İstanbul Sarıyer

kalander-genel-1
İstanbul Sarıyer Kalender

 

Kalender

İstanbul Sarıyer; Yeniköy’den kuzeye Sarıyer’e doğru ilerlendiğinde, ilk olarak Kalender denen bölgeye gelinir. Bu köyde, bir zamanlar “Kalenderi dervişleri” nin tekkesi varmış. Sultan I. Ahmet döneminde, Kalender Çavuş isimli bir ileri gelen kişinin yalısı olması nedeniyle, bölgeye Kalender ismi verilmiştir.

Sultan 1’nci Mahmut, 1820’lerde çıkan Rus Savaşı için, Kalender’e “Sancak-ı Şerif” getirip, mekanı bir askeri karargaha dönüştürdü. Öte yandan, bu saygın emanetin burada bulunması, halkın bu yöreyi, saygın bir yer olarak kabullenmesine sebep oldu. Sancağın köşkte bulunduğunu bilen İstanbullular, yapının önünden geçerken, buraya asla arkalarını dönmezlerdi.

Burada ilk olarak Kalender Köşkü: 18 yüzyılda, ünlü Lale Devri Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa yaptırmıştır.

huber-kosku-1
İstanbul Sarıyer Huber Köşkü

Huber Köşkü

Huber Köşkü ile ilgili ayrıntılı bir tanıtım yazım için.

buyukdere-00
İstanbul Sarıyer Büyükdere

 

BÜYÜKDERE

Büyükdere’ye varıldığında oldukça büyük bir vadiyle karşılaşılır. Burası yani Büyükdere çayırlıkları, Haçlı ordularının İstanbul’a saldırmalarından önce mola verdikleri yerdir. Rumlar buraya “Vatikolpos” derler. Bu kelimenin anlamı “Derin Körfez” demektir.

1096 yılındaki ilk haçlı seferinin Latin orduları, bu vadilerde, Büyükdere çayırlarında, yapacakları uzun yolculuk öncesi mola verip dinlenmişlerdir. O sıralarda İstanbul’da Bizans’ın başında İmparator II. Aleksios bulunuyordu.

Bu tarihi Büyükdere çayırları, Bahçeköy su kemerlerinin bulunduğu ağaçlık tepelere kadar uzanır. Eski kasaba, vadinin hemen ortasındaydı. Bizans döneminde, bu vadiden akan “Mega Reuma” yani büyük akarsu, Türkçeleştirilerek günümüzdeki yerleşimin adı olmuştur.

1630’lu yıllarda, Türklerin “Yedi Kardeş” dedikleri 7 adet ulu çınar, çayırı süsleyen anıtsal ağaçlar olarak göz kamaştırırdı. Aslında bu ağaç, tek bir gövdede birleşen yedi kollu dev bir çınardı. 1096 yılında, I. Haçlı seferi orduları, bu dev çınarların yanında beklemişlerdir. 1204 yılında, IV Haçlı seferi adıyla İstanbul’u işgal edip yağmalayan Latinler, kralları Bouillon komutasında yine bu çayırlarda kamp kurmuşlardı. Çınara da bu nedenle “Godefroi de Bouillon” denirdi.

Büyükdere köyünün tek ulaşım aracı, diğer köylerde olduğu gibi sandallarmış. Ve deniz araçlarının Boğaz içindeki seyirleri adeta bir cümbüşü andırıyormuş.

ali-bey-cesmesi-1
İstanbul Sarıyer Ali Bey Çeşmesi

Ali Bey Çeşmesi

Büyükdere iskelesi karşısındadır. Kitabesine göre: 1602 yılı yapımıdır. Mimari üslup: klasik Türk işçiliğidir. Ancak yol düzenlemesi sırasında, 1943 yılında caddenin gerisine alınırken orijinalliğini kaybetmiştir. Çeşmenin günümüzdeki mermerden ayna taşı ve teknesinin, klasik tarz ile hiçbir ilgisi yoktur. Şehrin çeşitli yerlerine dağılmış “Hamidiye çeşmeleri” tarzındadır. Ayna taşının üstündeki bordüründe, beyaz mermer bir plakette “Ali Baba Suyu” ibaresi vardır.

karakol-binasi-1
İstanbul Sarıyer Topçu Karakolu Binası

Topçu Karakolu Binası

Muhtemelen 1897-1911 yılları arasında yapıldığı düşünülmektedir. Günümüzde viran halde bulunan bina, son yıllarda uzun süre okul olarak kullanılmıştır.

sadberk-hanim-muzesi-3
İstanbul Sarıyer Sadberk Hanım Müzesi

 

Sadberk Hanım Müzesi

Vehbi Koç vakfı tarafından 1980 yılında Vehbi Koç’un eşi Sadberk Koç anısına kurulmuştur. Türkiye’nin ilk özel müzesidir.

1950 yılında Koç ailesi tarafından satın alınmış, 1978 yılına kadar yazlık olarak kullanılmış ve 1978-1980 yılları arasında ise müzeye dönüştürülmüştür. Bahçesiyle birlikte 4200 metre karelik bir alanı kaplayan yalı, 400 metre karelik alana oturmaktadır. Giriş katında: hediyelik eşya dükkanı ve bir çay salonu bulunur.

Ana girişin tavanı: eski Roma mimarisinden esinlenilerek yapılan kartonpiyer kasetlerle süslüdür. Ahşap merdivenlerle katlara çıkılır ve duvarlar mermer taklidi kalem işi boyalıdır. Giriş katının üstündeki birinci ve ikinci kat, orta ana salonları ve bunlara açılan odalar sergileme mekanı olarak kullanılmıştır. Çatı katında ise, eser depoları, çalışma odaları ve kitaplık bulunur.

Binanın dışı yüzünde: pencere aralarındaki ahşap süslemeler, binayı diğer yalılardan ayırır. Ayrıca bina yüzeyindeki kabaralar: halk arasında buraya “Vidalı Yalı” ismi verilmesine sebep olmuştur. Çünkü bu yalıda çivi kullanılmamış, söylenenlere göre ahşap vidalar kullanılmıştır.

