Nevşehir Hacıbektaş Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi

Nevşehir Hacıbektaş Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi

Ankara-Kayseri kara yolunda, Kırşehir ve Mucur geçildikten sonra Kayseri yolundan ayrılarak gidilebilir, yoldan yaklaşık 5 m. içeridedir. Ankara-Nevşehir kara yolu da, İlçenin içinden geçer.

GENEL

Nevşehir Hacıbektaş Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi;

Nevşehir Hacıbektaş Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi: Hacıbektaş İlçesi; Anadolu’nun ortasında, yüksek bir coğrafyada, kuru iklim koşullarında, neredeyse ağaçsız bir yerleşim yeri. Ancak; böyle bir yerin, birçok insan için bir çekim merkezi olmasının sebebi olduğu kesin, şöyle ki: Hacı Bektaş-ı Veli’nin öğretisinin: ortaya konulduğu, olgunlaştırıldığı ve yaşatıldığı bir mekan, günümüzde müze olarak ziyarete açık Hacı Bektaş-ı Veli külliyesi burada.

Külliyeye gelirken önce bir Atatürk heykeli ziyaretçileri karşılıyor.

HACI BEKTAŞ-I VELİ KİMDİR?

Nevşehir Hacıbektaş Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi;

Hacı Bektaş-ı Veli’yi kısaca anlatmak gerekirse; Büyük Türk-İslam düşünürüdür. Türkistan’ın Horasan bölgesinde doğmuş ve Hoca Ahmet Yesevi Okulunda: Matematik, Felsefe ve diğer bilimleri okumuştur.  İran, Irak, Arabistan ve Suriye’yi gezdikten sonra Anadolu’ya gelir ve eski adı “Sulucakarahöyük” olan bugünkü Hacıbektaş’a yerleşir.

Burada: düşüncelerini yayar, öğrenci yetiştirir ve hakka yürür.

O’nun hoşgörü, barış, insan sevgisi ve eşitlik ilkeleri üzerine kurulu olan düşünce sistemi, hala insanlığa ışık tutmaktadır.

Sosyal düşünceleri, kendisinden 600 yıl sonra 1923’te Atatürk tarafından hayata geçirilmiştir.

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli düşünce ve öğretisi, 10 Aralık 1948’de kabul edilen “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” ile aynı anlayışı aksettirmektedir.

KÜLLİYENİN MÜZE OLARAK ZİYARETE AÇILMASI

Nevşehir Hacıbektaş Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi: Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, 1958-1964 yılları arasında, Külliyenin büyük kısmı restore edilir. 16 Ağustos 1964 tarihinde ise, Hacı Bektaş-ı Veli Müzesi olarak ziyarete açılır. Ayrıca: günümüzde, Hacıbektaş İlçesinde, halen ayakta kalan bir kısım yapı daha vardır.

Kadıncık Ana Evi, Bektaş Efendi Türbesi gibi bu yerler de, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bünyesinde Müze olarak ziyaret edilebilmektedir. Özellikle, Kadıncık Ana Evi; Hacı Bektaş-ı Veli’den: el alan, giz verilen ve yetiştirilen Kadıncık Ana (Kutlu Melek-Fatma Ana), hocası öldükten sonra, öğretisini taşıma ve aktarma görevini üstlenmiş olması açısından önemlidir.

KÜLLİYENİN İNŞASI

Bugünkü mimari yapının çekirdeğini: Hacı Bektaş-ı Veli zamanında yapılan: Çilehane (Kızılca Halvet) oluşturur. 14’ncü yüzyıldan itibaren ise, eklenen bina ve yapılar ile 16’ncı yüzyıl da, dergah tamamlanmış olur.

Dergahın yapımına ait, anlatılan birkaç rivayet bulunma olup iki tanesini anlatmak istiyorum. Şöyle ki: Hacı Bektaş-ı Veli; her gün gelip, şimdiki dergahın bulunduğu yere oturur. Onu sevenler: ” galiba, hoca, burada dergah bina edilmesini istiyor, o yüzden gelip buraya oturuyor ” diye düşünürler.

Daha sonra; Hacı Bektaş-ı Veli’nin hizmetini gören, Sarı İsmail’e, Hacı Bektaş-ı Veli’yi sevenlerden biri: buraya bir dergah yaptırmaya niyet ettiğini söyler. Sarı İsmail’de, durumu hocasına anlatır.

Hacı Bektaş-ı Veli; ” ona söyle, bir usta getirtsin, biz istediğimiz büyüklükte bir daire çizelim, ayrıca, yeteri kadar taş getirtip yonttursun, hazır etsin ” der.
Sarı İsmail, bu durumu o şahsa bildirir, şahıs çok sevinir ve hemen bir mimar getirtir.

Hacı Bektaş-ı Veli’de, kalkıp, eliyle, şimdiki dergahın bulunduğu yeri çizer. O mimar da, dergahın inşası için yetecek kadar taş getirtip yontturmaya başlar. Taşların yontturulması işinin bittiği gecenin sabahı, herkes, dergahın yapılmış olduğunu görür.

Dergahı yaptıracak kimse, derhal, Sarı İsmail’in yanına gelir ve ” Ben bu binanın yaptırılması için usta getirttim, taş getirttim ve yaptırma sevabına kavuşmak istedim. Fakat, her kimse, binayı bir gecede yaptırmış ” diyerek, üzüntüsünü belirtir. Sarı İsmail, durumu hocasına bildirir.

Bunun üzerine; Hacı Bektaş-ı Veli; ” O beni sevene söyle, bu dergahı zahirden birisi gelip yapmadı. Allahu Teallanın izni ile, bir anda yapıldı. Sevabı, yine onun amel defterine yazılmıştır.” der. İsmail, durumu, derhal, kendisinden haber bekleyen kişiye bildirir ve kişi mutlu olur.

Dergahın yerinin seçimine ait diğer bir rivayet ise şöyledir. Hacı Bektaş-ı Veli’nin hocası İdris, Horasan’dan bir değneği göğe fırlatır ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin, bu değneğin düştüğü yerde dergahını kurmasını söyler.

İnanca göre; bu değnek, Hacıbektaş’ta, külliyenin bulunduğu yere düşer ve saplanır ve dut ağacı olarak yeşerir. Dolayısı ile, dut ağacı, kutluluk işareti sayılır.

Günümüzde, Balım Sultan Türbesinin önündeki karadut ağacı, inananlar tarafından kutsal kabul edilir.

Evet; dergah yaptırıldıktan sonra, 1338 yılında ölümü üzerine, Hacı Bektaş-ı Veli’nin türbesi de, burada, Sultan Gazi Murat (Orhan Bey) tarafından, Yanko Madyan isimli bir mimara yaptırılır.

Sultan II. Murat, türbe aleminin yaldızı için 1600 akçe altın döktürür. II. Beyazıt, dergahı ziyaret eder ve kubbesini kurşunla kaplatır. Osmanlı padişahlarının dergaha ilgisi, II. Beyazıt dönemine kadar devam eder.

KÜLLİYEDE-MÜZEDE ZİYARET PLANI

Külliyenin kapısının hemen önünde “Hacıbektaş Veli” heykeli bulunuyor.

Müze; plan bakımından, birbirine geçmeli olarak yapılmış, üç ana (avlu) bölümden oluşuyor. Bu avlular içinde: türbeler ve diğer hizmet binaları var. İlk yapı olarak: Çile damı, Hacı Bektaş-ı Veli’nin sağlığında inşa edilmiş.

Çeşitli zamanlarda yapılan eklentiler ve yenilemeler ile, külliye, bugünkü şeklini almış. Hacı Bektaş-ı Veli türbesi ise; 1338 yılında, nispeten basit bir yapı olarak çile damına eklenmiş. Türbe, 1385 tarihinde ise, Hacı Bektaş-ı Veli’nin oğlu Seyyid Ali Sultan tarafından yeniden yaptırılarak, bugünkü görünümünü almış.

Evet, külliyeye, müze alanına girerek, ziyaretimize başlıyoruz.

Klasik Osmanlı tarzında yapılmış bir kapıdan giriliyor. Kapı oldukça geniş ve yüksek. 1963 yılında, eskisine uyularak yeniden restore edilmiş, tonozlu ve büyükçe bir kapı. Eskiden bu kapıya ” taç kapı ” deniliyormuş.

Restorasyondan önce, kapının dış yüzünde: ” Burası aşıklar kabesidir. Eksik gelen tam olur ” anlamında bir kitabenin bulunduğu söylenmekte.

Evet, bu kapıdan giriyoruz, büyükçe bir bahçe var. Burada: 1’nci avlu sizi karşılıyor. Bu avluya: Nadar Avlusu (Altın Avlu) da deniliyor.

Avlu; üçgene benziyor.

Üçler Çeşmesi ve Mühr-ü Süleyman Motifi:

Avlunun doğusunda; Türbedar Fevzi Baba çeşmesi var. Çeşme 1902 yılında ve Feyzullah Dedebaba döneminde, Sadrazam Halil Paşa’nın eşi Fatma Nuriye Hanım tarafından vakfedilmiştir. Çeşmeyi inşa eden usta Nevşehirli Mustafa Vasfi’dir. Anıtsal görünümlü çeşme, düzgün kesme taştan, sivri kemerli ve düz dam alınlıklı olarak inşa edilmiştir. Üç adet pirinç kurnası birbirine paralel olarak sıralanmış olup, yapıda beyaz ve kırmızı taş değişimli olarak kullanılmıştır. Süs olarak: kabara, yıldız ve giyoş motifleri tercih edilmiştir. Düz dam alınlığın ortasında, üst kısmında orijinal yapım kitabesi, göbeğinde ise Mühr-ü Süleyman motifi yer alır. Bolk mermerin oyulmasından elde edilen yalak bölümü orijinaldir. Çeşme birkaç kez onarım görmüştür.

Mühr-ü Süleyman Motifi:

Anadolu’da Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde çok kullanılmış bir motiftir. Motif: bir çember içinde, ahtı adet uç oluşturan birbirine geçmeli, ters iki üçgen ve ortalarındaki altı dilimli rozet (Gül) ten oluşmaktadır. Motifin çok farklı anlamları vardır. Bektaşilikteki yorumu: evrenin şifresinin sevgi olduğu ve bunun da gül ile sembolize edildiği: yukarı bakan ucun ateşi yani yanlışı, aşağıya bakan ucun suyu yani doğruyu temsil ettiği ve dolayısıyla hayatın yanlış ve doğruların çatışmasından ibaret olduğu şeklindedir. Bu bize ünlü filozof Hegel’in, tez+antitez= sentez felsefesini anımsatmaktadır. Ayrıca: “Davut Yıldızı” olarak da bilinen motifin, altı ucundan her birinin bir peygamberi temsil ettiği (Musa, İbrahim, Harun, Davut, Yakup ve İshak) yönünde bir görüş de vardır.

Buradan sonra; avlunun kuzey tarafındaki, piramit üstlüklü, üçler kapısına geliniyor ve kapıdan geçilince, havuzlu meydan avlusuna, yani 2’nci avluya giriliyor. Bu avluya; dergah ve meydan avlusu ismi de veriliyor.

Eskiden; tekke teşkilatı binaları, bu avlunun etrafında toplanırmış. Avluya girişte, sağda aslanlı çeşme, aşevi ve cami var. Solda ise, meydan evi görülmekte. Güneyde ise, havuz.

ASLANLI ÇEŞME

Mısır İskenderiye mermerinden yapılmış. Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa soyundan gelen Fatma hanım tarafından, 1853 yılında, dergaha, hediye olarak gönderilmiş. Çeşmenin etrafı, renkli taşlarla süslü, üzerinde sülüs hatlı Arapça bir kitabe var.

HAVUZ

Havuzun, üçler kapısına bakan duvarı, üçgen alınlık şeklinde. Üçgenin tepesine; mermerden 12 dilimli hüseyni taç yerleştirilmiş. Üçgenin, havuza bakan yüzü üzerindeki 12 mısralık kitabede: ” Havuzun, 1906-1908 yılları arasında, Beyrut Valisi Halil Paşa’nın eşi tarafından yaptırıldığı ” yazılı.

AŞEVİ

Dergahın işlevi açısından en önemli yerlerden birisidir. Toplumsal dayanışmanın en önemli göstergesi ve somut bir ifadesi olan Aş Evi: kitabesinden, 1560 yılında Silistre Valisi Malkoç Bali Bey hayrına, yakınları tarafından vakfedildiği anlaşılan bu bölümde: meşhur karakazan, halife kazanları, kahve ve baharat kutuları, ocak körükleri, ağırlıklar, kantarlar, kandiller ile çeşitli mutfak eşyaları sergilenmektedir. İç kısımda, ayrıca Aş Evi Baba Türbe ve Odası, Kiler Odası, bulaşıklık, et soğutma dolabı, ocaklar ve yemek soğutma yeri gibi bölümler bulunmaktadır.

İki kanatlı, geniş bir kapıdan giriliyor. Birbirinin devamı olan, iki koridordan geçilerek, asıl aşevi salonuna giriliyor. Birinci koridorun sağ tarafındaki küçük odada, aşevi babasının mezarı var. İkinci koridora açılan kapı üzerindeki Arapça metinde; ” 1560 ” tarihli bir kitabe var.

