Demre

Demre

ULAŞIM

Demre-Antalya arası uzaklık: 147 km. dir. Bitmesini istemeyeceğiniz güzelliklerle dolu, asfalt bir yolla Demre’ye ulaşılır. Finike-Demre arası uzaklık: 28 km. dir. Demre-Kaş arası uzaklık: 37 km. dir. Demre-Fethiye arası uzaklık: 130 km.dir.

GENEL

Demre ilçesinin tarihteki ismi Myra’dır. Myra şehrinin isminin “Mür” yağının üretildiği yaban mersin bitkisinden gelmektedir. Günümüzde kazılarda ortaya çıkan mür yağı şişeleri, mür yağı saklama odaları bu görüşü desteklemektedir.

Üç tarafı dağlarla çevrili bulunan İlçenin kurulduğu arazi, Demre Çayının getirmiş olduğu verimli alüvyonlu topraklardan meydana gelmiştir. Akdeniz ikliminin tipik özellikleri görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağmurludur.

İlçenin ekonomisinin % 90’ı tarıma dayalıdır. Aslında turizm cenneti olmasına rağmen, turizm tesislerinin yetersizliği nedeniyle, halk geçimini tarım ile sağlamaktadır. Türkiye’nin en çok: Sivri Biber üretilen yeridir.

Demre sivrisi, adını buradan almıştır. Evet, niye turizm yetersiz? Çünkü: ulaşım zorluğu var, konaklama tesisleri az ve bu yüzden hizmet sektörü gelişmemiştir. Bunun sonucunda: Demre’de, gece eğlence merkezi veya eğlence hayatı da yok.

NE YENİR

Demre’de yöresel bir yemek tatmak isterseniz: Köle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlamasından yapılan) deneyebilirsiniz.

TARİHİ YERLER

Demre de bulunan tarihi yerler

Myra antik kenti,

Noel Baba Kilisesi.

Andriake Limanı

Myra

MYRA

Demre merkezinden 5 km uzaklıktadır. Kuruluşu MÖ 5’nci yüzyıla kadar gider. Likya birliğinin en önemli 6 şehrinden birisidir. Şehirde Likya döneminin en etkileyici taş oyma figürleri bulunmaktadır.

MÖ 42 yılında, Xanthos şehrinin istila edilmesinden sonra, Roma İmparatoru Brutus, Komutanı Lentulus Spinther’i para toplamak için şehre gönderir. Myralılar karşı koyarlar, limanı bir zincirle kapatırlar.

Spinther: Andriake limanını kapatan zinciri güç kullanarak kırdırır ve Myralılar bunun üzerine teslim olurlar. Öte yandan, Roma İmparatorları, Myra şehrine karşı iyi davranırlar.

MS 18 yılında, İmparator Tiberius evlatlığı olan Germanicus ve karısı Agrippina şehri ziyaret ederler ve Andriake şehrinde dikilen heykellerle onurlandırılırlar.

MS 60 yılında Aziz Paulus, Roma’ya giderken Myra’da gemi değiştirir.

Myra şehri daha sonra İmparator II Theodosius tarafından Likya bölgesinin başkenti ilan edilir.

MS 9’ncu yüzyılda Arap akınları nedeniyle şehir terk edilmiştir.

Şehrin batısında 5.5 km uzaklıkta, Andriake limanı bulunur.

Eskiden bir kıyı kenti iken, Demre çayının getirdiği alüvyonlarla denizin dolması nedeniyle günümüzde denizden içeride kalmıştır.

Ayrıca derine gömülmüş olan şehirde günümüze kadar herhangi bir resmi arkeolojik kazı çalışması yapılmamıştır. Bu yüzden günümüzde şehrin kalıntıları olarak sadece tiyatro ve mezarlar görülebilir.

Liman

Şehrin Limanı: Andriake, Patara ve Phaselis ile birlikte Likya’nın önemli limanlarından birisidir.

Tiyatro

Tiyatro

MÖ 1’nci yüzyılda yapılmıştır. MS 141 yılındaki depremde hasar görmüş ve yeniden yapılmıştır. Dikey kaya yüzeyi, caveasının eğimi için değerlendirilemiş, bu yüzden tamamen baştan inşa edilmiştir.

Tiyatro: arena olarak kullanılmış ve gladyötör döğüşleri yapılmıştır. Şehrin tiyatrosu çok etkileyici ve son derece iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.

Tiyatronun Caveasında: aşağıda 29 sıra ve üst kısımda 6 oturma sırası bulunmaktadır. Bu 6 sıralık Diazoma bölümü oldukça geniştir ve arkasında üzerine boya ile isimler yazılmış, 2 metre yükseklikte bir duvar bulunur.

Burası muhtemelen kişiler için ayrılmış yerleri belirlemektedir.

Tiyatroda: 14 merdiven yolu vardır. Tonozlu galeriyle çevrilidir ve bunlardan dışta kalan iki katlıdır. Batı galeride: iki koridor vardır ve duvarlardan birinde “Gezici esnaf Gelasius’un yeri” yazıtı görülür.

Muhtemelen, antik dönemde tiyatroya gelen izleyicilere günümüzdeki kuruyemiş ve şekerleme benzeri bazı ürünlerin satıldığı bir yerdir.

Tiyatro yaklaşık 6500 kişiliktir. Tiyatronun çapı ise, 108 metredir. Orkestra bölümünde: Myra’nın ihracat ve ithalatından söz eden bir yazıt bulunur.

Bu yazıtta, şehrin ithalat işinden elde edilen gelirlerden, Birlik Hazinesine 7000 dinar ödemesi gerektiği yazılıdır.

Antik Mezarlar

Antik Mezarlar

Şehirde tepelere oyulmuş antik mezarlar dikkat çeker. Bu mezarlardan bazıları: ahşap yapıların taklidi olacak şekilde kayadan yontulmuş ve işlenmiştir.

Myra şehrinin ünlü kaya mezarları iki gurup halindedir.

1’nci Gurup Mezarlar

Tiyatronun batısındaki dik yamaçta, birbirine yakın dizilmiş mezarlar bulunur. Ancak bunların büyük bölümü ev tipindedir. Bazıları renkli kabartmalarla bezenmiştir.

Bazıları ise tapınak biçiminde ve kalanlar ise son derece sadedir. Lahit yoktur. Mezarlardan birinin kaya duvarındaki yazıtta “Moskhos;  Demetrios’un kızı Philiste’yi seviyor” yazılıdır.

Tiyatro yakınındaki bir mezarın üstünde 2 asker kabartması görülür. Ev tipi bir mezarda ise, alınlığında sola doğru ilerleyen ve kalkanlar taşıyan iki savaşçı betimlenmiştir. Sol taraftaki, diğerinin kalkanını ondan koparıp almak istercesine betimlenmiştir.

Üstteki mezar kabartmasında: kendisi bir sedire uzanmış ve eşi yanına oturmuş heykel figürü dikkat çeker. Solda ayakta duran, silahlı ve muhtemelen adamın oğullarını temsil eden üç figür görülür.

2’nci Gurup Mezarlar

Tepenin kuzeydoğuya bakan diğer tarafındadır. Buraya kaya bir patika yoldan çıkılır.

Resimli Mezar

Ev tipindeki bu mezar, Likya bölgesindeki en etkileyici mezardır. Mezarın iç kısmında: sağ ve sol yanda birer sedir vardır. Mezarın en özel kısmı: kabartma olarak yapılmış ve gerçek ölçülerde 11 insan figürüdür.

Sol tarafta: sedir üstünde: sağ elinde taşıdığı içki kadehini yukarı doğru kaldıran sakallı bir adam görülür. Bu muhtemelen ailenin babasıdır. Karşı duvarda: Her iki yanında da çocuklarıyla bir kadın figürü görülür ki, bu muhtemelen adamın eşidir.

İki giriş arasındaki duvarın iç kısmında: yüzü sola dönük, elinde kepçeye benzer bir obje bulunan göbekli bir oğlan bulunur. Bu figürlerin, daha önce Yunanlılar tarafından görüldüğü ve Atina’ya götürüldüğü söylenmektedir. Sağdaki kayalıklarda 5 figür daha bulunur.

Boğa ile dövüşen Aslan figürü

Daha yukarıdaki bir mezardadır. Mezarın iç kısmında sekiz figürden oluşan bir sahne görülür. Aslanın başının iki yanında, muhtemelen dansözlerden oluşan fantastik bir figür bulunmaktadır.

Nekropol

Deniz tarafındadır.

Hadrian Buğday Deposu

Antik şehirdeki en önemli yapısıdır.

Aziz Nikolaos

AZİZ NİKOLAOS-NOEL BABA

Kendisi: MS 3’ncü yüzyılda, Patara bölgesinin küçük bir köyünde zengin bir buğday tüccarının oğlu olarak dünyaya gelmiştir.

Ebeveynlerini genç yaşta hastalık nedeniyle kaybeder.

Ardından bütün mal varlığını hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç kişiler için kullanmıştır. Hayatını iyilik yapmaya adamış, sahip olduklarını yoksullarla paylaşan ve yardımlarını gizli olarak pencere veya bacalardan hediyeler bırakarak gerçekleştirmiştir.

Genç yaşta Myra Episkoposu olmuştur

Myra, Likya Eyaletinin başkenti olduğu için burada görev yapan piskopos da, Anadolu’nun en büyük ikinci din otoritesi olarak kabul ediliyordu.

Ardından çok seyahat etmiş ve duaları ile denizcileri birçok kazalardan korumuştur. Akdeniz’de büyüklü küçüklü bütün teknelere Aziz Nikolaos’un resmi veya ikonası asılmış, sefere çıkarken “Dümeninizi Aziz Nikolaos Tutsun” dileklerinde bulunulması gelenek haline gelmiştir.

Katolik, Ortodoks ve Anglikan kiliseleri tarafından önemli bir “Aziz” olarak kabul edilmiştir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde Noel Baba’ya adanmış 2000 civarında kilise bulunmaktadır.

1931 yılında Haddon Sundblum tarafından Coca Cola şirketi için hazırlanan çizimlerle Noel Baba son görüntüsüne kavuşmuştur.

1955 yılında: Antalyalı bir kısım turizmci, PTT işbirliği ile üzerine üzerlerine Noel Baba pulları yapıştırılmış Antalya Kartpostallarını tüm dünya devlet adamları ve önemli kurumlarına, yılbaşında postaladılar ve Demre’de bulunan Noel Baba kilisesinin tanınmasını sağladılar.

Bunun üzerine Amerika’da da sevilerek New York şehrini koruya azizlerden biri sayıldı ve “Santa Klaus” olarak tanındı. Hollanda’da Sinterkoas, Fransa’da Pere Noel, İngiltere’de Father Christmas ve Almanya’da Heilige Nikolaus isimleriyle tanınmaktadır.

Aziz Nikolaos’un Noel Baba efsanesi

Demre de St Nicholaus Kilisesi yakınında, bir fakir baba ve üç kızı yaşarlar. O devirde, hiçbir kız çeyizi olmadan evlenemezmiş. Yoksul baba, o kadar çaresizdir ki, kızlarını nasıl evlendireceğini düşünür, bir türlü çare bulamazmış.

Soğuk bir Noel gecesi, üç kız kardeş odalarında oturmuş, nasıl evleneceklerini konuşuyorlarmış. Kızlardan en büyüğünün aklına, kendini esir pazarında satarak elde edilecek para ile diğer kız kardeşlerine çeyiz düzme fikri aklına gelmiş.

Bu düşüncesini diğer kız kardeşlerine açmış. Evin büyük kızı, kız kardeşlerine “Sizin için kendimi esir pazarında satarak sizleri evlendireceğim” der.

Diğer kız kardeşler buna karşı çıkarlar. Her biri, kendisinin esir pazarında satılarak, elde edilecek para ile diğer kardeşlerin evlenmesini ister.

Bu sırada, evin açık penceresinden bu konuşmaları duyan Aziz Nikolaus, bu yoksul aileye yardım etmeye karar verir, kiliseden getirdiği bir kese altını, açık olan pencereden evin içine atar. Tarih 25 Aralıktır ve Kızlar, İsa’nın doğduğu gece bir mucize olduğuna inanırlar.

Böylece büyük kız evlenir, sonra ikinci sıradaki kız için de pencereden bir kese altın atılır ve kız evlenir. Ancak: Aralık ayı oldukça soğuktur, pencereler kapalı olduğu için en küçük kız için Aziz Nikolaos, bu kez evin çatısına tırmanır ve bacadan aşağıya bir kese altın atar ve küçük kızın da evlenmesini sağlar.

Bunun üzerine, her yıl Myra halkı, 25 Aralık tarihinde pencereleri ve kapılarının önünde altın elma, çerezler, çocuk oyuncakları bulmaya başlarlar. Aziz Nikolaos, yardım ettiği kişilerin kendisine şükran borcu olmaması için yaptığı yardımlara gizliliği seçmiştir.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi-Noel Baba Kilisesi

En başta şunu belirtmekte yarar var, kiliseyi tanıtım yazısı sizlere biraz uzun gelebilir ancak bu yazıyı okuduktan sonra kiliseyi daha bilgili ve zevk alarak gezeceğinize inanıyorum.

Demre Gökyazı Mahallesi Kolcular Sokakta bulunan kilise, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Anıt müze olarak ziyarete açıktır. Her yıl 1 milyon kişi tarafından ziyaret edilmektedir.

Giriş ücretlidir.

Aziz Nikolaos: Myra Piskoposu iken 6 Aralık 365 yılında 65 yaşında iken ölür.

Kaynaklara göre: Aziz Nikolaos öldüğünde, Demre Aziz Nikolaos kilisesine defnedilmiştir.

Ancak, 6’ncı yüzyılda bu eski kilisenin üzerine, dönemin İmparatoru I Justinianos tarafından yeni bir kilise inşa edilmiştir.

Ancak bu yeni kilise yapılırken, eski kiliseden kalma bir bölüm muhafaza edilmiştir. Hatta: 529 yılındaki depremde, eski kiliseden kalma bu bölümün herhangi bir hasar görmediği tahmin edilmektedir.

Peki bu gizli kalmış bölüm nasıl bulunmuştur?

Aziz Nikolaos kilisesinde yapılan koruma ve restorasyon çalışmaları sırasında çekilen tomografi sırasında ortaya çıkmıştır ve bu bölüm, 4’ncü yüzyıldan kalmadır, yani Aziz Nikolaos’un mezarının burada bulunması muhtemeldir.

Mezar olmasa da, bu gizli bölümde Aziz Nikolaos’a ait bilgilere ulaşılabilir.

Evet, kilise yukarıda sözünü ettiğim gibi, 529 yılında yenilenmiştir.

8’nci yüzyılda bu kilise, bilinmeyen bir nedenle harap olmuştur. Muhtemelen bunda bir deprem veya Arap akınları sebep olmuş olmalıdır.

Ancak bu büyük kilise, 1034 yılında harap olur. Çünkü Arap donanması, bir kez daha Demre’yi vurmuştur.

Fakat, 1042 yılında İmparator IX Konstantin Monomakhos (1042-1055) ve karısı Zoe tarafından günümüzde görülen yeni kilise yaptırılır. Bir zamanlar köy mezarlığında bulunan ve kiliseden buraya getirildiği düşünülen bir Bizans kitabesinde bu durum yazılıdır.

Bu kitabenin kilisenin yeniden yapımı ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

1042 yılında yapılan kilisenin içinde, Aziz Nikolaos’un kemikleri, bir lahit içinde muhafaza ediliyordu.

