İzmir Selçuk Yedi Uyurlar

İzmir Selçuk Yedi Uyurlar

Yedi uyurlar; yüzyıllar boyunca, Anadolu’da yaşayan ve din kitaplarına girmiş, çeşitli e yazmalarına da konu olmuş bir öyküdür. Kur-an da, 110 ayetten oluşan “kehf” suresinde, 8 ve 25’nci ayetler arasında anlatılmıştır. İşte; bütün İslam ve Hıristiyan dünyasının ” Efes’in Yedi Uyurları ” (Eshab-ı Keyf) dediği, azizler işte bunlar.

Bu öyküde mucizevi bir olay anlatılır.

Şöyle ki: ” MS 250 yılları gibi, Geç Roma dönemi imparatorlarından Decius zamanında; çok tanrılı din yani putperestlerin inanışları, kentte hüküm sürmektedir. O sırada, kenti yöneten kral; zalim ve bir o kadar da; pagandı.

Yani: tek tanrıya değil, putlardan oluşan çok tanrılığa inanıyordu ve kentte yaşayanların, tüm dinsel özgürlüklerini kontrol altına almıştı.

Ancak; 6 genç adam, Hıristiyanlığa ve tek tanrıya inanmışlardı. Dinsel baskılara dayanamayan gençler; bir gün kentten çıkarlar. Yolda; bir çobana rastlarlar ve ona dertlerini anlattıklarında, çobanında aynı inançta olduğunu öğrenirler.

Çoban; ” Bende sizinle beraber gelmek istiyorum, hem bildiğim bir mağara var, beraberce, orada saklanırız.” der.

Gençler, buna çok sevinirler. Yanlarına çobanı da alarak, bugünkü Panayır Dağı’nın güney tarafındaki mağaraya gitmek üzere, yola koyulurlar. Fakat, çobanın köpeği Kıtmir, bir türlü peşlerini bırakmaz.

Bunun üzerine; köpeği de alarak, hep birlikte mağaraya girerler. Ve, tanrının emriyle, yıllar süren derin bir uykuya dalarlar.

Bir süre sonra; gençlerin kaçtığını öğrenen kral, peşlerine askerler gönderir. Askerler; onların uyuduğu mağarayı bulur ve çıkmalarını önlemek yani onları ölüme terk etmek için, mağaranın kapısını duvarlar örerler.

Hatta; mağara üzerine, yedi uyurların adlarını ve öykülerini yazarlar. Maksimianus, Malkus, Martinianus, Konstantinus, Dionisios, İoannes ve Serapion.

Bu geçen sürede, yörede yaşayan bazı hayvan sahiplerinin, mağaranın ağzındaki duvarı yıktıkları, ancak içeride uyuyan insan görmedikleri rivayet edilir.

Yedi genç; bir inanışa göre 200 yıl, başka bir inanışa göre ise, burada 300 yıl uyumuşlardır. Kuran’da Kehf Suresinde: ” Onlar, mağaralarında 309 yıl kaldı derler ” yazılıdır.

İzmir Selçuk Yedi Uyurlar: Evet; öyküyü anlattıktan sonra; tarihi süreçte, Efes’te geçen olayları kısaca inceleyelim. MS. 263 yılında, kuzeyden gelen Got’lar; Artemis Tapınağını ve kent limanını yağma ederek, yakarlar.

Bundan sonra, tapınak eski görkemine asla erişemez ve Efes Artemis’i inancı büyük darbe yer. Hıristiyanların yapamadığını Got’lar yapmıştır.

MS. 4’ncü yüzyılın başlarında ise; Efes, aynen İskenderiye ve Antakya gibi, önemli bir piskoposluk merkezi haline gelir. Bu yüzyılın sonunda ise; Hıristiyanlık tamamen şehirde egemen olur. Bu kez, inanç kavgaları başlar.

Hatta; Efes deki Hagia Maria Kilisesi’nde, MS.431 yılında, konsül toplanır. Bu toplantıya, 200 civarında piskopos katılır. Bu toplantıda yaşanan olaylardan sonra; Roma imparatorluğu, MS.395 yılında, dinsel olarak ikiye ayrılır. Doğu Roma kesiminin başkenti; İstanbul olur. Ayrıca; devlet, Hıristiyanlığı, imparatorluğun resmi dini olarak kabul eder.

