İskenderiye, Roma dönemi

İskenderiye

Roma ve Constantinopolis’ten sonra İskenderiye, Antakya ve Kartaca; Antikçağda iki başkentten sonra Akdeniz havzasının en büyük kentleriydi.

Eskiçağ kentlerinin nüfus rakamları üzerinde ihtiyatlı bir inceleme: İskenderiye’nin 200.000 ile 400.000, Antakya’nın ise 150.000-300.000 arasında bir nüfusa sahip olabilecekleri düşünülür.

İskenderiye ve Kartaca’nın iki başkente tahıl sevkiyatının yapıldığı limanlar olması tesadüfi değildir.

Bu olgu, sayısız denizci, tüccar, hamal, nakliye işletmecisi, gemi sahibi, bürokrat ve iş adamı için garantisi anlamındaydı.

Onun için her iki kent devasa ticaret ve hizmet merkezleriydi.

Ayrıca bu kentlerden her yıl büyük miktarlarda tahıl geçmesi, her iki kentin ağır kıtlıkla karşılaşmayacağı ve diğer liman kentlerinden çok daha büyük olan kendi kent nüfuslarını besleyebilecekleri anlamına geliyordu.

Ammianus, 370 yılında bir kıtlık anında, Roma’ya gönderilecek tahılın bir kısmını Kartaca halkına satan Afrika Valisi Hymetius örneğini aktarmaktadır.

Geç Roma dönem İskenderiye’si: fevkalade düzensizdir.

Erken Kilise Babalarının bıraktığı zengin yazılı kaynaklar sayesinde, dinsel politikalar hakkında, papirüs belgeler sayesinde ise idari uygulamalar üzerine çok iyi bilgi sahibi olunmasına rağmen, İskenderiye’nin ilk kiliselerinden günümüze hiçbir şey kalmamıştır.

Doğrudan bu kentten gelen hiçbir papirüs belge olmadığı gibi çok az yazıt vardır.

Kent, VII yüzyıldan önce hiç savaş alanı veya askeri bir faaliyetin merkezi olmadı, ya da büyük bir kuşatmaya maruz kalmadı.

Bundan dolayı, o dönemin tarihçilerinin eserlerinde, sadece ara sıra ortaya çıkmaktadır.

İskenderiye’nin sosyal ve ekonomik tarihinin çoğu kara bir delikte kayboldu.

Kıyıya yakın Pharos adası tarafından korunan iki liman, kentin Nil deltasının batı ucundaki yerleşim yeri, Yunan-Roma dünyasının en bereketli ve üretken zirai bölgesi olan Nil vadisiyle, Akdeniz suyolu arasında  doğal bir değişim noktası yaptığı için seçildi.

Büyük bir kanal, İskenderiye’yi ve limanlarını, Nil’in batı ucuyla birleştiriyordu ve güneydeki Mareotis gölünün sığ suları, İskenderiye’yi çölden ayırıyordu.

Kentin büyük Serapis tapınağıyla birleşen yarım km uzunluğundaki hipodromu, Nil kanalının kavisiyle çevriliydi.

Kent, doğudan batıya 5 km uzunluğunda ve 2 km genişliğindeydi ve 15 km lik bir savunma sur sistemiyle çevriliydi.

Doğudan batıya uzanan ana cadde boyunca kazılar, kent planının merkezi adalarından birisini tespit etmiştir.

MS I ve II yüzyıla ait geniş evler, III yüzyılda büyük oranda zarar görmüş ve erken IV yüzyılda terk edilmiştir.

Bunların yerini ayni yüzyılın ortalarına doğru kamu yapıları almıştır.

Bu yapılar arasında küçük bir tiyatro, ders salonu olarak belirlenen iki dinlenme salonu ve bir halk hamamı binası vardı.

VII yüzyıla kadar muhafaza edilen bu yapılar, İskenderiye’nin meşhur olduğu kültürel ve eğitim faaliyetlerinin bir kısmının ortamı olmalıydı.

Antikçağ boyunca İskenderiye’nin okulları ve yeri hiçbir zaman tespit edilemeyen ünlü kütüphanesi, yeniyetme filozofları, halk hatipleri, ilahiyatçıları ve doktorlar için bir mıknatıstı.

Kent, hem pagan hem de Hıristiyan gelenekte kültürel bir dinamoydu.

İskenderiye, I Theodosius döneminde augustalis makamı tesis edilinceye kadar, Mısır praefectusunun ikamet yeriydi.

Bilindiği kadarıyla kenti ziyaret eden tek Geç Antikçağ İmparatoru, Yukarı Mısır’da ve Etiyopya’da Roma idaresini yeniden tesis etmek ve Domitius Domitianus’un yol açtığı iç isyanı bastırmak için sefer düzenleyen Diocletianus idi.

Eskiçağ dünyasının bilinen diğer kalabalık merkezlerine nazaran bu bir güç boşluğu anlamına geliyordu.

Aşağı Mısır’da bulunan Roma garnizonlarının askeri müdahaleleriyle bastırılmak zorunda olan kent içi huzursuzluklar, isyan ve diğer büyük rahatsızlıklar, İskenderiye tarihinin depreşen bir niteliğiydi.

Kilise liderleri, teolojik ve diğer davalarına destek sağlamak için toplumsal ağları harekete geçirebiliyorlardı ve IV ve V yüzyıllarda büyük dinsel çatışmalar vardı.

Ptolemaios hanedanı tarafından inşa ettirilen ve Severuslar döneminde Romalılar tarafından genişletilen Yunan-Mısır tanrısı Serapis’in devasa tapınağı, güneybatı köşesinde kentin inşa edildiği alçak tepelerin birisini işgal ediyordu.

Kuzeye heptastadion diye bilinen yere doğru çıkan yol boyunca, 1 km uzunluğunda dolgu yol, batı limanını doğudan ayırıyordu.

Tapınak alanında tek bir uzun sütun üzerinde, Roma gücünün bir odak noktası olarak görülen Diocletianus’un bir heykeli yükseliyordu.

 

Ammianus Marcellinus, Serapis tapınağını şöyle betimlemiştir.

“Görkemi öyleydi ki sadece kelimelerle anlatmak haksızlık olurdu, fakat büyük sütunlu salonları ve sahici gibi duran heykellerin çokluğu ve diğer sanat eserleri, bu tapınağı, çok eskiden beri Roma’nın ölümsüzlüğünün sembolü olan Capitolium’dan sonra bütün dünyadaki en muhteşem yapısı haline getiriyordu.”

