Kayseri Melikgazi

 Kayseri Melikgazi

Melikgazi ilçesi, Kayseri ili merkezindedir.

MELİK GAZİ KİMDİR

Melik Gazi (Emir Gazi): Danişmentlilerin 2’nci Hükümdarı ve kurucusu olan Danişmend Gazi’nin oğullarından biridir.

Anadolu’nun Türkleşmesinde büyük payı vardır. Zamantı kalesi yakınlarında hükümdarlığını sürdürürken: Kayseri, Konya, Çankırı, Kastamonu, Antalya ve Urfa illerinin fetih edilmesini sağlamıştır. Kendisi Haçlı ordularına karşı da büyük başarılar göstermiştir. Bu yüzden Abbasi Halifesi ve Büyük Selçuklu Sultanı Sencer “Melik” unvanı vermişlerdir.

Kendisi 1086 yılında Kayseri’yi fetih eder ve Kayseri Fatihi unvanını alır.

Melik Gazi, Kayseri’de Pınarbaşı ilçesinde Melikgazi köyünde: eşi tarafından yaptırılan “Melikgazi” türbesinde yatmaktadır.

 

TARİHİ

İlçe şehir merkezinde olduğu için ilçenin tarihi geçmişi, Kayseri il tarihiyle birlikte değerlendirilir. Melikgazi, 1988 tarihinde İlçe olmuştur.

 

GENEL

Melikgazi ilçesi, merkez şehrin yarısını kapsamaktadır. İlçenin kuzeyinde Kocasinan ilçesi bulunmakta olup Sivas-Malatya kara yolu sınır teşkil eder. İlçenin güneyinde Erciyes dağı yükselir, en yüksek yeri 3916 metredir. Çeşitli dönemlerde lav ve tüf püskürtmüştür.

Bölgede karasal iklim hakimdir, buna bağlı olarak yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve kar yağışlı geçer. Bölgede bozkır bitki örtüsü hakimdir. İlçenin en önemli ekonomik özelliği ve geçim kaynağı ticarettir.

Kayseri Organize Sanayi Bölgesi, Mimarsinan Organize Sanayi Bölgesi, Serbest Bölge ve Teknopark: ilçede bulunmaktadır.

 

MELİKGAZİ ASKERİ BİRLİKLERİ

Melikgazi ilçesinde: Köşk Mahallesinde: 1’nci Komando Tugay Komutan Yardımcılığı ve Hava İndirme ve Komando Eğitim Tabur Komutanlığı bulunmaktadır.

 

NE YENİR

Kayseri’de yerel lezzetleri sanırım ülkemizde birçok kişi bilir. Kayseri’de özellikle: sucuk, pastırma ve elbette mantı yemelisiniz. Develi cıvıklısı da denenebilir. Son bir öneri “yağlama” olur.

 

GEZİLECEK YERLER

Kayseri Melikgazi Cami Kebir-Ulu Cami

CAMİ KEBİR (ULU CAMİ)

Şehir merkezinde Kapalıçarşı’nın yanındadır.

Değişik kaynaklarda: Ulu cami, Cami-i Kebir veya Sultan Cami olarak da tanınır. Caminin yapım kitabesi yoktur. Ancak kaynaklara göre, cami: 1135 yılında Danişmendli Hükümdarı Melik Mehmet Gazi tarafından yaptırılmıştır. Melik Mehmet Gazi, şehri ikinci defa fethettikten sonra: burada medrese, cami ve kendisi için bir türbe yaptırmıştır. Medrese sonraki yıllarda yıkılır, türbe günümüze ulaşmıştır.

Evet, cami Kayseri’de Selçukluların ilk eseridir.

Kayseri Melikgazi Cami Kebir-Ulu Cami

Caminin kuzeye açılan kapısının yanında ise onarım kitabesi vardır. Cami, 1206 yılında Melik Mehmet Gazi’nin yeğenlerinden Yağıbasanoğlu Muzaffereddin Mahmud tarafından onartılmıştır. Cami: 1716 yılındaki depremde zarar görür, bir süre harap halde kullanılmadan kaldıktan sonra 1732 yılında Matbah-ı Amire Emini (yani Saray mutfak görevlisi) Kayserili Hacı Halil Efendi tarafından onarttırılır.

 

Gelelim mimari özelliklerine

Caminin dış görünüşü oldukça sadedir. İçeride: Roma ve Bizans mimarilerine ait sütunlar dikkat çeker. Bunlara bakarak, buranın eski bir kiliseden veya saraydan dönüştürüldüğü düşünülür.

Ancak mimari planı ve sivri kemer uygulamaları ile İslam mimarisine uygundur. Kullanılan sütunların devşirme malzeme olduğu düşünülür.

Caminin iki kubbesi vardır. Orta kubbe büyük bir ihtimalle sonradan ilave edilmiştir. Cami mimarisi ve minare mimarisi farklıdır. Buna göre minare sonradan yapılmış olmalıdır. Ancak minarenin ne zaman yapıldığı bilinmez. Bu minare Kayseri’nin en eski minaresi olarak kabul edilmektedir.

Minarenin taştan, dört köşe kaidesi vardır. Şerefeye kadar tamamen tuğladan örülmüştür. Yüksekliği 47 metredir. Şerefenin altında, çini üzerine nefis bir Kufi yazı ile yazılmış fakat henüz okunamamış bir ayet bulunur.

Günümüzde cami, çevresinin inşaat atıklarıyla doldurulması sonucu normal koddan aşağıda kalmıştır. Yaklaşık 3 metrelik bir derinlik bulunur. Bu derinliğin üzeri ağaçla örtülmüştür.

 

 Kayseri Melikgazi Kayseri Lisesi

KAYSERİ LİSESİ

İlçe merkezinde Kiçikapı semtindedir.

Bina: Sultan II Abdülhamit tarafından yaptırılmış ve 13 Eylül 1793 tarihinde “Derece Ula Mektebi Külliyesi İdadisi” adıyla kurulmuştur. Rüştiye yani Ortaokul kısmı: 1870 yılında Kayserili Ahmet Paşa tarafından açılmıştır.

1927 yılında ise “Kayseri Lisesi” ismini almıştır. Burada ilginç bir durum var. Lisenin hatıra defterinde, Liseyi ziyaret edenler tarafından tutulan notlar bulunmaktadır. Bu notların bulunduğu defterin 1’nci Sayfasında “Kazım Karabekir Paşa” ve 8’nci Sayfasında “Gazi Mustafa Kemal Atatürk” izlenimleri yazılıdır.

Kayseri Melikgazi Kayseri Garnizon ve Hava Şehitliği-Kartal Şehitliği

KAYSERİ GARNİZON VE HAVA ŞEHİTLİĞİ-KARTAL ŞEHİTLİĞİ

İlçe merkezinde Erciyes Bulvarındadır ve 1946 yılında yapılmıştır.

1970 yılında ise, Kayseri Garnizon Şehitliği olarak kullanılmaya başlanmıştır. Şehitlikte çeşitli tarihlerde görev başında şehit olan askerlerin mezarları bulunmaktadır. 2’nci Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığına bağlıdır.

Kayseri Melikgazi Seyyid Burhaneddin Hazretleri Türbesi

SEYYİD BURHANEDDİN HAZRETLERİ TÜRBESİ

Türbe: Talas caddesi üzerinde, kendi adıyla anılan büyük mezarlığın içindedir.  Türbe 1892 yılında yaptırılmıştır. Giriş kapısının üstünde kitabesi vardır.

Ömrünün son yıllarını Kayseri’de geçiren Mevlana Celaleddin Rumi’nin hocasıdır. 9 yıl boyunca Konya’da Mevlana’nın hocalığını yapmıştır. Sonra Kayseri’ye dönmüş ve ölümüne kadar 9 yıl burada yaşamıştır.

Ölümüne yakın zamanda Kayseri Moğollar tarafından işgal edilip, yağmalanmıştır. 1244 yılında ölmüştür. Ölümünün ardından, Mevlana’ya mektup gönderilir, Mevlana saygı göstererek ulu arkadaşlarıyla birlikte Kayseri’ye gelir, Seyyid’in kabrini ziyaret eder.

Türbe: kare planlıdır. Kesme taştan yapılmıştır. Üzeri kubbeyle örtülmüştür. Türbenin güneyinde ve bitişiğinde de Emir Aydoğmuş’un türbesi bulunur. Türbenin mimari üslubu Selçuklu’dur. Türbe içinde, kubbe altında yarım silindir şeklinde Seyyid Burhaneddin’in sandukası bulunur.

Sandukanın başında Mevlevi Şeyhlerinden Kayserili Ahmet Remzi Dede’nin, Seyyid hakkında yazdığı manzum eseri bulunmaktadır. Türbede ayrıca, 1414 yılında Kayseri’de ölen Seyyid Zeynelabidin’in mezarı da bulunmaktadır ki, kendisi Peygamberimizin torunlarındandır.

Türbenin yönetimi 1981 yılından sonra Kayseri Müze Müdürlüğüne devredilmiştir. Kayseri il merkezinde en çok ziyaret edilen türbelerden biridir.

Kayseri Melikgazi Güpgüpoğlu Tarihi Konak ve Etnografya Müzesi

GÜPGÜPOĞLU TARİHİ KONAK VE ETNOĞRAFYA MÜZESİ

Cumhuriyet Mahallesindedir.

Konağın orijinal bölümleri, 1419 ve 1497 yılları arasında yapılmış, ekleme ve değişikliklerle 18’nci yüzyıla kadar devam etmiştir. 1976 yılında Konak Kültür Bakanlığı tarafından kamulaştırılmış ve tescil edilerek koruma altına alınmıştır.

Daha sonra yapılan restorasyon çalışmalarının ardından, konak 18 Mayıs 1995 günü müze olarak ziyarete açılmıştır. Daha önce Hunat Medresesinde bulunan ve toplam 2270 parçadan oluşan Etnoğrafya Müzesi 18 Mayıs 1998 günü konağın doğu kısmı, ikinci katına taşınmıştır.

Konak: Haremlik ve Selamlık olmak üzere iki bölümden oluşur.

Haremlik bölümü

Girişte: sağ tarafta olan Haremlik bölümü, günümüzde “Müze Ev” olarak düzenlenmiştir. Konağın bu bölümü Osmanlı evlerini yansıtan düzende sergileniyor. Burası üç bölümden oluşur. Bu bölümler: sofa, harem odası ve Tokana’dır. (ana mutfak) Sofa, ana mekan gibi düşünülmüş ve diğer odalar bunun çevresinde yerleşmiştir. Sofanın doğusunda “Harem odası”, batısında ise “Tokana” bulunur.

Kayseri Melikgazi Selamlık Bölümü

Selamlık bölümü

Girişte: sol tarafta olan Selamlık bölümü ise: “Etnoğrafya Müzesi” olarak düzenlenmiştir. Haremlikten daha sonra eklenmiştir. Doğuda, dış kale duvarlarına yaslanır. İki katlıdır. Alt kat: hayvanlara ve onların yiyeceklerinin depolanması için ayrılmıştır.

Üst kat: dışarıdan çıkılan, ağaç korkuluklu taş bir merdivenle ulaşılır. Bir orta hol çevresinde düzenlenmiştir. Burada bulunan odaların duvar ve tavanları, ahşap süslemelerle süslenmiştir.

Gelelim müze olarak düzenlenmesine

Hol kısmının doğusunda büyük odada: cam, çini, ahşap ve madeni eserler sergileniyor. İkinci odaya giriş koridorunda: ateşli, kesici ve delici silahlar ile erkek kıyafetleri bulunuyor. İkinci küçük odada ise: kadın süs eşyaları ve kadın kıyafetleri sergileniyor.

Hol kısmının güneyinde: girişte bulunan büyük odada: İslam devletlerine ait sikkeler görülüyor. Diğer küçük odada: el yazma Kuran-ı Kerimler, yazı takımları ve icazetnameler bulunuyor. Holün batısındaki büyük odada bakır ev eşyaları, halı ve kilimler sergileniyor. Konağın bahçesinde: İslami döneme ait mezar taşları sergileniyor.

Kayseri Melikgazi Arkeoloji Müzesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

1930 yılında, Hunat Hatun Medresesi, resmen müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1938 yılında ise, ziyarete açılmıştır. Ancak, Kayseri yöresindeki eserlerin yoğunluğu ve Kültepe kazıları sonucunda bulunan eserler: Hunat Hatun Medresesine sığmamaya başlar. Bunun üzerine, Gültepe Parkı yanındaki, eski Hastane binasına ait arsa kamulaştırılır ve burada 1965 yılında müze binası yapılmaya başlanır.

Evet, Arkeoloji Müzesi, İlçe merkezinde Gültepe Mahallesi, Kışla caddesindedir.

Müze binası 1965-1969 yılları arasında yapılmış ve 26 Haziran 1969 tarihinde ziyarete açılmıştır. Müze 2 katlıdır. İki büyük salon, bir koridor ve çalışma odaları ve depolar bulunur. Eserler 2 büyük salon ve bahçede sergileniyor.

1.Salon

Hemen girişte: MÖ 5500 yıllarına kadar uzanan devre yani Eski Tunç çağına ait , boyalı ve boyasız seramikler ile su mermeri idoller ve Ana Tanrıça Heykelleri sergileniyor.

Girişten sonra büyük salon bölümünde: Kültepe ören yerinde, 1948 yılından sonra yapılan düzenli kazılarda ortaya çıkarılan, Asur Ticaret Kolonileri devrine ait buluntular sergileniyor.

Bunlar arasında: çivi yazılı tabletler, pişmiş topraktan yapılmış yuvarlak gaga ve yonca ağızlı testiler, çömlekler, vazolar, meyvelikler, silindir ve damga mühürler, hayvan biçimli içki kapları, madeni eşyalar ve kalıplar bulunur.

Bunların yanında yine büyük salonda, Asur ticaret kolonilerinin eserleri ve MÖ 2000’li yıllara tarihlenen, Hitit eserleri vardır.

Kültepe, Kululu ve diğer merkezlerden getirilen Geç Hitit (MÖ 1200-700) dönemine ait heykeller, kabartma ve hiyeroglif steller sergileniyor.

Çeşitli madenlerden yapılmış objeler, silahlar, damgalar ve silindirik mühürler de onları tamamlıyor.

Küçük buluntulardan ayrı bir bölümde ise, Geç Hitit dönemine ait taştan yapılmış Kululu Kral Heykeli, Sfenks başı, yazıtlar ve aslan kabartmaları da dikkat çekiyor.

Birinci salon ile ikinci salon arasında geçişi sağlayan koridorda: Kültepe bölgesinden çıkarılan Frig devri (MÖ 730-300) eserleri olan boyalı ve boyasız seramikler görülüyor.

2. Salon

Salonda ise, Helenistik (MÖ 330-30), Roma (MÖ 30-MS 395) ve Bizans (MS 395-1071) dönemlerine ait, Kayseri çevresinde bulunmuş eserler sergileniyor. Bunlar arasında: kıymetli madenlerden yapılmış ziynet eşyaları, cam, şişe ve kolyeler, mermer heykel ve heykel parçacıkları, bronz figürler ve Herakles Lahdi vardır. Ayrıca: kadın-erkek heykelleri, sunaklar ve mezar buluntuları ile süs eşyaları dikkati çekiyor.