Bu arada; mağarada uyuyan gençler; 200 yıla yakın uyuduktan sonra; bir sonbahar günü (22 Ekim) uyanırlar. Mağarada ne kadar uyuduklarının farkında değildiler. Birbirleriyle konuştuklarında, bir veya yarım gün uyuduklarını hatırlarlar. Fakat; hepsi, acıktıklarını hissediyorlardı.

İzmir Selçuk Yedi Uyurlar: Nihayet içlerinden; Yemliha’yı, ekmek almak üzere, fırına göndermeye karar verirler. Yemliha, kente doğru yürüyerek yaklaşırken, onu gören herkes, kendisine garip garip bakıyordu.

Çünkü; giysisi ilginçti. Kent kapısına vardığında, kapı üzerindeki haç işaretini görünce, Yemliha’da şaşırdı. Bir günde, ne kadar çok şeyin değiştiğine hayret ediyordu. İnsanlar, inanışlar ve hatta yapılar bile değişmişti.

Fazla oyalanmadan, bir fırına girdi. Ekmek aldı ve elindeki, 200 yıllık gümüş parayı uzattı. Fırıncı; kendi kendine ” bu adam benimle alay mı ediyor? ” diye düşündü.

Paranın üzerinde, imparator Decius’un resmini görünce; ” bu adam bir hazine bulmuş ” diye, ortalığı birbirine kattı. Parayı, götürüp, görevli memura teslim etti.

Memurlar; zavallı Yemliha’yı, parayı nereden bulduğu hakkında sıkıştırmaya başladılar.

Yemliha; söylediklerine kimseyi inandıramadı. Bitkin ve çaresiz kalınca, olanları, arkadaşlarını, mağarayı anlattı.

Bunun üzerine; halk, hatta kent piskoposu, anlattıklarının doğru olup olmadığını öğrenmek için, mağaraya gittiler ve her şeyi gözleriyle görüp, askerlerin bıraktıkları yazıtı da okuyunca, yedilerin önünce secde ettiler.

Böylece; insanların öldükten sonra tekrar dirileceğine olan inanç, doğrulanmış oluyordu. Yedi uyurlar, takip eden dönemde, öldükten sonra, yine aynı yere gömüldüler. Mezarlarının üstüne, bir kilise yapıldı.

Evet; öykü böyle. Tabii, inandırıcılığı tartışmalı, yani bugünün bilimsel yöntemleriyle, bu olayın bir açıklaması mümkün değil. Ama; dedik ya, öykü, efsane. 1442 yılına kadar, burası kutsal yer kabul edilerek, sürekli ziyaret edilmiş. Ancak; bu tarihte, büyük olasılıkla, bir deprem sonrası, mağara ağzı kapanmış.

Neyse; yapılan bilimsel kazılarla, mağara tekrar ortaya çıkarılmış. Günümüze gelmeden önce, yakın tarihlerde; Panayır Dağı Efsanesinden de söz etmek istiyorum. O günlerde, yılın belli zamanlarında; Ayasuluğ yöresine, birçok Ermeni geliyordu.

Gelenlerin; çantaları, sepetleri doluydu. Trenden iner inmez, eşeklerin sırtında, hemen eski adı Pion olan Panayır Dağına gidiyorlardı. Dağa varınca: çadırlar kuruyorlar, çantalar, sandıklar açılıyor, ateşler yakılıyordu.

Ayasuluğ’lular; buna “Ermeni Panayırı” diyorlardı. Zaten, bu yüzden de dağın adı ” Panayır Dağı” olmuştu.

Fakat, bu gerçekten bir panayır mıydı? Elbette, hayır. Ermenilere göre, bu dağ; kutsal bir dağdı. Burayı; İsa’nın çarmıha gerildiği yerle ilgili buluyorlardı. Fakat, bu inanışın geçmişini, kendileri de bilmiyorlardı.

Dağda toplandıkları yer ise; bugünkü Yedi Uyurlar Mağarası’nın üzerindeki, düzlük alandı. O zamanlar, burada, üzerinde haç işareti işlenmiş, büyükçe bir mermer taş vardı. Bu taşın çevresinde ayinler yapıyorlar, adak adıyorlar, tanrıya dileklerde bulunuyorlardı.

Bu haliyle: toplandıkları yer, bir açık hava tapınağından farksız oluyordu. Evet, bölgeye gittiğinizde, bu taşı aramayın, bugün bu taş yerinde yok, nerde mi? meçhul.