Giriş kapısının tam karşısında bulunan ocak üzerinde ise, Hacı Bektaş-ı Veli’ye gönül verenler ve yeniçeri ocağınca kutsal sayılan ” kara kazan ” bulunmakta. Salonun kuzeybatısındaki; bulaşık yıkama yeri ve bunun yanında bulunan, özel tesisatlı et soğutma yeri, aşevinde görülmesi gereken yerler.

Aşevi salonundaki vitrinlerde ise; aşeviyle ilgili eşyalar (halife kazanları, kahve kutuları, körükler, kantarlar ve diğer mutfak eşyaları) sergileniyor. Bunların tümü, zamanında kullanılmış orijinal eşyalar.

TEKKE CAMİİ

II. Mahmut döneminde, 1834 yılında inşa edilmiş. Kısa minaresi ve özel yapısı ile, çevredeki binalara uyum sağlıyor.

MEYDAN EVİ

Dergahın, en önemli bölümlerinden biri. 1367 yılında, Murat Bey tarafından yaptırılmış. İkinci avluya girişin solunda, kemerlerin tam ortasındaki kapıdan giriliyor. Kapıların birinde; Selçuklulardan kalma bir ayet, kabartma olarak işlenmiş. Bu mermer taşın, alt yüzünde, yere bakan tarafta, Yunanca, “iyi ve tatlı flauthıan onuruna” şeklinde bir yazı var.

Bundan; kitabenin yazıldığı mermer parçasının, Selçuklu döneminde, bir Yunan yapısından söküldüğü anlaşılıyor. Tarikata girme, ikrar verme, nasip alma merasimleri ve Cem ayinleri, bu evde yapılmış. Uzunca bir süre, Bektaşilik öğretisinin yaşatıldığı bir yer.

Evet; meydan evinde gezmeye devam ediyoruz. Tavanı; göğün 9 kat olduğunu simgelemek için, 9 kat yapılmış. Odanın sedirleri üzerinde; desenli kilimler, kilimler üzerinde ise, 12 imamı simgeleyen 12 adet makam postu var. Ocağın sağ tarafında ise, Bektaşi tahtı. Ayrıca: Bektaşi hat süsleme sanatını gösteren tablolar, Bektaşi dede babaları ve dervişleri gösterir siyah-beyaz fotoğraflar, mühürler, müzik aletleri, el işi dokuma örnekleri gibi, Bektaşi kültürüne özgü çeşitli eserler sergileniyor.

Ocağın üzerinde ise; 15’nci yüzyılda yapıldığı tahmin edilen, Hacı Bektaş-ı Veli’nin resmi var. Kök boya ile yapılmış olan bu tabloda, Hacı Bektaş-ı Veli’nin kucağında; ceylan yavrusu ve aslan, yan yana görülmekte. Bu tablo; Hacı Bektaş-ı Veli’nin barışçıl felsefesini yansıtması bakımından çok önemli. Mutlaka görün.

MİHMAN (KONUK) EVİ

Girişte solda. Dergaha gelen misafirlerin ağırlanması için kullanılmış. Evet; gezimize devam ediyoruz. Çift kanatlı, altılar kapısından, 3’ncü avluya giriyoruz. Bu avlu, aynı zamanda; hazret avlusu olarak da isimlendiriliyor. Burası; bir çiçek bahçesi görünümünde.

Birkaç basamakla inilerek, kapıdan geçiliyor ve çok etkileyici iç mekana ulaşılıyor. Buranın etkileyiciliği; belki de, bozkırın ortasındaki sade bir yapının, abartısız, sakin ve düşünce ağırlıklı dekorasyonunda saklı olabilir.

Kapıdan girişte, sağ taraftaki girintili bölümde: Atatürk Büstü var. Büst: ” Ulusumuzun büyük kurtarıcısı, Mustafa Kemal Atatürk’ün; Sivas Kongresini yaptıktan sonra, 22-23 Aralık 1919 tarihlerinde, dergahı ziyareti esnasında, ilk dinlenme yeri olmasının anısına, buraya konulmuş.

Burada, tam karşıda: Hacı Bektaş-ı Veli’nin türbesi ve sağ tarafta ise, Balım Sultan Türbesi ile derviş ve baba mezarları bulunmakta.

PİR EVİ

Miladi 13. ve 16. yüzyıllar arasında peyderpey tesis edilmiş olan birleşik yapılar topluluğu: Giriş, Çilehane, Orta Medhal, Mescit, Kırklar Meydanı, Hazire (aile mezarlığı), Güvenç Abdal Türbesi ile Hacı Bektaş Veli Türbesinden oluşmaktadır. Girişin sağ ve solunda, altışar olmak üzere on iki tane Dedebaba mezarı bulunmaktadır. Ak kapı denilen süslemeli ve üst kısmında “Çift Başlı Kartal” motifi bulunan kapı eşiğinde Mimar Yanko Medyan’ın (daha sonra Bektaşiliği benimseyerek Cafer-i Sadık adını almıştır) mezarı bulunmaktadır. Bektaşiliğe ait eşyaların sergilendiği Orta Medhalin sağında, dervişlerin zikredip yoğunlaştıkları ve olgunlaştıkları “Çilehane” ya da “Kızılca Halvet” denilen hücre bulunmaktadır. Üstünde kitabesi olan “Kırklar Kapası” ndan Kırklar Meydanına geçilmektedir. Duvarları kalem işi motiflerle kaplı ve ahşap süslemeli tavanı olan bu bölümde Hz Ali’ye izafe olunan tabaklanmış ceylan derisi üzerine yazılı secde suresinden ayetler olan hat levha, sancaklar, hüsn-i hatlar, derviş ve babalara ait semboller, madeni eşyalar, türbenin orijinal gümüş kapısı ile kırk budak şamdan sergilenmektedir. Meydanın doğusunda Horasan Erenlerine, batısında ise Çelebilere ait mezarlar bulunmaktadır. Gök Eşik denilen kapıdan Huzur-u Pir’e yani Hacı Bektaş Veli’nin Türbesine girilir. Türbe: Selçuklu mimarisi tarzında inşa edilmiş olup, duvar ve kubbesi kalem işi motifler ve hüsn/i hatlarla süslüdür. Kare plan ve yüksek kubbeli yapıda, kasnaktan kubbeye geçiş, mimaride Türk üçgeni denilen geçiş elemanlarınca sağlanmaktadır. Türbenin örtü sistemi, içten kubbe görünümlü olup, dıştan ise kurşun kaplı piramidal çatıdan oluşmaktadır. Yüksek tip sanduka örtüyle kaplıdır. Sekinin solundaki Güvenç Abdal Türbesinde ise kendisinin, eşi “Dünya Güzeli” nin ve hizmetkarının bitişik düzenle sandukası bulunmaktadır.

ÇİLEHANE (KIZILCA HALVET)

Ak kapıdan girilince, koridorun hemen sağ tarafında. Kalın taşlarla çevrili, ufak bir kapıdan giriliyor. Küçük ve karanlık denecek kadar loş bir oda. 2 x 3 metre ölçülerinde.

Dergahın en eski yapısı ve çekirdeği. Hacı Bektaş-ı Veli’nin sağlığında mevcut olan tek yapı olması nedeniyle, önemli. Külliyenin çekirdek kısmını oluşturmaktadır. Hacı Bektaş Veli’nin kırk gün kırk gece burada kaldığı bilinmektedir. Çilehane’de ibadet araçları dışında hiçbir şey bulunmaz, yemek ve su dışarıdan verilirdi.

KIRKLAR MEYDANI

O dönemde, dervişlerin, üniversite düzeyinde eğitim gördükleri bir yer imiş. Genişçe bir salon var. Tavanı; üç kemer taşıyor. Hacet penceresi ortamı aydınlatıyor. Kırklar meydanının doğusunda, mezarlar var. Mezarların bulunduğu bu seki üzerinde: antika saatler, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin eşi Farah Diba tarafından hediye edilen İran Halısı, şamdanlar, levhalar, ipek seccadeler var.

Hacet penceresi önündeki vitrinlerde; Bektaşilikle ilgili eserler sergileniyor. Birinci vitrinde: Hz. Ali’nin ceylan derisi üzerine, kufi yazısı ile yazmış olduğu, Kuran’ın secde suretinden bir parça var.

Diğer iki vitrinde ise: dergahla ilgili 12 dilimli teslim taşları, bele kuşanılan kamberiyeler, kemer üzerine takılan palenkler, mücerret dervişlerinin kulaklarına taktıkları küpeler var. Duvarlarda ve pano üzerinde ise, yine dergahla ve Bektaşilikle ilgili levhalar görülüyor.

HACI BEKTAŞ-I VELİ’NİN TÜRBESİ

Kırklar meydanına girişte, sağ tarafta bulunan kapıdan giriliyor. Giriş kapısının etrafı mermer kaplama. Mermer kaplamaların işlemeleri arasında; 3 balık ve 4 güvercin motifi görülüyor. Kapıdan girince; sekiz basamaklı bir merdivenden iniliyor.

Merdivenlerden sonraki düzlükte; pir evinin giriş kapısı önünde, eşik hizasında, türbeye girenler tarafından üzerinden geçilen bir mezar var. Bu mezarın; kendi vasiyeti üzerine buraya gömülmek isteyen, yanının mimarı Yanko Medya’ya ait olduğu söylenmekte. Ancak, bir başka rivayete göre ise, burada Kadıncık Ananın gömülü olduğu.

Evet, türbe, kare planlı, tam ortada ise: Hacı Bektaş-ı Veli’nin yüksek sandukası var. Girişin sağ ve sol yanlarındaki sekilerde ise, dergaha hizmet görmüş babaların ve horasan erenlerinin mezarları görülmekte.

BALIM SULTAN TÜRBESİ

Üçüncü avlunun sağında, klasik bir yapı. Bektaşilikte ikinci pir olarak tanınan Balım Sultan, Bektaşi tarikatının kurulup, genişlemesinde büyük hizmetleri olmuş. 1462 yılında, Dimetoka’da doğan ve 1516 yılında ölen Balım Sultan’ın türbesini, Yavuz Sultan Selim’in kumandanlarından Şahsuvaroğlu Ali Bey, 1519 yılında; Selçuklu mimarisi tarzında ve bal peteği renginde yontma taşlardan yaptırmış.

Türbenin içi, kare planlı ve içinde: kollarında ejderler ve buket taşıyan güvercin heykelleri bulunan, büyük bir şamdan ile küçük şamdanlar ve kıymetli levhalar var. Türbenin üzerindeki kubbe, sekiz köşeli, piramit şeklinde ve sivri külahlı. Külahın ucunda, semaya doğru uçan bir güvercin alemi yerleştirilmiş.

Türbe önünde; kutsal kabul edilen, karadut ağacı ile birlikte üzerinde Osmanlıca yazıt bulunan bir sütun var.

Türbe içinde hüsn-i hatlar, türbenin orijinal kapısı, Balım Şamdanı ve Balım Sultan’ın kişisel eşyaları bulunmaktadır.

Türbenin kuzey kısmındaki niş içinde ise Şah Kalenderi’nin sandukası bulunmaktadır.

Evet; Hacı Bektaş-ı Veli Müzesindeki gezimiz tamamlanıyor. Umarım; bu kısa bilgiler, gezinizde müzede gördüklerinizi daha iyi değerlendirmek adına, size yeterli gelmiştir. İyi yolculuklar,

Hacıbektaş tanıtımı.

Kırşehir tanıtımı.

Mucur tanıtımı.

İstanbul Dolmabahçe Sarayı

İstanbul Dolmabahçe Sarayı

Karaköy’den Sarıyer’e uzanan sahil şeridinin, Kabataş ve Beşiktaş arasında kalan bölümünde kalıyor. Marmara Denizinden Boğaziçi’ne deniz yoluyla girişte sol sahilde. Üsküdar’ın tam karşısında yer alan saraydır. Saray; mevcut hiçbir sarayda olmayan bir zenginlik ve ihtişama sahip. Batı ile ilişkilerin yoğunlaştığı, 19’ncu yüzyılda; Boğaz girişinde, bir prestij yapısı olarak inşa edilmiş ve hızla büyümekte olan kentin siluetini de değiştirmiştir.

YAPIMI

İstanbul Dolmabahçe Sarayı; Sarayın; günümüzde bulunduğu alan; günümüzden yüzyıllar öncesine kadar, Osmanlı Kaptan-ı Derya’sının gemilerinin demirlediği, Boğaziçi’nin en büyük koylarından biriydi. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy; zamanla bataklık haline gelir.

Ancak; 17’nci yüzyılda, doldurulmaya başlanır ve Padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir “Hasbahçe” ye dönüştürülür. Bu bahçede; çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu; uzun süre; Beşiktaş Sahil sarayı olarak anılır.

Ancak; 18’nci yüzyılın sonlarına doğru; Sultan Abdülmecit; eski Beşiktaş Sarayın da bir süre oturduktan sonra; ikamet, sayfiye, misafir kabul ve ağırlama, devlet işlerini yürütme amacıyla, Avrupai plan ve üslupta, bir saray yapılmasına karar verir.