Kayseri Melikgazi Herakles Lahdi
Herakles Lahdi

Kayseri Arkeoloji Müzesinin hemen yanındaki Kültür Sitesinin temel hafriyatı sırasında, 1991 yılında, mermer bir Herakles Lahdi bulunmuştur.

Bu lahitte: “Herakles’in 12 işi” sırasıyla anlatılıyor. Bu betimlemelerde, Herakles’in hayatı boyunca yaşadığı fizyolojik değişimler de kademeli olarak gözlenmektedir.

Bu lahit müzenin en çarpıcı eseridir. Bu yüzden, bu lahdi incelerken, kullanmanız açısından biraz ayrıntıya girmek istiyorum.

Herakles, Yunan mitolojisinin en sevilen ve en ünlü kahramanlarından birisidir. Roma Mitolojisinde ise, Herkül olarak bilinir. Homeros efsanelerine göre: Thebai’de doğmuştur. Babası Zeus ve annesi Tiryns kralı Amphitryon’un karısı Alkmene’dir.

Herakles, gençliği ve tüm yaşamı boyunca, birbirine zıt iki etki altında kalmıştır. Zeus’un hoşgörüsü ve sevgisi ile Zeus’un karısı Hera’nın düşmanlığı, hatta nefreti.

Herakles, doğduğu günden itibaren, tanrısal bir kuvvete sahiptir. Hera’nın gönderdiği iki büyük yılanı öldürdüğünde, henüz birkaç günlük bebekti. Üstün bir eğitim gördü. En iyi yaptığı işler: ok atmak, araba kullanmak ve güreşmek idi.

18 yaşına geldiğinde, Kitharion ormanında yaşayan, ünlü canavarı öldürdü. Kendisine ödül olarak, Thebai kralının kızı Megara verildi. Bu kızdan 3 oğlu oldu. Hera: işe karışarak, Herakles’i çıldırttı.

Herakles’te karısını ve çocuklarını öldürdü. Suçlarından arınması için, Miken kralı Eurystheus’un hizmetine girip, onun her dediğini yapması gerekti. Kral, Herakles’e 12 işi yaptırdı, mitolojide, Herakles’in 12 görevi veya işleri denir.

İşte bu lahitte, Herakles’in 12 görevi yani 12 işi betimleniyor. Daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Bu 12 iş, yani lahit üzerinde göreceğiniz tasvirlerin ifade ettikleri şunlardır:

Nemean aslanını öldürüp derisini yüzmek, Lerna gölündeki Hydra’yı öldürmek, Artemis’in kutsal hayvanlarından Kyreneia geyiğini yakalamak, Erymanthiam dağında yaşayan büyük yaban domuzunu ağla tutmak, Augias’ın ahırlarını bir günde temizlemek (iki büyük ırmağın yataklarını değiştirip ahırlardan geçirerek), Stymphalos’da yaşayan ve o bölgedeki insanların rahatını kaçıran kuşları Athena’nın yardımıyla kovmak, Girit’e gidip Poseidon’un Minos’a verdiği azgın Girit Boğasını getirmek, Truva kralı Diomedes’in insan eti yiyen kısraklarını yakalamak, Amazon kraliçesi Hippolyta’dan kemerini almak, Okeanos’un bir adasında bulunan üç gövdeli dev Geryoneus’un sığırlarını çalmak, Hades’in ölüler ülkesini koruyan Cerberus adlı köpeğini yeryüzüne çıkarmak, Hesperidler’in altın elmalarını getirmek.

Bahçe

Müzenin bahçesinde: Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait mermer heykelleri, mezar stelleri, lahitler ve pişmiş topraktan iri küpler sergileniyor. Bunlar arasında, Kale Tepe’de bulunmuş Kululu eserleri, İmamkulu Kaya Kabartması vardır. Bunlar, müzede bulunan Hitit dönemi eserleri arasında ayrı bir öneme sahiptir.

 

 Kayseri Melikgazi Atatürk Müzesi ve Beş Tepeler Kayseri Evi

ATATÜRK MÜZESİ VE BEŞTEPELER KAYSERİ EVİ-İMAMZADE RAŞİT AĞA KONAĞI

İlçe merkezinde Cumhuriyet Mahallesinde, Tennuri Sokaktadır. Raşit Ağa Konağı olarak da tanınır. Müzeye giriş ücretsizdir.

Konak: 19’ncu yüzyıl sonunda geç Osmanlı döneminde, Raşit Ağa tarafından ev olarak yaptırılmıştır.

Sivil mimarinin ve Kayseri evlerinin en güzel örneklerinden birisidir. Aynı malzeme ve işçilikle yapılmış birçok Kayseri evinden, günümüze ayakta gelebilmiş, yerel evlerden birisidir. İlginç mimari özelliklere sahiptir, el işçiliği fazladır.

Binanı dışı kesme taşlarla kaplıdır. Çatı uçları ve cumbanın alt saçakları ağaçtan motiflerle süslüdür. Binanın girişi, güney cephede bulunan iki basamaklı kesme taş merdivenli demir kapı ile sağlanır. Ev iki katlıdır.

Birinci kattan üst kata, ahşap bir merdivenle çıkılır. Girişin sağında ve solunda iki oda vardır. Sağdaki odadan başka bir odaya geçilir. Üst katta: sağda, duvara bitişik mermer işlemeli bir çeşme ve her iki yanda da ikişer oda bulunur.

Kayseri Melikgazi Atatürk Müzesi ve Beş Tepeler Kayseri Evi

 

Atatürk ve arkadaşları, Aralık 1919 tarihinde Kayseri’ye gelirler. Kayserililer, Çift Kümbetlere kadar, yolun sağını ve solunu doldurmuş, yüzlerce atlı, onu uzaklardan karşılamak üzere yollara dökülürler. 19 Aralık 1919 Cuma günü, akşama doğru, arabası ve yanında arkadaşları ile görülen Atatürk, Kayserililer tarafından coşkun gösterilerle karşılanır.

Kendisi, Kayseri’nin en görkemli konağı olan İmamzade Raşit Ağa’nın evinde misafir edilir. Geceyi bu evde geçiren Atatürk, ertesi günü, Kayseri ileri gelenleriyle görüşmeler yapar. O gece de konakta kalır ve 21 Aralık 1919 günü sabahı da Kayseri’den ayrılır.

Yapı: 1978 yılında tescil edilerek koruma altına alınmış ve kamulaştırılmıştır. Daha sonra restorasyon çalışmaları yapılmış ve 19 Aralık 1988 tarihinde binanın ikinci katı tekrar düzenlenerek “Atatürk Müzesi” olarak hizmet vermeye başlamıştır.

Binanın birinci katında ise, Bakanlığa bağlı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü sergi salonu bulunur. Mustafa Kemal Atatürk, Kayseri ziyaretinde burada ağırlanmıştır. Günümüzde, burası ziyarete açıktır. Özellikle balmumu heykellerle yapılan canlandırmalar ilgi çekiyor. Ayrıca sinevizyon gösterisi vardır.

Konağın ikinci katı: 1983 yılında ise “Atatürk Evi” olarak ziyarete açılmıştır. Atatürk’ün kaldığı oda: ikinci katta ve evin güneydoğusundadır. Odanın tavanının ortasında, yıldızlı bir göbek süslemesi ve doğu duvarına yaslanmış bir sedir vardır. Evin bu katında, ayrıca bir plaka asılmıştır.

Günümüzde, bu odada: Atatürk’ün Kayseri’de yayınladığı beyanname, çekilmiş fotoğraflar, 1’nci dönem Kayseri milletvekillerine ait resimler sergileniyor. Soldan ikinci odada: Atatürk’ün gece konakladığı oda ve aynı zamanda çalışma odası bulunur. Sağdan ikinci oda: yemek ve istirahat odasıdır. Sağdan birinci oda: Atatürk’ün arkadaşlarının kaldığı misafir odasıdır.

 

 Kayseri Melikgazi Zeynel Abidin Hazretleri Türbesi

ZEYNEL ABİDİN HAZRETLERİ TÜRBESİ

Cumhuriyet meydanında, Sivas Bulvarı istikametindedir.

Zeynel Abidin, 15’nci yüzyılda günümüzde türbenin bulunduğu mevkide tekke, cami ve çeşme yaptırmıştır. Kendisi Kayseri’de “İmam Süleyman” olarak bilinmektedir ve 1414 yılında Kayseri’de vefat etmiştir.

Mezarının üzerine; Sultan II. Abdülhamit tarafından 1885 yılında bu türbe yaptırılmıştır. Türbe kare planlıdır. Kubbesi içten dört kemer üzerine oturtulmuştur. Yapının tüm pencerelerinin üzerinde, iki satırlık beyitler dolanır.

Türbe mekanının ortasında Zeynel Abidin’in sandukası bulunur. Giriş kapısı üzerinde bulunan inşa kitabesinde ise, oval madalyon içinde Sultan II Abdülhamit’in tuğrası işlenmiştir.

Kayseri Melikgazi Kayseri Kalesi

KAYSERİ KALESİ

İlçe merkezinde, Cumhuriyet Mahallesi, Nazmi Toker caddesindedir.

Kaleye ait ilk bilgiler MS 3’ncü yüzyılda, İmparator Gordianus (MS 238-244) dönemindeki sikkelerde rastlanır. Ancak günümüzdeki kale, Selçuklular döneminde yapılmıştır. (1224 yılında Selçuklu Sultanlarından I. Alaettin Keykubat)

Romalılardan başlayarak, Bizanslılar, Danişmentliler, Selçuklular, Dulkadiroğulları, Karamanoğulları ve Osmanlılar: Kayseri kalesinin iç ve dış surlarını tamir ettirerek kullanmaya devam etmişlerdir. Tarihi kale: birisi dış şehir ve burçların meydana getirdiği dış kale, diğeri de muazzam bir yapı özelliği taşıyan iç kale olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır.

Dış surların bir bölümü ve iç surların önemli bir bölümü günümüze ulaşmıştır. İç kale, günümüzde yoğun ticari faaliyet yapılan bir bölgedir.

Dış kale

Yukarıda belirttiğim gibi, kalenin İmparator Gordianus tarafından yani MS 238-244 yılları arasında yaptırıldığı tahmin edilmektedir.

Öte yandan: Bizanslı Tarihçi Prokopius: Kayseri’nin kuruluşunda yapılmış olan surun: birbirinden uzak tepeleri, bahçeleri ve meraları çevirmiştir. Şehrin evlerinin burayı dolduramadığı, Bizans İmparatoru Justinian (MS 527-565) tarafından, şehri koruyabilmek için eskiye nazaran surları daha dar yaptırdığını, yani esas suru daralttığını belirtir.

Kalıntılardan da anlaşılacağı üzere, sığınma yerleri, gözetleme kuleleri, burçları bulunan bu surlar, döneminde şehri kuşatıyordu. O yıllarda saldırılardan zarar görseler de, sonraki dönemde, bunları Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat onarttırmıştır.

Dış surlarda, 5 kapı vardır. Kuzeybatıdaki kapıya “Boyacı kapı”, güneyindeki kapıya “Kiçi kapı”, güneydoğusundaki kapıya “Sivas kapısı”, Kapalıçarşı önündeki kapıya “Demir kapı” ve kuzeydoğudaki kapıya “Yeni kapı” denir.

Yeni kapı: Sultan II Selim zamanında tadilat yapılarak genişletilmiştir.

Dış surların kalıntıları: Düvenönü meydanından başlayarak, Cumhuriyet meydanına doğru uzanır ve kalenin kuzey cephesinde birleştikten sonra Talas caddesi boyunca uzanıp Yoğunburç’ta tekrar Düvenönü’ne yönelir ve burada noktalanır.

Bugün, modern bir şehrin kurulduğu bu surlar içerisinde, eskiden 19 mahalle varmış. Surların güney köşesindeki Yoğunburç, o dönemdeki tabiriyle “Pasban” (bir karakol) ve kuzey köşesinde ikinci bir Pasban varmış. Günümüzde surların sadece kuzey ve doğu cephelerinde bazı kalıntıları görmek mümkündür.

Kayseri Melikgazi Kayseri Kalesi iç kale

İç Kale

Surların içerisinde, müstakil bir yapı durumundadır. Kuzeyden güneye doğru 800 metre, doğudan batıya 200 metre uzunluktadır. Kalenin dikdörtgen planlı 18 burcu vardır. Burçlar 3 metre genişlikteki duvarlara yaslanırlar.

Bu burçların altından, devriye yolu geçer. İç kalede de 2 kapı vardır. Bunlardan bir tanesi: kuzeydoğudadır. Diğer kapı ise Kazancılar çarşısına bakan güneybatıdadır. İki kapının da önünde: ilk hücumu önleyecek birer mazgal gözü vardır.

Yine emniyet amacıyla, kalenin dış çevresine su hendeği kazılmıştır. Ancak bu su hendeği, son yıllarda yeşil alan yapılmak üzere doldurulmuştur.

Kalede, uzun yıllar Kayseri halkı oturur, yaklaşık 600 kadar aile ikamet eder. Yani şehrin birkaç mahallesi, kale içinde imiş. Cumhuriyet döneminde, burası sebze pazarı olarak kullanılmış. 1982 yılında ise tamamen tahliye edilmiş, son olarak “sarraflar” burayı çarşı yapmışlar, ancak çalışmayacağını düşünerek, daha sonra yerleşmekten vazgeçmişlerdir.

Cami

Bu zarif cami, kalenin iç kısmında, sur duvarına bitişik yapılmıştır. Fatih Sultan Mehmet döneminde, 1467 yılında Gedik Ahmet Paşa’nın nezaretinde yaptırılmıştır. Bu cami ile birlikte bir de çeşme yaptırılmıştır, ama çeşme günümüze ulaşmamış yok olmuştur.

Kayseri Melikgazi Ahi Evran Esnaf ve Sanatkarlar Müzesi

AHİ EVRAN ESNAF VE SANATKARLAR MÜZESİ

Müze ilçe merkezine bağlı Tacettinveli Mahallesindedir. Müze haftanın 6 günü ücretsiz gezilebilmektedir.

Ahi Evran: 13’ncü yüzyıl başlarında, Horasan’dan Kayseri’ye gelmiştir. Anadolu Türk insanının: ekonomik, sosyal ve kültürel durumu ile ilgilenmiştir. Esnaf ve sanatkarları, meslek ve ahlaki planda örgütlemiştir. Bunları bir araya getirerek, sosyal teşkilatlanmayı oluşturmuştur. Oluşan bu teşkilatlanma sistemi: daha sonra “Ahilik” adı altında sürdürülmüştür. Kendisi burayı dergah olarak kullanmış ve dericilik yapmıştır.

Kayseri Melikgazi Ahi Evran Esnaf ve Sanatkarlar Müzesi

Müze: Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiştir. Yapıda 4 oda ve 500’den fazla eser sergileniyor. Müzede: Ahi Evran tarafından kullanılan deri terbiye taşı ve tarihin derinliklerinde kaybolmaya yüz tutan çeşitli mesleklere ait araç ve gereçler ile mahalli eşyalar sergileniyor.

