Mersin

Mersin


Portakal ve liman bahçeleriyle tarihi eserlerin bulunduğu, Dünyada üç ilahi dine mensup insanların mezarlarının yan yana olduğu, şifalı sularıyla hayat veren ve birçok uygarlığın kurulduğu önemli bir yerleşim yeri. Ülkemizin en güzel şehirlerinden biri. Burada; gezilebilecek mekanlar; gerek günümüzün çağdaş mekanları ve gerekse tarihi süreç içindeki mekanlar olarak ayrıntılı olarak yazılmıştır. Buyurun Mersin gezisine.

Mersin

ULAŞIM

Mersin-Adana arası uzaklık: 69 km., Mersin-Antalya arasındaki uzaklık: 487 km., Mersin-Konya arasındaki uzaklık: 348 km. dir.

Mersin

GENEL BİLGİLER

GENEL

Mersin, yeni ve modern bir liman şehridir.

Mersin

KIBRIS ULAŞIMI

Mersin’den Kıbrıs’a ulaşmanın iki yolu var. Daha doğrusu, hem iki yol ve hem de iki çeşit ulaşım aracı. Her iki ulaşım aracına da, Taşucu denilen yerden biniliyor. İzmir-Taşucu arası: 817 km. Ankara-Taşucu arası: 525 km. Adana-Taşucu arası: 165 km. İstanbul-Taşucu arası: 933 km. Mersin-Taşucu arası uzaklık: 90 Km. civarında. Taşucu’nda: deniz otobüslerine binerek, Kıbrıs’ta Girne’ye ulaşmanız mümkün. Deniz otobüsleri: özel iki firma tarafından işletiliyor ve yolculuk 2 saat sürüyor. 

Denizcilik İşletmeleri yani resmi kurum tarafından işletilen feribotlar ise: Taşucu’ndan hareket ederek, Kıbrıs’ta Gazimagosa’ya gidiyor. Bunların ayrıntılı: hareket gün ve saatlerini, telefonla sormanızda yarar var.

Burada bilmenizi istediğim husus: Mersin-Taşucu’ndan, gerek Girne ve gerekse Gazimagosa’ya, planlı ve düzenli deniz araçları ulaşımının bulunduğu. Kuzey Kıbrıs’a askerlik yapmak üzere giden, askeri şahıslar da, Taşucundaki bu iskeleyi kullanarak karşıya geçiyorlar.

CAMİ

Türkiye’de Cumhuriyet tarihinin, en büyük ikinci camisi buradadır. 5500 kişiliktir. Üçer şerefeli 81 m. yüksekliğinde, 4 adet minaresi, konferans salonu, kütüphane, Aşevi, Misafirhane, Sağlık Ocağı ve diğer birimleriyle külliye özelliğindedir. Son zamanlarda, daha da büyütülen Muğdat Caminin altına, seçkin bir alışveriş merkezi açılarak Türkiye’de eşi olmayan bir cami yaratılmış. Seçkin süslemeleriyle Cumhuriyet tarihin en büyük yapıtlarından olan Muğdat Camisi, Mersin’in Pozcu Semti civarındadır.

DEVLET OPERA VE BALE

Türkiye’de üç büyük şehirden sonra, Devlet Opera ve Balesinin bulunduğu tek şehirdir.

ULAŞIM

Mersin ve Gazimagosa arasında, yıl boyunca düzenli feribot seferleri yapılmaktadır.

DİN

Dünyada, üç ilahi dine mensup insanların mezarlarının yan yana olduğu başka bir şehir yoktur.

MERSİN ÜNİVERSİTESİ

1992 tarihinde kurulmuştur. İlk mezunlarını: 1997 yılında vermiştir. Merkez kampüsü: Mezitli’de bulunmaktadır.

Mersin Yat Limanı

YAT LİMANI

Kent merkezindeki yat limanı, Mersin’in en seçkin yerlerinden olan Çamlıbel Mahallesi ve Ortodoks kilisesi civarındadır. Yılın belli zamanlarında, yarışlara da sahne olan bu yat limanı, Mersin Limanının bir kolu gibidir. Yat limanında gezinirken, restoran tipi gemilerde balık-ekmek yiyerek limanın nefis manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.

Mersin Cezerye

NE YENİR

Mersin denince akla cezerye gelir. Evet: Mersin’in meşhur tatlısı: cezerye ve özel kebabı: tantuni var. Cezerye: ana malzemesi: havuç, kırık ceviz ve Hindistan cevizlidir. Tantuni ise: kıyma, soğan, domates, sivri biber, maydanoz, sumak, tuz ve yufka ekmek veya lavaş ekmeği kullanılarak yapılır. Mersin’den ayrılırken: yakınlarınız için, cezerye alabilirsiniz.

MERSİN ADININ KAYNAĞI

Anadolu kentlerinin ve bölgelerinin adları genellikle antik kökenlidir. Seleucia (Silifke), Tarzi-Tarza (Tarsus), Kelenderis gibi. Bunları kanıtlayan sikke, yazıt ve antik kaynaklar da bulunmaktadır.

Mersin adının kaynağı ve etimolojisiyle ilgili antik bir belgeye henüz ulaşılmamıştır. Bu nedenle: Mersin adının kaynağı konusunda çeşitli iddia ve söylenceler vardır. Bu konuda yapılabilecek gerçekci açıklamalar, elde mevcut olan belgelerle mümkündür.

J.Covel in 1893 yılında New York da yayınlanan “Early Voyages and Travels in The Levant” adlı kitabında, Mersin adının ilk kez yazıldığı bir bilgiye ulaşılır. Bölgeden geçen Thomas Dallam ın anılarında, Korkyos un 30 mil doğusunda “Mersina” dan sözettiği yazılıdır.

Daha sonra, 1671 yılında, Evliya Çelebi, Silifke tarafından gelirken Erdemoğlu (Erdemli) köyünü ve Gerendir suyunu geçtikten sonra, buraya 20-25 km. uzaklıkta gecelediği Türkmen köyünün adını “Mersinoğlu” olarak yazmaktadır. 181 H. de yöreye gelen Kaptan S.F.Beaufort, T.Daflam dan yaklaşık 200 yıl sonra, yerleşimin adını yine “Mersina” olarak yazmıştır.

Daha sonra yöreye gelen gezgin ve araştırmacılar ile, Osmanlı arşiv belgelerinde de “Mersin” adı görülmektedir. Bunlardan sadece W.M.Leake nin, 1824 yılında güncel haritasında, Mersinin bulunduğu yer Zephyrium olarak yazılıdır.

Öte yandan, sadece yörede yetişen ve Myrtus denilen Mersin ağacı nedeni ile, kentin “Mersin” adını aldığı da araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir. Çeşitli söylenceler ve antik mitoloji bir kenara bırakılırsa, kentin adını, Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, karşılaşılan, Türkmen kökenli “Mersinoğlu” göçerlerinin, bu civarda kurdukları yerleşimin adından kaynaklanmış olduğu en uygun görüştür.

TARİHİ

Kentin kuzeyindeki Yumuktepe höyüğünde yapılan kazılarda, birçok katman ortaya çıkarılmıştır. Bunların en eskisi, MÖ.6300’lere, en yenisi ise, Selçuklu dönemine tarihleniyor. Kazılarda çıkarılan eserler: Adana Arkeoloji Müzesi ve Mersin Müzesinde sergileniyor. Mersin’in tarih sahnesine çıkışı: 19’ncu yüzyılın ortalarına rastlanıyor. Bu dönemde, henüz köy olan bölge, göçmen bir Türkmen aşiretine ev sahipliği yapıyor ve adını bu aşiretten alıyor.

Özellikle: Amerika iç savaşı sırasında, dünyadaki pamuk kıtlığını gidermek amacıyla, Çukurova’da gelişen pamuk üretimi ve bölgenin 1866 yılında demiryolu ağına bağlanması, Mersin’in kaderini değiştiriyor. Bu dönemde: Mersin hızla, Çukurova’nın tarım ürünlerinin ihraç edildiği bir liman ve ticaret merkezi haline geliyor.

GEZİLECEK YERLER

Mersin

Mersin il merkezinde gezilecek yerleri tam olarak bulabilmeniz için ilçe merkezinde bulunan Belediyelerin tanıtım sayfalarına bakmanızı öneririm. (Örneğin: Tırmıl Höyük ile ilgili tanıtım yazısını, yine bu sitede, Akdeniz Belediyesi tanıtım sayfasında bulabilirsiniz.)

MERSİN FORUM ALIŞVERİŞ VE YAŞAM MERKEZİ

Forum Mersin Alışveriş ve Yaşam Merkezine de gitmeyi ihmal etmemenizi öneriyorum. Şehrin merkezinde, 71 bin metre karelik bir alan üzerine kurulmuş ve Avrupa’nın en prestijli iki ödülüne aday gösterilmiş ve 2008 yılında, MAPIC EG Ödüllerinden, Avrupa’nın en iyi üç alışveriş merkezinden biri seçilerek ödüle layık görülmüş bir yer. Çarşının güzelliğini anlatmak mümkün değil. Tarzı muhteşem.

Mersin Atatürk Anıtı

ATATÜRK ANITI

Kültür Merkezinin önündeki alanda bulunan, bronz anıt: 1944 yılında heykeltıraş Kenan Yontuç tarafından yapılmıştır.

Mersin Zephyrium

ZEPHYRİUM

Mersin’in antik yerleşimi olarak kabul edilen Zeyhrium kentine ait bilgiler çok azdır. Eski Halkevleri civarında yapılan temel kazılarında ve Çavuşlu Mahallesinde elde edilen bazı buluntular, eski Vilayet Konağının yapımı sırasında ortaya çıkan Horasan duvarlar, mermerden yapılmış sütun ve sütun başlıkları, Mersin Müzesinde bulunan mermer aslan başı ile devşirilmiş bazı mimari yapı elemanları, antik Zephrium kentine ait arkeolojik belgeleri oluştururlar.

Öte yandan, 19’ncu yüzyılda Mersin’e gelen C.Texier, W.M.Leake gibi gezginler; yayınlarında, burada gördükleri Zephyrium kentine ait kalıntılardan söz ederler. Örneğin: V.Langlois, Pompeipolis’ten Mersin’e geldiğinde, deniz kenarında evler vardır ve bu evlerin olduğu yerde eski bir kent harabesi bulunmaktadır ki, burası eski Zephrium kentidir.

Mersin Solı-Viranşehir (Soloı-Pompeıpolis)

SOLI-VİRANŞEHİR (SOLOI-POMPEIPOLİS)

Mersin’in 14 km. batısında, deniz kenarında bulunan Soloi antik kenti, MÖ.7’nci yüzyılda Rodos’lu koloniciler tarafından kurulmuştur. Kente, güneş anlamına gelen: Soloi adı verilmiştir. Darius zamanında: Klikya’yı ele geçiren Persler için, Soloi önemli bir liman kenti olmuş ve adına sikke darp edilmiştir.

Pers-Yunan savaşları sırasında, MÖ.449 yılında, Klikya’yı bir süre işgal eden Atina’lılar; Soloi’yi yönetim merkezi yapmışlarsa da, bir yıl sonra yapılan Kilyos Barışı ile burayı Perslere geri vermişlerdir.

MÖ.333 yılında Asya seferine çıkan İskender, Soloi’yi Pers işgalinden kurtarır. Filozof Chrysippoz ile takım yıldızları ve Fenomenler hakkında öğretici şiirler yazan matematikçi ve astronom Aratos, MÖ.3’ncü yüzyılda, Soloi’de yaşamıştır.
Soloi; antik çağlarda, Kıbrıs adası ve Mısır’la yapılan ticaretle zenginleşir.

Kent: Seleukos krallığının son yıllarında Kilikya korsanlarının denetiminde kalır. Roma yönetimi, Akdeniz’deki korsan faaliyetlerine son vermek amacıyla, MÖ.64 yılında, Pompeius’u görevlendirir. İtalya’dan başlayarak Yunanistan ve Kilikya’ya kadar olan bölgelerde, korsan faaliyetlerine son vererek Soloi’ye gelir. Burayı da, korsanlardan temizler. Yürüttüğü büyük operasyonun zaferi anısına, kenti yeniden imar ederek, adını: Pompeipolis olarak değiştirir.

Bizans döneminde, Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edilmesinin ardından, Soloi, piskoposluk merkezi yapılır. Kent, 527 yılında meydana gelen büyük deprem ile, tamamen harap olur. Yeniden inşa edilmeye çalışılsa da, bu yüzyıldan sonra, yoğunlaşan Sasani ve Müslüman Arap akınları nedeniyle, yeniden eskisi gibi imar edilemez ve terk edilir. Bu nedenle: ören yerine Viranşehir de denilmektedir.

Pompeipolis kentinde: liman, sütunlu cadde, tiyatro, Roma hamamı, kent duvarları, nekropol, su kemeri gibi yapılar bulunmaktaydı. Günümüzde: dağ kapısından deniz kapısına kadar uzanan korint başlıklı 200 sütunlu yoldan, 41 adet sütun ayakta kalmıştır. Bunlardan; 33 tanesi başlıklı olup, insan-aslan ve kartal kabartmaları ile süslenmiştir.

Ayrıca, liman, hamam kalıntıları, su kemeri, bugüne kadar ulaşabilmiş kalıntılar arasındadır. Mersin Müzesinde, kente ait eserler sergilenmektedir. Ayrıca, Amerika-Petersburg Hermitage Müzesinde, Bizans dönemine ait bir kiliseden götürüldüğü anlaşılan altın ve gümüş objeler bulunmaktadır.

2003 yılı kazı sezonunda ortaya çıkarılan mermer Dionyzos, pan ve leopar üçlü kompozisyon gurup heykeli ve bir başka ikili heykel gurubu ve bir başı olmayan bayan mermer heykeli bulunarak, Mersin Müzesine nakledilmiştir.

Mersin Gözne Kalesi

GÖZNE KALESİ

Mersinin yaklaşık 29 km. kuzeyindeki Gözne beldesinden, 500 m. lik stabilize bir yolla ulaşılan kale, 1085 m. yükseklikteki sarp kayalıklar üzerinde yer alan, iki yapıdan oluşmaktadır.
Doğudaki yapı, üçü güneyde, biri doğuda olmak üzere, dört burçlu ve dikdörtgen formludur. Giriş, batıdaki tek kapıdandır. Kapı eşiği toprak seviyesinden 1 m. kadar yüksektedir.

