Demre

Demre

ULAŞIM

Demre-Antalya arası uzaklık: 147 km. dir. Bitmesini istemeyeceğiniz güzelliklerle dolu, asfalt bir yolla Demre’ye ulaşılır. Finike-Demre arası uzaklık: 28 km. dir. Demre-Kaş arası uzaklık: 37 km. dir. Demre-Fethiye arası uzaklık: 130 km.dir.

GENEL

Demre ilçesinin tarihteki ismi Myra’dır. Ksanthos yazıtında anılan “Muri” güçlü olasılıkla Myra’nın eski adıdır.

Myra şehrinin isminin “Mür” yağının üretildiği yaban mersini bitkisinden gelmektedir. Yaban mersini: kabuğundan “Adonis” in doğduğu bitkidir. Bitki vejetasyon tanrıçası Artemis ile özdeştirilir.

Kazılarda çıkan mür yağı şişeleri, kilisenin kuzeyinden çıkan Myrophlyon (Mür yağı kutsama odası) ve Myrophylakion (Mür yağı saklama odası) ve hala bölgede rastlanan mersin ağaçları, her dönemde kentin adına yansıyan en kesintisiz özelliğini sunar.

Üç tarafı dağlarla çevrili bulunan İlçenin kurulduğu arazi, Demre Çayının getirmiş olduğu verimli alüvyonlu topraklardan meydana gelmiştir.

Akdeniz ikliminin tipik özellikleri görülür. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağmurludur.

İlçenin ekonomisinin % 90’ı tarıma dayalıdır. Aslında turizm cenneti olmasına rağmen, turizm tesislerinin yetersizliği nedeniyle, halk geçimini tarım ile sağlamaktadır. Türkiye’nin en çok: Sivri Biber üretilen yeridir.

Demre sivrisi, adını buradan almıştır. Evet, niye turizm yetersiz? Çünkü: ulaşım zorluğu var, konaklama tesisleri az ve bu yüzden hizmet sektörü gelişmemiştir. Bunun sonucunda: Demre’de, gece eğlence merkezi veya eğlence hayatı da yok.

NE YENİR

Demre’de yöresel bir yemek tatmak isterseniz: Köle (buğday, fasulye, nohut ve bakla haşlamasından yapılan) deneyebilirsiniz.

TARİHİ YERLER

Demre yerine bazı tarihçiler “Dembrah” yazarlar. Bunun anlamı “şato” demektir. Kayıkların girdiği koy, bol miktarda akan suyuyla meşhurdur. Hafif kükürtlü ve tuzlu olan bu soğuk su, yakınındaki kayadan çıkar. Bu dere, eski coğrafyacılar tarafından Andaki deresi olarak kaydedilmiştir. Brutus ile Lentulus’un Lykia’ya açtıkları savaşta, donanmaları burada demirlemiştir.

Demre de bulunan tarihi yerler

Myra antik kenti,

Noel Baba Kilisesi.

Andriake Limanı

Myra

MYRA

Myra Teke yarımadasının güney ucundadır. Kentin doğusunda 20 km uzunluğunda derin bir vadiden akarak Akdeniz’e dökülen Myros çayı bugünkü adıyla Demre çayı bulunur. Myros çayının getirdiği alüvyonlarla oluşan Demre çayı deltası, hem antik dönem Myra’sına hem de günümüz Demre’sine yerleşime uygun düzlükler sunarken, zamanla Myra kentinin tümünü, Andriake Limanının ise ağzını kapatarak yerleşimlerin son bulmasına neden olmuştur.

Günümüz Demre’si, antik dönem Myra’sını örten ortalama 4-9 m arasında değişen yüksekliklere sahip alüvyon dolgu üzerine oturmaktadır. Modern Demre’nin altında çok sayıda kalıntının varlığına dair ipuçları vardır. Demre’nin altında Pompei gibi lavlar değil ama yüksek alüvyon örtüsüyle kaplı büyük ve muhtemelen iyi korunmuş bir kent yatmaktadır.

Derin alüvyon altında gömülü olan Myra konusunda yol gösterici en önemli belge, 1837 yılında İngilizler tarafından yapılan topoğrafik kent planıdır.

Her iki liman ile karadan ve denizden gelen tüm yollara hakim bir kalenin kalıntıları bulunur.

Kalıntılar zamanın tahribine uğramış olsa da Myra en önemli Lykia kentleri arasındadır.

Kent bugün yamacında kaya mezarları ve tiyatronun bulunduğu tepeden itibaren, düzlüğe doğru yayılmış durumdadır.

Tiyatronun ölçüleri kentin nüfusu hakkında bilgi verir. Myra tiyatrosu Anadolu’daki en iyi ve en büyük inşa edilmiş olan tiyatrolar arasındadır.

MYRA TARİHİ;

Helenistik dönem kaynaklarında anılana dek geçen süreçte Lykia tarihi ile paraleldir.

MÖ 3 bin içlerindeki Bronz çağ yerleşimcilerinin varlığı ve Gelidonya ve Uluburan batıkları ile güneydoğu Lykia da bulunan yeni veriler, Myra’nın bu dönemlerde yerleşime sahne olduğunu düşündürür.

Myra, Helenistik dönemde kurulan Lykia birliğinin üyesidir ve 6 büyük kentten biri olması nedeniyle de birlikte 3 oy hakkına sahiptir. Dolayısı ile Myra’nın Helenistik dönemle birlik içinde önemli bir konuma sahip olduğu anlaşılır.

Bu durumu kanıtlayan diğer veriler arasında: MÖ 2’nci yüzyılda Ksanthos ile yapılan İsopoliteia Anlaşması, Tyberissos ve Teimiusa yerleşimleriyle bir Sympoliteia içinde olmasının ve de Helenistik birlik döneminde Masikytos Bölgesinin baş darphanesinin Myra olması olasılığı sayılabilir.

Myra, MÖ 1’nci yüzyılın başlarında, Patara, Tlos ve Ksanthos ile birlikte metropolis unvanına sahip kentler arasında yer alır.

Antik dönem yazarları:

Cassius Dio: Myra halkının limanda yakaladıkları Brutus’un generalini tutukladıklarından ve sonra serbest bıraktıklarından bahseder.

Appianos: MÖ 42’de, Ksanthos şehrinin istila edilmesinden sonra, Roma İmparatoru Brutus, Komutanı Lentulus Spinther’i, para toplamak için şehre gönderir. Myralılar karşı koyarlar, limanı bir zincirle kapatırlar. Spinther, Andriake limanını kapatan  zinciri güç kullanarak kırdırır ve Myralılar bunun üzerine teslim olurlar. Öte yandan Roma İmparatorları, Myra şehrine karşı iyi davranırlar.”

 

Evet devam edelim.

MS 18 yılında İmparator Tiberius, evlatlığı olan Germanicus ve karısı Agrippina, şehri ziyaret ederler ve Andriake şehrine dikilen heykellerle onurlandırılırlar.

Andreike’de İmparator Nero’nun onurlandırıldığına dair bir yazıt ele geçmiştir.

Bu dönemde, Andreike’ye dikilen Lykia Birliği Gümrük Yasasını içeren yazıt, limanın ne denli önemli olduğunu gösterir.

Yazıt, Nero döneminde Lykia Eyalet Valisi olan C. Licinius Mucianus zamanında MS 60-693 yılları arasında tarihlenir.

Myra kentinin bu dönemde otonom sikkeleri bastığı düşünülür.

Bu yıllar Aziz Paulus’un Lykia’yı ziyaret ettiği dönemlerdir.

İlk olarak, 3’ncü misyonerlik seyahati sırasında, MS 53-57 yıllarında Lykia’nın en kalabalık ve en zengin kentleri olan Myra ve Patara’ya uğramıştır. Azizin ikinci kez Lykia’ya gelişi, MS 60-61 yıllarındadır. Bu kez Kudüs’e yarattığı huzursuzluğun hesabını vermek üzere Roma’ya tutuklu olarak giderken, Andirake’de Roma’ya buğday taşıyan, İskenderiye bandıralı bir gemiye nakledilir.

Hadrianus dönemi, özellikle liman yerleşimi Andriake için imar faaliyetlerinin en yoğun yaşandığı bir dönem olmuştur.

Bu dönemde, Andriake’nin en önemli yapıları olan granarium ve hemen doğu bitişiğindeki ticari agora/plakoma inşa edilmiştir.

Akdeniz’de doğudan batıya uzanan deniz rotasında bulunan Andriake Limanında ve Patara’da inşa edilen Horrea, İmparatorluğun bu kentlere verdiği önemi gösterir.

Söz konusu kentlerin sahip olduğu korunaklı limanlar, özellikle İmparatorluğun Mısır’dan ihraç ettiği tahılın güvenli bir şekilde taşınması ve korunmasında önemli bir rol oynamış olmalıdır.

DEPREM:

MS 141 yılında meydana gelen deprem, tüm Lykia kentleri gibi Myra’da da etkisini gösterir.

Deprem sonrası, bütün Lykia kentlerine maddi destekte bulunmuş olan Rhodiapolisli ünlü hayırsever Opramoas, Myra’ya da 100.000 Dinar üstünde bir para yardımında bulunmuştur.

Yardımların içeriğini: kentin gymnasiumunun peristylosu ile skythosisinin yanı sıra, Lykia’daki yapıların en büyüğü ve en güzeli olarak anılan tiyatro ve Eleuthera Kutsal Alanının yeniden inşası, Tykhopolis’in altın kaplı heykelinin restore edilmesi, yağ satın alınması, deprem sonrası onarımlar oluşturur.

Bunlar sadece diğer kentlerde bulunmuş yazıtlar yardımıyla bilinen, Lykia kentlerinden Myra’ya gelen yardımlardır.

ŞEHRİN TERK EDİLİŞİ:

MS 9’ncu yüzyılda Arap akınları nedeniyle şehir terk edilir.

 

 

Andriake Limanı

Şehrin Limanı: Andriake, Patara ve Phaselis ile birlikte Likya’nın önemli limanlarından birisidir. Liman hakkındaki ayrıntılı bilgi, aşağıdadır.

Tiyatro

BUGÜNE ULAŞAN KALINTILAR:

Kilise, kısmen çevre duvarları dışında görülebilen kalıntılar arasında; tiyatroya ulaşımı sağlayan asfalt yolun doğu bitişiğindeki hamam, tiyatro, kaya mezarları, akropol ve eteklerindeki duvar kalıntıları ile şapel yer alır.

Tiyatronun doğusu ve güneyinde akropolün güney eteklerinde ve oradan da Aziz Nikolaos kilisesine doğru uzanan bugünkü asfalt yol boyunca artan veriler, bu bölümlerde yoğun yapı kalıntılarının varlığına işaret eder.

Demre çayı yatağında yapılan kurtarma kazılarında ortaya çıkarılan 6 adet soyulmamış lahit, Roma dönemi nekropolünün bugünkü Yaylakaya Mahallesine kadar uzandığını ve muhtemelen büyük oranda korunmuş olduğunu gösterir.

Antik kaynaklar ve epigrafik veriler, kentteki bazı yapılardan bahseder.

Bunlardan en önemlisi: Artemis Eleuthera Tapınağıdır.

Artemis Eleuthera Tapınağı:

Hayırsever Opramoas’ın MS 41 depreminden sonra Artemis Eleuthera Tapınağının yeniden inşa edilmesi için yaptığı yardım dışında, III Gordianus döneminde darp edilen sikkelerden varlığı bilinen ve Opramoas yazıtında “Lykia’nın en güzel Artemis Tapınağı” olarak anılan ünlü yapı, Myra Piskoposu tarafından 4’ncü yüzyılda temellerine kadar yıktırılmıştır.

Ksanthos ile Myra arasındaki İsopoliteia anlaşma metninin biri Ksanthos Leto Tapınağını diğeri de Myra Artemis Tapınağına dikilecek olan iki ayrı stele yazılacağı kaydedilmiştir.

Sura yazıtında, Artemis Eleuthera baş tanrı olarak geçmektedir. Bu baş tanrı Rhodiapolis mezar yazıtında “Artemis Myrika” olarak anılmaktadır.

 

Stoa:

Hayırsever İason’un kızı Lykia ile birlikte, bir hamam yaptırdığı Stoa’da, varlığı bilinen ama görülemeyen yapılardandır.

 

Myralı Azizler:

Sionlu Nikolaos’un Vita’sında ve Praxis’de Stratelatis’te: Myralı bazı aziz ve yer adları anılmaktadır. Bunlar: İrene, Dioskorides, Leon, Kallinike, Kriskes/Crescens, Nikokles, Hermaios, Themistokles ve Berras’tır. Burada anılan kişi adlarından, örneğin: Dioskorides, Crevscens ve Hermaios’un Marty oldukları ve Azize İrene’ye ithaf edilen şehir dışında bir kilise olduğu anlaşılmaktadır.

Bunların dışında kentin güneybatı kapısının yakınlarında Andriake’ye giden yol üzerinde, suçluların idam edildiği Berras adında bir yerin varlığı da bilinmektedir.

Ayrıca Dioskorides ve Leon olarak anılan yer isimleri de geçmektedir.

Dolayısıyla antik kaynaklar ve epigrafik verilerden varlığı bilinen yapılar dışında, Antik dönem Myra kentine ait daha çok sayıda yapı alüvyon altında kazılacağı günü beklemektedir.

Akropol ve Savunma Sistemi:

Myros vadisinin düzlükle buluştuğu Alakent Mahallesinin kuzeyindeki kule tepe üzerindedir.

Strabon: “Myra’nın denizden 20 stadia içeride, yüksek bir tepe üzerinde kurulduğunu” yazmıştır.

Yüzeydeki kalıntılara bakılarak Akropol’ün MÖ 5’nci yüzyıldan, Bizans dönemine kadar kullanıldığı söylenebilir.

Akropole güney yamaçtaki kaya basamaklarıyla çıkılır.

Evler arasında çok sayıda nitelikli duvar kalıntısı vardır.

Zirveyi çevreleyen su duvarlarında, Bizans dönemi onarımları vardır.

Doğu yönde zirveyi kuşatan Bizans dönemi suru, Akropolün kuzeydoğu köşesindeki erken dönem duvarla birleşir.

Bizans dönemi surlarının ilave edilmesiyle, Akropol iki sıralı surla çevrelenmiştir.

Girişin hemen kuzeydoğusunda, bir tapınak ya da mezara ait olabilecek podyumu kalmış kalıntı dikkat çeker. Bu yapının kuzey bitişiğindeki bir üst kotta yer alan İç kalede bir kilise ile kuzeydoğu köşede bir sarnıç bulunur.

Sırt boyunca batıya uzanan sur duvarları kuzeybatıdan güneye doğru dönerek, doğudaki giriş kapısına yönelirken, aynı köşeden Bizans döneminde inşa edilen surlar da daha alt kottan güneye doğru devam eder.

Akropolün batı bölümünde bir kilise vardır. Girişi kuzey aksında, surların dışındaki kuzey yamaçta ilginç bir yapı kalıntısı bulunur. Kuzey bakışımlı ve doğu-batı doğrultusundaki yapı, üç yönden ana kaya ile sınırlandırılmıştır. Yaklaşık 25 x 15 m ölçülerindedir.

Doğu ve batı kesimdeki ana kayaya işlenmiş basamaklar ile hafif eğimli güney kayalık ile bunun kuzeyindeki teras duvarlarıyla tesfiye edilmiş orta alan, buranın toplanmaya yönelik düzenlenmiş olabileceğini düşündürür.

Myra’nın savunma sistem ve yapılarının tamamı, Helenistik döneme tarihlenir. Myra’nın deniz tarafındaki asıl savunma noktası Andriae Limanıdır. Andeika, güney kentte, tepe sırtı boyunca 200 m kadar uzanan sur duvarları ve kulelerinde duvar işçiliği gayet güzeldir.

Yerleşimi çevreleyen ve hatta aynı hatta doğuya doğru da devam etmeyen, planlamasıyla anlamlandırmak zor gözükse de 4 kulenin de güneye deniz tarafına bakması ve sarnıç gibi yaşamsal ünitelerin liman-kent tarafında olması, bu kesimde tek hatta bir savunma önlemi alındığını gösterir.

Myra vadisi boyunca, karasal ana ulaşım noktalarında, Beymelek’ten Gürses’e kadar ki yıkın alanda, Myra’nın çevresini kuşatan, sıkı bir güvenlik sistemi oluşturan kuleler vardır.

Bu savunma birimlerinin, MÖ 3-2’nci yüzyıllar arasında yapıldığını gösterir. Bu kuleler aynı zamanda bir savunma ağının parçası olarak inşa edilmiştir. Tehlike anlarında, birbirini gören bu kelelerden hızlı bir haberleşme ağının kurulduğu anlaşılır. Bizans dönemine gelindiğinde, Myra Akropolünün de tekrar surlarla çevrilmiş olduğu görülür. Çünkü Bizans döneminde Arap akınları gibi büyük bir tehdit vardır. Andriake savunma sisteminin varlık nedeni ise, Helenistik dönemde gelişen liman ticareti ve organizasyonunu korumak amaçlıdır. Çünkü varlık arttıkça, korsanlık ve diğer tehlikeler de buna paralel artmaktadır.

KAYA MEZARLARI

Myra’nın en görkemli yapı gurubu, kaya mezarlarıdır.

Kaya mezarları nekropolleri: kuzeybatı ovanın sınırlarını oluşturan ve Myros çayının biçimlendirmesiyle, düzlüğe doğru hafifçe uzanan dağ silsilesinin ucundaki yüksek kaya yüzlerinde, üç farklı alanda toplanır.

Nekropoller, bu konumlarıyla, aynı zamanda kentin tüm dinsel ve sivil mimarisiyle de iç içedir.

Öyle ki bir mezarın yanı başında, yaşamın mimarisini taklit ederek oluşturduğu ölüler kenti, aynı zamanda sivil yerleşimin imitasyonunu oluşturarak, kesintisiz bir panoramik kent görüntüsünü tamamlar.

Myros vadisine bakan doğu nekropolü (nehir nekropolü): 41 mezar

Doğu nekropolü arasındaki güney nekropolünde: 12 mezar

Batı nekropolünde (deniz nekropolü): 47 mezar vardır.

Akropolde bulunan 1 ve Myros çayının doğu yakasında bulunan 3 mezar ile birlikte toplam mezar sayısı 104’tür.

Bu ayrılık içlerinde barındırdıkları mezarların tipleri ve niteliklerindeki farklılıklarla karşımıza çıkar. Tüm bunlar mezar sahiplerinin sosyal statüsüyle ilgili önemli bilgiler verir.

Kaya mezarları, MÖ 4’ncü yüzyılın başı ile MÖ 320 arasına tarihlenir.

Mezarlardan 23 tanesi yazıtlıdır. Bunlardan 12 tane Likçe, 10 tanesi eski Yunancadır.

Mezarların tümü, kaya yüzündeki fasat anıtları olarak biçimlendirilmiştir.

17 mezar: cenaze işlemleri ve sonrasındaki ziyaret/anma ritüellerine uygun ortam sağlayan, bir ön alana sahiptir.

Mezar odaları genellikle tektir fakat 4 örnek, birden fazla mezar odasına sahiptir.

Boyutları, alınlık ve naos frizi üzerindeki etkileyici kabartmaları, templum in antis ve peripteral düzendeki tapınak cepheleriyle, öne çıkan 3 mezar dışında, Myra nekropolündeki mezarların tümü, örtü sistemlerine ve cephelerine göre, kendi içinde tipolojik olarak farklılaşan mezar evler tipindedir.

Mezar kabartmaları:

Myra kaya mezarlarının 10 tanesinde, nitelikleri ve ölü gömme gelenekleriyle ilgili bilgiler veren ikonografileri açısından önemli olan 23 kabartma vardır.

Bunların 17 tanesi, figürlü sahnelerden oluşur.

6 tanesi mezar odasındaki kiline ayaklarına ait kabartmalardır.

Sahneler: Lykia dönemi kabartmalarının önemli bir gurubunu oluşturur.

Genellikle MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir.

Doğu nekropolünde bulunan tapınak cepheli bir mezar, aslan-boğa mücadelesinin işlendiği alınlığa sahiptir. Mezarın iç kısmında 8 figürden oluşan bir sahne görülür. Aslanın başının iyi yanında, muhtemelen dansözlerden oluşan fantastik bir figür bulunmaktadır.

Kapı üstündeki frizde, ortada bulunan klinede uzanmış mezar sahibi, ailesiyle birlikte symposium sahnesinde betimlenmiştir. Yanda Myra’nın bitki/doğa tanrıçası Artemis Myrhh bulunur. Kapının her iki yanında, üzerlerinde aslan başları taşıyan plaster-yarım sütunlar vardır.

 

RESİMLİ MEZAR:

Resimli mezar olarak adlandırılan ve ev tipindeki bir diğer mezar, kabartma programındaki 11 insan figürünün gerçeğe yakın ölçülerde ve incelikte betimlenmişliği ile öne çıkar. Likya bölgesindeki en etkileyici mezardır. Mezarın özel kısmı: kabartma olarak yapılmış ve gerçek ölçülerde 11 insan figürüdür.

Günümüzde az da olsa görülebilen boya kalıntıları (kırmızı-mavi-sarı) bu betimlemelerin çok renkli bir üslupla boyanmış olduğunu gösterir.

Mezarın ön alanının her iki yan duvarı ve dış yanlarda, devam eden kaya duvarları, kabartma alanları olarak seçilmiştir.

Sol tarafta:

Sedir/klineye uzanmış, sağ elinde taşıdığı içki kadehini yukarı doğru kaldıran sakallı bir adam var. Bu muhtemelen ailenin babasıdır.

Karşı duvarda: her iki yanında da çocuklarıyla bir kadın figürü görülür ki, bu muhtemelen adamın eşidir.

İki giriş arasındaki duvarın iç kısmında mezarın cephe kolonu üzerinde: profilden: yüzü sola dönük, elinde kepçeye benzer bir obje bulunan, göbekli çıplak bir oğlan/köle kabartması bulunur.

Bu figürlerin daha önce Yunanlılar tarafından görüldüğü ve sökülerek Atina’ya götürüldüğü söylenmektedir.

KABARTMA GURUBU

Bir diğer önemli kabartma gurubu: Batı nekropolde, peripteral düzenli, tapınak cepheli mezar üzerindedir.

Solda zırhlı bir savaşçı ile ona kalkanını uzatan hizmetkar bir çocuk, bir sonraki sahnede ise silahlı iki savaşçı figürü betimlenmiştir.

Mezarın ana kabartma konusunu oluşturan Symposium sahnesinde ise, kalabalık bir figür topluluğu vardır.

Klineye uzanmış mezar beyinin, hemen yanı başında eşi, bir koltukta oturmaktadır. Kadına eşlik eden bir aile yakını, kabartma gurubunun arkasından elini hanımın omuzuna doğru uzatmıştır. En solda ise, daha küçük betimlenmiş hizmetkarlar bulunur.

 

DENİZ NEKROPOLÜNDEKİ BİR MEZAR:

Pedbeas adlı kişinin yaptırdığı kaya mezarlardan birinde “Polis tarafından Zeus’a kurban kesileceğinden” bahsedilmektedir.

Diğer bir yazıtta da, “bu kaya mezarına gömülme hakkı elde etmiş olan kişilerin Zeus’a, halka açık biçimde, yıllık kurban kesme yükümlülükleri olduğu” yazılıdır.

Aynı nekropoldeki başka bir mezarda ise, olası zarar vericiler “Tanrıça Leto aracılığıyla” caydırılmaktadır.

 

LAHİTLER:

Myra kaya mezarları içinde bir diğer mezar tipi: 3 ya da 4 yüzüyle kayadan bağımsızlaştırılmış kaya lahitleridir.

Günümüze ulaşan örneklerden biri: batı nekropolünde merkezden uzak batı kenarındadır.

Sayıca az olmalarının yanı sıra nitelikleri tam olarak belirlenemeyecek kadar tahrip olmuş durumdadırlar.

Aziz Nikolaos kilisesindeki aziz, piskopos, keşiş gömüleri için ikinci kullanımlarıyla bulunan lahitler, Demre Çayı tabanında yapılan kurtarma kazılarında açığa çıkarılan 6 lahit ve çeşitli lahit parçaları ve bir mezar podyumu bulunmuştur.

Bunlar arasında en etkileyici gurup:

Bizans döneminde, Aziz Nikolaos kilisesinde, ikinci kullanım göre, MS 160 ile 3’ncü yüzyılın ikinci çeyreği arasına tarihlenen Roma dönemi lahitleridir.

Mezar şapelinde bulunan sütunlu lahidin Aziz Nikolaos’a ait olduğu düşünülür.

 

KARABUCAK ANIT MEZARI:

Karabucak Mahallesinde Roma dönemine ait iyi korunmuş tapınak cepheli bir anıt mezar dikkat çeker.

İnşasında kireç taşı blokların kullanıldığı yapı, yaklaşık 112 x 10 m ölçülerindedir.

3 sıra krepis ile temellenen ve cephede 10 basamakla çıkılan yüksek bir podyuma sahiptir.

Ön cephe: günümüzde tahrip olmuş üçgen alınlık, Korinth düzenli ante başlıkları ve bezemeli bir lehtoya sahip, İon düzenindeki bir kapı ile oldukça hareketlidir.

Kısa bir promaosla girilen mezar odasının güney duvarında bir, doğu duvarında iki adet kemerli büyük niş vardır.

Mezar odasının altında, arka cepheden/güneyden, mezar podyumumun yüzüne açılmış iki kapıyla girilen, iki gömü odası vardır.

Anıt mezar, MS 2’nci yüzyılın sonu ile MS 3’ncü yüzyıl başına tarihlenir.

 

HAMAM

Roma dönemine ilişkin, yer üstünde en çok görünen önemli yapılardan biridir. MS 3’ncü yüzyıla tarihlenir.

Günümüzde yol kenarında, seralar arasında sıkışmış olarak oldukça iyi korunmuştur.

Üç dikdörtgen birim, uzunlamasına, yan yana sıralanmış ana yıkanma birimlerinin (tepidarium-caldarium) doğusu boyunc da frigidarium bulunur.

Kuzeydoğu köşesindeki küçük ilk oda, apoditerium olmalıdır.

Güney duvarı ortasındaki güçlü bir altyapı üzerine su deposu yerleştirilmiştir.

Aynı yöndeki duvarların alt kesimlerinde, praefurniumlar sağlam korunmuştur. Duvarlardaki izlerden, alttan ve duvarlardan ısıtıldığı anlaşılır. Duvar örgüsü, çoğunlukla tuğla-harç ağırlıklıdır.

Myra hamamı, planından çok bu yönü ile yani inşa malzemesiyle özeldir.

3-4 m yüksekliğinde alüvyonla kaplanmış olması yanında, tuğlanın sağlamlığı ve özellikle de devşirme malzeme olarak blok taş kadar uygun olmayısı, yapının sağlam korunmuşluğundaki temel nedenlerdir.

Muhtemelen 3 m derinde hamam zemini ve altında da yaklaşık 1.5 m yüksekliğinde hypocaustum sistemi bulunmaktadır.

 

TİYATRO

Bölgenin en anıtsal yapısıdır.

At nalı formundaki cavea, altta 29, üstte 7 oturma sırasına sahiptir. Bu 7 sıralık diazoma bölümü, oldukça geniştir ve arkasında üzerine boya ile isimler yazılmış, 2 m yükseklikte bir duvar bulunur. Burası muhtemelen kişiler için ayrılmış yerleri belirlemekteydi.

Cavea, 13 bölümlüdür. Cavea, doğu ve batı yönde, 2 katlı, tonozlu galeriler üzerinde, merkezi aksta ise yamaca oturtulmuştur.

Çift katlı tonozla kapatılan  parodoslardan, doğudaki tonozlar hala görülebilir.

Görünen tiyatro tamamen Roma dönemi özelliklerini taşır. Altında ise sonradan kazılarda bulunan Helenistik tiyatro vardır.

Roma tiyatrosu, Lykia’nın en büyük tiyatrosu olarak 11.000 seyirci kapasitelidir.

Tiyatroda 14 merdiven yolu vardır. Çapı 108 m dir.

MS 141 yılında deprem sonrasında, tiyatronun onarımı için bağış yapan Rhodiapolisli Opramoas, bu değerli yardımlarından dolayı Myra vatandaşı olarak onurlandırılmıştır.

Myra tiyatrosu, bölgenin en görkemli ve nitelikli dekorasyonuna sahiptir.

40 m çapındaki orkestranın çevresine parapetler yerleştirilmiştir.

62.00 x 12.5 m ölçülerindeki sahne binasının frizlerinde, Ganymed, kartal, Mithras, Medusa, çok sayıda masklar, siren ve maenadlar tarafından taşınan girland işlidir.

Lykia’da ilk kez, sahne binasının dış yüzünde girland taşıyıcıların bulunduğu, kabartma bir friz görülür.

Oturma sıralarını taşıyan tonozlar, giriş-çıkış için organize edilmiştir.

Tiyatroda bulunan yazıtlar, kentin değişik yönlerine ilişkin bilgiler verir. Orkestradaki yazıtta, kentin ithalat-ihracat işlerinden kazandığı parayla Lykia Birliğine 7.000 Dinar vergi ödediği yazılıdır. Bu miktar en yüksek vergidir. Bu miktara en çok yaklaşın Kaunos bile, 6.000 Dinar vergi ödemiştir.

Batı galeri duvarında ise “gezici esnaf Gaius’un yeri” yazılıdır. Muhtemelen antik dönemde tiyatroya gelen izleyicilere günümüzdeki kuruyemiş ve şekerleme benzeri bazı ürünlerin satıldığı bir yerdi.

Zafer Tanrıçasının figürü önünde “kente şans getir ve sürekli galip ol” yazılıdır.

Diozomadaki diğer bir niş içinde, kentin tanrıçası Artemis Eleuthera vardır.

Evet tiyatro, arena olarak kullanılmış ve gladyatör döğüşleri yapılmıştır.