Aziz Nikolaos Kilisesi: Orta Çağ boyunca bir hac merkezi olarak kullanılmıştır. Deniz yolu ile Kudüs’e giden hacılar, yolları üzerinde Myra’nın limanı Andriake’ye uğrar ve bu limandan Aziz Nikolaos kilisesine ulaşıp hacı olurlardı.

Aziz Nikolaos Kemikleri

Ancak 20 Nisan 1087 tarihinde; Aziz Nikolaos’ın mezarı kırılarak açılır ve kemikleri, İtalyan tüccarlar tarafından çalınarak İtalya Bari şehrindeki bazilikaya götürülerek gömülür ve Bari şehrinde Basilica di San Nicola adıyla muhteşem bir kilise inşa edilir.

Aziz Nikolaos’un bazı kemikleri ise, Venedik başta olmak üzere Avrupa’nın birçok kilisesinde muhafaza edilmektedir.

Peki: İtalyanlar, Bari şehrinde bulunan mezardaki kemiklerin, Aziz Nikolaos’a ait olduğunu kanıtlayabildiler mi? Hayır, DNA testi yapılmasına rağmen testin sonuçlarını açıklamadılar. Yani çalıp götürdükleri kemiklerin, normal bir papaza ait olma olasılığı da yüksektir.

1738 yılında bu büyük kilisenin bitişiğine, küçük bir şapel yaptırılır veya daha önce burada mevcut bulunan şapel tamir ettirilir.

Çünkü Rum nüfus burada yaşamaya devam etmektedir.
Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Aziz Nikolaos, zamanla Rusya Çarlığının en popüler azizi haline gelmişti. Bunun üzerine, Kırım Harbi yıllarında Rusya buraya yerleşmek üzere girişimlerde bulunur. Nikolaos Manastırında bir koloni kurmak ister ve bunun için, İbrahim Efendi adında bir tapu görevlisinin yardımı ile kilise ve çevresi Anna Galicia adında bir Rus Kontesi tarafından satın alınır.

Bu alışveriş Rodos’da bulunan Rus konsolosu tarafından onaylanır.

Ancak Osmanlı devleti, bu dini görünüşlü işlemin altında politik bir amaç olduğunu anlayarak Rusların Demre’ye yerleşmesini engeller ve arazi Devlet tarafından geri alınır.

1862-1863 yıllarında; Rus Çarı II Aleksandr tarafından tamir ettirilmiş ve çan kulesi eklenmiştir. Ancak bu tamirat sırasında kilisenin orijinal mimarisi bozulmuştur.

Bunun sebebi yani kötü restorasyonun sebebi olarak Rusların Akdeniz’e çıkıntı yapan bu ücra köşede yerleşmeye çalıştıkları düşünülüyor.

Günümüzde kilise içinde, bu dönemden kalma mermer üzerine yazılı bir Rusça kitabe bulunmaktadır. (Kitabenin boyutları: 1.46 x 0.60 metre boyutlarındadır.)

Kilisenin duvarlarında: Aziz Nikolaos tarafından gerçekleştirilen mucizeler resmedilmiştir. Bu duvar resimlerinde: Hıristiyanlıkla ilgili kararların alındığı dinsel toplantılar olan konsül sahneleri canlandırılmaktadır.

Roma dönemine ait lahit ise: balık pulları ve akantus yapraklarıyla süslüdür. Kesin olmasa da bu lahdin Aziz Nikola’ya ait olduğu düşünülüyor.

Evet, kilise zamanla Myros (günümüzdeki ismi Demre) çayının taşkınları sonucu toprak altında kalmıştır. 1956 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

1994 yılında ziyarete açılmıştır.

Aziz Nikolaos Antalya Müzesinde bulunan kemikleri
Antalya Arkeoloji Müzesinde Sergilenen Aziz Nikolaos Kemikleri

Aziz Nikolaos’un kemikleri çalınırken geride kalan bir kısım kemik ise, günümüzde Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Demre’de bulunarak 1923’ten sonra buradan Rumların ayrılmaları üzerine Antalya Müzesine götürülen, Nikolaos’un kalıntıları olarak kabul edilen kemikler (bazıları eksiktir), içinde bulundukları muhafazadan anlaşıldığına göre: çok daha geç bir döneme, 18’nci yüzyıla aittir.

Muhtemelen, Aziz Nikolaos’a saygısı olan bir kişi tarafından yaratılmış ve buraya konmuş olmalıdır.

Evet, kiliseyi anlatmaya devam edelim

Kilise, günümüzde “Ortodokslar” tarafından özellikle her yıl 6 Aralık tarihinde yoğun ziyaret edilmektedir.

Çünkü her yıl Noel Babanın ölüm tarihi olan 6 Aralık tarihinde Demre’de “Noel Baba ile Dünya Barışına Çağrı” etkinlikleri düzenleniyor. Farklı dinlerden insanların katıldıkları bu etkinliklerde, barış duaları ediliyor, törenler yapılıyor.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Kilisenin içi

Kilisenin duvar, tonoz ve kubbeleri önceki yıllarda fresko resimlerle kaplıdır. Hatta kilise duvarlarının bazı kesimlerinde, iki ayrı resim tabakasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlar genellikle 11 ve 12’nci yüzyılda yapılmıştır.

Freskoların en iyileri ise, iç narteks ve ana binanın yan mekanlarındadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

İç nartekste: 6 konsil resimleri bulunur.

Apsisin solunda: küçük mekanın kubbeli tonozunda: İsa’nın, havarilerine şarap ve ekmek dağıttığı akşam yemeği sahnesi betimlenmiştir. Kilisenin diğer bölümlerinde de tek aziz figürleri bulunmaktadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi Lahit

Kilisenin güney yönüne bitişik şapeldeki lahitler, 2 ve 3’ncü yüzyıllarda yani Roma döneminde kullanılmıştır. Bunlardan bir tanesi görülmelidir.

Bu lahdin dış yüzü, geniş akantus kıvrımları ile süslüdür. Diğer Roma dönemi lahit ise, kapağında yatar vaziyette, esas sahiplerinin yüksek kabartması vardır. Bu lahitte teknenin dış yüzü: çok eskiden parçalanmış ve gelişigüzel mermer parçalar ile yamanmıştır.

Ben burayı gezdiğimde, bu lahdin parçalanmış olması da dikkate alınarak Noel Baba’nın lahdi olduğunu düşündüm.

Çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi Noel Baba’nın lahdi İtalyan tüccarlar tarafından parçalanarak açılmış ve kemikler çalınmıştı. Ancak benim düşüncemi kanıtlayan bir şey yok, yani burası Noel Baba’nın lahdi değildir.

Kilisenin güney tarafında, iki küçük şapelden, ikincisinin apsis yarım yuvarlağı içinde bir mezar vardı. Genellikle bu mezarın, Noel Baba’nın cesedinin korunduğu lahit olduğuna inanılıyor.

1906 yılında çekilen bir fotoğrafta: lahdin son derece tahribe uğramış olduğu görülür.

Noel Baba Heykeli

Noel Baba Heykeli

Demre Aziz Nikolaos Kilisesinin bahçesine ilk olarak 1981 yılında Noel Baba heykeli dikilmiştir. Ancak 2000 yılında bu yerinden kaldırılarak yerine yeni bir heykel dikilmiştir.

Bu bronz heykel Rus heykeltıraş Gregory Pototski tarafından yapılmıştır. 2005 yılında bu heykel yerinden kaldırılmış ve yerine kırmızı-beyaz kostümlü, plastik malzemeden yapılan Coca Cola’nın Noel Baba heykelini yerleştirdi.

Ancak bu heykel de beğenilmedi, 2008 yılında Kültür Bakanlığı tarafından heykeltıraş Necdet Can’a yeni bir heykel yaptırıldı ve gömlekli, terlikli Noel Baba heykeli: Kilisenin bahçesine yerleştirildi.

Andriake

ANDRİAKE-ÇAYAĞZI LİMANI

Günümüzde şehir Myra merkeze, 5 dakika uzaklıktadır.

Şehir tarih sahnesine ilk olarak MÖ 197 yılında çıkar.

Bu tarihte: Büyük İskender’in ardıllarından olan Seleukos Kralı III Antiokhos, Ptolemaioslar’dan kenti alır.

Kent, Myra kentinin dışında bir yerleşim yeri ve liman olarak düzenlenmiştir. En parlak dönemini Roma devrinde İmparator Hadrian döneminde yaşamıştır.

Kentte bulunan: Granarium, ticari Agora ve benzeri yapılar, İmparator Hadrian döneminde inşa edilmiştir.

Liman kıyısında bulunan “Liman Onurlandırma Anıtları” ise, MS 4’ncü yüzyılda şehrin önemli bir liman kenti olarak işlevini sürdürdüğünü kanıtlamaktadır.

Andriake kentinin limanı

MS 7’nci yüzyıla kadar işlevselliğini korumuştur. Ticaret gemileri için korunaklı bir liman olmasının yanında lojistik destek sağlayan tesisleriyle gemicilerin yoğun tercih ettiği bir uğrak yeri olmuştur.

Ancak bu tarihte liman bataklık haline gelmiş ve deniz ile ulaşımı kesilmiştir. Ayrıca: bataklık haline dönüşen bölgede sıtma ve benzeri hastalıklar ortaya çıkar ve daha sonra balçıklar içinde kalan kent terk edilir.

Andriake kalıntıları: Demre’ye yakın kısımda liman ağzında, tepenin eteğinde bulunmaktadır.

Harabelerde: ilk görülen şey, şehre su ulaştıran “Aquadüktler”  dir.

Liman ağzında görülen görkemli yapı kalıntısı: Roma devrinden kalma bir meydan çeşmesinin günümüze kadar ulaşan kısmıdır.

Andriake

Andriake ören yeri: ziyaretçi karşılama yeri ve gezi güzergahı düzenlenerek ziyarete açılmıştır.

Ören yerinde: Andriake Liman Kentinin güney yerleşiminde: Agora, sarnıç, granarium yapısı, hamamlar, kiliseler, sinegog ve liman yapıları bulunmaktadır. Ziyaretçilerin ören yerini rahat gezmeleri için gezi yolları yapılmıştır.

Kara Büyü

Kazı çalışmalarında 2019 yılında bulunan “Kaya Büyü” dikkat çekmektedir. Çünkü bu tür bir objenin benzerine, Anadolu’da hiç rastlanmamıştır. Bu obje, kurşundan yapılmış 5.5 cm çapındaki kurşun kabın içine saklanmış, yine kurşundan bir zarftır.

Bu kurşun kap: dört yerinden delinerek bronz bir telle sıkıca dikilmiştir. Zarar görmemesi için açılamayan bu kapın içindeki obje görülemiyor. Kurşun olduğu için x ışınlarıyla da anlaşılamamıştır.

Bu yüzden kurşun kabın içinde saklanan objenin büyük olasılıkla kara büyü olduğu, kurşun zarfın görünmeyen iç yüzünde ise bir yazı bulunduğu tahmin edilmektedir.

Kurşun kabın açık yani kırık olan bölümü değerlendirildiğinde: kabın içinde ebedi hapsedilmek üzere bir şey bulunduğu tahmin ediliyor.

Hiçbir zaman açılmasın ve sahibine zarar vermesin diye sıkıca kapatılmıştır.

Likya Uygarlıkları Müzesi

ANDRİAKE ÖREN YERİ LİKYA UYGARLIKLARI MÜZESİ

Müze: Demre ilçesinin 5 km güneybatısında Demre-Kaş karayolu üzerindedir. Önce Andriake ören yerini gezeceksiniz ve sonra 800 metre kadar ileride müze bulunuyor.

2015 yılında ziyarete açılmıştır. Girişte otopark bulunmaktadır. Giriş ücreti 10 TL dir.

MS 129 yılında yapılmış, granarium yani tahıl ambarı müze olarak düzenlenmiştir. Granarium: İmparatorluk silosudur. Roma imparatoru Hadrianus’a adanmıştır.

Granium yapımında, ilk defa “Murex harcı” kullanılmıştır. Murex; denizde yaşayan yırtıcı ve dikenli bir tür deniz salyangozudur. Tarihi süreçte, bu deniz salyangozları “Mor boya üretimi” için kullanılmıştır.

Mor renk ve mor boya

Roma ve Bizans dönemlerinde en kıymetli renk olarak kullanılmış, özellikle İmparatorlar tarafından tercih edilmiştir. Fenikeliler tarafından 1 gram mor renk elde etmek için, yaklaşık 8 bin murex yani deniz salyangozu dövülerek işleniyordu.

İşte kırılan binlerce deniz salyangozunun kabukları harç olarak kullanılıyordu ve bu harca “Murex harcı” deniliyordu. Granarium, murex harcının ilk kullanıldığı yapı olması nedeniyle de önemlidir.

Likya Uygarlıkları Müzesi

2307 metre kare büyüklükteki yapı 8 bölümden oluşmaktadır. Uzunluğu 56 metre, genişliği 32 metredir.

Yapı restore edilerek çatısı kiremit örtü ile kapatılmıştır. Ayrıca, zemini oldukça tahrip olduğundan çalışmalar sırasında yenilenmiştir.

Likya Uygarlıkları Müzesi

Kapı üstündeki kitabesinde ve orta yerdeki Hadrian ve karısı Faustina’nın kabartmalarından, binanın MS 129 yılında yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.

Ayrıca burada MS 5’nci yüzyılda görev yapmış olan Herakleon isimli bir memurun rüyası ile ilgili kabartma da bulunmaktadır.

Andriake Gümrük Yazıtı

Roma İmparatoru Nero döneminden Lykia Eyalet Valisi olan C. Licinius Mucianus zamanında MS 60-63 yıllarına tarihlenir. (Günümüzde Antalya Müzesinde sergileniyor.)

kalmadır. Likya bölgesinin idari yapısına ve ekonomisini değinen bu yazıtı, Müzeye girmeden önce, müzenin ön tarafında görmek mümkündür.

Anadolu’nun bu içerikte bilinen 3 yazıtın (Efes ve Kaunos) en uzun ve korunmuş olanıdır. Lykia Birliği Gümrük Yasasını içeren yazıt gümrük kurallarını, liman işletmesini ve gümrüğe tabi malların listesi gibi özel bilgiler içermektedir.

 

MÜZE:

Müzede: Likya kentlerine ait eserler ve Likya uygarlığının tanıtımı yapılmaktadır.

Müzede: Myra, Patara, Xanthos, Tilos, Pınara, Olympos, Arykanda ve Antiphellos Salonları düzenlenmiştir. Bunlar: Likya Birliğini oluşturan kentlerin isimleridir.

1’nci Bölüm

Burada: Likya bölgesi hakkında panolar ve kentleri hakkında bilgilendirmeler vardır.

12 Tanrılı Adak Steli

Ayrıca: Andiake kenti ve müzenin bulunduğu Granarium hakkında bilgi ve 12 Tanrılı adak steli bulunuyor.

Likya Uygarlıkları Müzesi cam zemini

Müzenin 1’nci Salonunda yerde orijinal zemin görülür. Hz Süleyman, Saba Melikesi Belkıs’ı Süleyman Tapınağına getirttir. Yerlerde havuz vardı ve üstü camla kaplıydı.

Belkıs, ıslanırım diye eteğini topladı, Süleyman camın üzerinde yürümesini, ıslanmayacağını söyledi. Burada da yerler birçok yerde camdır.

Altta havuz yerine özel kaya ve efektler bulunur. Yine de cam kırılır düşerim diye korkabilirsiniz.