 

Serapis Tapınağının tahrip edilmesi, Eskiçağ paganizminin çökertilmesine ilişkin Hıristiyan anlatıda iz bırakan anlardan birisidir.

İskenderiye Piskoposu Theophilus, 391-92 yılında kentteki bir Dionysos tapınağını kiliseye dönüştürme izni için, İmparator Theodosius’a başarılı bir müracaatta bulundu.

Hıristiyan bir güruh, tapınağın en kutsal alanına saldırdı ve orada buldukları falluslar ve diğer pagan sembolleri eğlence konusu yaptılar.

Paganlar, Hıristiyanların bazılarını öldürerek, yaralanan bazılarını da davarla çevrili Serapis tapınağına kapatarak çok sert tepki verdiler.

Bunu bir kuşatma takip etti.

Dışarıdaki Hıristiyanlar, Roma askerlerinin kumandanı olan dux Aegyti’den ve prafectus Euagrius’dan destek aldılar.

Kuşatma altındaki paganlar, pagan dini simgelerinin tahrip edilmesinin gökyüzünde ikamet eden kadim tanrıların gücüne zarar vermediğini izleyicilerine anlatan Filozof Olympius tarafından cesaretlendiriliyorlardı.

Hıristiyan kayıplarının raporları, İmparator Theodosius’a ulaştırıldığı zaman, İmparator onları şehit ilan etti ve paganları suçlayan fermanının giriş sözleri, Hıristiyan kalabalık tarafından coşkulu tezahüratlarla selamlandı.

Kalabalık, kapıdaki korumalara saldırmak için harekete geçti ve tapınağı zorla ele geçirdi.

I Theodosius’un son yıllardaki dinsel hoşgörüsüzlüğünün zirvesini temsil eden Serapis tapınağının yıkılması, pek çok pagan entellektüelini İskenderiye’den kaçmaya zorladı.

Bir kuşak sonra, İskenderiye Piskoposluğunda Theophilus’un halefi olan yeğeni Cyrillus’un kışkırtmasıyla, aynı vahşi sahneler yankılandı.

Cyrillus, taraftarlarını önce 414’de Yahudilere karşı ve ondan sonra kentteki pagan entellektüellerine karşı harekete geçirdi.

Yahudiler, Şabat günü tiyatro gösterilerine katılarak düşmanlıkları kışkırtmışlardı.

Yahudiler, Cyrillus’un karışıklık çıkarma heveslisi bir destekçisi tarafından şiddete zorlandılar.

Mısır praefectusu Orestes, provokatörü tutuklattı.

Olayın akışı sırasında iddiaya göre, Yahudiler bir kiliseyi yakmak için kumpas kurdular ve Cyrillus karşı hamle olarak, vali Orestes’in gözünü korkutmak ve Yahudi Sinegoglarına Hıristiyan saldırılarını organize etmek için bu fırsatı kullandı.

Çok sayıda Yahudi öldürüldü.

Yahudilerden en azından bir kısmının Cyrillus ile Orestes arasındaki güç mücadelesinin istemsiz kurbanları olduğu anlaşılmaktadır.

Ertesi yıl, 500 kişilik bir keşiş gurubu, prafefectusun at arabasının yolunu kesti ve onu taşa tuttu.

Diğer İskenderiyeliler praefectusu kurtarmak için yardıma koşup olayın faallerinden birisini ele geçirerek sorgu sırasında ölümüne işkence ettiler.

Ertesi yıl Hıristiyan vahşeti en meşhur kurbanlarından birisi olan Filozof Hypatia’yı aldı.

Hypatia, Serapis tapınağı yıkıldığı zaman İskenderiye’yi  terk eden Platoncu Theon’un kızıydı.

Hypatia, vali Orestes’in güvenilir sırdaşlarından birisi olmuştu ve bundan dolayı valinin kendisi de pagan olmakla suçlanıyordu.

Bir kilisede okuyucu olan Petrus adlı birisinin liderlik ettiği Hırıstiyan çete, Hypatia’yı zorla arabadan indirerek, eski imparatorluk tapınağının üzerine inşa edilmiş kentin ana kilisesine sürükledi.

Hypatia’yı orada kırık kiremit yağmuruna tutarak öldürdüler.

Hypatia’nın cesedi parçalandı ve yakıldı.

Kilise tarihçisi Socrate, bu vahşeti eserinde proteste etmekteyse de Cyrillus büyük oranda suçsuz bulundu ve kurtuldu.

İskenderiye’deki bu hadiselerin tarihsel anlatıları, olayların nedenleri hakkındaki pek çok soruyu açık bırakmaktadır.

Fakat olayların sosyal bağlamına ilişkin açık bir anlam sunmakta ve mahalli politikaların acımasızlaşmasını göstermektedir.

Kent piskoposları, proletarya arasındaki eğitimsiz destekçilerinin yardımına başvurabiliyorlar ve bunlar fanatik bir davada aşırı şiddet kullanmakta tereddüt etmiyorlardı.

Eğitimli bir azınlık olan İskenderiye kent konseyinin üyelerinin 416 yılında piskoposun destekçi çetesi parabalaninun vahşetine karşı imparatora müracaat etmeleri anlamlıdır.

II Theodosius sadece, gelecekte parabalaninun sayısının beş veya altı yüz kişiyle sınırlandırılmasını emrederek karşılık verdi.

Mısır İskenderiye

iskender.en başa koy.1
Mısır İskenderiye

İskenderiye için Mısır’ın İstanbul’u diyorlar. Kahire’den 3 saat kuzeyde. Kahire’den İskenderiye’ye: 2 farklı yoldan gidebilirsiniz. Birinci yol: Nil Deltasının verimli topraklarından geçiyor ve pamuk, pirinç ve meyve bahçeleri arasından ilerleyerek devam ediyor. Kerpiç evlerde: elektrik kullanılması dışında, yaşam biçimlerinin nesiller boyunca değişmediğini görebilirsiniz.