Burada bulunan ve daha önce yapılan köşkler yıktırılır ve 1843 yılında, Dolmabahçe sarayının inşasına başlanır. Mimarı: Ermeni mimar Garabet Amira Balyan ve oğlu Nigogos Balyan’dır.
Saray inşaatı; 1855 yılında biter.

Denizin doldurulması ile elde edilen alana yapıldığı için: saraya “Dolmabahçe” adı verilir. 1855 yılında bitirildiğinde; açılış töreni, Ruslar ile yapılan Paris Antlaşmasının ardından yapılır. 7 Haziran 1856 tarihinde resmen açılır. Böylece: Osmanlı imparatorluğunun yönetimi buraya taşınır.

(Küçük bir ayrıntı: yönetim, 1877 ile 1909 yılları arasında, Yıldız Sarayına taşınır, daha sonra ise, 1922 yılına yani Saltanatın kaldırılışına kadar, yönetim yine, Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında bulunur)

Her şey iyi güzelde. İşin en kötü yanı ne biliyor musunuz? Elbette, ekonomik yönü. Osmanlı devletinin en kötü zamanlarında, saray yapımı için harcanan milyonlar. Abdülmecit döneminde, üç milyon kese altın olan sarayın borcu, Maliye Hazinesinden ödenince, zor durumda kalan Maliye; aylıkları, ay başı yerine ay ortasında, daha sonraları ise, 3-4 ayda bir ödemek durumunda kalmıştır. Esas ilginç olan; 5 milyon altına yaptırdığı bu sarayda, Sultan Abdülmecit, yalnızca altı ay yaşayabilmiştir.

Elbette: takip eden dönemde, yerine geçen, Sultan Abdülaziz devrinde; ekonomi tam bir iflas halinde. Sarayda, israf son haddini bulmuş. 5320 kişinin hizmet verdiği saray da, yıllık masraf: 2 milyon İngiliz sterlini.

Ancak: Sultan Abdülaziz , ölen kardeşi kadar Batı’ya hayran değil. Alaturka bir yaşama meraklı. Bir kısım olaydan sonra; padişah tahttan indiriliyor ve 1876 tarihinde, tahta, Sultan V. Murat geçiriliyor.

Sultan V. Murat: Sirkeci’den Dolmabahçe Sarayına, saltanat kayığı ile getirilirken, aynı saatlerde, Abdülaziz de, başka bir kayıkla, Topkapı Sarayı’na götürüldü. Evet; V. Murat’tan sonra, tahta II. Abdülhamit çıkar. Ancak; suikastten sürekli olarak kuşkulanan yeni padişah, Dolmabahçe Sarayında oturmaktan vazgeçerek; Yıldız Sarayına taşınır.

Büyük masraflarla inşa edilen saray; 33 yıl boyunca, yılda iki kez, Büyük Muayede Salonunda düzenlenen bayram törenlerinde kullanılır. Derken tahta çıkan; Sultan Vahdettin’de; Yıldız Sarayında oturmayı tercih eder. Ancak; Vatanı Dolmabahçe Sarayından terk eder.

Yeni Cumhuriyet ilan edildikten sonra; Dolmabahçe Sarayı boşalır. Buraya: Atatürk, üç yıl hiç uğramaz. Onun döneminde saray; iki yönden önem kazanır. Yabancı konukların burada ağırlanması, kültür ve sanat bakımından sarayın kapılarının dışarıya açılması. İran Şahı Pehlevi, Irak Kralı Faysal, Ürdün Kralı Abdullah, Afgan Kralı Amanullah gibi dönemin çeşitli devlet başkanları, Atatürk tarafından, Dolmabahçe Sarayında ağırlanır.

Atatürk; geçen süre içinde, İstanbul ziyaretlerinde, kendisi de, Sarayı ikametgah olarak kullanır. Ancak; burada yaşanan en önemli olay, elbette ki; Büyük Önder, Mustafa Kemal Atatürk’ün; 10 Kasım 1938 tarihinde burada vefat etmesidir. Atatürk; Sarayın, 71 numaralı odasında, hayata gözlerini yumar.

Muayede Salonunda kurulan katafalga konan naşı önünden, son saygı geçişi yapılır. Atatürk’ten sonra; Saray; İstanbul’a gelişlerinde, yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından kullanılır.

1952 tarihinden sonra; Saray; Millet Meclisi İdare Amirliği tarafından, haftada bir gün olmak üzere, halka açılır. 25 Haziran 1979 tarihinde ise, Millet Meclisi Başkanlık emriyle, turizme açılır.

İstanbul Dolmabahçe Sarayı

SARAYIN GENEL ÖZELLİKLERİ

İstanbul Dolmabahçe Sarayı; Evet, Sarayın cephesi; Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılmıştır. Saray; İstanbul Boğazının Avrupa kıyısında, 600 m. boyunca uzanır. Saray: 250 bin metre kare alan üzerine kuruludur.

Ana binası dışında; 16 ayrı bölümden oluşmaktadır. Bu bölümler: saray ahırlarından değirmenlere, eczanelerden mutfaklara, kuşluklara, Camhane, dökümhane, Tatlıhane, Mefruşat Dairesi ve atölyelere kadar uzanan bir dizi içinde, çeşitli amaçlar için ayrılmış yapılardır.

Üç katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Sarayın temelleri: kestane ağacı kütüklerinden yapılır. Deniz tarafındaki rıhtımın yanı sıra, kara tarafında da, birisi çok süslü, iki abidevi kapı vardır.

Sarayın ısıtılması: önceleri, alttan fırına benzer bir düzen ile ısıtılıyormuş. Kalorifer ve elektrik sistemi; daha sonradan eklenmiş.

Sarayın; kuzey eklenti bölümü; şehzadelere tahsis edilmiş. Girişi; Beşiktaş semtinde olan yapı, günümüzde “Resim ve Heykel Müzesi “olarak kullanılıyor.

İç dekorasyonu, mobilyaları, ipek halıları, perdeleri ve diğer tüm eşyası; orijinal haliyle günümüze kadar gelmiştir.

Duvar ve tavanlar: devrin Avrupalı sanatkarların resimleri ve tonlarca ağırlığındaki altın süslemeler ile dekore edilmiş. Önemli oda ve salonlarda; her şey aynı renk tonlarına sahip. Bütün zeminler; birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplanmış. Meşhur Hereke ipek ve yün halılar; Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilmiş.

Sarayın temel ve dış duvarları: masif taştan, bölme duvarları harman tuğlasından, döşeme, tavan ve çatılar ahşap olarak yapılmış. Pencere doğramaları: meşe kerestesinden, kapılar: maun, ceviz veya daha kıymetli kerestelerden imal edilmiş.

Çıralı çam keresteler Romanya’dan, meşe dikme ve hatıllar Demirköy ve Kilyos’dan, kapı, lambri ve parke keresteleri de Afrika ve Hindistan’dan getirtilmiş. Bakmayın bu kadar ihtişama, bunların hepsi borçla alınan, sonuçta Maliyeyi iflas ettiren başlıca etken olmuş.

Atatürk, 1938 yılında, İstanbul’u ziyaretinde, burayı ikametgah olarak kullanır ve daha sonra bu sarayla vefat eder.

İstanbul Dolmabahçe Sarayı

GÜNÜMÜZ

İstanbul Dolmabahçe Sarayı; Sarayın içinde bulunan: selamlık ve harem bölümü; günümüzde müze olarak kullanılıyor.

Girişteki Mefruşat Dairesinde; İhtisas Kütüphanesi ve Hazine-i Hassa Arşivi; araştırmacılara hizmet vermektedir. Avlunun içinde; kafe ve saraylarla ilgili tanıtım malzemelerinin satışının yapıldığı bölüm bulunuyor.

Sarayın Veliaht Dairesi: günümüzde, Resim-Heykel Müzesi olarak kullanılıyor.

Milli Saraylara bağlı; saray ve köşk bahçeleri, 1992 yılında “Aga Khan Mimarlık “Ödülünü aldı.

Sarayın: iki bahçesi, toplantı mekanı olarak da kullanılıyor. Selamlık Has Bahçe; banket düzeninde 1000, kokteylde 1500; Muayede Salonu ön bahçesi: banket düzeninde 400 ve kokteylde ise 600 kişi kapasitelidir.

Giriş ücretleri

Sarayın gezilmesi için giriş ücretlidir. Dolmabahçe sarayı müzesi giriş ücreti 60 TL dir. Ancak Harem bölümünü gezmek isterseniz ilave 40 TL daha ücret ödemek gerekir. Ayrıca Saray Koleksiyonları Müzesi giriş ücreti de ilave 20 TL dir. Sarayın Selamlık bölümü için Müze Kart geçerli değildir. Ancak buraya girişte bu yazdığım fiyatlar turistler için uygulanıyor, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için bu fiyatların yarısı geçerlidir. Pazartesi hariç her gün açık olan sarayın gezi saatleri: 09.00-18.00’dir.

İstanbul Dolmabahçe Sarayı

GEZİ ROTASI

SAAT KULESİ

İstanbul Dolmabahçe Sarayı; Dolmabahçe saat kulesi: Bezmi Alem Valide Sultan Cami ile, Hazine Kapı arasında kalan bahçe üzerinde; 1890-1894 yılları arasında Sultan II. Abdülhamid tarafından yaptırılmıştır.

Üzerinde: Sultan Abdülhamid dönemine ait Osmanlı arması var. Kulenin yüksekliği: 30 m. Dört köşesinde fıskiyeler bulunan mermer bir platform üzerine oturmuş. Kule: dört katlı. Birinci katında: giriş kapısı ve üzerinde: barometreler var.

Son katta: saatler var. Son kat: bir balkonla başlayıp, bir tepelikle bitiyor. Süslemede: kapı ve pencereleri çevreleyen, çifte sütunlar kullanılmış.

KAPILAR

Kara tarafında; Hazine-i Hassa Dairesi ile Mefruşat Dairesi arasında; Hazine kapısı var. Dışta; Bayıldım Bahçesi tarafına, içte Hasbahçe’ye açılan; Saltanat Kapısı var. Bu iki kapı: Sarayın protokol kapılarıdır. Diğerleri ise; Bendegn Kapısı, Kuşluk Kapısı, Valide Kapısı ve Harem Kapısıdır.

Kara tarafındaki kapı özellikle mutlaka görmeniz gereken bir anıt. Üzerinde: Abdülmecit’in tuğrası var. Koridorlu iki yüksek duvar arasında bulunuyor. Bir taraftan bayıldım bahçesine, diğer taraftan da Hasbahçe’ye bakan kapının, demirden yapılmış, iki kanadı var.

Abidevi bir görümünü bulunan kapının; girişinde, her iki tarafta da birer sütun var. Kapı: büyük panolar içine alınmış madalyonlardan sonra, ikiz sütunların kullanılmasıyla taçlandırılmış. İçte ve dışta, ikişer kulesi var.

Saltanat kapısı; yabancı ziyaretçilerin de ilgisini çekiyor. Burada; nöbet tutan askerlerimiz, buraya ayrı bir hava veriyor. Dikkat ederseniz; nöbet esnasında asla kıpırdamadıklarını, özellikle yüz ifadelerinin asla hareket etmediğini göreceksiniz.

Yalnızca; deniz tarafındaki nöbetçiler; Türk bayrağı bulunan herhangi bir deniz taşıtı geçtiğinde; ellerindeki tüfek ile, selam duruşuna geçiyorlar. Bayrağa saygı.

Bunların dışında; deniz cephesinde, rıhtıma merdivenle inilmesine olanak veren; demirden, oval konumlu, beş tane yalı kapısı bulunuyor.

Ortadaki büyük kapı: Saltanat Deniz Kapısı olarak biliniyor. Muayede Salonuyla, aynı eksende. Kapılardan; Mabeyni Hümayun girişine yakın olanı ise; Vezir İskelesi Kapısı olarak biliniyor.

BAHÇELER

Bugün, saray duvarları arasında kalan bahçelerde; Batılı anlayış uygulamaları görülmekte. Yakın zamana kadar; Dolmabahçe Caddesinin kara tarafından yer alan Bayıldım Bahçesinde ise, Türk Bahçesinin özellikleri korunmuş.

Sarayın: kara ve deniz tarafındaki bahçelerde; Avrupa etkileri görülüyor. Heykel ve vazoların kullanılması, bahçe fenerlerine yer verilmesi, havuzlar, Batılı bahçe düzenlemelerinin başlıca özellikleridir.

Çünkü; bahçelerde görevlendirilen bahçıvanlar bile, Avrupa’dan getirtilmiştir.
Sarayın ana yapı ile Dolmabahçe Caddesi arasında kalan, yüksek duvarlarla birbirinden ayrılan iç bahçeleri, dört ana bölümden oluşuyor.

HASBAHÇE

İstanbul Dolmabahçe Sarayı;  veya Selamlık Bahçesi olarak biliniyor. Buraya: Hazine Kapı ile Saray girişi arasından geçiliyor. Ortada büyük bir havuz ve bu havuz çevresinde daire şeklinde düzenlenmiş, iç içe iki yürüme yolu var.

Havuzun ortasında yer alan kuğu figürlü fıskiye: Yıldız Sarayından getirilmiş. Bahçede; İstanbul’un doğal ikliminde rastlanılmayan, değişik ağaç türleri var.