Likya Uygarlıkları Müzesi
2’nci Bölüm

Likya birliği ve meclis binası, Likya sikkeleri, Likya yazıt bilimi, dili ve alfabesi, bir takım yazılar, Letoon Yazıtlı Dikme, Patarensis Anıtı bulunmaktadır.

3’ncü Bölüm

Burası Likya bölgesinin denizcilik bölümüdür. Burada: sudan çıkarılan amforalar, kireçtaşına kazınmış bir ticaret yazıtı, çapalar, çapa taşları sergileniyor.

4 ve 5’nci Bölümler

Likya bölgesinde ekonomik ve sosyal yaşama ait objeler sergileniyor. Çeşitli heykeller, Likyalıların kullandığı takılar ve ziynet eşyaları görülebilir.

6’nci Bölüm

Likya’da din kültürü bölümüdür. Buranın önemli objeleri: 12 Tanrılı adak stelleri, Kader Tanrıçası Thyke heykelidir.

7’nci Bölüm

Simülasyon bölümüdür.

8’nci Bölüm

Konferans salonudur. Burada: Andriake şehrindeki restorasyon çalışmalarına ait fotoğraflar bulunmaktadır.

Andriake kenti kalıntıları gezisi

Müzeden çıkınca, hemen Sinagog görülür. Yapıdan günümüze sadece yüksek duvar kalmış, yapının kalan kısmı tahrip olmuştur.

Sinagog, MS 6’ncı yüzyıla aittir. Bölgede bulunan ilk ve tek sinagog olarak önemlidir. Sinagogla birlikte bulunan üç yazıttan biri müzede sergilenmektedir.

Sonra karşınızda şehrin Liman bölümü görülüyor.

Limana doğru yürüyerek liman anıtlarını görebilirsiniz.

Liman onurlandırma anıtı

Liman onurlandırma anıtlarında, bir takım onurlandırmalar ve uyarılar bulunmaktadır.

Liman temsili Roma gemisi

Burada sonra karşınıza bir maket gemi çıkıyor. Bu gemi aslına uygun olarak yapılan bir Roma ticaret gemisidir.

Bugün kullanılmayan rıhtımda 16 metre uzunluğunda bir gemi canlandırması içinde: amphoralar içinde zeytinyağı, şarap gibi sıvı malzemeler bulunur. Antik dönemde, limana yüklerin nasıl getirildiği canlandırılan bu bölüm, yoğun ilgi görmektedir. Merdivenlerle geminin içine girebilirsiniz.

Agora

Harabelerin en büyük yapısı “Plakoma” denen Agoradır. Burası Liman Agorası bölümüdür ve şehrin ticaret yani Pazar yeridir.

Agoranın üç tarafı dükkanlarla çevrilidir, ortasında büyük bir sarnıç bulunmaktadır.

Yine burada, çok az kentte görülen “Murex işlikleri” bulunmaktadır. Murex işliklerinde yani buradaki atölyelerde, mor renk elde ediliyordu.

Sarnıç
Sarnıç

Agoranın ortasındadır.

Sarnıç’a girmeyi unutmayınız. Likya kentlerinde bu kadar güzel bir sarnıç bulunmadı. Sarnıcın içine girilebiliyor. 24 metre uzunluğunda ve 12 metre genişliğindeki sarnıç 6 metre derinliktedir.

İçi ışıklandırılmıştır. Merdivenlerden aşağıya inin ve kemerli geçişlerle içeride yürüyün, sarnıcı gezin. Sarnıcın hemen üst tarafında bir kuyu bulunuyor bu kuyudan gelenlerin su ihtiyaçları karşılanıyordu.

Gezimize devam ettiğimizde: Kilise ve Roma Hamamı görülüyor. Hamam, limana çok yakın bir bölgeye inşa edilmiş, denizden gelenlerin temizlenerek şehre girmeleri isteniyordu. Sonra bir başka kilise kalıntıları görülüyor.

Biraz daha ileride ise, yüksek bir gözetleme platformu yapılmış, ziyaretçilerin liman ve kenti yüksekten görmeleri imkanı yaratılmıştır.

Çayağzı Plajı

Çayağzı Plajı

Buraya kumsalda yürüyerek ulaşabilirsiniz. Eşen çayının denizle birleştiği noktada yani Çayağzı Plajında sular oldukça serindir.

Plaj berraklığı ve göz alıcılığı yanında Caretta Carettalara ev sahipliği yapmaktadır. Haziran-Temmuz aylarında bunların sahile yumurtalarını bırakmaları ve denizde yüzmelerini görebilirsiniz. İsterseniz burada denize girebilirsiniz.

Andriake Kuş Cenneti

Demre’ye 5 km uzaklıktadır. Buradaki sulak alan, 149 kuş türüne ev sahipliği yapmaktadır. Her yıl, yüzlerce kuş gözlemcisi burayı ziyaret etmektedir.

Sura Antik Kenti

 

SURA ANTİK KENTİ

Demre (Myra) merkeze 6 km uzaklıktadır. Kaş merkeze ise 45 km uzaklıktadır.

Antik şehrinin isminin kökeninin “Luwi/Etrüks” dilinde “Kutsal ve Yüce Swa/Soa” anlamındadır. Şehrin ismi Likçe “Surezi” dir ve anlamı “duvar” demektir.

Sura köyündedir. Andriake harabelerinin hemen üzerindedir.

Likya kenti, Bizans döneminde de önemini korumuştur. Bu yüzden, birçok medeniyetin izlerini taşımaktadır. Antik kentteki kalıntılar: Kaya mezarları, tapınak, kilise, Apollon Tapınağıdır.

Şehir hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Ancak: Apollon’un kehanet merkezlerinden birisi olduğu tahmin edilmektedir.

Burada, Anadolu ay ve ışık tanrısı Men adına kutsal bir tapınak ve kehanet merkezi bulunduğu söyleniyor. Men’in ardılı Apollon tüm Likya’da olduğu gibi bu bölgede de kutsanmış ve kutsal tapınakla kehanet merkezinin adı “Apollon Soura” olmuştur.

Akropol

Günümüzdeki köyün batısında, 80 metre yükseklikteki tepenin üstünde Akropol bulunur. Akropol oldukça küçüktür ve çevresi surlarla çevrilidir.

Kuzeyde bulunan surlar: dikdörtgen yapılarıyla hala ayaktadır, güney yöndeki surlardan ise hiçbir kalıntı yoktur. Akropol surlarının doğu ve güneyinde, koruma kuleleri vardır.

Likya Yazıtı

Akropolün güneybatı köşesinde, denize karşı yükselen görkemli bir heykel kaidesi görülür. Kaidenin üzerinde, Xanthos Obelist’inden sonra bilinen en uzun Likya yazıtı vardır. Ancak yazıt günümüze iyi korunarak gelememiştir. Yazıtın her satırından, günümüzde sadece birkaç harf okunabilmektedir.

Stel

Akropolün alt kısmında ana kaya üzerine, Apollon Surius rahiplerinin listesinin kazınmış olduğu iyi korunmuş iki stel vardır.

Kaya Mezar

Kaya Mezar

Akropol tepesinde 6’ncı yüzyıldan kalma ki bir kaya mezar, Likya’daki en büyük lahit olarak biliniyor. Bu mezarın yazıtında: Doğu Likya bölgesinin en önemli Apollon kutsal alanı ve kehanet merkezinin Surra kentinde olduğu anlatılmaktadır.

Curius-Kahin Balıklar

Tarihi süreçte, en ilginç kehanet sistemlerinin birinin merkezi de Sura imiş.

Suralı rahipler balıkların davranışlarından geleceği sorgulamışlar.

Şimdilerde bataklık olan vadi, bir zamanlar limanın bulunduğu bir koy imiş ve o zamanlarda Apollon Surius Tapınağı, hemen denizi kenarında ve üç kaynak suyunun birleştiği bir yerde kurulmuştur.

Çevre kentlerden, sayısın insan geleceği sorgulamak için Apollon Surius kehanet merkezinin ve Curius denen kahin balıkların yolunu tutmuş.

Polykharmos tarafından anlatılanlara göre

“Haklarında bir kehanette bulunulmasını isteyen kişiler: kumdaki girdabın bulunduğu deniz kıyısındaki Apollon koruluğuna gelirlerdi. Ellerinde her birine 10 parça kızarmış et takılı olan 2 tahta şiş tutarak kendilerini takdim ederlerdi.

Rahip koruluktaki yerini sessizce alırken, kişide şişleri girdaba doğru atıp olacakları izlerdi. Şişler atıldıktan sonra havuz, deniz suyu ile dolar ve çok sayıda ve çok değişik boylarda birçok balık, sihirli bir şekilde ortaya çıkardı.

Kahin balıkların cinslerini belirtir ve kişi buna göre rahipten kehaneti öğrenirdi. Küçük balıkların görülebileceği gibi, bazen de bilinmeyen türlere rastlanırdı. “

Plinius tarafından aktarılanlara göre ise “Apollon çeşmesinde balıklar kehanetlerini bildirmek üzere, 3 kez su kanalında toplanırlardı. Eğer balıklar kendilerine atılan eti parçalarsa bu kehanetin yapıldığı kişi için iyi, kuyrukları ile geri çevirirlerse de kötüyü işaret kabul edilirdi.

Hatta yine Plinius’un anlattığına göre, bu su kaynağındaki balıklar Curius adı ile anılarak onlara üç kez düdük öttürülerek sesleniliyordu. “

Ancak tarihçi yazarların üstünde uyum göstermedikleri tek konu: kehanetin kaynağı balıkların hareketleri mi, yoksa türleri midir?

Kehanetin yapıldığı su kaynağı, günümüzde de görülmektedir. Curiuslar tapınağın önüne kadar giremeseler de kıyıda bir yerde hala varlıklarını sürdürmektedirler.

Apollon Curius Tapınağı

Akropolün batısındaki derin vadidedir. Antik dönemde ise: vadinin denize açıldığı noktada, limanın dibinde, klasik Roma mimarisini yansıtan, küçük, iyi korunmuş bir yapıdır. Kayalara oyulmuş merdivenlere göre, Akropolden buraya merdivenlerle inildiği düşünülüyor.

Tapınak: Dor planlıdır. Kuzey ve doğu duvarları ayaktadır. Batı duvarı ve ön cephesi çökmüştür.

Tapınağın iç duvarlarında: destekçileri tarafından yapılan bağışları içeren bir yazıt bulunur. Bu yazıtta bahsedilen bağışların Apollon Surius’a değil Anadolu’da at binici tanrı Sozon’a ithafen yapılması ilgi çekici bir durumdur.

Sozon kültü, Küçük Asya’nın güneybatısında Helenistik dönem Grek yazıtlarında da bilinen yerel Anadolulu bir tanrıdır. Sura’da ise, muhtemelen Apollon’un Likyalı özdeşi olarak görülüyordu. Aynı yazıtta, bir bağış ta Rhodoslu tanrı Zeut Atabyrius adına kaydedilmiştir.

Apollon Çeşmesi

Tapınağın hemen doğusunda, tepenin eteklerinden çıkan su kaynağıdır. Apollon çeşmesinden tapınağa su taşıyan kanal örgüsü, günümüzde ne yazık ki bataklığın içinde kalmıştır.

Bizans Kilisesi

Apollon Tapınağının gerisindedir. Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılmasıyla, Apollon Tapınağı ve kehanet merkezinin kuzeyine, tek apsisli Bizans şapeli inşa edilmiş ve Ortodoks Bazilikası olarak kullanılmıştır.

Ancak takip eden süreçte, Myra’da Noel Baba kilisesinin ön plana çıkması ve hac yeri olarak kullanılması nedeniyle Sura önemini kaybetmiştir. Günümüzde oldukça harap durumdadır. Sadece yıkıntıları görülmektedir.

Sarnıçlar

Kuzeydeki bir tepede bulunan Bizans yapısının kalıntılarının yakınında bir su sarnıcı vardır. Kentteki çok sayıda su sarnıcı ve su kemeri olmayışı, Sura şehrinde su sıkıntısı olduğunu kanıtlamaktadır.

KYANEAİ-YAVU KÖY

Demre karayolu üzerinde, Yavu köy yakınlarında, köyün batısında kalan tepenin üzerindedir. Kaş merkeze 23 km uzaklıkta, Demre-Kale yolu üzerindedir. Demre ye yaklaşık 20 km uzaklıktadır. Myra’nın 16 km batısındadır.

Araç yolu bile oldukça berbattır. Tepeye ulaşmak için yorucu bir yol yürümek gerekir. Bölgede herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır.

“Kyaneai” isminin kelime anlamı “koyu mavi” dir. Ayrıca “Çınlayan kayalar” olarak da bilinir. Çünkü: rüzgar burada kayalara çarparak çınlamaktadır. Likya dönemi şehridir. Şehrin Likçe ismi “Turaxssi” veya “Khbahn” dır.

MÖ 4’ncü yüzyılda yoğun bir Yunan etkisinin görüldüğü şehir, Likya Birliğine dahildir ve MÖ 167 ile MS. 43 yılları arasında birlik sikkeleri basmıştır.

Kyaenaili zengin İason: 16 Likya şehrine yardım ettiği gibi, kendi şehrine de yardım etmiş ve imarına çalışmıştır. Bu yüzden, ona Likya’nın en büyük hakimi anlamına gelen “Lykiakn” unvanı verilmiştir.

MS 6’ncı yüzyılda, Yazar Hierokles tarafından şehir, Likya Eyaleti kentleri arasında sayılmıştır.

Roma devrinde, büyük gelişmeler gösteren şehir, Bizans döneminde de Piskoposluk merkezi olarak varlığını sürdürmüştür. 10’ncu yüzyılda ise terk edilmiştir.

Kynaenai: 240 metre yükseklikte, sarp kayalıklar üzerine kurulmuştur.

Şehrin çevresini 450 metre uzunlukta bir sur çevirir. Surun Bizans döneminde de kullanıldığı sonradan konan taşlardan anlaşılmıştır. Surun batı ve kuzey kısımlarında günümüzde üç kapı görülmektedir.

Batı duvarının güney ucunda da, dördüncü bir kapı olmalıdır.

Tepenin güney eteğinde ise, tabii meyile oturtulmuş ve günümüze kadar sağlam gelebilmiş bir tiyatro bulunur. Tiyatro ile Akropol arasında Nekropol sahası vardır.

Ağaçlar arasında, Roma devrine ait irili-ufaklı birçok lahit bulunur. Kyaenai, Likya bölgesinde en çok lahit görülen şehir niteliğindedir. Bu yüzden buraya “Lahitler Şehri” de denilmektedir. Bu lahitlerden batı tarafındakiler sade ve doğ tarafındakiler ise daha değişik ve bazıları kabartmalıdır.

Bu kabartmalı lahitler, MÖ 350 yılına tarihleniyor. Diğer lahitlerin hepsi Roma dönemine aittir.

Antalya Arkeoloji Müzesinin girişindeki lahit “Kyaneai” den götürülmüştür.

Tiyatrosu: 25 sıralıdır ve günümüze sağlam olarak gelmiştir. Ancak tiyatro diğer Roma tiyatroları gibi bir tepe yamacına yaslanarak yapılmamıştır. Tiyatronun destek duvarı vardır.

 

TUBURE-TYBERİSSOS-TİRMİSİN-ÇEVRELİ

Myra’nın 12 km güneybatısında, Tirmisin Ovasının doğusunda ovaya egemen konumdaki 310 m yükseklikteki tepe üzerinde kuruludur.

Teimiusa’nın kuşuçumu 2 km kuzeyindedir.

