibi beyaz eşya aldıklarında, bu dar sokaklardan geçerek evlerine yerleştirmelerinde büyük sorunlar olduğu söylenir.

Bu evlerde, hala yıkanan çamaşırlar dışarıya asılır. Normal sokak araları sadece 2.5 metredir. Saat kulesinden itibaren 3’ncü sokak “Mescit Sokağı” dır. Burada halen kullanılmakta olan Osmanlı döneminden kalma bir mescit vardır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

SURLAR:

Şehir surları: 13 ile 17’nci yüzyıllar arasında yapılmıştır. Surların toplam uzunluğu 1940 metredir. Surların kalınlığı farklıdır. Barut icat edildikten sonra, topçu ateşinden korunmak için surlar güçlendirilmiştir.

Deniz tarafındaki surların kalınlığı 1.5 ile 3 metre arasındadır. Kuzeyde, arazi tarafındaki surların kalınlığı ise yaklaşık 4 metredir. Ancak bazı yerlerde sur kalınlığı 6 metreye kadar çıkar.

Deniz tarafındaki surların kalınlığının daha ince olmasının sebebi: o dönemde gemi toplarının gücünün fazla olmamasıdır. Deniz tarafındaki surların yüksekliği 22 metre ve kara tarafındaki surların yüksekliği ise 25 metre civarındadır.

15’nci yüzyılda, surlara 15 tane kule binası ilave edilmiştir. Venedik saldırılarından korunmak için, liman bölümündeki surların bütün açıklıkları zamanla kapatılmıştır.

Her ne kadar güçlü görülseler de, surların şehre yeterince koruma sağlayamadıkları bilinmektedir. Bu durum: özellikle 988 yılında Makedonların saldırısı ve 1171 yılında Venediklilerin saldırılarında kanıtlanmıştır. Bu yüzden, 1266 yılında surların güçlendirilmesi ve yükseltilmesi için kapsamlı çalışmalar yapılmıştır.

Surların günümüzdeki görüntüsü: 15-16’ncı yüzyıllarda ortaya çıkmıştır.

Son bir not: Dubrovnikliler özgürlüklerine son derece düşkün insanlardır. Bununla ilgili olarak sur duvarlarının birçok yerinde, farklı yazılar vardır. Bunların başlıcası “Dünyanın bütün altınları için bile özgürlükler feda edilemez” Söylenenlere göre, özgürlüklerinden olmamak için, uzun süre, Osmanlıya altın vermişlerdir.

Hırvatistan ülkesinin birçok yeri, Osmanlı tarafından işgal edilirken, Dubrovnikliler vergi vererek özgür statülerini korumuşlardır. Özgürlük dışında, burada yaşayan insanların diğer hassas noktaları ise “sağlıkları” imiş.

Şehirdeki eczane, bunun en büyük kanıtıdır. Bunun yanında: şehre gelenlerin, surlar dışındaki karantina yerlerinde 30 hatta 40 gün tutuldukları ve daha sonra şehre sokuldukları da bu düşünceyi kanıtlamaktadır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

SURLARDA BULUNAN KALE VE KULELER;

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Minceta kulesi:

Burası: Dubrovnik şehrinin sembolüdür. Şehir surlarındaki 4 kuleden biridir. Minceta kulesi ismini almasının sebebi: Dubrovnikli soylu Mencetic, buranın yapılması için arazisini bağışlamıştır. Surların kuzeyindeki bu anıtsal ve yuvarlak kule, 1453-1464 yılları arasında inşa edildi.

Kulenin duvarlarının yüksekliği 6 metredir. Yüksekliği ve etkileyici büyüklüğü ile şehrin kuzeybatı yönündeki surlara hakimdir. Üst kısmında, dışa doğru bir çıkıntı yapan büyük bir taç vardır. Taç, stratejik değil dekoratif amaçlı konulmuştur. Buraya çıkarsanız: şehrin muhteşem bir manzarasını, bir tarafta Srd tepesi ve diğer tarafta açık deniz manzarasını izleyebilirsiniz.

Kule Bokar-Starry:

Şehir surlarının batısındaki bu kule, 1461-1463 yılları arasında Floransalı mimar Michelozza Michelozzi tarafından inşa edilmiştir.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Fort St Ivan:

Bu kale, 16’ncı yüzyıla ait surların güneydoğusundadır. Dubrovnik şehri surlarının üçüncü önemli kalesi oldu. Şehir limanı, kalenin kuzey tarafındadır. Limanın güney tarafında ise “Aziz” kalesi vardır ve başlangıçta bu iki kale arasına bir zincir gerilerek limana girişler önlenmeye çalışıldı.

Bu zincir çok güçlüydü ve girmeye çalışan gemilerin omurgaları kırılıyordu.

Evet, bu kale, eski şehrin liman girişini korumak için Dubrovnik şehrinin kurucusu Pasko Miliceviç tarafından yaptırılmıştır. İlk yapıldığında ismi “Mul” kalesidir. 1522 yılında kulelere bağlanmıştır. 1557 yılından beri, bugünkü görünümünü korumaktadır. Kalenin içinde, büyük bir askeri kışla vardı.