Müzenin koleksiyonunda: geleneksel kıyafetler, işleme, tuğralı gümüş ve porselen gibi eserler vardır. 1983 yılında Türkiye’nin en büyük kolleksiyonerlerinden olan Hüseyin Kocabaş’ın kendi koleksiyonunu buraya bağışlamasının ardından: bu koleksiyondaki arkeolojik eserlerin sergilenmesi için mevcut binanın yanındaki yarı yıkık yalı da satın alınmış ve ön cephesi aslına uygun olarak restore edilmiş ve buraya “Sevgi Gönül” (Vehbi Koç’un kızının ismidir, 2003 yılında ölmüştür) ismi verilmiştir.

Betonarme olarak inşa edilen yalının ön cephesi ahşap kaplıdır. Yan tarafı ise, ahşap taklidi mermer sıvalıdır. Önden üç ve arkadan zemin dahil dört katlı olan binanın giriş katında: çok amaçlı bir salon ve laboratuvar vardır. Ana ve ara katlarda: kronolojik bir sıra içinde, arkeolojik eserler sergilenmektedir. Sergi salonları gün ışığına kapatılmış ve vitrinler, çağdaş bir aydınlatma ile modern bir müze hüviyeti kazanmıştır.

sadberk-hanim-muzesi-5
İstanbul Sarıyer Sadberk Hanım Müzesi

 

Günümüzde müzede: 18 bin civarında eser sergilenmektedir. Bunlar arasında: MÖ 6 bin yıllarından Bizans dönemine kadar olan süreye ait: Anadolu’da yaşayan uygarlıkların maddi kültür kalıntıları, Osmanlı ağırlıklı İslam eserleri, Osmanlı dönemi dokumaları, kıyafetleri ve işlemeleri sergilenmektedir.

En üst katta: MS. 3-4 yüzyıllara ait mozaik pano ve MÖ. 2000 ait kandillerin sergilendiği sekizgen vitrin ve paraların ışık oyunları kullanılarak sergilenişi, görülmeye değerdir. Ayrıca Rahmi Koç’un sünnet yatağı sergileniyor. Çanakkale seramiklerinin güzel örneklerinin sergilendiği yer de görülmelidir.

Azaryan Yalısı Sanat Tarihi Bölümü: Burada sikkeler, İslam sanatı ve Osmanlı dönemi kadın kıyafetleri, gelenek ve görenekleri sergilenir.

Sevgi Gönül Binası Arkeoloji Bölümü: Burada Anadolu uygarlıkları, İon ve Helen uygarlıkları, Roma uygarlığı, Bizans sanatı, kandiller, süs eşyaları, heykeltıraşlık eserleri ve mezar stelleri, cam eserler, boncuklar ve sikkeler sergileniyor.

sariyer-2
İstanbul Sarıyer

 

SARIYER

Sadberk Hanım Müzesinin ardından: elçilik binaları, yanan Kocataş Yalısı, bahçesinden çıkan Kocataş suyu, Sarıyer Öğretmenevi, ardından kasır, karakol ve Sarıyer Subay Orduevi ve Sarıyer iskelesi ile Sarıyer meydanına varılır.

Meydandan içerideki camiye doğru yürüdüğünüzde, Sarıyer’in en meşhur börekçilerini görebilirsiniz. Sarıyer’in en meşhur börekçisi “Karaköy Börekçisi” ismini taşır. Çünkü daha önce Karaköy’de meşhur olan bu börekçi, daha sonra Sarıyer’e yani buraya taşınmıştır. Sarıyer’in en meşhur lezzetlerinden olan kıyma, kuş üzümü ve fıstık ile yapılan Sarıyer böreğini denemelisiniz.

Sarıyer semtinin ismi: Maden Mahallesini oluşturan bölümdeki bakır madeni nedeniyle, toprakların sarı renginden dolayı almıştır. Ayrıca bölgede doğal yayılım gösteren “katır tırnağı” denen bir bitki türü, çiçeklendiği zaman tüm bölge belirgin şekilde sarı renge bürünmektedir.

Sarıyer semtinin ismine ait diğer bir söylenti: “Sarıyer ismi: fetih döneminde yaşamış ve halen mezarı İlk mektep denen okulun yakınlarındaki “Sarı Baba” veya “Sarı Er” isimli bir erenden gelmektedir ki bu kişi asker de olabilir. Ayrıca yine Helenistik dönemde, buradan geçen Büyük İskender: altın madenlerinin bulunması ve toprağın sarı sarı parıldaması nedeniyle buraya Sarıyer isminin verildiği de söylenir.

İstanbul’un fethinden sonra: Anadolu ve Adalardan getirilen göçmenler, buraya yerleştirilmiştir. 20 yüzyılın son bölümlerine ve hatta 1960’lı yıllara kadar, Sarıyer’in boğaz kıyısındaki yerleşim yerleri, daha çok yaz aylarında kalabalıklaşan sayfiye yeri niteliğindeydi.

Özellikle yeni yolların yapılması, sahil yolunun genişletilmesinin ardından, mevcut semtler gelişti ve semtler arasındaki boş alanlar, yerleşime açıldı. Kıyı kesiminde: daha çok üst gelir guruplarına ait konutlar ve köşkler bulunurken, sırt biçiminde uzanan yüksek alanların yamaçlarında ise gecekondu tipi yerleşimler görülür.

Sarıyer’in güneyinde: Büyükdere ve Yeni Mahalle arasında: Mesarburnu denen yer vardır. Semtteki yerleşim: Mesarburnu’nun üstündeki tepelerin yamaçlarından başlayarak, eski Sarıyer deresinin vadisi boyunca ve Yenimahalle’ye doğru uzanır.

kara-kethuda-camisi-1
İstanbul Sarıyer Büyükdere Camisi-Kara Kethüda Camii

Büyükdere Camisi-Kara Kethüda Camii

Aynı zamanda, ismi Kethüda Mehmet Ağa camisidir. 18 yüzyılda, Sultan III. Mustafa döneminde, saray kethüdası Mehmet Ağa tarafından 1785 yılında yaptırılmıştır. Caminin göz alıcı bölümü: gövdesinde zikzaklı motifleri bulunan taş minaresidir. Kagir olan cami, birçok onarımdan sonra özgün yapısını kaybetmiştir.