Ayrıca: 1178 yılında Ramazan ayında Ahi Evran dostlarından ve Kayseri alimlerinden Hasan Efendi’nin yazdığı: Peygamberimiz ve halifelerin: iş, yaşam ve ticaret ahlakından bahseden sözlerine ait el yazması eseri sergileniyor.

Müzede sergilenenlerin bazıları parayla satın alınmış, bazıları da emekliye ayrılmış usların kendileri ve yakınları tarafından müzeye bağışlanmıştır.

 

SAAT KULESİ

Cumhuriyet meydanındadır.

Kare planlı saat kulesi, 1908 yılında Sultan II Abdülhamit’in fermanıyla, bütün büyük şehirlerde birer saat kulesi ve muvakkithane inşa edilmiştir. Saat kulesinin yapım masrafları, İl Özel İdaresi tarafından karşılanmıştır. Sahil usta tarafından yapılmıştır. Ancak mimarı bilinmemektedir.

Kuleye bitişik olarak bulunan küçük bir oda vardır. Bu oda yapıldığı dönemde muvakkithane (yani güneşe bakılarak namaz vakitlerinin belirlenmesi) olarak kullanılmıştır.

Kule kare planlı ve 10 metre yüksekliktedir. Silmeler 3 kata bölünmüştür. Üstü de pramidal çinko külah ile örtülüdür. Kesme taştan yapılmıştır. İçeriye, doğu yönünde, yuvarlak kemerli bir kapıdan girilir. İçerisi, silindir şeklindedir.

Ortadaki helezonik bir merdiven ile saatin bulunduğu bölüme çıkılır. Merdiven ortasında 30 cm çapında yuvarlak bir açıklık bırakılmıştır. Buradan, saatin kurularak çalışmasını sağlayan, silindir şeklindeki madeni ağırlık sarkmaktadır.

Kulede: dört yöne bakan saat kadranları vardır. Saat kulesinin üzerinde, dört tarafta, yönleri gösteren dört çubuk bulunur. Bunun ortasında, rüzgarı yönünü gösteren bir ok işareti vardır.

Kulenin kuzeybatı köşesine bitişik olarak yapılan ve kuzeyden bir kapı ile muvakkithane içerisine girilen saatçi odasının yanlarında, sivri kemerli pencereler vardır. Muvakkithanenin dört yan duvarının üzeri, üçgen alınlıklar üzerine oturmuş çinko çatı ile örtülmüştür. Kesme taştan yapılan bu yapının duvarları arasında, siyah taş bordürler yerleştirilmiştir.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, Kayseri şehrini ziyaret ettiğinde, buradan halka hitap etmiş, halkın şikayet ve dileklerini burada dinlemiştir. 13 Ekim 1924 tarihinde Atatürk karatahta önünde ilk olarak alfabemizin kabulünden sonra ders anlattığı yer burasıdır.

Bina, bir dönem de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kayseri Şubesi olarak kullanılmıştır. Daha sonra yakınındaki Askerlik Dairesinin mübayaa işlemleri için ve daha sonra da Turizm Bürosu olarak kullanılmıştır.

 

 Kayseri Melikgazi Alaca Kümbeti

ALACA KÜMBETİ

İlçe merkezinde Talas caddesindedir.

Kümbetin kitabesinde, bu kümbetin Emir Cemaleddin Bin Muhammed adına, 1280 yılında yaptırılmıştır. Alaca kümbet: kesme taştan, kare planlı olarak yapılmıştır. Üzeri taştan piramit şeklinde örtülüdür.

Türbenin giriş kapısı: kuzey yöndedir. Üzeri düz lentolu, mukarnaslı ve sivri alınlıklıdır. İç kısmın güneyi ve doğusunda sivri kemerli nişler, batı tarafında da dıştan çerçeve içerisine alınmış iki pencere vardır. İç kısımda demir mihrap bulunur.

 

 Kayseri Melikgazi Kazancılar Çarşısı

KAZANCILAR ÇARŞISI

Kazancılar çarşısı: Millet Caddesi, Bankalar Caddesi, Kapalı Çarşı, Düvenönü ve Kıcıkapı bölgelerini de kapsamaktadır.

Kazancılar çarşısının bulunduğu bu bölgede: 16’ncı yüzyılın ortalarında: Şeyh İbrahim Tennuri soyundan Hacı Muslihiddan tarafından bir cami ve çeşme yapılmıştır. Ancak büyük depremde bu iki yapı büyük zarar görür ve onarılmayacak şekilde harabe haline gelir.

Bunun üzerine 1935 yılında buraya Kayseri’nin en modern çarşılarından biri olan “Kazancılar Çarşısı” yapılır. Çarşı son olarak 1995 yılında restore edilmiştir. Bu yüzden çok geniş bir ticaret ve alışveriş merkezinin odağını oluşturur.

Kazancılar Çarşısının dükkanları küçük olmasına rağmen ekonomik açıdan büyük işler yapıyor ve Kayseri’de para piyasasına yön veriyor. Tarihi kapalı çarşının hemen yanında bulunan çarşı: kuyumcuların, döviz bürolarının ve bankaların bulunduğu finans merkezidir.

Kayseri’de kuyumcular ağırlıklı olarak buradadır. Hatta, buranın İstanbul’un tahta kalesi benzeri Kayseri’nin tahta kalesi olduğu söylenir.

 

 Kayseri Melikgazi Kapalı Çarşı

KAPALI ÇARŞI

Kapalı Çarşı: 1497 yılında Kayseri Sancak Beyi Mustafa Paşa tarafından: kapalı çarşı ve bedesten olarak inşa ettirilmiştir.

İlk yapıldığı dönemde, 15 bölümden oluşmaktadır. Ancak 1700’lü yıllarda büyük bir yangın geçirmiş ve günümüze sadece 3 bölümü ulaşmıştır. İstanbul’daki kapalı çarşıdan sonra Türkiye’nin ikinci büyük kapalı çarşısı olarak bilinmektedir.

1844 yılında Urgancılar Çarşısına paralel olarak ve Kapalı çarşıya ilave olarak “Hacı Efendi Çarşısı” yapılmıştır. 302 dükkandan oluşan bu çarşı: Güpgüpzade Hacı Efendi tarafından yapılmıştır. Ancak 14 Eylül 1870 günü çıkan ve bütün Kapalı çarşıyı enkaz haline getiren yangından, Hacı Efendi çarşısı zarar görmeden kurtulmuştur.

Ancak bu yangında, biraz önce belirttiğim gibi, kapalı çarşının büyük bir kısmı yanmıştır. Çünkü çarşı o dönemde ahşaptır ve çarşının neredeyse tamamı yok olmuştur.

Daha sonra, Maraşlı Osman Paşa’nın gayretleriyle, kapalı çarşı, yangından önceki şekline sadık kalınarak ve taş malzeme kullanılarak, 1804 dükkan şeklinde yeniden yapılmıştır.

1907 tarihli Ankara Vilayeti Salnamesinde, “Kayseri Kapalı Çarşısının 2000’den fazla dükkan ve mağazayı içine alan muntazam kagir bir çarşı” olduğu yazılıdır.

1935 yılında üzerindeki tonozların büyük kısmı açılmıştır. Ancak bu durum çarşının tahribatını hızlandırmıştır. Ağır kış şartlarında burayı korumak mümkün olmadığı gibi, çarşıdaki yıkılmalar artmıştır. Bunun üzerine, 1987-1990 yılları arasında ise, kapalı çarşı bütünüyle ele alınmış, eski Osmanlı mimarisi tarzında yeniden yapılmıştır.

Günümüzde, kapalı çarşı, 600 esnafı ile, Kayseri ticaretinin merkezi konumundadır.

 

 Kayseri Melikgazi Vezirhan

VEZİRHAN

Kapalı çarşının bir bölümünü oluşturan Urgancılar çarşısının girişindedir. Hana giriş doğu cephedendir.

Yapı: Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın, Nevşehir’de bulunan külliyesine gelir getirmesi için 1727 yılında yarısında yapılmıştır. Kaynaklarda: burada sadece abacı, kumaşçı, kuyumcu, çuhacı gibi itibarlı mesleklerin faaliyet sürdürdüğü yazılıdır.

Yapı: geniş bir avluyu çevreleyen 72 odalı bir yapıdır. Daha önce, han içinde dericiler nedeniyle kötü kokular vardı. Ancak yakın zaman önce, han içinde bulunan mekanlarda deri alım-satımı yasaklanmıştır. Böylece kötü koku ve çirkin görüntüler önlenmiştir.

Ayrıca dericilerin kullandığı tuz, binanın taş duvarlarına zarar veriyordu. Günümüzde de iş hanı olarak kullanılmaktadır. Vezirhan içinde günümüzde: kayseri mantısı yiyebilirsiniz, ayrıca antika eşyalar, halı ve kilimlerin satıldığı yerler bulabilirsiniz.

ŞEYH İBRAHİM TENNURİ

Akşemsettin’in, Fatih Sultan Mehmet ile birlikte müridi olup, Kayseri’de onun halifesi iken 1482 yılında vefat etmiştir.

Camisi

Cami, Emir Sultan Mahallesindedir.

Cami: 1466 yılında, Şeyh İbrahim Tennuri tarafından yaptırılmıştır. Ancak, caminin onun ölümünden sonra onun adına yaptırıldığı da söylenir. Kesin olan, cami ve çeşmeyi bizzat Tennuri’nin kendisinin yaptırmış olmasıdır. Ayrıca, İbrahim Tennuri ve oğlu Lütfullah Tennuri adına, Vakıflar Genel Müdürlüğündeki vakıf tescil defterinde her ikisinin de vakfıyesi bulunduğu, bu iddiayı doğrular niteliktedir.

Söylentilere göre: “Karaman oğullarından Pir Ahmet Bey, 1466 yılında Fatih Sultan Mehmet’e olan bağlığından kopar ve Uzun Hasan’a sığınır. Ardından Kayseri ve Konya, Osmanlı topraklarına katılır. Bu sırada: Fatih Sultan Mehmet, Kayseri’de yaşayan Şeyh İbrahim Tennuri’ye birçok ihsanlarda bulunur, hatta kendisi öşür ve ağnam vergilerinden muaf tutulur ve şeyh Tennuri bu camiyi, Fatih Sultan Mehmet’in verdiği ihsanlarla yaptırmıştır.

Plan bakımından klasik Kayseri mescitleri tarzında, direk ve ahşapla örtülmüş toprak damlıdır. Moloz ve kısmen taş duvarlıdır. Caminin mihrabı kesme taştan inşa edilmiştir. Minare: kesme taştan yapılmış olup sekiz köşeli ve tek şerefelidir.

Cami günümüze kadar birçok tamirat görmüştür. Son onarım 1815 yılındadır. Bu onarımla ilgili caminin giriş kapısında mermer bir kitabe bulunur.

 

Türbesi

Cumhuriyet mahallesinde, Şeyh Camisi olarak bilinen caminin batı bitişiğindedir.

Kitabesinde: yapının Sultan II Beyazıt tarafından 1484 yılında yapıldığı yazılıdır. Türbenin: İbrahim Tennuri’nin halifesi İskilipli Şeyh Yavsi tarafından, Sultan II Beyazıt’a tavsiyesi üzerine yaptırılmıştır. Çünkü Sultan II Beyazıt, Şeyh Yavsi’nin müridi olmuştur. Böyle olunca, Temmuri, Sultan II Beyazıt’ın hocasının hocası olur.

Önce türbenin kapısı, kuzey kısımda iken daha sonra camide yapılan bir tamiratla bu kapı kapatılmış, caminin içinden bir kapı açılmış, eski kapı da pencereye çevrilmiştir. Eski kapının üzerinde üç satırlık Arapça mermer bir kitabe vardır.

Cami ve türbenin çevresi, önceleri mezarlık iken, sonraları mezarlık kaldırılarak yeri, cami ve türbeye bahçe yani yeşil saha olarak bırakılmıştır. Türbe, klasik Selçuklu devri kümbetlerinin son örneklerindendir. Selçuklu tipi türbelerden Osmanlı tipi türbelere geçişin ilk örneklerindendir. Kesme taştan, altı köşe olarak yapılmıştır. Üzerinde de altı köşeli bir sivri külah bulunur.

Türbe içinde 3 ahşap sanduka vardır. Bunların ait oldukları kişiler: girişte sağdan sola Şeyh İbrahim Tennuri, Şeyh Lütfullah Tennuri, Şeyh Ali Sultan’dır.

 

 Kayseri Melikgazi Hunat Hatun Külliyesi

HUNAT HATUN KÜLLİYESİ

Hunat Hatun kimdir?

Selçuklu Hükümdarı I Alaeddin Keykubat’In karısı ve Sultan II Gıyaseddin Keyhüsrev’in annesi Mehperi Hanat Hatun’dur. Selçuklu döneminde: Saray ailesine “Huvand” ünvanı verilirdi. Mahperi Hatun’da bu unvanı kullandığı için yaptırdığı camiye “Hunat Cami” ismi verilmiştir. Cami, medrese, türbe ve hamamdan oluşan külliye: 1238-1246 yılları arasında yaptırılmıştır. Anadolu’da bulunan Selçuklu eserlerinden en güzel ve en önemlilerinden birisidir.

 

 Kayseri Melikgazi Hunat Hatun Külliyesi Cami

Cami

Külliyenin merkez yapısıdır. Kayseri’de Selçuklulardan günümüze kalan en büyük camidir. Caminin 3 tane kapısı vardır. Ana kapı batıdadır. Batı cephesinde bulunan giriş kapısı, güzel bir arabesk süsle bezenmiştir.

Caminin mihrabı ve minberi görülmeye değerdir. Tonoz şeklindeki tavan: 48 büyük ayakla beslenen kemerler üzerine oturtulmuştur. Ortadaki kubbesi daha sonra yapılmıştır. Minare ise, Sultan II Abdülhamid döneminde 1726 yılında inşa edilmiştir.

Çünkü külliyede bulunan cami, Selçuklu mimarisine sadık kalınarak minaresiz olarak inşa edilmiştir. Caminin arka bölümü, Selçuklu döneminde “yazlık” olarak kullanılıyordu. Daha sonra tamamı kapatılarak bugünkü hale getirilmiştir.

 

Türbe

Caminin batı giriş kapısının sol tarafında, caminin kuzey ucunda, Mahperi Hatun’un türbesi bulunur. Türbeye, medrese kısmının içerisinden girilir. Kümbetin içindeki en büyük sanduka Hunat Hatun’a ve diğeri ise Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’in kızı Selçuki Hatun’a aittir. Üçüncüsünün ise hanedandan bir hanıma ait olduğu düşünülmektedir.

Hamam

Külliyenin hamamı çifte hamamdır. Hamamın her erkekler bölümünde hem de kadınlar bölümünde kubbesi vardır. Kubbeler tuğladan yapılmıştır. Hamam bölümünde yapılan son restorasyon çalışmalarında, bazı çiniler ortaya çıkmıştır.