Aziz kalesi yani limanın diğer yanındaki kalenin içinde ise, günümüzde Hırvatistan Cumhuriyetinin önemli kültürel hazineleri korunuyor. Ayrıca: Denizcilik Müzesi ve Akvaryum ile Deniz ve Kıyı Enstitüsü bulunuyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Deniz Müzesi-Akvaryum:

Kalenin zemin kat, bir ve ikinci katında Deniz Müzesi bulunuyor. Burada: 31 akvaryum tankı içinde, birçok deniz canlısı görülebilir. Akvaryum özellikle çocukların ilgisini çekiyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Kale Revelin:

Bu kale, surların doğusundadır. Derin bir limanla ayrılmış, köprü ile bağlanmıştır. 1462 yılında, Osmanlı tehlikesinden bir yıl önce inşa edilmiştir. Amacı, Dubrovnik şehrini, Osmanlı saldırılarından korumaktı. Günümüzde görülen kale yapısı ise, 1551 yılı yapımıdır. Şehir girişini korumak için, şehir kapısının tam karşısına yapılmıştır, güçlü bir kaledir.

Kale: 1667 yılındaki depreminden sonra Dubrovnik Cumhuriyetinin idari merkezi haline geldi, katedralin hazinesi burada saklanmaya başlandı. Burası ile ilgili bir söylenti var. Bu kale yapılırken, Dubrovnik şehrine gelen herkesin, bedeni ve fiziksel yeteneklerine uygun bir taş getirmesi isteniyordu. Günümüzde kale içinde çeşitli festivaller düzenleniyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa
Lavrijenac kalesi:

Venedik Cumhuriyetine karşı direnişin bir sembolüdür. Şehrin “Cebelitarık” ı olarak bilinir. Şehrin batı tarafında, dış duvarların dışında, deniz seviyesinden 36 metre yükseklikte, kayalıklarda bulunan bir kaledir. Duvarların denize doğru kalınlığı 12 metreyi aşıyor.

Kalenin şehre bakan surlarının kalınlığı ise, sadece 60 cm.dir. Çünkü, kalenin düşman eline geçmesi durumunda, diğer şehir kulelerinden buraya nüfus etmenin daha kolay olması amaçlanmıştır.

Kalenin iki köprüsü ve kapının üzerindeki taşta “Non Bene Pro Toto Libertas Vendıtur Auro” yazısının oyulduğu görülür. (anlamı: Özgürlük dünyadaki herhangi bir hazine gibi satılmamaktadır.) Bu kaleyi ziyaret ederseniz, kalede birçok top göreceksiniz. Ama bunlardan en muhteşemi, 1814 yılına kadar kalenin en yüksek yerinde duran ve Guster denen bir toptur.

1814 yılında, Avusturyalılar bu topu buradan alarak Viyana müzesine götürmek istediler, ancak kalenin iç kapısını kırmalarına rağmen topu dışarıya çıkaramadılar, topu dışarıdan aşağıya indirip tekneyle götürmeye çalışırken, topun denize düşüp kaybolduğu söyleniyor.

SURLARDA BULUNAN KAPILAR:

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Pila (Kazık) Kapı:

Şehrin batı girişindedir. Şehre gelen ziyaretçi ve turist gurupları, bu kapıyı kullanarak şehre girerler. Kapı: 972 ile 1818 yılları arasında burada bulunan, eski bir kalenin üzerinde bulunmaktadır. Çünkü iç ve dış kapı arasında, bu eski kalenin kalıntıları halen görülmektedir. Dış kapı: 1573 yılında bir kemer şeklinde yapılmıştır.

Kemer Gotik tarzdadır. Köprünün kemeri üzerinde, büyük bir Rönesans dönemi nişi içinde “St Blaise” heykeli vardır. Bu aziz: 316 yılı civarında, Anadolu’da Sivas civarında doğmuştur. Dubrovnik şehrinin koruyucu azizidir. Aziz heykeli: 20’nci yüzyılın en iyi Hırvat heykeltıraşlarından Mestroviç tarafından yapılmıştır. Heykelin bulunduğu niş ise, yerel usta Lujova tarafından yapılmıştır. Kapının önündeki taş köprü: 1471 yılında yapılmıştır.

Taş köprünün devamında ise, bir zamanlar belirli saatlerde yükseltilen ve banliyöde yaşayanların ve tüccarların şehre girmesi için sabahın erken saatlerinde indirilen, ahşap hareketli bir köprü vardır. Ahşap köprünün hareketi, zincirler ve karşılıklı tellerle sağlanıyordu. Pilla kapısının iç kapısı ise, şehrin ana surları üzerine inşa edilmiştir. Tehlikeli durumlarda, şehrin kapısı kilitlenir ve anahtarları “Rektör Sarayı” nın mahkeme salonunda tutulurdu.

Ploca Kapısı:

Kara surlarının doğu tarafında, şehre ikinci giriş kapısıdır. Bu kapı: ahşap ve asma bir köprüyle bağımsız Ravelin kalesine bağlanmıştır. Arada, koruyucu bir hendek bulunuyor. Dış kapı 1450 yılında yapılmıştır. İç kapılar ise, 19’ncu yüzyılda, Avusturya işgali sırasında Romaneks tarzda yapılmıştır. Kapı bir zamanlar “Aziz Kapısı” olarak da adlandırılmıştır.

Buza Kapısı:

Delik kapı olarak da bilinir. Kara surlarının kuzey bölümündedir. 1908 yılında burayı işgal eden Avusturya makamları için açılmıştır. Avusturyalı yetkililer, tarihi şehir merkezinde çeşitli tahribatlar yaptıktan sonra, sur duvarlarında, bu beşinci kapıyı açtırırlar. Bu kapının açılma sebebi: Avusturya ordusu subaylarının ihtiyacı için 7 metre yükseklikteki bir savunma duvarının rafının doldurulmasıyla oluşan tenis kortuna geçiş içindir.