KUŞLUK BAHÇESİ

Muayede Salonunun kara tarafında bulunan ve bir yanındaki Hasbahçe ve diğer yanındaki Harem Bahçesinden yüksek duvarlarla ayrılan bölümdür. Hasbahçe’ye göre daha kapalı, derin gölgeler sağlayan sık ağaçlarıyla daha loş ve gizemli bir bahçedir.

Osmanlı döneminde, dünyanın birçok yerinden getirilen ve hediye edilen çeşitli hayvanların yetiştirildiği Kuşluk binasında; günümüzde de tavus kuşları, sülünler, Hint tavukları, papağan türleri ve muhabbet kuşları yaşatılmaktadır.

HAREM BAHÇESİ

Harem bölümünü oluşturan “L” biçimindeki blokun, kara tarafında bulunur ve daha çok bir iç avlu havasını taşır. Kuşluk bahçesinden Harem bahçesine geçişte , bilinen ağaç türleri arasında en uzun ömürlüsü olan bir Sekoya bulunmaktadır.

İstanbul Dolmabahçe Sarayı

SELAMLIK

MEDHAL (GİRİŞ) SALON

Hasbahçe’ye çıkılan merdivenlerin sonundaki Giriş Salonu; sarayın ana giriş yeridir. Saraya gelen önemli ziyaretçilerin ve Protokol’un kullandığı bu bina ve çıkış mekanı; sarayın kurulduğu günden bu yana işlevini korumuştur. Sarayda, orijinal dekorasyonu korunmuş mekanlardandır.

Salona girildiğinde: iki yanda görülen büyük masaların tablalarında; Sultan Abdülmecid’in tuğrası var. Sarayı yaptıran bu sultanın tuğrası; salonda, şömine tablalarında bulunan lacivert vazolarda ve kapı üstlerinde de var.

Sultanın tuğralarının yanı sıra; sarayın giriş salonu olarak imparatorluğun görkemini ilk girişte vurgulamak amacıyla; gayet zengin döşenmiştir. Kristal avizeler, şamdanlar ve dört porselen şömine üstünden yükselen kristal parçalarla dekore edilmiş nişlerle göz kamaştırmaktadır.

Giriş salonunun ortasında asılı bulunan 60 kollu kristal avize, İngiliz yapımıdır. Giriş salonunda: sağda ve solda yer alan büyük boyutlu porselen vazolar, Sultan II. Abdülhamit tarafından kurulan Yıldız Çini ve Porselen Fabrikasında üretilmiştir.

Salonun oturma takımlarının döşemesinde: Hereke kumaşı kullanılmıştır. Perdelerde; protokol rengi olan kırmızı tercih edilmiştir.

Cumhuriyet döneminde: 1932, 1934 ve 1936 yıllarında gerçekleştirilen, ilk üç Dil Kurultayı ile 1937 yılında düzenlenen II. Tarih Kongresi, bu salonda yapılmıştır.

Halen, devlet Protokolu tarafından, zaman zaman önemli davet ve toplantılarda kullanılmaktadır.

İstanbul Dolmabahçe Sarayı

KRİSTAL MERDİVEN

Sarayın protokol girişinde, üst kata çıkış bölümü, kristalden yapılma tırabzan parmaklıkları nedeniyle, Kristal Merdiven olarak anılıyor. Saltanat Merdiveni olarak da tanımlanan bu merdiven, sarayın hizmet katını, devlet katına bağlıyor.

Merdivenin tırabzanları: kesme kristallerden. Bu kristaller; büyük bir avize ve gün ışığını doğrudan içeri alan cam tonoz örtü ile birlikte, parlak ve ışıklı bir ortam oluşturuyor.

Merdivenlerden; Süfera Salonuna açılan kapıların önündeki fildişi ve gümüş şamdan ve buhurdanlıklar: Hicaz Valisi Ahmet Reşit Paşanın, Sultan II. Abdülhamit için, tahta çıkışının 25’nci yılı armağanı.

Yine, burada, büyük boyutlu, Uzak doğu kaynaklı, mavi beyaz vazolar var. Merdivenin; deniz ve kara tarafında görülen Türk saatleri, saat başlarında, altı ayrı Osmanlı Marşını çalıyor. Bu salonda yer alan Rus işi, iki büyük gümüş çiçeklik de, salona zenginlik katan unsurlar.

İstanbul Dolmabahçe Sarayı

SÜFERA (ELÇİLER) SALONU

Sarayın önemli protokol salonlarından biridir. Salon: sultana güven mektuplarını sunmaya gelen elçilerin, maiyetlerinin bekletildiği bir mekandı. Yabancı devletler nezdinde, Osmanlı imparatorluğunun ihtişamını vurgulayan mekan, altın varak süslü tavanı, büyük kristal avizesi, ayaklı kristal şamdanları ve Avrupa porseleni şöminelerin üzerindeki kristal yüzeylerin pırıltısı ile göz kamaştırıcıdır.

Bu salonda, İngiliz avizelerinin seçkin bir örneği bulunmakta.

Salonun altın varaklı oturma takımları, tavan bezemesiyle bütünleşen yaldızlı ve lakeli kornişleri, perde ve döşemesinde kullanılan süsen çiçeği desenli krem rengi Hereke kumaşı, genel olarak aydınlık bir etki yaratıyor. Salonun: deniz, kara ve Hasbahçe tarafına uzanan kanatlarını belirleyen sütunların önlerinde bulunan Pietre Dure tablalı sehpaların, som gümüş ayakları, imparatorluğun estetik zenginliğini yansıtıyor.

Bu sehpaların tablalarında görülen taş kakma işçiliği, 16’ncı yüzyıldan başlayarak İtalya’da uygulanan zahmetli fakat eşsiz eserler ortaya çıkaran bir tekniktir.

Salonun kara tarafında bulunan piyanonun üzerinde, Sultan Abdülmecid’in tuğrası var. Hasbahçe tarafında bulunan, gümüş ayaklı ve dört yüzlü saat, Mısır Hidivi’nin Sultan II. Abdülhamid’e tahta çıkışının 25’nci yılı hediyesi.

SELAMLIK-ELÇİ KABUL ODASI

Bu oda, elçilerin Osmanlı Sultanı tarafından kabul edildikleri, güven mektuplarını sundukları mekan. Osmanlı siyasal tarihinde, önemli pek çok olay Elçi Kabul Odası olarak bilinen bu odada geçmiş. Altın varaklı, kasvetli tavanı, kumaş dokusunu andıran çok renkli kalem işleriyle bezeli duvarlarıyla, sarayda özellikli bir mekandır.

Odanın halısında, mobilya takımlarında ve perdelerinde kullanılan Hereke kumaşında hakim renk; kırmızıdır. Görünüşü zenginleştiren altın varaklı kornişler, yekpare görünümü verecek şekilde düzenlenmiştir.

Kırmızı oda olarak da anılan mekan, imparatorluğun görkemini yansıtır. Kapının iki yanında yer alan kristal şömineler, süsleme unsuru ile uyumlu koyu kırmızı renkte kristallerden yapılmıştır.

Burada; ünlü Rus ressam Ayvazovsky’nin “Denizde Bir Yelkenli” ve “Fırtınalı Deniz ve Manzara” adlı tabloları var.

Odada bulunan oturma takımlarının arkalık taçlarında yer alan: top, tüfek ve benzeri silahlardan oluşan kompozisyonun üstünde görülen ve Osmanlıyı simgeleyen hilal motifli takımın, saray için sipariş edildiğini göstermektedir.

SELAMLIK-ZÜLVECHEYN SALONU

Zülvecheyn: “iki cephe” anlamına gelen bir kelimedir. Bu bölüm: Dolmabahçe Sarayında hem iç ve hem de dış mabeyn ile bağlantı sağlaması nedeniyle, bu isimle adlandırılır.

Padişahın çalışma ve kabul mekanı da olan bu salonun çoğunlukla dini törenlerde ve önemli günlerde kullanıldığı biliniyor. Burada: Mevlitler okunur, nikahlar kıyılır, Ramazanda huzur dersleri yapılırmış.

Bütün bunlardan başka: Salonda, Sultan Reşat zamanında, yabancı konuklara ziyafetlerde verilirmiş. Harem hanımlarının, Selamlıkta bulunabildikleri tek mekan burası.

Salonda: girişte geçilen çiçek resimleriyle süslü yaldızlı cam panolar ile zenginleştirilmiş kapıların, yerini içeri doğru ilerleyen bölümde daha sade kapılar alıyor. Bu mekanın girişinde, sağ ve solda, Eseri İstanbul tekniği sedef kakmalı büfeler, Çırağan Sarayından getirilmiş.

Ayakları mitolojik hayvan figürleriyle bezeli, altın varaklı masanın üstünde; lacivert renkte bir Sevres vazosu var. Deniz tarafındaki kanepelerin önünde yer alan tablaların malakit taşı kaplama sehpalar, bu değerli taşın geniş yüzeylerinde kullanıldığı ender örneklerdendir.

KÜTÜPHANE

Zülvecheyn Salonunun deniz tarafından birbirinde bağlı üç oda var. Bu odaların birine, son halife, Abdülmecit Efendinin zaman içinde oluşturduğu ve Dolmabahçe Sarayına taşınırken Veliaht Dairesinden getirdiği kütüphane yerleştirilmiş.

Bu mekanda; aynı zamanda ressam olan Abdülmecid Efendinin bir oto portresi ve kütüphanesinde çekilmiş fotoğrafları asılı. Bu kütüphane; Abdülmecid Efendinin kendisinin topladığı kitap ve dergilerden başka; Atatürk ve İnönü dönemlerinde alınan ve hediye gelen kitap ve dergilerle daha da zenginleştirilmiş.

Kütüphanede; çoğunluğu Osmanlıca ve Fransızca olmak üzere çeşitli dillerde ve konularda, 10 binin üzerinde kitap ve dergi bulunuyor. Ayrıca; Osmanlı Hanedanına ve dış ülkelere ait albümler ve fotoğraflar zengin bir görsel arşiv oluşturmaktadır.

Kütüphanenin en ilgi çekici eşyası: arkalığında Sultan II. Abdülhamit’in armasını taşıyan koltuktur. Abdülmecid Efendi Kütüphanesi, 2004 yılında, ziyarete açılmıştır.

HÜNKAR HAMAMI

Birbirine geçişli üç hacimden oluşuyor. Birinci hacim: dinlenme odası. Odanın mimari kompozisyonlu tavan bezemesinde; gün doğumu ve gün batımı manzaraları ile birlikte, göğe açılan göz yanılsamacı anlatım şekli var.

Döşeme unsurları: diğer mekanlara göre daha sade olan bu dinlenme odasında, sarayın ikinci dikkat çekici “Murano” avizesi görülüyor.

Hamam bölümüne geçişteki kırmızı çuha kaplı, kristal tokmaklı kapı üzerindeki panoda yer alan Abdülmecid tuğrası, sultana ait özel mekana girildiğini vurgulayan bir simge.

Soğukluk ve sıcaklık bölümleriyle Hamam; Mısırdan getirilen “Alabaster” mermerinden kaplama duvarı ile, eşsiz bir mekandır.

Sıcaklık kısmındaki kurnalar, gümüş muslukları çevreleyerek yukarı doğru taç oluşturan oymalı süslemeler, ince bir işçiliğin ürünüdür.

Soğukluk bölümünün üst örtüsü: geleneksel Türk hamamlarında olduğu gibi düzenlenmiştir. Sıcaklık kısmı ise, Kristal Merdivenin tonozunda olduğu gibi, çelik strüktür ve cam ile yapılmıştır.

SELAMLIK-49.NUMARALI ODA

Müzik odası olarak anılmaktadır. Yüklük dolaplarında, Halife Abdülmecid’e ait, 280 ciltlik klasik müzik notaları koleksiyonu bulunuyor.

Sarayın: İç Mabeyn olarak bilinen bu bölümünde; kütüphaneden başlayarak odaların hemen hepsinde Halife Abdülmecid’in izleri var. Odanın mobilya takımları, muhtemelen şehzadeliği sırasında kullandığı ve Dolmabahçe Sarayına taşınırken yanında getirdiği bir takımdır.

Duvardaki büyük tablo: Halife Abdülmecid tarafından, belgesel bir titizlikle yapılmış olan Sultan II. Abdülhamid’in Hal’i adlı eseridir.

Tabloda yer alan kişiler: sırayla Bahriye Feriki Arif Hikmet Paşa, Selanik Mebusu Emanuel Karasu, Draç Mebesu Esad Toptanı Paşa, Senatör Aram Efendi, Sultan II. Abdülhamid ve Miralay Galip Efendidir. Tablonun içinde görülen paravanın orijinali, hemen tablonun sağında yer almakta.

Oda zemininin büyük kısmını örten, pembe zeminli halıda özgün Hereke tasarımlarında çokça tekrarlanan şemse motifi, Hereke’ye özgü yorumuyla yer almakta.

DEĞERLİ EŞYALAR SALONU

Saray içinde, müze kavramının gereği olarak düzenlenmiş olan bu salonda: muhtelif tarihlerde kullanılmış değerli porselenler, altın ve gümüş sofra takımları ve değerli eşyalar sergileniyor.