İlk yapım yılı ile ilgili belge olmamakla birlikte, onarımların tarihleri bilinir. İlk onarım, 141 depremi sonrası, ikinci onarım ise MS 3’ncü yüzyılın ilk çeyreğindedir.

 

Antik Mezarlar

Hadrian Buğday Deposu

Antik şehirdeki en önemli yapısıdır.

Aziz Nikolaos

AZİZ NİKOLAOS-NOEL BABA

Aziz Nikolaos nedeniyle, Hıristiyanlık haç merkezi olan ve İmparator Konstantinos VII Porphyrogennetos’un (MS 945-959) tanımıyla “Tanrının hizmetkarı kudretli Nikoloas’ın 3 kez kutsanmış ve mür soluyan şehri” dir.

Evet, Myra kenti, Hıristiyanlığın başlangıcından itibaren, Lykia’nın en ünlü ve önemli kentidir.

Bu dönemdeki ünlünü: Aziz Nikolas’a borçludur. Myra, azizin öğretisini geliştirdiği ve ününü yayarak tüm yaşamını tamamladığı yerdir.

Kendisi: MS 3’ncü yüzyılda, Patara bölgesinin küçük bir köyünde zengin bir buğday tüccarının oğlu olarak dünyaya gelmiştir.

Ebeveynlerini genç yaşta hastalık nedeniyle kaybeder.

Ardından bütün mal varlığını hasta, yaşlı ve bakıma muhtaç kişiler için kullanmıştır. Hayatını iyilik yapmaya adamış, sahip olduklarını yoksullarla paylaşan ve yardımlarını gizli olarak pencere veya bacalardan hediyeler bırakarak gerçekleştirmiştir.

Genç yaşta Myra Episkoposu olmuştur

Myra, Likya Eyaletinin başkenti olduğu için burada görev yapan piskopos da, Anadolu’nun en büyük ikinci din otoritesi olarak kabul ediliyordu.

Ardından çok seyahat etmiş ve duaları ile denizcileri birçok kazalardan korumuştur. Akdeniz’de büyüklü küçüklü bütün teknelere Aziz Nikolaos’un resmi veya ikonası asılmış, sefere çıkarken “Dümeninizi Aziz Nikolaos Tutsun” dileklerinde bulunulması gelenek haline gelmiştir.

Genellikle MS 6-14’ncü yüzyıllar arasına tarihlenen kaynaklardan bilgi sahibi olunan Aziz Nikolaos, Bizans sanatında iki farklı azizin bir ad altında özdeştirilmiş şekli olarak ortaya çıkar.

MS 4’ncü yüzyılda yaşamış Myralı Nikolaos ile MS 6’ncı yüzyılda yaşayan Myra’ya yakın Sion Manastırı kurucusu Nikolaos aynı figürde birleştirilmiştir.

Katolik, Ortodoks ve Anglikan kiliseleri tarafından önemli bir “Aziz” olarak kabul edilmiştir. Dünyanın çeşitli bölgelerinde Noel Baba’ya adanmış 2000 civarında kilise bulunmaktadır.

1931 yılında Haddon Sundblum tarafından Coca Cola şirketi için hazırlanan çizimlerle Noel Baba son görüntüsüne kavuşmuştur.

1955 yılında: Antalyalı bir kısım turizmci, PTT işbirliği ile üzerine üzerlerine Noel Baba pulları yapıştırılmış Antalya Kartpostallarını tüm dünya devlet adamları ve önemli kurumlarına, yılbaşında postaladılar ve Demre’de bulunan Noel Baba kilisesinin tanınmasını sağladılar.

Bunun üzerine Amerika’da da sevilerek New York şehrini koruya azizlerden biri sayıldı ve “Santa Klaus” olarak tanındı. Hollanda’da Sinterkoas, Fransa’da Pere Noel, İngiltere’de Father Christmas ve Almanya’da Heilige Nikolaus isimleriyle tanınmaktadır.

Aziz Nikolaos’un Noel Baba efsanesi

Demre’de St Nicholaus Kilisesi yakınında, bir fakir baba ve üç kızı yaşarlar. O devirde, hiçbir kız çeyizi olmadan evlenemezmiş. Yoksul baba, o kadar çaresizdir ki, kızlarını nasıl evlendireceğini düşünür, bir türlü çare bulamazmış.

Soğuk bir Noel gecesi, üç kız kardeş odalarında oturmuş, nasıl evleneceklerini konuşuyorlarmış. Kızlardan en büyüğünün aklına, kendini esir pazarında satarak elde edilecek para ile diğer kız kardeşlerine çeyiz düzme fikri aklına gelmiş.

Bu düşüncesini diğer kız kardeşlerine açmış. Evin büyük kızı, kız kardeşlerine “Sizin için kendimi esir pazarında satarak sizleri evlendireceğim” der.

Diğer kız kardeşler buna karşı çıkarlar. Her biri, kendisinin esir pazarında satılarak, elde edilecek para ile diğer kardeşlerin evlenmesini ister.

Bu sırada, evin açık penceresinden bu konuşmaları duyan Aziz Nikolaus, bu yoksul aileye yardım etmeye karar verir, kiliseden getirdiği bir kese altını, açık olan pencereden evin içine atar. Tarih 25 Aralıktır ve Kızlar, İsa’nın doğduğu gece bir mucize olduğuna inanırlar.

Böylece büyük kız evlenir, sonra ikinci sıradaki kız için de pencereden bir kese altın atılır ve kız evlenir. Ancak: Aralık ayı oldukça soğuktur, pencereler kapalı olduğu için en küçük kız için Aziz Nikolaos, bu kez evin çatısına tırmanır ve bacadan aşağıya bir kese altın atar ve küçük kızın da evlenmesini sağlar.

Bunun üzerine, her yıl Myra halkı, 25 Aralık tarihinde pencereleri ve kapılarının önünde altın elma, çerezler, çocuk oyuncakları bulmaya başlarlar. Aziz Nikolaos, yardım ettiği kişilerin kendisine şükran borcu olmaması için yaptığı yardımlara gizliliği seçmiştir.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi-Noel Baba Kilisesi

19’ncu yüzyıl seyyahları tarafından kısaca tanıtılan kilisenin 1962 yılına kadar güney cephesi galeri hizasına kadar alüvyon örtülüydü.

1989 yılında Antalya Müzesi tarafından düzenleme çalışmaları başlatılmıştır.

Aziz Nikoloas Kilisesinin ilk evresi: 529 yılında deprem sonrasında, I İustinianos tarafından kentin yeniden imar edildiği döneme aittir.

Güneydoğu şapeller ve kuzey yan nefin batısındaki mekanlar, bu döneme aittir.

Kilisenin güneyindeki iki şapel ve kuzey yan nefin batısında narteks ve atriumun kuzeyinde, birbirine kemerlerle açılan, beş dikdörtgen bölüm de birinci yapı dönemine aittir.

En erken evreye ait hiçbir şey bilinmemektedir. 

Kaynaklarda: H. Nikolaos’un Myra’da adına inşa edilen mezar yapısı bilinir.

İkinci yapı evresi:

10’ncu yüzyıla kadar uzanır. Bilinmeyen bir nedenle yıkılmış olan ilk evresi yerine, üç nefli, kubbeli bazilika inşa edilmiştir.

Üçüncü yapı evresi:

Kuzey ve güney mekanlar eklenir.

İmparator IX Konstantinos Momomakhos ve karısı Zoe’den bahseden 1042 tarihli yazıta göre: ek yapılar 11’nci yüzyıla tarihlenir.

Ek yapılar: kuzeydeki mekanlar ve güneydeki mezar alanı ile bu mekanın doğusundaki üç güneydoğu şapelidir.

Kilise ve ek yapıların zemininde opus sectile yer döşemeleri vardır.

Naos, bema, 1,2 ve 3 güneydoğu şapelleri ile narthekste bulunan döşemeler, 11’nci yüzyıla tarihlenir.

 

Aziz Nikolaos ölümü ve mezarı:

Aziz Nikolaos: Myra Piskoposu iken 6 Aralık 365 yılında 65 yaşında iken ölür.

Kaynaklara göre: Aziz Nikolaos öldüğünde, Demre Aziz Nikolaos kilisesine defnedilmiştir.

Ancak, 6’ncı yüzyılda bu eski kilisenin üzerine, dönemin İmparatoru I Justinianos tarafından yeni bir kilise inşa edilmiştir.

Ancak bu yeni kilise yapılırken, eski kiliseden kalma bir bölüm muhafaza edilmiştir.

Hatta: 529 yılındaki depremde, eski kiliseden kalma bu bölümün herhangi bir hasar görmediği tahmin edilmektedir.

Peki bu gizli kalmış bölüm nasıl bulunmuştur?

Aziz Nikolaos kilisesinde yapılan koruma ve restorasyon çalışmaları sırasında çekilen tomografi sırasında ortaya çıkmıştır ve bu bölüm, 4’ncü yüzyıldan kalmadır, yani Aziz Nikolaos’un mezarının burada bulunması muhtemeldir.

Mezar olmasa da, bu gizli bölümde Aziz Nikolaos’a ait bilgilere ulaşılabilir.

Evet, kilise yukarıda sözünü ettiğim gibi, 529 yılında yenilenmiştir.

8’nci yüzyılda bu kilise, bilinmeyen bir nedenle harap olmuştur. Muhtemelen bunda bir deprem veya Arap akınları sebep olmuş olmalıdır.

Ancak bu büyük kilise, 1034 yılında harap olur. Çünkü Arap donanması, bir kez daha Demre’yi vurmuştur.

Fakat, 1042 yılında İmparator IX Konstantin Monomakhos (1042-1055) ve karısı Zoe tarafından günümüzde görülen yeni kilise yaptırılır. Bir zamanlar köy mezarlığında bulunan ve kiliseden buraya getirildiği düşünülen bir Bizans kitabesinde bu durum yazılıdır.

Bu kitabenin kilisenin yeniden yapımı ile ilgili olduğu düşünülmektedir.

1042 yılında yapılan kilisenin içinde, Aziz Nikolaos’un kemikleri, bir lahit içinde muhafaza ediliyordu.

Aziz Nikolaos Kilisesi: Orta Çağ boyunca bir hac merkezi olarak kullanılmıştır. Deniz yolu ile Kudüs’e giden hacılar, yolları üzerinde Myra’nın limanı Andriake’ye uğrar ve bu limandan Aziz Nikolaos kilisesine ulaşıp hacı olurlardı.

19’ncu yüzyıl başlarında kiliseyi ziyaret eden Spratt ve Forbes’in oldukça önemli gözlemlerinden biri şöyledir: “Manastır, her biri yaklaşık 300 yarda uzunluğunda, 4 adet düz Roma suru tarafından oluşturulan büyük bir dikdörtgen içinde durmaktadır.

Surlar epey kalındır ve yüzleri kireç taşından kare kesimli bloklarla kaplanmıştır. Ortalama yüksekliği şimdi düzlüğün üstünde on ayak kadardır. Alttaki bölümün çoğu toprakla örtülmüştür.

Güney duvarında kemerli bir giriş, doğudakinde ise kare kesitli iki sağlam kulenin arasında geniş bir kapı aralığı vardır.

Surların içinde, manastıra bitişik, fakat onunla açıkça ne üslup ne de tarih bağlantısı olmayan yıkık kilise dışında başka kalıntı yoktur.

İki kapı da deniz ve eski limana baktığından, yapı belki bir agora ya da pazar yeri olabilirdi, ama yine de düzlük üzerinde yayılmış olma niteliği kuşkulu birkaç kalıntıdan biridir.”

Aziz Nikolaos MEZARININ SOYULMASI VE KEMİKLERİNİN ÇALINMASI

Buraya ilk ulaşan kaşifler tarafından yazılanlar: Aziz Nikolaos’un bu kilisede piskopos olduğu ve cesedinin bir yer altı mezarında bulunduğunu belirtirler.

Aziz Nikolaos’un Myra’da bulunan mezarı: sayısız haç yolculuğunun merkezi olmuştur. Latinler haç yolculuğundan dönerken, Lykia kıyılarına gelerek Myra’da Aziz Nikolaos’un gömülü bulunduğu Sion Manastırına gelmişler ve orada mezarın bekçiliğini yapan inzivaya çekilmiş üç kişi bulmuşlardır.

Eski Roma Papası tarafından gönderildiklerini, amaçları orada gömülü olan şahsa yarışır bir şekilde emniyet altına alınması için oradan taşınması için görevlendirildiklerini söyleyip, bunları para verip kandırarak mermer lahdi açarlar.

Evet, 20 Nisan 1087 tarihinde, Aziz Nikolaos’un mezar lahdi kırılarak açılır.

Lahdin içinde yine mermerden bir kavanoz bulmuşlar ve bunun yarısına kadar dolu, temiz yağa benzer bir madde varmış.

Bu adamların gördüğüne göre, lahdin içinde iskeletin ilk konumu, doğal halde olmadığı, kemiklerin karışmış durumda olduğu, başın başka tarafa kaymış olması, buna önceden dokunulduğu düşüncesini verir.

Kısacası, iskeleti çok temiz bir sandığa koyarak, 20 Nisan 1087 tarihinden bulunduğu lahitten alırlar. Bunu götüren geminin 18 günde İtalya’nın Bari Limanına varması, Hıristiyan dünyasında büyük etki yaratır.

Azizin kemikleri, Bari şehrinde gömülür ve “Basilica di San Nicola” adıyla, muhteşem bir kilise inşa edilir. Ancak, burada çarpıcı bir husus var. İtalyanlar, Bari şehrindeki mezarlıkta bulunan kemiklerin, Aziz Nikolaos’a ait olduğunu kanıtlayabildilermi? Hayır, DNA testi yapılmasına rağmen, testin sonuçlarını açıklamadılar. Yani çalıp götürdükleri kemiklerin, normal bir papaza ait olma olasılığı da yüksektir.

Kemiklerin bir kısmı, Venedik başta olmak üzere, Avrupa’nın birçok kilisesine gönderilir.

Lahitten çıkan yağ, birçok manastıra dağıtılır.

Baş papazlardan Amiens, 1100 yılında bundan küçük bir şişe temin etmek için Bari şehrine gelir.

Peki, bu dönemde Myra’da neler oldu?

1738 yılında burada mevcut kilisenin bitişiğine küçük bir şapel yaptırılır veya daha önce burada mevcut bulunan şapel tamir ettirilir.

Çünkü, Rum nüfus burada yaşamaya devam etmektedir.

Aziz Nikolaos Anıt MüzesiAziz Nikolaos, zamanla Rusya Çarlığının en popüler azizi haline gelmişti.

Bunun üzerine, Kırım Harbi yıllarında Rusya buraya yerleşmek üzere girişimlerde bulunur.

Nikolaos Manastırında bir koloni kurmak ister ve bunun için, İbrahim Efendi adında bir tapu görevlisinin yardımı ile kilise ve çevresi Anna Galicia adında bir Rus Kontesi tarafından satın alınır.

Bu alışveriş Rodos’da bulunan Rus konsolosu tarafından onaylanır.

Ancak Osmanlı devleti, bu dini görünüşlü işlemin altında politik bir amaç olduğunu anlayarak Rusların Demre’ye yerleşmesini engeller ve arazi Devlet tarafından geri alınır.

1862-1863 yıllarında; Rus Çarı II Aleksandr tarafından tamir ettirilmiş ve çan kulesi eklenmiştir. Ancak bu tamirat sırasında kilisenin orijinal mimarisi bozulmuştur.

Bunun sebebi yani kötü restorasyonun sebebi olarak Rusların Akdeniz’e çıkıntı yapan bu ücra köşede yerleşmeye çalıştıkları düşünülüyor.

Günümüzde kilise içinde, bu dönemden kalma mermer üzerine yazılı bir Rusça kitabe bulunmaktadır. (Kitabenin boyutları: 1.46 x 0.60 metre boyutlarındadır.)

Kilisenin duvarlarında: Aziz Nikolaos tarafından gerçekleştirilen mucizeler resmedilmiştir. Bu duvar resimlerinde: Hıristiyanlıkla ilgili kararların alındığı dinsel toplantılar olan konsül sahneleri canlandırılmaktadır.

Roma dönemine ait lahit ise: balık pulları ve akantus yapraklarıyla süslüdür. Kesin olmasa da bu lahdin Aziz Nikola’ya ait olduğu düşünülüyor.

Evet, kilise zamanla Myros (günümüzdeki ismi Demre) çayının taşkınları sonucu toprak altında kalmıştır. 1956 yılında yapılan kazılar sonucu ortaya çıkarılmıştır.

1994 yılında ziyarete açılmıştır.

Bugün Demre Gökyazı Mahallesi Kolcular Sokakta bulunan Kilise, UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Geçici Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır. Anıt müze olarak ziyarete açıktır. Her yıl yaklaşık 1 milyon kişi burayı ziyaret etmektedir.

Aziz Nikolaos Antalya Müzesinde bulunan kemikleri
Antalya Arkeoloji Müzesinde Sergilenen Aziz Nikolaos Kemikleri

Aziz Nikolaos’un kemikleri çalınırken geride kalan bir kısım kemik ise, günümüzde Antalya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Demre’de bulunarak 1923’ten sonra buradan Rumların ayrılmaları üzerine Antalya Müzesine götürülen, Nikolaos’un kalıntıları olarak kabul edilen kemikler (bazıları eksiktir), içinde bulundukları muhafazadan anlaşıldığına göre: çok daha geç bir döneme, 18’nci yüzyıla aittir.

Muhtemelen, Aziz Nikolaos’a saygısı olan bir kişi tarafından yaratılmış ve buraya konmuş olmalıdır.

Evet, kiliseyi anlatmaya devam edelim

Kilise, günümüzde “Ortodokslar” tarafından özellikle her yıl 6 Aralık tarihinde yoğun ziyaret edilmektedir.

Çünkü her yıl Noel Babanın ölüm tarihi olan 6 Aralık tarihinde Demre’de “Noel Baba ile Dünya Barışına Çağrı” etkinlikleri düzenleniyor. Farklı dinlerden insanların katıldıkları bu etkinliklerde, barış duaları ediliyor, törenler yapılıyor.

 

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

Kilisenin içi

Kilisenin duvar, tonoz ve kubbeleri önceki yıllarda fresko resimlerle kaplıdır. Hatta kilise duvarlarının bazı kesimlerinde, iki ayrı resim tabakasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlar genellikle 11 ve 12’nci yüzyılda yapılmıştır.

Freskoların en iyileri ise, iç narteks ve ana binanın yan mekanlarındadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi

İç nartekste: 6 konsil resimleri bulunur.

Apsisin solunda: küçük mekanın kubbeli tonozunda: İsa’nın, havarilerine şarap ve ekmek dağıttığı akşam yemeği sahnesi betimlenmiştir. Kilisenin diğer bölümlerinde de tek aziz figürleri bulunmaktadır.

Aziz Nikolaos Anıt Müzesi Lahit

Kilisenin güney yönüne bitişik şapeldeki lahitler, 2 ve 3’ncü yüzyıllarda yani Roma döneminde kullanılmıştır. Bunlardan bir tanesi görülmelidir.

Bu lahdin dış yüzü, geniş akantus kıvrımları ile süslüdür. Diğer Roma dönemi lahit ise, kapağında yatar vaziyette, esas sahiplerinin yüksek kabartması vardır. Bu lahitte teknenin dış yüzü: çok eskiden parçalanmış ve gelişigüzel mermer parçalar ile yamanmıştır.

Ben burayı gezdiğimde, bu lahdin parçalanmış olması da dikkate alınarak Noel Baba’nın lahdi olduğunu düşündüm.

Çünkü, yukarıda da belirttiğim gibi Noel Baba’nın lahdi İtalyan tüccarlar tarafından parçalanarak açılmış ve kemikler çalınmıştı. Ancak benim düşüncemi kanıtlayan bir şey yok, yani burası Noel Baba’nın lahdi değildir.

Kilisenin güney tarafında, iki küçük şapelden, ikincisinin apsis yarım yuvarlağı içinde bir mezar vardı. Genellikle bu mezarın, Noel Baba’nın cesedinin korunduğu lahit olduğuna inanılıyor.

1906 yılında çekilen bir fotoğrafta: lahdin son derece tahribe uğramış olduğu görülür.

Noel Baba Heykeli

Noel Baba Heykeli

Demre Aziz Nikolaos Kilisesinin bahçesine ilk olarak 1981 yılında Noel Baba heykeli dikilmiştir. Ancak 2000 yılında bu yerinden kaldırılarak yerine yeni bir heykel dikilmiştir.

Bu bronz heykel Rus heykeltıraş Gregory Pototski tarafından yapılmıştır. 2005 yılında bu heykel yerinden kaldırılmış ve yerine kırmızı-beyaz kostümlü, plastik malzemeden yapılan Coca Cola’nın Noel Baba heykelini yerleştirdi.

Ancak bu heykel de beğenilmedi, 2008 yılında Kültür Bakanlığı tarafından heykeltıraş Necdet Can’a yeni bir heykel yaptırıldı ve gömlekli, terlikli Noel Baba heykeli: Kilisenin bahçesine yerleştirildi.

 

ALAKENT KİLİSESİ:

Önceden hiç görülmeyen şapel, 2010 yılında kazılmış, restore edilerek korumaya alınmıştır.

Yapı, son 800 yılda 6 m derinliğinde, tamamen mil kaplanmış ve çok iyi korunmuştur. Kilisenin üstünden geçen yol ve su şebekesi kaldırılarak doğuya taşınmıştır.

Şapel, kubbe ile örtülü dikdörtgen planlı bir naos ile batı tarafında bir narteksi olan küçük bir yapıdır.

Naosun (bugün yıkık olan) bir kubbe ile örtülü olduğu anlaşılır.

Bu plan tipi, genellikle 12-13’ncü yüzyıllara tarihlenir.

Enkomi-Ware (Enkomi işi) olarak adlandırılan seramikler, bu tarihi doğrular.

Yapının duvarları, düzgün kesilmiş küçük taş bloklar, moloz taş ve beyaz renkli kireç taşı ile örülmüş, yer yer düzensiz olarak tuğla ve kiremit parçaları da duvar örgüsünde kullanılmıştır.

Çatıda kiremit örtünün büyük bölümü, köşelerde ve apsiste durmaktadır.

Çatı saçaklarının tuğladan yapılmış testere dişi frizi çepeçevre dolanmaktadır. Bu frizi oluşturan tuğlaların üzerlerinin de sıvanmış ve boyanmış olduğunu gösteren sıva kalıntıları tespit edilmiştir.

Yapının en değerli bulgusu: Deesis konulu freskodur. Mil toprağın altında neredeyse yeni yapılmış gibi ortaya çıkmıştır. Ortada Hz İsa, onun solunda Vaftizci Yahya ve sağında Meryem Ana yer almaktadır. Türkçede: “yakarış” olarak kullanabileceğimiz Deesis, Mahşer gününde insanların günah ve sevaplarıyla yargılayan İsa’ya, tüm insanların bağışlanması için yakaran Meryem ve Yahya’yı betimlemektedir.

Meryem ve Vaftizci Yahya üzerinde yazıt bulunan birer ruloyu ellerinde tutmaktadırlar.

Vaftizci Yahya’nın elinde tuttuğu ruloda: Yuhanna İncil’inden şu sözler yer alır: “İşte, dünyanın günahını kaldıran Allah kuzusu”

Meryem’in elinde tuttuğu ruloda ise: Hz İsa ile anası Meryem arasında geçen bir yakarış diyaloğu yer almaktadır. Bu diyagramda İsa’nın sözleri kırmızı, Meryem’in sözleri siyah harflerle yazılmıştır. –Annenin dileğini, yakarışını kabul et ey Kelam.

-Ne istersin annem?

-Ölümlülerin kurtuluşunu.

-Beni öfkelendirdiler.

-Onlara acı oğlum.

-Ama pişman olmuyorlar.

-Onlara kurtuluşu armağan et.

-Hepsi kurtulacaklar.

-Sana şükrediyorum kelam”

Yapının iç duvarlarında ise Kilise babaları olarak anılan 6 kurucu piskoposun betimleri bulunmaktadır. Ancak bu sahneler çok kötü durumdadır. Altı piskopostan birisi Myralı Nikolaos’tur. Naos duvarının üst kısımlarında ise, İsa’nın mucizelerinin anlatıldığı bazı sahneler kısmen seçilebilmektedir.

 

SU YOLLARI

Myra’nın su ihtiyacını, Kasaba/Dereağzı’ndan Demre Vadisinin batı yamacı boyunca uzanan su kanalı sağlamıştır. Yaklaşık 20 km uzunluğundadır.

Yamaç boyunca yer yer teraslar üzerine oturan su kanalı, harç ve moloz taş kullanılarak örülmüştür.

Kanalın içi oldukça sağlam, geçirimsiz bir harç ile sıvalıdır.

Akropolün doğu eteğinde ise, kayalık yaklaşık 2 km oyularak aşılmıştır.

Nehir akropolündeki 100 nolu kaya mezarın önünden geçen kanal, 0.55 m derinliğinde ve 0.55 m genişliğindedir.

Mezar, kuzey ve güney yönde, 1.80 m yüksekliğinde iki kemerli geçenekle mezar cephesi bozulmadan geçilmiştir.

Su kanalı, Andriake’ye Karabucak Mahallesinin doğu yamaçlarından, Bozdağ’ın doğusundaki Küçük Sanayi Sitesinin kuzeydoğusundaki yamacı kemerle aşarak, Demre-Kaş-Çayağzı/Andriake kavşağının kuzeyindeki Nymphaion olarak bilinen yapıya kadar uzanır.

Bu yapının kuzey duvarına örme taşlarla bitişik örülen su kanalı, Nymphaion’un doğu ve batısında ana kayaya oyulmuştur.

Batıda karayolu altında kaybolan su yolu, buradan Kumdağ’ın güney yamacına doğru yönelerek, Andriake’nin  doğu başlangıcındaki nekropolün güneyindeki kayalıktan hamamların bulunduğu güney yerleşime ulaşır.

Evet, su kanalı MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir. Andriake’ye uzanan ve aquadukt ile aşılan bölümler, Roma dönemine ait olmalıdır. Myra ve Andriake’nin ihtiyaç duyduğu su, salt kanallar vasıtasıyla getirilen taze su ile değil, özellikle Andriake’de yoğun olarak görülen sarnıçlar vasıtasıyla gideriliyordu.

Liman Agorasındaki anıtsal sarnıç, bu durumu kanıtlayan en önemli örnektir.

Andriake

ANDRİAKE-ÇAYAĞZI LİMANI

Myra’nın 4.7 km güneybatısındadır.

Plinius, yerleşimden “Andria Civitas” yani “Yeni kent” olarak söz eder. Ancak sadece limana uygun yapılaşma söz konusudur.

 

LİMAN:

Liman: güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanan Kumdağ Tepe ile Bozdağ Tepe arasındadır.

Günümüzden 3000 yıl öncesine kadar Myros çayının getirdiği alüvyonlar, zamanla Myra çayı deltasını doldurarak, yerleşime uygun bir ovaya dönüştürmüştür.

Kumdağ ve Taşdibi ise yarımada olmuştur.

Bu tarihlerde alüvyonlar, Çağağzı Kavşağını da doldurmasıyla, doğal ve korunaklı bir iç liman oluşmuştur.

Strabon: “Lykia kıyılarının engebeli ve geçilmesi zor olduğunu ancak limanlarının da son derece iyi donatıldığını” söyler.

Merkezi Lykia’da oldukça yoğun kentler nedeniyle, bölgedeki denizi kullanabilmek önemli bir rol oynar.

Bu nedenle çok sayıda küçük liman yerleşimi, bağlı bulundukları ana kentin himayesinde gelişmiş ve önem kazanmıştır.

Merkezi Lykia’nın iç bölgeleriyle bağlantılı, deniz kenarındaki son yerleşimi olarak gösterilebilecek olan Myra’nın limanı Andriake’de : ana kent tarafından kurulan ve genişletilen, ticaret ve endüstri merkezi olarak özel fonksiyonlarla düzenlenen yerleşim yapısı dolayısıyla, niteleyici olan Epineion’un özel bir tipi söz konusudur.

Liman girişini kuzey ve güneyde daraltan tepeler, limanın güvenlik altına alınabilmesine imkan verir.

Diğer taraftan, limanın güneyindeki Kumdağ Tepesinin sırtında görülen Helenistik döneme ait tahkimat, limanın özellikle de girişinin emniyet altına alındığını gösterir.

Ayrıca, doğu-batı doğrultusunda uzanan bu tepenin yamaçlarındaki düzlükler, liman için gerekli yapıların inşa edilebilmesine imkan sağlar.

Bu nedenle, en yoğun yerleşim bu tepenin kuzey eteğinde olmuştur.

Dolayısıyla, Andriake, Akdeniz’de doğu-batı güzergahında seyreden ticaret gemileri için korunaklı bir liman olmasının yanı sıra, lojistik destek sağlayan tesisleriyle gemicilerin vazgeçilmez bir uğrak noktası olmuştur.

Myra’nın II Theodosius döneminde (MS 408-450) Lykia’nın başkenti ilan edilmesiyle birlikte liman yerleşimi Andriake, bölgenin ana limanı konumuna gelmiştir.

Liman başkent, Mısır ve doğu arasındaki ana deniz yolları üzerindeki konumundan dolayı gelişmiştir ve bu dönemde Andriake de yoğun bir imar faaliyetlerinin gerçekleştirilmiş olduğu düşünülür.

MS 529 depreminde, güney yerleşimin doğu yarısındaki yapıların ciddi çökmesine yol açan ikinci bir depremle daha da çok tahrip olması gündeme gelir.

Ayrıca MS 542 yılında meydana gelen veba salgınıyla da nüfus büyük oranda azalır.

MS 7’nci yüzyıla kadar işlevselliğini korumuştur. Ancak bu tarihte liman bataklık haline gelmiş ve deniz ile ulaşımı kesilmiştir. Ayrıca bataklık haline dönüşen bölgede sıtma ve benzeri hastalıklar ortaya çıkar ve daha sonra balçıklar içinde kalan kent terk edilir.