Ksanthos Yazıtlı Dikme’ye dayanarak, eski yerel adının “Tubure” olduğu belirtilir.

Yunancası ise “Tyberissos” dur.

Geç Helenistik yazıtta da okunur.

Bugün kullanılan “Tırmısın” ise aynı isimden değişerek gelmiştir.

Kent sikkelerinin ön yüzünde Apollon, arka yüzünde Artemis başları vardır.

Helenistik Dönem’de demos statüsündeydi.

Araştırmacılara göre, Tyberisos’un Myra’ya bağlı olduğunu, Teimiusa ile birlikte ortak bir demos kurduğu söylenir.

Kentte ele geçen yazıta göre: Augustus döneminde Myra ile sympoliteia oluşturmuştur.

Mezar ceza yazıtlarından Myra’ya bağlı, Tyberissos olduğu anlaşılmaktadır.

Hemen yakınındaki Kyneai’yle bağlantısı olması, geniş teritoryuma sahip olan Myra’nın siyasi gücünden kaynaklanmaktadır.

Klasik Dönemden Geç Antik’e kadar kalıntılar görülür.

Yerleşimin üzerinde ve eteklerinde yayıldığı iki tepeden kuzeye yüksekçe olanı surla korunmuş bir yerleşim niteliğindedir.

17 x 16 metre ölçülerindeki merkezi korunaklı birimin çevresi arazi biçimine göre şekillenmiş duvarlarla çevrilmiştir.

Duvarların kuzey ve güneyinde giriş açıklığı vardır.

Asıl anıtsal giriş batı yüzde bulunur.

Kaleden güneye doğru alçalan yamaçta bazı yapı kalıntıları görülür.

Kalenin kuzeyindeki tepecikle arada kalan sırtta, yerleşim kalıntıları vardır.

Bunların çoğunluğu konutlar, işlikler ve sarnıçlardır.

Kalenin yaklaşık 150 m güney aşağısında bir gözetleme kulesi vardır.

Apollon Tapınağı yanında bulunan yazıta göre, Roma ile Lykialılar arasında bir anlaşma yapılmıştır.

Ovaya doğru yamaçta çoğunlukla lahit olan mezarlar bulunur.

Klasik Döneme ait iki kaya mezarı kabartma ve Likçe yazıtla dikkat çeker.

Güney tepecik üzerinde agora alanı ve bunun güneyinde de Bizans kalıntıları görülür.

Devşirme malzemelerin de kullanıldığı 3 nefli bir şapel, Helenistik Apollon Tapınağı alanına yapılmıştır.

Buradaki yazıtlardan birinde kentin adı okunurken, diğer birinde Apollon tapınımı kanıtlanmaktadır.

 

Istlada

ISTLADA

Demre ile Tirmisin (Çevreli) arasında, Hoyran köyünün 1 km. güneyindedir. Akropolün bulunduğu tepeden aşağıya inildiğinde, Kapaklı köyü görülüyor. Tepeden bakıldığında, Gökkaya Körfezi, Aşıryı ve Kişneli adaları ile Kaleköy ve Üçağız köyünün görüntüsü ile en güzel manzarası olan Likya kentidir.

Istlada, Luwi dilinde: “vadi dibinde derecik” anlamına gelen bir sözcüktür.

Tarihçesi ile ilgili bilgilerin olmadığı bu kentin yerinde de yüzey araştırması ve arkeolojik kazı yapılmamıştır. Bununla beraber, Lykia bölgesinin bu küçük kentinden bazı kalıntılar günümüze gelebilmiştir. Akropolün kuzey ve doğusundaki kaya mezarları, tamamen birbirinin eşi gibi tek bir elden çıkmışcasına yapılmış lahitler, steller ve sarnıçlar bulunmaktadır.

Bunların arasında: güvercinli mezarın üzerinde horoz, sfenks ve güvercin tasvirlerine yer verilmiştir. Bunun kuzeyinde, MÖ.4’ncü yüzyıla tarihlenen bir diğer mezarda’da mezar sahibi yakınlarıyla birlikte görülmektedir.

MÖ.4’ncü yüzyıla ait, Hoyran anıtı, kayadan oyularak, ev tipi mezara dönüştürülmüştür. Bu mezarın alınlığında da ayakta duran üç kişi ve onun altında da uzanmış mezar sahibi görülmektedir.

Roma devrine ait olan sarkofaj tipindeki Likya mezarlarından daha iyi durumdadır. Kentin bulunduğu yerde akarsu olmadığından, çevrede birçok sarnıçlar ve toplama kuyular bulunmaktadır. İstlada’da, bunların dışında, gözle görünen bir kalıntı bulunmuyor.

ÜÇAĞIZ KÖYÜ-TEİMUSSA

Karayolu ile Kaş ilçe merkezine 33 km uzaklıktadır. Demre ye uzaklık ise 14 km dir.

Küçük bir Akdeniz balıkçı köyüdür. Doğal bir liman görünümündedir. Kekova tekne ve kano turlarının başlangıç yeridir. Tarifeli ve özel Kekova Tekne turları buradan hareket etmektedir. Buraya aracınızı bırakıp turlara katılabilirsiniz.

Ayrıca: Mavi yolculuk tekneleri, buraya mutlaka uğrarlar. Uçağız köyünden Kekova’ya gidiş yaklaşık 10 dakikadır.

Demre merkeze bağlı olan köyde bulunan tezgahlarda, köylü kadınları kendi yaptıkları el ürünlerini satarlar. Ayrıca üçağız köyünde, birçok pansiyon, lokanta ve turistik işletme vardır. Sakin ve küçük bir yer olması nedeniyle, turistler tarafından yoğun tercih edilmektedir.

Teimussa

Köyde bulunan Teimussa antik şehrinin geçmişi, MÖ 4’ncü yüzyıla kadar gider. Ancak şehrin ismi olarak Rumca kaynaklarda “Tristoman” ismi de geçer. Kekova adasının gizlediği Ölüdeniz’den: açık denize 3 yolla çıkıldığı için buraya “Üçağız” anlamına gelen isimler verilmiştir.

Bir Likya şehridir.

Şehirde: Lahitleri, mezarlar, gözetleme kulesi, kilise gibi kalıntılar görülebilir. Kaya mezarlarında Likçe kitabeler vardır. Roma döneminden kalma lahitlerin ön ve arka yüzlerinde, bazı hayvan figürleri görülür.

Gözetleme kulesi: köyün kıyısında söveleri hala yerinde bir kapı ile alçak bir kayalık üzerindedir. Şehirde bulunan kitabelerin bir kısmında “İkinci kumandan” diye bir şahıs tanıtılmaktadır.

Bu komutanın Likyalı Perikles’e bağlı biri olduğu düşünülmektedir. Şehir hakkında daha ayrıntılı bilgi yoktur.

Trysa şehri

TRYSA

Davazlar köyü Gölbaşı Mahallesindedir.

Demre-Kaş karayolundan ayrıldıktan sonra, sapılan dağ yolu, kötü de olsa yerleşim tepisinin dibine kadar araçla gidilebilir.

Yavu’nun 6 km kuzeydoğusunda Kocaorman içinde yükselen tepede konumlanır.

Güneydoğusu Myra vadisine açılır.

Kalıntılar 550 metre uzunlukta ve 150 metre genişlikte bir alanı kapsar. Denizden yükseklik 866 metredir.

Önemi:

Şehir, MÖ 2’nci yüzyılda Lykia Birliği üyeleri arasında görülür.

Likçe ismi “Trus” dur. Şehrin kuruluşu MÖ 7’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Yani Lykia’nın en erken örneklerini barındırmaktadır.

Evet, Klasik dönem Lykia’sının küçük bir yerleşiminin tüm özelliklerini barındırır.

Ancak az da olsa Bizans Dönemine kadar da kalıntılar bulunur.

Kalıntılar:

Kalıntılar, günümüzde, kuzeydoğu-güneybatı uzantısında, bir tepede ve bu tepenin güney düzlüklere bakan eteklerindedir.

Heroon:

Ünlü Heroon, ince uzun yerleşim tepesinin doğu ucunda ve sur dışında tek başınadır.

Ve bir ölü akropolü gibi etrafı kendine özel koruma duvarıyla çevrelenmiştir.

Evet, bilim dünyasında en çok ünlü heroonu ile tanınır.

En çok da bu görkemli anıtın tümüyle Viyana’ya taşınışının acıklı hikayesiyle hatırlanır.

Önce, 1842 yılında Schönborn taşımayı dener.

Almanya’ya yazdığı mektupta “Fellows ekibinin Ksanthos anıtlarını sökmeye ve İngiltere’ye taşımaya başladıklarını, eğer acele etmezlerse Trysa anıtının da İngiltere’ye taşınacağını” yazar.

Karşıdan gelen yanıtta: “bir an önce hiç olmazsa önemli parçaların taşınması” istenir.

Neyse ki o dönemde Osmanlı Sultanından bu izin alınamadığı için anıt bir 40 yıl daha yerinde kalır.

Ancak Lykia’da görkemli bir anıt bırakmamaya kararlıdırlar.

Trysa Anıtı’nın da peşini bırakmayacaklardır.

Nihayet; 1881 yılında Trysa’ya gelen Benddorf, dağdan denize yaptığı özel yoldan 1882-83’de tüm Heroon’u Viyana’ya taşır.

Bu kez her yolu denemiş ve güya izin de almıştır.

Anıt bugün Viyana Müzesinin duvarlarını süslemekte ve depolarını doldurmaktadır.

Evet, anıt bugün yerinde değil, ama ben yine de anıt hakkında bilgi vermek istiyorum.

Anıtın güney cephesi ortasında açılan ana giriş oldukça anıtsaldır.

Bugün görülemeyen orijinal yapısında lentonun dışa bakan yüzünde baş ve ön vücutları görülen kanatlı boğalar ve gorgo medusa vardır.

Anıt kabartma programının en eğlenceli bölümü, kapısının iç kesiminde, lento ve sövelerdedir.

Lento’da müzisyenler çalarken, söveler de gerçek boyutta birer dansöz betimlenmiştir.

Aralarında da rozetler görülür.

Şimdi artık görülmeseler de, anıt mezarı çevreleyen 3.3 m yükseklikteki temenos duvarları boyunca kabartma kuşakları uzanır.

Mitolojik sahneler içinde, Grekler’le Amazonlar’ın savaşı, Yedilerin Thebaililer’e karşı savaşı, Troya savaşı, Theseus’un başarıları ve Peirithous’un düğününde olan Lapith-Kentauros savaşı gibi sahneler yer alır.

Anıtın iç yüzende de kabartma kuşakları devam eder.

Bunlar: Odysseus’un intiharı sahnesi, Meleagros’un Kalydon domuzuyla mücadelesi, Bellerophon ile Pegasos’un mücadelesi, Theseus’un İsthmos’a ulaşması ve ölü kültü sahneleri bulunmaktadır.

Tyrsa şehriAnıt her yanıyla önemli bir kahraman yöneticinin mezarı olduğunu göstermektedir.

Ve anıttaki kabartmaların ikonografik içeriklerinin çoğunlukla mitolojik olması, mezar sahibi yerle de olsa kültürünün yerli olmaktan çıktığını göstermektedir.

Ünlü Dereimis-Aiskhylos lahdi de, heroon’un doğu dışında bulunmaktaydı.

Günümüzde, çıkılmaz olan tepeye, hala Benndof’un kabartmaları taşımak için açtırdığı yoldan ulaşılıyor.

Dolayısı ile, yol doğrudan, yerleşim tepesinin doğu ucundaki Heroon’a ulaşır.

Bizlere, bugüne kalan o kadar azdır ki, literatür bilinmese, burada görkemli bir heroon olduğunu tahmin etmek oldukça güçtür.

Sadece tabanlar ve yalın duvar taşları kalmıştır.

Bir de Benndof’un kestiği halde götüremediği, Heroon’un sahibinin yan yatmış kaya mezarı.

Gölbaşı Anıtı

Gölbaşı Anıtı;

Bu anıt “Gölbaşı Anıtı” olarak isimlendirilir.

MÖ 420-410 yıllarına tarihlenir.

22 x 26 metrelik bir alanın ortasında, kayalara oyulan lahit ve onu çevreleyen 3 metrelik duvarlardan oluşur. Duvarlar çok köşeli taşlardan örülmüştür.

Bir aile için hazırlanan lahit, yerli kayadan oyularak çıkarılmış ve bu duvarların batı köşesine konulmuştur.

Heroon dışında köşedeki bu lahdin her iki yanında cenaze şölenini gösteren kabartmalar vardır.

Gölbaşı Anıtı frizleri

 Nekropol ve Mezarlar:

Tepenin batı eteklerindedir.

Bu gurupta 20’den fazla lahit vardır.

10 kadar dağınık lahit de, bu gurubun doğusundadır.

Evet, kentte Lykia’ya özgü farklı mezar tiplerinden nitelikli örnekler vardır.

Yerleşimin batı ucunda, gerçekte 4 m yüksekliği olan dikme, bir zamanlar ayaktayken tepesindeki mezar odasında bir savaşçı yatmaktaydı.

Altlıktaki atlı savaşçı kabartmaları bunu doğrular.

Her bir Lykia kentindeki yapı formları ve kabartmalar Lyka geleneklerini günümüze taşır.

Lahitlerden birisi kabartmalarıyla diğerlerinden farklıdır.

Kapak yüzünde taçlar ve masklar arasında savaş arabasında kral resmedilmiştir.

Bu kişi mezarın sahibi olmalıdır.

Taçlar ise Trysa’nın yönetim kenti olduğunu göstermektedir.

Kapağın uzun kenarında öküz ve inek başları, diğer dar yüzünde yunuslar işlenmiştir.

Ölü törenlerinde kurban edilen hayvanlara rastlamak ne kadar doğalsa bir mezarda Gorgo kabartması olması da o kadar doğaldır.

Gorgo: kökleri Mezopotamya’da Lamastu’ya inen en eski ölü kültü unsurlarından biridir.

Lahitin diğer yanında görülen kaz üzerindeki adam ise benzersizdir.

Etrafında insanlar ve dörtnala bir atlı izlenir.

Belli ki bilinmez bir Lykia mitolojisinden izler taşımaktadır.

Trysa mezar kabartmaları çok kırılıp dökülmüş ve neredeyse tamamen taşınmış olsa bile Lykia ölü gömme gelenekleri konusunda önemli bilgiler verir.

Mezar steli üzerindeki köpek kabartması bunlardan biridir.

Bir zamanlar evin kapısında sahiplerini korurken şimdiki yanlızlığında, çalınmaktan koruyamadığı ölülerine yanmaktadır.

Sanki Lykia’da zaman durmuş ve sanki Lykia’nın günlük yaşamında ne varsa atıyla, köpeğiyle, kralıyla ve haykıyla ve de kültürüne kattığı yerli olmayan efsanelerin resmiyle tümü birlikte öteki dünya sahnesinde yer almış ve kabartmalarla ölümsüzleştirilmiştir.

Ve de en dikkat çekici: bu saraysız kral, küçücük surların içerisindeki küçük konutunda yaşamışlığın tersine olağanüstü görkemli bir mezarda kalıcılığı seçmiştir.

Sanki, Kral yaşarken güç gösteren yaşayan bedenindeki erktir de, öldükten sonra bunu halkına hatırlatan aynı erkin mimariye ve sanata yansımışlığıdır.

Kale:

Tepenin doğu kesiminde konuşlanmıştır.

Tepenin morfolojisine göre biçimlenmiş olan sur duvarlarından içeriye, girintili korunaklı yapısıyla ana kale girişinden geçilir.