Medrese

Şehrin tam merkezindeki medresenin içi günümüzde çarşı olarak kullanılmaktadır. Yapı dıştan kale görünümündedir ama zamanla burçları yıkılmıştır. Medreseye, geometrik Selçuklu motifleriyle süslenmiş bir taç kapıdan girilir. Kare planlı bir avlunun çevresinde sıralanmış talebe odaları ve doğuda ana eyvan bulunur.

1751 yılında Hacı Halil Efendi tarafından bir kütüphane kurulmuştur. 1917 yılında Medrese eğitimi bitince, buradaki 433 kitap Raşit Efendi Kütüphanesine taşınmıştır. Medrese: 1929 yılından sonra müze olarak kullanılmaya başlanmıştır ve uzun yıllar Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmıştır.

Ancak 1969 yılında Gültepe’de inşa edilen yeni Arkeoloji Müzesi hizmete girince, burası Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. 1998 yılında Etnoğrafya Müzesinin Güpgüpoğlu Konağına taşınmasının ardından, medrese bakım ve onarıma alınmış daha sonra Vakıflar Bölge Müdürlüğüne devredilmiştir. Günümüzde medrese hediyelik eşya çarşısı olarak kullanılmaktadır.

 

 Kayseri Melikgazi Emi Ali Türbesi

EMİR ALİ TÜRBESİ

Talas caddesi ve Hisarcık yolunun kesiştiği yerde, Kartal Hava Şehitliğinin hemen yanındadır.

Kitabesine göre: 1350-1351 yılları arasında, Emir Ali tarafından yaptırılmıştır. 2 satırlık kitabe, kapının kemeri üzerindedir. Bu türbeye aynı zamanda “Pişrev Ali Türbesi” ismi de verilmektedir. Türbe eskiden mezarlık alanı içerisinde iken, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1955 yılında restore edilmiştir.

Evet, biraz türbenin mimarisi: türbe kareye yakın dikdörtgen planlıdır. Üzeri tonozla örtülüdür. Türbenin altında: mumyalık, üzerinde de mescit kısmı bulunur. Mescit bölümüne: kuzey duvarının ortasındaki merdivenle çıkılır.

Giriş kapısı: sivri kemerli bir niş içeresinde basık kemerlidir. Türbe içinde iki mezar vardır. Bunlardan bir tanesi, Emir Pişrev diye tanınan Ömer oğlu Ali’nindir.

Kayseri Melikgazi Ali Cafer Kümbeti

ALİ CAFER KÜMBETİ

İlçe merkezinde Melikgazi Belediyesi binası karşısındadır. Halen mülkiyeti Kayseri Belediyesine aittir.

Kitabesi yoktur. Bu yüzden inşa tarihi kesin bilinmiyor. Ancak mimari stiline bakıldığında Selçuklu eseri olduğu ve 14’ncü yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Kare kaide üzerine oturtulmuş, sekizgen planlı bir yapıdır.

Üst örtüsü, sekiz kenarlı bir piramit şeklindedir. İçeriyi, yuvarlak bir kubbe örter. Yapı, aynı zamanda mescit olarak da kullanılmaktadır. Yapının altında bir mumyalık, üst kısmında ise dikdörtgen bir giriş odası ve sekizgen planlı mescit kısmı vardır.

Giriş kapısı süslemelidir. Kapı mukarnaslı bir tacın altında açılmıştır. Anadolu’daki Türk yapı sanatının güzel örneklerinden olan Ali Cafer Kümbetinin giriş mekanının bütünü yıkılmış durumdadır. Ayrıca, külahın yarısının taşları dökülmüş ve il dolgu meydana çıkmıştır.

İlginçtir, buraya türbe mi demek lazım (öyle olsa gerek alt kısmında mumyalık bölümü vardır) yoksa kümbet mi, türbedeki sandukalar göremeyeceksiniz, çünkü yok, neden, çalınmış veya alındığı tahmin edilmektedir.

 

DÖNER KÜMBET

Şah Cihan Hatun kümbeti, halk arasında “Döner Kümbet” olarak tanınır. Talas caddesi üzerinde Seyyid Burhaneddin Mezarlığı karşısındadır.

Kayseri’de en güzel Selçuklu eserlerindendir. Kümbet kitabesine göre: Prenses Şah Cihan Hatun adına yaptırılmıştır. Ancak tarih yoktur. Yapılış tarihinin muhtemelen 1275 yılı olduğu düşünülmektedir.

Türbenin gövdesi çevresinde kaval silmelerin meydana getirdiği, 12 sivri kemerden her birinin çevirdiği yüzeyler, farklı süslemelerle işlenmiştir. Oturmalıkta giriş ve herhangi bir hava deliği yoktur, buna istinaden türbenin cenazelik kısmının mevcut olmadığı düşünülmektedir.

Ayrıca taç kapının solunda bir hurma ağacı üstünde, çift başlı kartal ve iki yanında birer aslanı gösteren harap bir kabartma bulunur.

Kapının sağında da diğer bir hurma ağacı kabartması vardır, burada küçük bir hurma yaprağı, vazoya konmuş gibidir. Bu motifin altında da tahrip edilmiş, iki kuş ve aslan başı vardır.

Konik külah örtülü gövdede: sivri kemerlerle biten kaval silme çerçeveli panolar görülür. Bu panolarda geometrik motifli kabartmalar bulunur.

 

KAYABAĞ

İlçe merkezine 15 km uzaklıktadır. Gesi bölgesine ise 1 km uzaklıktadır.

Köyün eski ismi “Darsiyak” tır. Bu kelime, Rumca da “dar vadi” demektir. Bu ismi, köyün ortasındaki vadiden almıştır. Köy, bu vadinin her iki yakasında bulunmaktadır.

Burada: Cumhuriyetin ardından mübadele sonucu Yunanistan’a gönderilen Rumlar yaşıyorlarmış. Bugün, burada çok sayıda yazlık villa tipi ev bulunmaktadır.

 

 Kayseri Melikgazi Kayabağ Yanartaş Manastırı

Yanartaş (Taksıarhıs) Manastırı

Manastır, Darsiyak (günümüz Kayabağ) köyünün merkezindedir. Darsiyak kelimesi başmelek anlamına gelen “Taksıarhıs” kelimesinin bozulmuş halidir. Yani, başmelekler Gabriel ve Mikael, manastır kilisesi ve adıyla ilişkilidir. Yapının kitabesi çalınmıştır. Ancak kilise içindeki freskolardan birisinin yanında 1849 yazılıdır.

 

Neden Yanartaş ismi kullanılmıştır?

Bir söylentiye göre: “İmparator Konstantin’in annesi Helena (İmparatoriçe Helena, Hıristiyanlık resmen kabul edilince, İstanbul’dan yola çıkarak Kudüs’e kadar gitmiş, ne kadar kutsal emanet varsa toparlamış ve İstanbul’a götürmüştür, bu kutsal emanetlerin büyük kısmı, takip eden dönemde İstanbul’u işgal eden Latin haçlılar tarafından çalınıp İtalya’ya götürülmüştür.) : kilisenin bir duvarında, yüksek bir noktada bulunan “lapis specularis” türü değerli bir taşı, kilisenin inşa edildiği yerde bulmuştur.”

Lapis specularis, cam üretiminde, günümüz teknolojisinin olmadığı dönemde, pencere açıklıklarında kullanılan bir taş olarak bilinir. 19’ncu yüzyılda, cam üretimi bilindiğinden, kilisenin açık olduğu dönemde, yapıda bu tip bir taşın varlığı, devşirme bir taş yani başka bir yerden getirilen bir taş olduğunu düşündürür.

Kilisenin doğu cephesinde, apsisin üzerine denk gelen, iki yanında Mikael ve Gabriel’in temsil edildiği oval bir boşluk vardır. Bu boşluk söz konusu taşın yeri olabilir. Kiliseye adını veren bu taş, günümüzde yerinde yoktur. Bir başka gezgin Cuinet: bu taşın kubbede bulunduğunu ve yakınlarda bulunan yıkılmış başka bir manastırdan getirildiğini, kızıl renkli “kornalin” taşı olabileceğini öne sürmüştür.

Evet kilise, Rum ve Ermeni ahali tarafından ibadet için kullanılmıştır. Manastır: düzgün kesme taş bloklar kullanılarak, yığma tekniğiyle inşa edilmiştir. Üç nefli bazilikal planlıdır. Batıda: beşik tonoz örtülü, narteks bulunmaktadır. Galerinin doğu ucundaki iki mekan, muhtemelen rahiplerin kullanımı için düzenlenmiştir.

Kilisenin kubbe pandantiflerinde İncil yazarlarının betimlemeleri görülür. Kubbenin güney ve kuzey duvarlarında tasvirler dikkat çeker. Ana apsis kemerinin yukarısındaki duvar yüzeyinde, baş melekler Cebrail ve Mikail anıtsal ölçülerde resmedilmiştir.

Ana apsisin nişinin yüzeyinde de muhtemelen Kutsal Ruh betimlemesi vardır. Tüm bunların yanında, kilisenin içinde okunamamış Rumca bir kitabe bulunmaktadır.

1835 yılındaki depremde hasar görmüş, Sultan III Selim zamanında verilen bir fermanla İstanbul’daki Rus elçiliğinin gönderdiği para ile yeniden inşa edilmiştir.  Cumhuriyetten sonra, mübadele nedeniyle Yunanistan’a giden Rumlar bölgeden ayrılınca kilise bir süre boş kalmış, sonra 1948 yılına kadar askeri depo olarak kullanılmıştır.

Gelelim günümüze

Günümüzde manastırın iki büyük kapısından biri, arkasına konulan kayalarla kapatılmıştır. Manastırın içi bir süre muhtar evi olarak kullanılmış, günümüzde ise Gesi Kayabağ Derneği binası olarak kullanılmaktadır. Ancak oldukça bakımsız durumdadır. Duvarlarına yazılar yazılmış, hayvanlar için ahır olarak kullanılmıştır.

 

 Kayseri Melikgazi Kayabağ kaya oyma kilisesi

Kayabağ Kaya Oyma Kilisesi

Mahalle merkezine 500 metre uzaklıkta, Şehit İzzet Büyükbaş caddesindedir. Kilise: tepenin kuzey tarafında ana kayaya oyularak yapılmıştır. Kuzey yöne bakan değişik formda olan iki tane açıklıktan giriş kısmına geçilir. Giriş kısmı yaklaşık 8 x 4 metre ölçülerindedir. Buradan kiliseye geçiş sağlanır.

Giriş kısmının güney tarafında, kiliseye girişi sağlayan yaklaşık 1.60 metre ölçülerinde bulunan biri dikdörtgen, diğeri yuvarlak olan ve üzerlerinde kemer formları bulunan iki tane açıklıktan geçilir. Kilisenin içi, toprakla yarıya kadar dolmuş durumdadır.

Doğu yönünde apsis vardır. Kilisenin batı yönünde, çatı kısmında doğal veya beşeri etkenlerle açılmış bir açıklık bulunur. Kilise doğal etkenler veya beşeri etkenler sonucu, çok fazla tahrip edilmiştir.

Ayrıca kilisenin batı kısmında muhtemelen güvercinlik olduğu düşünülen bir mekan bulunur. Mekanın duvarlarında niş şeklinde açılmış güvercin yemlikleri bulunur.

 

 Kayseri Melikgazi Germir-Konaklar Köyü

GERMİR (KONAKLAR) KÖYÜ

Bu köyde: yöreye has kesme taştan yapılmış eski evler, 3 tane kilise bulunmaktadır. Köyün bir diğer önemli özelliği ise, ünlü film yapımcısı Elia Kazan’ın burada doğmuş olmasıdır.

Germin’in 18’nci yüzyılda kurulduğu düşünülür. Garmin ismini binaların yapımında kullanılan “kırmızı” toplardaki taşlardan almıştır. Bu dönemde: üç kültür (Ortodoks Rumlar, Apostolik ve Ortodoks Ermeniler ve Müslüman Türkler) bir arada ve dostça yaşamıştır.

Kurtuluş Savaşından sonra Cumhuriyet döneminde ise: bölgede sadece Türkler kalmıştır ve mübadele sonucu Yunanistan’dan gelmiş soydaşlarımız yerleşmiştir.

Kayseri Melikgazi Germir-Konaklar Köyü Kiliseler

Kiliseler

Bölgede 3 tane kilise bulunuyor. Bu kiliselerden bir tanesi Ermeniler, diğerleri Rumlara aittir. Bu kiliselerden bir kısmı: yerli halk tarafından ev olarak kullanılmaktadır. Harabe olan kiliseler: iç ve dış olarak fiziksel hasar görmüştür.

Bu kiliselerden: Ermenilere ait olanı “Surp Stephanos Ermeni Apostolik Kilisesi” dir. Kiliselerden Rumlara ait olanlar ise: Agio Theodoroi ve Panagia kiliseleridir. Germin’de bulunan bu kiliseler: 1940’lı yıllarda tapuları şahıslara verilmiştir.

Elia Kazan

Üç kere Oscar ödülü kazanan, beş kere de aynı ödüle aday gösterilen dünyaca ünlü Yunan asıllı Amerikalı yönetmen, aktör, senarist ve yazar Elia Kazan: 1 yaşına kadar İstanbul’da yaşadıktan sonra, ebeveynlerinin doğup büyüdüğü yer olan Germin’e taşınmışlardır.

Kazan, o dönemde köy olan Germin’de Aliye Kazancıoğlu adıyla anılmıştır. 4 yaşında ise zorunlu olarak New York’a göç etmiştir. Ardından, ileriki yıllarda yaşamı boyunca hemen hemen her yıl Garmin bölgesini ziyaret etmiştir.

 

Sonuç

1960 yılından sonra köyün ismi mimari ve mühendislik harikası konaklarından dolayı “Konaklar” olarak değiştirilmiştir. 2000 yılında ise köyün ismi geri verilmiş ve “Garmin” olmuştur.

Günümüzde ise, Germin, yarı harabe haldedir. Konaklar ise, aslında eski köyün yukarısında bulunan ve tarihi binalardan çok modern apartmanlar barındıran komşu bir mahallenin ismi olmuştur.

 

GESİ EVLERİ

İlçe merkezinin 17 km kuzeydoğusunda Erciyes dağının volkanik faaliyetleri sonucu oluşmuş vadi üzerindedir.

Eski kaynaklarda Gesi yöresi “Giscissa” diye geçer. Danişment Beyliği döneminde “Gassi” olarak bilinir.

Darsiyak, Deri ve Salkuma derelerinin aktığı, birbirine kesen vadilerin bulunduğu Gesi: kaya yerleşimleri, kaya kiliseleri, yeraltı şehirleri, manastırları, tarihi camileri, taş kemer köprüleri, yöre mimarisini yansıtan taş evleri ve güvercinlikleriyle önemli bir turizm merkezidir.

Aslında çevre kıraçtır. Ancak kasaba içerisinden geçen çay nedeniyle, çevrede yeşil alanlar, meyve bahçeleri ve bağlar vardır. Bunun sonucunda: bu bölge, zaman içinde bir dinlenme yeri olmuştur.

Anadolu sivil mimarisinin başlıca öğelerinden olan: dar parke taş kaplı sokaklar, avlulu evler, kemerler ve mahalli taş malzeme ile yapılmış evler dikkat çeker.