 

GÜNEY YERLEŞİMİ:

Andriake yerleşimine ait kalıntılar, iç limanın kuzey, güney ve doğusunda yayılıdır.

Güneyde, kuzeydoğu-güneybatı yönünde uzanan Kumdağ Tepe, doğal bir savunma hattı oluşturarak limanı sınırlarken, kuzeye doğru dik olmayan yamaçlarıyla da yerleşime uygun alanlar sunar.

Özellikle, Granarium’un inşa edildiği kottaki doğal düzlük ile liman arasındaki alanlar teraslanarak yapılaşmaya uygun hale getirilmiştir.

Güneyden kuzeye doğru inen basamaklı dar sokaklar, liman kıyısındaki doğu-batı yönelimli rıhtım caddesiyle birleşir.

Limanın dolmasıyla genişleyen kıyı şeridine geç dönemde inşa edilen yapılar, rıhtım caddesini kuzey yönde sınırlar.

Güney yerleşimin merkezini oluşturan Granarium ve doğu bitişiğindeki Liman Agorası, yamaçtaki en geniş düzlüğe inşa edilmiştir.

MS 2’nci yüzyılın ilk yarısında Andriake’nin en önemli ve en yoğun trafiğinin yaşandığı bu alan, MS 1’nci yüzyılın başlarında da benzer bir konuma sahip olmalıydı.

Güney yerleşiminde Agora/Hmatoko ve Granarium dışında 4 ana kilise, 1 Sinegog, 2 hamam, sarnıçlar, depolar ve dükkanlar dışında henüz tanımlanamayan çok sayıda yapı kalıntısı vardır.

Batı yönde kumulların bulunduğu alanda görülen tonozlu mekan, gemi barınağı olarak kullanılmış olabilir.

 

GÖZETLEME KULESİ

Kumdağ Tepenin batı yönde tatlı bir  sırt yapmaya başladığı kayalık tepe üzerinde konumlandırılan kule, beyaz mermerden küçük bir tapınak kalıntısı olarak yorumlanmıştır.

Güney ve batıdan denizi, doğudan Myra Akropolünü, kuzeyden ise limanı görür.

Kule, yaklaşık 8.80 x 6.60 m ölçülerindedir.

İsodomik duvarlar 0.80 m kalınlıktadır.

İki katlı kulenin girişi güneydendir.

Ortada bir koridor, yanlarda ise birer küçük oda bulunur.

Bütün yönlerden alanı rahatlıkla görebilen gözetleme kulesinin, aynı sırtın batı uzantısındaki ayırma duvarı ile bir bağlantısı yoktur.

 

LİMAN AGORASI/PLAKOMA

Granarium ile birlikte Andriake’nin merkezini oluşturur. Yani şehrin pazar yeridir.

Granarium’un hemen doğusundaki kayalığın tıraşlanıp aradaki boşluğun doldurulmasıyla elde edilmiş olan bir düzlükte kuruludur.

Yaklaşık kare planlıdır.

Yapının bütün liman tarafında yer alan cephesinde, anıtsal bir giriş kapısı vardır.

Agora’nın doğu ve güneydoğu kesimlerindeki boş alanlar, muhtemelen meydana giren ve çıkan tüccar kervanlarının trafiğini rahatlatmak amacıyla boş bırakılmıştır.

Sarnıç:

Agoranın ortasında, bugün hala ayakta olan anıtsal bir sarnıç bulunur.

Sarnıca girmeyi unutmayın, gezilebiliyor. Çünkü Lykia kentlerinde bu kadar güzel bir sarnıç bulunmadı. İçi ışıklandırılmıştır.

Sarnıca doğru, kuzey ve batıda çevreleyen dükkanlarla, kare formda bir alan oluşturur. Uzunluk 24 m ve genişlik 12 m dir. Derinlik ise 6 m dir.

Agoranın ortasında bulunan sarnıç, aynı zamanda alt yapı olarak kullanılmıştır.

Sarnıç, dip kısmında ana kayaya oyulu olup, bunun üzeri moloz ve blok taş ile örülerek tamamlanmıştır.

Sarnıcın üst yapısı, kuzey-güney yönlü inşa edilmiş, toplam 8 sıra çift kemerle desteklenir.

Sarnıcın üzerini kaplayan ve aynı zamanda Agora meydanını oluşturan plakalar, antik kaynaklarda “Plakoma” olarak geçen yerin bu meydan olduğunu düşündürür.

Bu kaplamada, 0..80 x 0.80 m lik iki adet açıklık bırakılmıştır.

Bu açıklıklarda görülen silmeler, buraya kuyu ağzı blokların oturduğuna işaret eder.

Bu taş döşeli, yükseltilmiş meydanın bir agora içinde olması muhtemel anıtların podyumu olarak da kullanılmış olabileceğine dair izler mevcuttur.

Sarnıca su girişi göründüğü kadarı ile birisi kuzey duvar üzerinden, üçü de güney duvar üzerinde bulunan toplam 4 tane çörten ile sağlanmakta olup, güney taraftaki bu fazlalık yamaçtan akıp gelen suyun daha fazla olmasına bağlanabilir.

Bunların yanı sıra kuzeydoğu köşeden sarnıcın içine inen bir merdiven bulunur.

 

Agora’da ki Dükkanlar ve İşlikler:

Agoranın dört yanına dizili mekanların/dükkanların girişleri, ortak avluya bakar.

MS 6’ncı yüzyıl dolaylarında işlev göstermiş olan boya üretim işliklerinin atıkları: Agoranın doğu ve batı kanatlarına ve özellikle güney kesimlerine yığılmıştır.

Yer yer üç metreye varan tepeler biçimindeki bu yığınlar, toplam yaklaşık bin metre kare civarında alanı kaplar ve yaklaşık 800 metre küp arasında, parçalanmış deniz kabukları atıklarını içerir.

Dükkanlar ortalama 4 x 6 m ölçülerindedir.

Dükkanların önünde olması beklenen portikonun izine rastlanmamış ancak geç dönemde aynı alanda dizilen bloklar arasında çatıyı taşıyan Dor sütun ve başlıklarına ait parçalar ele geçmiştir.

Ayrıca, ana giriş kapısının güneybatısında ve agoranın iç doğu köşesinde tespit edilen kalp kesitli Dor sütunları, dükkanların önünde portikonun varlığına işaret eder.

Gümrük yazıtının da buna yakın bir bölgede bulunması, bu durumu açıklar niteliktedir.

 

MUREKS İŞLİKLERİ:

İşlikler, Plakomanın kuzey giriş kapısının doğusunda kalan dükkanların içindedir.

Bu dükkanlardan, kapının hemen doğusunda üç tanesi, ara duvarları yıkılmak suretiyle birleştirilmiş, en doğudaki köşe oda ise olduğu gibi kullanılmıştır.

Buradaki mekanlar içinde toplam beş işlik tespit edilmiştir.

Seramik fırınlarıyla benzer bir forma sahiptir.

İşlikler, dairesel forma sahiptir ve ortasında bir platform ile bunu çevreleyen kanatlardan oluşur.

Tuğla ve harç ile örülen kemerlerin içinde ateş yakıldığını kanıtlayan kül kalıntılarına rastlanmıştır.

Bütün fırınların aralarında ve arkalarında küçük havuzcuklar ve kanallar bulunur.

İçlerinde ele geçen sikke ve devşirme mimari parçalardan anlaşıldığı kadarıyla, MS 6’ncı yüzyılda faaliyet gösteren işliklerin boya üretim atölyeleri olduğu düşünülmektedir.

Tüm antik çağ boyunca değerlenen, kimi kazan statü sembolü, hatta İmparatorluk ailesine özel olmaya varacak kadar önem kazanan “mor kumaş boyası” önemli bir ticari üründür.

Bu renk: Roma ve Bizans dönemlerinde, özellikle İmparatorlar tarafından tercih edilmiştir.

Fenikeliler, 1 gram mor renk elde etmek için, yaklaşık 8 bin murex yani deniz salyangozu dövülerek işliyorlardı.

Bu boya özellikle: Murex Trunculus, Murex Brandaris ve Hexaplex Turunculus türü kabuklu deniz yumuşakçalarından elde edilmekteydi.

Özüt, kumaşları kırmızı, eflatun ve mor tonlarında boyamak için kullanılmaktaydı.

Kumaş boyamada kullanılacak olan renk özü, mureka türü bu deniz yumuşakçalarından hipobrankial salgı bezinde bulunan mukusun havaya maruz bırakılarak oksitlendirilmesi ve ısıl işlemden geçirilmesi ile elde edilirdi.

Kesilip toplanan salgı bezleri, kurşun kaplar içinde önce üç gün bekletilir, sonra da 9-10 gün boyunca ısıtılıp, süzülüp, bekletilmek suretiyle içindeki hayvansal doku kalıntılarından arındırılarak, saf boya özü haline getirilirdi.

Hayvansal kalıntılardan arındırılarak saflaştırılmış olan boya özütü, kumaşların boyanmasında kullanılmaya hazırdır.

Bu işlem de önceden hazır edilmiş kumaşların boya özütüne batırılıp birkaç saat bekletildikten sonra çıkarılarak yıkanmasıyla yapılırdı.

Yukarıda sözünü ettiğim gibi, kırılan binlerce deniz salyangozunun kabukları, harç olarak kullanılıyordu ve bu harca “Murex harcı” deniliyordu. Özellikle Granaraium inşasında bu harcın kullanılması ilgi çeker.

GÜMRÜK YAZITI:

Roma İmparatoru Nero döneminden Lykia Eyalet Valisi olan C. Licinius Mucaanus zamanında, MS 60-63 yılları arasına tarihlenir. (Günümüzde Antalya Müzesinde sergileniyor.)

Evet, Nero dönemi gümrük yazıtı, ana kent Myra ve dolayısıyla Andriake’nin Lykia Birliğinde önemli bir konuma sahip olduğunu belgelerken, limanın dönemin deniz ticareti rotasında önemli bir rol oynadığını gösterir.

Bu döneme ait gümrük binası ve gümrük yazıtı, daha organize ve donanımlı bir liman varlığını işaret eder.

Genelde isodomik teknikle örülen duvarlarda kullanılan bloklarda, çok sayıda harfin olması dikkat çekicidir.

Binanın temel seviyesinde bulunan MS 119-129 tarihli bir Hadrianus dönemi sikkesi, Plakomanın tarihlendirilmesi açısından oldukça önemlidir.

Sikke, Hadrianus’un MS 129-130 yıllarında, Andriake’ye ziyareti öncesinde gerçekleştirilen imar faaliyetleri çerçevesinde Granarium ile birlikte ticari agoranın da inşa edildiği yönündeki görüşleri doğrular.

Anadolu’da bu içerikte bilinen üç yazıtın (Efes ve Kaunos) en uzun ve korunmuş olanıdır. Lykia Birliği Gümrük Yasasını içeren yazıt, gümrük kuralları, liman işletmesi ve gümrüğe tabi malların listesi gibi özel bilgiler içermektedir.

 

HORREA HADRİANİ/GRANARAİUM

Andriake liman yerleşiminin en görkemli yapısıdır. Günümüzde Müze olarak düzenlenmiştir ve ziyarete açıktır.

Güney yerleşim merkezindeki geniş düzlükte konumlanmıştır.

Cephesi, kuzeye limana bakar.

8 bölümden oluşan yapı çok iyi korunmuştur. Uzunluğu 56 m ve genişliği 32 m dir.

Batı yönündeki iki oda, diğerlerinden yaklaşık 6 m daha kısadır.

Her bölümün dışa ve yan odaya açılan kapıları vardır.

İthaf yazısı şöyledir: ” HORREA İMP. CAESARIS DIVI TRAIANİ PARTHICI F.DIVI NERVAE NEPOTIS TRAIANI HADRIANI AUGUSTİ COS.III”

Cephede yer alan ithaf yazıtı, granariumun İmparator Hadrianus’un III Konsüllüğünde (MS 119-138) inşa edildiğini gösterir. MS 131 yılındaki 2’nci Anadolu seyahatinde muhtemelen Patara’ya uğramış olması gereken Hadrianus, Andriake ve dolayısıyla Myra’yı da ziyaret etmiş olmalıdır. Bu varsayımdan hareketle ve de Sabina büstünün saç stiliyle, granarium inşasının MS 129 veya 130 yılında tamamlandığı söylenebilir.

Cephedeki her kapının üstünde, iki adet pencere vardır.

Doğu ve batı yöndeki ikinci odaların hizasına dek, yarım üçgen alınlık uzanır.

Cephenin doğu ve batısında, kare planlı iki oda bulunur.

Her iki odanın duvarlarında görülen dübel yuvaları, içlerinde rafların bulunduğunu gösterir.

Raflar ve konumu nedeniyle, söz konusu mekanlar depo görevlilerinin kullandığı, kayıtların tutulduğu ofisler olmalıdır.

Zira, bu yapılarda granarium görevlisinin (Horrearius) varlığı bilinmektedir ve bir depo görevlisi olan Herakleon’un granariumun 7’nci bölümün cephesindeki bir blok üzerinde kabartma olarak; MS 5’nci yüzyılda “Herakleon gördüğü rüya üzerine bunu adadı” yazmaktadır.

Adadığı kabartmada İsis-Serapis ve Pluton ile grifon bulunmaktadır.

Granarium, kiremit kaplı ahşap çatıyla örtülüydü.

Kuzeye doğru eğimli ana kaya üzerine inşa edilmiştir.

Mekanlar içinde ana kayanın genellikle doğal haliyle bırakıldığı ve ana kaya boşluklarının kireç harcı ve moloz taş ile doldurulduğu görülür.

Orijinal zemine ait izlere doğudaki ilk odada rastlanmıştır.

Ele geçen tuğla plakalar, kireç harcı üzerine oturur.

Geç dönem kullanımlarıyla büyük oranda tahrip olan zeminde, MS 6’ncı yüzyılda faal olduğu düşünülen mureks işliklerinin artıklarıyla, kireç harcının karıştırılması suretiyle elde edilen mureks harcı kullanılıştır.

Evet, Mısır’dan Roma’ya tahıl taşıyan yük gemileri, kötü hava koşulları ve zorunluluk gerektiren durumlarda, stratejik öneme sahip büyük limanlara sığınıyorlardı.

Limanlarda inşa edilen bu dev silolar ile tahıllar geçici olarak buralarda korunabiliyordu.

Ayrıca, söz konusu limanların sahip olduğu donanım, hububat gemilerinin lojistik hizmet alabilmesine de imkan sağlıyordu.

Sadece Mısır’dan yapılan tahıl ihracatının güvenliği değil, ayrıca Lykia yaylalarındaki hububat depolanması için de bu silolar kullanılıyordu.

Granarium’un 4’nci kapısının sol tarafında, Myra ve Arneai kentlerindeki hububat ölçümüne ilişkin I Theodosius (MS 379-395) dönemine ait bir kararname bulunmaktadır. Buna göre:

“Efendim, yönetimi sırasında bu her işinde derin hayranlık uyandıran pek ünlü ve pek haşmetli kutsal valilik makamlarının sahibi Flavius Eutolmius’un eyalet valiliği sırasında iki adet demir fragellium ve iki adet üç Augustia hacminde bakır Xestes gönderilmek üzere imal edilmiş bulunmaktadır.”

DÜKKAN VE DEPOLAR:

Dükkan ve depolar, granariumun kuzeydoğusunda, sahildedir.

Andriake’nin özellikle güney yerleşimin liman kıyısında yoğunlaşan yapıları depo, dükkan, gemi barınakları veya tersaneye ait birimler olmalıdır.

4 dükkan ve 3 depo ile bunların kuzey önündeki anıtsal giriş, tamamen açığa çıkarılmıştır.

Dükkanların cepheleri limana yöneliktir.

Kazılarda zemin seviyesinde çok sayıda sikke ele geçmiştir.

Dükkan-1’den ele geçen MS 284-305 yıllarına tarihlenen Diocletianus ile MS 3’ncü yüzyıl başına ait Licinius sikkelerinin dükkanların MS 3’ncü yüzyılda inşa edildiğini gösterir.

Dükkanlardan ele geçen en önemli buluntu gurubunu, kurşun ağırlık ve terazi parçaları oluşturur.

Dükkanların arkalarında sarnıç ve depolar vardır.

ONURLANDIRMA ANITLARI

Dükkanların batı bitişiğindeki dar sokaktan sonraki alanda bulunan iki anıt, kuzeye yani limana bakar.

Doğudaki I Nolu Anıt:

Podyumun kuzey yarısı, temel seviyesine dek sökülmüştür.

Anıta ait bloklar, geç dönemde kuzeyde yer alan yapıda örgü malzemesi olarak kullanılmıştır.

Anıt, üç basamaklı bir podyum üzerine oturur.

Toplam 10 blok sırası ile yüksekliği 5.30 m bulur.

En üstte; heykel altlıkları ile son bulur.

Anıtın gövdesi üzerine sonradan kazınan yazıtlar, anıtın MS 4’ncü yüzyılda halen ayakta olduğunu gösterir.

Anıt, Tiberius döneminde veya daha önce yapılmıştır.

 

II Nolu Anıt:

Kuzeye yani limana bakar.

Üç basamaklı bir podyum üzerinde yükselen anıt, 3.85 m boyundadır.

Bu anıtın altında erken dönemde, daha küçük ölçülerde başka bir anıtın olduğu, restorasyon sökümleri sırasında anlaşılmıştır.

Son blok dizinini heykel altlıkları oluşturur.

İkisi Meis adasına taşınan toplam 13 adet yazıtlı heykel altlığı, Myralıların demosu, Augustus, Tiberius, Germanicus, Agrippa, Drusus, Julia Augusta ve Gaius Ceasar’ı onurlandırmaktadır.

Yazıtlardan anlaşıldığı kadarıyla, anıt Tiberius döneminde dikilmiştir.

Doğudaki anıtta olduğu gibi, bu anıtta da heykel altlıkları dışında, gövde üzerine sonradan yazılar kazınmıştır.

Anıtın önünde yapılan sondajda, ana kayanın düzleştirilmesiyle oluşturulmuş bir meydan varlığı görülür.

Evet, Tiberius döneminde inşa edilen bronz heykellerle donatılmış, bu onurlandırma anıtının, liman kenarındaki rıhtım caddesinin güneyinde inşa edilmiş olması, dönemin en yoğun trafiğinin bu alanda yaşandığının ve limanın en prestijli alanı olduğunun bir göstergesidir.

 

HAMAMLAR:

Andriake güney yerleşiminde iki hamam bulunur.

Batı Hamamı:

Güney yerleşiminde, B kilisesinin  doğusundadır.

Doğu-batı doğrultuludur.

Yaklaşık 20 x 17 m lik bir alanı kaplar.

Bölümler yan yana, aynı aksta “sıra tipi plan” sıralanmıştır.

Yapının ilk evresi: MÖ 30 ile MS 2’nci yüzyıl başına tarihlenir.

 

Doğu Hamamı:

Oldukça iyi korunmuştur.

Kuzeydoğu-güneydoğu doğrultusunda yan yana sıralanan üç mekandan oluşur.

Batı hamamından daha sonra yapılmış olması gereken bu hamam, iki ana evreden oluşur.

Geç Roma ve Erken Bizans dönemlerine tarihlenir.

Hamamda yapılan kazılar sonucunda, özellikle zemin altı ve duvar içi ısıtma sistemine ve temiz ve pis su sistemlerine ilişkin yeterince kalıntılar bulunmuştur.

 

NEKROPOLLER:

Kuzey yerleşimin doğusundaki yamaçlar ve güney yerleşimin bulunduğu sırta dek uzanır.

Yerleşimde 82 tane lahit tespit edilmiştir.

Kuzey yerleşimde, oldukça nitelikli lahitler bulunur.

E kilisesi yakınındaki mermer lahit kapağının alınlığında bir Medusa başı işlidir.

En önemli lahit, limanın doğusunda günümüz bataklığının içinde bulunan kabartmalı lahittir.

Lahit kapağında çatı kiremidi konstrüksiyon vardır.

Alınlıkta bir Medusa başı işlidir.

Dar yüzlerden birinde, sağ elinde çelenk tutan bir erkek figürü, diğer yüzde ise kapı motifi vardır.

Lahit MS 2’nci yüzyılın son çeyreğine tarihlenir.

Andriake’de lahitler dışında başka bir mezar türüne rastlanmamıştır.

Genel olarak lahitler, MS erken 1’nci yüzyıl ile MS 3’ncü yüzyıl arasına tarihlenir.

 

SİNEGOG:

Yapı, Horrea Hadriani’nin batı köşesi önünde, limana bakar biçimdedir.

İki girişten biri kuzeyde, diğeri batıdadır.

Yapının batı bağlantısında bir oda daha bulunur.

Sinegogdan toplam 282 parça ele geçmiştir.

Bunların büyük çoğunluğu, apsis dolgusundan ele geçmiş erken buluntulardır.

En yoğun buluntu kümesi, çoğunlukla kandil ve kandil ağızlarından oluşan Helenistik seramiklerdir.

Bunlardan siyah glazürlü komedi masklı kandil, kurbağa kabartmalı tabaklar, ilaç ve kozmetik kapları ve akıtma kanallı minik kap, dikkat çeken buluntulardır.

Üç adet pişmiş toprak tanrıça figürini ele geçmiştir.

Cam eserlerin yoğunluğunu, kadeh, kahdil ve omurgalı kaseler oluşturur.

Asıl önemli bulgular: Sinegog ile aynı döneme ve doğrudan yapıya ait taş eserler ve eser parçalarıdır.

Bunların en önemlisi, sağlam menorah levhasıdır.

Sonuç olarak şöyle özetlenebilir: Lykia bölgesindeki ilk kez Yahudi varlığına ilişkin tümcül bulgular ortaya çıkarılmıştır. Mimari, ikonografik ve yazılı kanıtlar bir arada ele geçmiştir. Bulgular: Hıristiyanlığın merkezi olan Myra’da ve üstelik de en baskın olduğu 5’nci yüzyılda, Bizans dönemi dinsel/sosyal yapılanmasında Yahudi cemaatinin yerini ve erken varlığını açıkça anlatmaktadır.

Bu Sinegog, muhtemelen hem limandaki küçük Yahudi topluluğuna hem de özellikle liman ticareti için gelen Musevilerin kullanmasına yöneliktir.

KİLİSELER

Andriake’nin güney yerleşiminde dört, kuzey yerleşiminde ise iki olmak üzere toplam altı kilise bulunur.

Bu sayı, liman yerleşimi için oldukça dikkat çekicidir.

Bu durum ancak, Andriake limanının MS 5’nci yüzyıldan sonra artan hac yolculuğunda, Myra’daki azizlerin martyrionlarını ziyarete gelen kişilere hizmet etmeye yönelik inşa edildiklerini düşündürür.

Çünkü, vaftizhanelerin bulunmayışı, kiliselerin Myra ve Andriake’de yaşayan halktan çok, limana gelen ziyaretçilere hizmet ettiklerini düşündürür.

Kiliselerden beş tanesi MS 5’nci yüzyılın sonu veya MS 6’ncı yüzyılın başına tarihlenir.

Kara Büyü

Kazı çalışmalarında 2019 yılında bulunan “Kaya Büyü” dikkat çekmektedir. Çünkü bu tür bir objenin benzerine, Anadolu’da hiç rastlanmamıştır. Bu obje, kurşundan yapılmış 5.5 cm çapındaki kurşun kabın içine saklanmış, yine kurşundan bir zarftır.

Bu kurşun kap: dört yerinden delinerek bronz bir telle sıkıca dikilmiştir. Zarar görmemesi için açılamayan bu kapın içindeki obje görülemiyor. Kurşun olduğu için x ışınlarıyla da anlaşılamamıştır.

Bu yüzden kurşun kabın içinde saklanan objenin büyük olasılıkla kara büyü olduğu, kurşun zarfın görünmeyen iç yüzünde ise bir yazı bulunduğu tahmin edilmektedir.

Kurşun kabın açık yani kırık olan bölümü değerlendirildiğinde: kabın içinde ebedi hapsedilmek üzere bir şey bulunduğu tahmin ediliyor.

Hiçbir zaman açılmasın ve sahibine zarar vermesin diye sıkıca kapatılmıştır.

 

Likya Uygarlıkları Müzesi

ANDRİAKE ÖREN YERİ LİKYA UYGARLIKLARI MÜZESİ

Müze: Demre ilçesinin 5 km güneybatısında Demre-Kaş karayolu üzerindedir. Önce Andriake ören yerini gezeceksiniz ve sonra 800 metre kadar ileride müze bulunuyor.

2015 yılında ziyarete açılmıştır. Girişte otopark bulunmaktadır. Giriş ücretlidir.

Likya Uygarlıkları Müzesi

 

MÜZE:

Müzede: Likya kentlerine ait eserler ve Likya uygarlığının tanıtımı yapılmaktadır.

Müzede: Myra, Patara, Xanthos, Tilos, Pınara, Olympos, Arykanda ve Antiphellos Salonları düzenlenmiştir. Bunlar: Likya Birliğini oluşturan kentlerin isimleridir.

1’nci Bölüm

Burada: Likya bölgesi hakkında panolar ve kentleri hakkında bilgilendirmeler vardır.

12 Tanrılı Adak Steli

Ayrıca: Andiake kenti ve müzenin bulunduğu Granarium hakkında bilgi ve 12 Tanrılı adak steli bulunuyor.

Likya Uygarlıkları Müzesi cam zemini

Müzenin 1’nci Salonunda yerde orijinal zemin görülür. Hz Süleyman, Saba Melikesi Belkıs’ı Süleyman Tapınağına getirttir. Yerlerde havuz vardı ve üstü camla kaplıydı.

Belkıs, ıslanırım diye eteğini topladı, Süleyman camın üzerinde yürümesini, ıslanmayacağını söyledi. Burada da yerler birçok yerde camdır.

Altta havuz yerine özel kaya ve efektler bulunur. Yine de cam kırılır düşerim diye korkabilirsiniz.

Likya Uygarlıkları Müzesi
2’nci Bölüm

Likya birliği ve meclis binası, Likya sikkeleri, Likya yazıt bilimi, dili ve alfabesi, bir takım yazılar, Letoon Yazıtlı Dikme, Patarensis Anıtı bulunmaktadır.

3’ncü Bölüm

Burası Likya bölgesinin denizcilik bölümüdür. Burada: sudan çıkarılan amforalar, kireçtaşına kazınmış bir ticaret yazıtı, çapalar, çapa taşları sergileniyor.

4 ve 5’nci Bölümler

Likya bölgesinde ekonomik ve sosyal yaşama ait objeler sergileniyor. Çeşitli heykeller, Likyalıların kullandığı takılar ve ziynet eşyaları görülebilir.

6’nci Bölüm

Likya’da din kültürü bölümüdür. Buranın önemli objeleri: 12 Tanrılı adak stelleri, Kader Tanrıçası Thyke heykelidir.

7’nci Bölüm

Simülasyon bölümüdür.

8’nci Bölüm

Konferans salonudur. Burada: Andriake şehrindeki restorasyon çalışmalarına ait fotoğraflar bulunmaktadır.

TEMSİLİ ROMA GEMİSİ

Liman temsili Roma gemisiBurada sonra karşınıza bir maket gemi çıkıyor. Bu gemi aslına uygun olarak yapılan bir Roma ticaret gemisidir.

Bugün kullanılmayan rıhtımda 16 metre uzunluğunda bir gemi canlandırması içinde: amphoralar içinde zeytinyağı, şarap gibi sıvı malzemeler bulunur. Antik dönemde, limana yüklerin nasıl getirildiği canlandırılan bu bölüm, yoğun ilgi görmektedir. Merdivenlerle geminin içine girebilirsiniz.

 

Çayağzı Plajı

Çayağzı Plajı

Buraya kumsalda yürüyerek ulaşabilirsiniz. Eşen çayının denizle birleştiği noktada yani Çayağzı Plajında sular oldukça serindir.

Plaj berraklığı ve göz alıcılığı yanında Caretta Carettalara ev sahipliği yapmaktadır. Haziran-Temmuz aylarında bunların sahile yumurtalarını bırakmaları ve denizde yüzmelerini görebilirsiniz. İsterseniz burada denize girebilirsiniz.

Andriake Kuş Cenneti

Demre’ye 5 km uzaklıktadır. Buradaki sulak alan, 149 kuş türüne ev sahipliği yapmaktadır. Her yıl, yüzlerce kuş gözlemcisi burayı ziyaret etmektedir.

Sura Antik Kenti

 

SURA -SUREZİ-SURADA-DEMRE

Demre (Myra) merkeze 6 km uzaklıktadır. Kaş merkeze ise 45 km uzaklıktadır.

Antik şehrinin isminin kökeninin “Luwi/Etrüks” dilinde “Kutsal ve Yüce Swa/Soa” anlamındadır. Şehrin ismi Likçe “Surezi” dir ve anlamı “duvar” demektir. Belki de bugünkü sur kelimesinin köklerinden gelmektedir. Yunanca kaynaklarda “Soura” olarak anılır.

Sura köyündedir. Andriake harabelerinin hemen üzerindedir.

Likya kenti, Bizans döneminde de önemini korumuştur. Bu yüzden, birçok medeniyetin izlerini taşımaktadır. Antik kentteki kalıntılar: Kaya mezarları, tapınak, kilise, Apollon Tapınağıdır.

Şehir hakkında ayrıntılı bilgi yoktur. Ancak: Apollon’un kehanet merkezlerinden birisi olduğu tahmin edilmektedir.

Plutarkhos şöyle der: “Gerçekten ben Lykia’da, Myra ve Phellos arasındaki Sura’da, diğer insanların kuşla yaptıkları profesyonel sistemi, balıkların dönüşlerine, kaçışlarına ve kovalamacalarına bakıp bunlardan ilahi sonuçlar çıkararak yaptıklarını duydum”

Burada, Anadolu ay ve ışık tanrısı Men adına kutsal bir tapınak ve kehanet merkezi bulunduğu söyleniyor. Men’in ardılı Apollon tüm Likya’da olduğu gibi bu bölgede de kutsanmış ve kutsal tapınakla kehanet merkezinin adı “Apollon Soura” olmuştur.