Ribarnice kapısı-Balıkçı kapısı:

Eski şehir limanının ana giriş kapısıdır. 19’ncu yüzyılın ikinci yarısına kadar, şehir halkı bu kapıyı kullanarak balıkçılar pazarına geçiyordu. Kapı: 1381-1387 yılları arasında, Gotik tarzda inşa edilmiştir. O zamanlar, şehrin en büyük kapısıydı ve buraya “Büyük kapı” deniyordu. Kapının üstünde, gotik parçalarla dekore edilmiş masif niş içinde, Aziz Vlaha heykeli bulunur.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

GEZİ ROTASI:

Eski şehir bölümünde gün boyunca ve gece cadde ve sokaklarda gezinebilirsiniz. Ancak hemen burada bir not daha iletmek istiyorum, özellikle son zamanlarda Dubrovnik şehrinde yankesicilik aşırı artmıştır. Bu yüzden: şehirde gezerken çanta, cüzdan ve özellikle pasaportlarınıza sahip olmanız önemle önerilir. Yine eski şehirde, şehrin  taş döşeli yollarında yürürken, yerlerin kayganlığını dikkate alarak lastik tabanlı ayakkabı giymeli veya dikkatli yürümelisiniz.

Evet: Eski şehir bölgesine, “Pila Kapı” dan giriyoruz. Sonra karşımıza “Stradun” çıkıyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

STRADUN (PLACA):

Şehrin en ünlü caddesidir. İki şehir kapısı arasında, doğudan batıya doğru uzanır. Yerli ve yabancı ziyaretçilerin en popüler gezinti yeridir. Şehrin yerlilerinin burası hakkında söyledikleri bir söz var “Eğer şehri hissetmek ve bize sunduklarının çoğunu tecrübe etmek için geçmeniz gereken yerdir.”

Stradun: 10 veya 11’nci yüzyılda, iki orijinal Dubrovnik yerleşimini ayıran deniz kanalı kazılarak yaratıldı. Günümüzde, uzunluğu 298 metredir. Şehrin merkezi caddesidir. Buradaki tarihi kaldırım taşlarının ilk olarak 1468 yılında yerleştirildiği söyleniyor. Ancak 1666 yılındaki depremin ardından, cadde ile ilgili en büyük değişiklik 1667 yılında yapılmıştır.

Bu deprem sonunda,

Şehrin tarihi çekirdeği ve Stradun un çoğu imha oldu ve günümüzde Stradun, çok düzgün Barok tasarına sahiptir. Caddenin bir ucunda “Onofrio Çeşmesi”, diğer ucunda ise “Orlando Sütunu” vardır. Caddenin ara sokaklarına girerseniz, birçok küçük dükkan görebilirsiniz. Ama burada ilginç olan:  dükkanların hiçbirinde tabela bulunmamasıdır.

Tarihi dokuyu bozmamak adına, tabela takmıyorlar ve dükkan isimleri, vitrinlerdeki camlarda yazılıdır. Evet: cadde üzerinde başlıca anıtlar: çeşme, bir manastır, öbür yanında ise Sponza Sarayı ve St Blaise kilisesi, Çan kulesi ve Orlando sütünü bulunuyor.

   

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Big Onofrio Çeşmesi:

Şehre girer girmez karşımıza çıkan burası: şehirli gençlerin ve turist guruplarının toplanma, buluşma yeridir. Ayrıca, buradaki güvercinlik ve hareketlilik, turistlerin ilgisini çeker. Gezginler, çeşmenin merdivenlerine oturarak yorgunluk giderir, buluşma saatini beklerler.

Gelelim çeşmeyi anlatmaya:

Napolili mimar Onofrio Della Cavi tarafından: 1438-1444 yılları arasında; şehrin su işletmesinin açılışının anısına bir anıt olarak yaptırılmıştır. Çünkü, 1438 yılında, şehrin suyu 12 km uzaklıktaki Dubrovnik nehrinden yine çeşmeyi yapan mimar tarafından buraya getirilmiştir. Başlangıçta iki katlı olan yapı, daha sonra 1666 yılındaki deprem ve 1992 yılındaki iç savaş sırasında hasar görmüş ve onarılarak günümüzdeki görüntüsüne kavuşmuştur.

Çeşmenin 16 bölmesi ve her bölmenin bir rölyefi görülüyor. Çeşmenin şekli, altı köşelidir ve her köşede bir çeşme bulunur. Çeşmenin en üstünde, orijinalinden farklı olarak, açık bir kubbe vardır. Evet buradaki su sistemi ve çeşme, 1448 yılından beri faaldir. Muhteşem güzel ve soğuk suyun mutlaka tadına bakın ve hatta yanınızdaki su şişelerini doldurun.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

St Savior-Firensisken Manastırı:

Manastıra giriş ücretlidir. Ücret: 8 eurodur. Fransiskenler, ilk manastırlarını şehir surlarının dışında yaptılar. Ancak savaş tehlikesi nedeniyle eski manastır binası yıkıldı. Yeni manastır, 1317 yılında Stradun ve Fort Mincet arasındaki alana inşa edildi. Yani: Minceta tepesi, rıhtım ve Pila kapısı arasında bulunan güçlü duvarlarla korunmaktadır.

Dört odalı mekan, yemyeşil Akdeniz bitki örtüsünün sağladığı güzel sundurma ile çevrilidir. Ancak 1666 yılındaki depremde manastır büyük hasar görmüş, yıkılmış ve sonra yeniden yapılmıştır.

İlk manastırdan günümüze ulaşan kalıntılar ise, bir dehliz ve 15’nci yüzyıldan kalma bir havuzdur. Manastırın bulunduğu alanda yani komplekste: kilise, eczane ve zengin bir kütüphane vardır. Evet, Rönesans mimari özelliklerini yansıtan manastır, şehirde en çok ziyaret edilen yerlerin başındadır.