Çünkü günümüze gelene kadar pek çok değişikliğe uğramıştır. Kitabesinde “17 yüzyıl III. Mustafa dönemi” yazılıdır. Ancak Sultan III. Mustafa, 17 değil 18 yüzyıl sultanıdır ve 1717-1774 yılları arasında yaşamıştır. Büyük olasılıkla, Mustafa’lar yanlış belirtilmiş, II yerine III. Mustafa yazılmıştır.

Soyner Yalısı

İskelenin tam karşısında, sarı renkli, dört katlı yapı 1890 yılı yapımıdır. Son derece dikkat çekicidir.

rus-sefareti-1
İstanbul Sarıyer Rus Sefareti

 

Rus Sefareti

Sarıyer’de Meserburnu caddesindedir.

Rus sefaretinin çok geniş bir koruya sahip olan eski yüzlü binaları ilgi çeker. Sefaretin yazlık konutları: 1840 yılı yapımıdır. Geniş bir bahçe içindeki Rus Elçiliği yazlığının mimarı bilinmemektedir. 19 yüzyıl başlarına ait, Sultan II. Mahmut dönemi Bostancıbaşı Defterlerinde bu yalıdan “Kurbinde Rusya elçisinin kebir yalısı” diye söz edilmektedir.

Yalının iki yanında da Rus elçilik mensuplarına ait yapılar bulunmaktadır. İstanbul’da kaldığı 1784-1802 yılları arasında, birçok kere Boğaziçi’ni betimleyen Melling gravürlerinde, Rus elçiliği yazlık sarayı açıkça görülmektedir.

Bu gravürde: saray denize dik konumda, iki yan kanat ve bunları birleştiren bir orta bölümden oluşmaktadır. Bugünkü sarayın orta bölümü, gravürdeki halinden farklıdır ki, bu da orta bölümün sonradan yapıldığına işaret eder.

Ön yüzünde, ilginç aslan maskları vardır. Söylenenlere göre: Rus sefiri İgnatiev’in hayaleti, bu konakta dolaşırmış. O yüzden buraları pek bakımsız kalmıştır. Ama Boğaziçi’ndeki emsalsiz yeşil doku içinde, bu elçilik günümüze kadar ulaşmıştır. Günümüze kadar ulaşmış, en erken tarihli elçilik binalarından birisidir.

sariyer-orduevi-3
İstanbul Sarıyer Karakolhane Binası-Sarıyer Orduevi

 

Karakolhane Binası-Sarıyer Orduevi

Meserburnu caddesi üzerinde, vapur iskelesinin hemen yanındaki bu yapı: 20 yüzyıldan kalmadır. Sekiz satırlık kitabesi ve tuğrası: yapının 1911 yılında, Sultan Mehmet V. Reşat ve Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa zamanında yapıldığını göstermektedir.

Yapı 2 katlıdır. 80 cm kalınlığındaki taş duvarları, iki küçük kulesi, kuleleri arasındaki terası ve üst mazgalları ile yapının asayişini korumak için inşa edildiği açıkça görülmektedir. Yapı: dıştan dışa 17 x 17 metre ebatlarındadır. Giriş ve yan pergolası ile ön saçağı, gazino yapıldığı dönemde yapıya sonradan eklenmiştir.

koc-universitesi-2
İstanbul Sarıyer Koç Üniversitesi

 

Koç Üniversitesi

Koç Üniversitesi, 2000 yılında İstinye’de bulunan geçici kampüsünden, Rumeli Fenerindeki daimi kampüsüne taşınmıştır. Koç üniversitesi öğrencileri, balık yemek veya hava almak istediklerinde yakınlardaki Rumeli Kavağını tercih ederler.

rumeli-kavagi-1
İstanbul Sarıyer Rumeli Kavağı

 

RUMELİ KAVAĞI

Boğaziçi’nin en kuzey ucunda, Anadolu Kavağının karşısındadır. Sarıyer’den buraya ulaşmak için araba ile yaklaşık 10 dakikalık bir yolculuk gerekir.

Burası, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, Boğaz’ın Karadeniz girişinde, önemli bir stratejik yer olarak değerlendirilmiş ve kalelerle tahkim edilmiştir. Daha fazla geriye, antik döneme gidilirse, yine burasıyla ilgili anlatılan bir söylenti vardır. Buna göre: “Antik Yunan mitolojisine göre, Argo gemisi lideri Jason ve Arganotlar, Karadeniz girişinde, dalgalı, fırtınalı ve akıntılı hırçın Karadeniz’in nasıl aşılacağını, buradaki bir balıkçı köyünde yaşayan yaşlı bir adama sormuşlar ve sonra yollarına devam etmişlerdir”

Yörenin Bizans dönemindeki ismi “Hieron Romelias” tır. Bu isim: kalenin bulunduğu yerdeki mabetten gelir. Bir söylentiye göre: yörenin isminin çarşı içinde bulunan ve anıt hüviyetindeki çınar ağaçlarından gelmektedir. Çünkü çınar ağacı, burada kavak ağacı olarak isimlendirilir.

Bu ağaçlardan biri: köy içinde, kalenin giriş kapısı yanındadır ve yaşının 750-800 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Diğer iki anıt ağaç ise, yeni yapılan Ulu caminin önündedir ve bunların da yaşlarının 500-550 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Yörenin ilk yerli halkı, Rumlardan oluşmuştur. Ancak Osmanlı döneminde Rum nüfus azalır. Çünkü Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) sırasında başlayan büyük göçte, Rumeli Kavağına birçok göçmen yerleştirilmiş ve burası büyük bir köy halini almıştır.

Günümüzde bölgenin büyük kısmı askeri bölge olarak kullanılmaktadır. Hatta 1960 yılına kadar, buraya yabancıların girmesine izin verilmemiştir. Askeri bölgeler dışındaki yerlerde ise, Altınkum ve Elmaskum isimli iki plaj bulunmaktadır.