Bugün, bu kesimdeki nitelikli duvarlar ve özel düşünülmüş planlama görülecek kadar ayaktadır.

Kapıdan sonra dar alana sıkışmış iç kale alanına girilir.

Kale yaklaşık 100 metre uzunluğunda ve yer yer 20-30 m’ye daralan üst alanıyla salt kral mekanının korunması amacıyla tasarlanmış görülmektedir.

Bu kesimde, Kyaneai açıklıkla görülebilmektedir.

Kapıdan girildikten sonra karşılaşılan ilk alanda, benzerini Lykia’dan bilinen ilginç bir kaya-kült anıtı bulunmaktadır.

Bir podyuma benzer kesilen ana kayanın önündeki iki dikme altlığı bulunmaktadır.

Ana girişten gelenleri karşılayacak konumda olması dikkat çekmektedir.

Kaya anıtının hemen doğusundaki dar alanda küçük bir şapel, sarnıçlar ve işlik kalıntıları da bu kesimin dönemler boyunca kullanılmış olduğunu gösterir.

Trysa Anıtı:

Tepenin eteklerinde lahitlerin bulunduğu alanda, akropolün güney eteğindedir.

Anıt Lykia’da hep yönetici sınıfa mal edilenlerle aynıdır.

Muhteşem Heroon’un sahibi esaslı bir kraldır.

Dikmenin sahibi de ondan daha erken, bir 6 ncı yüzyıl kralıdır.

Ve ikisi de yönetim sınıfındaysa neden bu kadar farklı yerlerde mezarları konumlanmıştır.

Ve, Tyrsa Kralı diğer Lykia krallarından nasıl olur da bu denli farklı olur?

Ve, Tyrsa gibi küçük bir yerleşimin kralı, örneğin Limyra’daki Perikles’in Heroon’uyla rahatlıkla boy ölçüşür, hatta geçer.

Bu karşılaştırma, Heroon’ların niteliğinin bir yerleşimin ve kralın gücünü her zaman doğru yansıtmadığını, yanıltıcı olabileceğini düşündürür.

Trysa Dikmesi, bugün kırılmış olan gövdesi ve kapağıyla toplam 5.5 metreyi bulan yüksekliğe sahiptir.

Gövdesi son 0.50 m lik kısmı kabartma kuşağıyla çevrilidir.

İki yüzde askeri sırasıyla yürüyen pusatlı savaşçılar betimlenmiştir.

MÖ 6 ncı yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.

Tapınak:

Tepenin batı tarafında, tanrılara adanmış bir tapınak kalıntıları görülür.

Yazıta göre sahibi; Zeus ya da Helios’tur.

Tanrılara uzun süre hizmet etmiş bir rahip bu yazıtta onurlandırılır.

Sonuç:

Yukarıda anlatılan ünlü heroon ve diğer kalıntılar MÖ 4’ncü yüzyılda Trysa hanedan yerleşiminin tamamen değiştiğini göstermektedir.

Ancak bölgedeki diğer hanedan yerleşimlerine göre fazlaca nitelikli olan, Myra gibi merkezi büyük kentlerde rastlanabilecek düzeyde sanat ve kültürün varlığı şaşırtmaktadır.

Çünkü Trysa, bu zenginliği sağlayacak gelirin kaynağı olması beklenen büyüklüğe ve arazilere sahip değildir.

Orta Lykia’da batı-doğu ulaşımının kavşağı Trysa’dır.

Perikle’nin bir vasalı aracılığıyla Trysa’yı yönettiği ve bu stratejik noktaya bu yolla sahip olunabileceği düşünülür.

Vasalını zenginleştirmenin yolu olarak da Avşar Tepe’den aldığı hatırı sayılır ganimetlerin payı olduğu düşünülür.

 

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Kekova

Kekova
 

Kekova Demre yakınlarındadır.

Ulaşım

Kekova, Demre yakınlarındadır. Kaş merkeze 33 km ve Demre’ye ise 20 km uzaklıktadır.

Buraya ulaşmak için Kaş’tan kalkan tekneler kullanılır. Üçağız köyünden tekne ile 10 dakika uzaklıktadır. Bugün Tersane koyu hariç adanın diğer yerlerinde yüzmek yasaktır.

Kekova adasına yolunuz düşerse, mutlaka keçi sütlü sade dondurma yemelisiniz. Çünkü tadı muhteşem güzeldir.

Adanın ismi

Adaların ve koyların hepsi, bizim tarafımızdan Kekova diye Yunanca da ise Kakava olarak bilinir.

Yunanlı coğrafyacı Meletios: Myra’dan göç eden bir koloninin buraya yerleştiğini ve kekliklerin bolluğundan ötürü buraya Kakava adını taktıklarını anlatır.

Keklikler hala çok sayıda bulunur.

Güneş batmadan az önce doğu koylarından birinde karaya çıkmak üzereyken kıyıya atlayan sandalcıdan ürken iki ya da üç yüz keklik, çalıların arasından hep birlikte havalandığında, kanatlarının çıkardığı patırtı hayret vericidir. Bu keklikler kızıl bacaklı türden ve iri kuşlardır. Çok hızlı koşarlar, pek üstlerine gelen olmadığı halde alışılmışın dışında tedbirlidirler.

Evet, günümüzde buranın resmi adı “Geyikova” dır.

Bir kanal, körfezin Üçağız’daki iç kısmından daha geniş olan Ölüdeniz diye bilinen dış kısmına doğru uzanıyor. Neredeyse bütün körfez dar ve uzun “Kekova Adası” ile kapanıyor. Bu kanal ile adanın doğu ve batısındaki iki geçit, Üçağız oluşturuyor.

Kekova
 

Adanın Özellikleri

Kekova, tüm adanın ve çevresindeki yerleşimlerin genel ismine dönüşmüştür.

Toplam 7 km uzunluğundaki adanın, karşısındaki anakara ile arasındaki kanal görünümlü denizin uzaklığı 500 metredir.

Yüzölçümü 4.5 km karedir. En yüksek tepesi 188 metredir.

 

Önemi:

Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziydi.

Fırtınalarda kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos) nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.

Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında, kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziymiş.

Fırtınalarda, kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos)’nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.

Adada bulunan kalıntılar

Kekova adasının karaya bakan kuzey sahilindeki kıyı boyunca kalıntılar görülür.

Ev guruplarının önünde rıhtımlar vardır.

Ana kayaya oyulan alt yapıları, burada zamanında bulunan hibrit yapıları ve yerleşimleri anlatır.

Bir kısım duvarlarıyla ayakta korunmuştur.

Kıyı yapılaşmasında dikkati çeken olgu, karadan denize doğru ulaşım aksının bulunmasıdır.

Çoğunlukla yamaca yatay ilerlemek mümkün değildir.

Anlaşılan antik çağ da her yapı gurubu, ulaşım sorununu sadece denizden çözmekteydi.

Kanallar ve koruma alanları da yamaçtan denize doğrudur.

Bu kesimdeki yapıların alt kesimlerindeki kısımları, tamamen sular altında kalmıştır.

Sakız deresi önünde 3 metre derinlikte küçük bir liman bulunmaktadır.

Limanın dalgakıranı, doğu ve batı dalgalarını karşılamak üzere “L” biçiminde yapılmıştır.

Deniz tavanı ile dalgakıranın oturduğu kaya tabanı arasındaki yükseklik 12 metredir.

Bu kesimde sular altında, çoğunlukla Bizans döneminden olan pek çok amphora bulunur.

Liman çevresindeki en erken bulgu MS 4’ncü yüzyıla aittir.

 

Aziz Stephanos Kilisesi:

Adanın güneybatı ucundaki güvenli tekne sığınağının kıyısında, sadece çatısı yıkılmış, sağlam bir kilise ve yanında da mezar şapeli vardır.

Kaynaklarda Aziz Stephanos Kilisesi olarak anılan bu yapı, adanın en iyi korunmuş yapısıdır.

Çünkü insanların gitmediği bir yerdedir.

Çevresinde konut ve işlik kalıntılarına rastlanır.

 

Helenistik Dönem Kulesi

Kilisenin doğusundaki yamaçta ise, Helenistik dönem kulesi bulunur.

Açıkça belli ki, bu kule limanı kollamaktaydı.

Adadaki en erken kalıntı da budur.

 

Tersane Koyu

Tersane koyundan adaya çıkıldığında, ilk karşılaşılan kilisenin batısında ve güneyinde yerleşim kalıntıları başlar.

Kalıntılar batıya doğru yükselen tepede yoğunlaşır.

 

Aşırlı Adası:

Kuzeydoğu başında Aşırlı Adası ve Aşırlı mağarası bulunmaktadır. 1989 yılında 1’nci derece sit alanı ilan edilen 145 dekarlık adada 100’e yakın geyik, karaca ve dağ keçisi yetişmesine olanak sağlanmıştır. Bu hayvanlar adadaki 7’nci yüzyıl sarnıcından sularını içmeye ve adada yaşamaya devam etmektedirler. 

 

Akvaryum Adası:

Kekova adasının kuzeybatısındaki Akvaryum adası, tepedeki geç dönem gözetleme kulesi ve tekneyle yanaşırken görülmeye başlanan kalıntılarıyla dikkat çeker. Bu küçük adanın deniz  kotuna yakın ilk düzlüğündeki şaşırtıcı niteliği ve korunmuşluğu ile bir kilise bulunur. Kesme taştan örülmüş 3 nefli kilisenin yanında kilise görevlilerine ait olması gereken konut kalıntıları bulunur. Nartheks içindeki sarnıç uygulaması oldukça ilginçtir. 

 

Kekova Batık Şehir

 

BATIK ŞEHİR-DOLİKİSTHE

MS 141 ve 250 yıllarında şehir sulara gömülmüş, Kekova adası ise ana karadan ayrılmıştır.

Yerleşimin sahil bandı, denize kaymıştır. Hem su ona gelmiş, hem de o suya gitmiştir. Yapılar, depremlerle beslenen yer kaymalarıyla her gün biraz daha sulara gömülmüştür. Artık merdivenler sularda başlıyor, sokaklar sularda bitiyor. Evlerin de mezarların da etekleri sulardaydı.  Dalgakıran ise suların 3 metre altında dalgalara kırılmıştır.

Evet: bugün buraya “Batık şehir” (orijinal ismi: Dolikisthe) ismi verilmiştir. 

Batıklar zaman içinde talan edildiği için burası günümüzde doğal koruma alanıdır, yüzmek ve dalmak yasaktır. 

Kekova Batık Şehir
 

Çünkü: denizin altındaki Batık Şehirde resmi arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır ve bölgede yüzyıllardır sürdürülen hırsızlıkların önlenmesi için böyle bir tedbir alınmıştır.

Eğer deniz dalgasız yani sütliman ise, antik şehrin su altındaki izlerini görebilirsiniz. Muhteşem bir manzara, belki de aklınıza kayıt kıta “Atlantis” gelecektir. Bir anda, bir deprem ve yükselen deniz, tamamen sular altında kalmış bir kent.

Kekova Batık Şehir
 

Denizin içinde, kıyılarda evler, merdivenler ve duvarlar görülüyor.

2000 yıl önce olduğu iddia edilen ani bir deprem sonucu veya denizin zamanla yükselmesiyle sular altında kalıp kalmadığı hala tartışmalı ve belirsiz olan bir  durum.

Düşündükçe günümüzdeki küresel ısınma akla geliyor.

Çünkü küresel ısınma sonucu denizlerin yükseleceği söyleniyor. “Tarih tekerrürden ibarettir” denir ya, umarım böyle bir felaket günün birinde tekrar olmaz.

Evet: antik şehir kalıntıları Kaş merkezden 20 deniz mili uzaklıktadır.

Buraya sadece tekne veya kanolarla ulaşılmaktadır. Ancak teknelerin burada duraklaması da yasaktır. Sadece gelip geçiyorlar. Zaten buraya tur düzenleyen teknelerin altında deniz altını görmek için cam bölümler bulunmaktadır.

Harabeleri gezerken, Roma Eflatunu hammaddesi (purpura) olan deniz kabuklarının kaynatılmış, boyası alınmış öbeklerini görebilirsiniz ve o mistik kokuyu alabilirsiniz.

Yazılanlara göre, o devirlerde “eflatun” renkli bu özüt, Bursa ve İstanbul’a gönderilerek zamanın İmparatorluk simgesi olan ipek dokumaların boyanmasında kullanılıyormuş.

Kekova Batık Şehir
 

Evet: adanın sağ tarafında gezerken, suyun altında: denize batmış dükkanlar, liman harabeleri, mermer sütunları ve düzgün zeminiyle bir kilise kalıntısı görebilirsiniz.

Bu kalıntılar arasında bulunan kilise: Türkiye’de su altındaki bilinen 2’nci kilisedir.

Kıyıyı takip ettiğinizde ise, evlerin yarısının sulara gömüldüğü ve merdivenlerinin denize indiği görülür.

Şapel:

Adadaki doğal liman girintisindeki düzlükte, 1.5 metre su altında kalmış, 3 nefli bir şapel vardır.

MS 5’nci yüzyıla tarihlenen, tabanı mermer kaplı kilise sayesinde limanı koruyacaklarını düşünmüşlerdir.

Oysa son kalan apsis de zamana yenik düşmüştür. Dolichisteliler’in limanlarını korusun diye 5’nci yüzyılda inşa ettikleri kilise görevini yapamamış, limana batmıştır. Artık sadece dalgıçlara haktı kentin alt yapısını görmek. 

Sonuç olarak, bu kilise, Türkiye’de su altında kalmış bilinen 2’nci kilisedir.

 

 

 

Türk Bayrağı:

Bu arada kıyıdaki taşlarla bir “Türk Bayrağı” resmedilen yer göreceksiniz. Burası: 1’nci Dünya Savaşı sırasında Osmanlının destanlaşan gemilerinden Rauf Orbay komutasındaki Hamidiye Zırhlısının bir süre gizlendiği ve ikmal yaptığı yer ve bugün burası Hamidiye Koyu olarak da biliniyor.

Simena istikametine giderken burayı görebilirsiniz.

Kekova Kaleköy
 

KALEKÖY

Türkiye’nin en güzel köylerinden birisidir. Sakin bir yer. Burası bir yarımada yani kara bağlantısı var ama karadan bağlantı yolu yok. Yol yapılmamış, sadece keçi yolları yani zorlu patikalar bulunuyor. Bu yüzden sadece tekne ile ulaşım sağlanıyor.

Köy: Simena Nekropol alanı üzerine kurulmuştur. Köyde: Likya ve Bizans tarihi kalıntıları var. Köye ismini veren kale: harika bir manzaraya sahiptir.

Buraya yolunuz düşerse, mutlaka ev yapımı dondurma yemelisiniz. Özellikle: kavunlu, çiçek, şeftali ve limonlu önerilir.

Yöreye ait birçok resim, kartpostal ve posterde görülen “Deniz içindeki lahit” Kaleköy’dedir. Bu lahit muhtemelen bir çocuğa aittir. 

Kekova Simena
 

SİMENA

Günümüzde buraya Üçağız’dan tekneyle gidilir.

SİMENA LİMANI:

Antik dönemlerde sadece denizden ulaşılan Simena, doğal topoğrafik özellikleriyle ve Akdeniz’deki seferlere uygun, Kekova denizine hakim konumuyla önemli bir ayrıcalığa sahiptir.

Karşılıklı düzenlenmiş yay şeklindeki mendirekleri ve çok yakında bulunan Papaz Adasıyla dalgalara karşı korunaklı küçük bir liman yaratılmıştır.