Birinci vitrinde: Sultan V. Mehmet Reşat’ın kişisel eşyasının da aralarında bulunduğu objeler bulunuyor. Bunların arasında, sultanın portreleri, nişanlar, tıraş takımları ve armağan edilen yazı takımı, mimari tasarımlıdır.

Orta kısımda; Osmanlı arması, iki yanda ise sütun şeklinde görülen kalemler yer almaktadır.

İkinci vitrinde: kıymetli taşlarla süslü fincan takımları ve kahve servisleri var. Üçüncü vitrinde: beyaz opalin üstüne gümüş süslemeli takım, Sultan II. Abdülhamid’in tuğrasını taşıyor.

Dördüncü ve beşinci vitrinlerde: çay, kahve ve tatlı takımları, altıncı vitrinde: kristaller ve kahve takımları görülüyor.

Yedinci vitrindeki çok sayıda kaşık ise, bağa, sedef mercan gibi değişik malzemelerden yapılmış.

İKİNCİ DEĞERLİ EŞYALAR SERGİ SALONU

Hünkara ait has mutfakların haremdeki bölümü olan, bu tonozlu mekan: ikinci değerli eşyalar sergi salonu olarak sergileniyor. Tarihi değeri büyük olan, sultanların ve yakın çevresindekilerin; kimi zaman günlük yaşamlarında ama daha çok özel günlerinde kullandıkları değerli objeler sunuluyor.

Bu bölümde de; seçkin porselenler ve kristallerin yanı sıra, altın ve gümüş sofra takımları, çay-kahve servisleri ve dekoratif eşyalar var.

Salona girişte; soldan birinci vitrinde: bir zamanlar, Sultan II. Abdülhamid’in sofrasını süslemiş olan porselen takımlarından seçilmiş parçalar ağırlıkta.

Lacivert zemin üstünde, son derece ince bir işçilikle sır üstüne işlenmiş, birbirinden farklı dantel motifleri arasında, sultanın arması görülüyor.

Bu takımın arka yüzünde; Venedik’te yapıldığını belirten damganın yanı sıra, “Salviati” imzası var. Vitrin içinde yer alan ve gerek porselenin biçimlendirilmesi, gerekse üstündeki renkli dekorasyonu son derece zarif ve göz alıcı olan figürlü meyvelikler; “Meissen” porselenidir. İkinci vitrinde görülen pembe renkli porselen çay takımı: Sultan Abdülaziz’in tuğrasını taşıyor.

“Serves” porseleni olan bu çay takımından başka, gümüş leğen ibrik takımları, kahve takımları, gümüş ve kristal yemişlikler ve Sultan Abdülaziz’in tuğrasını taşıyan iki gümüş Osmanlı arması var.

Bu vitrin içinde, ayrıca bir de el mangalı bulunuyor. Üçüncü vitrinin bir ucunda: Sultan II. Abdülhamid arması ve renkli işlenmiş Osmanlı armasıyla bezenmiş “Moser” sofra takımından seçilmiş parçalar, karşı kenarda ise Sultan II. Abdülhamid tarafından kurulmuş Yıldız Çini Fabrikası ürünü porselen çay takımları ve şişe biçimli vazolar var.

Ayrıca: kristal ve gümüş parçalar da içeren vitrinin üst kısmında asılı bulunan sitil takımında Sultan III. Selim’in tuğrası var.

Dördüncü vitrinde: gümüş işlemelerle zenginleştirilmiş mavi-beyaz Çin porselenlerinin yanı sıra, emaye işlemeli, altın zarflı fincan takımları dikkati çekiyor.

SELAMLIK-MUAYEDE SALONU

Mabeyn ve Harem bölümleri arasında bulunan büyük salondur. Dolmabahçe Sarayının en yüksek olduğu kadar, dünyanın en büyük ve son kubbeli saray salonları arasındadır.

Yalnızca: bayramlaşma, önemli hükümdarların kabulü ve Meclis törenlerinde kullanılmış.

Muhteşem kuruluşuyla, Tanzimat sarayının devlet sembolü olan salon; kubbeli klasik Osmanlı mimari geleneğinin son örneğidir.

Kare planı örten kubbe: Bizans ve Osmanlı geleneklerini bir arada sentezlemesi nedeniyle önemli. Topkapı Sarayı haremine yapılan Hünkar Sofasının da mimari ve işlevsel bir devamıdır. Yani; ülkede mimari de, Batılılaşmanın ilk örnekleri.

Toplam alanı: 2000 metre kareye yakın. İçten; yaklaşık 36 m. yüksekliğinde ve 24 m. çapında tek bir kubbe, dıştan ise çatı ile örtülmüştür. 56 adet yivli sütunun kullanıldığı orta mekana, köşe odaları açılıyor. Galeri katı ise, dört yönündeki geniş kemerlerle orta bölüme bakıyor.

Muayede’nin kelime anlamı; bayramlaşmadır. Salon; padişahın hanedanın erkek üyelerinin, vezir ve vekillerin, teşrifatçı memurların kutlamalarını kabul ettiği bir mekandır. Bu amaç dışında: çeşitli toplantılar içinde kullanılmıştır.

Bayramlaşmadan önce, Topkapı Sarayından altın taht getirilerek, bahçe tarafına yerleştirilmekte, karşısına rastlayan locaya da yabancı diplomatlar için sandalyeler konmaktadır. Galerilerde, kafesli localar ve müzisyenler için bir bölüm oluşturulmuştur.

Salonun duvar bezemelerinde, birinci katta pastel renklerle beraber altın yaldız kullanılmıştır. Kubbe ise; kompozisyonlar ve çiçeklerle bezenmiştir.

İç süslemenin bu kadar etkileyici olduğu Muayede Salonunda, fazla eşya olmaması, şüphesiz işlevi ile bağlantılıdır.

Salonda, hemen dikkat çeken; boyutlarıyla oranlı 4.5 tonluk, kristal avize ve şamdan takımıdır. Salonu asıldığı günden bu yana görenlerin hayranlıkla izlediği İngiliz yapımı kristal avize, dönemin estetik ve teknolojik boyutlarını vurgulayan büyür bir sanat eseridir.

750 ışıkla aydınlanıyor. Bu avize mutlaka ilginizi çekecek, muhteşem bir güzellik. Ağırlığı ile, türünün dünyadaki en büyük örneklerinden biri.

Ortadaki büyük Hereke imalatı halı da, kubbe ve avizenin ihtişamına eşlik eder. Salonun Harem yönündeki sütunları arasında, Atatürk’ün 1927 yılında, Cumhurbaşkanı olarak İstanbul’a ilk gelişinde yaptığı konuşmanın metninin yazıldığı levha görülmekte. Hat ustası Emin Barın tarafından yazılmış.

Burada geçen önemli olaylar: Sultan V. Murat’ın cülusu, Sultan Abdülmecid’in 1856 yılında Maraşal Pelissier onuruna verdiği ziyafet, Macaristan İmparatoru Franz Joseph için yapılan resmi kabul, 1877 yılında Osmanlı Meclisi Mebusanının açılışı sayılabilir.

1938 yılında ise, Büyük Önder Atatürk’ün naaşı; bu salonda ziyaret edilmiştir. Salonun köşe odaları; hünkarların bekleme, dinlenme ve şehzadeleri kabul mekanlarıydı. İç kuruluşuyla, benzer zenginlikte cephe dekoruna sahip olan salonu; Boğaziçi’ne açan mermerden 4 kademeli merdiven düzeni, barok çelenk kabartmalı ve bronz vazolu kaideleriyle başlı başına bir güzellikte.

HAREM DAİRESİ

Deniz ve bahçe tarafındaki iki koldan oluşuyor. Tanzimat dönemi Osmanlı hanedanının kalabalık harem kadrosuyla birlikte yaşadığı bu daire, bir eksende yan yana sıralanmış ve sofalarla ayrılan dairelerden oluşan planı var.

Denize paralel uzanan kısmı: Sultan ve Valide Sultan tarafından kullanılmakta ve Harem-i Hümayun olarak anılmaktadır. Harem kısmının kara tarafına dönerek denize dik uzanan kısmı ise; Kadın Efendilerin dairesi olarak kullanılan Daire-i Hümayundur.

Ziyaretin başladığı bu kanatta; çok eşli İslami aile düzenine göre planlanmış, kapalı daireler, kendi içinde bir sofa çevresinde yüklük olan ki oda, bir kalfa odası, kahve ocağı, hela ve merdivenlerden oluşan kat planı; zemin ve ana katta tekrarlayan kadın Efendi daireleri vardır.

Cariye ve kalfa gibi hizmetli kadınların, bodrum zemin ve musandıra katlarında ikamet edecek şekilde dairelere dağıtıldıkları haremin, bu arka bölümü, dekor düzeninden de anlaşılacağı gibi, geleneksel harem yaşayışının sürdüğü ancak hünkar ve valide sultana göre hiyerarşinin azaldığı haremin en geniş bölümüdür.

Muhteşem İstanbul manzarasına açılan ilk bölümde; harem cephesinin ortasını saray cephesine uyan alınlık ve sütunlu bir balkonla vurgulayan ve pembe salon çevresindeki görkemli valide sultan dairesi dolduruyor.

Atatürk de saraya geldiğinde, bu daireyi kullanmış ve 1938 yılında burada hayata veda etmiştir.

CAMLI KÖŞK

Dolmabahçe sarayının dış dünyaya açılan penceresi, Camlı Köşktür. Geleneksel Osmanlı saray düzeni içindeki alay köşkünün Dolmabahçe Sarayındaki karşılığı olarak nitelendirilir. Sultanlar burada caddeden geçen resmi geçitleri izlerlerdi.

Birbirine geçişli iki salon ve camekanlı bir seradan oluşuyor. Muhteşem dekoru da sarayın diğer mekanlarından farklı. Tavanlardaki kalem işi süslemeler, doğadan alınan figürler dikkat çekmekte, kuş, aslan, kaplan resimlerinin yanı sıra tonoz köşelerinde kartal kabartmaları, Abdülaziz’in iktidarının başında yapıldığını gösteriyor. Mekanda bulunan porselen plakalı şöminede de birbirinden farklı kuş türleri resimlenmiş.

Birinci mekan: ana salona kıyasla daha sade döşenmiş. Bu odada bulunan bir çift gümüş ayaklı elektrik lambası ise “Christofle” markalı.

Camlı köşkün, esas mekanı olan ana salonda: Osmanlı karakteri ağır basan şemse motifli Hereke kumaşı ile döşeli oturma takımı var.

Salonda bulunan, oyma bezeli iki sehpa, Yıldız Sarayı Marangozhanesinin damgasını taşıyor. Burada görülen piyano ise, ses kalitesinden çok, görünüşü ile dikkati çekiyor.

Camlı köşke adını veren camekanlı kısmın ortasında ise, kristal fıskiyeli bir havuz var. Mekanda, kristal avize ve sütun şamdanlarının yanı sıra saray koleksiyonundan bir araya getirilmiş camlarla süslü hayvan figürlü aydınlatma araçları var.

Camlı köşkü, hünkar dairesine bağlayan koridorda, zaman zaman sergiler açılmaktadır.

SAAT MÜZESİ-TAŞ HAZİNE

Sarayın Harem Bahçesi içindeki İç Hazine Binası; Haremin mücevherli ve altın-gümüş eşyasını korumak amacıyla yapılmış Taş Hazinesiydi.

Sultan Abdülmecid devrinde: tek katlı sağlam bir yapı olarak inşa edilen hazine, 2004 yılında, yeniden düzenlenmiş, saray koleksiyonundan derlenmiş saatlerin sergilendiği ayrı bir müze mekanı olarak ziyarete açılmış.

Saat Müzesinde bulunan saatler, birbirine geçişli üç mekan içinde sergileniyor. Özellikle son bölümde sergilenen Türk saatlerinin her birinin ayrı bir öyküsü varmış.

İç Hazine binasındaki müze eserlerin çoğunluğu, sarayın depo ve kapalı odalarına ait özellikli mekanik saatlerden oluşmaktadır.

Müzede sergilenen 64 adet saatin büyük kısmını, Fransız yapım saatler oluştururken, müzik, otomasyon, takvim tertibatlı gibi özellikleriyle İngiliz saatleri de yer almaktadır.

Zarif porselen Avusturya saatlerinden başka, yüzyıl başına tarihlenen Amerikan saatleri de sarayın geçirdiği dönemlerden birine işaret eder.

Müzede bulunan en kıymetli saatlerden bazıları ise; Mevlevi saat ustalarının yaptığı, alaturka-alafranga kadranlı, müzikli Türk saatleridir.

Üç bölümden oluşan müzenin girişini oluşturan birinci bölümde: Fransız saatleri sergilenir. İkinci bölümde: İngiliz saatleri, üçüncü bölümde ise Türk saatleri sergileniyor.

Bu arada: Sarayda göreceğiniz saatlerin tümünde belki dikkatinizi çekecektir, hepsi: 09.05 de durdurulmuştur.

Yani: burada vefat eden, Atatürk’ün hatırasına; Sarayda, zaman 09.05 de durdurulmuş. Güzel bir uygulama.

Evet; Dolmabahçe sarayı gezimiz bitiyor. Yazının başında belirttiğim gibi, bu sarayın yapımı için, çok büyük paralar harcanmış, borçlanılmış, Osmanlı Maliyesi uzun süre bir daha kendine gelemeyecek şekilde, kötü olmuş.