Bu plajlar, İstanbul yakınlarında denizin temiz olduğu nadir yerler olarak önem kazanır. Bu yüzden yaz aylarında özellikle hafta sonlarında çok kalabalıktır. Ayrıca yine sahil boyunca ucuz balık (özellikle dil balığı) ve midye yenen lokantalar vardır. Buranın inciri de ünlüdür. Rumeli Kavağının girişinde, midye çarşısından midye satın alabilirsiniz.

telli-baba-turbesi-2
İstanbul Sarıyer Telli Baba Türbesi

 

Telli Baba Türbesi

Rumelikavağı girişindedir.

Buradaki mezar: yıllar önce Hacı Nimet Abla tarafından onarılarak türbe haline getirilmiştir. Hacı Nimet Abla: ünlü piyango bileti satıcısı olarak hatırlanır.

Aslında bu mezarda: bir Türk balıkçısı delikanlıya aşık olan Rum rahibe kıza ait olduğu söylenir. Rahibe kız: Rumelikavağı’nda bulunan manastırdan kaçarken, bindiği kayığın batması sonucu boğularak ölmüş, cesedi burada kıyıya vurmuş ve hemen üst taraftaki bu mezara gömülmüştür. Ardından mezarın üstüne de gelin teli konulmuştur.

Fakat, zamanla söylentiler değişmiş ve “Telli Gelin”: “Telli Baba” olmuştur. Yine bir başka söylentiye göre: Telli Tabya denen yerde balıkçılık yapan bir ermiş, ölünce buraya gömülmüş ve türbesi “Telli Baba” ismiyle ün kazanmıştır. Yine bir söylenti: Fatih zamanında ordu imamı olan ve savaş sırasında ölen İmam Abdullah Efendi: buraya gömülmüş, yıllar sonra hasta bir genç kız onun mezar yerini rüyasında görmüş ve bunun üzerine mezar yeri bulunmuştur.

Kız, o günden sonra iyileşmiştir. Yine bir söylentiye göre: burada yatan kişi, Osmanlı imparatorluğunun 18 yüzyılda yaşamış bir bomba imha uzmanıdır. Uzun yıllar bomba imha locasının piri olarak görev yapmıştır. Kendi düğününe yetişebilmek için, acele ettiği Rumeli Kavağındaki son görevinde yanlış teli kesince ölmüş ve gidemediği düğününün ziyaretçilerine kısmet olmasını dilemiştir.

Günümüzde: burası özellikle yeni evlenen çiftlerin uğrak yeridir. Uğur getirmesi amacıyla, düğün günü Telli Babayı ziyaret ederler ve gelinler: çiçeklerine takılı tellerinden birazını türbeye bırakırlar. Ayrıca, evlenmek zere olan genç kızlar da bu türbeyi ziyaret ederler, dileklerini diler ve orada bırakılan tellerden bir parça alıp saklarlar.

Ne kadar kısa tel kesip alırlarsa dileklerinin o kadar tez olacağı söylenir. Eğer dilekleri kabul edilirse, tekrar türbeye gelerek gelin teli bırakırlar. Yine inanışa göre, Telli Babayı ziyaret eden çiftlerin çocukları sağlıklı olmaktadır.

rumeli-feneri-4
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri

 

RUMELİ FENERİ

Anadolu ve Rumeli fenerlerini birleştiren çizgi: İstanbul limanının kuzey sınırını oluşturur.

Garipçe köyüne 5 dakika uzaklıktadır. Sarıyer ise 12 km uzaklıktadır. Özel aracınızla giderseniz, rampayı tırmanıp sağa ayrılan Garipçe Köyü-Rumeli Feneri istikametine devam etmeniz gerekir. Yol üzerinde, seyir tepesi benzeri bir burunla karşılaştığınızda, buradan ağaçları seyrederek aynı zamanda boğaza tepeden bakma fırsatı bulursunuz. Muhteşem panorama mutlaka ilginizi çekecektir.

Adından da anlaşılacağı üzere, burada bir fener vardır. Fenerin bulunduğu köyün adı: antik çağlarda “Panium” ve “Panyum Burnu” olarak bilinmektedir. Bizans döneminde ise “Fanaraki” ve “Fanariyan Burnu” yani “Avrupa Feneri” veya “Küçük Fener” olarak isimlendirilmiştir.

Fenerin ilginç bir öyküsü vardır. Köye ismini veren fener: Sarı Saltuk Hazretlerine ait olduğuna inanılan türbelerden birisi üstündedir. Gemiler, fener yapılmadan önce, türbeye dikilen mumların, içinde yakılan fenerlerin ışığından yararlanarak yollarını bulurmuş.

Balıkçılar denize açılmadan önce türbeyi ziyaret ederlermiş. Cami cemaati, sabah namazından sonra türbeye topluca giderek dua ederlermiş. Köydekiler: 1856 yılında Fransızlar tarafından yapılan fenerin inşası sırasında, kulenin birkaç kez yıkıldığını anlatırlar.

Burada bir yatır olduğu düşünülünce, Fransızlar önce türbe onarılmış ve fener inşaatının temelleri içine alınarak, 30 metre yükseklikteki fener kulesi inşa edilmiştir.  Eskiden: Moskova’dan İznik’e kadar birçok yerde adına türbe bulunan Sarı Saltuk’un kabrinin başındaki kandilin yağı tükendiğinde, fenerin de karanlıklara gömüldüğüne inanılırmış.

Köyde: mavi kayalar, ağlayan kayalar, koca taş ve kör taş adını alan dev kayalıklar hakkında da bir öykü anlatılır.

Buna göre: Altın postu arayan, Antik dönem Yunanlı Argonotlar: kıyıdan 100 metre kadar açıkta bulunan ve çarpışan kayalar diye bilinen “Simplegat” kayaları: aralarından geçen gemileri birbirlerine çarparak yutarlarmış.

Arganotlar, bu kayalardan geçmek için yanlarında getirdikleri şarap renkli güvercin kuşlarını, kayalara yaklaşınca serbest bırakırlar ve Tanrıça Athena’nın yönlendirdiği kuşların hareketinde çarpışan kayalar, bir daha açılarak birbirlerine vurmak üzere iken, bu kısa andan yararlanan Arganotlar gemilerini kayaların arasından geçirirler. Bu sırada ozan Orefus’un çaldığı lirden de etkilenirler.