İkinci güzergah ise: Kahire’nin batısından, Natrun Vadisi yönünde, çöl boyunca ilerliyor.

iskender.natrun vadisi.kilise.2
Mısır İskenderiye Natrun Vadisi

NATRUN VADİSİ

Kahire’nin 90 km. kuzeybatısındadır. El-Buheyra vilayetinde bulunmaktadır. Natron tuzunun kaynağı olması nedeniyle, Antik Mısır’da önemli bir yeri var. Bölgede: natron tuzu içeren, 8 adet alkali göl bulunmaktadır.

Natron maddesi: mumyalamada ve cam yapımında kullanılmış. MS.4’ncü yüzyılda, Roma zulmünden kaçan Kopt Hıristiyanlar, burada kendilerini ibadete adayan, geniş bir cemaat oluşturmuşlar. Bu nedenle: Hıristiyanlık tarihinde, en önemli yerleşimlerden biridir. Ancak, Mısır’da İslam’ın yayılmasından sonra, bölge önemini kaybetmiştir.

Günümüzde: o dönemden kalma, dört kilise görülebilmektedir. Bu kiliselerin: kendi keşiş odaları ve çevrelerinde sağlam duvarları var. Deyr Ebu Mekar (Aziz Makrios) özellikle, birkaç kopt papa yetiştirmesiyle öne çıkmıştır.

Yakınlardaki: Deyrül Baramus ve Deyr es-Suryani kiliseleri ise: Süryani keşişler tarafından kurulmuş. Deyr Anba Bişoy: 4’ncü yüzyıldan kalma, küçük yuvarlak kubbesi ve 9’ncu yüzyıldan kalma savunma amaçlı burçlarıyla tipik bir yapı.

Yani: her ne kadar Mısırlılar tarafından buranın çok reklamı yapılsa da, burada görebileceğiz pek bir şey yok, yalnızca birkaç manastır, hepsi bu.

iskenderiye.genel.1
Mısır İskenderiye

İSKENDERİYE

Mısır’ın ikinci büyük kentidir. Kirli ve kalabalık bir şehir. İlk bakışta çöl atmosferinden uzak bir kıyı kenti gibi görünüyor. Bu bir yanılgı. Çok yüksek ve bitişik nizam binalarla dolu. Kum fırtınaları yüzünden, binaların rengi kahverengi ve sarıya dönmüş. Başka renge boyansalar da, bir süre sonra sararıyormuş. Şehirde, sanki sürekli bir günbatımı varmış gibi.

Evet: kısa bir bloğa sahip olan kentte yerleşim, kıyı boyunca yayıldıktan sonra, içeriye doğru gelişmiştir. Bu şehirde: çok lezzetli Akdeniz balıklarını yeme şansı bulabilirsiniz. Çağdaş balık restoranları var. Özellikle: öğle yemeği zamanı, saat: 15.00’den sonra, gecenin ilerleyen saatlerine kadar, bu restoranlar insanlarla dolup taşıyor. Özellikle: Abu Shakra isimli restoranda: kaliteli servis sunuluyor.

iskender.bir heykel.1
Mısır İskenderiye Tarihi Geçmişi

TARİHİ GEÇMİŞİ

Şehir: Büyük İskender tarafından, MÖ.322 yılında, Akdeniz sahilinde kurulmuş ve Ptolemaios dönemi boyunca: Mısır’ın başkentliğini yapmıştır. Kentte: görkemli saraylar ve tapınaklar kurulmuş. Bunun yanı sıra: antik dünyanın en ünlü kütüphanesi, yine burada.

Akdeniz’in dört bir yanından gelen gemiler: Dünyanın Yedi Harikasından biri olarak kabul edilen “Pharos Deniz Feneri” nin de bulunduğu limana giriyorlarmış. Mısır tarihinin meşhur isimlerinden Cleopatra da, burada yaşamış.

İSKENDERİYE’DE GEZİLECEK YERLER

iskender.deniz feneri.3
Mısır İskenderiye Pharos Deniz Feneri

PHAROS DENİZ FENERİ

Günümüze herhangi bir kalıntısı kalmamış. Yalnızca: hakkında söylenenler ve resim tasvirleri. Evet, bu fener: MS.279 yılında: İskenderiye Limanı karşısındaki Pharos adası üzerine yapılmıştır.

Romalılar, Mısır’ı ele geçirdikten sonra, burada Ptolemaios olarak anılan bir devlet kurarlar. İnşası MÖ.285-246 yılları arasında süren fener, bu devletin ilk iki kralı Ptolemy-Batlamyus-Soter ve Ptolemy tarafından yaptırılmıştır.

Yüksekliği: kaidesiyle birlikte, 135 metredir. Beyaz mermerden yapılmıştır. Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna, 70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik ediyordu.

iskender.deniz feneri.4
Mısır İskenderiye Pharos Deniz Feneri

Üç bölümden oluşan fenerin mimarı: Knidos’lu Sostratus. Alt bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi. Orta bölüm: yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi. Yaklaşık: 27 metre yüksekliğindeydi. Üst bölüm ise, silindir şeklindeydi ve üzerinde alevin bulunduğu bir bölüm vardı. Muhteşem bir başyapıt. Zaten: Antik Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmiştir.

Ancak, ne yazık ki, bütün bu ihtişam: ilk milenyumun başında meydana gelen bir dizi deprem ile yıkılmış ve yok olmuş. Üst kısmı: 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopmuş ve gövde kısmı da 1302 yılında başka bir depremde yıkılmıştır. 1500 yılında ise, bu yapıya ait kalıntılar tamamen yok olmuş. Çünkü: Memlük Sultanı Kait-bay tarafından, fenerin bulunduğu yere yapılan bir kalede, malzemeleri kullanılmak üzere tamamen yıkılmıştır.

Bugün, yalnızca kartpostallarda yer alıyor.

Antik İskenderiye, günümüzde, liman sularının altında bulunuyor. Yakın zamanda yapılan, sualtı kazıları sonucu, Doğu Limanının yüzeyinin birkaç metre altında, çok sayıda blok taş ve heykel parçası bulunmuş.

Üzerinde inşa edildiği ada nedeniyle: Pharos olarak anılan fenerin bu adı, kelime olarak birçok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada: Pharos, deniz feneri anlamına gelir. Yıkılmadan önce yapılan resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine, yüzlerce yıldan bu yana örnek olmuştur.

Tarihi süreç içinde, zamanla, İskenderiye: depremlere karşı, gelişmesini sürdürür.