Küçük bir yerleşimdir.

 

Akropol

Günümüzdeki köyün batısında, 80 metre yükseklikteki tepenin üstünde Akropol bulunur. Akropol oldukça küçüktür ve çevresi surlarla çevrilidir.

Kuzeyde bulunan surlar: dikdörtgen yapılarıyla hala ayaktadır, güney yöndeki surlardan ise hiçbir kalıntı yoktur. Akropol surlarının doğu ve güneyinde, koruma kuleleri vardır.

Kayalık akropol üzerinde hibrit teknikle yapılmış Klasik Dönem küçük bey yerleşiminin kalıntıları rahatlıkla izlenebilir. Kuzey-güney yönünde uzayan dikdörtgen ana yapının batı yanında bağımsız girişli altı bölüm ve doğu yanında da sekiz bölüm sıralanmıştır.

Bu bölümlerden kuzeybatı köşede olanı iki yanı revaklı ve içinde sarnıç ta bulunan açık bir avlu biçiminde organize edilmiştir. Kayalık tepedeki bu bey konağının kuzey ve doğu eteklerinde yine bazı hibrit konutların kalıntıları görülür.

 

GÖZETLEME KULESİ

Kentin kuzeyindeki yamaçtadır. 11.30 x 6.70 m ölçülerinde tamamen kesme taştan yapılmıştır.

Polygonal bloklar, Klasik başlangıç olduğunu, preudoisodom duvarlar da sonraki kullanımı belgeler. Bizans döneminde revizyon görmüştür. Dikdörtgen plan iki odaya bölünmüştür. Duvarların kalınlığı 0.70 m dir.

Kentin kuzeyinden inen antik yol, bu kulenin önünden Sura’ya paralel geçerek, Demre’nin Sura Mahallesindeki kule ile ilişkili rotadan ve sonra da Karabucak mezarı önünden Myra’ya şehir merkezine yönelir.

MEZARLAR

Akropol kayalığının doğu ve güney yönlerinde mezarlar bulunur. Dağınık halde duran lahitlerden birindeki yazıttan, Myra’da görevli olan ve Apollon Tapınak rahipliği yapmış Antigonos adlı birine, diğer birinin yazıtında da Athenagoros adlı kişiye ait olduğu ve cezaların Myra kasasına yatırıldığı anlaşılmaktadır.

Altı ev tipi mezar, üstü lahit olan anıtsal mezar, Lykia’nın en büyük lahdi ve kentin en önemli mezarıdır.

Likya Yazıtı

Akropolün güneybatı köşesinde, denize karşı yükselen görkemli bir heykel kaidesi görülür. Kaidenin üzerinde, Xanthos Obelist’inden sonra bilinen en uzun Likya yazıtı vardır. Ancak yazıt günümüze iyi korunarak gelememiştir. Yazıtın her satırından, günümüzde sadece birkaç harf okunabilmektedir.

Kaya Mezar

Kaya Mezar

Akropol tepesinde 6’ncı yüzyıldan kalma ki bir kaya mezar, Likya’daki en büyük lahit olarak biliniyor. Anlaşılan bu küçük kentin beyi, ana kente aitliğini Myra kaya mezarları görkeminde bir örnek yaparak göstermiştir.

Sahibinin Mizretje adlı biri olduğu Likçe yazıtından bilinen mezarın önünde, Lykia açık hava tapınım alanları için önemli bir örnek kaya alanı gözlenir. Tapınma düzlüğünün kaya duvarlarındaki kült stellerinin yazılı olması da belgeyi daha da önemlileştirir.

Bu alan rahipler salonu olarak tanımlanır. Yazıtlar, Sura’da İmparator Augustus adına bir İmparator Yürüyüş Yolu yapıldığını anlatır. Ancak, anılan bu yolla ilgili herhangi bir kalıntı yoktur. Görünen şehir içi tek yol: rahipler alanından başlayıp vadide Apollon Tapınağında biten basamaklı yoldur.

Stel

Akropolün alt kısmında ana kaya üzerine, Apollon Surius rahiplerinin listesinin kazınmış olduğu iyi korunmuş iki stel vardır.

Curius-Kahin Balıklar

Sura yerleşimi, en çok Apollon ön bilicilik merkeziyle tanınır. Tarihi süreçte, en ilginç kehanet sistemlerinin birinin merkezi de Sura imiş.

Suralı rahipler balıkların davranışlarından geleceği sorgulamışlar.

Şimdilerde bataklık olan vadi, bir zamanlar limanın bulunduğu bir koy imiş ve o zamanlarda Apollon Surius Tapınağı, hemen denizi kenarında ve üç kaynak suyunun birleştiği bir yerde kurulmuştur.

Çevre kentlerden, sayısın insan geleceği sorgulamak için Apollon Surius kehanet merkezinin ve Curius denen kahin balıkların yolunu tutmuştur.

Apollon ile bağlantılı derin vadi inişi, ziyaretçileri geçmişin büyülü günlerine taşır. Sura’dan vadiye bir patikayla inilir.

Bir zamanlar denizin deydiği ve bir iskelesi olması gereken, şimdiki bataklık kıyısında, denizden 1.5 km içeride küçük bir kehanet tapınağı vardır.

Tapınak çevresi, Dinos olarak adlandırılmıştır.

Bugün bataklığın taban suları, tapınağın podyumuna kadar gelir.

Tapınağın doğu kıyısındaki kaynak günümüzde hala akmaya devam etmektedir.

Burası muhtemelen Apollon ön bilicilik merkezinin kehanet havuzunu besleyen kaynaktır.

Tapınak iç duvarlarında tapınağa bağış yapanların listesi vardır.

Ancak bu bağışların, Apollon’a değil, Anadolulu at binici tanrı Sozon’a ve birinde Zeus Atabyrius’a yapılmış olması dikkat çeker.

Tapınak yapısında, kehanetle ilgili bir kalıntı yoktur.

Ancak antik kaynaklarda, kehanetle ilgili ayrıntılı anlatımlar vardır.

En detaylısını Polkharmos aktarır:

” Geleceğini öğrenmek isteyen  kişiler, kum girdabının bulunduğu deniz kıyısındaki Apollon koruluğuna geldiklerinde, kızarmış etler dizili 10 şişi ellerinde tutarak, kendilerini takdim ederler.

Rahit sessizce yerini alırken, kişi de şişleri girdaba atıp olacakları izler.

Şişler atıldıktan sonra havuz deniz suyu ile dolar.

Çok sayıda ve değişik boyda birçok balık bir anda ortaya çıkar.

Balıkların cinsine göre, kahin geleceği okur.

Eğer balıklar kendilerine atlan eti yerse iyi, kuyruklarıyla geri çevirirse kötü anlamına gelir.

Plinius tarafından aktarılanlara göre ise

“Apollon çeşmesinde balıklar kehanetlerini bildirmek üzere, 3 kez su kanalında toplanırlardı. Eğer balıklar kendilerine atılan eti parçalarsa bu kehanetin yapıldığı kişi için iyi, kuyrukları ile geri çevirirlerse de kötüyü işaret kabul edilirdi.

Hatta yine Plinius’un anlattığına göre, bu su kaynağındaki balıklar Curius adı ile anılarak onlara üç kez düdük öttürülerek sesleniliyordu. “

Ancak tarihçi yazarların üstünde uyum göstermedikleri tek konu: kehanetin kaynağı balıkların hareketleri mi, yoksa türleri midir?

Kehanetin yapıldığı su kaynağı, günümüzde de görülmektedir. Curiuslar tapınağın önüne kadar giremeseler de kıyıda bir yerde hala varlıklarını sürdürmektedirler.

Aynı yerde kurulan Bizans kilisesi, yöre halkının Tapınak yeri alışkanlığı ve inancından yararlanarak pagan tapınağına dönüştürülmüş ve Orta çağa kadar bu ürünü korumuştur.

 

Bizans Kilisesi

Apollon Tapınağının gerisindedir. Hıristiyanlığın Anadolu’da yayılmasıyla, Apollon Tapınağı ve kehanet merkezinin kuzeyine, tek apsisli Bizans şapeli inşa edilmiş ve Ortodoks Bazilikası olarak kullanılmıştır.

Ancak takip eden süreçte, Myra’da Noel Baba kilisesinin ön plana çıkması ve hac yeri olarak kullanılması nedeniyle Sura önemini kaybetmiştir. Günümüzde oldukça harap durumdadır. Sadece yıkıntıları görülmektedir.

Apollon Curius Tapınağı

Akropolün batısındaki derin vadidedir. Antik dönemde ise: vadinin denize açıldığı noktada, limanın dibinde, klasik Roma mimarisini yansıtan, küçük, iyi korunmuş bir yapıdır. Kayalara oyulmuş merdivenlere göre, Akropolden buraya merdivenlerle inildiği düşünülüyor.

Tapınak: Dor planlıdır. Kuzey ve doğu duvarları ayaktadır. Batı duvarı ve ön cephesi çökmüştür.

Tapınağın iç duvarlarında: destekçileri tarafından yapılan bağışları içeren bir yazıt bulunur. Bu yazıtta bahsedilen bağışların Apollon Surius’a değil Anadolu’da at binici tanrı Sozon’a ithafen yapılması ilgi çekici bir durumdur.

Sozon kültü, Küçük Asya’nın güneybatısında Helenistik dönem Grek yazıtlarında da bilinen yerel Anadolulu bir tanrıdır. Sura’da ise, muhtemelen Apollon’un Likyalı özdeşi olarak görülüyordu. Aynı yazıtta, bir bağış ta Rhodoslu tanrı Zeut Atabyrius adına kaydedilmiştir.

Apollon Çeşmesi

Tapınağın hemen doğusunda, tepenin eteklerinden çıkan su kaynağıdır. Apollon çeşmesinden tapınağa su taşıyan kanal örgüsü, günümüzde ne yazık ki bataklığın içinde kalmıştır.

Sarnıçlar

Kuzeydeki bir tepede bulunan Bizans yapısının kalıntılarının yakınında bir su sarnıcı vardır. Kentteki çok sayıda su sarnıcı ve su kemeri olmayışı, Sura şehrinde su sıkıntısı olduğunu kanıtlamaktadır.

 

KYANEAİ-YAVU-KBAHN

Demre karayolu üzerinde, Yavu köy yakınlarında, köyün batısında kalan tepenin üzerindedir. Kaş merkeze 23 km uzaklıkta, Demre-Kale yolu üzerindedir. Demre ye yaklaşık 20 km uzaklıktadır. Myra’nın 16 km batısındadır.

Araç yolu bile oldukça berbattır. Tepeye ulaşmak için yorucu bir yol yürümek gerekir. Bölgede herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır.

GENEL ÖZELLİKLERİ:

Myra’dan sonra Orta Lykia bölgesinin en büyük yerleşimidir. Topoğrafyasından beklenmeyecek şaşırtıcı bir zenginliği vardır.

Akdeniz eteklerine değmese de adı eski Yunanca da herhangi bir rengin koyusu anlamına gelen “Kyana” dan türemiş ve “i” eki ile çoğaltılmıştır.

Akla gelen ilk koyu “Akdeniz in koyu mavisi” dir.

Ancak başka yerlerde “çınlayan kayalar” karşılığında da kullanılmıştır.

Bu yorum, şehrin üstüne oturduğu dimdik kayalıklara daha çok yakışır.

Gerçekten kayalar, bağırınca sesinizi geri verir/yankı yapar. Ayrıca rüzgar burada kayalara çarparak çınlamaktadır.

Şehrin Likçe ismi “Turaxssi” veya “Khbahn” dır.

Tüm antik coğrafyacılar tarafından adını anılmasına rağmen, uzunca anlatılmamıştır. Ne yazık ki kent yazıtları da çok bilgi vermez. 160 yıl önce, ilk kez şehrin varlığından söz edilmiştir.

Kaya mezarlardan ve çevresindeki yerleşimlerden anlaşıldığı kadarıyla, MÖ 5’nci yüzyıldan beri var olduğu belgelidir.

Agora yakınlarındaki “Kudalije Lahdi” ve üzerinde, Agora Tanrılarından bahseden yazıt (Theol Agoraioi) diğer bir önemli belgedir.

Geniş bir alana yapılan yerleşimde, en az görülen kalıntılar Helenistik döneme aittir.

Tarihçi yazar Kolb “Kyaneai hanedan yerleşiminin MÖ 4’ncü yüzyılın ikinci yarısında tamamen yıkılarak yerleşim planının tamamen değiştirildiğini” düşünür. Ancak, dönemin karmaşasında bu çok mümkün ve gerçekçi görülmez.

Helenistik dönemde, kentin bir polis niteliğinde olduğu, sur duvarları, tiyatro, balaneion ve krytoportikanın Helenistik evrelerini belirleyen tarihçi yazar Kolb tarafından belgelenmiştir.

Zaten, MÖ 1’nci yüzyılda basılan Helenistik kent sikkeleri de bunu gösterir. MÖ 167 ile MS 43 yılları arasında birlik sikkeleri basılmıştır.

Evet, kent, Helenistik dönemde orta ölçekli bir kenttir.

Helenistik lahitler, elit bir kesimin sınırlı yaşam yerleşimini tanımlar.

Anlaşılan hanedanların devamı olan ailelerin daralan güçleri ve azalan nüfusları bu resmi oluşturmuştur.

Geç antik dönemde, kent, polis niteliğini kaybeder.

Artık, önceki dönemlerden kalan yapılar ya aynısıyla ya da fonksiyonuna uyarlanarak revizyonlarda kullanılmıştır.

Bizans döneminde kent yeni revizyonlarla varlığını sürdürür.

Yapılan en önemli bina bazilikadır.

Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olarak varlığını sürdüren şehir, 10’ncu yüzyılda terk edilmiştir.

 

KALINTILAR:

Tüm yerleşimde dağınık da olsa Helenistik kalıntılar görülür.

SURLAR:

Şehrin çevresini, 450 m uzunluğunda bir sur çevirir. Surun Bizans döneminde de kullanıldığı, sonradan konan taşlardan anlaşılmıştır. Surun, batı ve kuzey kısımlarında günümüzde üç kapı görülür. Batı duvarının güney ucunda da, dördüncü bir kapı olmalıdır.

 

TİYATRO

Helenistik dönemden kalma, en tanımlanabilir yapı “tiyatro” dur.

Tepenin güney eteğinde, meyile oturtulmuş ve günümüze kadar sağlam gelebilmiştir.

Tiyatrosu 25 sıralıdır. Ancak tiyatro, diğer Roma tiyatroları gibi bir tepe yamacına yaslanarak yapılmamıştır. Tiyatronun destek duvarı vardır.

Roma döneminde: tüm yapı alanlarına dağılan zenginlikte bir kent olduğu görülür.

Özellikle MS 2’nci yüzyılda kent en parlak günlerini yaşamıştır.

Hamam ve kütüphane gibi belirgin Roma yapıları yanında Helenistik yapıların Roma evreleri bu parlaklığı yansıtır.

Hamam:

Roma  dönemine özgü, en belirgin yapı hamamdır.

MS 2’nci yüzyıla tarihlenen büyük hamam: yan yana dizili bölümleriyle, tam bir Lykia modeli gösterir.

İlk bölüm: apoditerium, ikinci bölüm tepidarium ve apsisli son bölüm ise caldarium olarak işlevlendirilmiştir.

 

YAZITLAR-İASOS

Kyanea de ana kayaya oyulu tabular içinde, en uzun kaya yazıtı, ünlü “İasos” u anlatır. Neikostratos oğlu İasos.

 

İasos kimdir?

Zenginliğiyle kenti kalkındıran İasos,Lykialıdır.

Grammateus’tur. Dolayısıyla Roma yönetimiyle çok iyi ilişkiler içindedir. Ve görevi bittiğinde, başarıları nedeniyle, Lykia Birliği tarafından onurlandırılır.

Opramoas’ın Kumluca’nın ve Lykia’nın en önemli yardımsever elitidir.

Myra’ya el atıp onurlandırmış ve kızı Lykia ile birlikte, bir Stoa yaptırmıştır.

Myra dışında, 15 kent daha İason’u yaptığı yardımlardan dolayı onurlandırmıştır.

Bu yüzden, ona Lykia’nın en büyük hakimi anlamına gelen “Lykiakn” unvanı verilmiştir.

Tıpkı Opramoas’ın ömür boyu onurlandırılma kararına karşı çıkıldığı ve başarılamadığı gibi: İason için de Moles adlı kıskanç bir Kyaneaili, böyle bir girişimde bulunmuş, ancak Antonius Plus’un Lykia Birliği görevlilerinden aldığı bilgiler sayesinde, bu en ünlü Kynaneaili nin onurlandırılmasını engelleyememiştir.

 

AKROPOL:

Asar Tepesi olarak bilinen Akropolde, çalılar arasında pek çok yapı görülür. Çoğunlukla depo, sarnıç ve kuyular izlenir. Tiyatro, hamam ve kütüphane de önemli yapıların bazıları olarak yerleşimin kentsel kimliğini tanımlar.

Yazıtına göre: Kallippos adlı bir Kynaeali nin yaptırdığı anlaşılan tapınak yapısı, Tanrıça Eleuthera’ya ait olmalıdır.

Akropolde yapılan son araştırmalarda, sarnıçların çevreden kanalize edilerek toplanan sular ve yine su toplayıcı çatı sistemi aracılığıyla doldurulduğu anlaşılmıştır.

4’ncü yüzyılda var olan planlamanın bir devamı olarak, yapıların Agora çevresinde surlara paralel ya da dik açı oluşturacak biçimde dizilmiş olmaları  dikkat çeker.

 

NEKROPOL-MEZARLAR:

Ağaçlar arasında, Roma dönemine ait irili-ufaklı 300’ü geçen lahit sayısıyla bu konuda birçok kentten zengindir. Bu yüzden buraya lahitler şehri de denir. Bu kabartmalı lahitler, MÖ 350 yılına tarihlenir. Diğer lahitlerin hepsi Roma dönemine aittir.

Kayaların yüzünde ilginç mezarlar oyuludur.

Tapınak yüzlü birinin çatısı, üzerine oturulmuş lahit, farklı ve şaşırtıcıdır.

Yazıtında “Perpenesis ve karısına” ait olduğu anlaşılırken, bu mezarın Mindis üyelerinden biri olmadan asla açılmaması gerektiğinin yazılmış olması, Lahdi daha da önemli hale getirdiği gibi mezarı koruyan kurumsal yapıyı da anlatmaktadır.

Antalya Arkeoloji Müzesinin girişinde, günümüzde görülen lahit, Kyaneai’den götürülmüştür.

 

Ksant-Hippos ve oğlu Neikostratos Mezarı:

Kentin en önemli mezarı: Ksant-hippos ve oğlu Neikostratos’un tapınak formlu mezarıdır.

İsimleri mezardaki lahitten okunmuştur.

İkinci evrede de yine mezar olarak kullanılmıştır.

Naosu, iki odalıdır.

Roma döneminde bölgede yaygın olan İon düzenindeki iki sütunlu cephelendirilmiş olan antre tapınağın ölçüleri 5.70 x 13 m. dir.

 

BAZİLİKA

Bizans döneminde yapılan en önemli yapıdır.

Bunun dışında 6 kilise daha vardır.

Kyneai nin Bizans kurumsal varlığından, en son 1315 yılında söz edilir.

 

TİCARET VE İŞLİKLER:

Kyaneai bölgesinde yaklaşık 200.000 zeytin ağacından toplanan ürünler, yaklaşık 600 işlikte işlenip toplam 600.000 litre zeytinyağına dönüştürülüyordu.

Bu ürünün en az 500.000 litresi en yakındaki Gökkaya ve Teimiusa limanlarından da dışsatım yapılarak, Kynaneai’ye zenginlik sağlanıyordu.

Yavu çevresinde bulunan 400 işlik hem zeytinyağı hem de şarap üretimine yönelik yapılmıştır.

Bu durumda zeytinyağına ek olarak hatırı sayılır bir şarap üretiminin de olduğu söylenebilir.

Dağlık arazi nedeniyle yoğun biçimde tarım teraslarına rastlanır.

 

KORBA-KÖRÜSTAN

Kyaneai’nin 5 km kuzeyinde, Körüstan Köyündedir.

Bir hanedan yerleşimidir.

Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde de Kyaneai’den sonra en önemli yerleşim düzeyindedir.

Hoyran’la birlikte yerel bir merkez konumundadır.

Yazıtlarda “Demos Korbeon” olarak anılır. Dolayısıyla, Kyneai alanında bir Kome olduğu anlaşılır.

Kuzeybatıya doğru gittikçe yükselen bir kayalık tepe üzerinde kuruludur. Güneyden gelen antik yolla tepeye çıkılır. Doğu-batı yönünde yaklaşık 240 m, güney-kuzey yönünde yaklaşık 180 m uzunlukta bir alan, tepenin doğal döngüsü eşliğinde duvarla çevrelenmiştir.

Sur dışında başlayan yapılaşma özellikle doğu ve güney yönlerden yükselen teraslanmış alanlar üzerinde akropole kadar izlenir. Kuzey ve batısı kayalık olan Akropol, ayrıca surlarla çevrilidir.

Yaklaşık 70 x 40 m ölçülerindeki şehrin beyi yerleşimi, bu kesimde 10 x 15 m yükselen bir kayalık üzerinde konumlanmıştır.

Polygonal duvar işçiliğinden kalan bölümler, Klasik çağdan izler verir.

Akropol ün güneydoğu kesiminde teras yapıları yönünde şehrin beyi yerleşiminin ana girişi vardır.

Akropol eteğinde, teraslanan yapılar arasında sık sık kaya basamaklarına rastlanır. Hibrit teknikle inşa edilmiş konutlar arasındaki kot farkı, bu merdivenlerle sağlanmıştır.

Kalıntılar arasında şarap ve zeytinyağı işliklerine rastlanması da bu bölge için şaşırtıcı  değildir. Yerleşim tepenin güneydoğu eteğindeki düzlükte, içinde kilisenin de olduğu geç dönem yapılarından oluşan kalıntı gurubu vardır. Burada bir Agora olduğu düşünülür. Burada ele geçen verilerden, yerleşimin bir ticari merkez karakterinde olduğu görülmüştür. Aralarında sarnıçlara rastlanır.

Devşirme yapı malzemelerinden, erken bir tapınağın üstüne kurulduğu anlaşılan bazilika, iki evrelidir. Trikonkhos planıyla, Myra çevresinde yoğun rastlanan yapı tipi gösterir.

Güneyden yerleşime çıkan ve tepe eteğinden batıya dönen antik yol boyunca, çok sayıda lahit ve üç kaya mezarından oluşan mezarlara rastlanır. Lahitlerin 57 tanesi, Roma dönemine tarihlenir. Yerleşimin doğusunda da birkaç lahit daha vardır. Likçe yazıtlı kaya mezarı, burada Klasik Dönem de bir hanedan yerleşimi olduğundan kuşku bırakmaz. Bölgenin asal tanrısı Apollon un yerleşimde tapınım gördüğü de bilinir.

 

HOYRAN-SOROUDA

Demre-Kaş karayolunda, Andriake kavşağının 2 km sinden güneye ayrılan yolla gidilir. Kyaneai nin 8 km doğusundadır. Esseler dağı tepesinden Üçağız a bakar. İnanılmaz güzellikteki bir panorama bakanları büyüler. Doğuya bakıldığında Andriake, güneye bakıldığında Kekova, Aşırlı adası ve sonsuz Akdeniz, güneybatıya bakıldığında Simena ve Teimiusa, Akdeniz ile Hoyran arasında da İstlada kuşbakışı görülür.

Çevresi surlarla çevrili, küçük bir bey kalesidir. Klasik dönemden Bizans dönemine kadar kalıntılar bulunur. Kynaei ye bağlıdır.

 

TA’NIN OĞLUNUN MEZARI

Kente kuzeyden gidildiğinde, ilk karşılaşılan anıt “Ta nın oğlunun mezarı”  dır.

Semerdan kayadan bağımsızlaştırılmış mezar, Lykia kaya mezarları geleneğinin ahşap imitasyon fasatlı yapılmıştır. Mimarisi kadar kabartma kuşağıyla da dikkat çeker. Mezarın semerdamının alınlığında ve altındaki kuşakta kabartmalar bulunur.

Alınlıkta ayakta duran üç figür ve sol yanlarında iki satır Likçe yazıt yer alır.

Altındaki kuşakta ise ortada klinesinde tüm Lykia da bilinen Klasik pozisyonunda uzanan mezar sahibi beyin, iki yanında ayakta duranlar vardır. Beyin ön tarafında, pusatlarıyla birbirinden farklı pozisyonlarda duran dört savaşçı betimi, arkasında ise altısı kadın sekiz figür ayakta durmaktadır. Bu gurubun önünde, Bey e yakın duran çıplak çocuk hizmetkardır. Bey in klinesinin altında yatan bir köpek ve önünde de üstünde bir krater olan bir sehpa bulunur. Beyle savaşçılar arasında üst boşlukta, beş satırlık Likçe yazıt bulunur. Bu mezarın düşündürdüğü en önemli şey, bu kadar özel bir mezarın konumudur.

Ana yerleşimin uzağında tek başına durur. Bulunduğu kayalıkta herhangi başka bir kalıntı yoktur. Aynı zamanda, hemen yakınındaki küçük bey yerleşiminin sahibi de değildir. Çünkü orada başka bir anıtsal bey mezarı zaten vardır. Bu durum Lykia anıt mezarlarının yer seçiminde, bilinmeyen başka etkenler olduğunu düşündürür.

 

TLEPOLEMOS MEZARI

Asıl kente gelmeden çok önce Ta’nın oğlunun mezarının hemen güney karşısındaki kayalık tepede küçük bir bey yerleşimi bulunur. Ana kayaya tabanı oyulan Helenistik mezarın duvar ve tavanı çok büyük blok taşlarla örülmüştür.

Mezar odası “Tlepolemos” a aittir.

Kayalığın en görünen yerinde, vadiye doğru bakan mezardan, batıya doğru 50 m kadar uzanan kayalık üzerinde, hibrit yapıların ana kayada kalmış kesimleri izlenir. Burada kademeli yükseldiği anlaşılan konutlar bulunur. İçlerinde de yine ana kayaya oyulu sarnıçlar, Klasik dönem yerleşiminin su ihtiyacını karşılamıştır. Kalıntılar batı uçtaki ev tipi Lykia kaya mezarlarıyla sonlanır.

 

MERKEZİ YERLEŞİM

Bu ilk yerleşim kalıntılarından güneye doğru bugünkü köyden geçilerek merkezi yerleşime ulaşılır. Köy evleri eski gelenekte taş-ahşap örgüleriyle muhteşem doğa içerisinde huzur vermektedir. Evlerden sonra, izlenen patikayla ulaşılan ilk düzlüğü güneyde sınırlayan kayalık cephesinde üç kaya vardır.

Bunlardan biri montaj cepheli, diğerleri tamamen kayadan oyulu Lykia mezarlarıdır. Bu kesimden kayalık arasından basamaklı bir patikayla üst tarafa çıkılır. Kentin orijinal yolu üzerinde ilerleyen  patika boyunca lahitler dizilidir. Yol bu düzlüğe ulaşır. Düzlüğün güneyini akropol kayalığı sınırlar. Bu kayalık, önünde ve içinde kaya mezarları vardır. Mezarlık meydanında çok sayıda lahit: nekropol resmini tamamlar.

 

DİKME MEZARLAR:

Kaya mezarlarının önünde bir dikme mezar yükselir. Oldukça iyi korunmuş olan dikme mezarın üzerindeki panelde 0.70 m yükseklikte ayakta bir kadın kabartması yer alır. Panelin altı, bugün okunmaz hale gelmiş olan yazıt kısmıdır.

Panelin üstünde dikmenin üst kesimini kuşatan bir silmede kabartmalar görülür. Asıl Lykia ya özgü olan ve başka bir kültürde bulunmayan bu dikmelerdir.

Ancak Lykia da bulundukları kentlere bakıldığında, neye göre yayıldıkları anlaşılmaz.

Yönetici mezarı olarak anılan bu mezarlara;  Ksanthos tan Pınara ya, Apollonia dan Trys ya kadar merkez Lykia da rastlanmaktadır.

Lykia nın doğu yarısında hiç görülmez.

Birçok merkezi kentte de bulunmadıkları halde, küçük bazı kentlerde karşılaşılır. Örneğin; Myra gibi Klasik dönemin en görkemli kentinde yokken, İsinda ya da Hoyran gibi çok küçük yerleşimlerde görülür.

Dikkat çeken bir uygulama olarak dikme mezarların genellikle kaya mezarlıklarının alt kotlarındaki düzlüklerde olmasıdır.

Görkemlilik yanında, bu nedenle de yöneticilere atfedilmiştir.

Ancak unutmamak lazım ki, dikmelerin aynı yerde bulunan bazı kaya mezarları ya da anıt mezarlar dikmelere göre çok daha anıtsaldır. Ve daha üst bir sınıfın harcı olan ekonomik statüyü temsil etmektedir.

Kolaylıkla belirlenebilen tek şey ise, kaya mezarlarının sevilirliği ve yaygınlığı modası yanında dikmelerin sayıca çok geride kaldıklarıdır.

Diğer önemli konu ise, kaya mezarları ve dikme mezarların aynı toplum ve aynı zaman dilimi içinde benimsenmiş olduğudur.

Hatta altı kaya mezarı olarak yapılan dikme mezarlar bu iki tipin rahatlıkla kombine edilebildiklerini gösterir.

Bu alanın hemen batı arkasında, aynı kayalıkta iki kaya mezarı daha bulunur. Bunlardan biri kayadan yarı bağımsızlaştırılan ve iki fasadı bulunan kabartmalarıyla  dikkat çeker.

Ön yüzünde ve yan yüzünde kabartmalar vardır. Ön yüzünde:  ev in sol döşe duvarını temsil eden kısmın üç bölümünün her birinde, ayrı bir hayvan figürü yer alır.