Evler: blok taşlardan yapılmıştır.

Kayseri Melikgazi Sarımsaklı göleti piknik yeri

 

SARIMSAKLI GÖLETİ PİKNİK YERİ

İlçe merkezine 32 km uzaklıktadır.

Burada “Sarımsaklı Barajı Sosyal Tesisleri” bulunuyor. Piknik ve kamp sevenler için, uygun bir yer haline getirilmiştir. Ayrıca amatör balıkçılar burada balık tutmaktadırlar. Bahar ve yaz aylarında büyük ilgi görmektedir.

Kayseri Melikgazi Koramaz Vadisi

KORAMAZ VADİSİ

Koramaz vadisi, Kayseri şehir merkezine 20 km uzaklıktadır.

Vadi yaklaşık 12 km uzunluğundaki bir deprem kırığından oluşur. Vadinin en doğu ucunda taban rakımı 1500 metredir. En batı ucunda ise 1165 metredir. Bu kod farkı nedeniyle, Koramaz çayı, vadi tabanında akmaktadır.

Vadide halen yaşam sürmekte olup 7 tane yerleşim yeri bulunmaktadır. Bu köylerin isimleri: Bağpınar, Vekse, Turan, Ağırnas, Küçük Bürüngüz, Subaşı, Büyük Bürüngüz köyleridir.

Kiliseler

Koramaz vadisinde tespit edilen kaya kilise sayısı 38’dir. Ayrıca 2 tane de modern kilise vardır. Bu tarihi kaya kiliselerinin çoğunluğu Bizans döneminden kalmadır. Kiliseler, içlerindeki benzersiz fresklerle ilgi çeker.

Kayseri Melikgazi Koramaz Vadisi Ermeni kilisesi
Ermeni Kilisesi

İlçe merkezine bağlı Bağpınar köyünde bulunan Ermeni kilisesi “Beşaret Kaya Kilisesi” olarak tanınır. Koramaz vadisinin giriş kısmında bulunmaktadır. Ermeniler bölgede yaşarken yapılan kilise, defineciler tarafından tahrip edilmiştir. Duvarlarda bulunan freskler de tahrip edilmiştir.

Ağırnas Karşı Kaya Kilisesi

Kilisenin gerçek ismi bilinmemektedir. Kaya kiliseleri, genellikle Vadinin batı duvarında bulunurlar. Bu kilise ise, tek başına doğu duvarındadır. Doğu duvarında kayalara oyularak açılmış bir avludan girilir. Avluda 3 tane mezar vardır. Kilise, dikdörtgendir, nal şeklindeki apsisinde ana kayaya oyulmuş altar ve kuzey duvarında niş bulunur. Kilise duvarlarında fresk yoktur.

Isbıdın Kaya Kilisesi. 1 Numara

Isbidin bölgesinde 9 tane kaya kilisesi vardır. Isbidin köyünün güneybatısında köye 3 km uzaklıktadır. Vadiyi geçen köprünün yanındaki kayalık sırttadır. Yol seviyesinden 15 metre yükseklikteki yamaçtadır. Kilise: tipik haç planı şeklindedir. Kuzeyinde narteks bulunur. Kilisenin kuzeydoğu ve kuzeybatı bölümlerindeki köşelerde odalar vardır. Kilisenin duvar ve örtü sistemlerinde, freskler vardır. Ancak, bu freskler muhteşem güzellikleriyle dikkat çekerken, defineci tahribatları nedeniyle günümüzde yok olmuşlardır.

Ağırnas Mimar Sinan Evi

Mimar Sinan, Kayseri il merkezine 27 km uzaklıktaki Ağırnas köyünde doğmuştur. Mimar Sinan’ın doğduğu ve 22 yaşına kadar yaşadığı ev: yapılan restorasyonlardan sonra gezginler ve seyahat acentaları tarafından gezi rotasına dahil edilmiştir. Ev, halen Müze yapılmak için düzenleniyor.

Ağırnas Yeraltı Şehri

Aşağı Pınar mevkiinde bulunan yeraltı şehri, Milattan önceki yıllara tarihlenir. Aynı zamanda kasabadaki diğer kalıntılar gibi, ilk Hıristiyanlık dönemi eserlerindendir. Yeraltı şehrinin, MS 1 ile 13’ncü yüzyıllar arasında kullanıldığı bilinmektedir. Son yıllarda büyük bir titizlikle temizlenerek ziyarete açılmıştır.

Isbıdın Kaya Kilisesi. 2-3-4 Numara

1 Numaralı kilisenin kuzeyinde, köprünün tam karşısındaki yamaçtadır. Kiliseler birbirinden 10-15 metre ile ayrılırlar. Mimari açıdan birbirlerine çok benzerler. 2 ve 4 numaralı kiliselerin ana gövdesiyle 3 numaralı kilisenin narteksi, bir dönem güvercinlik yapılmıştır. Bu amaçla, girişleri örtülmeye çalışılmış ve tavanlara bacalar açılmıştır. 2 Numaralı kilisenin zemininde defineci çukuru görülür, bunların açtığı harfiyat, kilisenin tüm nef bölümünü kaplamaktadır.

Subaşı köyü bölgesi

Subaşı kaya kilisesi ve diğer yapılar

Subaşı köyünün 100 metre batısında, kayalık bir sırttaki yapılar kompleksinde, bir de kaya oyma kilise bulunmaktadır. Yapı kompleksinin merkezinde “Tören Salonu” ya da “Salon” olarak nitelendirilen bir yer bulunur. Kuzeyde ise kilise vardır. Kilise serbest haç planlıdır. Yapı kompleksinin kuzeyinde ahır, mutfak, kiler, yaşam birimleri ve güvercinlik vardır. Bu yapı kompleksinin, küçük bir topluluğa ait olduğu düşünülür.

Vekse köyü bölgesi

Vekse köyünün 400 metre güneydoğusunda, vadi dışında kalan kayalık bir tepenin üzerinde oldukça büyük bir kaya kilisesi vardır. Bu kaya kilisesi, oldukça farklı bir mimariye sahiptir. Girişin tam karşısında, güney duvarına kazılmış, önünde bir mezar bulunan küçük apsis görülür. Kubbe nispeten sağlam durumdadır. Kilisede herhangi bir fresk mevcut değildir.

Antik Yerleşimler

Vadi içinde, Bizans döneminde kullanıldığı tahmin edilen muhtelif yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Kayseri Kocasinan hakkındaki yazım için  Kocasinan

Ağrı Doğubayazıt

doğubayazıt.ishakpaşa sarayı.1
Ağrı Doğubayazıt

Birkaç kez gittiğim ve kaldığım bu şirin beldede: evlerin bulunduğu yerden açtığınız her pencereden, sanki Ağrı Dağı üzerinize yıkılacakmış gibi, bütün haşmeti ile görünür.

Niye? Çünkü: Ağrı dağı; dümdüz bir arazide birden yükselen bir dağ. Bu yüzden: görüntüsü çok muhteşem. Sanki bir duvar gibi yükseliyor.

Yalnızca: İshakpaşa sarayında, sarayı yaptıranlar, bu dağı görmekten sanırım o kadar bıkmışlar ki, koca sarayın hiçbir penceresinden, hemen dibinde bulunan Ağrı dağı görünmüyor, sanki inadına bir tutum.

Evet: sizde, bu beldede bulunduğunuz sürede, her daim Ağrı dağını görecek ve bu muhteşem manzaraya alışamayacaksınız.

Bunun yanında: Doğubayazıt elbette yalnızca bunlardan ibaret bir yer değil. Doğubayazıt’ta: gezip, alışveriş yapabileceğiniz, vitrinlerinde birçok yabancı orjinli ve değişik malları bulabileceğiniz dükkanların bulunduğu pasajlar var.

Bu pasajlarda: özellikle, yurt dışı kökenli, çok değişik objeler görebilirsiniz ve satın alabilirsiniz. Tabii fiyatları bilmeniz ve malın kalitesini iyi yorumlamanız lazım, malum günümüzde artık bu tür dış menşeili mallar her yerde satılıyor.

ULAŞIM

Doğubayazıt: Ağrı il merkezine; 97 km. uzaklıktadır. Aradaki bu yol, gayet düzgün ve geniş. Çünkü: burası, aynı zamanda; yani bu yol: Türkiye-İran transit karayolu.
Evet: Doğubayazıt’ın diğer yerlere uzaklıkları şöyledir. Doğubayazıt-Van arası uzaklık: 175 km. Doğubayazıt-Iğdır arası uzaklık: 45 km. ve Doğubayazıt-Erzurum arası uzaklık: 295 km. dir.

ağrı.ağrı dağı.2
Ağrı Doğubayazıt

GENEL

Ağrının, en eski, tarihi ve gelişmiş ilçesidir. Kendi adını taşıyan ovanın güney doğusunda kurulmuştur. Denizden yüksekliği: 1900 metredir. İlçe: Iğdır gibi, Doğu Anadolu’nun iklim adacığıdır. Yazları: sıcak ve kurak, kışları ılık ve az kar yağışlıdır. Yağmur mevsimi: ilkbahar ve sonbahardır.

doğubayazıt.genel.1
Ağrı Doğubayazıt

TARİHİ

İlçe, uzun süre Urartuların egemenliğinde kalmıştır. Ancak: 625 yılında, Aras kıyılarına gelen, Hazar Türkleri, bölgedeki egemenliği ele geçirirler. MÖ.250 yıllarında ise: Persler ve Romalılar arasında; egemenlik çatışmaları görülür.

1064 yılında: Ağrı ve çevresi ile birlikte: Beyazıt’ta, Bizanslılardan alınarak, Selçuklulara bağlı, Anışedatları Beyliğine verilir. 1231 yılında, Timur istilası görülür. 1239 yılında ise, Cengiz han egemenliği görülür.

1374 yılında: Celayırlı Şehzade Beyazıt Han: bölgeye gelerek, Aras boyuna saldıran Karakoyunlu hükümdarı Bayram Hoca ordusuna karşı; günümüzdeki Beyazıt Kalesini yaptırır. İlçenin isminin, Beyazıt Han’dan geldiği sanılmaktadır.

Yavuz Sultan Selim; Çaldıran’da, Kanuni Sultan Süleyman Tebriz’de ve 4.Murat: İran’a giderken: Beyazıt’tan geçerler. Çaldıran Savaşından sonra; Osmanlı yönetimine geçen Beyazıt, daha sonra İran baskısına uğrar.

Ancak: daha sonraki dönemde, bölge yine Osmanlı egemenliğine girer. 1744 yılından sonra, Erzurum eyaletine bağlanır ve eyaletin 4. sancağı olur.

Bu dönemde: bölge, İstanbul’dan atanan sancak beyleri tarafından yönetilir. Bunların en ünlüsü ise: İshak Paşa’dır.

İshak Paşa: 1776-1798 yılları arasında, Beyazıt’ta, Sancak beyi beyliği yapar. Şehrin doğusundaki bir tepeyi yontma taş ile çevirterek, içine İshak Paşa camisi, saray, hamam, külliye medresesi ve diğer bölümleri yaptırır.

1805 yılında: Napoleon Bonaparte tarafından, elçi olarak, İran’a gönderilen “Amedee Jaurbert” bu sarayla, aylarca hapis kalır.

Takip eden tarihi süreçte: Ruslar; ilk olarak, 1828 yılında, Beyazıt’ı ele geçirirler. Ancak: 1878 tarihinde Berlin Antlaşması ile, Beyazıt’tan çıkarlar ve bölge, yeniden Osmanlı egemenliğine girer.

doğubayazıt.genel.2
Ağrı Doğubayazıt

NE YENİR

Burada: Türkiye’de, başka bir yerde, benzerini bulamayacağınız bir lezzet var. İsmi: Abdigör köftesi. İri bir portakal büyüklüğündeki bu leziz köftelerden mutlaka tadın.

doğubayazıt.keşiş bahçesi.1
Ağrı Doğubayazıt

KEREM İLE ASLI EFSANESİ-KEŞİŞ BAHÇESİ

Kerem ile Aslı’nın: birbirini görüp aşık olmaları, Doğubayazıt ile İshak Paşa Sarayı arasındaki Keşiş Bahçesinde olmuştur.

Ayrı dinlerden oldukları için evlenemeyen iki gencin aşkı: acı sonla biter. Burası: vaha görünümlü, büyük bir konaklama yeridir.

Aslı’ya kavuşamayan Kerem; çektiği bir “Ah” ile tutuşup; kül olur: Bu külün başında: günlerce bekleyen Aslı’da: külü; saçı ile süpürürken, tutuşup yanar ve külleri birbirine kavuşur.

doğubayazıt.ağrı dağı.3
Ağrı Doğubayazıt Ağrı Dağı

AĞRI DAĞI

Dağ: küçük tepeler meydana getirmeyip, aniden yeryüzünden gökyüzüne doğru yükseldiğinden: muhteşem bir görünüme sahiptir. İnsanın karşısında, heybetle durması ona doğal bir güzellik kazandırır, bu tabiat harikasını doyulmaz bir manzara yapar.

Ama: gözlerimizi zirvesine diktiğimiz ama bayrağımızı zirvesine bir türlü dikemediğimiz, uzun bir aradan sonra dikmeyi becerebildiğimiz bir dağ. Tabii, yabancılar, bunu birden yüzyıl önce başarmışlar. Sonra: biz gidip, zirveyi geri almışız.

Evet: Ağrı dağı: Ağrı il merkezine, 115 km. uzaklıkta ve Doğubayazıt ilçe merkezine ise: 15 km. uzaklıktadır.  Volkanik bir dağdır. 5137 metre yüksekliği ile, Avrupa’nın ve Türkiye’nin en yüksek dağıdır.

Nuh Tufanından sonra, Nuh’un gemisine ev sahipliği yapmasından dolayı, efsanevi özelliği olan bir dağdır. Dağ: İran’ın 16 km. batısından, Ermenistan’ın ise 32 km. güneyindedir.

Dağın çevresi: 128 km. dir. Yüzölçümü ise: 1188 km. karedir. Geniş bir taban üzerine oturmuştur. Aslında:  dağ, iki koni biçimindedir.

Büyük Ağrı dağı: 5137 metre iken, Küçük Ağrı dağı: 3896 metre yüksekliktedir. Bu iki kütle; birbirinden, 2700 metre yükseklikteki, Serdarbulak geçidinde ayrılır.

Dağ

Bir sünger gibi, kendi suyunu kendi içine çekerek emer. Dağın emdiği suların bir kısmı: Serdarbulak, Yakup, Örtülü ve Topçatan kaynakları ile dışarı çıkar. Ancak: yarık bulamayan kar suları, dağın eteklerine doğru akar.

Dağın zirvesinde, Ağustos ayında bile, ısı:  eksi 6 dereceden aşağı düşmez. Yaz mevsiminde, sıcak günlerde, normal ısı, sıfırın altında  6 ile 10  derece arasında olur.

Ağrı dağında: 4000 metre rakımdan itibaren, sürekli kar başlar. Dağın, doruk kesimini de, bu buzul takkesi kaplar. Genişliği 12 km. kareye varan buzul, aynı zamanda Türkiye’de mevcut az sayıdaki buzullar arasında, en büyük olanıdır.