Kilise:

Kilise: son derece cömertçe dekore edilmiştir. Ancak, tüm kompleks, 1667 yılındaki depremde hasar görür. O zamandan kalma “Ana Majak” heykeli ve geç dönem yapısı güney kapı korunmuştur.

Kilise daha sonra restore edilir ve günümüzde eski ihtişamında olmamasına rağmen, yine de şehrin en güzel yapılarından biridir. Kilise içinde özellikle: Celestina Medoviç tarafından yapılan “Altar” ve Ivan Gundulic’in mezarı görülebilir.

Eczane:

Avrupa’nın en eski 3’ncü eczanesidir. Dünya çapında tanınmaktadır. 1317 yılında yapılan eczane, günümüze kadar etkinliğini sürdürmüştür, hala çalışmaktadır. Kuruluş amacı: rahiplerin ihtiyaçlarının karşılanmasıdır, ancak daha sonra halka açılmıştır.

Pratik amaçlar dışında: bu eczanede: tıp ve farmakoloji alanında, çok sayıda reçete ve kitap gibi tarihi belgeler korunarak günümüze ulaşmıştır. O döneme ait orijinal ilaç şişeleri, hala eczanenin vitrinlerinde sergilenmektedir. Burada eski tariflere dayalı el kremleri ve diğer kozmetik ürünleri satın alabilirsiniz.

Kütüphane:

Kütüphane, manastırla birlikte paralel gelişmiştir. Yüzyıllar boyunca, çok değerli koleksiyona ev sahipliği yapmıştır. Ancak, 1666 yılındaki depremde büyük hasar görmüştür. Ancak yeniden yapılanma çalışmalarının devamında, hızla yeni bir koleksiyon oluşturma çalışmaları sürdürülmektedir. Günümüzde burada 70 binden fazla basılı kitap ve çok sayıda el yazması eser bulunduğu söyleniyor. Özellikle: 1500 el yazması yazıtın önemli olduğu belirtiliyor.

Müzik Arşivi:

Manastırda, 10 binden fazla müzik parçası depolanan bir arşiv vardır. Bunlar, 1800’den fazla besteciye aittir.

Manastır Müzesi:

Manastırda zengin bir manastır müzesi vardır. Bu müzede, eczacılık ürünleri ve bir kısmı 14’ncü yüzyıla kadar uzanan çok sayıda kitap ve dergi bulunmaktadır. Özellikle: Floransa ve Siena kökenli, çekici eski eczacı vazoları görülebilir. Ayrıca, 15’nci yüzyıldan kalma yaldızlı bir haç ve gümüş buhurdanlık ilgi çeker.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Worcester-Dubrovnik Katedrali:

Dubrovnik şehrinin bütün resimlerinde bu katedral yapısı görülür. Eski şehir meydanının güneyinde bulunan bu güzel bina, Dubrovnik tarihine tanıklık etmiştir. 2000 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Günümüzde görülen Barok katedral: 1666 yılındaki büyük depremin ardından 1672-1713 yılları arasında yapılmıştır. Yeni katedralin inşaatında, İtalyan mimar ve sanatçılar görev almıştır.

Ancak

Burada daha önce başka bir dini yapı vardı. 3’ncü Haçlı seferi sırasında buradan geçen İngiliz kral Aslan yürekli Richard: ordusu ile birlikte buradan geçerken fırtınaya yakalanır ve çok zor kurtulur. Bu ölümcül olayı takiben, güvenli bir yerden geçtiği ilk kasabaya büyük bir kilise yaptırmaya söz verir.

Burası Dubrovniktir ve buraya para bağışı yaparak büyük bir kilise yaptırır. Ancak bu kilise, 1667 yılındaki depremde tamamen yıkılır. 1673 yılında ise, Romalı mimar Andrea Buffalini tarafından tasarlanan yeni bir kilise yapılır.

Günümüzde görülen yapı budur. Yapı: Barok tarzdadır. Dışarıdan bir kaleye benzer, ama içi bir sanat müzesi gibidir. Bir mücevher gibi işlenmiş taç kapısı, yapının hazinesidir. 1979 yılındaki depremden sonra yapılan çalışmalarda, katedralin altındaki kanalizasyon kazısı sırasında, yukarıda sözünü ettiğim Romanesk katedral kalıntıları ortaya çıkarılmıştır.

Kazı çalışmaları arttırıldığında ise, daha alttan 6’ncı yüzyıla yani Bizans dönemine kadar tarihlenen başka bir kilisenin varlığı tespit edilmiştir. Buna dayanarak Dubrovnik şehrinin kuruluşu bilinenden daha da eskilere gitmiştir.

Katedral hazinesi:

Katedral hazinesinde: çoğu eski Dubrovnik’li kuyumcuların üstün yetenekle yaptıkları, 11-18’nci yüzyıllar arasında yapılan 161 nesne bulunmaktadır. İlginç olan, hazine, antik çağlardan bu yana, üç anahtarla kilitlenmiş ve anahtarlar: Prens, Piskopos ve Cumhuriyet Sekreterinde bulunmuştur. Yani, Dubrovnik’liler, hazinenin güvenli muhafazasını istemişler, en yüksek fonksiyonlara sahip itibarlı kişiler olmalarına rağmen, anahtar tek kişiye teslim edilmemiştir. Hazine kapısı, üç anahtar aynı anda çevrilerek açılabilirdi.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

   

Aziz Kilisesi Ignatius ve Cizvit Kolleji:

Kilise: ünlü bir Hırvat bilim adamı olan Boskovic sahasında yer almaktadır. Ancak, bu meydan, Roma şehrindeki İspanyol merdivenlerine benzer büyük bir merdivene çıkar. Kilise: St Ignatius Loyala’ya adanmıştır. Kurucusu: Cizvitlerdir. 1699 yılında inşa edilmiş ve 1725 yılında açılmıştır. 1729 yılında Cizvit ressam ve mimarlar tarafından dizayn edilmiştir.