Evet; gerek yedi uyurlar ve gerekse buranın bulunduğu Panayır Dağı ile ilgili efsaneler, öyküler, inanışlar bunlar.

Şimdi; günümüze gelelim. Yedi Uyarlar ile ilgili; Selçuk’taki mağaranın yanı sıra, Anadolu’da: Diyarbakır’da Lice İlçesine 15 km. uzaklıktaki İnceburun Dağlarında da aynı ismi taşıyan mağara bulunmakta. Ayrıca: Afşin-Elbistan, Eskişehir ve Tarsus’ta da, yedi uyurlar mağarası olarak betimlenen yerler var.

Selçuk’taki mağara ise: Efes antik kenti dışında, Vedius Gymnasium’nun yanından, doğuya doğru sapan yolun sonunda, yürüyerek gidiyorsunuz. Bu mezarları; Avusturyalı Arkeoloji Enstitüsü Ekibi; 1927-1928 yılları arasındaki çalışmaları sonucu ortaya çıkarmış.

Ancak: burada, yedi mezardan daha fazla sayıda mezarla karşılaşılmış. Mezarların bazıları mahzen mezar, bazıları mezar odası, bazıları ise bölge şeklinde mezarlardır. Yapımlarında ise; bazılarında kayalar oyulmuş, bazılarında moloz taş ve tuğlalar kullanılmış.

Günümüzde; bazıları yıkık, bazıları harap olmuş olan bu mezarların ve şapelin duvarlarında çeşitli fireskolar bulunmakta.

Bezemelerde; Helenistik çağ süsleme sanatının unsurları ve ilaveten çiçek bezemeleri görülmekte. Büyük olasılıkla, bu resimler, MS.4 ve 5’ncü yüzyıllarda yapılmış. Görmenizde yarar var, ilginç bir yer. Özellikle; üstteki öyküleri okuduktan sonra, sanırım ilginizi çekecek bir yer.

Selçuk tanıtımı.

Efes tanıtımı.

Meryem Ana tanıtımı.

Artemis tapınağı tanıtımı.

Efes müzesi tanıtımı.

Diyarbakır Lice

Diyarbakır Lice


Diyarbakır-Silvan karayolu üzerinde, ana yoldan ayrılarak, yaklaşık 50 km. ilerleyince, Lice ilçesine varılıyor. Ulaşım pek de kolay değil. Çünkü, güvenlik önlemleri nedeniyle, kontrol noktaları var.

ULAŞIM

İlçenin Diyarbakır il merkezine uzaklığı: 84 km. dir. Lice-Bingöl arasındaki uzaklık: 63 km. Lice-Genç/Bingöl arasındaki uzaklık: 46 km.
Lice-Diyarbakır arasındaki yol, asfalt ve bakımlı olup, genellikle her mevsimde açık bulunmaktadır.

TARİHİ

Tarihi süreç içinde, yörede ilk yerleşimin: Asur ve Urartu kaynakların göre, Nirbi Prensliği tarafından gerçekleştirildiği görülmektedir. Ancak, genellikle, yörede Asur hükümranlığı görülür. Daha sonra ise, sırası ile, Med, Pers, Makedon ve Roma egemenlikleri görülür.

MS.622 yılına gelindiğinde ise, bu kez Bizanslılar, yörede görülürler. 1259-1302 yılları arasında, bölgede, Anadolu Selçukluları egemen olurlar. 1394 yılında, Timur işgali, 1401 yılında ise Karakoyunlular var. 1517 yılında ise, Osmanlılar bölgede hakimiyeti ele geçirirler.

Lice isminin ortaya çıkış söylentisi: “bir zamanlar, yörenin büyük aşiretlerinden biri olan “Zirki aşireti” kendi içinde sorunlar yaşar ve bu sorunlar sonucunda, 7 kardeşten biri, ailesini de yanına alarak, aşiretin bulunduğu yerden ayrılır ve günümüzdeki Lice yerleşim yerinin bulunduğu yere gelip yerleşirler.

Aradan aylar geçer ve diğer kardeşlerden biri, yanlarından ayrılan bu kardeşlerini merak eder ve oğlunu gönderip, onların durumuna bakmasını söyler. Çocuk: gider ve amcası ve ailesinin bugünkü Lice bölgesinde yerleşmiş olduklarını görür. Döndüğünde, babasına “yerlerindeler” anlamına gelen “evlicine” kelimesini kullanır ve bunun üzerine, amcanın yerleştiği günümüzdeki yere, Lice is mi verilir.