3.40 m yükseklikteki mendirek göz önüne alındığında, liman günlerinde su derinliğinin en az 2 m olduğu ve bu derinliğin de gemilerin rahatça yanaşabilmelerine imkan sunduğu anlaşılır. Limanın doğusundaki 5 tane palamar bağlama babası ve önlerinde paralel uzayan duvarlar bir gemi barınağından izler verir.

Barınak genişlikleri geniş karınlı ticaret gemileri için dardır.

Bu durumda bu barınakların askeri gemiler için inşa edildiği düşünülür.

Ancak limanın ticari amaçla da kullanılmış olması mümkündür.

Tepedeki yerleşim Klasik Dönemden beri güvenli bir yerleşim olduğunu gösterir.

Liman da aynı dönemde kullanılmaya başlanmış olmalıdır.

Şehrin önemine ait bir diğer göstergede: Aperlai Birliğinin 4’ncü üyesidir.

ADI:

Adının geçtiği ilk kaynak “Plinius” tur.

Stadiamsus Patarensis’te Somena olarak geçer.

Kentin adı burada bulunan yazıtlar yardımıyla öğrenilmiştir.

Simena kelimesi Luwi dilinde “Kutsal Ana Ülkesi” anlamına gelir.

Yeni adı “Kale” dir. Antik kent, 1’nci derece arkeolojik Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.

ADACIKLAR:

Bugün kale köyü önünde, 3 küçük ada vardır.

Kıyıdan itibaren: Saçma Ada, Kurşun Adası ve Papaz Adası dizilidir.

Papaz adasının kıyısındaki kayalıklarda yarısı su içinde kalmış hibrit yapı kalıntıları görülür.

Her evin bir iskelesi olması dikkat çekicidir.

Bu kesimde deniz içinde çok sayıda çanak-çömlek parçası vardır.

Kaptan burnu denen yerde, Simena’nın dalgakıranı bulunur.

 

KALINTILAR:

Büyük bir deprem sonucu, Simena antik kenti sulara gömülmüştür. Batık kent üzerinde kano ile gezi muhteşem bir güzelliktir.

Ancak tarihi eserler günümüze kadar bolca yağmalandığından, bölgede yüzmek yasak, teknelerin durması yasaktır. Teknelerin sadece geçmelerine izin veriliyor.

Suların içinden lahitler çıkar. Özellikle deniz içinde bulunan bir lahit, Simena kentinin simgesi olmuştur.

Suyun 1.40 m içinde duran semerdamlı lahdin ünü niteliğinden değil, sular içinde kalmışlığından kaynaklanır.

KALE:

Evet günümüzde kaleye giriş ücretlidir. Kaleden hemen karşıda bulunan Kekova adasını, diğer adaları ve irili ufaklı koyların muhteşem manzarasını görebilirsiniz.

Kalede: Likya, Roma ve Selçuklu zamanından kalma sur duvarları ve mazgallar, üç uygarlığın izleri görülür. Patika ve merdivenlerle çıkılan kale, Ortaçağ döneminde kullanılmıştır. (Muhtemelen MS 1500’lerde)

HAMAM VE ŞEHİRLEŞME;

Akropol eteğindeki yapılardan biri: yazıtına göre: “Konsül ve Aperlai vatandaşları ile birliğin diğer üyeleri tarafından İmparator Titus’a adanmış” küçük bir hamam olduğu anlaşılmıştır.

Hamamın varlığı MS 1’nci yüzyılın 2’nci yarısında yerleşimin ilk kez şehirleşmeye başladığını gösterir.

Klasik dönemden gelen yerleşim, Helenistik Dönemin sonuyla birlikte tiyatrosu ve hamamı olan bir şehre dönüşmeye başlamıştır.

Deniz kıyısından akropole doğru yükselen yamaç, erken dönemden beri halkın yaşadığı ve kamu yapılarının hizmet ettiği bir alan özelliği gösterir.

Bugünkü evlerin arasında ve içlerinde pek çok yapı kalıntısı görülür.

Aralarında da çıkış yolu boyunca lahitlere rastlanır.

Lahitlerden birinin İdagros oğlu Mentor’a olduğu, tabula ansatasından okunur.

Başka bir lahit en yakın örneklerini Teimiusa’dan bilinen eksedrali tiptedir.

Çok az kalıntısı izlenen tapınak ve içinde Kallipus adının okunduğu bir yazıt bulanmaktadır.

 

KİLİSE:

Surlara ulaşmadan önce, yamaçta bulunan en büyük yapılardan biri apsisi sağlam kalmış ve nef duvarları rahatlıkla izlenebilen bir kilisedir.

Kilisenin erken dönem hibrit yapısının üzerine oturtulduğu açıkça görülmektedir.

Bu yapı Simena’nın erken tapınağı olmalıdır.

Kilise dönemi duvarlarında, içeriğinin ne olduğu anlaşılmayan fresko kalıntıları bulunur.

İzler zeminin mozaik olduğunu gösterir.

Yapının en son evresi bir Osmanlı camiidir.

Güney duvarındaki mihrap ve yine sonradan eklenmiş basamaklı bir ezanlık yükseltisi de bu cami döneminden kalmıştır.

 

TİYATRO:

Kilisenin bir kot yukarısında akropolün kayalık eteklerindeki son yapı, muhteşem deniz manzarasına ve Kekova’ya yönelik duran tiyatrodur.

7 basamaklı minik tiyatro, şehrin büyüklüğüyle boyutta örtüşür.

Yaklaşık 200 kişi kapasiteli tiyatro, Helenistik Dönemde tamamen kayalara oyulmuştur.

Başka bir toplanma yapısı olmayan kentin tüm toplantılarının burada yapıldığı anlaşılmaktadır.

Lykia’nın en erken tiyatrolarından biridir.

Kaynaklar: tiyatro ile akropol arasında bir “stoa” nın varlığından bahsetse de böyle bir yapının izine rastlanmamıştır.

AKROPOL-MEZARLIKLAR:

Şehirdeki en yoğun kalıntı gurubu mezarlıklardır.

Likya mezarlarının en belirgin özelliği, üst kısmının ters çevrilmiş bir tekneye benzemesidir.

Öte yandan, Likyalılar mezarlarında ölülerin dişleri arasına “sikke” koyarlardı. Çünkü ölülerin cennete gitmek için bir nehre ulaşacakları ve nehri geçmek için tekneyi kullanana bir bozuk para vermeleri gerektiğine inanırlardı. Bazı kaynaklarda ise, tekneyi kullanana para vermemek için, kendilerine ters gemi şeklinde mezarlar inşa ederek, bu gemi ile öteki dünyaya gideceklerine inanırlardı.

Akropol kayalıklarına açılan kaya mezarlarından başka, çok sayıda lahit yerleşimin çevresine yayılmıştır.

Ev tipindeki Lykia kaya mezarlarında Likçe yazıt bulunmaz.

Diğer kaya mezarı semerdamlı lahit biçiminde, akropol kayalığına oyulmuştur.

Bugün evlerin arasında zorlukla görülebilmektedir.

Akropol’ün doğusunda yerleşim dışında çok sayıda lahit bulunmaktadır.

Bu alan tamamen mezarlık olarak kullanılmıştır.

Akropolün mezarlık tarafındaki düzlüğünde, ölüler için yapılan törenler yaşanmaktaydı.

İnsanlar: yeraltı tanrılarının adak levhalarının yerleştirildiği enine nişlere doğru durup, ölüleri için karanlık dünyasında saadet dilemekteydiler.  

Bu beklentilerin karşılığı olan armağan da olasılıkla nişli alanın ortasındaki sunu çukuruna konulmaktaydı.

 

Kekova Tersane Koyu
 

TERSANE KOYU

Adanın batı ucunda bulunan Tersane koyu ilgi çekicidir. Adanın iç yakasındaki Tersane denilen yer, çok eski bir tekne yapım yeridir.

Günümüzde: Kaş, Demre ve Üçağız’dan gelen teknelerin demirleme yeridir.

Kıyada ve deniz içinde, tarihi eserler bulunmaktadır.

Kalkan gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.

Antalya Elmalı

Antalya Elmalı


Elmalı denilince, benim aklıma ilk gelen: ilçe merkezinde, Ömer Paşa camisinin hemen yanındaki “Elma anıtı” ve yörenin yaz aylarında aşırı sıcaklarından kaçıp buraya sığınan ve yerleşim yerinin mevcut nüfusunu, üç-dört katına çıkaran nüfus yoğunluğudur.

Evet, burası, rakımın yüksek olması nedeniyle, özellikle yaz aylarında, nispeten serin havası ile ziyaretçi çekiyor. Bunun dışında, bölgenin genelindeki turistik çekicilik, maalesef burada etkin değil. Çünkü: herhangi bir turizm aktivitesi yok.

Sadece, bir kısım turist, bir yerden bir yere giderken, buradan geçiyor. Ama, unutmamak gerekir ki, Elmalı gerçekten, tarihi geçmişi renkli olan bir yer ve özellikle, Elmalı Definesi, bütün dünya tarafından bilinen bir gerçektir.

Antalya Elmalı

ULAŞIM

Elmalı, bağlı bulunduğu il olan Antalya’nın 111 km. batısındadır. Elmalı-Korkuteli arasındaki uzaklık: 50 km. Elmalı-Finike arasındaki uzaklık: 60 km.

Antalya Elmalı Tarih

TARİH

Yörenin tarihi geçmişi incelendiğinde, özellikle, antik dönemde Likya uygarlığının kuzeyinde önemli bir yerleşim yeri olduğu kabul edilmektedir. Bunun dışında: Semahöyük köyü ve Hacımusalar köyü yakınlarındaki höyüklerde yapılan araştırmalarda, Bronz çağında, buralarda yerleşim izleri görülmüştür.

Ancak, tüm bunlara rağmen, yine de, Elmalı yerleşim yerinin, ilk olarak, MS.8’nci yüzyılda gerçekleştiği resmen anlaşılmaktadır. Yıldırım Beyazıt döneminde, yöre, Osmanlı egemenliğine girer. Osmanlı döneminin ilk yıllarında, Teke livasının merkezi ve Teke paşalarının ikametgahı olarak bilinir. Çünkü: Anadolu Selçukluları, burayı ele geçirince, Tekeli Türk boylarını, buraya yerleştirirler.

Ancak, idare merkezi Antalya’ya taşınınca, burası kaza haline gelir. Bu süreçte, yörenin kullanılan isimleri: Kabalı, Amelas, Elmalı.

Evet: Elmalı, antik dönemde, askeri ulaşım yolları dışında kalması nedeniyle fazla gelişmemiş olsa da, yine de kendisine has ekonomik bir etkinlik oluşturmuştur. Özellikle: hayvancılık ürünlerinin satıldığı Pazar, pamuklu bez dokuması ve dericilik, buranın ekonomik gelişimini sağlamıştır.

Tarihi süreç ile ilgili son bir not: 1940 yılında, Elmalı yöresinde büyük bir yangın çıkar ve yerleşim yeri, tamamen yanarak yok olur ve daha sonra yeniden imar edilir.

Antalya Elmalı

GENEL

Elmalı, bağlı bulunduğu Antalya ilinin batısında ve iç kesiminde, dağlık bir alanda bulunmaktadır. Yöre: Batı Torosların kolları ile engebelenmiştir. Yörenin başlıca yükseltileri, 2000 metrenin üzerindeki Susuz ve Kohu dağlarıdır. İlçe merkezinin bulunduğu mahal: adeta bir çanağı andırır, yani çevre tamamen yükseltilerle çevrilidir. Bu yükseltiler yani dağlar, ormanlar ile kaplanmıştır.

Bu ormanlık alanlarda, özellikle: antik dönemde, gemi yapımında kullanılan “Lübnan sediri” yani “Katran ağacı” bulunmaktadır. Bu ağaç aynı zamanda: saray ve mabetlerin yapımında, firavun ve yüksek yöneticilerin tabutlarının yapımında da kullanılmıştır. Reçinelerinden ise, mumyalama işleminde yararlanılmıştır.

Ayrıca, çeşitli yerlerdeki demiryolu yapımında, yine bu ağaç, travers olarak kullanılmıştır.

Bu çanak bölüm içinde ise: birkaç ova bulunmaktadır. İlçe merkezi, 2503 metre yükseklikteki Elmalı dağının güney eteğinde kurulmuştur.

Yörenin denizden yüksekliği: 1196 metredir. Yüzölçümü ise: 1595 km. karedir.
Ekonomi, tarıma dayanmaktadır. Özellikle: meyvecilik ileri düzeydedir. Hayvancılık da yapılır ve buna bağlı olarak, mandra ürünleri ve hem deri üretimi yaygındır.

Antalya Elmalı Sikkeleri

ELMALI DEFİNESİ-SİKKELERİ

MÖ.5. yüzyılda Perslerin Yunanistan’ı işgal etmesinin ardından, Atina Şehir Devletinin önderliğinde Akdeniz çevresindeki şehirlerden oluşan bir birlik kurulmuştur. Atik-Delos Deniz Birliği olarak isimlendirilen bu birliğin bir merkezi ve bir bütçesi vardı. Her ülke kendi bastığı gümüş sikkeden kendi gücü oranında katkıda bulunuyordu.

1984 yılında Elmalı ilçesinde kaçak kazılar sonucu bulunan “yüzyılın definesi Elmalı Sikkeleri” o bölgede bulunan bütün şehir devletlerinin paralarını içeriyordu. Yaklaşık 1900 adet sikkenin binden fazlası ise Likya bölgesindeki şehir devletlerinin parası idi ve içlerinde şimdiye kadar bilinmeyen hanedanların sikkeleri de vardı.

Definenin gömülüş tarihi MÖ 480-460’tır. Karanlığı çok olan bir döneme hatırı sayılır ışık tutmuştur. 

Söz konusu sikkelere: yüzyılın definesi denmesinin en önemli nedeni; Yunanlılar Persleri yendikleri için bir anı parası çıkarmışlardı. Normal olarak o zaman para birimi 1 drahmi, en fazla 4 drahmi iken, anma nedeniyle 10 drahmilik para çıkarılmıştı. (10 drahmilik paranın ismi Dekahdrahmi idi) 

Arkeologlar Jeffry Spier ve Jonathan H. Kagan tarafından MÖ.470-450 yılları arasına tarihlenen ve yeryüzünün en kıymetli antik sikkesi olarak nitelenen bunlar (her birinin 600 bin dolar değeri olduğu söyleniyor) büyük define içinde bulunmaktadır.

Çünkü bu sikkeler çok az basılmıştır ve 1984 yılına kadar dünyada yalnızca 13 tanesinin varlığı biliniyordu. Elmalı definesinde ise bunlardan 14 tane bulunmaktaydı.

Elmalı definesinin bulunmasıyla insanlık tarihinin bilinmeyen önemli bir bölümü aydınlatılmış ve dünyada bilinen Dekahdrahmi sayısı 2 katına çıkmıştır.

Koleksiyonun büyük kısmını: (962 adet) Lykia sikkeleri oluşturur. Geriye kalanların 283’ü Rhodos, 41’i Samos, 12’si Efes/Milet, 165’i Atina, 59’u Bisaltai, 31’i Akanthus, 15’i Abdera, 6’sı Taşoz ve 44’ü Paros’tur.  