Muhteşem freskler ilgi çeker. Boyama işleri ise, İspanyol kökenli Sicilyalı bir usta Garzia tarafından yapılmıştır. Kilisenin ilginç detaylarından biri: Our Lady of Lourdes’e adanmış olan mağaradır. 1885 yılında inşa edilmiş bu mağara, Avrupa’da ilk kilise cüruf mağaralarından biridir. Bugünkü formu, 1966 yılında almıştır.

Aziz Kilisesi-Dubrovnik Kaplıcaları:

Küçük kardeşlerin Fransisken Manastırı ile Pila kapısı arasındadır. 1520 yılında şehir, büyük bir deprem geçirir ve birçok bina ağır hasar görür, bazı şehir sakinleri ölür. Depremden sonra, Senato üyeleri, St Francis şükran gününde, kilise yapmaya karar verirler.

1528 yılında Rönesans tarzı kilise inşa edilir. Ancak, 139 yıl sonra, 1667 yılında yine büyük bir deprem yaşanır. Tarihi merkezde birçok bina yıkılır. Ancak “Aziz kilisesi” kaplıcaları nedeniyle hasar görmeden kalır. Bunun sebebi olarak düşünülen, yapının 1520 yılındaki depremin ardından yapılması ve daha dayanıklı yapılmasıdır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Küçük Onorfio çeşmesi:

Büyük çeşme anıtsal olmamasına rağmen, bu çeşme daha uyumludur. Şehrin, tarihi merkezindeki en işlek yerlerden birindedir. Sıcak günlerde, şehri ziyaret eden turistlerin ilgisini çeker. Rönesans çeşmesinde, sekizgen havuz ve havuza su akıtan taraklı yunuslar ve maskotlar vardır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

   

Sponza Sarayı:

Divona olarak da bilinir. Çan kulesinin batısındadır. Şehrin en güzel sarayıdır. Giriş ücretlidir. Gotik Rönesans stilindeki sarayın inşasına 1516 yılında başlanmış ve 1520 yılında tamamlanmıştır. Ancak, en büyük özelliği, 1666 yılındaki büyük depremde zarar görmemiş olmasıdır. İlk olarak çok amaçlı bir tesis olarak planlanmıştır. Ancak sonraları: sikke ve silah deposu, gümrük ofisi ve depo olarak kullanılmıştır. Daha sonraları ise, çeşitli okullara ev sahipliği yapmıştır.

Binanın çok güzel bir kapısı ve Venedik tarzı pencereleri vardır. Dam kısmında ise: “beyaz bir gülle” görülür. Bunu: Osmanlıya şükran anısı olarak dikmişlerdir. Bu minnetin sebebi: Osmanlının, Ragusa krallığı ile Venedik arasındaki savaşta, Ragusa krallığının yanında yer almasıdır. Günümüzde ise, Dubrovnik Devlet Arşivleri, burada muhafaza edilmektedir.

Arşiv, Avrupa’nın en değerli arşiv koleksiyonlarından biridir. Arşivdeki belgeler: 11’nci yüzyıldan günümüze kadar olan süreçteki birçok belgeyi kapsamaktadır. Evet, en üst kat arşivler için ve alt katlar ise çeşitli sergiler için kullanılır. Şehirde kutlanan “Yaz Festivalleri” burada düzenlenir. Ayrıca yine buranın salonlarında, 1991-1995 yılları arasındaki iç savaş sırasında hayatını kaybeden Dubrovnikli vatandaşların anasına hazırlanan kalıcı bir sergi bulunuyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

St Blaise-Little Brothers Kilisesi:

Şehrin koruyucu azizine adanmıştır. Şehrin en sevilen kilisesidir. Kilise: 1705-1717 yılları arasında yapılmıştır. Barok tarzdadır. Kilisenin içinde: şehrin koruyucu azizinin gümüş bir heykeli vardır. Kilisenin güzel görünümlü vitray pencereleri ise 1970 yılında eklenmiştir. Her yıl, 3 Şubat tarihinde düzenlenen “Saint Blaise” günü kutlamaları, buradan başlar.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Saat ve Çan kulesi-City Bell Tower:

Hemen girişte, Luza meydanındadır. Şehrin her yerinden görülebilir. Dubrovnik çan kulesi, 1463 yılında yapılmıştır. Yüksekliği 31 metredir. Kulenin en üstünde, 4 çan ve bronz heykeller vardır. Bu çanlar: şehir tehlike altında iken haber-alarm verme amaçlı olarak kullanılıyormuş. Ancak çanlar 1952 yılında yenilenmiştir. Çan kulesine: 14’ncü yüzyılda, ünlü bilim adamı Ruder Boskoviç’in önerisiyle bir saat takılmıştır. Sonraki dönemde, depremlerde çan kulesi hasar görür ve 1929 yılında yenilenir.

Eski çan kulesinin orijinal detayları,

İki bronz figür, Sponza Sarayında görülebilir. Çan kulesinde, Venedik ve Bern şehirlerinde olduğu gibi iki mekanik figür vardır, Dubrovnik halkının yüreğinde özel bir yer tutmuş bu figürlere Maro ve Baro takma isimleri verilmiştir. Saat kulesinin üstündeki rakamlar: sol tarafta roma rakamları, sağ tarafta ise Arap rakamları vardır.