Bu fikri onlara: Garipçe de oturan ve lanetlenmiş kral Phineas, Harpilere karşı kendisini savundukları için vermiştir.

Evet, bu kayalar, birbirlerinden ayrılmış, beş büyük kayadan oluşmaktadır. Bunlara Osmanlı döneminde “kanlı kayalar” ve sonrasında ise “kocataş, körtaş, mavi kayalar ve kızılkaya” isimleri verilmiştir.

Günümüzde bu kayalara “Öreke” ve “Roke” ismi veriliyor.

Bizans döneminde, kayaların en büyük ve yüksek olanının üstünde, gemilere yol göstermesi için dikilmiş bir sütun bulunuyormuş. Hatta kayaların en büyüğünün üstünde, bir de “Apollo Tapınağı” bulunduğu söyleniyor.

Bu kayalara o dönemde “Symplegades” deniyormuş ve hareket ettikleri, birbirlerine yakınlaştıklarına inanılıyormuş. Büyük olasılıkla bu inanış: gel-git sonucu oluşan göz yanılmasıdır.

Evet, günümüzde görülen fener Kırım savaşı sırasında, Fransız ve İngiliz gemilerinin boğazın ve Karadeniz’in girişini görebilmeleri için 15 Mayıs 1856 tarihinde: hemen karşı kıyıdaki fenerle birlikte Fransızlar tarafından yapılmıştır. Ancak, daha önce de burada bir fener olduğu bilinmektedir.

Osmanlı deniz haritalarının en eskilerinden biri olan 1567 tarihli Ali Macar Reis haritasında bu fenerin yeri işaretlidir. Rumeli fenerinin 1583 yılında onarıldığı eski kayıtlarda yazılıdır. 1616 yılında İstanbul’a gelen gezgin Wegner: fener hakkında söz ederken, fenerin yüksek haşmetli bir kule ve üstünde ve çepeçevre duvarlarında yüksek pencereleri büyük camlarla korunmuş, ortada büyük bir demir levha durduğundan söz eter. İçine fitiller ve levhanın içine de yağ konur ve geceleri tutuşturulurmuş, gemiciler bunu çok uzaktan görürmüş.”

Böylece bölgenin simgesi olmuştur. Fransızlara verilen 100 yıllık işletme hakkı, 1933 yılında iptal edilmiş ve tamamen Türklere geçmiştir.

Rumeli feneri: Boğazın karşı kıyısındaki Anadolu fenerinden 2 deniz mili uzaklıktadır. Deniz seviyesinden 58 metre rakımdaki fenerin, kule boyu 30 metredir. Işığı 18 deniz mili uzaklıktan görülebilmektedir.

Fener kulesi: üç kademelidir. Lambası, ilk yapıldığında, asetilen ile çalışıyordu. Günümüzde ise genelde elektrik enerjisi ve gerektiğinde bütan gazı kullanılmaktadır. Fenerin bulunduğu tepenin altında ise balıkçı barınağı vardır.

Rumeli fenerine geldiğinizde: burada sürekli ağlarını onaran balıkçılar göreceksiniz. Günümüzde, burada konaklama tesisi bulunmuyor. Özellikle: butik tarzı otel ve pansiyonlara büyük ihtiyaç duyulan köyde, en yakın konaklama tesisi Marmaracık koyundadır.

rumeli-fener-kalesi-0
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri Kalesi
rumeli-fener-kalesi-1
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri Kalesi

 

Rumeli Feneri Kalesi

Kale: Rumeli feneri köyünün üst kısmında, Garipçe-Fener yolunun alt tarafındadır. Kaleyi gezmek isterseniz, ki, buraya kadar gitmişken gezmenizi öneririm, özellikle Karadeniz’in soğuk rüzgarlarına karşı tedbirli olmanızı ve iyi giyinmenizi öneririm.

Kale; gümrük noktalarını kontrol altında tutmak için, 12 yüzyılda, Bizans imparatoru I. Manuel Kommenos tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Kalenin benzeri, 100 yıl kadar sonra, karşı kıyıda, Anadolu Kavağında yaptırılmıştır. Karşılıklı iki kalenin amacı: karşıdan karşıya zincir çekerek ticaret gemilerinin geçişini engellemek ve gümrük parası almaktır.

Kaleye: Polikhion kalesi, Asomaton kalesi ve İmros kalesi isimleri verilmektedir. Kale: 14 yüzyılda Cenevizliler ve daha sonra Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Osmanlı döneminde, kaleye “Ceneviz kalesi” ve “Eski kale” isimleri verilmiştir.

Bu kalenin hemen yanında, deniz kıyısında bulunan ve günümüzde de kullanılan kale ise: 1624 yılında Sultan IV. Murat tarafından yaptırılmış; 1783 yılında ise yine aynı yerde, Sultan I. Abdülhamit döneminde ise Fransız mimar Tuson’a iki yeni kule yaptırılmıştır.

1807-1808 yılları arasında, Sultan IV. Mustafa tarafından kale tamir ettirilmiş ve kale “Kavak Hisarı” ismiyle anılmıştır. Tarihi süreç içinde, buranın en önemli dönemi: Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesine sebep olan Kabakçı Mustafa isyanının bu kaleden yani Kavak Hisarından başlamış olmasıdır.

Kabakçı Mustafa: Rumeli kavağında muhafız olarak görev yaparken, çevresine topladığı bir kısım yeniçeriyle birlikte, isyan bayrağı açar ve kaleden çıkarak “Çayırbaşı” denen büyük çayırlıkta ordugah kurar. Ardından burada toplanan yeniçerilerle birlikte, saraya yürür ve yaptıkları büyük baskılar sonucu yenilikçi Sultan III. Selim tahttan indirilir ve yerine Sultan IV Mustafa geçirilir.

Bu olayın ardından, Kabakçı Mustafa: “Turnacıbaşı” rütbesiyle Boğaz Nazırlığına atanır. Alemdar Mustafa Paşa: olayı öğrenince ordusuyla gelir ve Sultan III. Selim’i yeniden tahta çıkarmak ister, ancak Saraya girdiğinde Sultanın cesediyle karşılaşır. Bunun üzerine, ordusunun bir kısmını Rumeli feneri köyündeki köşkünde istirahat etmekte olan Kabakçı Mustafa’ya karşı gönderir ve Kabakçı Mustafa Rumeli Kavağı Boğaz Nazırlığı konağında idam edilerek öldürülür.