Definedeki Lykia sikkelerine genel olarak bakıldığında, değişik tipte yazılı ve yazısız sülale sikkeleri eldekilerin yaklaşık yüzde kırkını, geriye kalan yüzde altmışı ise az sayıda tipi içeren fakat birbiriyle kalıp bağı olan sikkeler oluşturur. Bunların çoğu önceden bilinen veya örnekleri tanınan sikkelerdir. Sikke bağı en kuvvetli lan grup ise Kamirus sikkeleridir. Bunların yaklaşık yüzde ellisi birbirleri ile ön yüz veya arka yüz kalıbı açısından bir zincir oluştururken, diğer yüzde ellisi ise tamamen aynı ön ve arka yüz kalıbından basılmıştır. Genel sonuç olarak: Elmalı Definesi, içinde birkaç örneği olan değişik merkezlere ait sikkeleri barındırmakla birlikte çoğunluğu birkaç büyük merkeze ait çok sayıda ve birbirleriyle bağ olan sikkelerden oluşmaktadır. 

Definede bulunan Orta ve Kuzey Yunanistan, Trakya, Ege Adaları ve Kuzeybatı Anadolu (Lykia) sikkeleri çağdaştırlar. Aynı zamanda bu sikkeler her şehri belli bir oranda temsil eder gibi bir araya getirilerek gömülmüş gözükmektedir. 

Bu nedenle Elmalı Sikkelerinin kısa bir dönemde ve büyük bir amaç için bir araya getirildiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu durumda sikkelerin MÖ 546 yılında başlayan Grek-Pers savaşlarından  sonra Pers hakimiyetine geçen Anadolu ve Grek kentlerinin Atina önderliğinde Pers hegemonyasına karşı kurduğu ve adına Attika-Delos Deniz Birliği denen ittifakın ihtiyaçları için toplanmış olabileceği düşünülmektedir. 

Elmalı Definesinde, Atinalıların Pers’leri bozguna uğrattığı savaşların anısına bastırdığı ve her biri 43 gram ağırlığındaki Dekadrahmiler bulunmaktadır. Bu sikkelerin arka yüzündeki kanatları açık ve cepheden baykuş figürü, Athena’nın klasik ve yüzlerce yıl değişmeden aynı tipte basılmış baykuşlu sikkelerden farklı olarak tasarlanmış ve çok sayıda basılmıştır. Definede 14 adet olduğu belirtilen ancak 6 tanesi yurda dönebilen bu sikkelerin ilavesiyle dünya literatüründe bilinen örnek sayısı 42 olmuştur. 

Elmalı Definesinin bulunması/kaçırılması:

Evet “Yüzyılın Definesi” olarak nitelendirilen bu hazine: 18 Nisan 1984 tarihinde Antalya-Elmalı kara yolunun hemen kuzeyinde, Karaburun tümülüsü ile gökpınar köyü arasında bulunmuştur. Define kaçakçılar tarafından Amerika’ya kaçırılmıştır.

1988 yılında Amerika-Los Angeles şehrinde 10 ve aynı yılın Mayıs ayında İsviçre-Zürih şehrinde 3 ve 1991 yılında yine Zürih şehrinde 3 adet olmak üzere çeşitli müzayedelerde 16 adet Elmalı Sikkesi açık arttırmaya çıkarılmıştır.

Ancak Türk hükümeti avukatları aracılığı ile müdahale ederek satışları durdurmuştur. Ülkemizden kaçırıldığı bilinen sikkeler; Gazeteci Özgen Acar ve Kültür Bakanlığının uzun ve inatçı girişimleri sonucunda herhangi bir bedel ödenmeksizin 1999 yılında başında ülkemize getirilmiştir.

Ancak hazinenin toplamı 1900 sikkeden oluşmasına rağmen, bunlardan yalnızca 1676 tanesi geri getirilebilmiştir. Geriye kalan sikkelerin nerede olduğu bilinmemektedir.

Antalya Elmalı Yeşilyayla Güreşleri

ELMALI YEŞİLYAYLA GÜREŞLERİ

Bu etkinlik tarihçe olarak ülkemizde birinci sırada ancak organizasyon olarak Kırkpınar’dan sonra ikinci sıradadır. Güreş tarihçesi incelendiğinde: 1419 yılında Nuh Çelebi’den gelen taşınmaz mal varlığının, günümüzde Yeşil Cami olarak bilinen yerde bulunan Musalla Çevrik diye anılan mahalledeki arazinin güreş çayırlığı diye vakfiye edildiği belirlenmiştir. Bu nedenle, burada güreş tarihinin çok eski yıllara kadar gittiği düşünülmektedir.

Güreşlerin bir yönü: güreş yapılan yöre halkının maddi ve manevi desteğiyle yine yöre halkına fayda sağlayacak eserlerin yapılmış olmasıdır. Tespitlere göre: Elmalı’da son 30 yıl içinde güreş gelirlerinden: Elmalı Lisesi, Elmalı Devlet Hastanesi, Elmalı Spor Tesisleri ve Elmalı Müzesi için maddi destek sağlanmıştır.

Günümüzde, güreşler başlamadan bir hafta önce sempozyum ve sergiler düzenlenmektedir. Güreş günlerinden birkaç gün öncesi, akşamları sanatçılar davet edilerek yöre halkına konserler tertip edilir.

Evet, Elmalı Yeşil Yayla Güreşleri, her yıl Eylül ayının ilk haftasında yapılmaktadır. 2014 yılında güreşlerin 672. si yapılmıştır.

Antalya Elmalı

NE YENİR/NE İÇİLİR

Elmalı yöresinde, yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz, size önerebileceğim yiyecekler şunlardır: tarhana çorbası, erişte (elde kesme makarna), kırmızı sulu et yemeği ve höşmerim tatlısıdır.

Son olarak, burada, keçi sütünden yapılan “teke dondurması” yemenizi öneririm. Bu dondurma herkesin hoşuna gitmeyebilir, is kokusu hakim, ama buraya özgü bir lezzet olarak arzu edenler tadabilirler.

Antalya Elmalı

KONAKLAMA

Elmalı Öğretmenevi Yenimahalle. Antalya Yolu 242-6183288

Antalya Elmalı

GEZİLECEK YERLER

TARİHİ ELMALI EVLERİ

Elmalı: Elmalı dağı yakınlarında kurulan oldukça eski bir yerleşim yeridir. İlçedeki evler: cumbaları, eski tip pencereleri ve parlak renkleriyle zamanın çok gerilerinden beri hala dimdik ayaktadır ve karakteristik özelliklerinin çoğunu bugüne kadar korumayı başarmıştır.

Bu evler: Elmalı’nın Tahtamescit mahallesinde Aylar Sokaktadır. En az 500 yıllık bu evlerin mimari bir öğesi olan ahşap dokusunda, yörenin zenginliği olan sedir ağaçlarından bol miktarda kullanılmıştır. Süslemelerdeki stilize ağaçları, çiçek motifleri ve altı köşeli yıldızlarıyla da Anadolu kültürünü yansıtan eşsiz örneklerdir.

Elmalı evleri içinde en güzel örnek “Yeşil kapılı” dır. 1600 yılında yapılmış olan bu yapının ahşap işçiliği, insanı şaşırtacak kadar özel bir ustalık eseridir.

ELMALI MÜZESİ

1963-2001 yılları arasında bölgede kazılar yapan Prof.Dr.Macteld J. Mellink: bölgenin kültürel ve tarihi zenginliğine değinmiş, bu eşsiz kültür mirasının yerinde korunması, tanıtılması, halkın bilinçlendirilmesi ve en önemlisi son yıllarda giderek artan eski eser kaçakçılığının önlenmesi için bölgede mutlaka bir müze veya enstitü kurulmasını istemiştir.

Onun bu isteğinin karşılanması için, Turizm Bakanlığı 2000’li yıllarda aldığı bir kararla ilk adımı atmış ve Elmalı caddesi üzerinde, eski hükümet konağı, 2004 yılında müze olarak değerlendirilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından Turizm Bakanlığına tahsis edilmiştir.

Bu Hükümet binası, yapıldığı 1941 yılından 1987 yılına kadar ilçenin Hükümet binası,  daha sonra vergi dairesi ve bir bölümü öğretmenevi görevini yapmış ve mimari yapısıyla özel bir değere haiz bu yapının içinde, müze ihtiyaçlarına uygun biçimde değişiklik yapılmıştır.

Bunun sonucunda: 3 tane zeminde, 8 tane birinci katta olmak üzere, 11 teşhir salonu oluşturulmuştur. Teşhir ve tanzim çalışmaları, Antalya Müzesi müdürlüğüne bağlı olarak 2011 yılında tamamlanmış ve Elmalı Müzesi 13 Haziran 2011 tarihinde ziyarete açılmıştır.

Müzede neler sergilenmektedir

Elmalı Müzesi:2400 metrekarelik bir alanda, ikisi normal, biri bodrum katı olmak üzere 3 katlı bir yapıdır. Yapının güneybatı cephesindeki ana giriş kapısı, orta akstadır. Girişte danışmanın da bulunduğu geniş bir salon, sağ yanda idari mekanlar ve konferans salonu görülür.

Girişe göre: soldaki 3 teşhir salonundan b irinde bulunan 8 vitrinde: Elmalı ovasının Kaolitikten Orta Bronz dönemi sonuna kadar uzanan bir zaman dilimine ait eserler sergilenmektedir. Bağbaşı ve Karataş-Semayük kazılarında elde edilen bu eserler 8 başlık altında toplanmıştır.

Sergileme geç kaolitik döneme ait Bağbaşı eserleri ile başlatılmış ve Karataş-Semayük erken dönem Tunç eserleriyle devam ettirilmiştir. Karataş-Semayük yerleşmesinin yaşam biçimini yansıtan çeşitli aletler, mühürler, ağırşak, takı vb buluntular yine tipolojik ve işlevsel bir düzenleme ile ziyaretçilere sunulmaktadır.

İkinci Salonda: Kalkolitik ve Erken Tunç Dönemine ait mezar ve depolama kapları olarak kullanılmış, pithos ve çömlek gibi büyük boyutlu kapılardan seçilmiş örnekler sergilenmektedir. Bilgi panolarında Anadolu’nun tarih öncesi kültürlerinin karakteristik özellikleri maddeler halinde belirtilmiştir.

Üçüncü Salonda: Karataş-Semayük mezarlık alanında bulunmuş 3 küp mezar özgün konumlarına göre, içlerindeki iskeletler ve ölü hediyeleriyle birlikte çarpıcı bir atmosfer içinde sergilenmektedir.

Bilgi panolarında: Anadolu’daki tarih öncesi ölü gömme adetleriyle Semayük nekropolü hakkında açıklamalar yer alırken, pithoslar üzerindeki bezeme tipleri, motiflerin anlamları ve önemi herkesin anlayabileceği bir anlatımla yansıtılmıştır.

Birinci Katta, girişe göre sol yanda: Anadolu’nun tarih sonrası dönemlerine ait kronolojik bir cetvel vardır.

Sağ yandaki levhada: Elmalı bölgesindeki ilk bilimsel araştırma ve kazıları başlatan, Kızılbey ve Karaburun mezar odalarının restorasyon projelerini yürüten, özellikle 60 yıl üzerinde çalıştığı Anadolu arkeolojisini bilim alemine tanıtan “Türkiye’deki Amerikalı arkeologların duayeni” unvanına sahip değerli bilim adamı Prof. Dr. Machtel J. Mellink’in biyografisi yer almaktadır.

Birinci katın, Sağ yanında bulunan dört salondan birinde: Likya’da rağbet gören yerel tanrılardan atlı ve sopalı koruyucu tanrı Kakasbos, avcılıkla bağlantısı olduğu düşünülen 12 tanrı, Helena ve Dioskur gibi adak stelleriyle bazı yazıtlı taşlara ait örnekler sergilenmektedir.

Küçük eserlerin sergilendiği salonun ilk iki vitrininde: Hacımusalar Höyük kazılarında bulunan Erken Tunç, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait buluntular sunulmaktadır. Devamındaki vitrinde, Hacımusalar-Karaçakır mevkiinde açığa çıkarılan lahit buluntuları ile Karaburun I, II ve Kızılbey Tümülüslerine ait buluntular sergilenmekte ve tanıtılmaktadır.

Sikke Salonunda: Likya şehir sikkeleriyle Roma imparatorluk sikkeleri kronolojik bir düzen içinde sergilenmektedir. Bölgede sikke basan şehirlerle ilgili ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Duvar panolarında ise sikke basım tekniği ile ilgili bilgi verilirken sikkenin tarihçesi, fotoğraflarla da desteklenerek, kronolojik bir düzen içinde verilmeye çalışılmıştır.

Birinci katın sol kanadında: orta salonda Elmalı ve Korkuteli bölgelerinde bulunan Roma ve Bizans dönemine ait sütun başlıkları, yazıtlı mezar sütunu, taştan bir idol ve yekpare bir taştan oyularak yapılmış vaftiz teknesi sergilenmektedir.

Arykanda kazılarında gün ışığına çıkarılmış eserlerin sergilendiği salonda ise: Roma ve Bizans dönemine ait ev sunakları, adak stelleri, lahit ve heykel parçaları, pişmiş topraktan günlük kullanım kapları, dokuma malzemeleri, tıbbı aletler, çeşitli takı malzemeleri ve benzeri buluntular teşhir edilmektedir.

Birinci katın sol yanındaki 4 salondan birinde: yüzyılın definesi olarak da anılan, dünyaca ünlü MÖ.5. yüzyıla ait Elmalı Definesinin imitasyonları teşhir edilmektedir. Çarpıcı bir atmosfer içinde sergilenen sikkeler, ziyaretçilerin kolayca anlayabilecekleri şekilde guruplandırılmış, duvarlara yerleştirilen ışıklı bilgi panolarında tek tek, ayrıntılı olarak tanıtılmıştır.

Yine bu panolarda, definenin tarih içindeki önemi vurgulanırken, bulunuşu, kaçırılışı ve topraklarımıza dönüşü ile ilgili öyküye de yer verilmiştir.

Birinci katın her iki yanındaki dip salonların her birinde, kendi orijinal ölçülerinde rekonstrüksiyonu yapılmış olan Karaburun ve Kızılbey mezar odaları, duvarlarının renkli resimleriyle ziyaretçilere sunulmaktadır. Salon girişinde, mezarların bulunuşu, restorasyonu, çalışmaları, tarihleri ve duvar resimleri hakkında geniş açıklamalar bulunan tanıtıcı panolar yer almaktadır.

Yapının bodrum katında: sağda, envanter ve etütlük eserlerin konulduğu farklı ebatlarda dokuz oda vardır.

Müzenin:4000 metrekarelik açık teşhir alanında, Elmalı çevresinde bulunan Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait mimari parçalar, lahitler, yazılı mezar taşları, postamentler ve sütunlar sergilenmektedir.

Ayrıca yok olmaya yüz tutan anıtsal arı serenlerinden bir örnek, Yukarı Söğle köyünden alınarak bahçenin kuzeydoğu köşesine kurulmuştur. Bahçede ayrıca restorasyon atölyesi, büyük bir havuz ile her mevsim hizmet verebilecek bir kafeterya bulunmaktadır.

Evet, günümüzde 1305 adet envanterli eseri bulunan Elmalı Müzesi bu yöreden geçenler tarafından mutlaka ziyaret edilmelidir.

Antalya Elmalı Semahöyük-Karataş

SEMAHÖYÜK-KARATAŞ

Semahöyük: Antalya ilinde Karain ve Beldibi gibi prehistorik merkezlerden sonra gelen en eski yerleşim yeridir. Antalya il merkezine115 km ve Elmalı’ya 5 km uzaklıktadır.