Alt panoda: bir sülün, ortada bir horoz ve en üstte de bir sfenks resmedilmiştir.

Bunlardan sfenks kötü ruhlardan koruyucu, sülün ve horoz da Lykialıların aylık ölü bayramlarında tanrıya sundukları bilinen kümes hayvanlarını temsil etmekteydi.

Asıl zengin kabartma kuşağı, mezarın sol yan cephesinde, ahşap kiriş imitasyonları arasında kalan üst iki panel boyunca yapılmıştır.

Üst kuşakta erkekler, alt kuşakta ise kadınlar ayrı işlenmiştir.

Bunun bir benzeri olan Telmessos Lahti kabartmasında tek kuşakta ve benzer anlatım sahnesinde kadın  ve erkekler bir aradadır.

Sahne içeriği ve düzeni, iki panoda da benzer şablonla yapılmıştır.

Üst panoda; taburelerinde karşılıklı oturan iki erkek ve arkalarında da ayakta sıralanmış altı erkek vardır.

Himation (manto) giyinmiş erkekler guruplar halinde kendi aralarında konuşmaktadırlar.

Alt panodaki kadınlar kuşağında, yine karşılıklı oturan iki kadın ve yanlarında da ayakta duran beş kadın daha vardır.

Erkekler kuşağındaki  gibi diğer kadınlar kendi aralarında konuşmaktadırlar.

İki kuşak, mezar sahibi bey ve karısının diğer aile yakınlarıyla sosyal bir toplantısı ölümsüzlüğü resmedilmiştir.

Bu sahnelerde her ne kadar yan yana sıralanmış figürler görülse de perspektif kabartma olduğundan böyle resmedilmektedir. Yani bu resimde oturanların çevresinde toplanmış kişiler topluluğu olarak değerlendirilir.

Hoyran da bulunan 23 yazılı lahdin 12 tanesi İmparatorluk dönemine, üç tanesi Helenistik ya da Erken İmparatorluk dönemine tarihlenir.

Mezarlık alanının üstünde ve tepenin denize bakan kesiminde yaygın yapı kalıntıları bulunur.

Asıl kent girişi de bu kayalıklardandır.

Ana girişe ulaşan antik yol ve kapıdan iz veren kalıntılar Akropol girişi olduğunu göstermektedir.

Lento ve söveler yerinde durmaktadır. Sövelerin iç yüzündeki boyalı Bizans fresklerinden sadece bir azizin yüzü kalmıştır. Kapının asıl yapım dönemi Helenistiktir. Kapıdan sonra hibrit yapıların kaya tabanları izlenir. Kalıntılar arasında bir işliğe ait trapetum dikkat çeker. Çevrede çok sayıda işlik vardır.

Hoyran daki işlikler göz önüne alınarak yıllık en az 15 bin ve en çok 45 bin litre zeytinyağı üretildiği düşünülür. Bu ürünlerin de Teimusa ya da Gökkaya Limanından dış satımının yapıldığı düşünülürse asıl ticaret merkezi olan ve çok yakında bulunan Andriake Limanında da pazarlanmış ve oradan da sevk edilmiş olmaları beklenir.

 

DİVLE-HALAVZA

Hoyran ı 3 km kuzeydoğusunda Divle Tepesinde duvar ve yerleşim kalıntıları ve bir de kaya mezarı bulunmaktadır.

Halk burayı, antik çıkıştan dolayı “Merdivenli” olarak anar. Tepenin asıl adı “Halavza” dır. Burası da Kyaneai ye bağlı küçük boyutlu bir köy yerleşimidir.

Yaklaşık 40 m çapında tepenin üstü genellikle hibrit yapılar içerir. Bazı duvarlar Geç Klasik dönem özellikleri gösterir. Tepenin güney ve güneybatı eteklerinde benzer karakterde yapılar teraslanarak aşağıya doğru yaklaşık 100 m kadar devam etmektedir.

2-3 odalı konutlar ve aralarında sarnıçlara rastlanır. Tepenin kuzeybatısında zeytinyağı işlikleri bulunur.

 

 

 

 

TÜSE-ÇERLER-DÜZKALE TEPE

Myra nın 20 km batısında, 700 m rakımlı Düzkale Tepesi üzerindedir. Kynaneai’nin 10 km batısında Sarılar mevkiindedir.

19’ncu yüzyıl ortalarında ilk araştırmacılara yol gösteren yerliler “Toosa” ve “Tüse” olarak yerleşimi tarif etmişlerdir.

Mezar yazıtlarında, Kyaneai kentinin egemenlik alanında olduğu anlaşılmıştır. Çevrede bilinen çok sayıda işlik, zeytin ve üzüm üretimi ve işletmesinden izler verir.

Kuzeydoğu güneybatı yönünde uzayan bir tepe üzerinde, yaklaşık 330 x 140 m ölçülerinde bir alana yapılmıştır. Dokuz alanda kümelenmiş mekan gurupları, sivil kullanıma uygundur.

Tepe çevresinde savunma duvarları bulunur. Toplam 580 m uzunluğundaki duvarlar, 4.375 hektarlık yerleşim alanını çevreler.

Güneybatıda, tepenin eteğindeki kapı görünen tek giriştir.

Arkaik dönemden itibaren, Bizans’a kadar kalıntılara rastlanır.

Helenistik veriler surların dışında, yamaçlarda yoğunlaşmıştır. Çevrede tespit edilen 7 çiftlik kalıntıları da Helenistik ve Roma dönemlerine tarihlenir. 3 tane de derebeyi konağı kalıntısı vardır.

Asıl yerleşim yoğunluğu, tepenin orta kesiminde, kalınlığı 2 m yi bulan harçsız örülmüş surlarla çevrili Akropol içindedir. Yaklaşık 1.30 x 80 m ölçülerinde genişleyen Akropol, sur duvarları ve kulelerle güçlendirilmiştir. Asıl korunaklı merkezi yapı da bu kesimin kuzey sınırındadır. Küçük ama iyi korunaklı bir iç kaledir.

450 m karelik bir alanı kaplayan uzunca bir ön alan ve iki yanındaki kulelerden oluşan, korunaklı yapı, kesitli bloklarla inşa edilmiştir. Kulenin güney, doğu ve batısında, tepenin eş yükselti eğrilerinin sağladığı doğal terasların biçimlendirilmesiyle oluşan alanlarda yapılar görülür.

Akropol’ün hemen batı bitişiğinde, kuzeyden kuleyle desteklenen surların çevirdiği, geniş alanın doğusunda tapınak olması gereken bir yapı bulunur. İç kale güneyindeki yapı topluluğu içinde bir Heroon yer alır. Sur içi ve dışında toplam 10 adet su kuyusu ve sarnıç bulunur.

Akropol’de bir de “ante tapınak” vardır. 11 x 6 m ölçülerindeki tapınağın taş işçiliği Avşar Tepe hanedan mezarının işçiliğine yakındır. Dolayısıyla MÖ 5’nci yüzyıl ortalarından olmalıdır.

Akropol ile kent duvarları arasında farklı yerlerde sarnıçlar, oda mezarlar ve tanımlanamayan başka yapılara ait kalıntılar bulunur.

Kent duvarlarının kuzeybatı ucundaki kayalıklarda, bir kaya mezarı ve bir de oda mezar ardır. Güneydoğu uçta bir lahit görülür.

Kale içinde ve dış kalenin batısında, tümülüs olabilecek tümsekler vardır.

Asıl doğusunda ve güneybatısındaki Klasik dönem tümülüsleri, Lykia’da varlığı çok az bilinen bu mezar tipi açısından önemli bilgiler verir. Blok taşlarla örülen mezar odasının üstünde, moloz taşlarla az yükseltili tepecik oluşturulmuştur.

Akropolün güney eteğinde bulunan tek kasetli yalın bir kaya mezarı üzerinde yükselen dikme mezardan kalan parça üzerinde kabartmalar vardır. Kabartmada: bir aslan, ayakları atında bir yaban keçisini ezmektedir. Diğer parça üzerinde ise, mezar sahibinin banket sahnesi vardır. Kabartmalar, MÖ 6’ncı yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir. Bu mezarın yakınında bir de montaj cephesi tamamen kaybolmuş olan diğer bir kaya mezarı bulunur.

Kalenin güneyindeki Heroon, 6.30 x3.50 m ölçülerinde, iki metre yüksekliğinde bir podyum üzerinde yükselir. Heroon, 5’nci yüzyıla tarihlenir. Tüse çevresinde tümülüs olması muhtemel on örnek tespit edilmiştir. Mezar odaları taşla örülüdür. Bir örnek oda, kısmen ana kayaya oyulmuştur. Tümülüslerin etrafı basamaklı olarak, ortosthat biçiminde çevrelenmiştir. Aynı işlem, içte de yapılmıştır.

Kentte on adet mezar saptanmıştır. Oda mezarlar, kuru taş duvarlarla örülmüş ve üstleri monoblok büyük taşlarla örülmüştür. Genellikle dikdörtgen formda küçük odalardan oluşur.

Kentte 8 adet de yayın mezar vardır. Diğer çevre yerleşimlerine göre, Tüse de az sayıda lahit vardır. Toplam 8 adet sayılmıştır

Yerleşim suru içindeki tek örnekte bulunan Likçe yazıtta, Kuprijja’nın mezarı, kendisi ve kendinden  sonraki aile üyeleri için yaptırdığı anlaşılmıştır.

Bunun doğusunda diğer lahit yazıtı, sahibinin Kyaneai vatandaşı olduğunu anlatmaktadır. Üzerinde Helios kabartması ise hala görülmektedir.

Yerleşim eteklerinde ve çevresinde bulunan mezarlar neredeyse her tipi örnekler; tümülüsler, dikme mezarlar, heroon, kaya mezarları, oda mezarlar ve lahitler, mezarlar; bir mezarlık anlayışından öte, oldukça dağınık konumlanırlar.

Tüm özellikleriyle bir Lykia hanedan yerleşimidir. Kyaneai ile yaklaşık ölçülerde bir yerleşim alanını kaplar. Muhtemelen bu ve yakın çevresindeki benzeri hanedan yerleşimleri, en büyükleri olduğu sanılan Avşar Tepe ye(Zagaba) bağlıdır.

 

ZAGABA-AVŞAR TEPE

Kyaneai nin 3 km güneybatısındadır.

Lykia nın en geniş hanedan yerleşimleri arasında sayılır. En iyi korunmuş Arkaik ve Klasik dönem yerleşimidir. Klasik dönemdeki orijinal adı:  “Ksanthos” yazılı dikmesiyle anılan “Zagaba” olmalıdır.

Avşar Tepesine MÖ 7’nci yüzyılda yerleşilmiş ve 5-4’ncü yüzyıllarda yoğun yerleşimin ardından 4’ncü yüzyılın ortasında tamamen terk edilmiştir. Dolayısıyla Avşar Tepenin bölgedeki hükümranlığı da bitmiştir.

Daha önce Lykia kazılarında, özellikle Patara da, Ksanthos ta, Limyra da ve Rhodiapolis te bulunan Geç dönem çömlek evresi, bu kez mimari kalıntılarıyla da belgelenmiştir.

En erken yapı evresi MÖ 6’ncı yüzyıla verilir. Daha da erkeni, yerleşimi 4/3 bin yıllara indiren seramiklerdir. Bunlar, Avşar Tepesinin dolayısıyla sahil Lykia nın Prehistrik çağlardan beri yerleşim gördüğünü göstermektedir.

Avşar Tepe araştırmaları, Agorasıyla erken kentsel doku ve ev mimarisi gibi detay bilgileri ulaştırılmaktadır.

Genel olarak surlarla çevrili bir Akropol, Akropolün batı ve güneyinde yedi hektarlık konut unsurların tercih edildiği Lykia yapı tekniğini anlatır.

Doğudaki yüksek tepe üzerinde, yaklaşık 0.5 hektar ölçüsündeki alan, üç kapı ile girilen surlarla çevrilmiş ve kulelerle desteklenmiştir. Yerel bir özellik olarak surları  destekleyen kuleler, aynı zamanda konut olarak (kule ev) düzenlenmiştir.

Akropolde hanedan, rahip ve tüccarlar yaşarken, kentin kıyılarındaki mahallelerde çiftçiler ve diğer halk yaşamaktaydı.

Yerleşimin kuzeybatı köşesinde açılmış, derin dikdörtgen havuzlar, burada bir zanaatkarlar mahallesi olduğunu düşündürür.

Yerleşim yamacının güneybatısındaki yapılar ve kaya kütleleri arasında kalan düzlük alan organize edilmiş, 2700 m karelik bir kent meydanı niteliğindedir. Tapınak da bu meydanda yer alır.

Ksanthos Yazılı Dikmesinden öğrenildiğine göre, Lykialılar bu meydanlarına Klasik dönemden beri “Agora” adını vermişlerdir.

Alanın güney sınırında öndeki meydana bakan dikdörtgen formlu bir tapınak podyumu bulunur.

Hangi tanrıya ait olduğu konusunda bir veri yoktur.

Agora boyunca uzanan 8 m genişliğindeki temel duvarın ahşap oturma yerlerini desteklediğini ve bu alanın tören ve gösterilerin izlendiği bir tür tiyatro olarak kullanılmış olduğu anlaşılır.

Surlar içinde belirlenen çok sayıdaki evlerin çoğunluğu, sıra odalı, tek odalı ve verandalı ev tipindedir. Az sayıdaki ev de kavisli, araziye uygun duvarlarla örülmüş niteliksiz örneklerdir. Yamaçlarda inşa edildiklerinden, özellikle arka kısımları ve zeminleri ana kayadan kesilmiştir. Ama asıl malzeme, ahşap ve kerpiçtir. Kademeli 2-3 katlılık söz konusudur. Düz damla örtülmüşlerdir.

Geç Kalkolitik ve Erken Tunç Çağına kadar erkenlere inen bu dağ yerleşimindeki evler, yerli mimari biçimleri içermekteydi. Çoğunluğu oluşturan tek odalı evler, Klasik dönem halkının çoğunlukla ne tür mekanlarda yaşadıklarını gösterir.

Kavisli evleri de bu gruba kattığımızda, oldukça niteliksiz ve minimal ölçülerde yapılmış sığınaklarla karşılaşılır. Bu tiplerde bir ev organizyonundan bahsetmek imkansızdır. Bazıları verandalı olan, yan yana sıralanmış odalardan oluşan evler için ev tanımı yerini bulmaktadır.

Güney Nekropolden anlaşıldığı kadarıyla, mezarlık bir mahalle gibi organize edilmiş ve bu mezarlar da konut planlarında inşa edilmiştir. Yaşayanların mimarlığı ile ölülerin mimarlığı arasında bir birlik vardır. Lykialılar ölülerle birlikte yaşamaya ve onlar için mezarlıklarda tanrılara tapınmaya devam etmişlerdir. Zaten Likçe de mezarlıklar hakkında “Glah” (kutsal alan) olarak bahsedilmesi de rastlantı değildir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ARNEAİ-ERNEZ-GÜNÇALI

1880’lerde Ernez halkının neredeyse tamamının öldüğü veba salgını nedeniyle konulan karantina sonucu, yerleşimde araştırmalar durur.

Myra’nın 26 km kuzeybatısındadır. Oldukça bereketli topraklar üzerinde kurulmuştur. Finike’den 45 km uzaklıktadır. Lymra-Arykanda yolunun 25. km den Kaş yönüne 10 km vadiye doğru inildiğinde varılır. Ernez’den 5 dakika yürüyüş mesafesinde güneydedir.

Tarihte adı çok anılan bir kent değildir. Küçük bir yerleşimdir. MS 1’nci yüzyılda, Sympoliteialara dahil olduğu bilinir. Yazıtlar; Bizans döneminin sonuna kadar Myra’ya bağlı olduğunu gösterir. Myra’ya bağlı bir piskoposluk merkezi olarak 9. sırada anılır.

Doğal korunaklı köyden, güney uzanımlı kayalık bir tepe üzerinde yer alır. Üç yanı derin vadidir. Yerleşime doğru çıkarken, yerleşimin en erken kalıntılarıyla karşılaşılır. Yerleşim başlangıcındaki kayalıklarda iki kaya mezarı görülür.

Lykia tipi ahşap konstriksiyon mezarlarda, bir de Likçe yazıt bulunur. Yazıtta; “Dynast Perikle nin anılması nedeniyle” tarihi MÖ 38-360 olmalıdır.

Yerleşimin Klasik varlığını kalenin duvarlarındaki tarepezodial işçilikteki bloklar ayrıca kanıtlar. Sonrasında ulaşılan kayalık alanda, taş ocağı ve ahşap hatıl yuvalarının bulunduğu bazı hibrit yapı kalıntıları bulunur.

Köyün sırtını dayadığı kuzey kayalıkta, irili ufaklı kaya mezarları bulunur. Biri Lykia mezarı karakterinde, diğer 7 tanesi ise montaj cepheleri bugün dökülmüş olan boş odacıklar halindedir.

Tepenin doğal yapısının biçimlendirdiği elips biçiminde bir savunma duvarı Akropolü korur. Duvar işçilikleri, Klasik ve Helenistik dönemlerde kullanıldığını gösterir. Kulelerle berkiltilmiş duvarlarda, farklı dönemlerin işçilikleri görülür. Anlaşılan uzun dönemlerce kullanılmıştır.

Surların içinde fazla yapı kalmamışsa da kilise, yapı ve işlik kalıntıları bulunur. Duvarların içinde devşirme olarak kullanılan yazılı bloklar, sonradan misafirhaneye dönüştürülen bir hamamın varlığından haber verir. Yapı: Traianus’a adanmıştır. Bu yazıtın, en önemli yanı, bugüne dek Lykia nın hiçbir kentinde varlığı bilinmeyen parokhionun (resmi konuk evi) Arneai deki varlığını gösterir.

Diğer ilginç bir yanı da aynı dönem (Roma) içerisinde bir hamamın bambaşka işlevdeki diğer bir yapıya dönüştürülmüş olmasıdır. Bu işler için Arneai li soylu kadın Lalla, 300 Dinar yardım vermiş ve bu nedenle onurlandırılmıştır. Dioteimos’un eşi olan Lalla, İmparator kültü rahibesidir. Bir diğer yazıt, yere bir tanrı olan Tobaloas a adanmıştır.

Kentte tam tanımlanabilen bir yapı görülmüyorsa da 141 depreminden sonra Opramoas dan 6000 Dinar yardım görmüş, Kyaneaili İason tarafından desteklenmiş ve III Gordianus tarafından sikke basma hakkı tanınmıştır.

Yerleşimin güney yamacında, üç nefli bir Erken Bizans kilisesi vardır. 3.65 m çapında bir apsis ve mozaik döşemeli nartheks görülür. Bir köy evinin duvarında, eşit kollu bir Latin Haçı kabartması görülür.

Arneai nin yakın çevresinde bazı kalıntılar vardır. 8 km güneydoğusundaki Çağman da Likçe yazıtlı kaya mezarı ve yazıtında mezar sahibi “Arneai” ethnikonu taşıyan bir lahit dikkat çeker. Az sayıda başka kalıntılar da vardır.

Çağman’ın batısındaki Güceyman da ise Roma dönemi duvar ve lahit kalıntılarıyla Bizans dönemi kilise kalıntıları görülür.

 

 

 

 

 

TUBURE-TYBERİSSOS-TİRMİSİN-ÇEVRELİ

Myra’nın 12 km güneybatısında, Tirmisin Ovasının doğusunda ovaya egemen konumdaki 310 m yükseklikteki tepe üzerinde kuruludur.

Teimiusa’nın kuşuçumu 2 km kuzeyindedir.

Ksanthos Yazıtlı Dikme’ye dayanarak, eski yerel adının “Tubure” olduğu belirtilir.

Yunancası ise “Tyberissos” dur.

Geç Helenistik yazıtta da okunur.

Bugün kullanılan “Tırmısın” ise aynı isimden değişerek gelmiştir.

Kent sikkelerinin ön yüzünde Apollon, arka yüzünde Artemis başları vardır.

Helenistik Dönem’de demos statüsündeydi.

Araştırmacılara göre, Tyberisos’un Myra’ya bağlı olduğunu, Teimiusa ile birlikte ortak bir demos kurduğu söylenir.

Kentte ele geçen yazıta göre: Augustus döneminde Myra ile sympoliteia oluşturmuştur.

Mezar ceza yazıtlarından Myra’ya bağlı, Tyberissos olduğu anlaşılmaktadır.

Hemen yakınındaki Kyneai’yle bağlantısı olması, geniş teritoryuma sahip olan Myra’nın siyasi gücünden kaynaklanmaktadır.

Klasik Dönemden Geç Antik’e kadar kalıntılar görülür.

Yerleşimin üzerinde ve eteklerinde yayıldığı iki tepeden kuzeye yüksekçe olanı surla korunmuş bir yerleşim niteliğindedir.

17 x 16 metre ölçülerindeki merkezi korunaklı birimin çevresi arazi biçimine göre şekillenmiş duvarlarla çevrilmiştir.

Duvarların kuzey ve güneyinde giriş açıklığı vardır.

Asıl anıtsal giriş batı yüzde bulunur.

Kaleden güneye doğru alçalan yamaçta bazı yapı kalıntıları görülür.

Kalenin kuzeyindeki tepecikle arada kalan sırtta, yerleşim kalıntıları vardır.

Bunların çoğunluğu konutlar, işlikler ve sarnıçlardır.

Kalenin yaklaşık 150 m güney aşağısında bir gözetleme kulesi vardır.

Apollon Tapınağı yanında bulunan yazıta göre, Roma ile Lykialılar arasında bir anlaşma yapılmıştır.

Ovaya doğru yamaçta çoğunlukla lahit olan mezarlar bulunur.

Klasik Döneme ait iki kaya mezarı kabartma ve Likçe yazıtla dikkat çeker.

Güney tepecik üzerinde agora alanı ve bunun güneyinde de Bizans kalıntıları görülür.

Devşirme malzemelerin de kullanıldığı 3 nefli bir şapel, Helenistik Apollon Tapınağı alanına yapılmıştır.

Buradaki yazıtlardan birinde kentin adı okunurken, diğer birinde Apollon tapınımı kanıtlanmaktadır.

 

Istlada

İSTLADA-HAYITLI

Demre ile Tirmisin (Çevreli) arasında, Hoyran’ın kuş uçuşu 2.5 km güneydoğusunda, Gökkaya deresinin oluşturduğu vadide, Myra’nın 10  km güneybatısındadır.

İstlada, Luwi dilinde “vadi dibinde derecik” anlamına gelen bir sözcüktür.

Ortaçağ denizcilik haritalarında “Ebi” olarak anılan Gökkaya (Yalıbey) Limanının kuzey yakınındadır. Limanla kent arasında ulaşım vardır.

Batısında Tyberissos, kuzeyinde Hoyran vardır. Güney sonu Akdeniz’dir.

Sura ile arasında modern yolla ölçüldüğünde 8 km uzaklık vardır.

Kapaklı köyünün 200 m batısından ayrılan yolla ulaşılır. Yolun son 15 dakikalık kısmı yaya gidilmesi gerekir. İnce ve keyifli bir patikanın sonunda, aniden kalıntılar görülür.

Hayıt ağaçlarının yoğun varlığı nedeniyle, Kapaklı yerleşimi Hayıtlı olarak da biliniyor. Asıl ismi bir lahitten okunur: “3000 Dinar gibi büyük bir mezar cezası İstlada halkına Xomendis adına ödenecektir”

Başka bir mezar yazıtında da cezanın Myra’ya ödenecek olması, İstlada’nın Myra’ya bağlı olduğunu kanıtlar.

Kuzey tarafında yükselen dağın başında, Hoyran Akropolü bulunur.

İki küçük tepecik arasındaki dar patikanın yerleşime vardığı son kısımda kalıntılar başlar.

Doğu-batı yönünde uzayan tepenin güney yamaçları, yoğun yapı kalıntıları barındırır.

Kademeli yapı teraslarındaki çok sıkışık düzende yerleştirilmiş yapılar çoğunlukla konutlardır.

Arada basamaklı merdivenlerle yamaç yapılarına ulaşılır.

Son kademede, sarp kayalık kesimin diplerine kadar yapılar çıkar.

Çoğunlukla ana kayanın olanaklarından yararlanarak alt ve arka kesimleri oluşturulmuş ve sağlam yapı tekniği ve malzemesiyle de yükseltilmişlerdir.

Yani çoğunlukla hibrittir.

İlk kesimde, antik yolun iki tarafında karşılaşılan yapıların bazılarının cephelerinde steller kabartılmıştır.

Konut planlarında dikkat çeken kapalı bir ön alanda açılan odalardır.

Son konut yerleşimi, merkezin yaklaşık 200 m doğusundaki iki odalı ve ön avlulu yapıdır. Tonozlarla örtülmüştür.

Hemen her yapının bir sarnıcı vardır. Kaynak suyunun yokluğundan kaynaklanan ciddi su sorunu böyle aşılmıştır. Yamaçtan akan sular, her inişte bir sarnıçta toplanmaktaydı. Çatılardan ve yamaçtan inen sular, kaya yüzünde sarnıçlara kanalize edilmiştir.

Yapıların duvar ve taş işçilikleri Helenistik ve daha çok da Roma dönemlerinde yapılaşma gösterir.

Klasik dönem hanedan yerleşimine ilişkin bir kalıntıya rastlanmamıştır.

Zaten buna uygun, korunaklı bir topoğrafik doku da söz konusu değildir.

Helenistik dönemde, demos olduğunu, bir mezar yazıtı söyler.

Mezar yazıtındaki ceza ödeme kasasının İstlada olması bu dönemde, Myra’nın baskınlarına rağmen bir bağımsızlık göstergesidir. Roma döneminde ise kome ölçülerinde bir yerleşimdir.

Roma kent meydanının, kiliselerin bulunduğu düzlük olduğu, bugüne ulaşabilmiş heykel altlıklarından anlaşılır.

 

ÜÇAĞIZ KÖYÜ-TEİMİUSA-TRİSTOMON

Karayolu ile Kaş ilçe merkezine 33 km uzaklıktadır. Demre ye uzaklık ise 14 km dir.

Küçük bir Akdeniz balıkçı köyüdür. Doğal bir liman görünümündedir. Kekova tekne ve kano turlarının başlangıç yeridir. Tarifeli ve özel Kekova Tekne turları buradan hareket etmektedir. Buraya aracınızı bırakıp turlara katılabilirsiniz.

Ayrıca: Mavi yolculuk tekneleri, buraya mutlaka uğrarlar. Uçağız köyünden Kekova’ya gidiş yaklaşık 10 dakikadır.

Demre merkeze bağlı olan köyde bulunan tezgahlarda, köylü kadınları kendi yaptıkları el ürünlerini satarlar. Ayrıca üçağız köyünde, birçok pansiyon, lokanta ve turistik işletme vardır. Sakin ve küçük bir yer olması nedeniyle, turistler tarafından yoğun tercih edilmektedir.

Teimussa

Köyde bulunan Teimussa antik şehrinin geçmişi, MÖ 4’ncü yüzyıla kadar gider.

Rumca’da “Tristomo” ya evrilen “Teimiusa” hem dün hem de bugün olağanüstü büyüleyici bir sahil yerleşimidir.

Kekova adasının gizlediği Ölüdeniz’den: açık denize 3 yolla çıkıldığı için buraya “Üçağız” anlamına gelen isimler verilmiştir.

Üçağız köyünde küçük adacıklar bulunur. Bunlar: Toprak ada, Frencirli ada, Marpuçlu ada ve Kireçli adadır.

Yağmur sularıyla dağlardan taşınan dolgu, Üçağız önündeki suları doldurup kalıntıları örtmüştür. Yine de denizin içinde pek çok yapı ve mezar kalıntısı görülmektedir.

Teimusa ile Simena arasında kalan, tekne güzergahındaki küçük adaların neredeyse tamamı antik dönemlerde taş ocağı olarak kullanılmıştır.

Adı bir yazıttan bilinir. Mezar yazıtlarında, mezara karşı işlenecek suçların karşılığı alınan cezaların Myra ya da Kynaneai’ye ödenmesi gerektiği yazar. Bu durum anlaşılmaz çünkü, iki büyük kentin arasında böyle bir anlaşma mı vardı yoksa Myra ve Kyaneai farklı dönemlerde buraya egemenmiydiler bilinmez.

Ancak, Teimiusa’da yaşayan pek çok Myralının ana kente bağlılıklarını sürdürdükleri açıktır. Örneğin: Epahrodeitos adlı biri, Teimiusa’da bulunan ve Myra arşivlerine kayıtlı olan bir mezar satın almış ve yazıtta mezar cezasının Kyaneai’ye ödeneceği yazılmıştır. Başka bir mezarın sahibi olarak yazılan Lalla da, Myralıdır. Kesin olan, Kyaneaililerin mutlaka bu önemli limana sahip olma istekleriydi. Çünkü Myra’nın Andriake’si varken, Kynaneai denize açılma konusunda sorunluydu. Denize sahilleri olmayan dağ yerleşimi olan Kynaneaililer’in de liman olarak kullandığı küçük bir yerleşimdir.

Deniz yolları kavşaklarında yer almaz. Karasal olarak da bağlantıları zayıftır. Teimusa köyünün rüzgarlara karşı korunaklı konumu, deniz sığınağı olarak çok iyi şartlar sunar. En yakınındaki merkezi liman olan Andriake ile nasıl bir hukuku olduğu bilinmez. Pek çok yazıtta hem Myra’nın hem de Kyaneai’nin anılmış olması, aslında Teimiusa’da çok sayıda Myralı ve Kyaneaili vatandaşın yaşadığını belgelemektedir.

KALINTILAR

Yerleşim limanın iki yanında, sahile paralel uzanır. Klasik dönemden Bizans dönemine kadar kalıntılar vardır. Bugün derenin alüvyonlarla doldurduğu ve günümüz meydanı ve limanı oluşturan alan, Antik dönemde teknelerin yanaşabileceği bir limandı.