Ancak; inanın muhteşem bir saray. Görüntüler o kadar büyük bir ihtişamı gösteriyor ki, mutlaka şöyle düşüneceksiniz. İmparatorluk; en kötü, en zor gününde bile, gösterişi elden bırakmamaya çabalamışlar.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım. 

Antalya Alanya

Antalya Alanya

Antalya-Alanya arasındaki kara yolu uzaklığı: 130 km. dir. Yol,  son yıllardaki yenileme çalışmaları sonucu, günümüzde gayet kullanımlı ve konforlu hale getirilmiştir.

Öyle ki, bu yol üzerinde yapılan tüneller, kara yolu yapımında ülkemizin ulaştığı teknolojinin en son şeklini yansıtması açısından, gurur kaynağıdır.

Ancak, Gazipaşa yani Adana-Mersin hattından, Alanya’ya ulaşmak isterseniz, sizi aşırı yoracak bir yol beklediğini unutmayın. Alanya’ya, doğu hattından ulaşmak, çok zor ve zahmetli bir ulaşım hattını geçmeyi gerektiriyor.

Hava yolu ulaşımı derseniz, buraya ulaşmak için, Antalya hava alanının kullanılması gerekiyor.

Alanya, gerek yakın geçmişte ve gerekse günümüzde, ülkemizin en büyük turizm potansiyeline sahip yörelerinin başında gelmektedir.

Bu şirin ama büyük yöremiz: kuzeyde Toros dağları ve güneyde Akdeniz ile çevrili, bir yarımada üzerinde kuruludur. Geniş plajları, tarihi eserleri, modern otelleri, sayısız balık lokantaları, kafe ve barları ile mükemmel bir tatil merkezidir.

Ülkemiz insanlarının ilk yazlık site ve tatil ile tanıştıkları bu yöre, aynı zamanda yakın geçmişte ve günümüzde, özellikle “Alman” vatandaşları ile de doldurulmuştur. Günümüzde, burada birçok Alman daimi olarak veya uzun süreli yaşamakta, yaz günlerinde ise, yoğun turist akımı olmaktadır.

Bölgenin sahil bandının uzunluğu, 70 km. ye ulaşmaktadır. Bu sahil bandının her yerinde, denize girmek mümkündür. Kalenin bulunduğu blokun batı bölümünde, deniz derin, dalgalı, kumsal çakıllı iken, bu kaya blokunun doğu bölümünde ise, deniz sakin, dalgasız, derinlik az ve kumsal ince kumludur.

Yani, kalenin bulunduğu blokun doğu bölümünde, derinlik uzun süre diz boyutunda kalmakta ve dalga bulunmamaktadır ve bu özellikleriyle, çocuklu aileler tarafından yoğun olarak tercih edilmektedir. Ayrıca, tümünün deniz kıyısından geçen yolun arkasında bulunması nedeniyle, bu yörede tatile gidecekler için otel seçimi, tatilinizi geçireceğiniz otelin denize uzaklığı önem kazanıyor.

Alanya’nın yöresel lezzet ve yemekleri ile hediyelik eşyalar konusuna gelince: buraya has özel bir yemek cinsi veya türü yok. Çünkü, burada yurdumuzun birçok bölgesini  temsil eden yemek kültürlerini sunan restoranlar var. Yani, burada her türlü yiyecek maddesini ve yöresel lezzeti bulmak mümkün.

Hediyelik derseniz, Alanya’da, özellikle yabancı turistlere yönelik tekstil ürünleri satışı ağırlıktadır. Ancak, buraya has bir hediyelik düşünürseniz, değişik renklere boyanmış, kurutulmuş bal kabakları satın alabilirsiniz.

Antalya Alanya

TARİHİ

Tarihi süreç incelendiğinde: kalenin bulunduğu yerde, antik dönemde bulunan şehir “Korakesium” dur. MÖ.2’nci yüzyılda, çeşitli saldırılar ile karşı karşıya kalan şehir, doğal konumunun sağladığı avantaj ile, kendisini ve bağımsızlığını korumuştur.

MÖ.1’nci yüzyılda, korsan yatağı haline gelen şehir, MÖ.65 yılında, Pompeius komutasındaki Roma ordusu tarafından, korsanlardan temizlenmiştir. Ortaçağda, Korakesium adının yerine, Kalonoros (Güzeldağ) adının kullanıldığı biliniyor.

Arap evliyası denilen Küçük Kilise, surlarda bulunan bazı yuvarlak kuleler ve Cilvarda burnu üzerinde bulunan manastır harabeleri, bu dönemden kalmadır.

13. yüzyıl başlarında, Kır Fard isimli Hıristiyan beyinin egemenliğinde olan şehir, kuşatma sonucu 1221 yılında Alaaddin Keykubat’a bırakılır.

Bu tarihten itibaren de, fatihinin ismine izafeten “Alaiyye” olarak anılmaya başlanır.

Daha sonra, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından, 1935 yılında, Alaiyye ismi “Alanya” olarak değiştirilir.

Alanya: Anadolu Selçuklularının çöküş döneminde, 1293 yılında Karamanoğulları’nın eline geçer. 1427 yılında ise Gedik Ahmet Paşa tarafından fethedilerek, Osmanlı topraklarına katılır.

GEZİ PLANI

Alanya yöresine, Antalya istikametinden geldiğinizde: çok uzaklardan, karadan denize doğru uzanan büyük kaya bloğu parçası ve üzerindeki kale silüetini görebiliyorsunuz.

Muhteşem bir görüntü. Alanya’ya yaklaştığınızda ise, son yıllarda yapılan merkezdeki trafik yoğunluğunu azaltmayı amaçlayan çevre yolunu kullanabilirsiniz.

Ama, burayı gezmek için geliyorsanız: hemen girişte, sağ ve sola ayrılan yol çatalında, üzerinde tabelaların  bulunduğu, sağ yöne dönmeniz ve “Sahil, kale, Damlataş mağarası” bölümüne geçmeniz gerekiyor.

Buraya döndüğünüzde, karşınıza ilk çıkacak olan yer: Damlataş mağarası. Hemen önündeki otoparkı kullanın ve günümüzde tamamen restoran ve kafelerin arasında kalmış bu doğal güzelliği gezin.

Daha sonra: yine tabelaları takip ederek, kale istikametinde ilerleyin. Kale: yaklaşık 2 km. yukarıda, yol virajlı, dar ve zaman zaman tek arabanın geçebileceği genişliktedir.

Ancak, Alanya ziyaretçilerinin, kale bölgesine çıkmaları, çevrenin muhteşem manzarasını görmeleri ve kaleyi yaşamaları için şart. Sadece seçenek önemli. Yürüyerek kaleye çıkmayı tercih edenler için, yaklaşık 1.5 saat civarında, yorucu bir yolculuk söz konusu olabilmektedir.

Ama, bu yorucu yolculuk sırasında, bölgede gizli kalmış güzellikleri görebiliyorsunuz. Araç ile çıkmayı düşünürseniz, bu kez, yaklaşık 15-20 dakikalık bir yolculuk yapmanız gerekiyor.

Kale sonrasında, tekrar aşağıya iniyorsunuz. Ancak, bu kez, inerken, Liman tabelasını takip edin ve doğruca “Liman” bölgesine girin. Burada: Kızılkule, Tersane ve Alanya merkezini gezebilirsiniz.

Evet, Alanya’nın tarihi ve turistik yerleri bunlardan ibaret. Bunlar dışında: özellikle akşam saatlerinde yani günün sıcak saatleri bittiğinde, burada yaşayan veya tatil için gelenlerin, ilçe merkezini ve liman bandını  tamamen  doldurduklarını göreceksiniz.

Yani, muhteşem hareketli bir yer. Eğlence mekanları, müzik sesleri ve cadde ve sokaklarda yürüyen binlerce insan ki, bunların çoğunluğu, yurt dışından gelen yabancı uyruklu turistler.

DAMLATAŞ MAĞARASI

Antalya yöresinden, Alanya merkezine girmeden önce, deniz kıyısında, hemen ilk kayalık bölgededir. Mağara, 1948 yılında bulunmuştur. Giriş kısmında, 50 metre uzunluğunda bir geçit bölümü var.

Çapı: 14 metre ve yüksekliği 15 metredir. Silindir şeklinde boşluğu bulunan mağara, 15 bin yılda oluşan, sarkıt ve dikitler ile dikkat çekiyor. Sarkıtlardan damlayan su damlaları nedeniyle, mağaraya “Damlataş mağarası” ismi verilmiş.

Mağaranın bir diğer önemli özelliği, içindeki rutubet oranıdır. Rutubet, yüzde 95 seviyesine kadar çıkıyor ve 22 derecelik ısı oranı ile, oksijen oranı sabit. Bu oranlar, yılın tüm zamanlarında sabit olduğundan, özellikle “astım” hastaları için tercih edilen bir yer.

Yani: Damlataş mağarası, gerek turizm ve gerekse sağlık amaçlı olarak kullanılıyor. Günümüzde, tamamen kafeteryalar, evler, oteller, moteller arasında kalan bu  doğal güzelliğe mutlaka zaman ayırın ve görün.

Antalya Alanya Kalesi

ALANYA KALESİ

Tüm bölgeye hakim konumuyla, güzel bir yapı, mutlaka zaman ayırın.

Kale: araç trafiğine açık. Zaten, kale bölgesinde yaşam da bir yandan devam ediyor. Anlamak mümkün değil, batı ülkelerinde bu tip yapıların bulunduğu tarihi yerlerde, Sit alanı ilan edilerek koruma yerine, alan kamulaştırılarak koruma sağlanıyor. Yani, bu tarihi bölgede, göreceğiniz gibi, halen yaşam sürdürülüyor.

Hatta: bir kısım lüks ve modern görünümlü evler, ziyaretçilerin dikkat ve ilgisini çekiyor. Bunun dışında, bir kısım yerleşim yerinin ise, restoran ve kafeterya olarak düzenlendiğini görmek mümkün. Elbette, muhteşem manzaraları var.

Gezi planında belirttiğim gibi, kale bölgesine, yaklaşık 2 km. lik bir yol ile çıkmak mümkün. Bu yol, gerek yürüyerek ve gerekse araç veya şehir merkezinden kiralayacağınız motorlar ile olabilir. Yürüyerek düşünürseniz, elbette mümkün ama biraz yorucu olacağı kesin.

Yürüyerek, yaklaşık 1.5-2 saat gerekebilir. Otomobil veya taksi ile düşünürseniz: yaklaşık 15-20 dakika sürüyor. Zaten, otomobil ile çıkmayı düşünürseniz: muhteşem manzaraları gördüğünüzde, mutlaka yol kıyısında kısa molalar vermelisiniz. Özellikle: zirveye yakın bölümde, yolun hemen kıyısına, ahşaptan yapılmış yürüyüş yolu, çok güzel bir düşünce ve ziyaretçilerin yürüyüş yapmalarını kolaylaştırması açısından mükemmel.

Sonuçta: iç kale bölümü yani tepenin zirvesine ulaştığınızda: otopark var. Buraya aracınızı park edebilirsiniz. Sonra: iç kale bölümüne girebilirsiniz.

Antalya Alanya Kalesi Kale kapısı

Kale Kapısı

Kaleye giriş çıkışı sağlayan kapı, askeri ve törensel niteliklere sahiptir ve 13’ncü yüzyılda yapılmıştır. Ana giriş kapısı ile hemen gerisindeki burç yapısı, kalenin en önemli noktalarından birini teşkil eder.

Duvarlarında Alanya kalesine özgü kırmızı-beyaz freskler bulunur. Üzerinde yer alan kitabeye göre, ana giriş kapısı 1230 yılında inşa edilmiştir.

Evet, kale ile ilgili bilgilere devam edelim.

Kale: bugünkü görünümü ile, Selçuklu dönemi eseridir. Tarihi süreç içinde ise, ilk olarak, Helenistik dönemde, surlarla çevrilmiştir. Daha sonraki dönemlerde ise, günün koşullarına uygun olarak eklemeler ve onarımlar yapılmıştır.

Ancak, en son olarak, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat döneminde, 1226-1232 yılları arasında bugünkü görünümüne kavuşmuştur.

Kale: kenti kuşatan surlar ve çeşitli savunma hatları bakımından: dış, orta ve iç kale olmak üzere, üç ana bölümden oluşmaktadır. Surların: toplam uzunluğu: 6.5 km. Bu surlar üzerinde: 140 burç ve 400 civarında sarnıç bulunmaktadır. Denizden yükseklik: 250 metre.

Orta çağ döneminde, surlar içinde, buranın su ihtiyacını karşılamak üzere, birçok sarnıç yapılmış ve bunların toplamının 400 olduğu söyleniyor. Elbette bu kadar çok sarnıç yapılmasının tek nedeni, kale alanında doğal su kaynağının olmamasıdır. Su ihtiyacı yağmur suyunu toplayan sarnıçlardan karşılanıyordu.