Elmalı-Korkuteli yolunda yaklaşık 10-15 km ileridedir ve günümüzde “Bozhöyük” olarak isimlendirilmektedir. Yöre insanı burayı “Turist Tepesi” diye de bilir.

Burada 1963 yılından beri Amerikalı Prof.Macteld Mellink yönetiminde sürdürülen kazılarda: MÖ.3000 ortalarından 2000 yılı başlarına kadar tarihlenen Erken Bronz Çağında bir yerleşim varlığı belirlenmiştir.

Özellikle: Semahöyük denilen yerde: hendeklerle çevrili, dörtgen şeklinde bir saray ve çevresinde ev kalıntıları ve bunların batısında, küp mezarlar bulunmuştur. Amerikalı Bryn Mawr tarafından 1963 yılında yapılan kazılarda, bu küp mezarlar dışında, seramikler, bronz iğneler, aynalar, mühürler, genç kızlara ait bilezikler, gaga ağızlı testiler, kolyeler, mızrak uçları gibi buluntular bulunmuş olup, bunların tümü, günümüzde, Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Antalya Elmalı Karaburun Tümülüsü ve Mezar Odası
Antalya Elmalı Karaburun Tümülüsü ve Mezar Odası

 

KARABURUN TÜMÜLÜSÜ VE MEZAR ODASI

Karataş kazısının hemen kuzeyinde, Antalya-Elmalı yolu üzerindeki Karaburun kral mezarı: Prof. Machteld Mellink tarafından kazılmış ve MÖ.5. yüzyıl ortalarına tarihlenmiştir.

Duvar resmi: üçgen çatılı mezar odasının ana sahnesine sıva üzerine mor, mavi, kırmızı, yeşil, siyah ve beyaz renklerle yapılmıştır. Mezar sahibi yöneticiyi onurlandıran sahnede bir ziyafet sahnesi anlatılmaktadır ve ana figür bir kline üzerinde yatar vaziyettedir.

Üzerinde geniş kollu, rozetlerle süslü, Pers kıyafeti vardır. Figür sağ elini kaldırmış, sol elinde ise bir kase tutmaktadır. Yakınları kaseye şarap sunmaktadırlar. Siyah saçlı ve sakallı figür ekoseli bir taç takmaktadır.

Mezar odasının güney duvarında bulunan cenaze alayı sahnesinin ortasında, iki atın çektiği taht arabasına oturmuş betimlenen bir yönetici resmedilmiştir. Yönetici, Pers kıyafetleri, manto ve keçe şapka giymiştir.

Karşı duvarda ise: ayakta duran bir kadın ve tabandaki taş karyolanın eteğinde ise çeşitli hayvan resimleri bulunmaktadır.

Evet gelelim son bir şok nota: 2011 yılında mezarda bulunan 2486 yıllık paha biçilmeyen iki duvar resminin yerinden sökülerek çalındığı anlaşılmış ve halen bulunamamıştır. Antalya Arkeoloji Müzesi görevlileri: Tümülüs’te yaptıkları olağan denetimde mezar odasının kapısının kırılarak duvar resimlerinin önemli bölümünün yerlerinden sökülerek çalındığını saptamışlardır.

Tutkallı bez ve kimyasal maddeler kullanılarak profesyonel bir yöntemle yerinden söküldüğü saptanan duvar resimlerinin akıbeti halen belirsizliğini korumaktadır. Bu yöntem: Gaziantep Zeugma’daki Roma dönemine ait duvar resimleri ve mozaiklerin çıkarılmasında uzmanlarca ve ayrıca KKTC deki Lysi kilisesinin resimleriyle Kanakarya Kilisesinin mozaiklerinin çalınmasında da kaçakçılarca kullanıldığı bilinmektedir.

Bu resimlerde: Karaburun Tümülüs’ünde gömülü Pers Satrabı betimlenmiştir. Taş bloklardan yapılarak sıvanmış ve sıva üzerine yapılmış resimlerde bir Pers valisinin ziyaret sahnesi, tamamen doğal bir ev ortamına benzetilmeye çalışılmış ki ölen kişinin ruhu burada öldükten sonra bir ev ortamında yaşasın diye.

Burası hakkında biraz daha bilgi vermek istiyorum. Persler, Yunanistan’dan püskürtüldükten sonra Atinalı general Kimon: Karya ve Likya’yı dönemin güçlü örgütü Attika-Delos Birliği donanmasıyla, MÖ.466 yılında günümüzdeki Köprüçay denilen Evrimedon nehrinde Persleri yenmiştir.

Bu savaşın yaşandığı yıllarda Elmalı’da ölen Pers valinin mezarının bulunduğu tümülüsüne yakın bir tepede “Pers Sikkeleri” ve karşı tepede ise “Yüzyılın Definesi” denilen Attika-Delos Birliği komutanının savaş kasası kabul edilen ve 1900 gümüş sikkeden oluşan görkemli bir define bulunmuştur.

Pers sikkeleri: Amerika’da çeşitli koleksiyonlara dağılmış, Elmalı Definesi ise geri getirilmiştir. Yörede bulunan ok ve mızrak uçları, burada amansız bir savaşın yaşandığına tanıklık etmektedir.

KIZILBEY MEZARI/TÜMÜLÜSÜ

Kızılbey mezarı ise: batıda Elmalı-Yuva köyü yolu üzerindedir. Burası kalker bloklardan oluşmuş bir odadan ibarettir. Muhtemelen antik dönemde içi boşaltılmış olan mezarda arkeolojik buluntuya rastlanılmamıştır.

Hemen başta belirtmek isterim: Johanna Mellink, “Beni Elmalı’ya gömün” der ve külleri 2006 yılında Kızılbey tümülüsüne serpilir. (Buradaki arkeolojik araştırmaları yürüttüğü için)

Antalya Elmalı Fildişi Çocuklu Kadın Heykeli

FİLDİŞİ ÇOCUKLU KADIN HEYKELİ

Elmalı yöresinde yapılan arkeoloji kazılarında bulunan bu fil dişinden yapılmış, çocuklu kadın heykelinin yapılış dönemi ve yapanlar hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

GİLEVGİ KALESİ

İlçe merkezine bağlı, Çobanisa köyündedir. Kale yapısı: kara yolunun hemen kıyısında, üç bölümlü tepenin güney kısmındadır. Surlarla çevrili yerleşim yerine, kuzeydoğu bölümündeki bir kapıdan girilmektedir. Batı bölümde, dörtgen kulelerle desteklenen sur kalıntıları görülmektedir.

KESİK MİNARE

İlçe merkezinde, çarşı meydanında, Ömer Paşa camisinin karşısındadır.
Tek bir minare olarak görülmektedir ve mimari özellikler açısından, Selçuklu dönemi yapısıdır.

ÖMER PAŞA CAMİSİ VE TÜRBESİ

Ömer Paşa: Manavgat’lıdır ve kapı ağalığından çavuşbaşılığa kadar yükselmiş ve daha sonra beylerbeyi olmuştur. 1603-1604 yılları arasında Diyarbekir valiliği yapmış, 1623 yılında Trablusgarp beylerbeyliğine atanmış, ardından Batum, Trabzon, Karaman ve Maraş beylerbeyliği yapmıştır.

Evliya Çelebi 1671 yılında uğradığı Elmalı kasabasını oldukça geniş şekilde anlatırken camiyi Ketenci Ömerpaşa camisi diye anar ve göz alıcı iç süslemesini kısaca tarif ettikten sonra mimarisinden bahsederken onu İstanbul Eyüp Sultan’daki Zal Mahmut Paşa camisine benzetmiştir.

Elmalı ilçesinin ortasında bulunan bu cami: Osmanlı mimarisi gereği tek kubbeli türün en geliştirilmiş bir örneğidir ve Mimar Sinan ekolünün bir şaheseridir. Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre: Cami: 1610 yılında Kitapçı namıyla bilinen “Ömer ağa” tarafından yaptırılmıştır.

Cami: içinde bulunduğu yer meyilli bir arazi üzerinde olduğundan, heybetli bir görünüme sahiptir. Cami tamamen kesme taştan yapılmıştır. Giriş cephesinde üstü kubbelerle örtülü, ortadaki diğerlerinden daha yüksek kubbeli olan klasik başlıklı mermer sütunların taşıdığı revaka sahip bir son cemaat yeri vardır.

Taç kapı yay şeklinde olup büyük sivri kemerli ve üstünde 6 satır halinde kitabe bulunmaktadır. Pencereleri içeriden ve dışarıdan süsleyen alınlıkların üzerinde, her birinde değişik ayetler yazılı olan çiniler, İznik çini fırınlarının eseridir. Bunlardan birinin alt köşesinde “el-fakir Resmi Mustafa” imzası görülmekte olup yazıların hattatlarının ne kadar sanatkar oldukları anlaşılmaktadır.

Yazıların, çinileri süsleyen motiflerle beraber oluşu da hattat ve çinicinin tek kişi olma ihtimalini güçlendirmektedir. Diğer bir husus ta: her pencere için ayrı ayrı olarak hazırlanan bu çok sayıdaki panonun o dönemde İznik’ten nasıl bir yol takip edilerek buraya kadar bozulmadan taşınmış olmasıdır.

İznik çinilerinin bu örneklerinin, o dönemde Anadolu’nun uzak bu köşesine getirilmiş olması, Ömer Paşa’nın yaptırdığı bu hayrata ne kadar büyük bir emek verildiğinin en büyük kanıtıdır.

Caminin içi ve kubbesi zengin kalem işi nakışlarla kaplıdır. Evliya Çelebinin övdüğü minarenin kürsü kısmı: 5 köşeli olup, her bir cephe birer kaş kemerli pano halinde bölünmüştür. Çokgen gövdeli minarenin şerefe kısmı zengin biçimde işlenmiş mukarnaslara oturmaktadır.

Şerefe korkuluğu mermerden oymadır. Tepesinde kurşun kaplı ahşap bir külah bulunur. Caminin kubbesindeki kurşun kaplamalar 2004 yılında, minare alemindeki kurşun kaplamalar ise 2009 yılında yeniden yaptırılmıştır.

ÖMER PAŞA MEDRESESİ

İlçe merkezindeki caminin hemen karşısındaki medrese: 1602 yılında, cami ile birlikte, Ömer Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapı: 24 kubbeli ve 12 revaklıdır ve kesme taştan, dövme demirle yapılmıştır.

ABDAL MUSA TÜRBESİ/TEKKESİ:

İlçe merkezine bağlı, Tekke köyündedir.

Abdal Musa, Bektaşi geleneğinin en ünlü erenlerindendir. Hacı Bektaş’ın dolaylı olarak müridi olan Babai-Abdal dervişlerindendir. 14’ncü yüzyılda Batı Anadolu’da büyük ün kazanmıştır. Bursa’nın fethinden sonra Finike’ye gelip yerleşmiştir. Kargusuz Aptal ile Abdal Musa’nın buluşma yeri de Turunçovada’ki Kafi Baba Tekkesi olmuştur.

Kafi Baba Türbesi: Güney duvarında niş barındıran dikdörtgen planı ve orta yere konulmuş ölü sandukasıyla sanki bir Roma anıt-mezarıdır. Tanrısal mekan içine yerleştirmiş kıymetli ölünün cesedi, tanrıya diğer insanlardan daha yakın olduğunu gösterip, aracı rolünü vurgulamaktadır. Yapı içinde: Kafi Baba Mezarı, dış yanında Hasan Dede mezarı ve yaklaşık 10 metre güneyinde daha aşağı seviyedeki diğer dervişlerin mezarları vardır. Antik Çağ Lykia’sında olduğu gibi burada da mezarlık, sanki ait olduğu topluluğun sosyal sınıflarını-statülerini belgelemektedir. 

Sonrasında Kaygusuz Abdal Mısır’a gitmiştir. Elmalı Tekkesinin kurulmasıyla da Abdal Musa öğretisi Teke yaylası aracılığı ile tüm bölgeye taşınmıştır. 

Evet, Elmalı Abdal Musa Tekkesinin kuruluşu ile bir belge bulunmamasına karşın 13’ncü yüzyılda kurulduğu düşünülür. 1874 ve 1910 yıllarında kısmi onarım görmüş, en son 1968 yılında Vakıflar tarafından kapsamlı onarımdan geçirilmiştir. 

Elmalı Zaviyesi: Evliya Çelebinin anlatımına göre:” Yamaçta, Abdal Musa Vakfı’na ait 100 ev vardır. Burada yaşayanlar tekkenin yiyecek içeceğinden sorumludur. Köyün güneyinde büyük bir bağ ortasında, Abdal Musa’nın gömülü olduğu, altın alemli, sivri bir kubbe ile örtülü bir türbe bulunmaktadır. Türbenin çevresindeki bahçenin dışında misafirhane, mutfaklar, mescitler ve köşkler vardır. Türbenin 150 metre batısında, Abdal Musa’nın aşçısı Budala Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Gelip geçenlere nimetleri boldur. Başı, ayağı çıplak 300’den fazla derviş gece-gündüz ibadetle meşguldür. Söğüt, çınar ve kavak ağaçları altında fukaralar dinlenir. İçene sağlık veren bir su kaynağı, yanında da namazgah vardır. Binden fazla sığır, binden fazla koyun, 700 kısrak ve 7 değirmen vardır. Anadolu halkının inandığı bu sultanın birçok kerameti görülmüştür. Türbenin önünde, sonradan yapılmış bir ziyaretçi mekanı bulunur. Kırklar Makamı da, nefes almadan dolaşanların cennete gideceğine inanılan ritüel alanıdır. Türbenin içinde Abdal Musa, annesi ve babasının mezarları yer alır. 

İçinde olduğu söylenen kutsal emanetler hakkında Hacı Bektaş Veli’nin dervişlerine şöyle anlattığı söylenir. “Beni ararsanız Abdal Musa’da bulun, dört emaneti de ona teslim edin”

Bahsedilen emanetler şunlardır: Kara Sancak, Mermer Çırak, Biat Değneği ve Hüccat. Bunlardan Hz Fatma’ya armağan kandil ile Hz Hüseyin’in şimşir değneği hala türbededir. 

Antalya Elmalı Yedi Çınar

YEDİ ÇINAR

Çınar denilince, Elmalı yöresinde, 7 Çınar akla gelir. Ketencizade Ömer Paşa: Balkanlarda bir savaş kazandığında elde ettiği ganimetler ile, Elmalı’da bir cami ve külliye yaptırdığı bilinmektedir. Yine söylenenlere göre, dikilen bu çınarlar da, yine Balkanlardan getirilmiştir.

Yörede, çeşitli yerlerde bulunduğu ve bir kısmının kesilerek yok edildiği söylenen çınarlardan birini görmek isterseniz: Ketencizade Ömer Paşa camisinin önündekini görebilirsiniz. Buradaki çınar ağacı, yıllara ve olaylara meydan okuyarak, halen ayakta durmaktadır.

BEY HAMAMI

İlçe merkezinde, Ömer Paşa camisinin hemen batısındadır.
Yapının, klasik dönemde yapıldığı düşünülmektedir ki, Ünlü gezgin Evliya Çelebi, yazılarında, bu hamamdan söz etmiştir. Hamamın yapılışı olarak: 16-17’nci yüzyıllar düşünülmektedir.

ÇATALÇEŞME

İlçe merkezinde, çarşı içinde, kesik minarenin hemen arkasındadır. Selçuklu dönemi yapısıdır. Çeşmenin üzerindeki kitabede, 1284 tarihi ve üç satırlık bir yazı görülmektedir.

Antalya şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.