Eteklerinde: yaban keçisi, geyik, ayı, domuz, kurt, tilki, sansar, kunduz, samur, tavşan, keklik ve sayısız av kuşları bulunur.

Ağrı dağı: çok taşlık, kayalık ve saklanası ve çevreyi gözetlemesi kolay olduğundan: bazen de kaçak ve asilerin sığınma yeri olmuştur.

doğubayazıt.ağrı dağı.1
Ağrı Doğubayazıt  Ağrı Dağı

AĞRI DAĞININ ÖNEMİ

Ağrı dağının: Türk ve dünya kültüründe, özel bir yeri vardır. Ermeniler burayı kendi ülkelerinin merkezi olduğunu iddia ederler.

Yahudi kutsal metinlerinde ve Hıristiyanlıktaki Nuh’un gemisinin, bu dağa indiği inancı: Ağrı dağının gerek siyasi ve gerekse dini yönden önemini arttırmaktadır.

Ağrı dağına verilen isimler şöyledir: Türkler tarafından: Eğri dağ, Ağrı dağı. Kire dağı.

İranlılar tarafından: Küh-i Nuh. Araplar tarafından: Cebel al-haris (Büyük Ağrı), Ermeniler tarafından: Masik, Ararat. Batılılar tarafından: Ararat.

doğubayazıt.ağrı  dağı tırmanışı.1
Ağrı Doğubayazıt Ağrı Dağına Tırmanma/Çıkış

AĞRI DAĞINA TIRMANMA/ÇIKIŞ

Ağrı dağına ilk çıkış: Nuh’un gemisini araştırmak üzere: 9 Ekim 1829 tarihinde, Frederic Von Parot tarafından yapılır.

Ağrı dağına tırmanış derken: bizim ülkemizde, dağ tırmanışı uzun yıllar ilgi çekmemiş. Bu işi de: hep yabancıların gerisinden izlemişiz.

Ama, yine de dağcılık yapan, ilk tırmanışı gerçekleştiren biri var.

Hem de, 30 Temmuz 1902 gibi, bayağı eski bir tarihte.

Bu tarihte; Prof.Ali Vehbi Türküstün; Fransız arkadaşları ile, Alp Dağlarında, Mont-Blacak tepesine tırmanmış ve bayrağımızı, tepelerin zirvesine dikmiş. İşte: ilk tırmanış, ilk dağcımız.

Evet, biz yine Ağrı dağına dönelim. 1916 yılında bir Rus pilotu olan Viladimir Roskovski: dağın kuzey doğusunda, gemi kalıntısı gördüğünü Rus çarına iletir.

Rus çarı da, bunun üzerine, bir heyet gönderir, ekibin çektiği resimler ve bulunan parçalar: daha sonra kaybolmuştur.

1936 yılında; Yeni Zelandalı dağcı H. Knight, dikdörtgen kalas parçaları gördüğünü söyler.

doğubayazıt.ağrı dağı tırmanışı.2
Ağrı Doğubayazıt

Cumhuriyet dönemine kadar

Ağrı dağına çıkanlar arasında, Türk ismine rastlanmaz. İlk kez: 1934 yılında: Ağrı civarında bulunan: Hudut Dağcılık Tugayımız, Ağustos ayında dağa çıkmayı başarmıştır. 1940 yılında, dağa eğitim amacıyla çıkan Tugayımız: Atatürk’ün büstünü ve bayrağımızı: 5156 rakımlı tepeye dikmiştir. 1937 yılında: o tarihte, Ağrı’da binbaşı olarak görev yapan Cevdet Sunay (5.Cumhurbaşkanı) ile 15 subay ve 15 er; tepeye çıkmayı başarmışlardır.

Takip eden dönemde: 29 Temmuz 1968 yılında: Albay Turhan Selçuk başkanlığında, 18 subay, 16 astsubay ve 113 erden oluşan: Dağ Taburu, Ağrı dağının doruğuna tırmanmıştır.

Dağa çıkış için, en uygun zaman: Ağustos ve Eylül aylarıdır. Çıkış ve iniş, asgari 4 gün sürer. 2000 yılında, kısmen de olsa, turizme açılan Ağrı dağını, birçok yerli ve yabancı turist tırmanış gerçekleştirmiştir. Bu tırmanışların programı hakkında: kısa bilgi vermek istiyorum.

Önce: Ağrı’ya varış ve Doğubayazıt’a geçiş. Burada: geceleme. İkinci gün: erkenden, dağa hareket. Hedeflenen ilk kamp yüksekliği: 3200 metrede. Dağın bu bölümü: az eğimli ve çok derin karlı alanları içeriyor.

Üçüncü gün: hedef 4200 metre yükseklikteki kamp alanına ulaşmak. Dördüncü gün: hava koşullarına göre, zirveyi denemek söz konusu olabilir. Ancak: koşullara göre, 4750 metre yükseklikte, üçüncü bir ara kamp yapmak da mümkün. Bunu hava raporlarına göre planlamakta yarar var.

Evet: beşinci gün, zirve denemesi için, yedek gün. Eğer zirve yapılırsa, ara kamp: 4750 metrede. Altıncı gün: olumsuz hava koşullarına bağlı olarak yedek ayrılan bir gün. Yedinci gün: 1700 metreye iniş ve Doğubayazıt’a dönüş.

Yani: Ağrı dağı tırmanışı: asgari dört gün, azami yedi günde tamamlanabilir.

Yalnız: daha önce söylediğim gibi, Ağrı Dağına tırmanışı, politik hale getirenler var. Bir gurup Amerikalı öğrenci, 2006 yılında, Ağrı Dağına yaptıkları tırmanışta: zirveye vardıklarında; Ermeni bayrağı açıyorlar. Sanırım: Ermenistan’da, böyle bir durum olsa, Türk Bayrağı açılsa, bayrağı açanları da, bayrağı da paramparça ederler.

Bizimkiler ne yapmış?

Hiç, yalnızca,  dağa çıkışlara kısıtlama getirilmiş, daha doğrusu dağa çıkış için “Mit” oluru alınması şart koşulmuş.

Yani: Milli İstihbarat Teşkilatı: dağa çıkmak isteyenlere, temiz kağıdı veriyor.

Niye? Çünkü: Ağrı Dağına tırmanmak isteyen yabancı kökenlilerin yoğunluğunu Ermeniler oluşturuyor.

doğubayazıt.ishakpaşa sarayı.2
Ağrı Doğubayazıt İshak Paşa Sarayı

İSHAK PAŞA SARAYI

Bir yıl içinde: 120.000 turist tarafından ziyaret edilen bir yer. Bu nedenle: özellikle bahar ve yaz dönemlerinde: Doğubayazıt’ın her cadde ve sokağında; yerli ve yabancı turist görmek mümkün. İstanbul Topkapı Sarayından sonra, son dönemlerde yapılmış teşkilatlı sarayların, en ünlüsüdür.

Yani: Osmanlı imparatorluğunun, Lale devrindeki son büyük anıt yapısıdır. 18.yüzyıl, Osmanlı mimarisinin en belirgin ve seçkin örneklerinden olduğu kadar, sanat tarihi yönünden de değeri büyüktür. Sarayın Harem Dairesindeki kitabesine göre: yapılış tarihi: 1784 yılıdır.

Sarayı yaptıran: Çıldır oğullarından, II. İshak Paşa’dır. Aslında: yapının yapımına: 1685 yılında: Doğubayazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Bey zamanında başlanmışsa da, son şekli: 1784 yılında: oğlu İshak Paşa döneminde verilmiştir. Yani: Saray yapımı: 99 yılda tamamlanmıştır. Mimarı: Ahıskalı ustalardır. Yerden ısıtmalı sistemiyle, dünyada bir ilktir. Ayrıca: su ve kanalizasyon sistemleri de bulunmaktadır.

Ağrı dağının yakınında, Doğubayazıt’ın 5 km. güneydoğusundadır. I. Dünya Savaşına kadar, Beyazıt Sancağı, bu saraydan yönetilir. Ruslar, bölgeyi işgal ettiklerinde: bu sarayı, karargah ve kışla olarak kullanmışlar ve dönüşlerinde, sarayın değerli tüm eşyalarını çalmışlardır. Ayrıca: Sarayın tüm önemli yerleri, kasten tahrip edilmiştir.

Sarp kayalar üzerinde

7600 m. karelik (115 x 50 metre) bir alan üzerine kurulmuştur. Yapının: üç tarafı (kuzey, batı, güney) dik ve meyillidir. Yalnızca: doğu tarafından, müsait bir düzlük vardır.

Sarayın giriş kapısı da buradadır. Burası: aynı zamanda, sarayın er dar cephesidir. Kesme taştan yapılmıştır.

Kartal yuvasını andıran 116 odalı bu saray, aslında türbesi, camisi, surları, iç ve dış avluları, divan ve harem salonları, koğuşları ile bir bey kalesidir. Ancak: kalelerin özelliklerini kaybettiği, ateşli silahların bulunduğu bir dönemde yapılmış olması nedeniyle, özellikle doğu yönündeki tepelere karşı: korumasızdır.

Özellikle: cümle kapısı, en korumasız yerdir. Ancak: bu kapı bölümü: taş işçiliği ve oymacılığı açısından, muazzamdır. Bu süslemeler: Selçuklu sanatının özelliklerini yansıtır.

Saray: 2 avlu ve bu avlularda bulunan yapılardan oluşur.

Birinci avlu: buradaki yapıların bazıları yıkılmıştır.

İkinci avlu: dört tarafı, yapılarla çevrilidir ve dikdörtgen planlıdır. Girişe göre: sağ tarafta: selamlık ve onun arkasında: haremlik bölümleri var. Bunların sonunda: cami ve türbe var. Türbe: Selçuklu kümbet mimarisi üslubunda yapılmış.

Saray bölümü: 2 kattan oluşuyor. 366 oda da, bu iki kat içinde bulunuyor. Her odada: taştan yapılmış ocaklar ve dolap yerleri var. Taş duvarlardaki boşluklar: bütün yapının merkezi bir ısıtma sistemine sahip olduğunu gösteriyor.

doğubayazıt.ishak paşa sarayı giriş kapısı.1

CÜMLE KAPISI

İshak Paşa Sarayının; en gösterişli yeridir. 11. sütunludur. Cümle kapısında: süs unsuru olarak, taban oyuğu üzerinde, kabartma yapraklarla süslü madalyonlar var. Kapının iç cephesi, bir tarafında çeşme ve diğer tarafında kapıcının oturduğu kulübe ile avluya açılır. Klasik Türk çeşmelerinden olan bu çeşme, halen akmaktadır.

Ancak: gittiğinizde göreceğiniz üzere: halen Sarayın kapısı yok. Kapının bulunduğu yer var, ama orijinal kapı yok. Duyduğuma göre: bu orijinal kapı: o kadar muhteşem bir sanat eseri imiş ki; işgal yıllarında; Ruslar tarafından çalınarak, kendi ülkelerine götürülmüş.

Kim bilir hangi müzenin deposundadır şu an. Truva’dan çalınan hazine gibi, gün gelir, bir Müzede sergilemeye başlarlar, bizim geri verin seslerimize ise, asla ve asla kulak asmazlar. Çaldıkları eserlerin asıl sahipleri gibi hareket etmeye alışıktırlar. Evet: 13 x 6.5 metre ebatlarında olduğu bilinen, som altından yapılan kapının: St. Petersburg’daki Hermitage Müzesinde bulunduğunu öğrendim.

doğubayazıt.ishak paşa sarayı.3
Ağrı Doğubayazıt Saray Camii

SARAY CAMİİ

Harem ile selamlık arasındadır. Camiye: Selamlık bölümünden, büyük bir ustalıkla yapılmış, sanat eseri sayılabilecek bir kapıdan giriliyor. Manevi bir korkudan olsa gerek: Sarayı tahrip edenler, camiye dokunmamışlar. Ama: kurşun ve madeni çemberlerini söküp götürmek maksadıyla, caminin son cemaat yerindeki ve harem kısmındaki iki direği yıkmışlar. Kimin yıktığını sanırım tahmin edebiliyorsunuz, Ermeniler.

Caminin içinde bulunan mihrap: derin bir niş teşkil ediyor. Mihrabın yanında: minbere çıkılıyor. Caminin kubbesi: içten sıvalı, ayrıca üst kısmında, oldukça yüksek bir tanbur var. İçten: kubbenin sıvaları üstüne: ağaç ve çiçek tasvir eden, rokoko tarzı, işlemeler görülüyor. Caminin kubbesi çok muhteşemdir. Kubbenin çevresinde, rahatça dolaşmaya müsait bir de teras bulunuyor.

Cami minaresi: başlı başına bir anıt görünümündedir. Yapılış tarzı: tamamen Türk üslubu olup, kaidesi kare planlıdır. Alttan, üste doğru, sekiz köşeli bir durumdan, yuvarlak bir gövdeye geçiliyor. Açık krem ve kırmızı ahlat taşla örtülmüş petek petek şerefe olup, şerefe korkuluğunun inceliği minarenin kalın olan havasını değiştiriyor. Taş örgülü külah üzerine tunç bir amblem bulunuyor. Minareye: içten: 92 basamak ile çıkılıyor.

HAMAM

Hamam: iki gözlüdür. Bunlardan birisi yıkanma yeri, diğeri ise giyinme yeridir. Her ikisinin de üstü kubbelidir. Kubbenin orta tavanları çökmüştür.

doğubayazıt.ishak paşa sarayı.iç kısım.1
Ağrı Doğubayazıt Selamlık Dairesi

SELAMLIK DAİRESİ

Bu bölümün, çok az kısmı günümüze ulaşmıştır. İkinci avlunun sağ tarafında bulunan cami ile bitişik, harap bölgeler kalmış. Bu bölüme: avlunun sağ tarafında bulunan güzel bir kapıdan giriliyor. Yedi basamaklı bir merdiven ile çıkıldıktan sonra: üzeri tonozlu, uzunca bir hole geliniyor.

Buradaki: salonun uzunluğu: 18 metre. Bu dairenin en ilginç kısmı: cumbalı köşkün bulunduğu yer. Bu kapıdan kalabilmiş ve yerinde bulunan, 4 ahşap konsol: Urartulardan kalma kalıntılara bakacak bir şekilde yerleştirilmiş. Bu konsolların üst kısmında: bir kartal tasviri, alt tarafında bir insan baş ve gövdesi, ortasında ise: bir aslan var.

Ahşap konsolların bulunduğu yer itibarıyla: Tanrının, tüm yeryüzü ve gökyüzünün sorumluluğunu, insana yüklediği düşüncesinin yanı sıra, figürlerden, insan: aklın üstünlüğünü, aslan: gücü, kartal ise: yırtıcılığı ve hava hakimiyetini simgeliyor.

MERASİM VE EĞLENCE SALONU

Dikdörtgen planlıdır. Üç kısma bölünmüştür. Çevre duvarları: süslü nişlerle kaplıdır. Nişlerin üstünde: saray ahalisini öven kitabeler var. Salon: ışığını, tavandan alıyor. Burası: aynı zamanda, Paşa’nın kabul salonu. Bu salonda: plan ve mimari olarak: Barok ekolunun özellikle kullanılmış.