İlginç olan: soldaki roma rakamı olan saat 4 gösterirken, sağdaki Arap rakamlarıyla gösterilen saat 50 rakamını gösterir ve dolayısıyla o anda saat 4.50 dir ve her iki saat bu anlık saati birlikte gösterirler. Yani, aslında bu saatler bir digital saat gibi çalışırlar. Saat kulesinin çanları, her saat başını 3 dakika geçe çalıyor. Çünkü insanların sadece 3 dakikalık gecikme hakları olduğuna inanılıyor. Saat kulesinin dibindeki kemerli kapıdan yürümeye devam ederseniz, şehrin limanına ulaşırsınız.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Orlando Sütünü:

Loggia meydanında, çan kulesinin önündedir. Dubrovnik şehrinin özgürlük ve bağımsızlığını simgeler. Şehrin favori anıtlarının başında gelir. Şehir yerlileri ve turistlerin buluşma yeridir. Orlando: özgürlükleri temsil eden bir şövalyedir. Efsanevi bir isim ve kişiliktir. Karel Velik’in ordusunun şövalyesi, Roland tasvir edilmiştir.

Bu konuda anlatılan bir öyküye göre:

Korsanlar, 8’nci yüzyılın sonunda Dubrovnik şehrine saldırırlar ve şehir, Roland tarafından savunulur. Burada bulunan heykel: 1418 yılında, Antun Dubrovcanin tarafından yapılmış olup, sadece özgürlüğü temsil etmesi yanında, tarihi süreç içinde, aynı zamanda, Hırvatlar için, bir ölçü birimi olarak kullanılmıştır.

Yine bir hikayeye göre: “Dubrovnik dirseği” denen uzunluk ölçüsü birimi (51.2 cm) Orland heykelinin ön koluna ve heykelinin ayak uzunluğuna göre belirleniyormuş. Günümüzde kullanılmıyor. Heykelin önünde bir arma var. Bu arma: şehrin bir serbest ticaret şehri olmasının armasıdır.

Şehrin yüzyıllar boyunca gördüğü işgaller sırasında, şehir halkının psikolojisi için büyük önem taşımıştır. Çünkü burada mitingler düzenlenmiş ve kamu adına verilen cezalar uygulanmıştır. Devletin duyuruları da, bu sütunun üzerinde yapılmıştır. Önemli törenler, günümüzde de burada düzenleniyor. Şehirde yapılan yaz festivalleri, 1950 yılından bu yana, buraya çekilen bir bayrak ile açılır.

Bu anıtın hemen önünden, arkadaki bir binanın çatısına dikkatle bakın, çatıda bir işaret göreceksiniz. Bir “Osmanlı kavuğu” dur. Bunun anlamı: buranın hamisinin Osmanlı olduğudur. Yani: Osmanlı, şehre düşmanlık yapanların, Osmanlıya da düşmanlık yapmış sayılacağını şekille ifade etmiştir. Şehrin, Osmanlı korumasında bulunduğunu belirtmiştir.

Dvorom-Rektörler Sarayı:

Temelde: Onofrio çeşmesini yapan Onofrio Della Kava tarafından tasarlanmıştır. Gotik Rönesans yapısıdır. Sponzo Sarayından farklı olarak, geç Gotik ve Rönesans ile birlikte, Barok unsurlar da dikkat çeker. Çalkantılı bir geçmişi bulunmaktadır. Orijinal binasının büyük kısmı: 1435 yılında, bir barut patlaması sonucu tamamen yıkılmıştır. 1463 yılında ise, ikinci bir patlama sonucu, yapı, tamamen tahrip olmuştur. 1667 yılında ise, deprem, yapının tümüyle hasara uğramasına sebep olmuştur.

Daha sonra yapılan restorasyonlar sonucu, saray günümüzdeki görüntüsüne kavuşmuştur. Sarayın tasviri, Hırvatistan para birimi olan “Kuna” nın 50’lik banknotunun bir yüzünde görülür. İnce oymalı cephesi ve süslü merdivenleri görülmeye değerdir. Yapıya: güzel bir avludan giriliyor ve avluda bir zamanlar, şehirdeki yoksullar için büyük para yardımı yapan, zengin gemici Miha Pracata’nın büstü görülüyor.

Alt katlarda ise

Siyasi mahkumlar için yapılmış koğuşlar vardır. Merdivenlerden yukarı çıkıldığında ise, çeşitli eserlerin sergilendiği bir müze vardır. Binanın mimarisi sık sık değişmesine rağmen, işlevi yüzyıllar boyunca aynı veya benzer şekilde sürmüştür. Bir zamanlar, bu sarayda şehri yöneten kişi otururmuş. Yani, burası Dubrovnik Cumhuriyetinin ana idari merkezi olmuştur. Buradaki yöneticiler, belli süreler için seçilir ve burada ikamet ederlermiş. Küçük konsey ve Senato burada görev yapmıştır. Bu durum yani Sarayın kamusal işlevi, Sarayın kapısında yazılı şu yazıdan anlaşılmaktadır.

“OBLIT PRİVATORUM-KAMU CURATE” Yani: Dubrovnik şehrinin Ortaçağdan bu yana, ilim ve bilim ile ticaretteki başarısının ana sebebi, bunları birleştirmiş olmasıdır. Günümüzde müze olarak kullanılmaktadır. Sarayın atriumunda ilginç bir anıt vardır. Mihu Pracat isimli bu anıt, sıradan bir vatandaş tarafından yaptırılan ve kamu alanına konulan bir anıt olarak dikkat çeker. Bu anıt, denizci ve hayırsever bir vatandaş tarafından yaptırılmıştır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Dubrovnik Şehir Limanı:

Surların doğu kesiminin dibinde, eski şehir limanı vardır. Liman 15-16’ncı yüzyıl yapısıdır. Dalgakıran bölümü: gerek düşman gemileri ve gerekse şehri dalgalardan korumak için yapılmıştır. Bugün, bu dalgakıran, 500 yıldan uzun süredir bu işlevlerini yerine getirmeye devam etmektedir. 1327 yılında, limanın batı girişinde 51 metre uzunluğunda iskele yapılmıştır.