Yapı, sivri kemerli tonozla örtülü olup, içi üç kemerle dört kısma ayrılmıştır. İkisi kuzey, üçü güney duvarlarda olmak üzere, 5 ışık ve havalandırma deliği vardır.
Batıdaki kapı, üç pencereli, iki kapılı, altıgen formlu kule tiplidir.

Yapının üstünde güney, batı ve kuzey yanlarında olmak üzere, 15 sundurma bulunmaktadır. Tavan, yerden çatıyı saran bir kemerle ikiye bölünmüştür. Tavan, yerden çatıyı saran bir kemerle ikiye bölünmüştür. Kemerin batı tarafındaki tavan üç ayrı üçgen yüze sahiptir. Doğu kısmı sivri uçlu tonoz tekniğiyle yapılan kale, ortaçağ dönemine tarihlenmektedir.

Mersin Çandır (Paperon) kalesi

ÇANDIR (PAPERON) KALESİ

Orta çağ Ermeni Kalesi olan Çandır, önemli bir coğrafi konumdadır. Mersinin 40 km. kuzeyinde, Çandır Köyünün kuzeybatısında, oldukça yüksek yöreye hakim bir platonun tüm zirvesini kaplamaktadır. İç Anadolu’ya ulaşan iki önemli yol, bu kalenin tam kuzeyinde birleşmektedir.

Çandır’ın güneyindeki yol Sinap, Gözne ve Belenkeşlik Kaleleri tarafından korunmaktadır. Köyün doğusunda, Kızlar Kalesini giden bir yol daha vardır. Kalede, her zamanki gibi, su kaynağı olarak sarnıçlar kullanılmıştır.

Burada yerleşim Ermeni göçmenlerden önce başlamıştır. Ermeni Gezgin Alişhana göre: Çandır Bizans kalesi olan Papirion veya Papurion dur. İmparator Zeno devrinde, en parlak günlerini yaşamıştır. Zeno, tahtı terk ettikten sonra, orada gömülmüştür. Stilit Joshua ya göre, imparator Zeno, kaleyi arkadaşı İlliusa teslim etmiştir. İllius, burada acil durumlarda kullanılacak hazineler biriktirmiştir.

479 yılında, Verianın en küçük üvey oğlu Prens Marcinus, kaleye sürgün edilmiş ve beş yıl sonra İlius, geri getirilerek idam edilmiştir. Gottwald a göre Çandır’ın Papirion olması imkansızdır. Eski tarihçiler, kaleyi Kilikya, Kapadokya ve İsauria arasında olarak tanımlarlar. Oysa, Papirion, her zaman Klikya bağlantılı olmamıştır.

Çevresindeki uçurumlar savunmada önemli bir doğal set oluşturmuş. Bu nedenledir ki, kule inşa edilmemiştir. Zirvenin ucundaki duvar ise, heyelana karşı yapılmış olmalıdır. Kaleye çıkışı sağlayan 63 basamaklı merdiven güneye doğru 59 basamakla devam etmektedir.

Kale içinde, kilise kalıntısı ve iki katlı yapı kompleksi bulunmaktadır. Büyük odalar arasında kemerli geçiş kapıları, sağlam durumda olan diğer odalardaki süsleme unsurları ve boya izleri hala görülebilmektedir.

Üst kat odalarına küçük bir merdivenle çıkılmaktadır. Kalenin güneydoğu kesiminde, sivil halkın ikamet ettiği bazı yapı kalıntıları ve tahrip olmuş kilise kalıntısı vardır. Bir adet lahit bulunmuştur.

Mersin Hebilli Kalesi

HEBİLLİ KALESİ

Mersinin yaklaşık 18 km. kuzeydoğusundaki Hebilli Köyündedir. Orta çağ dönemine tarihlenen kalenin uzunluğu 20 metre ve genişliği 14 metredir. Komutan Kalah Habellieh tarafından yaptırılmıştır. Dışı kesme kalker taş kaplama, içi moloz taşlarla örülmüştür. Yer yer ağaç hatıl izleri bulunur. Tavanı tonozlu, köşeleri yuvarlak kuleli ve iki katlıdır. Eteğinde, sarnıç ve kilise kalıntısı vardır. Köyün girişinde, şapel olabilecek tonozlu küçük bir yapı kalıntısı da bulunmaktadır.

MERSİN YAYLALARI

Mersin Çamlıyayla (Namrun)

 

ÇAMLIYAYLA (NAMRUN)

Mersinden 90 km. uzaklıktadır. Asfalt yolla gidilir. Günün belirli saatlerinde minibüsler ile ulaşılabilir.
Külpe dağının eteğinde, 1430 metre rakımdaki Çamıyayla, Namrun Kalesi çevresinde tarihi ve doğal güzelliklerle iç içe, oldukça geniş bir alana yayılmış durumdadır. Alt yapısı tamamlanmış olan yaylada, ikinci konut olarak yapılan yazlık evler de bulunmaktadır.

Yaban hayatı yönünden zengin olan bu yörede, Cehennem deresi ve çevresi, yaban keçisi koruma-üretme bölgesi ve avlak olarak değerlendirilmektedir. 4 km. yakınında bulunan Sebil Beldesi-Cehennem deresi kanyonu, yaya yürüyüşü için ideal rotalardan biridir. Cehennem deresinde sportif olta balıkçılığı yapılabilir. Namrun kalesi ile Papazın bahçesi gezilebilir.

Evet, buraya gitmeye niyetlenirseniz, yanınızda, kamp için çadır ve temel ihtiyaç malzemeleri götürülmelidir.

GÖZNE BELDESİ (YAYLASI)

Mersinden 27 km. lik asfalt yolla, günün belirli saatlerinde Mersinden hareket eden minibüslerle ulaşılabilir. Mersin ilinin kuzeyinde Toros dağlarının 1200 metre yükseltisinde bulunan yayla; çam, ardıç, meşe gibi maki türü bitki toplulukları ve elma, kiraz, vişne, ayva gibi meyve ağaçları ile kaplıdır.

Alt yapısı tamamlanmış olan yaylada, PTT, Jandarma, Sağlık Ocağı hizmet vermektedir. Gözne kalesi ve çevresi: kamp yapmak için uygundur. Yaylada, kır kahveleri, bakkal ve lokanta bulunmaktadır.

Mersin Soğucak (Bekiralanı) Yaylası

SOĞUCAK (BEKİRALANI) YAYLASI

Mersinin 24 km. kuzeyinde bulunan yaylaya, Gözne Beldesi yolunun 23.kilometresinden sola dönülerek, 1 km. sonra ulaşılır. Günün belirli saatlerinde, Mersinden minibüs bulunmaktadır.

Yayla, köyü olan Soğucak’ta Mersin halkının yazlık evleri bulunmaktadır. Alt yapısı tamamlanmış olup, yaylada: PTT, Sağlık Ocağı hizmet vermektedir. Yaylada, kır kahvesi, bakkal ve lokanta bulunmaktadır.

Mersin Anıt Ağaç-Uluçınar

ANIT AĞAÇ-ULUÇINAR

Mersin Kepirli Köyü Belenoluk mevkiinde bulunan Ulu Çınarın gövdesinin büyüklüğü, dallarının kalınlığı, yayılışı, kapladığı alan görenleri şaşkına çevirmektedir. Ulu Çınarın yüksekliği ve haşmeti yanında bulunan Belenoluk suyuna, karpuz çatlatan cinsten bir soğukluk vermektedir.

Suyun soğukluğu, havanın serinliği, gözleri doyuran yeşillik ile mükemmel manzara ve huzur veren bir ortam oluşturmaktadır. Burada piknik de yapılabilir, manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz.

AKKUM GENÇLİK KAMPI

Su Altı Dalış Gençlik ve Spor İl Müdürlüğüne bağlı, Mersin-Silifke yolunun 65 nci km. de, Akkum Mevkiinde, Akkum Gençlik Kampı bulunuyor. Gençlik ve İzcilik Kampı olarak faaliyette bulunan bu tesis, 192 yataklı olup, 1 Haziran-30 Eylül tarihleri arasında hizmet veriyor. Burada, okullarca seçilerek görevlendirilen öğrenciler, tatil yapma imkanı buluyorlar.

Adana şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

İçel Tarsus

İçel Tarsus

Evet; değerli konuklarımız, Tarsus; gerçekten önemli bir yer. Özellikle: antik dönemde Çukurova bölgesinin başkentliğini yapmış bir yöremiz. Bana: bu konuyu hatırlatan ziyaretçilerimize teşekkür ediyorum. Sizlerin değerli yorumları ile, bu site ve yazılarımız; kesinlikle daha iyi ve daha eksiksiz hale gelecektir.

Sonuçta: ben gördüklerimi, bildiklerimi yazıyorum ve bunların tam, yani yüzde yüz olması mümkün değil. Bu yüzden: değerli yorumlarınız benim için çok önemli. Evet: Tarsus, antik dönemde Çukurova’nın başkenti olmuş. Ayrıca: Tarsus; Çukurova mutfak kültürünün merkezi.

Evet: gelelim, Tarsus hakkında bilgilerimizi, size sunmaya. Mersin-Adana yolu üzerinde, denize kıyısı olmayan, ama sahip olduğu muhteşem tarihi ve özellikle dini tarihi geçmişi ile öne çıkan bir yöre.

ULAŞIM

Hava yolu ulaşımı ile buraya gelmek için: Adana Şakirpaşa Hava alanının kullanılması gerekmektedir. Hava alanı, buraya: 42 km. uzaklıktadır. Mersin-Tarsus arası uzaklık: 27 km. Ankara-Tarsus arası uzaklık: 510 km. Antalya-Tarsus arası uzaklık: 517 km. dir.

İçel Tarsus

GENEL ÖZELLİKLERİ

Tarsus: İçel ilinin, en büyük ilçelerindendir. Merkez İlçeden sonra, nüfusu en kalabalık ilçe durumundadır.

İçel Tarsus

İsa’nın havarilerinden St. Paul’un Tarsus’ta bulunan: Evi ve Kuyusu, Vatikan tarafından, Hac Yeri olarak ilan edilmiştir. Çünkü: Kudüs’teki Kıyamet Kilisesinden sonraki en kutsal kilise olan St. Paul kilisesi ve St. Paul kuyusu, Tarsus’ta bulunmaktadır. Ayrıca: buradaki, Azize Aya Tekla (Meryemlik), erken Hıristiyanlık döneminde, önemli dini ziyaret merkeziydi. Bunların yanında: dünyanın ilk kanalizasyonlu “Tarihi Roma Yolu” ve Roma hamamı da Tarsus’tadır.

Daha çok güney, orta ve doğu Anadolu resminde, masallarda, hikayelerde rastlanılan, akıllı ve iyicil olarak tanımlanan, bellerinden aşağısı yılan, üstü ise insan, Meran adı verilen doğaüstü yaratıkların, başında hiç yaşlanmayan. Ölünce ruhunun kızına geçtiğine inanılan varlık, Farsça yılanların şahı anlamına gelen “Şah-ı Meran” dan gelir.

İçel Tarsus

Ancak, Şahmeran’a ilişkin tüm efsanevi kayıtlar ve Şahmeran efsanelerine özgü tüm betimlemelerde varlık dışıdır. İlginç olan; Şahmeran’ın, Akdeniz bölgesinde Tarsus ilçesinde yaşadığına inanılmasıdır. Bu yörede, Şahmeran’ın bir resmi tasvir edilir ve Şahmeran ustaları tarafından yapılan tablolar, evlerin duvarlarını süsler. Kentin merkezinde: heykeli bulunmaktadır.

Tarsus İlçesinde: Tarsus Beyaz kum plajı bulunmaktadır. 10 km. uzaklıktaki ve Tarsus sınırları içinde bulunan Tarsus plajı, yıllardır atıl vaziyette. Çünkü: yolları bozuk. Ayrıca: bu bölgede, çadır kuracak, konaklayacak herhangi bir yer yok. Sanırım öncelikle yol sorunu olmak üzere, halledilmesi gereken bir sürü problem var.

Yani: Tarsuslular kendileri zaten, burada denize girmeyip, başta Silifke olmak üzere, Susanoğlu, Kapızlı, Kızkalesi gibi çevredeki plajları tercih ediyorlar. Sonuç olarak: Tarsus sınırları içinde, denize girilebilecek uygun bir yer yok. Umarım: ilgililer, gerekli ilgi ve alakayı gösterirler.

NE YENİR

Tarsus’ta mutfak bayağı geniş. Oraya gittiğinizde yemenizi önereceğim başlıca yiyecekler şunlar. Ana malzemesi bulgur ve patates olan, Lepe. Topalak çorbası (bulgur, nohut, et) , Yüzük çorbası, Tatar çorbası ve İçli Köfte.
Devamında: Humus, domates reçeli ve un helvası. Bunların yanında: Tarsus’un dolmaları da inanın muhteşem, mutlaka tadına bakmalısınız.

İçel Tarsus

Bunun dışında: Tarsus mutfağı denilince: ev yapım reçeller (biraz önce domates reçelinden söz etmiştim) ve şalgam suyunu unutmamak gerek. Özellikle: reçellerden: incir, kabak ve turunç mutlaka ilginizi çekecektir. Bunun dışında: Tarsus mutfağının: belli-başlı klasik tatları şunlar: çiğ köfte, lahmacun, patlıcanlı pide, Tarsusi kebap sayılabilir.

TARİHİ

Tarsus’ta, ilk yerleşmenin, Neolitik dönemle başladığı ve Orta Tunç Çağa değin, kesintisiz sürdüğü anlaşılmaktadır. Kent, önceleri “Toros” adıyla anılmış ve sonradan bu ad, Latince de “Tarsus” olmuş ve zamanımıza kadar gelmiştir. Tarsus’u ilk kez kimin kurduğu konusunda, çeşitli söylenceler vardır. Bunların yaygın olanı: kentin Asur Hükümdar Sardanapal’ın kurduğudur.

Bölgeye: MÖ.6 ve 7’nci yüzyılda geldiklerin sanılan Yunanlıların, burada kendilerinden önce bir yerleşmeyle karşılaştıkları kesindir.