Divan salonu: 20 x 3 metre boyutlarında. Duvarları ve tabanı: taş. Duvarları: Türk hat sanatının örnekleriyle, sülüsle yazılmış ayet ve beyitlerle süslü. Burada bulunan “İshak meram üzerine kerem kıldı cihanı-Bin yüz doksan dokuz buna oldu tarih” beytinden, sarayın 1784 yılında tamamlandığı anlaşılıyor.

TÜRBE

Sarayın ikinci avlusunda, caminin, kıble duvarının dışındadır. Türbenin: İshakpaşa’nın: anne ve babasına ait olduğu söylenir. Diğer bir söylentiye göre: Çolak Abdi Paşa ve İshak Paşanın ve yakınlarının da burada yattığı söylenir. Türbenin: en ilginç yanı: mezar odasına girişi sağlayan sahanın üstündeki kümbettir. Kümbet: az da olsa Selçuklu kümbetlerini andırır.

Kaidesi: kesme, siyah taştan olup, diğer kısımları krem rengi kalker taşındandır. Cephe: Barok sitildendir. Süslü kitabelerin yanı sıra, oyuk içlerinde, vazolardan çıkan çiçekli dallar, zengin ve gösterişli bir görünüm vermektedir. Dik bir merdivenle, türbenin mezar odasına inilir.

AŞEVİ-MUTFAK (DARUZZİYAFET)

100 metre karelik bir yerde kuruludur. Çatı örtüsü: dört büyük kemerin karşılıklı kurulması ile oluşmuştur. Geniş saha içinde: güneye bakan iki pencere var. Diğer yönlerdeki duvarlarda ise: kapılar ve bir yemek ocağı bulunuyor. Aşevinin yanında, haremin banyoları, buradan da haremin salon ve odalarına geçiliyor.

doğubayazıt.ishak paşa sarayı.harem dairesi.1
Ağrı Doğubayazıt Harem Dairesi

HAREM  DAİRESİ

Sarayın: kuzeyden bir kısmının ve batı kısmının tamamını kapsayacak şekilde, harem odaları sıralanır. Odalar: günümüzde, kalıntıları ile, 2 katlı bir görünüm gösterir. Ancak: iç kısmı fazlaca yıkık olduğundan  dolayı, zemin kattaki bölümler görülebilir. 12 odanın hemen hepsi aynı biçimdedir. Her birinin: dış manzaraya bakan iki penceresi ve bunların arasında, birer şömine var.

Son olarak: bu kültür hazinemizin korunması için: gerekli çabaların gösterildiğine tanık olmak gerçekten çok güzel. İshak Paşa Sarayının üstü: 7000 metre çapında, temperli camla kaplanmış. Sarayı: kışın kardan ve yazın güneşten koruyacak bu örtüyü yapanları; tebrik etmek gerek.

Sarayda: günümüzde, çeşitli kültürel etkinlikler de düzenleniyor. Örneğin: 23 Haziran tarihinde, ünlü filozof “Ahmed-i Hani” anılmış. Ayrıca: İbrahim Çeçen Üniversitesi tarafından düzenlenen “Ahmed-i Hani” paneline: TBMM Başkanı, bakanlar ve bölge milletvekilleri katılmış. 7 Ağustos tarihinde ise: Ağrı Dağı Uluslar arası Kültür ve Sanat Günleri düzenlenmiş. Bu etkinlikte: 42 kişilik sanatçı topluluğu ve 12 kişilik koro ile: Carl Off’un ünlü eseri “Carmina Buruno” sahnelenmiş.

doğubayazıt.kale.1
Ağrı Doğubayazıt Kalesi

DOĞUBAYAZIT KALESİ

İlçenin, 8 km. doğusundadır. Eski Beyazıt’ın, kuzey doğusundaki: Belleburç denilen yerde, kayalıklar üzerinde  bir kaledir. Günümüzde, yıkık durumdadır. Yapım tarihi, bilinmemektedir. 14.yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır.

Kaledeki: Urartu mezarları ve antik çağlardan kalan kalıntılar, buranın antik kent olduğunu göstermektedir.

Konumu nedeniyle, tarih boyunca önemli bir kale olarak kalmıştır. Günümüzde görülen kale yapısı: 1358-1382 yılları arasında; bölgede egemenlik kuran Celayir Devletinin ikiye bölünmesi üzerine, Doğubayazıt yöresinin kendisine verildiği: Şehzade Bayezid tarafından, 1374 yılında, Karakoyunlu hükümdarı Bayram Hoca’nın saldırılarına karşı koyabilmek için restore ettirilir. Bunun üzerine, eski kaleye “Beyazıt Kalesi” adı verilir.

İshak Paşa Sarayı, kalenin güneyindedir.

BAYAZIT ESKİ CAMİSİ

Kalenin güney eteğindedir. Padişah I. Selim tarafından yaptırılmıştır. Caminin yer aldığı vadi yamacı  düzeltilerek, duvar örülmek suretiyle bir teras oluşturulmuş ve üzerine bu cami yapılmıştır.

Kesme taştan yapılan cami:  15 x 15 metre boyutlarında, kare planlı ve tek kubbelidir. Kubbe: 11.50 metre çapındadır. Sonradan yıkılan, beş gözlü cemaat yeri ve bir minaresi vardır.

doğubayazıt.ahmedi hani türbesi.1
Ağrı Doğubayazıt Ahmedi Hani Türbesi

AHMEDİ HANİ TÜRBESİ

Caminin, 200 metre yukarısındadır. Doğubayazıt merkezine: 8 km. uzaklıktadır. Mistik bir havası vardır. Bölgede en çok ziyaret edilen türbedir.

Peki: Ahmedi Hani kimdir?

Ahmedi Hani, Ağrı yöresinin çok önemli; şair ve filozoflarındandır. 1651 yılında doğmuştur. Doğu Anadolu’nun birçok bölgesini dolaşarak, Arapça, belagat ve dini ilimleri okumuş, ayrıca astronomi ile ilgilenmiştir. İshak Paşa Sarayı Camisinde dersler verdiği söylenir. Aynı zamanda: İshak Paşa’nın katibi olarak da bilinir.

Halk arasında: “veli” olarak kabul edilen Ahmedi Hani’nin, Doğubayazıt’ta, İshak Paşa Sarayının yanında bulunan türbesi, halen ziyaret edilmektedir. Doğubayazıt’ta: onun adına yeminler edilir.

BUZ MAĞARASI

Küçük Ağrı Dağının: güney eteğindeki, Hallaç köyünün, yaklaşık 3 km. kuzey doğusundadır. Doğal bir anıt mağaradır. Uzun eksenli ve elips biçiminde, yaklaşık 100 metre uzunluğunda, 50 metre genişliğinde ve 8 metre derinliğinde, elips biçimli bir çukurdur.

Mağaranın ağzı: esas çukura göre, biraz yukarıda kalır. İçinde: bazalt lavlar, kayalar ve bu kayaların üzerinde saf ve temiz suların donmasıyla oluşmuş, buz tabakaları var. Kayaların üzerinde, renk renk görünen temiz buz tabakaları, sarkıt ve dikitleri olan buz mağarası, mevsimlere göre, değişken bir havaya sahiptir.

Kışın: fazla soğuk olmayan buz mağarası: hava akımının etkisiyle, yukarıdan damlayan suları dondurarak, buza çevirir. Doğubayazıt ilçesinin en sıcak bölgesinde, böylesine geniş bir çukurda, dışarıdaki havadan tam bir zıtlık oluşturan mağara içinde, buzdan sarkıt ve dikitler, insanı hayrete düşürüyor. Mağara ağzından süzülen güneş ışığı, mağara içindeki buzlar üzerinde ışık oyunları yaratıyor.

Mağara içinde: kuşların yuva yapması, şimdiye kadar mağara içinde kimsenin etkilenmemesi ve devamlı buzlu su alınması, hava bileşiminin zehirsiz olduğunu göstermektedir.

Yöre halkının buzluk olarak adlandırdığı bu mağara: çevresindeki yerleşimlerin su ihtiyacını karşılamaktadır. Işık tutulduğunda: kristal gibi parlayan ve renkten renge giren buz parçaları, görenleri hayretler içinde bırakıyor.

Mağaranın en önemli özelliklerinden biri de: yazın soğuk, kışın sıcak olmasıdır. Kapısında: sürekli sıcak ve soğuk hava akımı bulunuyor.

ağrı.nuhun gemisi.1
Ağrı Doğubayazıt Nuh’un Gemisi

NUH’UN GEMİSİ

Ağrı dağının, güney karşısındaki Şürbahar (Telçeker) ile Üzengili (Meşar) köyleri arasında: doğal bir anıttır. Aslında bu anıt: gemi biçimli bir şekil (silüet) dir. Türkiye-İran transit yoluna 3.5 km. uzaklıktadır.

11 Eylül 1959 günü, Harita Yüzbaşı İhsan Durupınar: doğu bölgesinin, havadan çekilmiş foto-metrik haritalarını incelerken, ilginç bir resim bulur. Resim, bütün dünyayı ilgilendirmektedir. Bunun: Nuh’un gemisi olma ihtimali vardır. Bu tarihten sonra, Ağrı dağı ve Telçeker köyü üstünde, gemi aramaları hızlandırılır.

Aslında burası heyelan bölgesidir. Sonuçta, resimde görülen görüntünün: Nuh’un gemisinin karaya oturduğu yer mi, yoksa heyelanın etkisiyle böyle bir görüntünün oluştuğumu olduğu hakkında, net karar verilememiştir. Şekil: Nuh’un gemisi olması kadar ilginç olması yanında, doğal bir anıt niteliğindedir.

Yerkabuğunun bir oyunu sonucu oluşsa da, yerbilimi açısından çok ilgi çekicidir. Bu şekil hakkında: öne çıkan özellikler şunlardır:

Gemi kütlesi: sürekli heyelan olan ve akıntının bütün şiddetiyle devam ettiği yamaçta olduğu halde, yerinde sabit kalmış ve şekli bozulmamıştır.

O kütlenin biçimi: insanoğlunun yaptığı ilk gemilere benzerlik gösteriyor.

Baş tarafı çok dar, ortası genişçe ve arka kısmı ortaya göre daralmış haldedir.

Boyut olarak: 165 x 50 x 13 metre ölçülerindedir.

Bu rakamlar

Kutsal kitaplarda belirtilen ölçülere uymaktadır.  Çevresini oluşturan toprak malzemeye kıyasla: gemi kütlesinin malzemesi: kuvvetli bir fiziksel mukavemete sahiptir.

Gemi içinde ve yüzeyinde: üç ayrı seviye dizilmiş, eşit aralıklarla dağılmış ve fiziksel farklılıklar gösteren bölümler mevcuttur. Geminin muhtelif yerlerinde: gemi direklerini andıran, simetrik boşluk ve tümsekler vardır.

Evet: kalıntı çevresindeki toprak, yıllardır heyelan ile Telçeker köyüne kaydığı halde, geminin oturduğu toprak kütlesi, aynen kalmaktadır.

Nuh Tufanı sonucunda, karaya oturan geminin burada kaldığı öne sürülmektedir. 1983 yılından itibaren, kutsal geminin kalıntılarını arama çalışmaları hızlandırılmıştır.

Başta: James İrwin olmak üzere, Amerikalı araştırmacılar, burayı çok yönlü incelemişlerdir. Türk bilim adamları da, bu oluşumu bilimsel yönden incelemişlerdir. 1987 yılında, bölge SİT alanı ilan edilerek, koruma altına alınmıştır.

Geminin kalıntısı, kuş bakışı görecek bir yerde, turistik nitelikli bir kafeterya yapılmıştır. Evet: siz, bu kafeteryanın bulunduğu yere kadar araç ile gidebiliyorsunuz ve geminin kalıntısının bulunduğu söylenen, boş araziye, her türlü dikkatinizi vererek bakıyorsunuz, ama ilk anda kesinlikle bir gemi kalıntısı göremiyorsunuz.

Kafeterya açık ise, içeri giriyorsunuz ve duvarlardaki panolarda: resimler, yazılar, haberler ve fotoğraflar görüyorsunuz,  dışarı çıkıyorsunuz, bakıyorsunuz ve hayır yine, herhangi bir gemi kalıntısı yok.

Derken: hemen kafeteryanın aşağısındaki bir köy evinden: bir kişi geliyor. Bu kişi: bu bölgede yaşayan ve uzun yıllardır gelenlere; Nuh’un gemisinin kalıntısı hakkında bilgi veriyor.

O size: geminin bulunduğu yeri, geminin baş-kıç bölümleri ve konumunu başlıyor anlatmaya ve biraz önce boş gözlerle baktığınız bölgede, gözlerinizin önünde, aniden bir gemi silüeti beliriyor.

Ama nasıl, baş bölümü, arka bölümü, aynen sanki bir gemi gövdesinin yere oturtulmuş hali, gözlerinizin önünde canlanıyor. Evet; gerçekten, dikkatli ve bilinçli baktığınızda, açık ve engebeli arazide, aynen bir gemi gövdesi kalıntısı, öylece duruyor.

FOSİL AVCILARI

Evet, Nuh’un gemisinin bulunduğu söylenen bu bölgenin öne çıkan bir özelliği daha var. Şöyle ki: Merkezi Amerika’da olan bağımsız bir kuruluşun açıklamalarına göre, Amerikalı fosil avcıları: Ağrı Dağı eteklerindeki bir yataktan, yıllardır çıkardıkları fosilleri, ülkelerine taşımışlar.

Doğubayazıt’ta bulunan fosil yataklarında: deniz yıldızları ve ender bulunan kabuklu deniz hayvanları fosillerinin bulunduğu, bu tür fosillerin müzelerce kapışıldığı söyleniyor.

Dünyanın birçok bölgesinden toplanan fosiller gibi, buradan toplanan fosiller de: internette pazarlanıyormuş. Ağrı Dağının bulunduğu bölgenin, on binlerce yıl önce, sular altında bulunduğu, bu yüzden, bölgede önemli sayıda, deniz hayvanı fosillerinin bulunduğu belirtiliyor.

Evet, ülkem, taşı toprağı altın diye ben buna derim.

METEOR ÇUKURU

Doğubayazıt’ın 35 km. doğusunda, küçük Ağrı dağının eteğinin bittiği yerdedir. İran sınırına 2 km. uzaklıkta, Gürbulak sınır kapısı ile Sarıçavuş köyü arasındadır. 1892 yılında, gökten düştüğü sanılan büyük bir parçanın, meydana getirdiği çukur, dünyada büyüklük ve derinlik olarak, Alaska’dakinden sonra, ikinci büyük meteor çukurudur.

Söylenenlere göre: bu silindirik doğal kuyu, Tersiyer kalkerlerini örten, kalın ve çatlaklı bazaltlar içinde: 100 yıl önce (1880-1885) geceleyin birden açılmış, o gecenin sabahında Gülveren Köyünün kaynak suları bulanık olarak akmıştır.