Doğu tarafta, sahil kayalıkları üzerinde 50’den fazla mezar barındıran iyi korunmuş bir nekropol vardır. Nekropolde oldukça iyi korunmuş mezarlar, hiç eksilmeden günümüze kadar gelmiştir. Mezarların podyumları genellikle ana kayaya oyulmuştur. Tekneler ve kapaklar da bu alanda, yerli kayadan kesilmiştir.

Nekropol sokağının iki yanı boyunca dizili mezarların arasından anıtsal kapılarla sahil kesimine çıkış verilmiştir. Nekropol içinde çok sayıda yapı kalıntısı ve sarnıç bulunur. Son kesimde de büyükçe bir alan taş ocağı olarak kullanılmıştır.

Tüm sahil boyunca yaşanan çöküntü nedeniyle yapılar büyük oranda sulara gömülmüştür. Günümüz zemini, antik yürüme zemininden yaklaşık 3 m yukarıdadır.

Nekropolün kuzeybatısında yükselen tepe üzerinde korunakla bir kale bulunur. Kalenin batısında konutlar, kilise ve diğer yapılar vardır. Bunlar arasında üç nefli bazilikal planlı kilise, en büyük boyutlu yapıyı oluşturur. Apsis içinde ana kayaya açılmış olan sarnıçların konumu oldukça  dikkat çekicidir.

Diğer bir kilise de rıhtımın içerde sonlandığı kesimde, batı tarafta konumlanmıştır. Diğeriyle benzer ölçü ve plandadır. Bölgede yaygın olan üç bölümün yan yana sıralandığı plan tipindedir.

Yerleşimin batı sınırında en son taş ocakları ve muhtemelen yerleşim kıyısındaki çiftliklere ait kalıntılar bulunur.

Tüm bu kalıntılı alan üzerinde, günümüzde maalesef yeni köy yerleşim katmanı yayılmıştır. Yerleşimdeki tek ilgi çeken mezar, iskeleden biraz içeriye doğru gidildiğinde bulunur. Mezarın üstünde “Xluwanimi” adı okunur. Nasıl biri diye merak edildiğinde ise, boydan çekilmiş resmi kapının yanındaki kabartma paneldedir. Sportif genç bir adamdır. Bilinen sadece resmin aktardıkları ve yazıtın “Xluwanami bu mezarı karısı ve çocukları için, Perikles’in hükümdarlığı zamanında yaptırdı” cümlesidir.

Sahil boyunca serpiştirilmiş lahitler, başka ölüler mahallesini oluşturur. Ancak bu mezarlarda ne resimler ne de adlar vardır.

 

Trysa şehri

TRYSA-TRUSN-GÖLBAŞI

Davazlar köyü Gölbaşı Mahallesindedir.

Demre-Kaş karayolundan ayrıldıktan sonra, sapılan dağ yolu, kötü de olsa yerleşim tepisinin dibine kadar araçla gidilebilir.

Yavu’nun 6 km kuzeydoğusunda Kocaorman içinde yükselen tepede konumlanır.

Güneydoğusu Myra vadisine açılır.

Kalıntılar 550 metre uzunlukta ve 150 metre genişlikte bir alanı kapsar. Denizden yükseklik 866 metredir.

Önemi:

Şehir, MÖ 2’nci yüzyılda Lykia Birliği üyeleri arasında görülür.

Likçe ismi “Trus” dur. Şehrin kuruluşu MÖ 7’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Yani Lykia’nın en erken örneklerini barındırmaktadır.

Evet, Klasik dönem Lykia’sının küçük bir yerleşiminin tüm özelliklerini barındırır.

Ancak az da olsa Bizans Dönemine kadar da kalıntılar bulunur.

Kalıntılar:

Kalıntılar, günümüzde, kuzeydoğu-güneybatı uzantısında, bir tepede ve bu tepenin güney düzlüklere bakan eteklerindedir.

 

 

Heroon:

Ünlü Heroon, ince uzun yerleşim tepesinin doğu ucunda ve sur dışında tek başınadır.

Ve bir ölü akropolü gibi etrafı kendine özel koruma duvarıyla çevrelenmiştir.

Evet, bilim dünyasında en çok ünlü heroonu ile tanınır.

En çok da bu görkemli anıtın tümüyle Viyana’ya taşınışının acıklı hikayesiyle hatırlanır.

Önce, 1842 yılında Schönborn taşımayı dener.

Almanya’ya yazdığı mektupta “Fellows ekibinin Ksanthos anıtlarını sökmeye ve İngiltere’ye taşımaya başladıklarını, eğer acele etmezlerse Trysa anıtının da İngiltere’ye taşınacağını” yazar.

Karşıdan gelen yanıtta: “bir an önce hiç olmazsa önemli parçaların taşınması” istenir.

Neyse ki o dönemde Osmanlı Sultanından bu izin alınamadığı için anıt bir 40 yıl daha yerinde kalır.

Ancak Lykia’da görkemli bir anıt bırakmamaya kararlıdırlar.

Trysa Anıtı’nın da peşini bırakmayacaklardır.

Nihayet; 1881 yılında Trysa’ya gelen Benddorf, dağdan denize yaptığı özel yoldan 1882-83’de tüm Heroon’u Viyana’ya taşır.

Bu kez her yolu denemiş ve güya izin de almıştır.

Anıt bugün Viyana Müzesinin duvarlarını süslemekte ve depolarını doldurmaktadır.

Evet, anıt bugün yerinde değil, ama ben yine de anıt hakkında bilgi vermek istiyorum.

Anıtın güney cephesi ortasında açılan ana giriş oldukça anıtsaldır.

Bugün görülemeyen orijinal yapısında lentonun dışa bakan yüzünde baş ve ön vücutları görülen kanatlı boğalar ve gorgo medusa vardır.

Anıt kabartma programının en eğlenceli bölümü, kapısının iç kesiminde, lento ve sövelerdedir.

Lento’da müzisyenler çalarken, söveler de gerçek boyutta birer dansöz betimlenmiştir.

Aralarında da rozetler görülür.

Şimdi artık görülmeseler de, anıt mezarı çevreleyen 3.3 m yükseklikteki temenos duvarları boyunca kabartma kuşakları uzanır.

Mitolojik sahneler içinde, Grekler’le Amazonlar’ın savaşı, Yedilerin Thebaililer’e karşı savaşı, Troya savaşı, Theseus’un başarıları ve Peirithous’un düğününde olan Lapith-Kentauros savaşı gibi sahneler yer alır.

Anıtın iç yüzende de kabartma kuşakları devam eder.

Bunlar: Odysseus’un intiharı sahnesi, Meleagros’un Kalydon domuzuyla mücadelesi, Bellerophon ile Pegasos’un mücadelesi, Theseus’un İsthmos’a ulaşması ve ölü kültü sahneleri bulunmaktadır.

Tyrsa şehriAnıt her yanıyla önemli bir kahraman yöneticinin mezarı olduğunu göstermektedir.

Ve anıttaki kabartmaların ikonografik içeriklerinin çoğunlukla mitolojik olması, mezar sahibi yerle de olsa kültürünün yerli olmaktan çıktığını göstermektedir.

Ünlü Dereimis-Aiskhylos lahdi de, heroon’un doğu dışında bulunmaktaydı.

Günümüzde, çıkılmaz olan tepeye, hala Benndof’un kabartmaları taşımak için açtırdığı yoldan ulaşılıyor.

Dolayısı ile, yol doğrudan, yerleşim tepesinin doğu ucundaki Heroon’a ulaşır.

Bizlere, bugüne kalan o kadar azdır ki, literatür bilinmese, burada görkemli bir heroon olduğunu tahmin etmek oldukça güçtür.

Sadece tabanlar ve yalın duvar taşları kalmıştır.

Bir de Benndof’un kestiği halde götüremediği, Heroon’un sahibinin yan yatmış kaya mezarı.

Gölbaşı Anıtı

Gölbaşı Anıtı;

Bu anıt “Gölbaşı Anıtı” olarak isimlendirilir.

MÖ 420-410 yıllarına tarihlenir.

22 x 26 metrelik bir alanın ortasında, kayalara oyulan lahit ve onu çevreleyen 3 metrelik duvarlardan oluşur. Duvarlar çok köşeli taşlardan örülmüştür.

Bir aile için hazırlanan lahit, yerli kayadan oyularak çıkarılmış ve bu duvarların batı köşesine konulmuştur.

Heroon dışında köşedeki bu lahdin her iki yanında cenaze şölenini gösteren kabartmalar vardır.

Gölbaşı Anıtı frizleri

 Nekropol ve Mezarlar:

Tepenin batı eteklerindedir.

Bu gurupta 20’den fazla lahit vardır.

10 kadar dağınık lahit de, bu gurubun doğusundadır.

Evet, kentte Lykia’ya özgü farklı mezar tiplerinden nitelikli örnekler vardır.

Yerleşimin batı ucunda, gerçekte 4 m yüksekliği olan dikme, bir zamanlar ayaktayken tepesindeki mezar odasında bir savaşçı yatmaktaydı.

Altlıktaki atlı savaşçı kabartmaları bunu doğrular.

Her bir Lykia kentindeki yapı formları ve kabartmalar Lyka geleneklerini günümüze taşır.

Lahitlerden birisi kabartmalarıyla diğerlerinden farklıdır.

Kapak yüzünde taçlar ve masklar arasında savaş arabasında kral resmedilmiştir.

Bu kişi mezarın sahibi olmalıdır.

Taçlar ise Trysa’nın yönetim kenti olduğunu göstermektedir.

Kapağın uzun kenarında öküz ve inek başları, diğer dar yüzünde yunuslar işlenmiştir.

Ölü törenlerinde kurban edilen hayvanlara rastlamak ne kadar doğalsa bir mezarda Gorgo kabartması olması da o kadar doğaldır.

Gorgo: kökleri Mezopotamya’da Lamastu’ya inen en eski ölü kültü unsurlarından biridir.

Lahitin diğer yanında görülen kaz üzerindeki adam ise benzersizdir.

Etrafında insanlar ve dörtnala bir atlı izlenir.

Belli ki bilinmez bir Lykia mitolojisinden izler taşımaktadır.

Trysa mezar kabartmaları çok kırılıp dökülmüş ve neredeyse tamamen taşınmış olsa bile Lykia ölü gömme gelenekleri konusunda önemli bilgiler verir.

Mezar steli üzerindeki köpek kabartması bunlardan biridir.

Bir zamanlar evin kapısında sahiplerini korurken şimdiki yanlızlığında, çalınmaktan koruyamadığı ölülerine yanmaktadır.

Sanki Lykia’da zaman durmuş ve sanki Lykia’nın günlük yaşamında ne varsa atıyla, köpeğiyle, kralıyla ve haykıyla ve de kültürüne kattığı yerli olmayan efsanelerin resmiyle tümü birlikte öteki dünya sahnesinde yer almış ve kabartmalarla ölümsüzleştirilmiştir.

Ve de en dikkat çekici: bu saraysız kral, küçücük surların içerisindeki küçük konutunda yaşamışlığın tersine olağanüstü görkemli bir mezarda kalıcılığı seçmiştir.

Sanki, Kral yaşarken güç gösteren yaşayan bedenindeki erktir de, öldükten sonra bunu halkına hatırlatan aynı erkin mimariye ve sanata yansımışlığıdır.

Kale:

Tepenin doğu kesiminde konuşlanmıştır.

Tepenin morfolojisine göre biçimlenmiş olan sur duvarlarından içeriye, girintili korunaklı yapısıyla ana kale girişinden geçilir.

Bugün, bu kesimdeki nitelikli duvarlar ve özel düşünülmüş planlama görülecek kadar ayaktadır.

Kapıdan sonra dar alana sıkışmış iç kale alanına girilir.

Kale yaklaşık 100 metre uzunluğunda ve yer yer 20-30 m’ye daralan üst alanıyla salt kral mekanının korunması amacıyla tasarlanmış görülmektedir.

Bu kesimde, Kyaneai açıklıkla görülebilmektedir.

Kapıdan girildikten sonra karşılaşılan ilk alanda, benzerini Lykia’dan bilinen ilginç bir kaya-kült anıtı bulunmaktadır.

Bir podyuma benzer kesilen ana kayanın önündeki iki dikme altlığı bulunmaktadır.

Ana girişten gelenleri karşılayacak konumda olması dikkat çekmektedir.

Kaya anıtının hemen doğusundaki dar alanda küçük bir şapel, sarnıçlar ve işlik kalıntıları da bu kesimin dönemler boyunca kullanılmış olduğunu gösterir.

Trysa Anıtı:

Tepenin eteklerinde lahitlerin bulunduğu alanda, akropolün güney eteğindedir.

Anıt Lykia’da hep yönetici sınıfa mal edilenlerle aynıdır.

Muhteşem Heroon’un sahibi esaslı bir kraldır.

Dikmenin sahibi de ondan daha erken, bir 6 ncı yüzyıl kralıdır.

Ve ikisi de yönetim sınıfındaysa neden bu kadar farklı yerlerde mezarları konumlanmıştır.

Ve, Tyrsa Kralı diğer Lykia krallarından nasıl olur da bu denli farklı olur?

Ve, Tyrsa gibi küçük bir yerleşimin kralı, örneğin Limyra’daki Perikles’in Heroon’uyla rahatlıkla boy ölçüşür, hatta geçer.

Bu karşılaştırma, Heroon’ların niteliğinin bir yerleşimin ve kralın gücünü her zaman doğru yansıtmadığını, yanıltıcı olabileceğini düşündürür.

 

TRYSA  DİKMESİ:

Trysa Dikmesi, bugün kırılmış olan gövdesi ve kapağıyla toplam 5.5 metreyi bulan yüksekliğe sahiptir. Gövdesi son 0.50 m lik kısmı kabartma kuşağıyla çevrilidir. İki yüzde askeri sırasıyla yürüyen pusatlı savaşçılar betimlenmiştir. MÖ 6 ncı yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.

Tapınak:

Tepenin batı tarafında, tanrılara adanmış bir tapınak kalıntıları görülür. Yazıta göre sahibi; Zeus ya da Helios’tur. Tanrılara uzun süre hizmet etmiş bir rahip bu yazıtta onurlandırılır.

Sonuç:

Yukarıda anlatılan ünlü Heroon ve diğer kalıntılar MÖ 4’ncü yüzyılda Trysa hanedan yerleşiminin tamamen değiştiğini göstermektedir.

Ancak bölgedeki diğer hanedan yerleşimlerine göre fazlaca nitelikli olan, Myra gibi merkezi büyük kentlerde rastlanabilecek düzeyde sanat ve kültürün varlığı şaşırtmaktadır.

Çünkü Trysa, bu zenginliği sağlayacak gelirin kaynağı olması beklenen büyüklüğe ve arazilere sahip değildir.

Orta Lykia’da batı-doğu ulaşımının kavşağı Trysa’dır.

Perikle’nin bir vasalı aracılığıyla Trysa’yı yönettiği ve bu stratejik noktaya bu yolla sahip olunabileceği düşünülür.

Vasalını zenginleştirmenin yolu olarak da Avşar Tepe’den aldığı hatırı sayılır ganimetlerin payı olduğu düşünülür.

 

Kalkan gezi yazıları.

Kekova gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Kekova

Kekova
 

Kekova Demre yakınlarındadır.

Ulaşım

Kekova, Demre yakınlarındadır. Kaş merkeze 33 km ve Demre’ye ise 20 km uzaklıktadır.

Buraya ulaşmak için Kaş’tan kalkan tekneler kullanılır. Üçağız köyünden tekne ile 10 dakika uzaklıktadır. Bugün Tersane koyu hariç adanın diğer yerlerinde yüzmek yasaktır.

Kekova adasına yolunuz düşerse, mutlaka keçi sütlü sade dondurma yemelisiniz. Çünkü tadı muhteşem güzeldir.

Adanın ismi

Adaların ve koyların hepsi, bizim tarafımızdan Kekova diye Yunanca da ise Kakava olarak bilinir.

Yunanlı coğrafyacı Meletios: Myra’dan göç eden bir koloninin buraya yerleştiğini ve kekliklerin bolluğundan ötürü buraya Kakava adını taktıklarını anlatır.

Keklikler hala çok sayıda bulunur.

Güneş batmadan az önce doğu koylarından birinde karaya çıkmak üzereyken kıyıya atlayan sandalcıdan ürken iki ya da üç yüz keklik, çalıların arasından hep birlikte havalandığında, kanatlarının çıkardığı patırtı hayret vericidir. Bu keklikler kızıl bacaklı türden ve iri kuşlardır. Çok hızlı koşarlar, pek üstlerine gelen olmadığı halde alışılmışın dışında tedbirlidirler.

Evet, günümüzde buranın resmi adı “Geyikova” dır.

Bir kanal, körfezin Üçağız’daki iç kısmından daha geniş olan Ölüdeniz diye bilinen dış kısmına doğru uzanıyor. Neredeyse bütün körfez dar ve uzun “Kekova Adası” ile kapanıyor. Bu kanal ile adanın doğu ve batısındaki iki geçit, Üçağız oluşturuyor.

Kekova
 

Adanın Özellikleri

Kekova, tüm adanın ve çevresindeki yerleşimlerin genel ismine dönüşmüştür.

Toplam 7 km uzunluğundaki adanın, karşısındaki anakara ile arasındaki kanal görünümlü denizin uzaklığı 500 metredir.

Yüzölçümü 4.5 km karedir. En yüksek tepesi 188 metredir.

 

Önemi:

Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziydi.

Fırtınalarda kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos) nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.

Araştırmalara göre, burası MS 4 ile 7’nci yüzyıllar arasında, kutsal topraklara yani Kudüs’e giden ve oradan gelen Hıristiyan hacılar için de bir cazibe ve konaklama merkeziymiş.

Fırtınalarda, kıyıya vuran gemilerin kazazedelerini koruyan, aç denizcileri doyuran, çocuklara ağaç dallarından yaptığı oyuncaklar sunan Noel Baba (Piskopos Aziz Nikolaos)’nın 4’ncü yüzyıl başlarında yaşadığı yer olan Demre yani Myra buraya oldukça yakındır.

Adada bulunan kalıntılar

Kekova adasının karaya bakan kuzey sahilindeki kıyı boyunca kalıntılar görülür.

Ev guruplarının önünde rıhtımlar vardır.

Ana kayaya oyulan alt yapıları, burada zamanında bulunan hibrit yapıları ve yerleşimleri anlatır.

Bir kısım duvarlarıyla ayakta korunmuştur.

Kıyı yapılaşmasında dikkati çeken olgu, karadan denize doğru ulaşım aksının bulunmasıdır.

Çoğunlukla yamaca yatay ilerlemek mümkün değildir.

Anlaşılan antik çağ da her yapı gurubu, ulaşım sorununu sadece denizden çözmekteydi.

Kanallar ve koruma alanları da yamaçtan denize doğrudur.

Bu kesimdeki yapıların alt kesimlerindeki kısımları, tamamen sular altında kalmıştır.

Sakız deresi önünde 3 metre derinlikte küçük bir liman bulunmaktadır.

Limanın dalgakıranı, doğu ve batı dalgalarını karşılamak üzere “L” biçiminde yapılmıştır.

Deniz tavanı ile dalgakıranın oturduğu kaya tabanı arasındaki yükseklik 12 metredir.

Bu kesimde sular altında, çoğunlukla Bizans döneminden olan pek çok amphora bulunur.

Liman çevresindeki en erken bulgu MS 4’ncü yüzyıla aittir.

 

Aziz Stephanos Kilisesi:

Adanın güneybatı ucundaki güvenli tekne sığınağının kıyısında, sadece çatısı yıkılmış, sağlam bir kilise ve yanında da mezar şapeli vardır.

Kaynaklarda Aziz Stephanos Kilisesi olarak anılan bu yapı, adanın en iyi korunmuş yapısıdır.

Çünkü insanların gitmediği bir yerdedir.

Çevresinde konut ve işlik kalıntılarına rastlanır.

 

Helenistik Dönem Kulesi

Kilisenin doğusundaki yamaçta ise, Helenistik dönem kulesi bulunur.

Açıkça belli ki, bu kule limanı kollamaktaydı.

Adadaki en erken kalıntı da budur.

 

Tersane Koyu

Tersane koyundan adaya çıkıldığında, ilk karşılaşılan kilisenin batısında ve güneyinde yerleşim kalıntıları başlar.

Kalıntılar batıya doğru yükselen tepede yoğunlaşır.

 

Aşırlı Adası:

Kuzeydoğu başında Aşırlı Adası ve Aşırlı mağarası bulunmaktadır. 1989 yılında 1’nci derece sit alanı ilan edilen 145 dekarlık adada 100’e yakın geyik, karaca ve dağ keçisi yetişmesine olanak sağlanmıştır. Bu hayvanlar adadaki 7’nci yüzyıl sarnıcından sularını içmeye ve adada yaşamaya devam etmektedirler. 

 

Akvaryum Adası:

Kekova adasının kuzeybatısındaki Akvaryum adası, tepedeki geç dönem gözetleme kulesi ve tekneyle yanaşırken görülmeye başlanan kalıntılarıyla dikkat çeker. Bu küçük adanın deniz  kotuna yakın ilk düzlüğündeki şaşırtıcı niteliği ve korunmuşluğu ile bir kilise bulunur. Kesme taştan örülmüş 3 nefli kilisenin yanında kilise görevlilerine ait olması gereken konut kalıntıları bulunur. Nartheks içindeki sarnıç uygulaması oldukça ilginçtir. 

 

Kekova Batık Şehir

 

BATIK ŞEHİR-DOLİKİSTHE

MS 141 ve 250 yıllarında şehir sulara gömülmüş, Kekova adası ise ana karadan ayrılmıştır.

Yerleşimin sahil bandı, denize kaymıştır. Hem su ona gelmiş, hem de o suya gitmiştir. Yapılar, depremlerle beslenen yer kaymalarıyla her gün biraz daha sulara gömülmüştür. Artık merdivenler sularda başlıyor, sokaklar sularda bitiyor. Evlerin de mezarların da etekleri sulardaydı.  Dalgakıran ise suların 3 metre altında dalgalara kırılmıştır.

Evet: bugün buraya “Batık şehir” (orijinal ismi: Dolikisthe) ismi verilmiştir. 

Batıklar zaman içinde talan edildiği için burası günümüzde doğal koruma alanıdır, yüzmek ve dalmak yasaktır. 

Kekova Batık Şehir
 

Çünkü: denizin altındaki Batık Şehirde resmi arkeolojik araştırmalar yapılmamıştır ve bölgede yüzyıllardır sürdürülen hırsızlıkların önlenmesi için böyle bir tedbir alınmıştır.

Eğer deniz dalgasız yani sütliman ise, antik şehrin su altındaki izlerini görebilirsiniz. Muhteşem bir manzara, belki de aklınıza kayıt kıta “Atlantis” gelecektir. Bir anda, bir deprem ve yükselen deniz, tamamen sular altında kalmış bir kent.

Kekova Batık Şehir
 

Denizin içinde, kıyılarda evler, merdivenler ve duvarlar görülüyor.

2000 yıl önce olduğu iddia edilen ani bir deprem sonucu veya denizin zamanla yükselmesiyle sular altında kalıp kalmadığı hala tartışmalı ve belirsiz olan bir  durum.

Düşündükçe günümüzdeki küresel ısınma akla geliyor.

Çünkü küresel ısınma sonucu denizlerin yükseleceği söyleniyor. “Tarih tekerrürden ibarettir” denir ya, umarım böyle bir felaket günün birinde tekrar olmaz.

Evet: antik şehir kalıntıları Kaş merkezden 20 deniz mili uzaklıktadır.

Buraya sadece tekne veya kanolarla ulaşılmaktadır. Ancak teknelerin burada duraklaması da yasaktır. Sadece gelip geçiyorlar. Zaten buraya tur düzenleyen teknelerin altında deniz altını görmek için cam bölümler bulunmaktadır.

Harabeleri gezerken, Roma Eflatunu hammaddesi (purpura) olan deniz kabuklarının kaynatılmış, boyası alınmış öbeklerini görebilirsiniz ve o mistik kokuyu alabilirsiniz.

Yazılanlara göre, o devirlerde “eflatun” renkli bu özüt, Bursa ve İstanbul’a gönderilerek zamanın İmparatorluk simgesi olan ipek dokumaların boyanmasında kullanılıyormuş.

Kekova Batık Şehir
 

Evet: adanın sağ tarafında gezerken, suyun altında: denize batmış dükkanlar, liman harabeleri, mermer sütunları ve düzgün zeminiyle bir kilise kalıntısı görebilirsiniz.

Bu kalıntılar arasında bulunan kilise: Türkiye’de su altındaki bilinen 2’nci kilisedir.

Kıyıyı takip ettiğinizde ise, evlerin yarısının sulara gömüldüğü ve merdivenlerinin denize indiği görülür.

Şapel:

Adadaki doğal liman girintisindeki düzlükte, 1.5 metre su altında kalmış, 3 nefli bir şapel vardır.

MS 5’nci yüzyıla tarihlenen, tabanı mermer kaplı kilise sayesinde limanı koruyacaklarını düşünmüşlerdir.

Oysa son kalan apsis de zamana yenik düşmüştür. Dolichisteliler’in limanlarını korusun diye 5’nci yüzyılda inşa ettikleri kilise görevini yapamamış, limana batmıştır. Artık sadece dalgıçlara haktı kentin alt yapısını görmek. 

Sonuç olarak, bu kilise, Türkiye’de su altında kalmış bilinen 2’nci kilisedir.

 

 

 

Türk Bayrağı:

Bu arada kıyıdaki taşlarla bir “Türk Bayrağı” resmedilen yer göreceksiniz. Burası: 1’nci Dünya Savaşı sırasında Osmanlının destanlaşan gemilerinden Rauf Orbay komutasındaki Hamidiye Zırhlısının bir süre gizlendiği ve ikmal yaptığı yer ve bugün burası Hamidiye Koyu olarak da biliniyor.

Simena istikametine giderken burayı görebilirsiniz.

Kekova Kaleköy
 

KALEKÖY

Türkiye’nin en güzel köylerinden birisidir. Sakin bir yer. Burası bir yarımada yani kara bağlantısı var ama karadan bağlantı yolu yok. Yol yapılmamış, sadece keçi yolları yani zorlu patikalar bulunuyor. Bu yüzden sadece tekne ile ulaşım sağlanıyor.

Köy: Simena Nekropol alanı üzerine kurulmuştur. Köyde: Likya ve Bizans tarihi kalıntıları var. Köye ismini veren kale: harika bir manzaraya sahiptir.

Buraya yolunuz düşerse, mutlaka ev yapımı dondurma yemelisiniz. Özellikle: kavunlu, çiçek, şeftali ve limonlu önerilir.

Yöreye ait birçok resim, kartpostal ve posterde görülen “Deniz içindeki lahit” Kaleköy’dedir. Bu lahit muhtemelen bir çocuğa aittir. 

Kekova Simena
 

SİMENA

Günümüzde buraya Üçağız’dan tekneyle gidilir.

SİMENA LİMANI:

Antik dönemlerde sadece denizden ulaşılan Simena, doğal topoğrafik özellikleriyle ve Akdeniz’deki seferlere uygun, Kekova denizine hakim konumuyla önemli bir ayrıcalığa sahiptir.

Karşılıklı düzenlenmiş yay şeklindeki mendirekleri ve çok yakında bulunan Papaz Adasıyla dalgalara karşı korunaklı küçük bir liman yaratılmıştır.

3.40 m yükseklikteki mendirek göz önüne alındığında, liman günlerinde su derinliğinin en az 2 m olduğu ve bu derinliğin de gemilerin rahatça yanaşabilmelerine imkan sunduğu anlaşılır. Limanın doğusundaki 5 tane palamar bağlama babası ve önlerinde paralel uzayan duvarlar bir gemi barınağından izler verir.

Barınak genişlikleri geniş karınlı ticaret gemileri için dardır.

Bu durumda bu barınakların askeri gemiler için inşa edildiği düşünülür.

Ancak limanın ticari amaçla da kullanılmış olması mümkündür.

Tepedeki yerleşim Klasik Dönemden beri güvenli bir yerleşim olduğunu gösterir.

Liman da aynı dönemde kullanılmaya başlanmış olmalıdır.

Şehrin önemine ait bir diğer göstergede: Aperlai Birliğinin 4’ncü üyesidir.

ADI:

Adının geçtiği ilk kaynak “Plinius” tur.

Stadiamsus Patarensis’te Somena olarak geçer.

Kentin adı burada bulunan yazıtlar yardımıyla öğrenilmiştir.

Simena kelimesi Luwi dilinde “Kutsal Ana Ülkesi” anlamına gelir.

Yeni adı “Kale” dir. Antik kent, 1’nci derece arkeolojik Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.

ADACIKLAR:

Bugün kale köyü önünde, 3 küçük ada vardır.

Kıyıdan itibaren: Saçma Ada, Kurşun Adası ve Papaz Adası dizilidir.

Papaz adasının kıyısındaki kayalıklarda yarısı su içinde kalmış hibrit yapı kalıntıları görülür.

Her evin bir iskelesi olması dikkat çekicidir.

Bu kesimde deniz içinde çok sayıda çanak-çömlek parçası vardır.

Kaptan burnu denen yerde, Simena’nın dalgakıranı bulunur.

 

KALINTILAR:

Büyük bir deprem sonucu, Simena antik kenti sulara gömülmüştür. Batık kent üzerinde kano ile gezi muhteşem bir güzelliktir.

Ancak tarihi eserler günümüze kadar bolca yağmalandığından, bölgede yüzmek yasak, teknelerin durması yasaktır. Teknelerin sadece geçmelerine izin veriliyor.

Suların içinden lahitler çıkar. Özellikle deniz içinde bulunan bir lahit, Simena kentinin simgesi olmuştur.

Suyun 1.40 m içinde duran semerdamlı lahdin ünü niteliğinden değil, sular içinde kalmışlığından kaynaklanır.