Havayolu ulaşımının başladığı 20’nci yüzyıla kadar: Mısır ülkesine giriş, bu limandan sağlanmış. Aynı zamanda, kent, ticaret yolu ile, tüm dünya ile ilişki kurmuş ve Mısır’ın en kozmopolit şehri olmuş. 19’ncu yüzyılın sonu ve 20’nci yüzyılın başlarında: çok sayıda Avrupa ve İngiliz vatandaşı: burada yaşamış. Ünlü yazar Lawrence Durrel: “İskenderiye Dörtlüsü” isimli yapıtında, yabancıların buradaki yaşantılarını anlatmış. 1952 darbesi: bu “Küçük Avrupa” nın sonunu getirmiş.

Kent: koloni binalarının dizildiği, uzun bir körfezin kıyısına kurulmuş.

Körfez: denizden tuttuklarını: “Kurniş” teki restoranlara götüren balıkçıların tekneleriyle dolu. Tarihi kentin iç kısımları, gerçekten de hayallerdeki, İskenderiye’ye hiç benzemiyor.

Toz içinde sokaklar, yıkılacakmış gibi duran apartmanlar, sağdan soldan yayılan iç bayıltıcı kokular ve trafiğin içinde tıngır mıngır giden at arabaları. İskenderiye: caddeleri, mimarisi, sanatı ile geçmişi ve şimdiki zamanı bir arada barındıran bir kent. Akdeniz kıyısında: Büyük İskender’in Kleopatra’yı tanıdığı, Helenistik Medeniyet’in temellerinin atıldığı kent.

Buyurun bu kenti gezmeye başlayalım.

Bir zamanlar, İskenderiye Fenerinin bulunduğu, körfezin batısındaki burunda, günümüzde “Kayıtbay Kalesi” var.

iskender.kayıtbay kalesi.1
Mısır İskenderiye Kayıtbay Kalesi

KAYITBAY KALESİ

Kayıtbay; Memlüklu Sultanı olan Barsbay tarafından köle olarak satın alınmış ve yine Memlük Sultanı olan Çakmak tarafından azad edilmiştir. Bundan sonra, Memlük ileri gelenleri arasında ilerlemiş ve sonradan imar eserlerini inşa ettirmek için kullanacağı büyük serveti edinmiştir.

Siyasi ve askeri uğraşıları yanında, ülkesinin imarı için yaptığı büyük yapılar ile ün salmıştır. Kahire’nin her mahallesinde, İskenderiye, Kudüs, Halep, Şam, Mekke ve Medine mimarisine katkılarda bulunmuştur.

Evet: buradaki kale, Memlük Sultanı Kayıtbay’ın eseridir. Kale: Dünyanın yedi harikasından, bugüne kalıntıları dahi ulaşmamış olan İskenderiye Deniz Fenerinin olduğu yerde: 1404 yılında kurulmuş. Kayıt Eşref Bey Kalesi. Giriş ve çıkışlarında: İngilizce ve Yunanca “Alexandria” yazan tabelalar olan, kentin görülmesi gereken bir yeri.

Kaledeki; “Denizcilik Müzesi” nde: Napolyon Savaşlarından kalma parçalar sergileniyor.

1984 yılında yapılan restorasyondan sonra: bir “Walt Disney Şatosu” na dönüşmüş.

Yukarıdan bakınca: kalenin içi bir fener gibi görünüyor. Duvar resimleri, çiniler var. Yer: mermer. Bazı taşların üzerinde, geçmişten kalma hiyeroglif parçaları görülüyor. Kalenin tepesinden: İskenderiye’nin iki ayrı tarafını görebiliyorsunuz. Ayrıca: kalenin içinde bir cami ve deniz müzesi var.

Evet, kaleden sonra şehrin merkezine doğru ilerlemeye başladıkça, deniz kıyısında yer alan Midan Saad Zaghul meydanına varacaksınız. Burası: tarihte önemli antik yerleşim yeri iken, günümüzde hiçbir eseri kalmamış.

Kraliçe Cleopatra zamanında dikilen heybetli dikilitaşlarda (bunlara Cleopatranın incileri deniliyor) günümüzde: birisi Londra’da ve bir diğeri de Newyork’ta sergileniyormuş. Şimdi bu meydanın çevresi: oteller ve alışveriş merkezleri ve çeşitli kafe restoranlar tarafından kuşatılmış.

Limanın batısında bir saray göreceksiniz. Res el-Tin sarayı.

RES EL-TİN SARAYI

1834 yılında, Mehmet Ali Paşa için inşa edilmiş. Mısır’ın son kralı Faruk; 1952 yılında, İtalya’ya sürgüne gitmek için, buradan yola çıkmış. Bu yüzden, Kral Faruk’un yazlık sarayı olarak da isimlendiriliyor. Burası aslında bir park. Kral Faruk bir zamanlar burada av partileri düzenliyormuş.

Deniz kıyısında yer alan bu yeşil, çiçeklerle süslü park, gerçekten görülmeye değer. Parkın adı: Müntezah parkı. Özellikle: hurma ağaçları ile ünlü. Doğu, batı ve güneyde yüksek duvarlarla çevrili olup, kuzeyi sahile açılıyor. Evet, Saray aynı park içinde. 365 odası varmış.

Kent merkezine uzanan: Kurniş, keyifli bir gezi yolu. Kurniş üzerindeki: Abdul Abbas Camisi görülmeye değer.

iskenderiye.abbas camii.1
Mısır İskenderiye Abdul Abbas Camii

ABDUL ABBAS CAMİSİ

1943 yılında yenilenmiş. Camide: şeyhlerin ve diğer din adamlarının türbeleri bulunuyor. Caminin Mağribi taş işçiliği, kubbeleri ve minareleri göz alıcı. Camiyi ziyaret edebilirsiniz, ama bayanlar, yalnızca arka bölüme girebiliyorlar.

Deniz kenarındaki küçük: Zaglul Meydanı, kentin merkezi. Burası, özellikle bazı saatlerde çok işlektir. Batı yönünde bulunan: Cecil Hotel; bir zamanlar, ünlü ve zengin sömürgecilerin buluşma yeri ve hala eski havasını koruyor.