Yığma taşla inşa edilen kale, 55 x 70 metre boyutlarındadır. Kemer ve kubbesinde tuğla kullanılmıştır. Doğu ve batı duvarlarında, sekizgen planlı iki kule bulunur. Avlunun güneyinde bir sarnıç ve yine bazı temel kalıntıları vardır. Kaleye: kemerli bir kapıdan girilir.

Ancak bu kemer bir hayli hasar görmüştür. Zaten kaleyi çevreleyen sur duvarlarında da, aynı hasar görülmektedir. Yerlerinden düşen tuğlalar, kapı kemerinde ve sur duvarlarında boşluklar oluşmasına sebep olmuştur. İki kule olduğundan söz etmiştim. Batıdaki kule, özgün formunu korurken, doğudaki kulede büyük tahribatlar görülmekte, kuleye çıkan merdiven basamakları yok olmuştur. Hatta, kulede yabani bitki oluşumu fazla seviyededir.

Doğu kulesinin merdivenleri kısmen sağlam olsa da basamak kayıpları vardır ve orijinal formunu kaybetmiştir. Sonuç olarak, kalenin acilen restorasyonuna ihtiyaç vardır. Günümüzde “Kavak Hisarı” denilen kale: halen çok amaçlı olarak kullanılmaktadır. Kalenin bir yanına: sonradan askeri kullanım için betonarme bir bina yaptırılmıştır. Kalenin meydanında bulunduğu söylenen cami günümüzde yoktur.

En son aldığım bir habere göre: bu kale Bakanlık tarafından restorasyonu da yapılmak şartıyla 20 yıllığına özel sektöre kiralanacakmış.

garipce-koyu-3
İstanbul Sarıyer Garipçe Köyü
garipce-koyu-7
İstanbul Sarıyer Garipçe Köyü

 

GARİPÇE KÖYÜ

Sarıyer merkezinden 10 km uzaklıktadır. Bu küçük köy: Rumeli Kavağı ve Rumeli Feneri arasındadır. Köyün meydanında: bir cami ve semt pazarı bulunur. Bu semt pazarında, ev yapımı ürünler satılıyor. Köyün tek geçim kaynağı balıkçılıktır. Burayı ziyaret ettiğinizde, açık büfe köy kahvaltısı ve balık yemelisiniz.

Zaten köyün sahilinde: küçük bir meydan, balıkçı tekneleri ve iki restoran bulunuyor. Köyün girişinde de bir restoran vardır. Bu restoranlarda özellikle Karadeniz kültürü yemekler, başta mısır ekmeği ünlüdür.

garipce-kalesi-1
İstanbul Sarıyer Garipçe Kalesi

Garipçe Kalesi

Kalenin Cenevizlilerden kaldığı söyleniyor. Köy meydanının solunda, yaklaşık 5 dakika uzaklıktadır. Kalenin 550 yıllık olduğu söyleniyor. Mahzenlere giden basamaklar, tuğla duvarlar, tabya ve çöplüğe dönmüş, bakımsız bir tarihi eserler karşılaşılıyor. Başkaca bilgi yok. Zaten günümüzde çöplüğe dönmüş durumdadır. Sadece, tepeden boğaz manzarasını seyretmek için bu kaleyi ziyaret edebilirsiniz.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Yeşilköy

yesilkoy-1
İstanbul Yeşilköy

Burada bulunan eski bir Rum köyü “Ayastefanos” 1925 yılında yer isimlerinin Türkçeleştirilmesi sırasında “Yeşilköy” olarak değiştirilmiştir. Ancak, buraya Yeşilköy isminin verilmesinde, o dönemde burada yaşayan ve yörenin yeşilliğine hayran olan Halid Ziya Uşaklıgil’in de önerisi etkili olmuştur.

İlk Hıristiyan şehidi Aziz Stefan’ın kemiklerini Roma’ya taşıyan gemi, fırtına nedeniyle burada durmak zorunda kalınca, burada Aziz Stefan adına bir kilise kurulmuş ve buradaki küçük balıkçı köyünün de adı belirlenmiş olur. Bu sözü edilen kilise, günümüzde yoktur.

Haçlıların Latin ordusu, 1204 yılında, İstanbul şehrine saldırmak üzere, burada karaya çıkmışlar ve ardından şehri işgal etmişlerdir.

19 yüzyılda, tüm köy, padişah Sultan II. Mahmut’un hediyesi olarak “Dadyanlar” isimli bir Ermeni aileye verilmiştir. Çünkü Hovhannes ve Bogos Dadyan Beyler: Barukçubaşı ünvanı ile Osmanlı Baruthanesinin başına getirilirler ve bunlar uzun süre, Garabet Balyan tarafından yaptırılan Yeşilköy’deki konaklarında yaşarlar. Dadyan ailesinin sonraki fertleri, geçen yıllar içinde buradaki mülkleri tek tek satmıştır.

Kırım Savaşı sırasında, burada kalan Fransız askerleri, şehirdeki üç deniz fenerinden birini, burada yapmışlardır.

1876 yılında, Osmanlı imparatorluğuna karşı bağımsızlığını ilan eden Bulgarlara yardım için bölgeye gelen Rus ordusu: buraya kadar ilerlemiş ve bunun üzerine Sultan II. Abdülhamit, barış istemek zorunda kalmıştır. Osmanlı için çok ağır şartlar içeren barış antlaşması “Simonoğlu” ailesine ait muhteşem bir ahşap konakta, burada imzalanmıştır.