Bir süre: Asur egemenliği altında kalan yöre, daha sonra Perslerin ve sonra ise İskender’in eline geçer. İskender’den sonra: Tarsus; tüm Kilikya ile birlikte, Selökin’der in payına düşer. MÖ.246 yılında, Mısır yönetimine geçtiyse de, bir süre sonra geri alındı. MÖ.66 yılında, Kilikya bir Roma vilayeti olunca, Tarsus’ta bunun merkezi konumuna getirildi. Tarsus’a, tarihi bir önem kazandıran Cydunus (Tarsus Çayı) o dönemlerde kentin içinden geçmekteydi. Kleopatra ve Romalı komutan Marcus Antonius, Tarsus’a bu ırmak yoluyla gelmişlerdir.

Tarsus: Hıristiyanlığın kurucularından, Aziz Paulus’un doğduğu kent olarak da önem taşır. Ayrıca, ünlü coğrafyacı Strabon: MÖ.1’nci yüzyılda, Tarsus’ta, dil bilginleri, filazof ve yazarların yaşadığını yazar. Bunlar: kültür hayatını olumlu yönde etkilemişlerdir. Tarsus’un tarihi, Müslümanlığın ortaya çıkışından kısa süre sonra, hareketli bir aşamaya girer.

639 yılında, Müslümanlar tarafından fethedilmesi üzerine, Tarsus, Bizanslılardan Müslümanların eline geçer. 1360 yılına kadar, yöre, sürekli olarak el değiştirmiştir. Abbasi ve Emeviler dönemlerinde, özellikle Halife Memun döneminde, Tarsus’ta, ilmi çalışmalara çok önem kazandırmıştır.

965 yılında, Bizanslılara geçen Tarsus, bu dönemde, Antakya Prensliğine bağlandı. 1083 yılında, Anadolu Selçuklu Devletinin kurucusu Süleyman Kutalmış tarafından fethedilmiştir. 1133 yılında, Ermeni Prenslerinden Leon’un eline geçti.

1137 yılında, Bizans imparatoru Yoannes Komneos, Tarsus’u geri aldıysa da, 1172-1173 yılında, yöre, yeniden Ermeni egemenliğine girdi.

Tarsus; 1300 yılından sonra, Memluklar’ın ve zaman zaman da Ramazanoğulları ile Dulkadiroğulları beyliklerinin yönetimine geçti. 1360 yılında, Memlükler, Ramazanoğulları ve Dulkadiroğulları beyliklerinin yardım ve teşvikiyle, Halep valisi Seyfeddin Bay Demir-el Harizmi’nin komutanlığında bir daha Ermenilere bırakılmayacak şekilde, Tarsus tekrar geri alındı. 1516 yılında ise, Yavuz Sultan Selim ile Osmanlı topraklarına katıldı.

Tarsus, 1571 yılında, Kıbrıs Eyaletine bağlı bir sancak merkezi olduysa da, bir süre sonra, Adana eyaleti sınırlarına alındı. 1832 yılında Osmanlı güçlerini yenen Mısırlı İbrahim Paşa, Adana ve çevresini ele geçirdi. 1839 yılında, yeniden Osmanlı topraklarına katılan Tarsus, 1867 yılında Halep vilayeti, Adana Sancağına, 1877 yılında ise Adana vilayeti Adana sancağının bir kazası oldu.

ŞEHİR İÇİ GEZİ İZLENİMLERİ

Tarsus gerçek bir kültür mirası. Evleri, yaşam biçimi, şehre has tatlıları ve mutfağı ile, her anlamda büyük ilgiyi hak eden bir yer. Hani derler ya “görmesem inanmazdım”.

Nasıl: İtalya’da Floransa Rönesans’ın beşiği olmuş ve kültürünü her anlamda yansıtıyorsa, Tarsus da çok değişik bir hava var. Bu farklılık, yalnızca eski Anadolu evlerinden, sokaklarından ya da mutfağından kaynaklanmıyor. İnsanları da çok ilgi çekici.

Yöresel kıyafetleri giyenler de, modern kıyafetleri giyenlerde, mutlaka çarpıcı bir makyaja sahipler. Kaşlar dikkatle alınmış ve kıyafetlerde, kendilerine göre detaya yer verilmiş. Caddelerde: şalvarlı erkekler de var, uzun saçlı ve kendine ait tarz yaratmış erkekler de var. Belki kozmopolit denecek kadar farklı temalarda insan yok. Ama burası gerçekten muhteşem bir kültür sentezi yaşanan mahal.

Tarihi sokaklar: tertemiz. Eski evlerden bazılarını, aileler kafeterya olarak açmışlar. Osmanlının meşhur dibek kahvesini içebilirsiniz ya da ahududulu, böğürtlen, kivi ve birkaç meyveden oluşan egzotik meyve kokteyllerini deneyebilirsiniz. Kimisinde sakin ve dinlendirici Türk müziği, kimisinde Sinead O’Connor dinleyebilirsiniz.

Şehrin girişinde: Kutalmış oğlu “Süleyman Şah heykeli” var. Cadde ve bulvar isimlerinden de anlaşılıyor ki, Türklük ve milliyetçilik çizgisi taşıyorlar. Ancak, bir yandan da Arap kültürü, Arapça konuşan insanlar rahatlıkla fark ediliyor. Başörtü ve türban da mevcut, dar pantolon, kısa bluzlu kızlar da var. Hoşgörü ile herkes bir arada yaşıyor.

GEZİLECEK YERLER

İçel Tarsus Müzesi

TARSUS MÜZESİ

1966 yılında restorasyonu yapılan Kubat Paşa Medresesi, 1971 yılında müze haline getirilerek ziyarete açılmıştır. Bu Medresede, uzun süre hizmet verildikten sonra, 1998 yılında, Tarsus Kültür Merkezi içindeki bugünkü binasına taşınmıştır. Müze: Etnografik ve Arkeolojik eserlerin sergilendiği, iki büyük salona sahiptir.

ETNOĞRAFYA TEŞHİR SALONU

Çukurova kültürünün önemli bir parçası olan Tarsus ve yöresine ait Etnoğrafik eserler, bu salonda sergilenmektedir. Tarsus ve yöresinde yaşayan halkın, sosyal ve dinsel felsefi anlayışının maden işçiliği, dokuma üzerine yansıması görülmektedir. Ayrıca, gümüş, bakır ve ahşap üzerinde insanın sınırsız düşüncesi, büyük bir özenle işlenmiştir. Ayrıca: at koşumu, heybeler, nazarlıklar, cicim kilimleri, kadın giysisindeki renk armonisi ve form, gümüş tepelikler, baş sarkaçları, para keseleri, mutfak eşyalarındaki çeşitlilik, Yörük ve Türkmen kültürünün ortaya koyduğu eserler burada.

TARSUS EVİ

Müzede, ayrıca: Tarsus evi köşesi bulunuyor. Geçmiş ev kültürü, günümüze yansıtılmış. Günlük hayatın geçtiği evde, kadının yeri ve dünyası ile sofra kültürü canlandırılmıştır.

ARKELOOJİK ESERLER SALONU

Uzun yıllar Tarsus yöresinde yapılan kazı çalışmaları ve satın alma yolu ile müzeye intikal eden eserlerden oluşturulmuştur. Salon teşhiri satın alma yolu ile Tarsus çevresi ve Doğu Anadolu kökenli eserler olmak üzere, iki gurupta toplanarak kronolojik sıra takip edilerek teşhir edilmektedir. Müzede: Kalkolitik, Tunç ve Demir Çağı, Arkaik, Klasik, Helenistik, Roma, Bizans dönemine ait eserler, 7000 yıllık kültür tarihini tanımlıyor.

Müzede, tüm bunların dışında: Kazılar Seksiyonu, Kronolojik Eserler Seksiyonu ve Sikke Teşhir Salonundaki koleksiyonların bulunduğu alanlar da var.

İçel Tarsus Nusret Mayın Gemisi

NUSRET MAYIN GEMİSİ

Gemi, şu anda: Tarsus’ta bulunmaktadır. Nusret Mayın Gemisi: 1911 yılında Almanya’nın Kiel şehrinin Germania Tersanesinde inşa edilerek 1914 yılında Osmanlı donanmasına teslim edilmiştir. Eni 7.4 metre, boyu 40 metre, sürati ise 15 mildi.  

3 Eylül 1914 tarihinde, Çanakkale’ye gelir. Almanya’dan özel şekilde, mayın dökme gemisi olarak inşa edilmiş bu tekne, dar alanlarda kolayca manevra yapabiliyor ve az su çektiğinden, mayın alanları üzerinde güvenle dolaşabiliyordu.

Ancak, Osmanlı Devleti’nin mali sorunları, ona boğazı mayınlayabilmesi için gerektiği miktarda mayın bulamıyordu. Çanakkale boğazında, zaten önceden boğazı kesecek şekilde döşenmiş mayın hatları bulunmaktaydı. Ancak, düşman zırhlılarının devamlı şekilde hareketlerinin incelenmesi ile, akıllara hayret verecek bir gerçekle karşılaşılmıştı.

6 Mart gecesi, 26 mayını, karanlık limanda, kıyıla paralel olarak dökerler. Çünkü, düşman zırhlıları, boğaza gurup gurup giriyor ve görevini tamamlayan grup, ikmal yapmak için geriye dönerken, arkadaki gurupların yollarını kesmemek için, boğazın en geniş yerlerinden biri olan, Karanlık Liman’da manevra yapıyordu.

İşte, mayınlar bu manevra sahasına, kıyıya paralel ancak manevra hattına dik olarak yerleştirilecekti. Fakat, bu işin sonu her ne kadar büyük bir zaferi getirebilecek olsa da, bir o kadar da zordu.

7 Mart’ı 8 Mart’a bağlayan gece yarısı, Nusret Mayın Gemisi, demir alarak Çanakkale’den uzaklaştı. Daha önce döşenmiş mayın hatlarından geçti ve Karanlık Limana girdi. Elde kalan 26 mayın, teker teker suya bırakıldı.

Bu olaydan on gün sonra: müttefik donanması saldırıya geçmişti. Savaş tam istediği şekilde, kontrollü olarak devam etmekteydi ki, birden ikmal için geri dönen gemilerde büyük patlamalar meydana geldi.

Bunların nedeni: 7-8 Mart gecesinde dökülmüş ve bundan sonra da, gerek düşman pilotlarının fark edemediği ve gerekse 17-18 Mart gecesi mayın gemilerinin yaptığı mayın kontrolünde bulunamayan Nusret mayınlarıydı.

Muhteşem armada: üç büyük gemisini kaybetti, üç tanesi de, ağır yaralanmış şekilde, eldeki gücün üçte biri yitirildi. Nusret’in yapmış olduğu görev, tarihi değiştirmişti.

Evet, Nusret mayın gemisi, dünyanın en önemli ve en şöhretli savaş gemisidir. Tarsus Belediyesi tarafından orijinali korunarak restore edilmiş, 2003 tarihinden itibaren de Tarsus’un Mersin girişinde geniş bir anıt müzede sergilenmeye başlanmıştır. Daha çok 18 Mart 1915’te “Muhteşem Armada” olarak tanınan dünya donanmasını durdurarak bugünkü dünya coğrafyasının sınırlarını belirleyen kahramanlığıyla hatırlanmaktadır. 

İçel Tarsus Antik Cadde (Batı Caddesi)

 

İçel Tarsus Antik Cadde (Batı Caddesi)

ANTİK CADDE (BATI CADDESİ)

1993 yılında, Tarsus merkezinde, çok katlı otopark projesi temel hafriyat çalışmaları sırasında, zemin seviyesinin 5 metre altında, ortaya çıkan antik cadde, Tarsus’un yaklaşık 2000 yıl önceki ihtişamından büyük ve sağlam bir kesit ortaya koymaktadır.

Antik çağ içinde, uzun dönem hizmet verdiği anlaşılan bu yolu, dönemin birçok ünlü isminin kullanmış olması ilginçtir. Bunların arasında: St.Paul, Cicero, Julius Casear (Augustus), Athenedoros, Nestor, Kleopatra, M.Antonius ve Hadrian.

Günümüzde: modern Tarsus’un, tam ortasında kalan antik cadde, poligonal teknikte yerleştirilen bazalt taşlarıyla, 7 metre genişliğinde ve günümüzde 68 metrelik bir kısmı ortaya çıkarılmıştır. Yolun altında 1.70 m. yükseklikte, 70 cm. genişlikte orijinal kanalizasyon sistemi ve tali kanallarla, cadde kenarlarında konglemera taştan yağmur sularını toplayan kanallar mevcuttur.

İlk bakışta göze çarpan balıksırtı formu ve hemen altındaki kanalizasyon tertibatı, mimari açıdan Anadolu’daki diğer yollardan farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca, caddenin hemen doğusunda, sütunlu bir platform, batı yanındaysa caddeden sonraki bir döneme ait Roma evi bulunmaktadır. Mozaik avlulu bu ev, olasılıkla MS.4 yada 5’nci yüzyılı işaret ederken, caddenin uzun süre kullanım gördüğünü de böylelikle belgelemektedir.

İçel Tarsus Ulu Cami (Cami-i Nur)

ULU CAMİ (CAMİ-İ NUR)

Cami-i Nur adıyla anılan ve bulunduğu semtte de Cami-i Nur ismini veren bu cami, Tarsus merkezinde yer alan Türk-İslam sanatının önde gelen eseridir.1579 yılında Ramazanoğullarından Piri Paşanın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmıştır. St. Pierre Kilisesi kalıntıları üzerine yapılmıştır. Selçuk-Osmanlı üslubunda, tek şerefeli minaresi olan cami yapımında, tümüyle kesme taş kullanılmıştır.

İç avlusu: 10 m. yüksekliğinde, 7.20 m. genişliğinde olup, doğu-kuzey ve batı bölümlerini kapsayan 14 mermer sütunun taşıdığı revak vardır. Avlu, taş levhalarla kaplı olup, ortada: Memlük mimari özelliklerini taşıyan siyah-beyaz mermerlerle süslüdür.

Son cemaat yeri, doğu-batı doğrultusunda 14 adet baklava dilimli sütunların taşıdığı orijinal kiremitlerle örtülü 16 kubbeden revaklı ve 5 kapılı avlu var. Caminin iç mekan sütunları “İran Kemeri” adı verilen yarı sivri kemerlerle birbirine bağlanmıştır. Caminin minber, mihrap ve müezzin mahfili: mermerden yapılmıştır.

Caminin doğu bölümünde ayrı mekanda Hazreti Şit ve Lokman Peygamberlerin makamları ve Abbasi Halifesi olan ve Pozantı da ölen Me’mun un kabri bulunmaktadır. Caminin kuzeydoğusunda, 1895 yılında Tarsus Kaymakamı Ziya Bey tarafından yaptırılmış, sekizgen kaideli kesme taşlı “Saat Kulesi” bulunmaktadır.