Otelden sonra: İskenderiye’nin doğusunu, kent merkezine bağlayan tramvay durağını geçin, meydanın karşısından Hürriyet Caddesine kadar: Safiya Zaglul’u takib ederek: Yunan-Roma Müzesine ulaşabilirsiniz.

YUNAN-ROMA MÜZESİ

İskenderiye’nin tam merkezinde. Eski Mısır, klasik dönem ve Hıristiyan kültüründen parçalardan oluşan, dev koleksiyonda, 40 bin kadar parça sergileniyor.

Evet: kent ve liman çevresinde bulunmuş, Antik Mısır eserleri var. Ayrıca: Roma, Yunan ve Prolemaios dönemlerine ait eserler sergileniyor. İulius Caesar’ın mermer heykeli ve İskender büstü; mutlaka görmenizi önereceğim objeler.

Müzenin güneyinde: bir Leh misyonunun kurduğu: Kavmül Dikka var. Burası; küçük bir Roma yerleşimi. Burada: hamamlar ve zemini mozaik döşeli, 2’nci yüzyıldan kalma tiyatro var. Ayrıca: Doğu Limanında bulunmuş heykeller de, burada sergileniyor.

Güneydoğuya doğru yürüyün. Veya kısa bir at arabası yolculuğu düşünebilirsiniz. Bu yolculuk veya yürüyüş sırasında: Kavmüş Şukkafa katakomblarına ulaşabilirsiniz.

MS.2’nci yüzyıldan kalma bu mezarlar: klasik tarz ve Mısır tarzının güzel bir karışımı.

kütüphane
Mısır İskenderiye İskenderiye Kütüphanesi

İSKENDERİYE KÜTÜPHANESİ

Evet, İskenderiye Kütüphanesi hakkında en genel bilgi: kütüphanenin yakılıp yıkıldığı. 1000 yıllık tarih yok edilmiş. Belki de, kütüphane günümüze ulaşsa idi, bugün insanlığın içine girmiş olduğu inişli çıkışlı dönemler yaşanmayacaktı. Yaşama dair bilgiler kayboldu.

Eski İskenderiye Kütüphanesi: I. Prolemaios tarafından kurulmuş. Sahip olduğu 900.000 den fazla ciltle, zamanının en büyük kütüphanesi. Mısır’a giren her kitabın buraya getirilmesi zorunlu idi. Kitabın, burada bir nüshası çıkarılıp sahibine verilir, aslı ise kütüphanede kalırdı.

Bir taraftan da, yurt dışına gönderilen memurlar, başka ülkelerde buldukları kitapları satın alıp, getirirlerdi.

Böylece, o zamana kadar birçok bilime ait dağınık halde ve kaybolmaya mahkum durumda olan eserler, emin bir yerde toplanmış oldu. Bu arada: belki bilenleriniz olabilir, aynı dönemlerde Anadolu topraklarında da önemli bir kütüphane var.

Bergama kütüphanesi. İskenderiye Kütüphanesi ile yarışıyor ve hatta Mısırlılar, Bergama Kütüphanesine yaptıkları papirüs sevkiyatını bir süre sonra kesiyorlar ve bunun üzerine Bergamalılar, tarihte ilk kez kağıdı (parşomen) icat ediyorlar.

Daha sonraki dönemde: Bergama krallığı yenilinde, Cleopatra, Bergama Krallığının kütüphanesinde bulunan 200.000 ciltlik eseri, İskenderiye Kütüphanesine getiriyor. İskenderiye Kütüphanesinin, Helen uygarlığının oluşumunda büyük etkileri olduğu biliniyor.

Evet, İskenderiye Kütüphanesi; nasıl yok oldu? 391 yılında, Bizans’ın Mısır Valisi Theophilos, İskenderiye’de Mısır’ın en eski din mensuplarına ait Osiris Tapınağının yeri olan bir arsayı, kilise inşa edilmesi için Hıristiyanlara verir.

Burada yapılacak kilisenin temel kazısı sırasında, üzerinde eski dine ait yazılar bulunan bir taş çıkar.

Hıristiyanlar, bunu bir alay konusu yaparlar. Bu olay şehirde oldukça kalabalık halde bulunan putperestleri kızdırır ve sonunda İskenderiye’de dini bir ayaklanma çıkar.

İki taraf çarpışır, insanlar kitle halinde kılıçtan geçirilir. İskenderiye Kütüphanesinin bulunduğu bölge yerle-bir edilir.

İmparator I. Theodosius, valiye başka büyük şehirlere göre eski dinin İskenderiye’de hala neden bu kadar canlı olarak devam ettiğini sorunca, buna sebep olarak İskenderiye Kütüphanesindeki eski putperestlik kültürünü devam ettiren kitaplarını ileri sürer.

İmparator, bunun üzerine hepsinin yok edilmesini emreder. İskenderiye Kütüphanesindeki tüm eserler, şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırılır ve böylece insanlık tarihinin bu bilim ve kültür hazinesi yok edilir.

Kütüphanenin Sezar tarafından, İskenderiye’yi kuşattığı sırada yok edildiği görüşü de çeşitli tarihi eserlerde yer almaktadır. Kütüphanenin varlığını 4’ncü yüzyıla kadar sürdürdüğü bilinmektedir. Sezar’ın kuşatmasında yalnızca bir bölümünün zarar görmüş veya yıkılmış olduğu da düşünülmektedir.

Ancak: 21’nci yüzyılın başlarında; eskisine eşdeğer bir kütüphanenin yeniden yapılmasına karar verilmiş.

Muhammed Hüsnü Mübarek’in koruması altında, UNESCO’nun desteğiyle, eski yerine, Zaglul Meydanının doğusunda, kurniş üzerinde, son derece modern İskenderiye Kütüphanesi kurulmuş. Kütüphane, 2000 kişi kapasiteli ve 8 milyon cilt kitap bulunuyor.

Bugün görülen kütüphane; 2002 yılında, törenle açılan kütüphanenin, avangard tasarımı; çevresindeki binalar ile zıtlık içinde. Gri Assuan granitinden yapılan ön cephe: kadim dünyanın kitabe ve harf desenleriyle süslü. Bugünkü kütüphanenin bünyesinde: 4 milyon kitap, kaset, harita, video ve bilgi desteği varmış.

İskenderiye’de, “Muntaza” tatil merkezindeki kadar güzel bir kumsal yok.