KALE:

Evet günümüzde kaleye giriş ücretlidir. Kaleden hemen karşıda bulunan Kekova adasını, diğer adaları ve irili ufaklı koyların muhteşem manzarasını görebilirsiniz.

Kalede: Likya, Roma ve Selçuklu zamanından kalma sur duvarları ve mazgallar, üç uygarlığın izleri görülür. Patika ve merdivenlerle çıkılan kale, Ortaçağ döneminde kullanılmıştır. (Muhtemelen MS 1500’lerde)

HAMAM VE ŞEHİRLEŞME;

Akropol eteğindeki yapılardan biri: yazıtına göre: “Konsül ve Aperlai vatandaşları ile birliğin diğer üyeleri tarafından İmparator Titus’a adanmış” küçük bir hamam olduğu anlaşılmıştır.

Hamamın varlığı MS 1’nci yüzyılın 2’nci yarısında yerleşimin ilk kez şehirleşmeye başladığını gösterir.

Klasik dönemden gelen yerleşim, Helenistik Dönemin sonuyla birlikte tiyatrosu ve hamamı olan bir şehre dönüşmeye başlamıştır.

Deniz kıyısından akropole doğru yükselen yamaç, erken dönemden beri halkın yaşadığı ve kamu yapılarının hizmet ettiği bir alan özelliği gösterir.

Bugünkü evlerin arasında ve içlerinde pek çok yapı kalıntısı görülür.

Aralarında da çıkış yolu boyunca lahitlere rastlanır.

Lahitlerden birinin İdagros oğlu Mentor’a olduğu, tabula ansatasından okunur.

Başka bir lahit en yakın örneklerini Teimiusa’dan bilinen eksedrali tiptedir.

Çok az kalıntısı izlenen tapınak ve içinde Kallipus adının okunduğu bir yazıt bulanmaktadır.

 

KİLİSE:

Surlara ulaşmadan önce, yamaçta bulunan en büyük yapılardan biri apsisi sağlam kalmış ve nef duvarları rahatlıkla izlenebilen bir kilisedir.

Kilisenin erken dönem hibrit yapısının üzerine oturtulduğu açıkça görülmektedir.

Bu yapı Simena’nın erken tapınağı olmalıdır.

Kilise dönemi duvarlarında, içeriğinin ne olduğu anlaşılmayan fresko kalıntıları bulunur.

İzler zeminin mozaik olduğunu gösterir.

Yapının en son evresi bir Osmanlı camiidir.

Güney duvarındaki mihrap ve yine sonradan eklenmiş basamaklı bir ezanlık yükseltisi de bu cami döneminden kalmıştır.

 

TİYATRO:

Kilisenin bir kot yukarısında akropolün kayalık eteklerindeki son yapı, muhteşem deniz manzarasına ve Kekova’ya yönelik duran tiyatrodur.

7 basamaklı minik tiyatro, şehrin büyüklüğüyle boyutta örtüşür.

Yaklaşık 200 kişi kapasiteli tiyatro, Helenistik Dönemde tamamen kayalara oyulmuştur.

Başka bir toplanma yapısı olmayan kentin tüm toplantılarının burada yapıldığı anlaşılmaktadır.

Lykia’nın en erken tiyatrolarından biridir.

Kaynaklar: tiyatro ile akropol arasında bir “stoa” nın varlığından bahsetse de böyle bir yapının izine rastlanmamıştır.

AKROPOL-MEZARLIKLAR:

Şehirdeki en yoğun kalıntı gurubu mezarlıklardır.

Likya mezarlarının en belirgin özelliği, üst kısmının ters çevrilmiş bir tekneye benzemesidir.

Öte yandan, Likyalılar mezarlarında ölülerin dişleri arasına “sikke” koyarlardı. Çünkü ölülerin cennete gitmek için bir nehre ulaşacakları ve nehri geçmek için tekneyi kullanana bir bozuk para vermeleri gerektiğine inanırlardı. Bazı kaynaklarda ise, tekneyi kullanana para vermemek için, kendilerine ters gemi şeklinde mezarlar inşa ederek, bu gemi ile öteki dünyaya gideceklerine inanırlardı.

Akropol kayalıklarına açılan kaya mezarlarından başka, çok sayıda lahit yerleşimin çevresine yayılmıştır.

Ev tipindeki Lykia kaya mezarlarında Likçe yazıt bulunmaz.

Diğer kaya mezarı semerdamlı lahit biçiminde, akropol kayalığına oyulmuştur.

Bugün evlerin arasında zorlukla görülebilmektedir.

Akropol’ün doğusunda yerleşim dışında çok sayıda lahit bulunmaktadır.

Bu alan tamamen mezarlık olarak kullanılmıştır.

Akropolün mezarlık tarafındaki düzlüğünde, ölüler için yapılan törenler yaşanmaktaydı.

İnsanlar: yeraltı tanrılarının adak levhalarının yerleştirildiği enine nişlere doğru durup, ölüleri için karanlık dünyasında saadet dilemekteydiler.  

Bu beklentilerin karşılığı olan armağan da olasılıkla nişli alanın ortasındaki sunu çukuruna konulmaktaydı.

 

Kekova Tersane Koyu
 

TERSANE KOYU

Adanın batı ucunda bulunan Tersane koyu ilgi çekicidir. Adanın iç yakasındaki Tersane denilen yer, çok eski bir tekne yapım yeridir.

Günümüzde: Kaş, Demre ve Üçağız’dan gelen teknelerin demirleme yeridir.

Kıyada ve deniz içinde, tarihi eserler bulunmaktadır.

Kalkan gezi yazıları.

Kaş gezi yazıları.

Patara gezi yazıları.

Demre gezi yazıları.

Antalya Elmalı

Antalya Elmalı


Elmalı denilince, benim aklıma ilk gelen: ilçe merkezinde, Ömer Paşa camisinin hemen yanındaki “Elma anıtı” ve yörenin yaz aylarında aşırı sıcaklarından kaçıp buraya sığınan ve yerleşim yerinin mevcut nüfusunu, üç-dört katına çıkaran nüfus yoğunluğudur.

Evet, burası, rakımın yüksek olması nedeniyle, özellikle yaz aylarında, nispeten serin havası ile ziyaretçi çekiyor. Bunun dışında, bölgenin genelindeki turistik çekicilik, maalesef burada etkin değil. Çünkü: herhangi bir turizm aktivitesi yok.

Sadece, bir kısım turist, bir yerden bir yere giderken, buradan geçiyor. Ama, unutmamak gerekir ki, Elmalı gerçekten, tarihi geçmişi renkli olan bir yer ve özellikle, Elmalı Definesi, bütün dünya tarafından bilinen bir gerçektir.

Antalya Elmalı

ULAŞIM

Elmalı, bağlı bulunduğu il olan Antalya’nın 111 km. batısındadır. Elmalı-Korkuteli arasındaki uzaklık: 50 km. Elmalı-Finike arasındaki uzaklık: 60 km.

Antalya Elmalı Tarih

TARİH

Yörenin tarihi geçmişi incelendiğinde, özellikle, antik dönemde Likya uygarlığının kuzeyinde önemli bir yerleşim yeri olduğu kabul edilmektedir. Bunun dışında: Semahöyük köyü ve Hacımusalar köyü yakınlarındaki höyüklerde yapılan araştırmalarda, Bronz çağında, buralarda yerleşim izleri görülmüştür.

Ancak, tüm bunlara rağmen, yine de, Elmalı yerleşim yerinin, ilk olarak, MS.8’nci yüzyılda gerçekleştiği resmen anlaşılmaktadır. Yıldırım Beyazıt döneminde, yöre, Osmanlı egemenliğine girer. Osmanlı döneminin ilk yıllarında, Teke livasının merkezi ve Teke paşalarının ikametgahı olarak bilinir. Çünkü: Anadolu Selçukluları, burayı ele geçirince, Tekeli Türk boylarını, buraya yerleştirirler.

Ancak, idare merkezi Antalya’ya taşınınca, burası kaza haline gelir. Bu süreçte, yörenin kullanılan isimleri: Kabalı, Amelas, Elmalı.

Evet: Elmalı, antik dönemde, askeri ulaşım yolları dışında kalması nedeniyle fazla gelişmemiş olsa da, yine de kendisine has ekonomik bir etkinlik oluşturmuştur. Özellikle: hayvancılık ürünlerinin satıldığı Pazar, pamuklu bez dokuması ve dericilik, buranın ekonomik gelişimini sağlamıştır.

Tarihi süreç ile ilgili son bir not: 1940 yılında, Elmalı yöresinde büyük bir yangın çıkar ve yerleşim yeri, tamamen yanarak yok olur ve daha sonra yeniden imar edilir.

Antalya Elmalı

GENEL

Elmalı, bağlı bulunduğu Antalya ilinin batısında ve iç kesiminde, dağlık bir alanda bulunmaktadır. Yöre: Batı Torosların kolları ile engebelenmiştir. Yörenin başlıca yükseltileri, 2000 metrenin üzerindeki Susuz ve Kohu dağlarıdır. İlçe merkezinin bulunduğu mahal: adeta bir çanağı andırır, yani çevre tamamen yükseltilerle çevrilidir. Bu yükseltiler yani dağlar, ormanlar ile kaplanmıştır.

Bu ormanlık alanlarda, özellikle: antik dönemde, gemi yapımında kullanılan “Lübnan sediri” yani “Katran ağacı” bulunmaktadır. Bu ağaç aynı zamanda: saray ve mabetlerin yapımında, firavun ve yüksek yöneticilerin tabutlarının yapımında da kullanılmıştır. Reçinelerinden ise, mumyalama işleminde yararlanılmıştır.

Ayrıca, çeşitli yerlerdeki demiryolu yapımında, yine bu ağaç, travers olarak kullanılmıştır.

Bu çanak bölüm içinde ise: birkaç ova bulunmaktadır. İlçe merkezi, 2503 metre yükseklikteki Elmalı dağının güney eteğinde kurulmuştur.

Yörenin denizden yüksekliği: 1196 metredir. Yüzölçümü ise: 1595 km. karedir.
Ekonomi, tarıma dayanmaktadır. Özellikle: meyvecilik ileri düzeydedir. Hayvancılık da yapılır ve buna bağlı olarak, mandra ürünleri ve hem deri üretimi yaygındır.

Antalya Elmalı Sikkeleri

ELMALI DEFİNESİ-SİKKELERİ

MÖ.5. yüzyılda Perslerin Yunanistan’ı işgal etmesinin ardından, Atina Şehir Devletinin önderliğinde Akdeniz çevresindeki şehirlerden oluşan bir birlik kurulmuştur. Atik-Delos Deniz Birliği olarak isimlendirilen bu birliğin bir merkezi ve bir bütçesi vardı. Her ülke kendi bastığı gümüş sikkeden kendi gücü oranında katkıda bulunuyordu.

1984 yılında Elmalı ilçesinde kaçak kazılar sonucu bulunan “yüzyılın definesi Elmalı Sikkeleri” o bölgede bulunan bütün şehir devletlerinin paralarını içeriyordu. Yaklaşık 1900 adet sikkenin binden fazlası ise Likya bölgesindeki şehir devletlerinin parası idi ve içlerinde şimdiye kadar bilinmeyen hanedanların sikkeleri de vardı.

Definenin gömülüş tarihi MÖ 480-460’tır. Karanlığı çok olan bir döneme hatırı sayılır ışık tutmuştur. 

Söz konusu sikkelere: yüzyılın definesi denmesinin en önemli nedeni; Yunanlılar Persleri yendikleri için bir anı parası çıkarmışlardı. Normal olarak o zaman para birimi 1 drahmi, en fazla 4 drahmi iken, anma nedeniyle 10 drahmilik para çıkarılmıştı. (10 drahmilik paranın ismi Dekahdrahmi idi) 

Arkeologlar Jeffry Spier ve Jonathan H. Kagan tarafından MÖ.470-450 yılları arasına tarihlenen ve yeryüzünün en kıymetli antik sikkesi olarak nitelenen bunlar (her birinin 600 bin dolar değeri olduğu söyleniyor) büyük define içinde bulunmaktadır.

Çünkü bu sikkeler çok az basılmıştır ve 1984 yılına kadar dünyada yalnızca 13 tanesinin varlığı biliniyordu. Elmalı definesinde ise bunlardan 14 tane bulunmaktaydı.

Elmalı definesinin bulunmasıyla insanlık tarihinin bilinmeyen önemli bir bölümü aydınlatılmış ve dünyada bilinen Dekahdrahmi sayısı 2 katına çıkmıştır.

Koleksiyonun büyük kısmını: (962 adet) Lykia sikkeleri oluşturur. Geriye kalanların 283’ü Rhodos, 41’i Samos, 12’si Efes/Milet, 165’i Atina, 59’u Bisaltai, 31’i Akanthus, 15’i Abdera, 6’sı Taşoz ve 44’ü Paros’tur.  

Definedeki Lykia sikkelerine genel olarak bakıldığında, değişik tipte yazılı ve yazısız sülale sikkeleri eldekilerin yaklaşık yüzde kırkını, geriye kalan yüzde altmışı ise az sayıda tipi içeren fakat birbiriyle kalıp bağı olan sikkeler oluşturur. Bunların çoğu önceden bilinen veya örnekleri tanınan sikkelerdir. Sikke bağı en kuvvetli lan grup ise Kamirus sikkeleridir. Bunların yaklaşık yüzde ellisi birbirleri ile ön yüz veya arka yüz kalıbı açısından bir zincir oluştururken, diğer yüzde ellisi ise tamamen aynı ön ve arka yüz kalıbından basılmıştır. Genel sonuç olarak: Elmalı Definesi, içinde birkaç örneği olan değişik merkezlere ait sikkeleri barındırmakla birlikte çoğunluğu birkaç büyük merkeze ait çok sayıda ve birbirleriyle bağ olan sikkelerden oluşmaktadır. 

Definede bulunan Orta ve Kuzey Yunanistan, Trakya, Ege Adaları ve Kuzeybatı Anadolu (Lykia) sikkeleri çağdaştırlar. Aynı zamanda bu sikkeler her şehri belli bir oranda temsil eder gibi bir araya getirilerek gömülmüş gözükmektedir. 

Bu nedenle Elmalı Sikkelerinin kısa bir dönemde ve büyük bir amaç için bir araya getirildiği sonucu ortaya çıkmıştır. Bu durumda sikkelerin MÖ 546 yılında başlayan Grek-Pers savaşlarından  sonra Pers hakimiyetine geçen Anadolu ve Grek kentlerinin Atina önderliğinde Pers hegemonyasına karşı kurduğu ve adına Attika-Delos Deniz Birliği denen ittifakın ihtiyaçları için toplanmış olabileceği düşünülmektedir. 

Elmalı Definesinde, Atinalıların Pers’leri bozguna uğrattığı savaşların anısına bastırdığı ve her biri 43 gram ağırlığındaki Dekadrahmiler bulunmaktadır. Bu sikkelerin arka yüzündeki kanatları açık ve cepheden baykuş figürü, Athena’nın klasik ve yüzlerce yıl değişmeden aynı tipte basılmış baykuşlu sikkelerden farklı olarak tasarlanmış ve çok sayıda basılmıştır. Definede 14 adet olduğu belirtilen ancak 6 tanesi yurda dönebilen bu sikkelerin ilavesiyle dünya literatüründe bilinen örnek sayısı 42 olmuştur. 

Elmalı Definesinin bulunması/kaçırılması:

Evet “Yüzyılın Definesi” olarak nitelendirilen bu hazine: 18 Nisan 1984 tarihinde Antalya-Elmalı kara yolunun hemen kuzeyinde, Karaburun tümülüsü ile gökpınar köyü arasında bulunmuştur. Define kaçakçılar tarafından Amerika’ya kaçırılmıştır.

1988 yılında Amerika-Los Angeles şehrinde 10 ve aynı yılın Mayıs ayında İsviçre-Zürih şehrinde 3 ve 1991 yılında yine Zürih şehrinde 3 adet olmak üzere çeşitli müzayedelerde 16 adet Elmalı Sikkesi açık arttırmaya çıkarılmıştır.

Ancak Türk hükümeti avukatları aracılığı ile müdahale ederek satışları durdurmuştur. Ülkemizden kaçırıldığı bilinen sikkeler; Gazeteci Özgen Acar ve Kültür Bakanlığının uzun ve inatçı girişimleri sonucunda herhangi bir bedel ödenmeksizin 1999 yılında başında ülkemize getirilmiştir.

Ancak hazinenin toplamı 1900 sikkeden oluşmasına rağmen, bunlardan yalnızca 1676 tanesi geri getirilebilmiştir. Geriye kalan sikkelerin nerede olduğu bilinmemektedir.

Antalya Elmalı Yeşilyayla Güreşleri

ELMALI YEŞİLYAYLA GÜREŞLERİ

Bu etkinlik tarihçe olarak ülkemizde birinci sırada ancak organizasyon olarak Kırkpınar’dan sonra ikinci sıradadır. Güreş tarihçesi incelendiğinde: 1419 yılında Nuh Çelebi’den gelen taşınmaz mal varlığının, günümüzde Yeşil Cami olarak bilinen yerde bulunan Musalla Çevrik diye anılan mahalledeki arazinin güreş çayırlığı diye vakfiye edildiği belirlenmiştir. Bu nedenle, burada güreş tarihinin çok eski yıllara kadar gittiği düşünülmektedir.

Güreşlerin bir yönü: güreş yapılan yöre halkının maddi ve manevi desteğiyle yine yöre halkına fayda sağlayacak eserlerin yapılmış olmasıdır. Tespitlere göre: Elmalı’da son 30 yıl içinde güreş gelirlerinden: Elmalı Lisesi, Elmalı Devlet Hastanesi, Elmalı Spor Tesisleri ve Elmalı Müzesi için maddi destek sağlanmıştır.

Günümüzde, güreşler başlamadan bir hafta önce sempozyum ve sergiler düzenlenmektedir. Güreş günlerinden birkaç gün öncesi, akşamları sanatçılar davet edilerek yöre halkına konserler tertip edilir.

Evet, Elmalı Yeşil Yayla Güreşleri, her yıl Eylül ayının ilk haftasında yapılmaktadır. 2014 yılında güreşlerin 672. si yapılmıştır.

Antalya Elmalı

NE YENİR/NE İÇİLİR

Elmalı yöresinde, yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz, size önerebileceğim yiyecekler şunlardır: tarhana çorbası, erişte (elde kesme makarna), kırmızı sulu et yemeği ve höşmerim tatlısıdır.

Son olarak, burada, keçi sütünden yapılan “teke dondurması” yemenizi öneririm. Bu dondurma herkesin hoşuna gitmeyebilir, is kokusu hakim, ama buraya özgü bir lezzet olarak arzu edenler tadabilirler.

Antalya Elmalı

KONAKLAMA

Elmalı Öğretmenevi Yenimahalle. Antalya Yolu 242-6183288

Antalya Elmalı

GEZİLECEK YERLER

TARİHİ ELMALI EVLERİ

Elmalı: Elmalı dağı yakınlarında kurulan oldukça eski bir yerleşim yeridir. İlçedeki evler: cumbaları, eski tip pencereleri ve parlak renkleriyle zamanın çok gerilerinden beri hala dimdik ayaktadır ve karakteristik özelliklerinin çoğunu bugüne kadar korumayı başarmıştır.

Bu evler: Elmalı’nın Tahtamescit mahallesinde Aylar Sokaktadır. En az 500 yıllık bu evlerin mimari bir öğesi olan ahşap dokusunda, yörenin zenginliği olan sedir ağaçlarından bol miktarda kullanılmıştır. Süslemelerdeki stilize ağaçları, çiçek motifleri ve altı köşeli yıldızlarıyla da Anadolu kültürünü yansıtan eşsiz örneklerdir.

Elmalı evleri içinde en güzel örnek “Yeşil kapılı” dır. 1600 yılında yapılmış olan bu yapının ahşap işçiliği, insanı şaşırtacak kadar özel bir ustalık eseridir.

ELMALI MÜZESİ

1963-2001 yılları arasında bölgede kazılar yapan Prof.Dr.Macteld J. Mellink: bölgenin kültürel ve tarihi zenginliğine değinmiş, bu eşsiz kültür mirasının yerinde korunması, tanıtılması, halkın bilinçlendirilmesi ve en önemlisi son yıllarda giderek artan eski eser kaçakçılığının önlenmesi için bölgede mutlaka bir müze veya enstitü kurulmasını istemiştir.

Onun bu isteğinin karşılanması için, Turizm Bakanlığı 2000’li yıllarda aldığı bir kararla ilk adımı atmış ve Elmalı caddesi üzerinde, eski hükümet konağı, 2004 yılında müze olarak değerlendirilmek üzere Maliye Bakanlığı tarafından Turizm Bakanlığına tahsis edilmiştir.

Bu Hükümet binası, yapıldığı 1941 yılından 1987 yılına kadar ilçenin Hükümet binası,  daha sonra vergi dairesi ve bir bölümü öğretmenevi görevini yapmış ve mimari yapısıyla özel bir değere haiz bu yapının içinde, müze ihtiyaçlarına uygun biçimde değişiklik yapılmıştır.

Bunun sonucunda: 3 tane zeminde, 8 tane birinci katta olmak üzere, 11 teşhir salonu oluşturulmuştur. Teşhir ve tanzim çalışmaları, Antalya Müzesi müdürlüğüne bağlı olarak 2011 yılında tamamlanmış ve Elmalı Müzesi 13 Haziran 2011 tarihinde ziyarete açılmıştır.

Müzede neler sergilenmektedir

Elmalı Müzesi:2400 metrekarelik bir alanda, ikisi normal, biri bodrum katı olmak üzere 3 katlı bir yapıdır. Yapının güneybatı cephesindeki ana giriş kapısı, orta akstadır. Girişte danışmanın da bulunduğu geniş bir salon, sağ yanda idari mekanlar ve konferans salonu görülür.

Girişe göre: soldaki 3 teşhir salonundan b irinde bulunan 8 vitrinde: Elmalı ovasının Kaolitikten Orta Bronz dönemi sonuna kadar uzanan bir zaman dilimine ait eserler sergilenmektedir. Bağbaşı ve Karataş-Semayük kazılarında elde edilen bu eserler 8 başlık altında toplanmıştır.

Sergileme geç kaolitik döneme ait Bağbaşı eserleri ile başlatılmış ve Karataş-Semayük erken dönem Tunç eserleriyle devam ettirilmiştir. Karataş-Semayük yerleşmesinin yaşam biçimini yansıtan çeşitli aletler, mühürler, ağırşak, takı vb buluntular yine tipolojik ve işlevsel bir düzenleme ile ziyaretçilere sunulmaktadır.

İkinci Salonda: Kalkolitik ve Erken Tunç Dönemine ait mezar ve depolama kapları olarak kullanılmış, pithos ve çömlek gibi büyük boyutlu kapılardan seçilmiş örnekler sergilenmektedir. Bilgi panolarında Anadolu’nun tarih öncesi kültürlerinin karakteristik özellikleri maddeler halinde belirtilmiştir.

Üçüncü Salonda: Karataş-Semayük mezarlık alanında bulunmuş 3 küp mezar özgün konumlarına göre, içlerindeki iskeletler ve ölü hediyeleriyle birlikte çarpıcı bir atmosfer içinde sergilenmektedir.

Bilgi panolarında: Anadolu’daki tarih öncesi ölü gömme adetleriyle Semayük nekropolü hakkında açıklamalar yer alırken, pithoslar üzerindeki bezeme tipleri, motiflerin anlamları ve önemi herkesin anlayabileceği bir anlatımla yansıtılmıştır.

Birinci Katta, girişe göre sol yanda: Anadolu’nun tarih sonrası dönemlerine ait kronolojik bir cetvel vardır.

Sağ yandaki levhada: Elmalı bölgesindeki ilk bilimsel araştırma ve kazıları başlatan, Kızılbey ve Karaburun mezar odalarının restorasyon projelerini yürüten, özellikle 60 yıl üzerinde çalıştığı Anadolu arkeolojisini bilim alemine tanıtan “Türkiye’deki Amerikalı arkeologların duayeni” unvanına sahip değerli bilim adamı Prof. Dr. Machtel J. Mellink’in biyografisi yer almaktadır.

Birinci katın, Sağ yanında bulunan dört salondan birinde: Likya’da rağbet gören yerel tanrılardan atlı ve sopalı koruyucu tanrı Kakasbos, avcılıkla bağlantısı olduğu düşünülen 12 tanrı, Helena ve Dioskur gibi adak stelleriyle bazı yazıtlı taşlara ait örnekler sergilenmektedir.

Küçük eserlerin sergilendiği salonun ilk iki vitrininde: Hacımusalar Höyük kazılarında bulunan Erken Tunç, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait buluntular sunulmaktadır. Devamındaki vitrinde, Hacımusalar-Karaçakır mevkiinde açığa çıkarılan lahit buluntuları ile Karaburun I, II ve Kızılbey Tümülüslerine ait buluntular sergilenmekte ve tanıtılmaktadır.

Sikke Salonunda: Likya şehir sikkeleriyle Roma imparatorluk sikkeleri kronolojik bir düzen içinde sergilenmektedir. Bölgede sikke basan şehirlerle ilgili ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Duvar panolarında ise sikke basım tekniği ile ilgili bilgi verilirken sikkenin tarihçesi, fotoğraflarla da desteklenerek, kronolojik bir düzen içinde verilmeye çalışılmıştır.

Birinci katın sol kanadında: orta salonda Elmalı ve Korkuteli bölgelerinde bulunan Roma ve Bizans dönemine ait sütun başlıkları, yazıtlı mezar sütunu, taştan bir idol ve yekpare bir taştan oyularak yapılmış vaftiz teknesi sergilenmektedir.

Arykanda kazılarında gün ışığına çıkarılmış eserlerin sergilendiği salonda ise: Roma ve Bizans dönemine ait ev sunakları, adak stelleri, lahit ve heykel parçaları, pişmiş topraktan günlük kullanım kapları, dokuma malzemeleri, tıbbı aletler, çeşitli takı malzemeleri ve benzeri buluntular teşhir edilmektedir.

Birinci katın sol yanındaki 4 salondan birinde: yüzyılın definesi olarak da anılan, dünyaca ünlü MÖ.5. yüzyıla ait Elmalı Definesinin imitasyonları teşhir edilmektedir. Çarpıcı bir atmosfer içinde sergilenen sikkeler, ziyaretçilerin kolayca anlayabilecekleri şekilde guruplandırılmış, duvarlara yerleştirilen ışıklı bilgi panolarında tek tek, ayrıntılı olarak tanıtılmıştır.

Yine bu panolarda, definenin tarih içindeki önemi vurgulanırken, bulunuşu, kaçırılışı ve topraklarımıza dönüşü ile ilgili öyküye de yer verilmiştir.

Birinci katın her iki yanındaki dip salonların her birinde, kendi orijinal ölçülerinde rekonstrüksiyonu yapılmış olan Karaburun ve Kızılbey mezar odaları, duvarlarının renkli resimleriyle ziyaretçilere sunulmaktadır. Salon girişinde, mezarların bulunuşu, restorasyonu, çalışmaları, tarihleri ve duvar resimleri hakkında geniş açıklamalar bulunan tanıtıcı panolar yer almaktadır.

Yapının bodrum katında: sağda, envanter ve etütlük eserlerin konulduğu farklı ebatlarda dokuz oda vardır.

Müzenin:4000 metrekarelik açık teşhir alanında, Elmalı çevresinde bulunan Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait mimari parçalar, lahitler, yazılı mezar taşları, postamentler ve sütunlar sergilenmektedir.

Ayrıca yok olmaya yüz tutan anıtsal arı serenlerinden bir örnek, Yukarı Söğle köyünden alınarak bahçenin kuzeydoğu köşesine kurulmuştur. Bahçede ayrıca restorasyon atölyesi, büyük bir havuz ile her mevsim hizmet verebilecek bir kafeterya bulunmaktadır.

Evet, günümüzde 1305 adet envanterli eseri bulunan Elmalı Müzesi bu yöreden geçenler tarafından mutlaka ziyaret edilmelidir.

Antalya Elmalı Semahöyük-Karataş

SEMAHÖYÜK-KARATAŞ

Karataş-Semayük, Elmalı’nın 10 km güneydoğusundadır. Elmalı-Korkuteli yolunda yaklaşık 10-15 km ileridedir ve günümüzde “Bozhöyük” olarak isimlendirilmektedir. Yöre insanı burayı “Turist Tepesi” diye de bilir.

Hacımusalar Höyük ile birlikte, bölgenin Tunç Çağını çok iyi anlatır. 3-4 m yükseklikte ve 100 m çapındadır ve Büyük Gökpınar köyüne 3 km uzaklıktadır.

Kazılar sonucu, 3 bin yıllara tarihlenen korunaklı duvarlara sahip, megaron tipi yapılardan oluşan küçük bir köy yerleşimi bulunur. 3 x 4 m ve 5 x 9 m arasında değişen ölçülerdeki yapılarda ahşap ve kerpiç kullanılmıştır.

Evler günlük işlerin yapıldığı merkezi bir oda ve çevresindeki birimlerden oluşur. Mezarlıkta ise 500’ü aşkın sayıda küp ve çömlek mezar ortaya çıkarılmıştır.

Mezarlarda, ölü armağanları olarak ikili kaplar, depaslar, maşrapa ve gaga ağızlı testiler bulunmaktadır. Yuvarlak, küresel gövdeli kavanozlar en sevilen tiptir. Kırmızı üstü beyaz bezemeli seramikler, Elmalı bölgesinin tipik örnekleridir.

Üç ayaklı kapların Truva kültürüyle benzerliği dikkat çeker. Tunç ve gümüşten yapılmış, yabani domuz başlı iğneler de metal bulgular içinde en dikkat çekicidir. 