İçel Tarsus Saat Kulesi

SAAT KULESİ

Ulu caminin avlusunun kuzeybatısındadır. 1890 yılında, Kaymakam Ziya Bey tarafından yaptırılmıştır.

ONUR YAZITI (YENİ HAMAM)

Yeni Hamam, İlçenin Merkezinde, Ulu Caminin yanındadır. Hamamın giriş kapısı üzerindeki kitabeden “1785 yılında yapılmış olduğu belirtilmektedir. Bu kitabenin onarım sonrası konulduğu sanılmaktadır. Hamam klasik Türk hamamlarının özelliğini taşır. Hamamda: soyunma, ılıklık, sıcaklık, külhan olmak üzere, dört bölüm var. Soyunma yeri: beşik tonozla, ılıklık ve sıcaklık bölümü kubbe ile örtülüdür. Sekizgen planlı sıcaklık kısmında, dört yanda eyvanlar ve bunlar arasında halvet odaları bulunmaktadır.

Yeni hamamın duvarında bulunmakta olan yazıt, 1982 yılında yerinden çıkartılıp, şimdiki yeri olan Kleopatra Kapısının kuzeyine yerleştirilmiştir. Boyu 1.45 metre eni 0.52 metredir. Romalılar zamanında, bir heykelin kaidesi olarak kullanılmıştır. Üzerindeki yazıtın, Türkçe ye çevirisi şöyledir.”

Bu heykel, imparatorluk tapınağının koruyuculuğunu iki kez yapmak, gerek kent, gerekse Kilikya eyalet yönetiminde bazı sivil ve resmi işlerde özel sorumluluk ve yetkilere sahip olmak ve bağımsız eyalet meclisi kurmak gibi, pek çok ve seçkin ayrıcalıklarla onurlandırılmış bulunan Kilikya, İsaura ve Lycaonia eyaletlerine başkanlık eden, en büyük, en güzel ve en önde gelen başkent olarak Severus Alexander in Septimus Severus un Caracalla nın ve Handrianus un kenti, Tarsus tarafından dindar ve talihli efendimiz imparator Marcus Aurelius Severus Alexander in esenliği için dikilmiştir.”

Yazıt, Severus Alexander in imparator olduğu yıllar arasında, yani MS.222-235 yıllarına tarihlenir.

İçel Tarsus Kleopatra Kapısı (Deniz Kapısı)

 

İçel Tarsus Kleopatra Kapısı (Deniz Kapısı)

KLEOPATRA KAPISI (DENİZ KAPISI)

Cleopatra kapısı, Tarsus un girişindedir. Bizans döneminde inşa edilen kent surlarının dağ kapısı, Adana kapısı ve Deniz kapısı bulunuyor.

Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde, Tarsus u anlatırken, bu kapı için İskele Kapısı ismini takmıştır. Kapının yapımında Horasan harcı kullanılmıştır. Kapının kenarı, at nalı şeklinde ve yerden yüksekliği 6.17 metre derinliği ise 6.18 metredir. Tarsus un, 18.yüzyıl sonlarına kadar oldukça sağlam üç kapılı surları, 1835 yılında, Mısırlı İbrahim Paşa tarafından yıktırılmış ve sadece iki ayak üzerinde tek kemerli deniz kapısı kalmıştır.

Mısır’ın ünlü kraliçesi Cleopatra’nın sevgilisi Romalı General Antonius ile Tarsus da buluşmak üzere geldiklerinde, o zamanın limanı olan Gözlü Kule de büyük bir törenle karşılanmışlar ve Deniz Kapısından şehre geldikleri söylenir. Bu nedenle, Deniz Kapısına Cleopatra Kapısı da denir.

İçel Tarsus Gözlükule

 

İçel Tarsus Gözlükule

GÖZLÜKULE

Neolotik çağda (MÖ.5000) toprak tepe üzerinde kurulmuş en eski medeniyeti yaşamasıyla, Anadolu kültürüne ışık tutan önemli yerleşim merkezlerinden biridir. İlk çağda Tarsus limanı olarak kullanılmıştır. Şehrin güneydoğusunda bugün park olarak ağaçlandırılmış, 300 m. uzunluğunda ve 22 m. yüksekliğinde bir höyüktür.

Burada, 1934-1938 ve 1947 yıllarında Hetty Goldman tarafından yapılan Arkeolojik kazılarda, Neolitik dönemden İslam dönemine kadar çeşitli yapıtlar bulunmuştur.

Neolitik döneme ait, sıva parçaları, opsidon araç ve gereçler, ok uçları, küçük mızraklar, seramikler, Kalkolitik döneme ait içerisinde ölülerin gömüldüğü küpler, testi ve çömlekler, aynı mimari tarzda yapılmış üst üste ev tabanları.

Tunç dönemine ait Tunç silahlar, mühürler, dikdörtgen planlı taş ve kerpiç evler gibi ilk mimari kalıntıları. Bu çağda kentleşme ve sınıflaşma ortaya çıkmış, kent yangından sonra surlarla çevrilmiştir. Hitit döneminde: Kuziwatna Kralı İsput Ahşu ile Hitit kralı Telepinus arasında yapılan antlaşmanın küçük bir bölümü, Gözlükule’de bu anlaşmayı yapan İsput Ahşu’nun çevresi çivi ile yazılı, ortası Hiyeroglif olan bir mührü, Hitit kralı 3.Hattuşil’in karısı Hepaya ait bir mühür, bir arazi bağışı ile ilgili çivi yazılı Hitit tableti, bir din adamını tasvir eden kristal bir heykelcik ve Boğazköy surlarına benzer bir kale kalıntısı bulunmaktadır. Gözlükule de çıkarılan eserler Adana Müzesinde sergilenmektedir.

İçel Tarsus Makam-ı Danyal Camii

MAKAM-I DANİYAL KABRİ/CAMİİ

Cami, İlçe merkezindeki Kubat Paşa Medresesinin, kuzeybatısındadır. Tarsus Müzesi tarafından, Makam-ı Danyal Camiinde yapılan kurtarma kazıları sonucunda, cami içinde bulunan temsili mezarın altında, rivayetlerde anlatılan bir türbe yapısına ulaşılmıştır. 1857 yılında yapılan caminin adı o dönemde yerin kutsallığına inanılmasından dolayı, Makam-ı Danyal Camii olarak adlandırılmıştır.

Cami eski ve yeni olmak üzere, iki ayrı özellik gösterir. Bugün camiye giriş 22×23 metre boyutlarındaki tek sıra sütunlu yeni yapıdan sağlanmaktadır. Caminin mihrabı: düz ve sadedir. Doğusunda Daniyal Peygamberin kabri yer almaktadır. Bu nedenle, camiye “Makam Camii” adı verilmiştir. Tarsus için önemli bir kültürel ve turizm potansiyelidir.

Söylenceye göre: Babil kralı, rüyasında İsmailoğullarından gelecek bir çocuğun, kendi tahtını sarsacağını görmesi üzerine, İsmailoğullarından doğan tüm erkek çocuklarının öldürülmesini emreder. Bu durum karşısında: Daniyal Peygamber doğunca, ailesi onu dağ başında bir mağaraya bırakır.

Mağarada, bir erkek ve bir dişi aslanın yanında büyüyen Daniyal, parmağındaki yüzük üzerindeki iki aslan arasında duran bir çocuk tasviri vardır. Bir kıtlık senesinde, Tarsus’a davet edilen Daniyal Peygamberin, Tarsus’a gelmesiyle birlikte, bolluk yaşanmıştır. Bu nedenle, Daniyal Peygamber, Babil’e geri gönderilmemiş, ölünce, Tarsus’a şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere gömülmüştür.

Yahudiler, Hıristiyanlar ve Müslümanların saygı gösterdiği bir peygamber olan Danyal Peygamber in yaşamıyla ilgili, az sayıdaki kaynağın aksine, sözlü anlatım fazladır. Danyal Peygamber: 2.Babil kralı Nebukadnesar (MÖ.605-562) zamanında yaşamış. Yahudileri: Babil esaretinden ilmi ve kehanetleriyle kurtarmıştır.

Bu nedenle: Danyal Peygamber, Babil’e geri gönderilmemiş, ölünce Tarsus’da şimdiki Makam Camiinin bulunduğu yere gömülmüştür. Hc.17 yılında, Hz. Ömer devrinde, Tarsus fethedilince, mezar açtırılmış, uzun boylu bir ceset bulunmuştur. Cesedin, Yahudiler tarafından çalınmaması için, Hz. Ömer’in emri üzerine, önceki yerine, gayet derince defnedilip, üzerinden de, Berdan Nehrinden gelen ufak bir çayın suyunu, kabrin üzerinden geçecek şekilde akıtıp, hiç kimsenin kabre el süremeyeceği şekilde emniyete aldırmıştır.

Nitekim caminin son tamiratı sırasında, çok derinlerde caminin arka ve alt kısmında: suyun giriş yerinde, gayet kalın ve muntazam mazgal demirleri çıkmıştır. Danyal Peygamberin cesedi, bu mazgallardan geçen suyun çok aşağısında yer almaktadır.

İçel Tarsus Eski Cami-St Paul Kilisesi

ESKİ CAMİ- ST.PAUL KİLİSESİ

Kentin güneyinde Cami-i Nur semtindedir. Tarsus’ta St Paul adına inşa edilen tek kilisedir. İlk olarak 1102 yılında St Paul Katedrali olarak yapıldığı söylenir. 

Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 18’nci yüzyılın son çeyreğinde ve doğu batı yönünde üç sahınlı olarak inşa edilmiştir. 

Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı geniş, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları ile dikkat çekicidir.

1415 yılında Ramazanoğlu Ahmet Bey tarafından onarılarak camiye çevrilmiştir. Bazı kaynaklarda Ortaçağın başlarına ait bir Ayasofya Kilisesinden söz edilir ve Papa nın elçisi Mainz Piskoposu Konrad Von Wittelsbach ın 6 Ocak 1198 yılında, burada, Ruppenlerden I. Leon u Ermeni kralı olarak tanıdığı ve taç giydirmiş olduğu anlatılır.

İçel Tarsus Eski Cami-St Paul Kilisesi

1704 yılında Tarsus a gelen P. Lucas da burada, bir Grek ve bir Ermeni Kiliselerinden söz ederek, Ermeni Kilisesinin Paulus un kendisi tarafından inşa edildiğini belirtir. 1851 yılında, Tarsus a gelen V. Langlois de bu kiliseyi ziyaret etmiştir. Roma sitilinde kalın ve yüksek duvarları, iç kısmı genişleyen, dışa bakan tarafı dar, derin pencereleri ve kalın sütunları dikkat çekicidir.

Kilisenin bahçesine: batı yönde bulunan ve cephesi oldukça süslü bir kapıdan girilir. Yapı, bu bahçe içerisinde yaklaşık 460 m. karelik bir alanı kapsamaktadır. Kesme taşlarla inşa edilen yapının dış uzun cephelerinde kör kemerler bulunmaktadır. Batıdaki ana kapıdan girilen salonun genişliği: 19.30 metre uzunluğu: 17.50 metredir. Girişin sağında ve solunda birer yarım plaster sütun ve bu sütunların hizasında salonu uç sahına (nef) ayıran, ikişerli iki sıra halinde dört serbest sütun yer alır. Kuzey ve güney duvarlarda da yine yarım sütunlar bulunmaktadır. Aslında, bu sütunlar gri renkli granit olup, antik çağ yapılarına ait olmaları muhtemeldir.

Orta salonun genişliği 12.60 m. olup üzeri tonozludur. Tavanın merkezine rastlayan bölümde, ortada Hz. İsa olmak üzere, doğuda Yohannes ve Mattaios, batıda Marcos ve Lucas ın freskleri bulunmaktadır. Yapının kuzey-batı köşesinde ise bir çan kulesi var. Yapı ve çevresi, yıl içerisinde oldukça büyük bir restorasyon görmüş, çevre düzenlemesi ve istimlak ile düzenlenmiştir.

İçel Tarsus Aziz Paulus

AZİZ PAULUS

Hiristiyanlık dininde, İsa nın 12 havarisinden biridir. Yahudi kökenli bir aileden gelen Paulus yada Yahudi adı olan Saul, MS.3 yılında, Tarsus da doğmuştur. Baba mesleği olan çadır bezi dokumacılığı yapmıştır. 13 yaşına doğru hahamlıkla ilgili öğrenim görmesi için Kudüs e gönderildi. Doğduğu kent olan Tarsus a döndüğünde çifte vatandaşlık hakkını elde etti.

Yani hem Tarsus hem de Roma vatandaşı oldu. MS.34 e doğru yeniden Kudüse gitti. Hıristiyanlık dinini yaymaya ve öğrenim görmeye devam etti. Bu arada Antakya da hiristiyanlığın öncülerinden Barnabas ile hırıstiyanlık konusunda çalışmalar yapan Saul adını, Roma adı olan Paulus ile değiştirdi. MS.36 yılında hiç ummadığı bir anda, İsa ile karşılaştı. Bu karşılaşma sonrasında İsanın yolunda ilerleyeceğini açıkladı. Hıristiyan inancının temel öğelerini öğrendi.

Tarsus a döndüğünde Hıristiyanlık çalışmalarına devam etti. Ve bir Hıristiyan topluluğu kurdu. 43 yılında, Barnabas ile yeniden karşılaşan Paulus, Hıristiyanlığa inananları ziyaret için tekrar Kudus’e gitti. Barnabas ile ayrılan Paulus ikinci dinsel görevine Silas ve Timetheos adlı din adamları ile devam etti. Suriye, Kilikya, Anadolu, Efes, Kayseri, Filibe, Selanik, Pire ye gitti. Bazı söylentilere göre ise, MS.66 yılında idam edildi.

İçel Tarsus St Paul Kuyusu

ST.PAUL KUYUSU

Tarsus İlçe merkezinde, Kızıl murat Mahallesinde Cumhuriyet Alanının yaklaşık 300 metre kadar kuzeyinde, eski Tarsus evlerinin yoğun olduğu bölgede, öteden beri St. Paul un evinin yeri olarak kabul edilen bir avluda bulunan kuyu, St. Paulus Kuyusu olarak bilinir. Bu evin bahçesinde, yakın zamana kadar yapılan küçük bir kazı çalışmasında bazı duvarlar ortaya çıkarılmıştır. St. Paulus’un Hıristiyanlık için önemine bağlı olarak, bu kalıntıların ve kuyunun çok eskiden beri kutsal sayılması, kentte yakın zamana kadar yaşayan Hıristiyan cemaatinin inancının izleri olarak yorumlanmaktadır.