Sahil: 8 km. boyunca uzanıyor ve bu bölümde: kum, deniz ve oteller var. 19’ncu yüzyılda inşa edilen Muntaza Sarayı, güzel bir bahçe içindeki şık bir otel ve kumarhane olarak hizmet veriyor.

Kentin, kuzeydoğu yönünde yürüdüğünüzde, karşınıza “Pompeius Sütunu” çıkıyor.

POMPEİUS SÜTUNU

Granit taştan, 27 metre yüksekliğindeki sütun, sanki bir şeyler söylemek istercesine dimdik ayakta, yıllara meydan okuyarak durmuş. Üzerinde, de bir alıntı var. İmparator Diocletianus için “ İmparatorların en adili, İskenderiye’nin ilahı koruyucusu, yenilmez Diocletianus” Mısır Valisi Postumus yazılı.

akdeniz.1
Mısır İskenderiye Akdeniz Kıyısı

AKDENİZ KIYISI

İskenderiye’nin batısı: 1990’lı yıllarda konut patlaması yaşanan kıyı dışında; tamamen çölmüş. Son zamanlara kadar, bakir körfezlerin bulunduğu kıyı, günümüzde, beton tatil siteleriyle dolmuş. Bu durum: sahil yolundan araçla ilerlendiğinde, yaklaşık 2 saat uzaklıktaki El-Alameyn yöresine kadar devam ediyor.

Bu ıssız tren kavşağı: 1942 yılında, II. Dünya Savaşında, Müttefik askeri güçlerinin: Alman Rommel ve İtalyan güçlerini bozguna uğrattıkları savaşların yaşandığı yer. İki ordunun şehitlerinin yattığı mezarlıkta bir anıt bulunuyor. Burada, ayrıca, üniforma, askeri donanım ve savaş planlarıyla ilgili haritalar ve bu zorlu savaş oyununun taktiklerinin sergilendiği küçük bir müze var.

Kızıldeniz ve Süveyş kanalı tanıtım yazısı.

Mısır ülkesi genel hususlar tanıtım yazısı.

Mısır gezi planı

Kahire şehri tanıtım ve gezi yazısı.

 

 

İskenderiye Feneri

İskenderiye Feneri

Fener: Dünyanın 7 harikası arasına en son eklenen yapıdır. Adını: üzerine inşa edildiği, İskenderiye Limanı önünde bulunan adadan almıştır.

Pharos Adası: bir kireçtaşı çıkıntısıdır ve Nil ırmağının taşıdığı kum ve alüvyon tabakasının ortasında, elverişli bir kaide oluşturuyordu.

 

İSKENDERİYE ŞEHRİNİN KURULMASI

MÖ.332 yılında: Büyük İskender, Mısır’ı Perslerin boyunduruğundan kurtararak özgür hale getirmiştir. MÖ. 332 yılında, İskender: Mısır’ın o zamanki eski başkenti Memfis’ten Nil nehrinin batı kıyısı boyunca ilerlemiş ve batı çölündeki Şiva vahasına giderken, Rhakotis’ten geçmiştir. Rhakotis: küçük bir balıkçı köyüydü ve deniz ile karanın iç kısımları arasında, büyük bir göl olan “Mareotis” arasında bulunan, dar kara şeridindeydi.

İskender: perişan balıkçı köyünün bulunduğu yerin potansiyelini derhal fark etti ve orada yeni bir şehrin yani “İskenderiye” şehrinin kurulmasını emretti.
Evet: Mısırlılar, İskender’i firavun ve tanrının oğlu olarak kabul ettiler.

İskender’in kurduğu yeni şehir: Rodoslu mimar Dynokrates tarafından planlanmıştır. Mimar: şehirde, ızgara kent planının en son ilkelerini izlemiştir. Kıyı açıklarındaki “Pharos” adasını oluşturan kireçtaşı çıkıntısı; adanın batı ucundaki resiflerle birleşiyor ve doğal bir liman oluşturuyordu.

 

Strabon

Sinoplu ünlü gezgin “Coğrafya” isimli eserinde, bölge hakkında şunları yazmaktadır:
“ Pharos: anakaraya çok yakın olan uzun bir adadır ve anakarayla birlikte, iki ağızlı bir liman oluşturur. Anakara, açık denize iki dağlık burunla sokulduğu için, anakaranın kıyısı bir körfez meydana getirir.

Kıyıya uzunlamasına paralel uzandığı için, körfezi kapatan ada, bu burunların arasındadır. Adanın ucu, denizin çepeçevre yıkadığı bir kayadır ve bunun üzerinde beyaz mermerden hayran olunacak şekilde yapılmış, adayla aynı adı taşıyan çok katlı bir kule vardır.”

Evet, Strabon: deniz kıyısında liman bulunmadığını ve açık denizden gelenlerin, içeriye güvenli bir şekilde girebilmeleri için, kendilerine kılavuzluk edebilecek bir işarete gereksinim duyduklarını kaydeder.

Doğu ve Batı Limanları: bir zamanlar Pharos adası ile anakara arasının dalgakıran biçimi almasıyla oluşmuş: 2 korunaklı limandır. Rüzgarın yönüne göre: bunlardan biri, gemiler için her zaman uygun konum oluşturuyordu. Şehir: bu limanların gerisinde, doğudan-batıya doğru uzanan dümdüz geniş “Canopus Caddesi” nin iki yanında gelişmiştir. Kentin tümü: ata binmeye ve atlı araba çekmeye elverişli sokaklara bölünmüştür.

Şehrin en büyük özelliği: İskender’in mezarının burada olmasıdır. Perdikkas; cesedi Babil’den getirirken, Ptolemaios: İskender’in cesedini çalar ve İskenderiye şehrine getirerek, burada altın bir lahde yatırır.
İskender, hala burada yatıyor, ama eski lahdinde değil, şimdiki lahdi camdan yapılmıştır.

Gelelim kuleye. Pharos kulesine

Pharos’u kimin yaptırdığı ve bu kulenin hangi tarihte dikildiği meçhuldür. Büyük ihtimalle, kulenin yapımına: Büyük İskender’in çocukluk arkadaşı ve generallerinden olan, İskender’in MÖ.323 yılında ölmesinin ardından, Mısır’ı ele geçiren “I. Ptolemaios Soter” döneminde yapıldığı düşünülmektedir.