Zaten bu gün de görüleceği üzere, her geleneksel evin bir su sarnıcı vardı. Ayrıca, büyük su sarnıçları da genel bir su ihtiyacını karşılıyordu. Öte yandan, iç kale büyük su sarnıçları nedeniyle, Sarnıç kalesi olarak da adlandırılıyordu. Sarnıçların çoğu 13’ncü yüzyılda yapılmıştır.

İç kale bölümünde: surların kapısından içeri girdiğinizde, herhangi bir tanıtıcı işaret olmamasına rağmen, sağ yönde ilerleyin. Tahtalardan, güzel bir yürüyüş yolu yapılmış ve bu yol, engebeli arazide yürüyüşü kolaylaştırması açısından mükemmel. Sağ bölümden ilerlediğinizde, ilk dikkati çeken antik yapı, bir kilise kalıntısı.

Halen burada arkeolojik çalışmaların sürdürüldüğü ve girişin yasak olduğu belirtiliyor. Daha sonra devam ettiğinizde ise, yine sağ bölümde, kaledeki yaşam üniteleri var. En ilgi çeken ve şahsen beğendiğim husus: buralarda tahribata karşı tedbir alınması, çelik bariyerler yerleştirilmiş ve koruma sağlanmış.

Yürüyüşe devam ettiğinizde, bir seyir terası var, buraya çıkın ve dört bir yandaki muhteşem deniz ve şehir manzarasını bir süre izleyin. Elbette, fotoğraf çekmeyi ve çektirmeyi unutmamak gerek. Sonra, yine surların dibinden ilerlemeye devam ediliyor ve giriş kapısının sol bölümünde, gezi bitiyor.

Bu arada: kale surlarından denize bakarken, kalenin bulunduğu kaya blokundan denize doğru 400 metre uzanan bölüm üzerinde, dikkatli bakarsanız, bir kısım metruk yapı kalıntısı görebilirsiniz.

Antalya Alanya Kalesi

Cilvarda burnu olarak isimlendirilen bu uzantının üzerindeki bu yapılar: yöre halkı tarafından “darphane” olarak isimlendiriliyor. Ancak kesme taşlardan inşa edilmiş binalarda para basılması söz konusu değildir. 11’nci yüzyılda yapıldığı düşünülen yapılar: bir kilise ve manastırdır. 

Küçük kilisenin kubbesi, günümüze kadar ayakta gelmiş ve görülüyor. Kayalar üzerinde, bir de sarnıç var. Kaleden, bu bölüme eskiden merdivenler ile ulaşım mümkün iken, günümüzde bu merdivenli yol tahrip olmuş ve kullanılmıyor. Yani, bu metruk yapıları, yalnızca uzaktan görmek mümkün.

Antalya Alanya Kalesi

Kalenin kuzeyinde bulunan ve “Ehdemek” olarak isimlendirilen üçer kuleli ve iki ayrı bölümden oluşan kısım; kaleye kara tarafından yapılacak saldırıların önlenmesi için inşa edilmiştir. Burası, Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat tarafından Helenistik dönem kalıntılarının üstüne inşa ettirilmiştir.

Diğer duvarlara göre daha iri taşlar kullanılmıştır. Batıda bulunan kulenin dış yüzünde bir kitabe vardır. Kanuni Sultan Süleyman zamanında meydana gelen bir depremde, bu bölümün büyük kısmı tahribata uğramıştır.

Antalya Alanya Kalesi Ayayorgi Kilisesi

Ayayorgi kilisesi (Hagios Georgios)

İç kale bölgesinde gezerken, diğer bir ilginç yapı: halen arkeolojik kazı çalışmalarının sürdürüldüğü “kilise” yapısıdır. Kilise yapısı, kalenin güney doğu sur duvarına bitişiktir.

Bu kilise: yonca planlı olup, taş ve tuğladan, karma teknikle daha erken döneme ait bir bazilikanın üzerine inşa edilmiştir.

Kiliseye, batı cephesindeki bir kapı ile girilir. Kapının iki yanında, aziz büstü veya heykelciği konmak üzere iki küçük niş yapılmıştır. Yarım daire pencereler ile, sağır nişlerin oluşturduğu kemerler, merkezi kubbeyi çevrelemektedir. Bu özellik, Bizans sanatının geç dönemini işaret etmektedir.

Kubbenin ağırlığı, yan apsisleri örten yarım kubbeler tarafından karşılanmaktadır. İçeriden, kubbeye geçiş pandandiflerle sağlanmıştır. Kubbe pandandifleri ve yan apsislerin fresklerle süslenmiş olduğu: yer yer kalan izlerden anlaşılmaktadır.

Yapı: mimari özelliklerinden dolayı, MS. 11. yüzyıla tarihlenmektedir. Selçuklu döneminde eski sur  duvarlarının yapımı sırasında, kilise korunmuş ve mescit olarak kullanılmıştır.

Antalya Alanya Kalesi Gemili Mescit
Antalya Alanya Kalesi Gemili Mescit
Antalya Alanya Kalesi Gemili Mescit

 

Gemili Mescit

Kalenin iç bölümlerindeki bu mekan, Selçuklu dönemine yani 13’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Yığma yapım tekniğiyle moloz taş ve tuğla kullanılarak inşa edilmiş mescit, üzeri kubbe ile örtülü kare planlı, tek katlı bir yapıdır.

En önemli özelliği, yapının iç mekan duvarlarında kazıma tekniğiyle yapılmış, Alanya’nın denizcilik tarihine ışık tutan yaklaşık 170 tane gemi grafitisi bulunmasıdır. Hiçbir cami ve mescit yapısının duvarında bu tür resimler görülmemiştir.

Sıvayla kaplı duvarlara yaklaşırsanız gemi resimlerini görebilirsiniz. Ancak bu gemi resimlerinin kimler tarafından ve ne amaçla çizildiği bilinmiyor. Duvarlarda en çok fırkateyn, kalyon, karavel gibi gemiler tasvir edilmiştir. Bazı gemi tasvirlerinde flamalar ve bayraklar da bulunuyor. Mescitte, mihrabın sağında yunus balığı, köpek balığı ve fok balığı resmi görülüyor.

Antalya Alanya Kalesi Alaaddin Keykubat Sarayı

Alaaddin Keykubat Sarayı

İç kale içindeki anlatacağım son mekan, Alaaddin Keykubat tarafından inşa ettirilmiş ve günümüzde idari yapı olarak kullanılmakta ve İçkale Sarayı olarak isimlendirilmektedir. Bu yapı, iç kalenin güneydoğu köşesinde bulunan muhtelif yapı kalıntılarından ibaret bir düzlükten oluşmaktadır.

Saray, güneybatı kenarı boyunca bir teras oluşturacak şekilde uzanan bir duvarla diğer bölümlerden ayrılmıştır. Yapıldığı dönemde içerisinde süsleme sanatı açısından çiniler, freskler ve Selçuklu ahşap sanatı örneklerinin bulunduğu düşünülmektedir. Sarayın kuzeyinde, zamanında törensel bir işleve sahip olduğu düşünülen avlunun bitiminde, tonozlu koğuş ile ön avlu arasında İçkale kilisesi vardır.

LİMAN BÖLÜMÜ

Antalya Alanya Tersane

TERSANE

Alanya merkezinde, liman bölümüne indiğinizde, hemen sağ tarafta, kıyıdaki bu eski dönem yapısı mutlaka dikkatinizi çekecektir.

Aslında karadan ulaşmak mümkün ise de, denizden görüntü, muhteşem ve ilgi çekicidir. Liman bölümünde, hemen Kızılkule’nin altında, demir parmaklıklı kapı açık ise, Tersane bölgesine yürüyerek kıyıdan ulaşmak mümkün. Yoksa, yalnızca denizden ve uzaktan izleyebilirsiniz.

Evet, burası bir tersane. Selçuklular döneminde yapılmış bu tersanenin en büyük özelliği, Selçuklulara ait, Akdeniz bölgesindeki ilk tersanelerden biri olmasıdır.

Burayı ele geçiren, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat: 1227 yılında, bu tersaneyi yaptırmıştır. Ancak, daha önce Karadeniz-Sinop şehrinde de bir tersane yaptırmış olması nedeniyle, burası tamamlanınca, iki denizin sultanı unvanına sahip olmuştur.

Yapı: kemerli ve beş gözden oluşmaktadır. Yapı: kemerli ve beş gözden oluşuyor. Denize bakan cephesi, 56 metredir. Derinlik ise, 44 metredir. Tersane için seçilen yer, gün ışığından en fazla yararlanılan yer olması nedeniyle önemlidir.

Günümüze kadar sağlam olarak gelmiş olması nedeniyle, uzaktan görüntüsü muhteşem. Liman bölgesinden baktığınızda, kalenin hemen altındaki yapı: güzel bir görüntü oluşturuyor.

Antalya Alanya Kızıl Kule

KIZIL KULE

Liman bölümünde, hemen kıyıda, Alanya’nın sembol yapılarından biridir.

Adının kızıl kule olması: yapımında kullanılan kırmızı renkli tuğlalar ve kızıl bir görüntü vermesidir. İnşaat sırasında: belli bir yükseklikten sonra, taş blokları kaldırmak güç olduğundan, kulenin üst kısımları, pişmiş kırmızı tuğlalar ile örülmüştür.

Burayı da, yine bölgeyi ele geçiren Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat, 1226 yılında yaptırmıştır. Yapılış amacı: denizden gelebilecek saldırılara karşı, gerek limanı ve gerekse tersaneyi korumaktır.

Yapı: sekizgen planlı, her bir duvarının yüksekliği: 33 metre ve genişliği ise, 12.5  metredir. Kulenin çapı ise, 29 metredir. İçinde, zemin  dahil 5 kat bulunmaktadır. Zeminden, kulenin en üst bölümüne çıkmak için, 85 basamak tırmanmak gerekiyor. Yapının bir diğer öne çıkan özelliği ise, tepeden alınan güneş ışığının, birinci kata kadar uzanmasıdır.

Liman bölgesinde: kızılkule’nin hemen yanına kadar gidebiliyorsunuz. Yanına yaklaştığınızda, kulenin muhteşemliği iyice göz önüne seriliyor.

Liman bölümünden sonra: yola devam ettiğinizde, geçişlerin ücrete tabi olmadığı bir otopark bölümünden geçiyorsunuz ve buradan şehirler arası bağlantı yoluna ulaşmanız mümkün. Alanya merkezindeki gezimiz burada bitiyor.

Antalya Alanya Arkeoloji Müzesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Alanya kalesine çıkış yolunun başlangıç noktasında bulunan müze: projesi İhsan Kıygı tarafından hazırlanmış ve 1976 yılında açılmıştır. İlk Açıldığında, müzede Alanya ve çevresinde bulunup Milli Eğitim Müdürlüne ait bir depoda muhafaza edilen eserler ve Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinden getirilen: Tunç Çağı, Urartu, Frig ve Lidya dönemi eserleri sergilenmektedir.

Müzede 1 açık teşhir ve 14 kapalı teşhir salonu bulunuyor. Teşhir salonları: Anadolu uygarlıkları, Gemi ve denizcilik bölümü, Herakles salonu, Alanya kalesi bölümü ve sikke bölümü gibi başlıklar altında düzenlenmiştir. Ana salonda yer alan vitrinler ise: mitoloji, ticaret, sağlık ve spor olarak düzenlenmiştir. Ayrıca, figürinler, cam eserler ve takı vitrinleri vardır.

Antalya Alanya Arkeoloji Müzesi

Arkeoloji Bölümü

Bu bölümde: çeşitli bronz, mermer, pişmiş toprak, cam ve mozaik buluntular ve sikkeler sergileniyor. Ayrıca: Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait Türk-İslam eserleri de görülebilir.

Arkeoloji bölümünde sergilenen eserler arasında en eski olanı: MÖ 625 yılına tarihlenen, Fenike dilinde bir taş yazıttır.

Antalya Alanya Arkeoloji Müzesi

Yine burada yani giriş koridorundaki bir duvar içi vitrinde, Roma dönemine ait tunç Latince yazılmış diploma bölümü vardır. Alanya’nın 15 km kuzeyindeki Laertes Antik kentinde bulunan bu diploma, 3 parça halinde bulunmuştur. Diplomada: askerin adı, alayı, komutanın ismi, doğum yeri ve Pamfilya valisinin adı ve diplomanın veriliş tarihi yer alıyor.

25 yıllık askerlik hizmeti sonunda, MS 139 yılında diplomayı alan bu asker kişi, Suriye’nin Cyrrhos şehrinde doğmuş ve emekli olmuş bir askerdir. Asker bu diploma ile, Pamfilyalı bir kadınla evlenmeye hak kazanıyormuş.

Deniz ve Denizcilik Bölümü

Bu salonda: gemi gelişimi, denizcilik terimleri, ölçü birimleri ve Alanya kalesinin duvarlarında binlercesi bulunan ve Alanya kalesinin 14-17 yüzyıllar arasındaki gemi trafiğine ışık tutan, üzerinde onlarca gemi grafitisi çizilmiş bir duvar örneği bulunuyor.

Ayrıca: Gazipaşa Antioch ad Cragum antik kenti limanında bulunan ve gemi aksamı olan tunç Pegasus ilgi çekiyor. Syedra antik kenti limanından getirilen Akdeniz’in balık çeşitliliğini ortaya koyan, balık tutan eroslar mozaiği görülebilir.