Halen çevre düzenlemesi ve çevre istimlakları yapılmış olan kuyunun çapı 1.15 metredir. Ağız taşının silindir biçiminde olmasına karşın, asıl kuyu gövdesi kare biçimindedir ve dörtgen kesme taşlarla yapılmıştır. Derinliği 38 metre olan kuyunun suyu yaz-kış hiç eksilmez. Kudüs’e hacı olmak için yöreden geçen Hıristiyanlarca kutsal sayılan bu kuyu suyundan içilir.

Bunun yanı sıra, yapılan kazı çalışmalarında St. Paulus un doğduğu ev olarak tahmin edilen evin taş duvarları St. Paul Kuyusunun hemen yanında, gün ışığına çıkarılmıştır.

Günümüzde daha çok yabancı turistlerin ilgi gösterdiği alanda, yakın bir döneme ait evden geriye yaklaşık 20 metre derinliğindeki bir kuyu kalmıştır. Kısa süre önce genişletilen alanda yapılan kazı sırasında değişik dönemlere ait duvar kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. 

İçel Tarsus Kırkkaşık Bedesteni

 

İçel Tarsus Kırkkaşık Bedesteni

KIRKKAŞIK BEDESTENİ

Her dönem hareketli bir ticari ve siyasi merkez olan ve kültürlerin kesişme noktasında bulunan Tarsus’un en önemli tarihi yapılarından biri de, Kırkkaşık Bedesteni’dir.

Ramazanoğulları Beyliğinden Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından, 1579 yılında yaptırılmış olan Kırkkaşık Bedesteni, ilk dönemlerde imarethane (Aşevi) ve medrese olarak kullanılmışsa da, Cumhuriyetten sonra kapalı çarşı olarak işlev görmüştür. Geçmişte, Beyaz Çarşı olarak da bilinen Kırkkaşık Bedesteni, dikdörtgen plana sahiptir. Bedesten, adını, yapının dış cephesinde bulunan kaşık süslemelerinden almaktadır. Kesme taştan imal edilen binaya, batı ve doğu yönünden iki kapıdan girilebilmektedir.

İçerisinde, 21 oda bulunan yapı, 7 kubbeden oluşmaktadır. Ayrıca, içerden iki merdivenle çıkılan iki kule oda ve batı yönünden dış cephedeki iki oda ile birlikte oda sayısı 25 tir. Mülkiyeti, Vakıflar Bölge Müdürlüğüne ait olan Kırkkaşık Bedesteni, Tarsus Belediyesi tarafından kiralanarak, 2004 yılında restore edilmiştir. 2005 yılında, Tarihi Kentler Birliği “Proje Yarışma Ödülü” almıştır. 2006 yılında, turizm alanında gelişme çabası içinde olan kentin hem tanıtımında hem de sosyo-ekonomik ve kültürel alanlarda katkı sağlaması hedefi doğrultusunda, bedestenin dükkanları işletmecilere kiralanmıştır.

Bedesten, 7 Mart 2007 tarihinde yapılan açılış töreni ile yeniden faaliyete geçmiştir. İçerisinde yer alan dükkan ve bürolarda, başta yöresel el sanatlarına ait seramik, ahşap, bakır, gümüş, deri, dokuma, turistik hediyelik ürünler olmak üzere, yöresel damak tatlarının sunulduğu yiyecek ve içecekler ile kent tarihini, toplumsal ve kültürel yaşamın anlatıldığı çeşitli yayınlar sergilenmekte ve satılmaktadır. Güzel bir yer, mutlaka zaman ayırın, uğrayın, gezin.

İçel Tarsus Balal-i Habeşi Mescidi

BİLAL-İ HABEŞİ MESCİDİ

İslam ordularının fethettiği yerleri dolaşan Hz. Muhammet’in müezzini, Bilal-ı Habeşi’nin ezan okuyup namaz kıldığı yerde yapılan mescittir. Ulu caminin güneybatı köşesindedir. Yapılış tarihi bilinmemekle birlikte, Osmanlı kayıtlarında 1519 yılında Bilal-i Habeşi adına kurulan bir vakfın kayıtlarının ele geçmesi, mescidin bu tarihten önce varlığına işaret etmektedir.

Ayrıca, mescit içinde bulunan kuyunun kutsal bilinmesi, 7’nci yüzyılda Tarsus’a gelen Bilal-i Habeşi’nin ardından, burada bir cami inşa edildiğini akla getirmektedir. Cami, sade bir görünüşe sahiptir. Kuzeyinde bulunan üç sütunlu son cemaat yeri ile ana mekana geçilmektedir. Son cemaat yerinin üzeri, üç oval kubbe ile örtülmüşken, ana mekanı tamburlu tek bir kubbe örtmektedir.

İbadet yerine yine sade bir portalle girilmektedir. Ayrıca, iç bölümde, girişin hemen sağında, Bilal-ı Habeşi’nin makamını temsil eden bir sanduka yer almaktadır.

İçel Tarsus Altından Geçme (Roma Hamamı)

ALTINDAN GEÇME (ROMA HAMAMI)

Roma imparatorluk çağından kalma, Tarsus un görkemli yapılarından olan Hamam kalıntısı, İlçe merkezinden olup, Eski Caminin 50 m. kuzeyinde yer almaktadır. Hamam kalın Horasan tabakaları, moloz taşlardan ve tuğlalardan yapılmıştır. Kalın duvarın içinde yer yer baca ve havalandırma künkleri ve duvar içinde tuğladan kör kemerler mevcuttur.

Hamamın doğusundaki duvarlar kısmen sağlam olarak kalmış ve üstünü kubbeyle örtülü olduğu yarım kalan kubbe ayaklarından anlaşılmaktadır. MS.2-3 yüzyıla ait olduğu tahmin edilen yapının kuzey ve batı bölümleri tamamen yıkılmış, güney duvarında 3.5 metre genişliğinde, 4 m. yüksekliğinde delik açılmak suretiyle, yol geçirilmiştir. Bu nedenle, buraya halk tarafından altından geçme denilmektedir.

Efsanevi Yılanlar Padişahı Şahmeran’ın, burada kesildiğine ve kanının, bu hamamın duvarlarına sıçradığına inanıldığından, “Şahmeran Hamamı” de denilmektedir.

SAĞLIKLI KÖYÜ ANTİK YOLU VE KAPISI

Sağlık Köyü, Tarsus a 15 km. uzaklıkta olup, köyün yukarı dağlık kısmında ana kaya üzerinde taş levhalarla döşeli, Roma yolu vardır. Roma yolu yüksek bir yerde olup, burada Tarsus ve civarı, sahile kadar görülebilmektedir.

Yolun genişliği, yaklaşık 3 metredir. Ve 3 kilometrelik kısmı, sağlam durumdadır. Yolun her iki tarafında bulunan korkuluk duvarı, yol boyunca devam etmektedir. Yol: kireç taşı ile döşenmiştir. Denizden yüksekliği 200 metreyi geçmeyen tepelerden itibaren, kuzeye, Toroslara uzanırken, tarihte Akdeniz’i İç Anadolu’ya bağlayan en önemli güzergah olarak bilinmiştir.

Yol, büyük olasılıkla: MS.1’nci yüzyılda yapılmış ve yaklaşık MS.4’ncü yüzyıl ortalarına kadar kullanılmıştır. Sağlam kalan bölümlerinde, dikdörtgen kireç taşı bloklar ve her iki kenarında, arabaların dışarı çıkmasını engelleyen yüksek tretuvar yapılmıştır. Hatta: topoğrafyaya uyarak, araç çıkışını kolaylaştıran kavisler ve iki arabanın karşılaşabilmesi için, daha geniş bırakılan alanlar, sağlam kalan bölümlerin ilginç notlarıdır.

Yol güzergahı üzerinde Roma ve Bizans devirlerine ait mezarlar ve yolla ilgili yazılı onarım kitabeleri bulunmaktadır. Söz konusu bu Roma yolu üzerinde, kemerli bir yapı vardır. Bu kapının zafer takı ve Kilikya sınırlarının başlangıç yeri olduğu veya sınır kapısı olarak yapıldığı tahmin edilmektedir. Tek sıra kesme taştan yapılan bu kapının genişliği 8.80 m. yüksekliği ise 5.20 metredir. Kitabesi yoktur, yapılış nedeni ve tarihi bilinmemektedir. Yakın tarihe kadar, çevresinde atılan dinamitlerle yıkılmış, mevcut taşları kullanılarak hatalı bir biçimde, yeniden örülmüştür.

İçel Tarsus Donuktaş

DONUKTAŞ

İlçenin, Tekke Mahallesinde bulunan Donuktaş/Dönüktaş; İlçedeki anıtların en eskisi olarak bilinmektedir. Yapı özellikleri ile bir Roma mabedi olması muhtemeldir. Dar sokaklardan ulaşılan tapınak, gecekondular nedeniyle, bugün neredeyse görülmeyecek haldedir. Özellikle: kuzey ve doğu duvarlarına dayanan binalar tarafından, abluka altına alınmıştır. İlk bakışta, büyük bir kaya kütlesini andırıyor. Bölgenin en büyük mabedidir.

Kime atfedildiği tam olarak bilinmiyor. MS.2’nci yüzyılda inşasına başlandığı, ancak bitirilemediği anlaşılıyor. Sır dolu bu yapı: 18’nci yüzyıldan bu yana, birçok araştırmacının da ilgisini çekmektedir. Ancak: 1836 yılında, Fransız konsolos Gilletin dinamitle yaptığı keşif konstrüksiyonu, büyük çapta tahrip etmiştir. Seyyah V. Langlois ise, yapı için “Sardanapal’ın Mezarı” benzetmesini kullanmıştır ki, bu uzun yıllar geçerliliğini korumuştur.

Dikdörtgen şeklinde, iç içe bölümleri bulunan çok eski bir yapıdır. Bu dev kütleyi oluşturan konglomera parçaları ise yapıyı ilginç hale getiren bir başka özelliktir. Bu kalın kütlelerin, daha önce, konglomera olduğu düşünülmüşse de, İstanbul Üniversitesi Yer Bilimleri Fakültesinin örnekler üzerinde yaptıkları araştırmalarda, Roma betonu olduğu anlaşılmıştır. Büyük olasılıkla, kalıplar halinde dökülen bu beton duvarların yüksekliği, 8 metre civarında olup, yer yer görülen kireç taşı bloklarla istinat sağlanmıştır.

Gayet kalın dış duvarların boyu 115 m., yapının genişliği dıştan dışa 43 m., yüksekliği 7 m. kalınlığı 6.60 metredir.

Prof. Nezahat Baydur un yürüttüğü kazı çalışmalarından, bu yapının tapınak olduğu anlaşılmıştır.

Hollanda’nın Tarsus Konsolu Barker, 1835 yılında yazdığı “Kilikya” adlı eserinde, “Donuktaş bir kral ailesi mezarıdır. Fakat Serdanapol ın mezarı değildir. Çünkü Serdanpol Ninova da yakılmıştır.” demektedir. Donuktaş, bazı kitaplarda da Jupiter Mabedi olarak geçmektedir.

Bir efsaneye göre: Donuktaş bir hükümdarın sarayı olup Gözlükule üzerindeymiş. Hükümdar, burada kızı ile yaşarmış. Zamanın peygamberi, bu hükümdara darılarak sarayına tekme vurmuş. Saray ters dönerek yuvarlanmış ve bugün bulunduğu yere düşmüş.

İçel Tarsus Kutabpaşa Medresesi

 

İçel Tarsus Kutabpaşa Medresesi

KUTABPAŞA MEDRESESİ

Yakın döneme kadar, Tarsus ve çevresinde çok sayıda medrese bulunurken, bugün, bunlardan yalnızca Kubat Paşa Medresesi ayakta kalmıştır. 1970 yılında, esaslı bir restorasyonun ardından, uzun süre arkeoloji müzesi olarak kullanılmıştır. Medrese, 1550’li yıllarda, Kubat Paşa tarafından yaptırılmıştır.

Açık avlulu ve tek katlı yapıya, bir portalden girilmekte ve giriş eyvanından avluya geçilmektedir. Avlunun kuzeyinde ve güneyinde hücreler bulunmaktadır. Giriş eyvanının tam karşısında ise, ana eyvan yer vardır. Her iki eyvan da birer kubbeyle kapatılmıştır. Yapının tümünde, kesme taş kullanılmış ve oldukça yalın bir görünüşe sahiptir. Kubat Paşa Medresesinin restorasyonu, Tarsus Belediyesi tarafından yapılarak, Kubat Paşa Medresesi Tarsus Belediyesi Kültür Evi ismiyle 28 Aralık 2020 tarihinde turizme açılmıştır. Günümüzde Tarsus ve çevresine ait etnoğrafik eserlerin sergilendiği yapı, hayranlık uyandıran mimarisi ile kültür-tur güzergahlarında önemli bir eser olarak dikkat çekmektedir. 

İçel Tarsus Şelalesi ve Roma Mezarları

 

İçel Tarsus Şelalesi ve Roma Mezarları

TARSUS ŞELALESİ VE ROMA MEZARLARI

Tarsus ilçe merkezinin kuzeyinde, Berdan (Kydnos) Çayı üzerindedir. Toplam uzunluğu: 142 km. dir. Soğuk su anlamına gelen Berdan, aynı zamanda kentin 4 km. kuzeyinde, doğal bir güzelliği de barındırmaktadır. Bizans imparatoru Justinyen (527-565) tarafından, yatağı değiştirilirken, aslında Roma dönemi sonlarına dek kullanılmış nekropol alanında geniş ve yüksek bir çağlayana dönüştürülmüştür.

Kenti, su taşkınlarından korumak için yapılan bu çalışma sonunda, bugün yaklaşık 15 metre yükseklikteki konglomera kayalıklardan dökülen su, özellikle kış ve bahar aylarında, karların erimesiyle, en yoğun debisine ulaşmaktadır.

Bugün aynı noktada yer alan nekropoldeki basamaklı ya da rampalı oda mezarlar, oyuldukları konglomera kayaların zayıf oluşuyla, güçlü akıntılara karşı koyamayarak, büyük ölçüde tahrip olmuştur. Günümüzde, şelale ve çevresi, Tarsusluların, özellikle sıcak yaz günlerinde ilgi gösterdikleri yerlerin başında gelmektedir.