Kendisi MÖ.305-282 yılları arasında hüküm sürmüştür. Ayrıca, yine bu kişi, biraz önce sözünü ettiğim gibi: İskender’in: Makedonya’ya götürülmekte olan cesedini çalarak, İskenderiye şehrine getirmiştir. İlgi odağı olan bu cesede sahip olmak: büyük bir ticaret ve bilim merkez için bulunmaz fırsattır.

Ancak: şehrin öneminin artması için, iki limanın bir işaretle belirlenmesi gerektiğine inanılıyordu. Çünkü: Mısır’ın bu bölgedeki kıyı şeridi: düz ve dikkat çekmeyen bir alandı ve gemicilerin demirlemesi için herhangi bir çekiciliği yoktu.

Evet: Pharos kulesinin: MÖ.283/2 yıllarında yapıldığından söz edilse de, muhtemelen MÖ.297 yılında yapımına başlanmıştı. Ancak, çoğunlukla öne sürülen bir teze göre: yapı “Ptolemaios” tarafından yaptırılmamıştır. Fenerin yapımında: İskenderiyeli varlıklı bir saraylı ve aynı zamanda diplomat olan “Sostratos” un ismi geçmektedir.

MÖ.270’ lerde: Delos’ta II Ptolemaios Philadelphos’un elçisi olan bir Sostratos bilinmektedir. Yani, varlıklı bir saraylı yanında, diplomat kimliği ortaya çıkıyordu. Bunlar, büyük ihtimalle aynı kişilerdi.

Strabon: fener anıtı üzerinde, şöyle bir yazıt bulunduğundan söz etmektedir:
“ Hükümdarların dostu, Knidos’lu Sostratos: denizlerde seyredenlerin güvenliği için adadı bunu”

Yine, antik dönem yazarlarından Lukianos, fener anıtı için şunları yazar:
“ Deksiphanes’in oğlu Knidos’lu Sostratos: denizlerde seyredenler adına, bunu “Kurtarıcı Tanrılar” a adadı”. Kurtarıcı tanrılar olarak betimlenenler: denizlerce gemicileri kurtarma görevini üstlenen Dioskur’lardır.

Yaşlı Plinius: fener hakkında şunları söylemektedir.

“ Bu olay dolayısıyla kral Ptolemaios; yücelik göstererek, bu kocaman yapının üzerine adını kazıması için mimar Knidos’lu Sosratos’a izin vermiştir”

Son tez olarak: Pharos kulesi: I. Ptolemaios Soter (MÖ.305-282) döneminde başlanmış ve II. Ptolemaios Philadelphos (MÖ.284-246) döneminde tamamlanmış olabilir. Varlıklı bir saraylı ve diplomat olan Knidos’lu Sostratos adlı kişinin, yapı için para verdiği ve yanının onun tarafından adandığı anlaşılsa da, mimarı hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır.

Evet, gelelim yapının özelliklerine

Yapı: İskenderiye yapıları arasında en eski olanlardandır. Büyük olasılıkla, İskender’in cesedini koymak için hazırlanan “Sema” isimli mozole ile aynı dönemde inşa edilmiştir. Mimari olarak tasarlanıp geliştirilen bu ilk fener: dünya üzerindeki başka fener kuleleri için, doğrudan ya da dolaylı olarak bir model oluşturmuştur. Fener kulesi hakkındaki çok az olan bilgi: tartışmalı yazılı kaynaklara dayanmaktadır, yani bu bilgilerin kesinlikleri kanıtlanmamıştır.

Plinius: yapının 800 talente mal olduğunu söyler. Bu oran, günümüz değerlerine göre: 4 milyon İngiliz Sterlini eder.

Epiphanes: yapının yüksekliğinin 306 kulaç yani 559 metre olduğunu söylemektedir.

Josephus: yapının ışığının denizde 300 stadion yani 35 mil uzaklıktan görüldüğünü yazar. Samsatlı Lukianos ise, bu uzaklık ölçüsünü: 300 mile çıkarır.

Görüş uzaklığı dışında: kaidede yakılan bir ateşten sağlanan ışığın: yapının tepesindeki aynalarla yansıtıldığı konusunda, bütün yazarlar hemfikirdir. Ancak: ateşin böyle aralıksız yanmasının tek sakıncasının; belli bir uzaklıktan bakınca, yıldız gibi görünen alevlerin yıldızlarla karıştırılmasıdır.

Aynı zamanda: ateşi sürekli yanık tutmak için; sınırsız miktarda odun ya da kömür gerekecekti. Mısır ise: kereste kaynakları çok olan bir ülke değildi. Ancak, ışığın ateşi gücünden çok, yansıtma araçlarıyla sağlandığı düşünülmektedir. Yansıtma araçları olarak, büyük olasılıkla antik çağda çokça kullanılan “cilalı tunç” levhalar kullanılmıştır.

Böylece, gündüzleri, güneş ışınları vurunca, çok daha güçlü bir yansıma elde edilebiliyordu. Zaten, antik dönemde, geceleri gemi yolculukları tercih edilmediğinden, gündüzleri İskenderiye Limanını belirleyen bir işaret çok daha gerekliydi. Geceleri, ışık gereksinimi ikinci plandaydı.

Yapının şekline gelince

Yapı: aşağı-yukarı 100 metre yükseklikte, 3 katlı idi. Birinci kat: 60 metre, ikinci kat: 30 metre ve üçüncü kat: 15 metre idi. En üst katta “üç dişli asası ile, Zeus Soter heykeli” bulunuyordu. Giriş: yer düzeyinde olmayıp, bir basamak kümesi üzerinde yani biraz yüksekteydi. Üç katlı ve çoğunlukla basamak girişli bir yapının temel öğeleri: çok sayıda Yunan sikkesi üzerinde karşımıza çıkmaktadır.

Phoros’un görünümüne ilişkin en iyi örnekler: Roma döneminde İskenderiye şehrindeki darphanede basılan ve piyasaya sürülen Yunan sikkelerinde görülür. Bu sikkelerde, Pharos: önce tek başına, sonra tanrıça İsis Pharia ile bağlantılı biçimde, son olarak da önünden geçen bir kadırga ile birlikte görülür.

Pharos: Arap kaynaklarında da dikkat çekmiştir. Pharos’un: MS.956, 1303 ve 1323 yıllarındaki depremlerde büyük hasar gördüğü bu kaynaklarda belirtilmektedir.