Çukurun açılması sırasında meydana gelen sarsıntı, geniş bir alanda hissedilmiştir. Çukurun iç kenarlarının: düzenli şekilde kesilmiş oluşu ve iç yüzeylerin kopma çizgileri taşıması, kuvvetli basınca bağlı bir deformasyon olduğunu ifade etmektedir.

Buna karşılık: bazı kaynaklar tarafından ise: bu çukurun: Doğubayazıt-İran transit karayolunun, İran sınır kesimine yakın bölümde; yol ile Gülveren köyü arasındaki bazalt lavlar ve bazaltlar içinde açılmış bir çöküntü çukuru (bazalt dolini) olduğu da söylenmektedir.

Ancak: yalnızca temel yapının kalker oluşunu esas alarak hareket eden bu görüşe; bütünüyle katılmak pek mümkün görülmüyor. Çünkü: bazaltik kayaçların kalınlığı yöreyi ilgilendiren stratigrafik dikme kesitlerde, 120 metreden daha kalın gözükmektedir.

Diğer yandan

Bazaltik lavların, doğal direnci, bu çaptaki dairesel çökmelere izin vermeyecek özelliktedir. Ayrıca, yöre halkının da, aynı konuda, tarihi kayıtlara geçmiş gözlemleri vardır.

Belirtilen tarihte meydana gelen yer sarsıntısının, yakın çevrede, şiddetli bir şekilde hissedilmesi bile, küçük bir bazalt dolininin, bu ölçüde sarsıntı oluşturmayacağını vurgulamaktadır.

Evet; çukurun genişliği; 35 metre, derinliği 60 metredir. Toprağa gömülü göktaşının üzeri, iç duvarlardan çöken toprak tabakasıyla örtülüdür.

Buraya gittiğinizde: çukurun kenarlarına lütfen fazla yaklaşmayın. Aslında: tel örgülerle güvenlik önlemi almışlar ama yine de, bu tellere güvenmek pek sağlıklı değil.

Evet: burada en dikkatimi çeken şey: çukurun kenarlarındaki kaya/taş bloklarının sanki bıçakla-jiletle kesilmiş gibi olması idi. Evet: çok büyük bir kütle, gökyüzünden gelmiş ve burada, taş ve kaya bloklarını sanki jiletle keser gibi, araziye gömülmüş.

Keşke: burası turistik bir alan olarak daha bilgi ve ilgi sahası olsa. Gittiğinizde göreceğiniz üzere; burada insan gören askerler; doğal olarak, güvenlik görevlerini akıllarına getirip (turizm akla gelmiyor) hemen yanınıza gelip, kim olduğunuzu inceliyorlar.

Ama; diğer yönden, burası, gerçekten görülmeye değer, hatta, göktaşı olduğu söylenen ve üzeri toprakla örtülü nesnenin üzeri temizlense, inanın böyle bir şey, yabancıların elinde olsa, bırakın burayı temizlemeyi, temizleyip, buraya özel turistik geziler düzenleyip bir güzel satarlar.

Ama, bizim ülkede, başka yazılarda da sözünü ettiğim gibi, taşlara ilgi gösterilmiyor. Bakış açısı: yalnızca: Taş. Çukur alanında: gerek toprak ve gerekse çöplerin en kısa zamanda temizlenmesi, çevreye çekilen emniyet şeridinin daha düzenli ve güzel hale getirilmesini diliyorum.

doğubayazıt.gürbulak.1
Ağrı Doğubayazıt Gürbulak Gümrük Kapısı

GÜRBULAK GÜMRÜK KAPISI

Gürbulak gümrük kapısı: Ağrı iline 129 km. ve Doğubayazıt ilçesine ise: 34 km. uzaklıktadır. Meteor çukuruna gittiğinizde, Gürbulak Gümrük Kapısına da gidebilirsiniz. Bu yol üzerinde: belki de kilometrelerce uzunlukta “TIR Kamyonları” kuyrukları görebileceksiniz.

Gümrük bölgesine gittiğinizde: gerek Tır şoförlerinin yaşam tarzını görme şansınız olacak ve gerekse, gümrük mağazalarını gezme şansınız olacak. Bu arada: biraz ileride ki İran gümrük kapısını da görebileceksiniz.

 

Ağrı şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

Muğla Milas Hekotomnos Mezar Anıtı

Muğla Milas Hekotomnos Mezar Anıtı

Tarihe ilgisi olanların büyük olasılıkla ilgisini çekebileceğini düşündüğüm bu hikaye, gerçekten ibret alınması ve gelecek dönemlerde tedbir alınmasının gerekliliğini ortaya koyması açısından ilginç.

HEKOTOMNOS LAHİTİ

Persler: Anadolu’yu istila ettikten sonra: yerli halk arasından yani Kayralılardan birini, kral olarak yönetici seçiyorlardı. Buna: “satrap” ismi veriyorlardı.

O dönemde: hüküm süren, Karya kral ailesinin lakabı “Hekotomnitler” Bu ailenin ilk kralı ise: Kral Hekataios.

Hekataios: Pers istilası sırasında, İonları, Perslere karşı ayaklanmadan vazgeçirmeye çalışmasıyla biliniyor. MÖ.494 yılında, İonlar, Perslerle anlaşma yapmak zorunda kalınca: Pers kralına gönderilen elçiler arasında, Hekataiso’ta bulunmaktadır.

Hekataios: Pers hükümdarını ikna ederek; İon kentlerinin yeniden yasal konumlarına kavuşmasını sağlar. Kendisi de: bu bölgenin satrapı, yani yerel yöneticisi olarak ilan edilir.

Evet, bu muhteşem insanın: iki yapıtı bilinmektedir. Bunlar: Historiai (Tarihçeler) ve Periegesis (Dünya Turu) isimli yapıtlardır. Özellikle: Periegesis adlı yapıtı: iki bölümden oluşmaktadır ve bu bölümlerde: Avrupa ve Asya (Mısır ve Kuzey Afrika) anlatılmaktadır. Yunan tarihçileri, coğrafya ve Etnografya alanlarında, genellikle bu yapıtı kullanmışlardır.

Hatta: MÖ.5.yüzyılda yaşamış ünlü tarihçi Heredot, Hekataios’un yapıtlarını büyük ölçüde kullanmış, ancak isminden söz etmemiştir.

Özellikle, bu dönemde:

Karyalılar tarafından büyük ve ileri bir medeniyetin kurulduğundan söz etmek mümkün.

Tarihi süreç içinde: MÖ.4.yüzyılın başlarında: 395 yılında, kral Hekataios ölür. Kralın ölümünden sonra, satrap olarak oğlu Mausolos atanır. Kral Mausolos; o dönemde, Zeus Karios Kutsal Mabet alanı olarak kullanılan ve sütunlarla çevrili, antik dönemde Zeus’a ibadet edilen bir ana tapınak bulunan bu bölgede: MÖ.390 yılında, çok sevdiği babası için yerin altında bir anıt mezar yaptırır.

Kutsal Mabet Alanı: Zeus için adanmıştır. Tarihi yazıtlardan anlaşıldığına göre: bu kutsal mabette, Zeus’un, 6 metre büyüklüğünde, som altından yapılmış bir heykeline tapınılmaktadır.

Daha sonra: oğul kral Mausolos tarafından, Karya bölgesinin siyasi yönetim merkezi, Milas şehrinden, Bodrum bölgesine taşınır. Mausolos, eşi II. Artemisya (aynı zamanda kız kardeşi) ile birlikte, Bodrum bölgesinde, dünyanın 7’nci harikası olarak kabul edilen “Halikarnasos Mausoleum” yapısını inşa ettirir.

Bu yapının inşasında: dönemin en ünlü sanatkarları görev yaparlar. Ama, maalesef günümüzde, bu yapıdan geriye, sadece temel kalıntıları kalır. Çünkü: buradan çalınan kalıntılar, Londra-British Museum’da sergilenmektedir. Ö

zellikle: 4 at tarafından çekilen bir arabada bulunan, Mousolos ve karısı Artemisya’nın denize doğru yol aldıklarının betimlendiği eser.

Muğla Milas Hekotomnos Mezar Anıtı bulunması

ANIT MEZARIN BULUNMASI

Aradan, binlerce-yüzlerce yıl geçer. 2010 yılı başlarında: Milas Emniyet birimlerine, halk arasında “Uzunyuva” olarak bilinen ve 1.derece arkeolojik SİT alanı ilan edilerek, koruma altına alınmış bölgede: kaçak kazıların yapıldığı ihbarı gelir. Emniyet birimlerinin yaklaşık 7 aylık takipleri sonucu: Ağustos 2010 tarihi başında, kaçak kazı yapılan yere baskın düzenlenir.

Yalnız, hani takip edildiklerini söyledim ya, bu takip edildikleri öne sürülen dönemde, definecilerin, mezar anıtında video filmleri çekerek, burayı internette pazarlamaya çalıştıkları da söylenmektedir.

1’nci derece SİT alanı ilan edilerek koruma altına alınmış bir alanda, yıllardır yapılan soygun. Anlamak mümkün değil? Veya, niye takip yapılan sürede baskın yapılmaz, mezar anıtının soyulması beklenir?

Hani dedim ya, ihbar yapılmış diye, bırakın ihbarları, 1990 yıllarında, bu bölgede kazı çalışmalarını sürdüren İsveç kazı ekibi tarafından: Uzunyuva bölgesinde kamulaştırma çalışmaları yapıldığı takdirde, tüm masrafları kendilerine ait olarak yapılacak bir kazı çalışması sonucunda “Dünyanın en büyük mabetlerinden birinin” bu bölgede çıkarılacağının vaat edildiği söylentisi var.

Belediye, kendisine yapılan bu teklifi kabul etmemiş. Yani, buralarda bir şeylerin bulunduğu, yıllardır biliniyor, hem de, düşünün, yerli halk değil, İsveçliler tarafından. Bütün dünyanın bildiğini, bazı yetkililerin bilmemesi tuhaf değil mi?

Muğla Milas Hekotomnos Mezar Anıtı

Neyse, biz yine anıt mezarın bulunması hikayesine dönelim.

Yaklaşık 10 metre uzunluğunda ve Uzunyuva olarak isimlendirilen, Zeus’un kutsal mabedine ait ayakta kalmış tek sütunun başlangıç noktasındaki bir taş, baraka ev. Daha doğrusu yıkık bir ev. Ancak, Hisar mahallesindeki bu harabe ev, söylentilere göre: Haziran 2010 tarihinde, henüz kimliği belirlenemeyen bir alıcıya, 250 bin dolar karşılığında satılmış.

Evet, evin içinde: beton bir kapak bulunur. Bu kapak açıldığında ise, yerin 22 metre altına inilir. Burada: mezar blokunun 1.80 metre kalınlığındaki mermer bloklarının, defineciler tarafından kırılarak açıldığı görülür. Buradan: dromos  denilen koridora ulaşılır.

Buradan: mezar odasının, 50 cm. kalınlığındaki mermer kapısı delinmiştir. Bu kapıdan girildiğinde: büyük mezar odası ile karşılaşılır.

Muğla Milas Hekotomnos Mezar Anıtı

Mezar odasında:

Bir lahit bulunur. Lahit, muhteşem mermer kabartmalarla süslüdür. Zaten, bu kabartmalar, Kayralıların ileri bir medeniyet olmalarının en büyük kanıtıdır. Lahit, dikdörtgen şeklinde ve 3 metre uzunluğundadır. Lahdin üzerinde: birbirine zıt bölümlerde, iki olay figürlerle canlandırılmıştır. Birinci canlandırmada: bir av sahnesi ve ikinci canlandırma da ise ziyaret sahnesi var.

Av sahnesinde:  kral Hekataios’un, mızrağını bir aslana saplaması betimlenir. Ancak, her ne kadar, antik dönemde, yeniden doğuşa inanıldığı için, kral mezarlarına çok sayıda kişisel kullanım objesi (altın taç, altın işlemeli zırhlar, yüzükler, kolyeler, kaplar gibi) bırakılma geleneği bilinse de: bu lahitlerin içi boşaltılmış.

Yine de, biraz önce sözünü ettiğim, dört bir yanını süsleyen kabartmalar bulunan lahit kalmış. Zaten, bunu taşıma olanakları olsaydı, sanırım bu lahdi de kaçırırlardı. Yani, bu bizler için bir şans değil, zorunlu olarak ortaya çıkmış bir güzellik olarak değerlendirilmeli.

Evet, mezar odasının çevresi ise: 30 cm. genişliğinde, renkli resimlerle çepeçevre süslenmiştir. Bu süslemelerin toplam uzunluğu ise, 30 metreyi bulmaktadır.

Tüm bunların dışında, mezar anıtında, elbette definecilerden kalma çeşitli günümüz eserleri de ele geçirilmiş. Bunlar: 17 adet sikke, 1 adet metal arama dedektörü, 2 adet elmas uçlu matkap ucu, 1 adet calaskal, 1 adet ırgat, 2 adet merdiven, aydınlatma aparatları, soğutma hortumları, çelik halatlar, koruyucu başlıklar ve kürekler.

Evet: sonuçta, muhteşem bir mezar odası ve lahit bulunuyor. Ama, bunları bulanlar arkeologlar değil, hırsızlar. Ancak, büyük bir ihtimalle, bir kısım arkeologla çalışan hırsızlar mı yoksa bunlar?

SONUÇ

Evet, arkeologların söylediklerine göre: bu mezar anıtı, Mısır’da bulunan “Tutankhamon Mezarı” kadar önem taşıyor. Gerekli yayınlar yapılabilirse, dünyanın ilgisi buraya çekilebilirse, gerçekten turizm açısından büyük beklentileri karşılayabilir.

Arkeolojik açıdan ise: Zeus’un tarihi yazıtlarda sözü geçen, 6 metre büyüklüğündeki som altından heykeli burada bulunabilir. Hatta; Büyük İskender’in, kayıp lahdi, bu kutsal alan içinde bulunabilir. Çünkü: çevrede, kral ailesine ait, başka mezarların da bulunabileceği düşünülüyor.

Tüm bu nedenlerle: Kültür Bakanlığı tarafından, anıtmezarın çevresinde kamulaştırma çalışmalarına başlanacağı duyurulmuş.

Mezarın bulunması bölümünde söz ettiğim gibi, herkesin, yıllardır burada bir şeyler bulunduğu yönündeki bilgileri bir yana, soyulan bir anıtmezarın bulunmasından sonra, resmi yetkililer tarafından alınacağı söylenen bir ton önlem bir yana.

Çalan çalmış, kim bilir neler çalındı, nerelere kaçırıldı, kimlerin koleksiyonlarına girdi. Bir anda: Karum Hazinelerinden kanatlı broş atının çalınması ve bu olayın failleri arasında “resmi yetkili bir müze müdürünün de” bulunduğu aklıma geldi.

Tarih hazinelerimizi: Osmanlı dönemindeki Osmanlı Sultanları tarafından yapılan “taş parçaları” mantığı ile mi hala değerlendiriyoruz, aksi halde lütfen sahip çıkalım.

Mezarda soygun yaptığı öne sürülerek gözaltına alınan 9 kişiden 4’ü ise, çıkarıldıkları mahkeme tarafından, 6 Ağustos 2010 tarihinde tutuklanmışlar.