Bahar aylarında yükselen debisiyle genişleyen göleti ve çağlayanı, güneşin batışıyla birlikte muhteşem bir görüntü oluşturur. Bu özelliğinden dolayı da Araplar Kydnos’a soğuk su anlamına gelen “El-Baradan” ismini vermişlerdir. Bu isim, günümüzde, Berdan olarak gelmiştir. Aynı zamanda şifa olarak da bilinen suyun bazılarının başına istenmeyen işler açtığı bir gerçektir.

Tarihi kaynaklar; Büyük İskender’in, Kydnos’da yıkandıktan sonra, zatürre olduğu ve bir daha da iyileşemeyerek, kısa süre sonra Suriye’de öldüğüne değinir. Halife Memun’da, yine aynı akıbet sonucu, Tarsus’ta ölmüş ve Tarsus’a gömülmüştür.

Berdan nehrinin bu bölümünde nehir suyu 4-5 metrelik bir yükseklikten dökülerek, şelale meydana getirmektedir. Romalılar döneminde şelalenin bulunduğu alan, nekropol (mezarlık) olarak kullanılmıştır. Şelalenin bulunduğu alanda, konalemera yapıya sahip kayalara oyularak yapılmış mezarlar, nehrin akış yükseltisi altında ortaya çıkmasından sonra oldukça tahrip olmuş durumdadır.

İçel Tarsus Justiniaus Köprüsü (Baç Köprüsü)

JUSTİNİAUS KÖPRÜSÜ (BAÇ KÖPRÜSÜ)

Modern Tarsus kentinin doğusunda bulunan Justiniaus köprüsüne, halk tarafından eskiden şehre girişte alınan Bac Vergisinden dolayı, Bac Köprüsü denilmektedir.

Adana-Ankara karayolunun Tarsus girişinde ve kuzeyindedir. Berdan (Tarsus) Çayı üzerindeki köprü, MS.6.yüzyılda Bizans İmparatoru Justiniaus (527-566) tarafından yaptırılmıştır. Birkaç kez ve en son olarak 1978 yılında restore edilmiştir.

Eski dönemlerde köprüden geçme paralı olduğundan, bu köprüye vergi anlamına gelen Bac adı verilmiştir.

İçel Tarsus Eshab-ı Kehf (7 Uyurlar) Camii

 

İçel Tarsus Eshab-ı Kehf (7 Uyurlar) Camii

ESHAB-I KEHF (7 UYURLAR) CAMİİ

Tarsus un kuzeybatısında 14 km. uzaklıkta, Dedeler köyündedir. Encülüs dağı eteklerinde doğal bir çöküntünün mağara şeklini aldığı yaklaşık 200 metre karelik kapalı bir alandan oluşmaktadır. 

Kuran-ı Kerim de, Kehf Suresinde sözü edilen bu mağara, Müslüman ve Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mağaraya, 15-20 basamak merdivenle inilir.

Eshab-ı Kehf Mağarasına ait bir efsane halk arasında anlatılır. “ Mitolojik tanrılara inanışın, gücünü kaybettiği dönemlerde, tek Tanrıya inandıkları için eziyet edilmekten kaçan Hıristiyan dinine mensup Yemliha, Mekseline, Mislina, Mernuş, Sazenuş, Tabernuş ve Kafeştetuyuş adında, yedi genç, Putperestliğe dönmeyi kabul etmediklerinden, Rum Hükümdar Dakyanus un huzuruna çıkarılırlar. Bu hükümdar, putperestlik dinine bağlı kalmalarını, aksi takdirde kendilerini öldürteceğini söyleyerek, birkaç günlük zaman vermiştir. Köpekleri Kıtmır ile birlikte, bu 7 genç ölümden kurtulmak için verilen süreden yararlanarak kaçmışlar ve bu mağaraya sığınmışlardır.

Allah tarafından kendilerine 300 yıl süre bir uyku verilmiştir. İlk uyanan, yiyecek almak için kente gider, ama elinde bulunan zamanı geçmiş para yüzünden yakalanır. Yakalanan, parayı nerede bulduğunu ve oraya götürülmesini ister. O da yalnız olmadığını, 7 arkadaşıyla beraber mağarada kaldığını söyler. Onunla birlikte mağaraya gelindiğinde, yedi yavru kuşun tünediği bir yuvadan başka bir şey görmemişlerdir. Bu nedenle, burayı Yedi Uyurlar Mağarası diye de anılır.

Halk arasında, ziyaret dağı olarak bilinen dağ, konik biçimli ve topoğrafik görünümü itibarıyla doğal bir özellik arz eder. Mağara 300 metre kare büyüklüğünde, 10 m. yüksekliğindedir. Mağaranın içinde 3 tünel vardır. Eshab-ı Kehf Mağarasının yanına, Osmanlı Padişahı Abdülaziz tarafından, 1873 tarihinde bir mescit yaptırılmıştır.

ROMA YAPI KALINTISI

Tarsus ilçe merkezinde, Eski Ömerli Mahallesinde, Barbaros Hayrettin Lisesi inşaatı hafriyatı çalışmaları sırasında, zeminden 3.30 m. alt seviyede açığa çıkan, Roma döneminde yapıldığı belirlenen yapı kalıntısı dikdörtgen planlı olup, beşik tonozludur. Kesme, kalker taşından yapılma, sıvalı, doğu batı ekseninde olan koridorun uzunluğu 37.13 m., genişliği 3.30 m. dir.

Doğu-batı doğrultusunda uzanan koridorun kuzey cephesinde 8 kapı açıtı, güney cephesinde ise kazı sonucu açığa çıkarılan bir merdiven girişi, binaya girişi sağlayan ve içi temizlenen, duvarları freskli, zemini mozaikli oda ve 3 kapı açıtı bulunmaktadır. Doğu cephe de kemerli bir kapı açıtı bulunmaktadır. Roma yapısı Adana Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu kararı ile tescil edilmiş ve koruma altına alınmıştır.

 

TAŞKURU MAĞARASI

Tarsus’un yaklaşık 19 km kuzeybatısında bulunan Taşkuyu Mağarası: Permo-Karbonifer yaşlı mermerler ile bunları örten Miyosen yaşlı kireçtaşları dokanağından gelişmiştir. Mağaranın girişi deniz seviyesinden 214 metre yükseklikte ve bilinen toplam uzunluğu 470 metredir. Yüzeye son derece yakın bulunan mağarada sıcaklık 19.5 ile 24 derece arasındadır ve nispi nem yüzde 77-89 arasındadır. 

Mağara birbirine bağlı galerilerden oluşmaktadır. Bu galerilerde sarkıt, dikit, sütun, duvar ve perde damla taşları, örtü damla taşları ve havuzların etkileyici örneklerini görmek mümkündür. Ayrıca Taşkuyu Mağarası içerisinde: ülkemiz mağaralarında nadir rastlanan egzantirikler (aykırı oluşumlar) ve mağara inceleri bulunmaktadır. 

ÇAVUŞLU KÖYÜ GÖZETLEME KULESİ

Tarsus-Pozantı karayolunun 25 km. de, sağa dönülerek 7 km. stabilize yoldan sonra Çavuşlu Köyü mevkiindeki gözetleme kulesine ulaşılır. Vadiye hakim bir tepe üzerinde bulunan ve ortaçağda inşa edilen gözetleme kulesi, dörtgen planlı, duvarları kesme taştan yapılmıştır. İki katlı olan yapının orta kat ahşap kiriş yerleri görülmektedir.

GÜLEK KALESİ

Tarsus ilçesine bağlı Gülek Beldesinin kuzeydoğusunda, yüksek kayalık dağ üzerindedir. Gülek Boğazına hakim olan kale, oldukça düzgün taşlardan özenle yapılmıştır. Kalenin surları, savunmaya zayıf noktalardan köşeli ve yuvarlak kulelerle takviye edilmiştir. Kaleye giriş, kemerli abidevi bir kapıdandır. Kale, oldukça tahrip olmuş durumdadır.

SARIŞIH HANI

Sarılşıh Hanı, Tarsus İlçesi, Çukurbağ Köyü, Sarışıh Mahallesi yerleşim alanının batısında bulunmaktadır. Han, doğu-batı eksenli olup, tahminen 30 m. uzunluğunda, 12 m. genişliğinde ve 5-6 metre yüksekliğindedir. Dikdörtgen planlı han, küçük kesme taşlardan Horasan harcı ile yapılmıştır.

Güney cephede, yuvarlak tonozlu giriş koridoru bulunmaktadır. Hanın içi yuvarlak tonozludur. Tonozun üstü dıştan beton ile doldurulmuştur. Yapının muhtemelen beylikler döneminde yapıldığı sanılmaktadır. Hanın yanında bir de çeşme bulunmaktadır.

ÇAMLI YAYLA

Tarsus’a 63 km. , Adana’ya 110 km. ve Mersin’e ise 87 km. uzaklıktadır. Toroslar’ın üzerinde olup, denizden yüksekliği: 1150 metredir. Çam ve ladin ağaçlarıyla bezenmiş olan yaylada, kışları soğuk ve yazları ise serin geçer. Çamlıyayla’nın içinde: Hapkapan ve Kaleardı isimli iki dere bulunmaktadır. Çamlıyayla, özellikle sıcak yaz aylarında, ovada yaşayan şehir halkının dinlendikleri sakin ve huzurlu bir ortamdır.

İlçenin ilk yerleşimi, yöreye hakim bir tepe üzerinde yükselen Namrun Kalesidir. Hitit ve Asur çağlarında, İlibru olarak da bilinen kale; Haçlıların, Anadolu Selçuklularının, Kilikya Ermeni Krallığının ve daha sonra da Karamanoğulları Beyliğinin ve Osmanlı devletinin yönetimine girmiştir. 1854 yılından sonra başlayan Osmanlı-Mısır savaşları sırasında; bir süre Mısır egemenliğinde kalan yerleşim, 19 ncu yüzyılın ikinci yarısından sonra, nahiye merkezi, 1991 yılında İlçe olmuştur.

Külpet dağının eteğinde kurulu ve denizden yüksekliği: 1430 metre olan Çamlıyayla, İçel İlinin en büyük ve en eski yaylalarından biridir. 2000 m. den sonra ormanların bittiği yerlerde görülmeye değer, irili ufaklı 10 krater gölden, özellikle Çini Göl kenarında, dağcılar için kamp yapmaya uygun alanlar bulunmaktadır. Çamlıyayla İlçesi ile Toros dağları arasında yer alan 10 km. uzaklıktaki Çatak, 30 km. uzaklıktaki Sadiye ve Saybaşı mevkileri, Aralık-Haziran ayları arasında, karlı olup, buralarda kayak yapılabilir. Yörükler, yaz mevsiminde, burayı yayla olarak kullanmaktadırlar.

Mersin şehri tanıtımı.

Adana şehri tanıtımı.

 

İçel Silifke

İçel Silifke


Siz tabii Silifke ye gidince Silifke yoğurdu arayacaksınız, hayırrrr, yok. Silifke yoğurdu isterseniz, özel bir marka yoğurt veriyorlar.

ULAŞIM

Silifke; Mut’a: 73 km. uzaklıktadır. Silifke-Mersin arası uzaklık: 85 km. ve Silifke-Gülnar arası uzaklık: 70 km. dir.

Özellikle: Silifke-Erdemli-Mersin-Adana istikametinde: gayet güzel bir otoyol bulunuyor ve ulaşım rahat. Ancak: Antalya istikametine yöneldiğinizde, yolların biraz daha virajlı olduğunu göreceksiniz. Yine de, genel anlamda, Silifke’nin ulaşımı zor değil.

İçel Silifke

GENEL

YAYLALAR

Silifke’nin dağlık kesimlerinde: yükseklikleri 600 ile 1200 metre arasında değişen: Gökbelen, Balandız, Uzuncaburç, Kırobası yaylaları, sahilin yoğun sıcağından kurtulmak isteyen Silifkeliler için ve yörede hala yaygın olarak yaşayan göçerlerin tercih ettikleri yerlerdendir.

TURİZM

Toros dağları trakking; Göksu nehri rafting için gerekli özellikleri taşımaktadır. Yılın 300 günü güneşli olan bölgede, 105 km. lik kıyı bandı ile sahiller tarihi ve doğal güzelliklerin buluştuğu önemli yerlerdendir. Yörede: toplam 2634 yatak kapasiteli tesis bulunmaktadır. Ayrıca: bir öğretmen evi bulunuyor.

FOKLOR

Silifke, folklorik açıdan da, önemli bir bölgedir. Halk oyunları, kilim dokumacılığı ve el sanatları gelişmiştir. Silifke Folklor Ekibi, uluslar arası pek çok organizasyonda, Türkiye’yi temsil etmiştir. Silifke oyunları kıvrak tarzdadır. Silifke’de her yıl: 20-26 Mayıs tarihleri arasında, Uluslar arası Müzik ve Folklor Festivali düzenlenir.

Silifke’nin yoğurdu, Türkmen Kızı, Çiftetelli, Elmas Zeybeği, Kıbrıs Zeybeği, Ham çökelek, Çaya Vardım Zeybeği, Portakal Zeybeği, Keklik oyunları, en bilinen folklorik danslardır. Özellikle: son yıllarda, bir ara, ülkemizde bayağı popüler olan, ham çökelek, sanırım hatıralarınızda canlandı, evet o türkünün de kaynağı Silifke.

GÖKSU NEHRİ

Silifke şehir merkezinde, tam ortadan akıyor. Mısır’daki Nil Nehri gibi, Nil yeşili rengi ile, Silifke’ye değişik bir hava katıyor. Kışın sorun oluyor, çünkü baraj kapakları açılıyor ve Silifke’yi su basıyor.

Bu nehirle ilgili daha sonra da okuyacaksınız, en önemli olay, tarihi süreç içinde, Haçlı ordusu komutanının boğularak ölmüş olması. Ayrıca: ırmak çevresindeki çay bahçeleri ve kafeteryalarda, muhteşem keyif alarak zaman geçirmek mümkün.

İçel Silifke

TARİH

Makedon kralı İskender’in komutanlarından ve Suriye krallığının kurucusu Selefkos Nikator; günümüzdeki Taşucu’nun olduğu yerde, İyonyalıların “Holmi” adıyla kurduğu koloniyi ele geçirip halkını da kıyıdaki Holmi’den 12 km. içeriye bugünkü Silifke’nin bulunduğu yere yerleştirmiş ve “Selefkos’un Şehri” anlamına gelen Seleucia kentini kurmuştur.