Arap gezgin Ebu Haggag Youssef İbni Muhammed el-Balavi: MS.1166 yılında, Pharos hakkında şunları yazar:

“ Pharos: adanın sonunda yükselir. Kare bir yapı olup, her bir kenarı 8.5 metre civarındadır. Doğu ve güney kenarları dışında: Pharos denizle çevrilidir.

Bu kaide: kenarları boyunca, uçtan Pharos duvarlarının dibine kadar 6.5 metre gelir ve deniz yüzeyi üzerinde eşit bir yüksekliğe çıkar. Bununla birlikte, yapım tarzı dolayısıyla deniz kenarında daha geniştir ve bir dağ yamacı gibi diktir. Kaidenin yüksekliği Pharos’un duvarlarına doğru arttıkça, eni, yukarıda sözü edilen ölçümlere ulaşıncaya kadar daralır.

Yapının bu kenarı sağlam yapılmış; gereğince yontulmuş dizilmiş kabaca perdahlı taşlar, yapının başka yerlerindekilerden daha uzundur. Yapının biraz önce tanımladığım bu bölümü yenidir, çünkü bu kenardaki eski işçiliğin yenilenmesi gerekmiştir.

Deniz tarafındaki güney kenarında okuyamadığım eski bir yazıt var. Harfler sert siyah taştan yapıldığı için, uygun bir yazıt değil. Denizle havanın etkisiyle fondaki taşı yıpratmış, harfler ise sertlikleri nedeniyle kabartma halinde kalmış. A harfi 54 cm’nin biraz üzerindedir. M’nin tepesi, bakır bir kazandaki dev bir delik gibi durur. Diğer harfler de genellikle aynı ölçüdedir.

Pharos’un kapısı yüksektir. Oraya hemen hemen 183 metre uzunluğunda bir rampayla çıkılıyor. Bu rampa, kavisli bir kemer dizisinin üstünde yer alır. Arkadaşım kemerlerden birinin altına girip kollarını açtı, ama kemerin kenarına ulaşamadı.

Bu kemerlerden 16 tane var. Kapıya ulaşıncaya dek, sonuncusu özellikle yüksek olmak üzere, hepsi azar azar yükselir. (Bu sikkelerde görülen merdiven olmalıdır.)”

“Kapının 73 metre kadar ötesine kadar sızdık. Sol tarafımızda nereye gittiğini bilmediğimiz kapalı bir kapı bulduk. 110 metre kadar ileride ise açık bir kapı gördük. Buradan girince, kendimizi bir odada bulduk. Bu odadan sonra başka bir oda, sonra yine başka odalar, bir koridor boyunca hepsi birbirine geçen toplam 18 oda vardı.

O zaman Pharos Adasında yerleşim olmadığını anladık. 110 m daha yürüyerek sağ ve solda 14 oda daha saydık. 44 metre ileride, 17 oda bulduk. Nihayet, bir 100 metre kadar daha sonra (Pharos’un) birinci katına ulaştık. Hiç merdiven yoktu ama bu kocaman yapının silindirik çekirdeğinin çevresinde, kademeli olarak dolaşan bir rampa vardı.

Sağımızda kalın olmayan bir duvar, solumuzda da, altındaki odalarını keşfettiğimiz yapı gövdesi bulunuyordu. Tavanını üzerinden sarkan perdahlı taşların biçimlendirdiği 1.6 metre eninde bir koridora girdik. Yanımdakilerden ikisi, burayı geçemedi.

Birinci katın tepesine vardığımız zaman: bir taşla sarkıttığımız iple yerden yüksekliği ölçtük. Korkuluk 1.83 metre olmak üzere, yükseklik 57.73 metreydi.

Bu birinci katın ortasındaki düzlükte, yapı, her bir yüzü 18.30 metre uzunluğunda ve korkuluktan 3.45 metre uzaklıkta bir sekizgen biçimi alarak, yukarıya doğru devam ediyordu. Duvarın kalınlığı 1.5-2 metre arasındaydı. İlk notlarımda yazmış olduğum rakam pek net değil, oysa ayrıntılı ipin uzunluğunu kaydettiğim yerin yakınında mürekkeple yazmıştım, bulaşmamıştı. Bu çok garip… ama 2 metre olduğundan eminim.

Bu kat: kaide hattından daha uzundu. Girince 18 basamak saydığımız bir merdiven bulduk ve üst katın ortasına çıktık. Yine iple ölçtük ve ilk katın üstünde 27.45 metre olduğunu gördük.

Sonuç olarak: Pharos’un yüksekliği: 96.99 metre, kaidesinin denizin kenarına kadar 9.15 metre, deniz düzeyinin altında görülebilen bölümü de yaklaşık 1.83 metredir. “

Evet, sonuç olarak şunlar söylenebilir:

Bu tanımı ve sikkeler üzerinde görülen resimlerine göre: Pharos’da: 57 metre yükseklikteki en alt katın, üst katların ağırlığını taşıyan silindirik bir iç yapısı vardı. İkinci kat: 27.5 metre yüksekliğinde, bir sekizgen içimindeydi.

Üçüncü kat: yüksekliği 7.5 metre civarında ve silindirikti. Sikkeler üzerinde görülen, üçüncü katın üstündeki “Zeus Soter” heykeli, üçüncü katın yüksekliğini, en az 5 metre arttırmış olmalıdır. Buna, kaidenin deniz düzeyi üzerinde durduğu 10 metrelik bölüm de eklenirse, fener kulesinin, deniz düzeyinden 117 metrelik bir yüksekliğe ulaştığı kesinleşir.

1326 yılında: Pharos; neredeyse bir harabe halindedir. Çünkü: özellikle 1303 yılındaki deprem, yapıya büyük hasar vermiştir.

 

GÜNÜMÜZ

Evet, Dünyanın 7 harikasından biri olarak nitelendirilen bu anıt, günümüzde bulunmamaktadır. Anıtın bulunduğu yerde, günümüzde “Kayıtbay Kalesi” bulunmaktadır. Kale: İslami dönemde yapılmıştır. Hatta: kalenin, kulenin kalıntılarıyla inşa edildiği söylenir. Günümüzde: beyaz mermerden bir yontu ile, İskenderiye şehrinde “Pharos” un anısı yaşatılmaktadır.