Tarihi süreç içinde, bu ilçemizin en büyük hatırası: Şeyh Sait isyanı sırasında, adı geçen kişinin, burada kalması ve isyanı buradan yönetmesidir. Bu nedenle, yöre, isyanın bastırılması sırasında, en azla can kaybı olan yerlerin başında gelmektedir.

Lice tarihindeki diğer önemli bir olay ise: 6 Eylül 1975 tarihinde olan ve 2367 kişinin hayatını kaybettiği Lice depremidir. Bu depremde, yörede bulunan 35 köyde büyük hasar meydana gelmiştir. Depremden sonra, ilçe merkezinin yeri değiştirilmiş ve yerleşim, Fis ovası doğusuna kaydırılmıştır.

GENEL

Diyarbakır il merkezinin, kuzeydoğu bölgesindedir.

İlçenin denizden yüksekliği, 1125 metredir. İlk olarak, Akdağ eteklerindeki Akı tepesinde kurulu bulunan ilçe merkezi, deprem sonrasında, aşağıda bulunan ova bölümüne yerleşmiştir.

Yörenin iklim özellikleri değerlendirildiğinde: kışların çok sert, soğuk ve yağışlı geçtiği görülür. Bölgenin en yoğun kar yağışı, burada görülür. Yaz mevsiminde ise, özellikle, Temmuz ve Ağustos ayları sıcak ve kurak geçer.

Tüm bunların dışında, bölgenin en önemli coğrafi özelliği, ülkemizin en uzun ikinci nehri olan, Dicle nehrinin, önemli iki kaynağından birinin, burada, yani Bırkleyn mağaraları bölgesinde bulunmasıdır. Bırkleyn suyu: Bırkleyn mağaraları bölgesinde doğar, bir süre güneybatı ve sonra batı yönünde akar ve çevredeki diğer dere sularını alarak güçlenir ve Gölcük civarında, nehrin diğer kolu ile birleşir.

Yöre halkı: genellikle tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadırlar. İlçe merkezinde, son yıllarda açılan birkaç fabrika, yöre insanının işsizlik sorununa çözüm olmuştur. Bunun dışında, tarım faaliyetlerinin başında: tütün, pamuk, buğday, arpa gibi hububat ekimi gelmektedir.

Bunun dışında, yörede bağcılık da önem kazanmaktadır. Özellikle: Mart-Nisan ayları arasındaki dönemde bağların bakımı yapılır ve Ekim ayında ise bağ bozumu yapılarak ürün kaldırılır. Üzüm: suyu elde edilerek, bu su ile yapılan: pestil, sucuk, beyaz sucuk ve kesme denilen ürünler şeklinde tüketime sunulur.

GEZİLECEK YERLER

Diyarbakır Lice Birkleyn Mağaraları

BİRKLEYN MAĞARALARI

Diyarbakır-Bingöl kara yolunun doğusundadır.
Dicle nehrinin, toprak üzerinden gelerek ilerleyen iki ana kaynağından bir tanesi, bu mağaranın bulunduğu yerde toprak altına iner ve mağaranın içinden geçerek, bir tünelden ilerlemeye devam eder ve bir süre sonra ise, tekrar toprak üstüne çıkar.
Bu nedenle, buradan çıkan suya “Birkleyn suyu” ismi verilir.

Birkleyn suyu: Anadolu ve Kuzey Mezopotamya arasındaki antik bir yol üzerinde, Dicle nehrinin diğer kolu ile birleşene kadar, yer altında, doğal bir tünelden akarak gider. Tünelden sonra ise, yeniden yukarı, yani toprak üstüne çıkar ve Dicle nehrinin diğer kolu ile birleşerek, büyük Dicle nehrini oluşturur.

Burada, Asurlulara ait bir kısım kalıntı bulunmuştur. Hatta, antik dönemlerde, suyun yer üstünde kaybolup yer altına indiği bu yere “Dünyanın bittiği yer” ismi verilmiştir. Daha da ileri gidilerek “ölülerin yer altı dünyasına giriş yeri” olarak betimlenmiştir. 1899 yılında, burada yapılan arkeolojik araştırmalarda, biraz önce söylediğim gibi, Asurlulara ait çeşitli steller bulunmuştur.