Seleucia, Helenistik dönemde, Selefkoslar ve Ptolemeos (Mısır) krallıkları arasında sıkça el değiştirmiştir.

Roma imparatorluğunun, MS.395 yılında, ikiye bölünmesinden sonra, Seleucia, Ayatekia’nın varlığından dolayı önemli bir hac merkezi durumuna gelir. Şehir, Bizanslıların elinde iken, MS.13’ncü yüzyılda Selçukluların, 14’ncü yüzyılda Karaosmanoğullarının yönetimine girmiş, 1471 yılında, Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Başlangıçta, Seleucia olan adı, zamanla “Silifke’ye dönüşen yerleşim merkezi Osmanlı’lar döneminde bazen sancak, bazen vilayet merkezi olmuştur. Kurtuluş Savaşından sonra, İçel il merkezi (1924-1933) olan Silifke, 1933 yılından sonra İçel İline bağlı bir İlçe merkezi haline getirilmiştir.

NE YENİR

Silifke’de, mutlaka tatmanızı önereceğim, yöresel lezzetler şunlar: Arabaşı, Kulak Çorbası, Topalak, Keşkek, Sıkma, Batırık, Oklava Çekmesi. Bunun yanında: kesinlikle inanıyorum ki, o meşhur türkü den de çağrışım yaparak, Silifke’de yoğurt yemeği düşüneceksiniz. Hayır, Silifke’nin o türküsü meşhur ama o türkü ile bağlantılı bir yoğurdu yok, yani burada eğer yoğurt yemek isterseniz, piyasada bolca satılan herhangi bir marka yoğurt önünüze konulacaktır.

İçel Silifke

PLAJLAR

Silifke İlçesinde: Mersin yönünde: Kapızlı Halk Plajı (14 km.), Susanoğlu Halk Plajı (15 km.), Atayurt Plajı (16 km.), Akkum Halk Plajı (22 km.) bulunmaktadır. Antalya yönündeki plajlar: T. Kum Mahallesi Halk Plajı (10 km.), Taşucu Halk Plajı (10 km.), Akçakıl Plajı (17 km.), İncekum Plajı (18 km.), Boğsak Plajı (20 km.), Yeşilovacık Halk Plajı (38 km.) bulunmaktadır.

İçel Silifke Atatürk Müzesi

ATATÜRK MÜZESİ

Atatürk’ün Silifke’ye 27 Ocak 1925 tarihindeki, ilk gelişlerinde gecelediği ev, bugün restore edilmiş, kullandığı eşyalar sergilenerek ziyarete açılmıştır. Atatürk Silifke’ye ve Silifkelilere olan sevgisini Silifke İdman Yurdunu ziyaretlerinde, şeref defterine yazdığı şu ibarelerde belirtmiştir. “Silifke’ye geldiğimden çok memnunum. Beni unutmayacağınızı bilirim. Sizi kalbimden çıkarmam.”

İçel Silifke Aleaddin Camii

ALEADDİN CAMİİ

Roma köprüsün karşısındadır. Taşköprü’nün karşısında bulunan cami; Selçuklu Sultanlarından Alaeddin Keykubat döneminde yapıldığı için, Alaeddin Camii adını almıştır. Şehrin tam merkezinde olduğu için Merkez Camii olarak ta bilinir. Cami dikdörtgen planlıdır, içi ikişer sütunun ayırdığı 3 neflidir. Orta nefin karşısında, Selçuklu süslemeleri bulunan taş mihrap vardır.

Orijinalinde, son cemaat yeri yoktur. Mihrabın iki yanında pencereler var. Düz tabanlı caminin mihrabının üzerinde, küçük kubbe oturtulmuştur. Basık minaresi Selçuklu özelliği göstermez. Cami, 1989 yılında restore edilmiştir.

İçel Silifke Kalesi

 

SİLİFKE KALESİ

Temel tespitlerine göre, Helenistik veya erken Roma dönemine ait olduğu anlaşılan kale, geçirdiği onarım ve değişiklikler sonucu, bugün bir orta çağ kalesi görünümündedir.
Silifke’ye hakim, 185 metre yüksekliğindeki bir tepe üzerinde yapılmış olan, etrafı kuru hendekle çevrili oval biçimdeki kalenin içinde, kemerli galeriler, su sarnıçları, depolar ve diğer yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde: 17’nci yüzyılda Silifke Kalesinin 23 burcu olduğunu, içinde bir camiye 60 ev bulunduğunu yazar. Ancak, burçların bir kısmı ve kale içi tamamen yıkık durumda olduğundan tam tespiti yapmak mümkün değildir.

Halen görülebilen 10 adet burç mevcuttur. Silifke kalesine tırmanıp şehre baktığınızda göreceğiniz manzara: az katlı apartmanlar, bu apartmanların üzerine kondurulmuş güneş enerjili su ısıtma sistemleridir.

İçel Silifke Müzesi

SİLİFKE MÜZESİ

Taşucu yolu üzerindeki müze, yörenin çeşitli dönemlerine ait tarihi eserlerin sergilendiği iki katlı, modern bir yapıdır. Kentteki Meydancık Kalede bulunan Helenistik döneme ait gümüş sikke koleksiyonu ile 2 ve 4’ncü yüzyıllara ait: küpe, bilezik, yüzük, yağ kandili gibi mezar buluntuları ile pişirilmiş kil ve taş heykelcikler: ikinci katta: Helenistik döneme ait, pişirilmiş kil kaplar ile MÖ. 4 ve 5’nci yüzyıla ait desenli vazolar; müzenin Etnografik eserler bölümünde: Silifke yöresi giysileri, cam, bronz ve gümüş eşya ile Osmanlı dönemine ait silahlar sergilenmektedir.

İçel Silifke Taş Köprü

TAŞ KÖPRÜ

Şehir merkezinin ortasından geçen, Göksu (Kalykadnus) Nehri’nin üzerindedir. MS.77-78 yıllarında, Kilikya Valisi L. Octavius Memor tarafından, dönemin imparatoru Vespasianus ve oğulları Titus ile Domitianus adına yaptırılmış olduğu, 1870 yılında yapılan onarımda bulunan taş kitabeden anlaşılmıştır. Yedi gözü bulunan ve Roma uygarlığı örneklerinden biri olan Taşköprü, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde onarım görmüştür.

İçel Silifke Göksu Deltası

GÖKSU DELTASI

Göksu deltası, Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak koruma altına alınmıştır. Göksu ırmağının oluşturduğu kıyı ovası üzerindedir. Göksu ırmağının, Silifke-Taşucu arasında, denize açıldığı bölgedir. Göksu nehrinin batısında iki lagün olan : Paradeniz ve Akgöl bulunur.

Akgöl: hafif tuzlu acı su karakterindedir. Balıkçıların açmış oldukları kanalla, Akdeniz’e bağlıdır. Kum hareketleri, çoğunlukla rüzgarla kıyıdan iç bölgelere doğru olmaktadır.

Kumullar, özellikle Delta’nın batı kısmında Akgöl ve Akdeniz’in çevresinde daha fazla olup, en güneyde İncekum denilen yerde denize ulaşmaktadır. Bu oluşum, ayrıca suyun altında sığ olarak devam etmektedir. Kumsallar, deltada çok özel değer taşır.

Çünkü: Akdeniz’de yaşayan iki kaplumbağa türü olan Caretta Caretta ve Chelonia Mydas’ın halen yumurtalarını bıraktığı nadir bölgelerden biridir.

MERSİN YÖNÜNDE

İçel Silifke Roma Tapınağı

 

ROMA TAPINAĞI

Şehir merkezinde bulunan ve doğu ile güney yanlarındaki sütun tabanlıkları orijinal şekilde korunmuş olan tapınağın uzun kenarında 14’er, kısa kenarında 8’er sütun bulunmaktaydı. Ancak, her biri 10 metre boyundaki Korint başlıklı bu sütunlardan, bugün yalnızca biri ayakta kalmış olup 3 tanesi de yıkılmış durumda yerdedir.

1980 yılında Kültür Bakanlığınca başlatılan kazı çalışmaları aralıklarla devam etmekteydi. MS.2’nci yüzyılda yapılmış olduğu anlaşılan tapınak 5’nci yüzyılda planında önemli değişiklikler yapılarak kiliseye dönüştürülmüştür.

MS.5’nci yüzyılda yaşamış tarihçi Zosimos “Tapınak, ovadaki ürünlerine musallat olan çekirgelerden kurtulmak için Güneş ve Sanat Tanrısı Apollon’dan yardım isteyen ahali tarafından, çekirgeler Apollon un gönderdiği kuş sürüsünce yok edilince O na bir şükran ifadesi olarak yaptırılmıştır” diyorsa da Zeus adına yaptırıldığı da söylenmektedir.

POİMENİOS HAMAMI VE ÜÇ GÜZELLER

Narlıkuyu koyunda, hemen deniz kıyısında bulunan hamam, MS.4’ncü yüzyıl Roma dönemine aittir. İmparatorluk yönetiminde, etkin bir kişi olan Poimenios tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. Cennet obruğu içindeki yer altı deresinin denize ulaştığı yerdeki tatlı su kaynağından yararlanılarak burada yaptırılan hamamın yıkanma bölümünün tabanında, yarı tanrıça üç kız kardeş tasvir edilmektedir.

Baskın renkleri: beyaz, siyah, kahverengi ve sarı olan mozaikte, Zeus’un kızları: Aglaia, Euphrosyne ve Thalia çıplak olarak, kumru ve keklikler arasında dans ederken görülmektedir. Mozaik tablonun üst kenarındaki Grekçe yazının Türkçesi şöyledir.” Ey konuk dost. Bu mucizeli suyu kimin bulduğunu, saklı kaynağını kimin gün ışığına çıkardığını merak ediyorsan, bil ki, o, imparatorların dostu ve kutsal Adalar’ın dürüst yöneticisi Poimenios’tur”.

Yazıttan da anlaşılacağı gibi, Poimenios, Roma imparatorları Arcadius ve Honorius’un dostu ve bugünkü Büyükada, Kınalıada ve Heybeliada’nın o dönemlerdeki yöneticisi imiş.

Narlıkuyu’dan kuzeye doğru giden asfalt yolun 2’nci kilometresinde antik şehir kalıntıları ile mağaraların bulunduğu yere ulaşılır. Roma ve Bizans dönemlerine ait yapı kalıntıları arasında hala ayakta duran üstü hatıllı kapı söğeleri ile taş kemerler, sarnıç ve Cennet Obruğunun hemen yanında Zeus Tapınağı bulunmaktadır.

ZEUS TAPINAĞI

Üç ayrı dönemde hizmet vermiş olan bu tapınak, tanrıların babası Zeus’un dev ejderha Typhon’a karşı kazandığı zaferin bir simgesi olarak yapılmıştır. Kuzey yan duvarının doğusundaki taşlarda, Helenistik ve Roma dönemlerinde görev yapmış 130 din ve devlet adamının isimleri kazınarak yazılmıştır.

Tören kapısından sonra, antik çeşmeye geçince sütunlu caddenin solunda bir avlu içerisindeki Zeus Tapınağının Selefkos Nikator (MÖ.312-295) tarafından yaptırılmış olduğu düşünülmektedir. Zeus Tapınığı, Anadolu da dört bir yanı, tek sıra 36 sütunla çevrili, Korint tarzında Peripteros planlı, en eski tapınaklardan biri olarak sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir.

Romalılar tarafından da kullanılan tapınak, Hıristiyanlık döneminde, 5’nci yüzyılda, önemli değişikliklerle kiliseye çevrilmiş, cellası yıkılıp sütunların araları örülmüş ve buralara kapılar konmuş, doğusundaki sütunlar kaldırılarak yerlerine apsis eklenmiştir.

Zeus Tapınağı, 2000 yılı aşkın yaşı ve bugünkü muhteşem görünümü ile geçen zamana meydan okurcasına hala ayakta durmaktadır.

İçel Silifke Cennet Çöküğü Mağarası

CENNET ÇÖKÜĞÜ MAĞARASI

Silifke İlçesi Narlıkuyu Kasabası, Hasanaliler Mahallesindedir. Bir yer altı deresinin yol açtığı, kimyasal erozyon ile tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki ağız kısmı, çapları 250 m. ve 110 m. olup derinliği 70 metredir.

Çökük tabanının güney ucunda, 200 metre uzunluğunda ve en derin noktası 135 metre olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır. Kilisenin giriş kapısı üzerindeki 4 satırlık kitabede, bu kilisenin 5’nci yüzyılda Paulus adında, dindar bir kişi tarafından Meryem Ana ya ithaf en yaptırılmış olduğu yazılmaktadır.
Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle inilir. Kiliseye, 300 basamakla varılır. Kiliseden sonraki mağaranın bitim noktasında, mitolojik bir yer altı deresinin sesi duyulur.

İçel Silifke Cehennem Çukuru

CEHENNEM ÇUKURU

Silifke İlçesi Narlıkuyu Kasabası, Hasanaliler Mahallesindedir. Cennet çöküğü ile yan yana bulunmaktadır.
Cennet çöküğünün 75 m. kuzeyindeki Cehennem Çukuru da, Cennet çöküğü gibi oluşmuştur. Ağız çember çapları 50 metre ve 75 metre, derinliği 128 metredir. Kenarları, içbükey olduğu için, içerisine inmek mümkün değildir.
Mitolojiye göre, Zeus alevler kusan yüz başlı ejderha Typhonu, buradaki bir kavgada yendikten sonra, onu Etna Yanardağının altına, sonsuza dek kapatmadan önce, bir süre Cehennem Çukurunda hapsetmiştir.

CAMBAZLI KİLİSESİ

Adamkayalar’dan sonra Hüseyin Köyün den geçilip, Cambazlı Köyü ne varılır. Cambazlı’nın Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli bir yerleşim merkezi olduğu Uzuncaburç (Diocaesarea) ve Ura (OLBA) ile Kızkalesi (Coryus)ne döşeme antik bir yolla bağlantılı olmasından ve günümüze kadar gelebilmiş zengin kalıntılarından anlaşılmaktadır.
Burada, kaya mezarlarının yanı sıra birer küçük mabedi andıran anıt mezarlar, lahitler, sarnıç ve özellikle köyün girişinde bulunan kilise görülmeye değer tarihi kalıntılardır.
Cambazlı kilise, benzerleri arasında orijinal özelliklerini korumuş en iyi durumdaki örneklerden biridir. Kuzey cephesi tamamen kapalı olan yapının içindeki iki sütun dizisinden, sağdaki korint başlıklı bütün sütunlarla bunların üstünde sıralanan galeri sütunları ayaktadır. 5’nci yüzyıla ait 20 x 13 metre ölçülerindeki kilisenin apsisi ve tüm duvarları sağlamdır.