1873 yılında ise, sağ duvar inşa edilmiştir. Ravelin ve St Ivan kaleleri, limanı korumak ve deniz trafiğini gözetlemek için yapılmıştır. Şehir limanının doğu kısmında, başka ilginç bir yer var. “Lazareti” olarak bilinen bu mekan, eskiden karantina olarak kullanılmış, günümüzde ise müzikal performanslar düzenlenen bir yer olarak kullanılmaktadır.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

Lazareti:

Gelişmiş ticaret ile şehirler arasında veba ve benzeri salgın hastalıklar yapılmıştır. Bunu önlemek için basit çözüm bulunmuştur. Başka bölgelerden buraya gelenler için, 30 gün hatta daha sonraları 40 gün karantina uygulanmış ve insanlar bu karantina yerlerinde kalmak zorunda bırakılmıştır. Karantina uygulaması esasları: Dubrovnik Cumhuriyeti Büyük Konseyi tarafından, 1377 yılında yayınlanan “Liber viridis” yani “Yeşil Kitap” ile yayınlanmıştır.

Ardından, birkaç karantina yani Lazareti binası inşa edilmiştir. Günümüzde Ploce denen yerdeki bina, bunların en ünlüsüdür ve bu Lazaretiler, 1590 dan 1642 yılına kadar kullanılmıştır. Lazareti: 5 iç avlu ve 10 odadan oluşur. Büyük ve etkileyici bir komplekstir. Günümüzde bu yapı, çeşitli müzik performansları ve eğlenceler için Lazareti Kulübü olarak hizmet vermektedir.

ŞEHİR ÇEVRESİNDE GEZİLECEK YERLER:

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

DUBROVNİK PLAJLARI:

Burada öncelikle bilmeniz gereken husus şudur: deniz tabanı ve kıyı çakıllıdır. Denizin içindeki ve kıyıdaki taşlar, ayak kesecek ölçüde rahatsızlık vericidir. Zaten şehir içinde doğru dürüst kumsal yok, hep taşlı sahiller veya sahil olmadan doğruca denize inen iskeleler var. Deniz suyu ise oldukça temizdir. Ayrıca, deniz suyu çok sıcaktır.

Zaten öncelikle bu özelliği tercih ediliyor. Ayrıca, yosun sevmeyenler de denize girmesin, çünkü deniz yosunlu, ayaklarınız için deniz ayakkabısı kullanmanız önerilir. Ayrıca: şnolker kullanmanız da önerilir, çünkü deniz çok berrak ve denizin dibi izlenebiliyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

 

Banje plajı:

Bu plaj: Dubrovnik şehrinin banliyösü olan Ploce doğru, Ploce Gate denen kapıdan çıktıktan sonra yaklaşık 100 metre ileridedir. Şehrin halk plajı olarak bilinir. Çakıl taşlı ve kumlu bir plajdır. Her zaman canlıdır. Şehir içinde, sıcak günlerde serinlemek isteyenler tarafından yoğun tercih edilir. Manzarası muhteşem güzeldir. Plajda “East-West Beach Club” çok meşhurdur.

Lapad Plajları:

Şehir merkezine 3.5 km uzaklıktaki burada birkaç güzel plaj vardır. Bu plajlar, şehrin dış surlarını tutan yarımadadaki bir koyda Sumratin (Uvala Lapad) körfezindedir. Lapad körfezi, sıcak yaz günlerinde, uzun bir bulvara sahiptir. Bu bulvarın sonunda ise plajlar vardır. Sahildeki ilk plaja: Uvala Lapad veya Uvala denir.

Burası kumlu bir plajdır. Sadece oturmak ve manzaranın tadını çıkarmak isteyenler için, plaj restoranı ve kahve barları vardır. Sonraki sahil, Adriyatik sahilidir. Plaj kum ve çakıl taşı sevmeyenler için uygundur, çünkü betondan yapılmıştır. Romantik ve küçük bir plajdır. Beach Vis: Adriyatik sahilinin hemen yanındaki plajdır. Çakıl taşlıdır. Vis plajının yanında: Splendid plajı vardır. Burası, çok küçük ve çekici, çakıl taşlı bir plajdır. Ayrıca: kayalık ve çakıllı bir kısmı daha vardır.

Copacabana plajı:

Şehrin Babin Kuk denen bir bölümünde, Lapad yarımadasında bulunan güzel bir plajdır. Hotel Minceta ya çok yakındır. Muhteşem Dubrovnik köprüsü, Elaphite adalarının bir parçası olan Daksa adası manzarasına sahiptir. Sahil çakıl taşı ve betondur. Buraya yolu düşenlere kano kiralamalarını öneririm.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

MOUNT SRD:

412 metre yükseklikteki bu tepenin üstünde bir haç bulunuyor. Dolambaçlı yollardan yürüyerek buraya çıkmak mümkündür ve yaklaşık 90 dakikalık bir yürüyüş yapmak gerekiyor. Ancak, yol oldukça kayalıktır ve spor ayakkabısı ile çıkılabilir. Yürüyerek çıkması düşünmez iseniz, buraya teleferikle çıkabilirsiniz.