“Ayastefanos” isimli bu antlaşmayla, yeni Bulgaristan’ın sınırları, Tuna nehrinden Ege denizine kadar çizilmiştir. Sultan II. Abdülhamit’in Selanik şehrine sürgün gönderilme kararı, İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından 1909 yılında, yine burada alınmıştır.

ayestefanos-aniti-1
İstanbul Yeşilköy

93 harbi olarak bilinen 1877-1878 yılları arasındaki Osmanlı-Rus savaşında, Rus ordusu batıda Yeşilköy’e kadar ilerlemiştir. 1895 yılında, Ruslar ölen askerlerinin anısına, burada Rus mimarisinin tüm özelliklerini yansıtan ve Rus kilisesinin motifleriyle süslü bir anıt yapmışlardır. Yapılma aşamasında, Osmanlılar ve Ruslar arasında büyük çekişmelere sebep olan anıt, Osmanlılar tarafından bir yenilgi simgesi olarak görüldüğü için, 14 Kasım 1914 tarihinde yani yapıldıktan 19 yıl sonra törenle yıkılmıştır. Hatta, anıt gayri resmi bir şekilde, hükumetin denetimi dışında havası verilerek İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri tarafından yıktırılmıştır. Yani: geçmiş hatıralar arasında, buranın eski ismi, kötü çağrışımlar yapmaktadır.

Buranın Türk tarihindeki bir diğer önemi, Fuat Özkınay tarafında çekilen ilk Türk sinema filminin, bu anıtın yıkılması olayı sırasında çekilmiş olmasıdır. Filmin ismi “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” dır. Ancak bu filmin hiçbir karesi ve bölümü, günümüze ulaşmamıştır yani kayıptır.

Yeşilköy’ün tarihi geçmişinde yine bir olay: Malta doğumlu bir ressam olan Amadeo Preziosi 1842 yılında İstanbul’a gelir. Rum bir kadınla evlenir ve Beyoğlu’na yerleşir. O dönemde, Yeşilköy’ün ormanlık arazilerinde avlanırken, yanlışlıkla kendini vurur ve ölür. Yeşil zeytin sokağındaki mezarlığa gömülür. Anılan ressamın İstanbul sokak hayatını anlatan bazı resimleri, günümüzde Pera Müzesinde sergilenmektedir.

Yeşilköy, Cumhuriyet döneminde, İstanbul hava alanı için en uygun yer olarak seçilmiştir.

yesilkoy-3
İstanbul Yeşilköy

 

Günümüzde semtin, kuzeyinde “Atatürk Hava Alanı” ve güneyinde ise Marmara Denizi, doğusunda Yeşilyurt ve batısında Florya vardır. Son bir not: Atatürk Hava alanı, yeni İstanbul hava alanı yapılması nedeniyle kapatılmıştır.

st-stephan-katolik-kilisesi-1
İstanbul Yeşilköy St Stephen Katolik Kilisesi

St Stephen Katolik Kilisesi

Cünbüş sokaktaki bu kilisede, altarın üstündeki Aziz Stefan’ın taşlanarak öldürülmesini anlatan ilginç tablo görülmeye değerdir.

mecidiye-camii-1
İstanbul Yeşilköy Mecidiye Camii

Mecidiye Camii

Gazi Evrenos Caddesi ile Mühendis Ziya Sokağının kesiştiği köşede bulunan cami: 1909 yılında, Padişah V. Mehmet tarafından yaptırılmaya başlanmış, ancak Cumhuriyet döneminde bitirilebilmiş. Mimarı: Kemaleddin Beydir.

yesilkoy-fener-3
İstanbul Yeşilköy Ayestefanos Feneri

 

Yeşilköy-Ayestefanos Feneri


Fener, Sultan Abdülmecid tarafından, Fransız Sautter Firmasına yaptırılır. Yapım yılı olarak 1856 yılı görülmekte olup, yüksekliği 23 metredir. Fener her 10 saniyede bir yanıp çakarak uzun yıllardır balıkçılara ve gemicilere yol gösterir.

tren-istasyonu-2
İstanbul Yeşilköy Tren İstasyonu

Yeşilköy tren istasyonu

İstasyon binası, 1871 yılında yapılmıştır. 1909 yılında Atatürk, Harekat Ordusuyla birlikte buraya gelmiştir. İstasyonun en eski bölümü, dışarıda bulunan su deposudur.

semprini-1
İstanbul Yeşilköy Semprini Evleri

Semprini Evleri

İtalyan mimar Semptini; 1900’lü yılların başlarında, burada yan yana duran üç ev inşa etmiştir. Semprini’nin şehirdeki en önemli eseri ise, Tepebaşı’nda bulunan “Büyük Londra Oteli” dir.

havacilik-muzesi-1
İstanbul Yeşilköy Havacılık Müzesi

 

Havacılık Müzesi

İlk hava müzesi, 1971 yılında İzmir’de açılmıştır. Ancak müze, 1978 yılında, Hava Harp Okulunun yakınında konuşlandırılmış olan Askeri Hava alanı bitişiğindeki alana taşınmıştır. Buradaki müze binası, 1977-1983 yılları arasında inşa edilmiş ve modern müzecilik anlayışı içinde açık ve kapalı sergi alanlarının bulunduğu Havacılık Müzesi: 1985 yılında açılmıştır. Bakırköy tren istasyonunun hemen karşısındadır. Antika ve halen kullanılan uçaklar, Türk Havacılık Tarihine ait değerli eşya ve belgeler sergileniyor. Pazartesi ve Salı günleri hariç, ziyarete açıktır.

ataturk-havaalani-1
İstanbul Yeşilköy Atatürk Havaalanı

Atatürk Havaalanı

Atatürk hava alanı, 2020 yılında yeni hava alanı yapılması nedeniyle kapatılmıştır. Aşağıdaki satırları, bilgi mahiyetinde, nostalji mahiyetinde okumalısınız.

1924 yılında yapılarak, Atatürk tarafından hizmete açılmıştır.

1930’lu yıllara kadar, askeri amaçlara hizmet verilmiştir.

1938 yılında, İstanbul-Ankara seferlerinin başlamasıyla, sivil amaçlı havacılığa açılmış. O zamanlar, İncirli denen Londra asfaltı da hava alanını şehre bağlamak için yapılmıştır. Hatta bu yolun, eski Roma döneminin meşhur yolu “Via Egnatia” güzergahında inşa edildiği söylenir. Ancak 1960’larda, bu asfaltın üstündeki köprü çok dardır. Eli bayraklı bir adam köprünün üstünde bekler, iki araba yaklaşacak olursa, birini durdurup diğerinin geçmesini sağlardı.