ANTALYA YÖNÜNDE

İçel Silifke Aya Tekla Yer Altı Kilisesi (Meryemlik)

 

AYA TEKLA YER ALTI KİLİSESİ (MERYEMLİK)

Taşucu yolu üzerinde, 4 km. den sağa dönülüp 1 km. gidildiğinde, Hıristiyanlığın en eski ve en önemli merkezlerinden biri olan Meryemlike varılır. Meryemlikin tarihi, Azize Thekia’nın buraya gelişiyle başlar.

İsa Peygamber in havarilerinden St. Paul un vaazlarından etkilenen 17 yaşındaki Thekia, kendisini Hıristiyanlık dinine adar. St. Paul’un bu değerli öğrencisi, Konya ve Yalvaç’da, Hıristiyanlığı yaymak için propaganda yaparken, paganların baskılarına maruz kalıp, öldürüleceğini öğrenince kaçıp Seleucia ya gelir ve sonradan kiliseye çevrilen bir mağarada saklanır.

Sığındığı mağaradan yöredeki insanlara çok tanrılı dine karşı Hıristiyanlık inancını yayarken, mucizeler yaratarak hastaları da iyileştirir. Yine öldürüleceği bir sırada, bu mağarada kaybolduğuna inanılır.

Aya Thekia’nın içinde yaşadığı mağara, onun kayboluşundan sonra, Hıristiyanlarca kutsal sayılmış, ta ki bu din MS.312 yılında serbest bırakılıncaya kadar gizli bir ibadet yeri olarak kullanılmıştır. Bu mağara daha sonra 4. yüzyılda kiliseye dönüştürülmüştür.

İçel Silifke Aya Tekla Yer Altı Kilisesi (Meryemlik)

 

Hıristiyanlığın resmen kabulünden sonraki dönemlerde, birçok yapı ile bezenen Meryemlik’te Mağara Kilisesinden başka, bu mağaranın üzerinde, bugün sadece apsisinin bir bölümü ayakta kalan “Azize Thekia Kilisesi”, imparator Zenon tarafından Aya Thekia’ya ithafen yaptırılan kilise ile Kuzey Kilise, hamam, birçok sarnıç, mezarlıklar ve şehir suru kalıntıları günümüze kadar gelmiştir.

İçel Silifke Taşucu (Holmi)

TAŞUCU (HOLMİ)

Silifke-Antalya karayolunun 10 km. Taşucu’nun bulunduğu yerde MÖ.7.yüzyılda kurulan eski Holmi kolonisinden bugüne hiçbir tarihi eser kalmamıştır. Holmi, uzun süre varlığını sürdürmüş, ancak korsan saldırıları nedeniyle MÖ.4’ncü yüzyıldan sonra zayıflamaya başlamıştır.

Büyük İskender in komutanlarından ve Suriye Krallığının kurucusu Selefkos Nikator şehrin bu zayıf durumunu fırsat bilerek, kolayca ele geçirmiş, halkını da bugünkü Silifke’nin bulunduğu yere yerleştirmiştir.

Yolcu trafiği açısından Türkiye il KKTC arasındaki en önemli kapı olan Taşucu, bugün modern bir turistik belde olarak hızla gelişmektedir.

Taşucu’nun 2 km. batısındaki bir tepenin güney yamacında, yerli halkın manastır diye isimlendirdiği antik Mylai ören yerinde, geç Roma ve erken Bizans dönemlerine ait yapı kalıntıları bulunmaktadır.

LİMAN KALESİ

Taşucu-Antalya karayolunun hemen kenarında ve deniz kıyısındadır. Taşucu’na 7 km. uzaklıktaki kale, Osmanlı yapısı olup, 19’ncu yüzyılda inşa edilmiştir. Günümüze dek kalan az tahrip görmüş kalelerden birisidir.

KİLİKYA AFRODİSİASI

Halk arasında, Ovacık Yarımadası olarak bilinen, arkeoloji literatüründe Kilikya Afrodisiası diye geçen bu antik yerleşim merkezine, Silifke-Anamur karayolunun 35.km.den güneye ayrılan tali bir yolla varılır. MÖ.12’nci yüzyılda yapıldığı tahmin edilen ve toplam uzunluğu 4 km. ye yaklaşan kiklopik sur duvarları ve burçlar, görülebilen en eski kalıntılardır.

Antik kentin en önemli eseri, St. Pantaleon Kilisesidir. MS.4’ncü yüzyıla ait kilisenin tabanı, tamamen mozaikle kaplıdır. Geometrik şekiller, bitki ve kuş motifleriyle süslü mozaik taban, oldukça iyi korunmuş durumdadır. Şövalye evleri, sarnıçlar ve nekropol görülebilecek diğer antik kalıntılardır.

KONYA YÖNÜNDE

KIBRIS BARIŞ HAREKATI ŞEHİTLERİ HATIRA ORMANI

Kıbrıs Barış Harekatında şehit düşen, 454 subay, astsubay, erbaş ve erlerimizin anısına, Silifke-Gülnar yolunun 5. km.de, Çamdüzü mevkiinde, bir hatıra ormanı oluşturulmuştur. 1976 yılında tamamlanan ve 9 hektarlık bir alanı kaplayan şehitlikte, Atatürk Anıtı ve tören alanı ile çevresinde şehitlerimizin sembol mezarları vardır.

Her mezar yanına bir de ağaç dikilmiştir. Şehitlikte, ayrıca 220 Kıbrıs Türk Mücahidi Şehitleri anısına bir de abide bulunmaktadır. 1974 Kıbrıs Barış Harekatında ele geçen Rum tank, top, zırhlı araç ve silahların bir kısmı, burada sergilenmektedir.

İçel Silifke Frederik Barbarossa Anıtı

FREDERİK BARBAROSSA ANITI

Roma-Germen imparatoru Frederik Barbarossa, III. Haçlı Seferinde, ordusu ile Filistin’e giderken, 10 Haziran 1190 günü, Ekşiler Köyü yakınlarında, Göksü Irmağında boğulmuştur.

1971 yılında, Alman Büyükelçiliği tarafından Frederik Barbarossa’nın boğulduğu yere yaptırılan anıt taş, Silifke-Konya kara yolunun 9. km. de, yolun hemen sağ kenarındadır.

KIROBASI YÖNÜNDE

DEMİRCİLİ (IMBRİOGON) ANIT MEZARLARI

İçel Silifke Demircili (Imbriogon) Anıt Mezarları

Silifke-Uzunburç kara yolunun 10’ncu km.de, antik İmbriogon şehrinin soylularına ait tek ve çift katlı anıt mezarlar vardır. Dört tanesi, hemen yol kenarında bulunan anıt mezarlar, MS.2’nci yüzyıl Roma dönemi kalıntılarıdır.

UZUNCABURÇ (DİOCAESAREA)

Mersin in en önemli ve en iyi korunmuş tarihi kalıntıları, Silifke nin 30 km. kuzeyindeki, Uzuncaburç beldesindedir. Helenistik çağda, merkezi Uzunburç’un 4 km. doğusundaki (Ura) Olba krallığının ibadet yeri olan, bugünkü Uzuncaburç yerleşim yeri, Roma döneminde, MS.72 yılında imparator Vespasianus zamanında, Olba dan ayrılarak Diocaesarea (Tanrı imparator kenti) adıyla özerk, kendi adına para basabilen, yeni bir site durumuna getirilmiştir.

Dioaesarea’da ki Zeus Tapınağı, burç ve piramit çatılı anıt mezar Selefkoslar, yani Helenistik, sütunlu cadde, tiyatro, tören kapısı, çeşme, Şans Tapınağı ve Zafer Kapısı, Roma döneminden kalma yapılardır.

5’nci yüzyılda Hıristiyanlığın yörede gelişmesiyle Zeus Tapınağı, kiliseye dönüştürülmüş, ayrıca yeni kiliseler de yapılmıştır. Bizans döneminin ardından Anadolu Türkleri, buraya şehrin sembolü olan yüksek burcun ismini vererek “Uzuncaburç” demişlerdir.

SÜTUNLU CADDE

Tiyatronun önünden geçen sütunlu cadde, Zeus Tapınağının yanında, kent kapısından gelen diğer bir sütunlu cadde ile kesişir ve Şans Tapınağında son bulur. MS.1’nci yüzyıldan kalma, Sütunlu Caddedeki sütunların hepsi yıkılmış ve mimari parçalarının çoğu yok olmuştur.

TÖREN KAPISI

MS.1’nci yüzyıldan kalma Tören Kapısı, her biri 1 metre çapında ve 7 metre yüksekliğinde, Korint başlıklı sütunlarla heybetli bir yapıdır. Sütun gövdelerinden çıkan konsollar üzerinde, zamanında heykeller bulunmaktaydı. Yarısı yıkılmış olan Tören Kapısının 5 sütunu ayaktadır.

ŞANS TAPINAĞI (TYCHAEUM) 

Sütunlu caddenin bitimindeki Şans Tapınağı, MS.1’nci yüzyılın ikinci yarısında  yapılmıştır. Bugün, beşi ayakta olan, altışar metre yüksekliğindeki yekpare granit 6 sütunun taşıdığı arşitravdaki kitabe, tapınağın kentin soylularından Oppius ile eşi Kyria tarafından yaptırılıp kente hediye edildiği bildirilmektedir.

ZAFER KAPISI

Güney-Kuzey yönündeki ikinci sütunlu yol üzerinde ve Zeus Tapınağı’nın kuzeyinde bulunan kapının ortasında bir büyük, yanlarında iki küçük kemerli girişi vardır. Üzerindeki kitabede, depremde zarar gören kapının Roma imparatorları Arcadius (395-408) ile Honorius (395-423)un birlikte yönetimleri sırasında önemli ölçüde onarım gördüğü yazılıdır.

Anıtsal nitelikteki kapının çeşitli yerlerindeki konsollarda vaktiyle heykel ve büstlerin yer aldığı anlaşılmaktadır. “Zafer Takı” görünümlü bu muhteşem yapı, Zafer Kapısı olarak anılır.

TİYATRO

Roma imparatorları Marcus Aurelius (161-180) ile Lucius Verus (161-169)un birlikte yönetimleri sırasında yapılmış olduğu burada bulunan bir yazıttan anlaşılmaktadır. Yer olarak doğal çukur bir arazi seçilerek oturma basamakları arazinin meylinden faydalanılarak yapılmıştır.

HELENİSTİK ANITMEZAR

Uzuncaburç beldesinin güneyindeki bir tepe üzerinde yapılmış olan anıtmezar, Dor biçimindeki mimarisiyle yörede tektir. Pramit çatılı, 15 metre yüksekliğindeki mezar anıt, 5.5 x 5.5 metre ölçülerinde, kare planlıdır.

2300 yıllık anıt mezarın Selefkoslar veya Olba krallığının yöneticilerinden birine ait olduğu tahmin edilmektedir.

HELENİSTİK YÜKSEK KULE

Şehri çevreleyen surların kuzeydoğu kenarında bulunan 5 katlı kule, 16 x 13 metre oturumunda ve 23 metre. yüksekliğinde olup, yapımında hiç harç kullanılmamıştır. Her katı, kendi içinde bölümlere ayrılmış olan kule, yöneticilerin yaşadığı bir mekan olduğu kadar, tehlike anında halkın sığındığı ve şehir hazinesinin korunduğu güvenli bir yer olarak ta kullanılmaktaydı.

Kule kapısı üzerindeki yazıttan, MÖ.3’ncü yüzyılın ikinci yarısında Tarkyares tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılan kule, geçirdiği yangın sonucu vali Petronius un emriyle, MS.3’ncü yüzyılın sonlarında onarım görmüştür. Eski paraların üstünde amblem olarak kullanılan bu gözetleme ve barınma kulesi, yüksek oluşu nedeniyle, bugünkü beldenin ismine de kaynak olmuştur.

KİLİSELER

Hıristiyanlığın bölgeye gelmesi, 5.yüzyılda Zeus Tapınağından dönüştürme kiliseden başka üç kilise daha yapılmıştır. Bunlar, kule yakınındaki Stefanos Kilisesi, nekropoldeki Mezarlık Kilisesi ve tiyatro yanındaki küçük bir kilisedir. Bunlardan çok az kalıntı mevcuttur.

NEKROPOL

İçel Silifke Nekropol

Kentin kuzeyinde, bir vadinin her iki yamacına yayılmış olan nekropol sahası, hem Helenistik, hem Roma, hem de Bizans dönemlerinde kullanılmış olup, kaya oyma çok sayıda mezar vardır.

URA (OLBA)

Uzuncaburç un 4 km. doğusundaki Ura, Helenistik dönemde Olba krallığının merkezi ve önemli bir ticaret şehri idi. Bir tepenin üzerinde kurulmuş bulunan antik kentten, günümüze kadar gelebilmiş kalıntılar arasında çeşme binası, su kemeri, evler, tiyatro ve nekropol bulunmaktadır.

Buradaki en önemli yapılardan biri olan çeşme binası Septimus Severus (193-211) zamanında yaptırılmıştır. Lamus Deresinden alınan su kanal, tünel ve akuadüklerle bu çeşmeye akıtılıyordu.

Diğer bir önemli eser ise, nekropolün bulunduğu vadi üzerinde kurulmuş, 150 metre uzunluğunda, 25 metre yüksekliğinde dört kemerli akuadüktür.

Bu su kemerinin korunması ve çevrenin gözetlenmesi için kuleler inşa edilmiş olması yapının önemini göstermektedir. Antik çeşme ile aynı dönemde yapılmış olan su kemeri, Bizans imparatoru II. Justinyen yönetimi sırasında, 566 yılında onarım görmüştür. Çeşmenin yanında bulunan tiyatro binasından bazı oturma basamakları ile sahnenin bir bölümü günümüze dek kalabilmiştir.
Olba kentinin oldukça geniş olan nekropol sahasında, kaya mezarları ve lahitler görülebilir.

Mut tanıtımı.

Gülnar tanıtımı.

Mersin tanıtımı.