Tepenin üstünde bir de müze vardır. Müzede: iç savaş sırasında, Hırvat kurtuluş savaşçılarının silahları, görüntüleri ve şehir haritaları sergileniyor. Tepedeki haç, Başpiskopos District tarafından hediye edilmiştir. Bu tepeden, şehrin muhteşem güzel panaromik manzarası izleniyor.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

DUBROVNİK CABLE CAR-TELEFERİK:

1969 yılında hizmete giren orijinal teleferik, 1991 yılındaki iç savaş sırasında bombalanarak imha edilmiştir. Günümüzde kullanılan teleferik ise, 2010 yılında hizmete girmiştir. Biniş ücreti 20 eurodur. Ancak, teleferiğe binmek isteyenler, uzun sıraları beklemek zorunda kalıyorlar.

Teleferik yaklaşık 3.5 dakikada yukarı çıkıyor ve yine 3.5 dakikada aşağıya iniyor. Teleferik hat uzunluğu 778 metredir. İki kabinde 30 yolcu alır. Üst istasyonda panaromik manzara görülebilir. Ayrıca, hediyelik eşya satılan dükkanlar ve restoranlar bulunuyor.

Ayrıca 120 seyirci kapasiteli bir amfi tiyatro vardır. Evet, teleferikle, özellikle Old Town üzerinde, muhteşem bir yolculuk yapılıyor. Ancak teleferik biniş noktası bulmak hayli zor oluyor. Şöyle ki: Zagrebacka sokağı bulun ve oradan itfaiyeye doğru tırmanarak yürüyün ve itfaiyeye varınca, Petra Kresimira sokaktan sağa dönün ve düz yukarı devam ettiğinizde, birkaç dakika sonra, sağ yanda teleferik istasyonunu göreceksiniz. Unutmayın, Dubrovnik şehrinin meşhur bütün fotoğrafları bu teleferik seyahatinde çekilmektedir.

Hırvatistan Dubrovnik Ragusa

ARBORETUM TRSTENO:

Burası şehrin en eski ve ilgi çeken bahçesidir. Burada: Akdeniz bölgesi bitkileri ve ayrıca bazı  egzotik bitkiler toplanmıştır. Bahçe ilk olarak 1498 yılında kurulmuştur. Bu yüzden, bahçe mimarisi bir anıt gibi korunuyor. Toplam kapladığı alan 28 d önümdür. Park içinde: çok sayıda ağaç türü görülüyor.

Bunlar arasında öne çıkanlar: okaliptüs, defne, kaktüs ve diğer bazı tür egzotik ağaçlardır. Ayrıca, denizciler tarafından şehir dışından getirilen bitkiler de bulunuyor. Burada bir de havuz vardır. 1736 yılında yapılan havuz; tanrı Neptün adına ithaf edilmiştir.

ADALAR:

Dubrovnik şehrinde, adalara gitmek isterseniz tekne kiralamanız gerekir. Tekne kiralamak için mutlaka pazarlık yapmanız önerilir. 50 Euro’dan başlayan fiyatlar, 35-40 Euro’ya kadar inebiliyor. Tur organizatörleri ise, böyle bir tekne gezisi için, 60 Euro ekstra ücreti istiyorlar. Old Town limanında bulunan teknelerle adalara gitmek mümkündür.

Ancak, bu deniz yolculuğu sırasında, yani şehir merkeziyle adalar arasındaki tekne yolculuğunda, zaman zaman muhteşem büyük dalgalarla karşılaşabilirsiniz. Yani bu konuda korkusu olanların, bu yolculuğu yapmaması uygundur.

Veya büyük tekneler seçilerek, dalgalardan daha az etkilenmek mümkün olabilir. Son bir not: tekne kiralarken, adalarda birkaç saat kalınacağı konusunda anlaşılmasına rağmen genellikle her adada en fazla 1 saat kalınmaktadır.

Elaphiti Adaları:

Şehrin güneyinde, Adriyatik kıyılarındaki adalar içinde, özellikle: Korluca, Peljesac ve Mljet adaları güzeldir.

Lokrum Adası:

“3 adalar” ın bir adasıdır. Şehir merkezindeki limana en yakın adadır ve yolculuk yaklaşık 15 dakika sürer. Feribot ile ulaşılıyor. Dubrovnik koyundaki bu ada: 72 hektarlık ormanlık alandan oluşmaktadır. Bu ada hakkında bir efsane anlatılmaktadır:

“Haçlı ordusu komutanı İngiliz Aslan Yürekli Richard, 1192 yılında bu adaya geldiğinde, burada bir kale, botanik bahçesi, manastır yaptırır” Bu manastır günümüzde de görülebiliyor. Ayrıca, limandan 10 dakikalık bir yürüyüşle ulaşılabilen, bir de doğa parkı bulunuyor. Bu park içinde bir göl vardır.

Lopud Adası:

“3 adalar” ın sonuncusudur. Burada: suni bir kumsal bulunuyor. Yani, doğal sahil yoktur. Ayrıca, bu suni kumsal aşırı kalabalık oluyor. Bazen rüzgar ters yönde estiğinde ortaya çıkan dalgalar nedeniyle, sahilde deniz çok kirli oluyor. Denize genellikle kayalıklardan giriliyor.

Belediye buraya merdivenler yapmış ve kayalar üzerinden, merdivenlerle inilerek denize giriliyor. Ama bu arada, kıyıda çok miktarda denizkestanesi olduğunu unutmayın. Ancak, denize girip, biraz açıldığınızda, denizin tüm güzelliklerini hissedebiliyorsunuz, tamamen berrak ve muhteşem bir deniz.

Adaya çıkıp, golf arabası benzeri araçlarda, 20 kuna karşılığında gezi yapılabiliyor. Ancak bu gezi yaklaşık 100 metre sürüyor, çünkü ada oldukça küçüktür.