Bunların en önemlileri: bölgedeki 3 mağara içinde, Birkley suyunun bulunduğu mağara içinde, Asur kralı Tiglatpileser tarafından hazırlanan “kabartma çivi yazılı tablet” ve yine Asur kralı Salmanassar tarafından hazırlanan, iki çivi yazılı tabletdir. Her üç mağarada, Kuzey Mezopotamya kültürlerine özgü çeşitli seramik parçaları bulunmuştur.

Evet, bölgede 3 mağara olduğunu söylemiştim. Bunlardan bir tanesinden, Birkley suyu geçiyor.

Diğer ikinci mağara: birinci mağaranın devamı gibi uzanıyor ve 15 metre genişliğinde, 12 metre yüksekliğindedir. Uzunluğu ise, birkaç kilometreyi bulmaktadır. Bu mağaranın girişinde: antik döneme ait çeşitli yapı kalıntıları, Asur kralı III. Salmansar’a ait iki kabartma yazılı kitabe ve bir kabartma bulunmaktadır.

Kaya üstüne işlenen bu kabartmada: ismi geçen Asur kralı, uzun başlığı ve işlemeli giysisiyle dikkat çekiyor. Figürlerin hepsi, doğuya bakıyorlar. Sağ ellerinde balta, sol ellerinde ise kılıç var.

Evet, üçüncü mağara: diğer iki mağaradan daha büyüktür. Mağara içindeki sarkıt ve dikitler görülmekte olup, mağara içindeki havanın özellikle “astım” hastalığı için iyi geldiği söylenmektedir.

 

ASHAB-I KEYF-YEDİ UYURLAR MAĞARASI

İlçe merkezinin 15 km. uzağında, Duru köyü yakınlarındadır.
Mağara, 650 metre yükseklikte bir tepenin üzerindedir. Burada bulunan iki mağaradan ikincisi, ashab-ı keyf olarak bilinen ve içinde “yedi uyurların bulunduğundan” söz edilen mağara olarak isimlendirilmektedir.

DAKYANUS ANTİK KENTİ

İlçe merkezinin 19 km. batısında, Fis ovasında, yüksek bir tepe üzerindedir.
Burada, Dakyanus isimli bir tiran idaresinde, bir yerleşim yeri olduğu tahmin edilmektedir. Ancak, çevrede, resmi arkeolojik kazı çalışmaları yapılmadığından, net bilgiler edinilmemiştir.
Ancak, günümüze ulaşan kalıntılar arasında: İskender sonrası Selevkoslar ve Roma dönemine ait olabileceği düşünülen sütunlar, çevre duvarları ve bir saraya ait olabileceği değerlendirilen duvarlar, kemerler görülmektedir. Bu sütunlar arasında, özellikle 3-4 metre yükseklikte olan sütunlar ilgi çekmektedir.

Burası hakkında bilmenizi istediğim bir söylenti var: “Zalim bir puta tapan hükümdar olan Dakyanus: tek bir tanrıya inandığını öğrendiği 6 gence, inançlarını terk etmelerini ve yeniden putlara tapınmalarını, yoksa onları öldürteceğini söyler. Bunun üzerine, bunu kabul etmeyen gençler, saraydan kaçarak dağlara yönelirler ve yolda rastladıkları 1 çoban ve çobanın köpeği kıtmıri de yanlarına alarak, bir mağaraya sığınırlar. Tek tanrıya inanan 7 genç ve köpek, bu mağarada, 300 yıl boyunca uyurlar.

Uyandıklarında, içlerinden yaşı en büyük olanı, yiyecek almak üzere, şehre gönderilir. Dakyunus dönemi parasıyla yiyecek almak isteyen ihtiyar, tüccarların durumu bildirmesiyle kralın ve kahinin karşısına çıkarılır. Olup biteni anlatan ihtiyar, kralın askerleri eşliğinde, mağaraya gider, tek başına mağaraya girer ve arkadaşlarına, 300 yıl süresince uyuduklarını söyler. Daha sonra, mağaraya giren ihtiyarın dışarı çıkmaması üzerine, kralın askerleri mağaraya girerler, ancak içeride kimseyi göremezler. “

Evet, her yıl 28 Mayıs tarihinde, burada bir festival düzenlenir ve çevreden gelen ziyaretçiler, bu mağarayı ziyaret ederler.

Diyarbakır şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.