Selinus antik kentinde bulunan Trajan’In Kenotaf’ına ait gemili kabartma da, müzede bulunan birçok anforalar ile birlikte ilgi çekiyor. Sonra Roma dönemine ait oltalar görülüyor. Yine burada Abdülhamit döneminde bulunan bir gemi topu da görülüyor.

ODTÜ Reo-Tek bölümü, Alanya Arkeoloji Müzesi için bir gemi simülatörü üretti. Simülatörü kullanmak için dümenin başına geçen ziyaretçiler, hem Alanya yarımadasında sanal deniz hem de tarih yolculuğuna çıkıyorlar. Ziyaretçiler yolculuk sırasında Alanya’ya tarih boyunca gelen gemi tipleriyle karşılaşıyorlar, haklarında bilgi ediniyorlar.

Ticaret Vitrini

Bu vitrinde, bir amforanın kurşun bir mühürle kapatılması örneği görülüyor.

Sağlık-Spor Vitrini

İlaç yapımında kullanılan farklı otlar sergileniyor.

Takı Vitrini

Takılar ve kireç taşından yapılmış bir Roma dönemi kadın büstü görülüyor.

Antalya Alanya Arkeoloji Müzesi Alanya Heraklesi
Alanya Herakles’i

Heykel, Alanya’nın Çamlıca köyündeki Asartepe’de bulunmuştur.

Yapım tarihi MS 2’nci yüzyıla tarihlenen bronz döküm heykel, ayrı bir salonda sergileniyor. Heykelin boyu 51.5 cm. dir.

Heykeli önemli kılan özelliklerinin başında, detayları gelmektedir. İskelet ve kas yapısına dikkatle bakıldığında, göze çarpan bazı yerleri görmek mümkündür. Bunların başında, güreş sporu yapanların kulaklarındaki kıkırdak deformasyonu gelmektedir.

Heykel Alanya’nın sembolü olmuştur ve müzenin açılışına sebep olmuştur. Heykel, mitolojiye göre: Herakles, Argonotlar seferi sırasında arkadaşı Hylas’ın su perileri tarafından kaçırılması sahneli cam tabanın altında bulunan mozaik ile birlikte sergileniyor.

Alanya Kalesindeki Buluntular

Burada daha çok saray bölümünde ele geçen Selçuklu dönemi çinileri ilgi çekiyor. Özellikle, üzerinde Alaaddin Keykubat’ın unvanlarının yer aldığı yıldız çini, özel bir vitrinde sergileniyor. Bu bölümde ayrıca yine kale bölgesinde bulunan küçük buluntular sergileniyor.

Antalya Alanya Arkeoloji Müzesi

“Sevgi hep vardı” mesajı ile sergilenen bir kadın ve erkeğin, yanak yanağa tasvir edildiği ostotek parçası, mezar stelleri ve sunaklar da müzenin görülebilecek diğer eserleri arasındadır.

Etroğrafya Bölümü

Bu bölümde, Alanya ve çevresinden derlenen Yörük kilimleri, heybeler, giysiler, işleme örnekleri, silahlar, günlük kullanım kapları, takılar, el yazmaları ve yazı takımları gibi eserler sergileniyor. Ayrıca, eski bir Alanya evine ait günlük oda düzenlenmiştir.

Müze bahçesi

Müze bahçesinde; zeytin işçiliğinin tanıtıldığı tarım köşesi, sütun başlıkları, Roma dönemi yazıtları, İslami yazıtlar, mezar taşları ve lahitler sergileniyor. Bahçenin özel eserleri; Alanya Okurcalar Beldesi Karaburun mevkiinde deniz altında bulunan, üzerindeki yazıta göre M. Krakos’a ait girlandlı eroslu mermer lahit ilgi çekiyor.

Antalya Alanya Atatürk Evi

ATATÜRK EVİ

Mustafa Kemal Atatürk’ün 18 Şubat 1935 tarihinde deniz yolu ile Alanya’yı ziyaretinde bir süre kalmış olduğu ev, müze olarak düzenlenmiş ve 1987 yılında ziyarete açılmıştır.

Giriş ücretsizdir. Müze, Damlataş mağarasına yürüyerek 20 dakika uzaklıktadır.

Evin sahibi M. Tevfik Azakoğlu’dur. Ölümünden sonra mirasçısı kardeşinin oğlu Rıfat Azakoğlu, evi Atatürk evi ve Müze olarak kullanılmak şartıyla, 8 Haziran 1981 günü tapusu ile birlikte hazineye bağışlamıştır.

evi Kültür Bakanlığına bağışlamış ve ev 1987 yılında müze haline getirilmiştir.

Ev, 19’ncu yüzyıl Türk mimarisi özelliklerini taşır. 3 katlı konak kagir olarak inşa edilmiştir. Yapının birinci ve zemin katı moloz taş ve ahşap hatıllıdır, ikinci kat ahşap yapılmıştır. İçi-dışı sıvalı badanalı olan ev, geniş saçaklı bir çatı ile kapatılmış, Marsilya kiremidi ile örtülmüştür.

Eve: güney cephedeki bahçe girişinden, iki kanatlı demir bir kapıdan girilir, kare döşemeli bir zemin ile taş basamaklı merdivenle birinci kata çıkılır. Zemin katın tabanı toprak olup, ev yapıldığı dönemlerde ahır ve depo olarak kullanılmıştır. Ön cephesi tarihi Alanya kalesine bakmaktadır.

Müze olarak düzenlenen 3 katlı binanın giriş katında, Atatürk’e ait kişisel eşyalar, fotoğraflar, Atatürk’ün Alanyalılara gönderdiği telgraflardan bir tanesi kendi el yazısı ve imzası ile sergileniyor. Ayrıca, konağı müze olması şartıyla Kültür Bakanlığına bağışlayan Rıfat Azakoğlu’nun da birkaç fotoğrafı ve hayat hikayesi sergileniyor.

Binanın üst katları ise, geleneksel Alanya evi tarzında eşyalarla döşenmiştir. Burada geleneksel bir yatak odası, çocuk odası ve kadınların günlük yaşamda kullandıkları oda tasvir edilmiştir. Bu katlarda bulunan vitrinlerde ise, geleneksel çeşitli giysiler, silahlar ve hamam kültürüne ait objeler sergileniyor.

Antalya Alanya Hüseyin Azakoğlu Kent Müzesi

HÜSEYİN AZAKOĞLU KENT MÜZESİ

Şekerhane mahallesindedir. Bu konak, sahipleri tarafından kültürel amaçlı kullanılmak şartıyla Alanya Belediyesine tahsis edilmiştir. Bu hali ile geleneksel Alanya evlerinin en güzel örneğidir. Gerek planlamadaki bütünlük ve gerek süsleme detayları göze çarpıcıdır. Mekansal rahatlık ve mekanlar arasındaki ilişki düzeni, kolay dolaşım imkanı ve yalınlık evin karakteristik özellikleridir. Konağın kent müzesine dönüştürülmesi amaçlanmıştır.

Antalya Alanya Korsanlar Mağarası-Kızlar Yarığı

KORSANLAR MAĞARASI-KIZLAR YARIĞI

Buraya Alanya limanından yapılan tekne gezileriyle ulaşabilirsiniz. Mağaranın tavanının yüksekliği 78 metredir. Eski dönemlerde, bu mağaranın korsanlar tarafından ganimet deposu olarak kullanıldığı, kaçırılan kızların buraya saklandığı bilinmektedir.

Bazı söylentilere göre: bu mağaranın kale ile irtibatlı olduğu, kaçırılan kızların ve elde edilen ganimetlerin bu yolla kaleye ulaştırıldığı, ancak aradan geçen yıllar sonrasında bu yolun çökerek kapandığı söylenmektedir. Evet, gezi tekneleri bu mağaranın içine girebilmektedir.

İncekum Plajı

Antalya-Alanya kara yolunun 26’ncı kilometresinde, Avsallar Beldesinde bulunmaktadır. Deniz ve ormanın iç içe olduğu İncekum mesire alanları, Alanya için özel bir yere sahiptir. Buranın temiz ve sığ denizi, ince kumu ve piknik alanları ilgi çekmektedir.

Antalya Alanya Kleopatra Plajı

Kleopatra Plajı

Tarihi yarımadanın batısında, Damlataş Mağarasının önündeki kıyıdadır. Mavi bayraklıdır. Kumsal sırtını yarımadanın eteklerine dayamıştır. Kayalarla çevrili havuz görünümündeki bu doğal plaj, Mısır Kraliçesi Kleopatra ve Roma İmparatoru Antonius’un burada yüzmüş olması ile ünlüdür.

Plajın yarımadaya doğru uzanan ve iri taşlardan oluşan küçük koyu Kleopatra adıyla anılır. Kleopatra koyunun özelliği suyunun berraklığıdır. Deniz gözlüğü ile yüzüldüğünde balıkları ve deniz dibinin doğal güzelliklerini seyretmek söz konusudur.

Antalya Alanya Şarapsa Han

Şarapsa Han

Antalya-Alanya kara yolunda bir tepe üstündedir. Alanya ilçe merkezinin 15 km batısındadır. Gözetleme kulesine benzeyen bir minaresi vardır. On bölmeli han tipinde olan yapı tamamen taşla yapılmıştır. Hanın solundaki son bölümde, kuzeye açılan bir mescit ve aynı zamanda tabhane vardır.

Kapının üstündeki kitabeye göre, han ve bitişiğindeki mescit, Selçuklu Sultanı I. Alaaddin Keykubat oğlu II. Keyhüsrev zamanında yapılmıştır. Ancak kitabede inşa tarihi yazılmamıştır.

ALANYA YAKINLARINDA GEZİLECEK YERLER

Antalya Alanya Pisarissos-Esentepe

Pisarissos-Esentepe

Alanya ilçe merkezinin kuzey batısında,  Hacılar köyü ile Esen Tepe köyü arasındaki bir tepe üzerindedir. Tepe ve yamaçlarında bulunan şehre ait kalıntılar bir sur ile çevrelenmiştir. Sur, büyük blok taşlarla yapılmış olup, şehir giriş kapısı ve buna ait kuleler batı yönündedir.

Tepedeki düzlüğün üstünde ise, birçok antik dönem yapısı kalıntısı bulunmaktadır. Bu yapılar arasında, evler, agora ve mezar yapıları ve zeytin işlikleri görülebilmektedir. Kalıntılar arasında bulunan bir yazıt nedeniyle, buraya “Pisarissos” adı verilmiştir. Kalıntılar oldukça kötü durumdadır.

Cibra-Kibra Harabeleri

Alanya ilçe merkezinin kuzeybatısında, Okurcalar beldesi sınırları içindedir. Burada denize doğru küçük bir çıkıntı yapan yarımadanın üzerinde ve bunun batı düzlüğünde görülmektedir.

Düzlüğün önündeki geniş bir koy ve Tuz adası, teknelerin bu bölgeye yanaşması için uygun bir ortam sağlamaktadır. Burada: sarnıçlar, mezar yapısı ve taş ocağı kalıntıları görülmektedir.

Leartes

Alanya ilçe merkezinin 24 km uzağındaki ören yeri, Cebeli Reis dağının deniz seviyesinden 850 metre yükseğinde bulunmaktadır. Burada, bulunan bir buluntu, MÖ 7’nci yüzyıla giden Fenike dilinde bir kitabe parçasıdır. Bu parça ve farklı bir döneme ait asker diploması (MS 138) Alanya arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. Şehrin en popüler zamanı, MS 2’nci yüzyılda görülür.

Şehirden günümüze kalanlar: agora, hamam, odeon, Zeus Megistos kutsal sunağı, Apollon tapınağı, büyük sarnıç, Sezar tapınağı, askeri kuleler, yer altı yapısı, imparatorlar caddesi, evleri, nekropol alanıdır. Burada Roma dönemi yapıları ve az da olsa Bizans yerleşimine ait izler görülebilir.

Antalya Alanya Syedra

Syedra 

Alanya-Mersin kara yolu üzerinde, ilçe merkezinin 23 km doğusundadır. Buranın tarihi, MÖ 7’nci yüzyıla kadar gitmektedir. Yani, şehirde MÖ 7’nci yüzyıl ile MS 13’ncü yüzyıl arasında burada yerleşim vardır. Oldukça geniş bir alana yayılan şehrin çevresi surlarla çevrilidir.

Günümüzde burada hala sağlam kalan kalıntılar; içi sıvalı, oldukça büyük bir sarnıç, vaftiz mağarası, zemininde mozaik kalıntıları bulunan görkemli bir hamam, jimnazium, sütunlu cadde ve kenarındaki dükkanlar, tapınak, tiyatro, kiliseler, idari yapılar, akropol ve nekropol alanları ile örnek bir Roma yerleşim yeri görülür.

MS 2’nci yüzyılda Roma imparatorluğuna karşı yapılan isyanlara, Syedra halkı katılmamıştır. Bu nedenle MS 194 yılında Roma imparatoru Septimus Severus tarafından şehir halkına bir teşekkür mektubu yazılmıştır.

Bu mektup, mermer üzerine yazılarak, Syedra sütunlu cadde döneminde halka gösterilmiş, günümüzde ise, Alanya Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.

Alanya gezi planı hakkındaki yazım için.