Antalya Elmalı Karaburun Tümülüsü ve Mezar Odası

Antalya Elmalı Karaburun Tümülüsü ve Mezar Odası

 

KARABURUN TÜMÜLÜSÜ VE MEZAR ODASI

Karaburun’da 50 m arayla iki tümülüs mezar bulunmaktadır. Bunlardan 2.Nolu olan mimarisi ve boyamalarıyla önemlidir. Karaburun 2 Tümülüsünün kazılarında ortaya çıkan kesme kireç taşından ve üçgen çatılı mezar odasının tüm duvarları Greko-Pers üslubunda ve friz olarak devamlılık gösteren teknikte duvar resimleriyle bezelidir. 

MÖ 475 yılına tarihlenir.

Kızılbey’deki ana renklerin yanında, burada mor ve yeşil renkte kullanılmıştır. 

Ana sahnede: elinde phalesiyle klineye uzanmış, sakallı Pers giysili Pers satrabı (Valisi) ve ona içki sunanlar ziyaret sahnesinde resmedilmişken, karşısında da ayakta duran bir kadın işlenmiştir. 

Bu sahnenin yanındaki duvarda soylu sanatçı; Yunan hoplitlere karşı savaşmaktadır. Bu savaş belki de, MÖ 494 yılında Perslerin Lykialıların desteğiyle Batı Anadolu’yu, Miletos’u ele geçirdikleri mücadeleyi yansıtıyordu. Bu savaşçılar Milyaslılar olmalıdır. 

Diğer duvarda: mezar odası sahibi soylu yönetici görkemli arabasında atları ve hizmetçileriyle resmi geçitte betimlenmiştir. Mezar odasının taştan klinesi üstüne çeşitli hayvan resimleri boyanmıştır. 

2011 yılında mezarda bulunan 2486 yıllık paha biçilmeyen iki duvar resminin yerinden sökülerek çalındığı anlaşılmış ve halen bulunamamıştır. Antalya Arkeoloji Müzesi görevlileri: Tümülüs’te yaptıkları olağan denetimde mezar odasının kapısının kırılarak duvar resimlerinin önemli bölümünün yerlerinden sökülerek çalındığını saptamışlardır.

Tutkallı bez ve kimyasal maddeler kullanılarak profesyonel bir yöntemle yerinden söküldüğü saptanan duvar resimlerinin akıbeti halen belirsizliğini korumaktadır. Bu yöntem: Gaziantep Zeugma’daki Roma dönemine ait duvar resimleri ve mozaiklerin çıkarılmasında uzmanlarca ve ayrıca KKTC deki Lysi kilisesinin resimleriyle Kanakarya Kilisesinin mozaiklerinin çalınmasında da kaçakçılarca kullanıldığı bilinmektedir.

Bu resimlerde: Karaburun Tümülüs’ünde gömülü Pers Satrabı betimlenmiştir. Taş bloklardan yapılarak sıvanmış ve sıva üzerine yapılmış resimlerde bir Pers valisinin ziyaret sahnesi, tamamen doğal bir ev ortamına benzetilmeye çalışılmış ki ölen kişinin ruhu burada öldükten sonra bir ev ortamında yaşasın diye.

Burası hakkında biraz daha bilgi vermek istiyorum. Persler, Yunanistan’dan püskürtüldükten sonra Atinalı general Kimon: Karya ve Likya’yı dönemin güçlü örgütü Attika-Delos Birliği donanmasıyla, MÖ.466 yılında günümüzdeki Köprüçay denilen Evrimedon nehrinde Persleri yenmiştir.

Bu savaşın yaşandığı yıllarda Elmalı’da ölen Pers valinin mezarının bulunduğu tümülüsüne yakın bir tepede “Pers Sikkeleri” ve karşı tepede ise “Yüzyılın Definesi” denilen Attika-Delos Birliği komutanının savaş kasası kabul edilen ve 1900 gümüş sikkeden oluşan görkemli bir define bulunmuştur.

Pers sikkeleri: Amerika’da çeşitli koleksiyonlara dağılmış, Elmalı Definesi ise geri getirilmiştir. Yörede bulunan ok ve mızrak uçları, burada amansız bir savaşın yaşandığına tanıklık etmektedir.

KIZILBEY MEZARI/TÜMÜLÜSÜ

Elmalı ilçesinin güneybatısında, Yuva köyü yolu üzerindeki Kızılbey Tümülüsü, yığma tepenin altındaki üçgen çatılı dikdörtgen mezar odasından oluşur. Mezar hırsızları tarafından soyulmuştur. Bu yüzden, sadece kireç taşı bloklar ile örülü duvarlar kalmıştır. 

3.70 x 3.10 m ölçülerindeki mezar odası, 2-3 büyük blok taşla örülmüş ve 4 bloktan oluşan kırma çatı ile örtülmüştür. Kapının güney duvarının yanına çekilmesiyle oluşan boşluğa kline yerleştirilmiştir. Mezar odasının duvarlarında siyah, beyaz, kırmızı ve mavi renkler kullanılmıştır. Arkaik resimler nedeniyle, MÖ 525 yılına tarihlenir. Defineciler, nem ve içe akan sular nedeniyle; koruma altına alınıncaya kadar oldukça tahrip olmuş ve tüm sahnelerin eksiksiz tanımlanması zorlanmıştır.

Duvarlarda iki kademeli yapılmış sahneler, mezar sahibi soylunun yaşamından ve inançlarından kesitler sunar. Klinenin arkasındaki batı panoda, mezar sahibinin arabasıyla bu dünyadan ayrılışı ve ziyafet sahnesi işlenmiştir. Sahnedeki figürün muhtemelen Yunanistan’ın soylu rahibi Argoslu Amphiaraos olduğu düşünülür. Savaş arabasına binmiş savaşçı bey, geriye bakmakta, yanındaki sürücü atın gemini tutmaktadır. Arabanın önünde, diz çökmüş, yaşlı adam ve iki kadından oluşan beyin ailesi, elleri dua formunda savaşçıya yönelmiştir. Üstlerinde de kanatlı bir figür uçmaktadır. Bu gurubun sağında da kötü korunmuş bir kline, bir masa ve altında da bir köpek yer alır. Kline de biri uzanmaktadır. 

Batı duvarındaki üst frizde, savaşçılar savaş arabasını getirmekte ve bir kurban sunmaktadır. Yanlarında da bazı seyirciler görülür.

Mezarın kuzey duvarında 5 friz bulunur. Alt frizde: bir teknede yedisi kürekçi olan 14 kişi bulunur. Diğerleri de tekne turu yapan soylulara hizmet edenlerdir. Üstteki frizde: kadın ve erkekler ve en solda da iki at betimlenmiştir. Burada mezar sahibi, maiyeti törensel geçit anında verilmiştir. 3’ncü frizde: bir iz görülmez. 4’ncü frizde: oturan bir yaşlı adam ile önünde savaşçılar, arkasında ise genç figürler bulunur. 5’nci frizde: çok az korunmuş olmakla birlikte arka arkaya dört atın yürüdüğü görülür. 

Doğu duvarında 4 friz görülür. En alttaki: spor (boks) yapan ve ağırlık çalışan gençler, 2’nci frizde: genç bir avcının geyik ve dağ keçilerini avlama sahnesi, 3’ncü frizde: iki avcının yaban domuzu av sahnesi yer alır. 4’ncü friz: alanın sol kesiminde bir şey kalmamıştır. 

Diğer kesimde, beş savaşçı arka arkaya resmedilmiştir. Güney duvarın bir yanında kapı açıklığı vardır. 

Mezarın zemininde de geometrik ve bitkisel bezemeler bulunur. 

Son bir not: Johanna Mellink, “Beni Elmalı’ya gömün” der ve külleri 2006 yılında Kızılbey tümülüsüne serpilir. (Buradaki arkeolojik araştırmaları yürüttüğü için)

Antalya Elmalı Fildişi Çocuklu Kadın Heykeli

FİLDİŞİ ÇOCUKLU KADIN HEYKELİ

Elmalı yöresinde yapılan arkeoloji kazılarında bulunan bu fil dişinden yapılmış, çocuklu kadın heykelinin yapılış dönemi ve yapanlar hakkında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

GİLEVGİ KALESİ

İlçe merkezine bağlı, Çobanisa köyündedir. Kale yapısı: kara yolunun hemen kıyısında, üç bölümlü tepenin güney kısmındadır. Surlarla çevrili yerleşim yerine, kuzeydoğu bölümündeki bir kapıdan girilmektedir. Batı bölümde, dörtgen kulelerle desteklenen sur kalıntıları görülmektedir.

KESİK MİNARE

İlçe merkezinde, çarşı meydanında, Ömer Paşa camisinin karşısındadır.
Tek bir minare olarak görülmektedir ve mimari özellikler açısından, Selçuklu dönemi yapısıdır.

ÖMER PAŞA CAMİSİ VE TÜRBESİ

Ömer Paşa: Manavgat’lıdır ve kapı ağalığından çavuşbaşılığa kadar yükselmiş ve daha sonra beylerbeyi olmuştur. 1603-1604 yılları arasında Diyarbekir valiliği yapmış, 1623 yılında Trablusgarp beylerbeyliğine atanmış, ardından Batum, Trabzon, Karaman ve Maraş beylerbeyliği yapmıştır.

Evliya Çelebi 1671 yılında uğradığı Elmalı kasabasını oldukça geniş şekilde anlatırken camiyi Ketenci Ömerpaşa camisi diye anar ve göz alıcı iç süslemesini kısaca tarif ettikten sonra mimarisinden bahsederken onu İstanbul Eyüp Sultan’daki Zal Mahmut Paşa camisine benzetmiştir.

Elmalı ilçesinin ortasında bulunan bu cami: Osmanlı mimarisi gereği tek kubbeli türün en geliştirilmiş bir örneğidir ve Mimar Sinan ekolünün bir şaheseridir. Caminin giriş kapısı üzerindeki kitabeden anlaşıldığına göre: Cami: 1610 yılında Kitapçı namıyla bilinen “Ömer ağa” tarafından yaptırılmıştır.

Cami: içinde bulunduğu yer meyilli bir arazi üzerinde olduğundan, heybetli bir görünüme sahiptir. Cami tamamen kesme taştan yapılmıştır. Giriş cephesinde üstü kubbelerle örtülü, ortadaki diğerlerinden daha yüksek kubbeli olan klasik başlıklı mermer sütunların taşıdığı revaka sahip bir son cemaat yeri vardır.

Taç kapı yay şeklinde olup büyük sivri kemerli ve üstünde 6 satır halinde kitabe bulunmaktadır. Pencereleri içeriden ve dışarıdan süsleyen alınlıkların üzerinde, her birinde değişik ayetler yazılı olan çiniler, İznik çini fırınlarının eseridir. Bunlardan birinin alt köşesinde “el-fakir Resmi Mustafa” imzası görülmekte olup yazıların hattatlarının ne kadar sanatkar oldukları anlaşılmaktadır.

Yazıların, çinileri süsleyen motiflerle beraber oluşu da hattat ve çinicinin tek kişi olma ihtimalini güçlendirmektedir. Diğer bir husus ta: her pencere için ayrı ayrı olarak hazırlanan bu çok sayıdaki panonun o dönemde İznik’ten nasıl bir yol takip edilerek buraya kadar bozulmadan taşınmış olmasıdır.

İznik çinilerinin bu örneklerinin, o dönemde Anadolu’nun uzak bu köşesine getirilmiş olması, Ömer Paşa’nın yaptırdığı bu hayrata ne kadar büyük bir emek verildiğinin en büyük kanıtıdır.

Caminin içi ve kubbesi zengin kalem işi nakışlarla kaplıdır. Evliya Çelebinin övdüğü minarenin kürsü kısmı: 5 köşeli olup, her bir cephe birer kaş kemerli pano halinde bölünmüştür. Çokgen gövdeli minarenin şerefe kısmı zengin biçimde işlenmiş mukarnaslara oturmaktadır.

Şerefe korkuluğu mermerden oymadır. Tepesinde kurşun kaplı ahşap bir külah bulunur. Caminin kubbesindeki kurşun kaplamalar 2004 yılında, minare alemindeki kurşun kaplamalar ise 2009 yılında yeniden yaptırılmıştır.

ÖMER PAŞA MEDRESESİ

İlçe merkezindeki caminin hemen karşısındaki medrese: 1602 yılında, cami ile birlikte, Ömer Paşa tarafından yaptırılmıştır. Yapı: 24 kubbeli ve 12 revaklıdır ve kesme taştan, dövme demirle yapılmıştır.

ABDAL MUSA TÜRBESİ/TEKKESİ:

İlçe merkezine bağlı, Tekke köyündedir.

Abdal Musa, Bektaşi geleneğinin en ünlü erenlerindendir. Hacı Bektaş’ın dolaylı olarak müridi olan Babai-Abdal dervişlerindendir. 14’ncü yüzyılda Batı Anadolu’da büyük ün kazanmıştır. Bursa’nın fethinden sonra Finike’ye gelip yerleşmiştir. Kargusuz Aptal ile Abdal Musa’nın buluşma yeri de Turunçovada’ki Kafi Baba Tekkesi olmuştur.

Kafi Baba Türbesi: Güney duvarında niş barındıran dikdörtgen planı ve orta yere konulmuş ölü sandukasıyla sanki bir Roma anıt-mezarıdır. Tanrısal mekan içine yerleştirmiş kıymetli ölünün cesedi, tanrıya diğer insanlardan daha yakın olduğunu gösterip, aracı rolünü vurgulamaktadır. Yapı içinde: Kafi Baba Mezarı, dış yanında Hasan Dede mezarı ve yaklaşık 10 metre güneyinde daha aşağı seviyedeki diğer dervişlerin mezarları vardır. Antik Çağ Lykia’sında olduğu gibi burada da mezarlık, sanki ait olduğu topluluğun sosyal sınıflarını-statülerini belgelemektedir. 

Sonrasında Kaygusuz Abdal Mısır’a gitmiştir. Elmalı Tekkesinin kurulmasıyla da Abdal Musa öğretisi Teke yaylası aracılığı ile tüm bölgeye taşınmıştır. 

Evet, Elmalı Abdal Musa Tekkesinin kuruluşu ile bir belge bulunmamasına karşın 13’ncü yüzyılda kurulduğu düşünülür. 1874 ve 1910 yıllarında kısmi onarım görmüş, en son 1968 yılında Vakıflar tarafından kapsamlı onarımdan geçirilmiştir. 

Elmalı Zaviyesi: Evliya Çelebinin anlatımına göre:” Yamaçta, Abdal Musa Vakfı’na ait 100 ev vardır. Burada yaşayanlar tekkenin yiyecek içeceğinden sorumludur. Köyün güneyinde büyük bir bağ ortasında, Abdal Musa’nın gömülü olduğu, altın alemli, sivri bir kubbe ile örtülü bir türbe bulunmaktadır. Türbenin çevresindeki bahçenin dışında misafirhane, mutfaklar, mescitler ve köşkler vardır. Türbenin 150 metre batısında, Abdal Musa’nın aşçısı Budala Sultan’ın türbesi bulunmaktadır. Gelip geçenlere nimetleri boldur. Başı, ayağı çıplak 300’den fazla derviş gece-gündüz ibadetle meşguldür. Söğüt, çınar ve kavak ağaçları altında fukaralar dinlenir. İçene sağlık veren bir su kaynağı, yanında da namazgah vardır. Binden fazla sığır, binden fazla koyun, 700 kısrak ve 7 değirmen vardır. Anadolu halkının inandığı bu sultanın birçok kerameti görülmüştür. Türbenin önünde, sonradan yapılmış bir ziyaretçi mekanı bulunur. Kırklar Makamı da, nefes almadan dolaşanların cennete gideceğine inanılan ritüel alanıdır. Türbenin içinde Abdal Musa, annesi ve babasının mezarları yer alır. 

İçinde olduğu söylenen kutsal emanetler hakkında Hacı Bektaş Veli’nin dervişlerine şöyle anlattığı söylenir. “Beni ararsanız Abdal Musa’da bulun, dört emaneti de ona teslim edin”

Bahsedilen emanetler şunlardır: Kara Sancak, Mermer Çırak, Biat Değneği ve Hüccat. Bunlardan Hz Fatma’ya armağan kandil ile Hz Hüseyin’in şimşir değneği hala türbededir. 

Antalya Elmalı Yedi Çınar

YEDİ ÇINAR

Çınar denilince, Elmalı yöresinde, 7 Çınar akla gelir. Ketencizade Ömer Paşa: Balkanlarda bir savaş kazandığında elde ettiği ganimetler ile, Elmalı’da bir cami ve külliye yaptırdığı bilinmektedir. Yine söylenenlere göre, dikilen bu çınarlar da, yine Balkanlardan getirilmiştir.

Yörede, çeşitli yerlerde bulunduğu ve bir kısmının kesilerek yok edildiği söylenen çınarlardan birini görmek isterseniz: Ketencizade Ömer Paşa camisinin önündekini görebilirsiniz. Buradaki çınar ağacı, yıllara ve olaylara meydan okuyarak, halen ayakta durmaktadır.

BEY HAMAMI

İlçe merkezinde, Ömer Paşa camisinin hemen batısındadır.
Yapının, klasik dönemde yapıldığı düşünülmektedir ki, Ünlü gezgin Evliya Çelebi, yazılarında, bu hamamdan söz etmiştir. Hamamın yapılışı olarak: 16-17’nci yüzyıllar düşünülmektedir.

ÇATALÇEŞME

İlçe merkezinde, çarşı içinde, kesik minarenin hemen arkasındadır. Selçuklu dönemi yapısıdır. Çeşmenin üzerindeki kitabede, 1284 tarihi ve üç satırlık bir yazı görülmektedir.

 

AKARASSOS:

Elmalı ovası, Toros yaylası Tekeli yarımadasının tam ortasında, 1300 m denizden yüksekte, tüm zamanların en önemli geçit noktalarından biridir. Alüvyal ovadan geçit veren akarsu vadileri, Elmalı’yı Myra, Lymra ve Antiphellos ile buluşturur. Böylelikle hem yaya yollarında kavşak olur hem de yayla ve sahil bağlantısını sağlar. 

Ortalama 1200 m yüksekliğinin verdiği iklimiyle, sahil Lykia’nın her dönemde yaz sıcaklarından kaçış bölgelerinden biri olmuştur. Kuzey Lykia olarak da anılır. Bey dağlarından doğan ve ovayı baştan sona geçen Akçay (Aedesa) tarımsal bereketin ana kaynağıdır. Ovada bulunan Karagöz ve Avlan gölü de kurutulmadan önce ova halkına balıkçılık imkanı sunmaktaydı. 

 Elmalı’nın Gökpınar köyünde, köylülerin açtığı kuyudan Neolitik bulgular çıkmıştır. Bu seramikler, koyu kahverengi ve bezemesizdir. Bulgular, Elmalı’da Kalkolitik dönemin 4’ncü bin yıl sonunda bittiği ve ardından Tunç Çağının başladığını gösterir.

Elmalı çevresinde, Kızılca, İslamlar, Armutlu gibi kaya mezarları Lykia geleneğinde kayalara oyulmuştur. Ayrı bir özellik göstermez. Kuzey Lykia kaya mezarları geleneği diye ayrı bir gelenek bu bölgede söz konusu değildir. 

Nisa, Khoma ve Podalia sikkelerinin, Lykia sikkelerinden farklılıkları ve yerel isimlerinin Kabalis ve Psidia’ya özgü olması, Elmalı’nın Lykia’dan ayrılıklarını göstermez. 

MÖ 333-334 yıllarında Büyük İskender’in bölgeden geçişi anlatımında Arrianus bölgeyi “Lykia’ya bağlı Frig yerleşim bölgesi” olarak tanımlar. Bayındır Tümülüsleri ve bulguları bu anlatımı doğrular. 

Roma İmparatorluğu döneminde, Elmalı yaylasındaki kentlerin tamamı Lykia Birliği üyesidir. Birlik yöneticiliği dahil pek çok önemli memuriyet almışlardır. 

Elmalı ve Korkuteli bölgesinde, sahilde bilinen Tlos, Myra, rykanda veya Lymra gibi herhangi bir kent görülmediği gibi, bir iki kaya mezarı dışında geleneksel Lykia kaya mezar nekropolü ne rastlanmaz.

Zaten, Karaburun, Kızılbey, Bayındır Tümülüsleri gibi bir örnek de sahil Lykia’sında yoktur. 

 

KHOMA-HACIMUSALAR HÖYÜK-BEYLER:

Elmalı-Finike karayolu üzerinde, Antalya’ya 132 km uzaklıkta, Beyler köyü sınırları içindedir. Karagöl ovasındadır. Yayla yollarının kesiştiği önemli bir kavşaktır. 

2000 yılı kazılarında bulunan Aurelius Diogenikastos’u onurlandırma yazıtı; Khoma adlı bir kilise töreninden bahsedilir. Dolayısıyla Piskoposluk merkezi Khoma’nın bu yerleşim olduğundan kuşku kalmamıştır. 

Lykia ile ilk önemli bağlantısı, 24 km güneydoğusunda Arykanda iledir. 

Plinius’un andığı Aedesa çayı buradan geçmektedir.

Geç Neolotik Dönemden Bizans’a hatta çevresiyle birlikte bakıldığında günümüze kadar kesintisiz yerleşim görmüştür. 

Roma döneminde adı Khoma’dır. Bugünkü ismi “Beyler” dir. Denizden yükseklik 13 m dir. Bizans döneminden kalma 2 kilise kalıntısı bulunur. Höyükten taşınmış daha geç dönem kalıntıları bugün Beyler köyü yapıları arasında görülmektedir. 

 

BAYINDIR -TERPONELLA TÜMÜLÜSLERİ:

Bayındır köyü, Elmalı’ya 6 km uzaklıktadır.

Bayındır’ın en yakınındaki yerleşim Terponella olarak bilinir. Yerleşimde zayıf ve dağınık kalıntılar vardır. En yakınındaki sınır yazıtına bakılırsa da Terponella alanı dışında kalmaktadır. Asıl sorun, Bayındır Tümülüsü ile eş zamanlı bir kalıntının Terponella da bilinmeyişidir. 

Elmalı bölgesi, Lykia sahillerinde çok rastlanmayan ve Klasik Lykia geleneğinde yaygınlaşan tümülüs mezarlarının en önemli örneklerini barındırır. Bu kez ölü gelenekleri, mimarisinden gömmeye, insan eliyle yükseltilmiş tepeler altında iz verir. 

Tümülüsler, Gökpınar köyünden sonra ulaşılan Bayındır köyü çevresi ve Söğle-Göçmen yolunun batısından, Çağıltemeller’de yoğunlaşır. Bir mezar odası üzerine yığılmış tepeden oluşan ana hatlarıyla ortak tümülüs geleneğine uymakla birlikte, kendine özgü yanlara da sahiptirler. Odaları oluşturan ahşap konstrüksiyon çürümüş, sadece buluntular kalmıştır. 

Bölge, Lykia ve Lydia bölgelerinin mimari gelenekleri etkisi altında kalmakla birlikte özellikle Phry kültürü etkisinde de kalmıştır. 

MÖ 8-7’nci yüzyıllarda Phry ağırlıklı Bayındır Tümülüslerinin mimarisine ve bulgularına yansımıştır.  

 

MÜGREN (GÖLOVA) MEZARI:

Elmalı’nın 12 km uzağında Gölova (Müğren) mevkiindedir. Tepeden küçük Milyas ovasına bakmaktadır. 

Semayük’ün 5 km kuzeyinde bir tepe üzerinde monolit bloklarla örülen bir mezar odası bulunur. 

Mezar odası: 3.90 x 3.30 m ölçülerindeki mezar odasının her duvarı tek bir bloktan, birbirine kenetlenmiş toplam 8 bloktan oluşur ve üst örtüsü ahşap kırma çatı biçimindedir. 

İyi işçilikli duvarların ve çatının tüm iç yüzeylerinin zamanında tamamen mimari karakterlerle boyalı ve bezeli olduğu boyala kalıntılarından anlaşılmaktadır. Bu boyamaların bazıları, Bizans şapeli olarak kullanıldığı dönemden kalmadır. Boyama dışında kazıma çizimleri de vardır. Bunlardan biri Bizans döneminden kalma haçtır. 

Duvardaki küçük pencere de Bizans döneminde açılmıştır. 

Kazıma çizimleri içinde, arka duvardaki tekne çizimi dikkat çeker. Yelkensiz benzerleri Kızılbey boyamalarında da vardır. Mezar odası duvarlarına kazınmış Besmele ve Kelime-i Tevhid ve Kuran-ı Kerim’den diğer ayetler, İslam döneminde kullanım izleri verir.

Mezar odasının dış yan yüzündeki çıkıntı ve girinti paneller enteresandır. Eğer olası bir geç dönem ekiyle ilgili değilse, çatı bloklarının kaymasını önleyecek payandaların tutturulduğu yerler olmalıdır. 

Bugünkü haliyle bir tümülüsten çok uzak, tıpkı Hoyran Mezarı gibi bağımsız bir mezar odası resmi çizmektedir. Ayrıca duvarların dış yüzeylerinin iyi işçiliği de bir tümülüs odası için gereksiz görülür. İç boyamaların ahşap işçilik taklidi olması nedeniyle Kızılbey ve Karaburun boyama geleneğinden farklılaştığını ve yakın örneklerinin Lykia tümülüslerinde olduğu anlaşılır. Yapım tekniği ve blok kullanımı ise Kızılbey ve benzeri örneklerdeki gibidir. 

 

KIZILCA:

Elmalı çevresinin önemli kalıntılarından biridir. Klasik dönemde bölgenin kültürel dokusunu anlatır. 

Elmalı Gömbe yolunun 3 km içerisinde köyün yaslandığı sarp kayalık tepededir. Yerleşimden pek bir şey kalmamışsa da kayalık yüzünde açılmış kaya mezarları yeterli izi verir. 

Büyük boyutlu ve  daha aşağıdaki mezar, ahşap yapı taklidi konstrüksiyonu ile Lykia’nın klasik mezar geleneğidir. Mezarın alt kesiminde, iki bölümden oluşan Likçe yazıt bulunur. 

“Bu mezarı,Meyere’nin oğlu Masauxeti, Perikle’nin komutası altındayken yaptı. Kim bu mezara bir zarar verirse cezalandırılacaktır ve soyu lanetlenecektir.”

Yazıtın 8’nci satırında geçen Perikle adı, bölgenin Klasik dönemde Lykia sınırları içinde olduğunu ve eğer yazıt Lykia Kralı Perikle’den bahsediyorsa, Lymra ile de özel bir bağı olduğunu gösterir. 

Değilse de aynı geleneğe uyup adını Perikle koymuş bir dağ beyinin.

Daha yukarıda ikinci kaya mezarı aynı geleneğin daha yalın bir başka örneğidir. 

 

İSLAMLAR:

Kızılca’nın güneyinde, ana yoldan 7 km içeridedir. Aytaşı diye bilinen kalıntılar, İslam köyünün 2 km kuzeybatısındadır. 

Akropolün güneydoğusundaki kayalık tepede bir kaya mezarı ve yarım kalmış bir lahit teknesi, yerleşimin akropolle kalmayıp çevreye yayıldığını gösterir. 

Burası belki de aynı zamanda taş ocağı olarak işletilmiştir. 

Akropolün en çarpıcı görüntüsü, köylülerin “Aytaşı” dedikleri 120 cm çapındaki kalkan kabartmasıdır. Hiçbir yapı ile bağlantısı olmaksızın kayalığın yüzüne işlenmiştir. Pisidia da yoğunlukla izlenen kalkan kabartmaları, dağlık Lykia ya da geçmiştir. Ve belli ki artık ölü askerleri simgelemeyi de çoktan aşmıştır. Üstlerinde de stel dikmek için açılmış zıvana delikleri bulunur.

Akropolün yukarı kayalıklarında bulanan iki kaya mezarı, mimari ve kabartmalarıyla dikkat çeker. İki katlı ahşap yapı taklidi cepheye sahip mezarın içinde de ahşap ölü yerlerinin düzenlendiğine ilişkin izler bulunur. Mezarların 50 m yakınındaki küçük tepede de önemli bir anıt mezardan kalıntı vardır. 

Polygonal duvarla temenos-teras üzerinde nitelikli bir mezar yapısı olduğu anlaşılır. Bir zamanlar; Elmalı İslamlar, sahil İslamları kurup yaylaya da çıkan Patara çevresinde kışlayan ata vatanıdır. Klasik dönem İslamları ise, kalkanların yerelliği dışında tam anlamıyla Lykia yerleşimi görüntüsü sergiler. 

 

ARMUTLU:

İslamlar’ın güneyindedir. 

6 tane kaya mezarının dördü ahşap yapı cepheli Lykia geleneğindedir. Diğer ikisi ise, bu geleneğin uzağında yalın bir giriş ve odadan oluşur. Mezarlar arasında 3 kült nişi, özellikle Lykia geleneğindeki mezarların arasında bulunmakla dikkati çeker. Bu tür döşemler Lykia’da yaygınca bilinir. Yerleşimde mezar dışında çok şey kalmamıştır. 

Ancak köy içinde evlerin aralarında izlenebilen erken duvar kalıntıları Armutlu’da hatırı sayılır bir yerleşim varlığını haber verir. Höyükler, tümülüsler ve yerleşim kalıntıları açıkça göstermektedir ki, Elmalı ovası Neolitikten günümüze kadar kesintilerle de olsa yoğun yerleşim görmüştür. 

 

KOMBA-GÖMBE

Gömbe bir z amanlar Komba antik yerleşimiydi. Bugüne dek özünü koruyan adı, sadece Piskoposluk listelerinde anılır. 

Bir kent yönetim meclisine sahip olduğu bilinir. Komba’da bulunan 12 tanrı adak levhaları, kenti diğerlerinden ayırır. Komba’dan başlayıp Üçağız’a inen bölgede, Roma döneminde yaygın olduğu bilinen bu levhaların en yoğun bulunduğu yer bu çevredir. Sanki 12 tanrının kült merkezidir. 

Üstlerindeki yazıtlar ve kabartmalar, levhaların işlevinde kuşku bırakmaz. Yazıtlar, Artemis’e, 12 tanrıya ve onların babasına ya da 12 tanrıya biçimindedir. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Antalya şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.