Bu sıralarda, hava alanı, bir süre uluslar arası standartların dışında bir meydan olarak hizmet vermiştir. 1944 yılından sonra, Amerikalı bir firma ile yapılan bir antlaşma ile, 1949-1953 yılları arasında, uluslar arası normlarda yeniden inşa edilir.

2300 metre uzunluğunda bir pist, bir hangar ve servis yapıları oluşturulur. 1957 yılında, uluslar arası seferlerde jet uçaklarının kullanılmaya başlanmasıyla, alanın kullanımı yeniden kısıtlanır.

1975-1983 yılları arasında yapılan inşaat çalışmalarıyla: yeni ek terminal binası ve 3000 metre uzunluğundaki ikinci pist ile yolcu kapasitesi arttırılır. Bu gelişmelere rağmen, turizmin giderek artan potansiyeli yüzünden, 1980 li yıllarda yine yetersiz kalır. Yolcu terminallerinin kapasiteleri, iki katına çıkarılır, ancak yine de hava ulaşımının ağırlığını taşımaktan hala uzak kalmaktadır. 1993 yılında: yolcu salonları, yapılan değişikliklerle iki katına çıkarılır.

Evet: 24 Temmuz 1985 tarihine kadar, ismi: Yeşilköy Hava alanı. Sonra: Atatürk Havalimanı. İstanbul’un Avrupa yakasındadır. Yeşilköy’de bulunuyor. Şehir merkezine (Sirkeci) uzaklık: 28 km. dir. Denize uzaklık ise: 4-4.5 km.dir. Buraya ulaşım için çeşitli seçenekler var. Bunlar: Havaş, Taksi, Metro-Otobüs ve araba kiralamaktır. Havaş otobüsleri: Taksim, Büyükşehir Sanat Galerisi önünden kalkar. Sabah saat: 04.00 ile, gece 01.00 arasında devam eder. (her yarım saatte bir)

Meteorolojik koşulların kötü olduğu zamanlarda bile, uçak iniş-kalkışlarına olanak sağlayan teknik ve teknolojik yapı mevcuttur. Birbirine paralel: 2 adet olmak üzere, toplam 3 pisti vardır. Bunların boyutları: 3000 x 45 metre boyutlarındadır. İç hatlar terminalinin kapasitesi: yıllık: 7.5 milyon yolcudur. Dış hatlar terminalinin yıllık yolcu kapasitesi ise: 20 milyon yolcudur. 7076 araçlık kapalı otopark bulunmaktadır. Atatürk Hava alanı, İngiltere merkezli Skytrax tarafından 2009 yılında yapılan araştırmalar sonucu : Güney Avrupa’nın “En iyi İkinci Hava limanı” seçilmiştir. Evet Atatürk Havaalanı, ismi büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ismiyle anılan bu havaalanı artık yok. 

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Sarayburnu

sarayburnu-1
İstanbul Sarayburnu

İstanbul şehrini kuran Megaralı Byzas ve adamları: uzun yolculuktan sonra, ilk olarak buraya gelirler ve doğal korunaklı, sularla çevrili, yemyeşil yarımadayı görürler. Yani, İstanbul’daki ilk yerleşim yeri burasıdır.

Bizans döneminde buraya “Aziz Demetrios” burnu ismi verilmiştir. Haliç kıyısından gelen surlar, burada Marmara denizi kıyısındaki surlarla birleşirdi. Bu surların büyük kısmı, 1871 yılında demiryolu yapılırken yıkılmış ve bunların bazıları günümüzde Sarayburnu’nun güneyinde görülmektedir.

sarayburnu-2
İstanbul Sarayburnu

 

Sarayburnu’nda kıyı boyunca mevcut tarihi yapıları sırasıyla anlatacağım.

sepetciler-kasri-1
İstanbul Sarayburnu

 

Sepetçiler Kasrı

Sarayburnu’nda Sirkeci tarafına doğru yüründüğünde bu yapı görülür. Topkapı sarayının iki kıyı köşkünden biridir. Bunlardan “Yalı köşkü” tamamen yok olmuştur.

Yapı: 1643 yılında Sultan Deli İbrahim tarafından yaptırılmıştır. İsminin anlamı: Sultan Deli İbrahim, sepet yapmaya meraklıdır. Bu bölgede bulunan hasırcı ve sepetçi esnafını himayesi altına almıştır. Bu köşkün yapılması sırasında, bu esnaf, köşkün yapılmasına destek vermiştir ve bu yüzden köşkün ismi “Sepetçiler Kasrı” olmuştur.

Osmanlı sultanları: Boğaz ya da Haliç’e giderken: Saraydan çıktıklarında, buradan saltanat kayıklarına binerlermiş. Yapı: 1739 yılında, Sultan I. Mahmut döneminde yenilenmiştir.

20 yüzyılda, burası terk edilmiş ve ardından harabeye dönmüştür. 1980 ve 1990 yıllarında iki kere restore edilmiştir.

ataturk-heykeli-1
İstanbul Sarayburnu

 

Atatürk Heykeli

Burada: Türkiye’de bir açık alana dikilen ilk anıt heykeli, “Atatürk” heykeli bulunmaktadır. Bu heykel: Avusturyalı heykeltıraş Heinrich Krippel tarafından yapılmış ve 1926 yılında açılmıştır. Heykel: sanatçının Viyana’daki atölyesinde tasarlanmış, yine Viyana’da dökümü yapılmış ve parçalar halinde buraya getirilerek, heykeltıraşın gözetiminde yerine oturtulmuştur.

Anıtın bulunduğu yer: Atatürk’ün Kurtuluş Savaşını başlatmak üzere Samsun’a giderken, İstanbul’dan hareket ettiği yerdir. Anıt: mermer kaide ve bronz heykelden oluşmaktadır. Kaidenin çevresi 70 cm yüksekliğinde bir duvarla çevrilidir. Heykel 3 metre yüksekliktedir.

Dörtgen bir platform üzerine oturmaktadır. Atatürk: dikdörtgen kaide üzerinde, sivil giysili ve devlet adamı kimliğiyle bulunmaktadır. Yani: Atatürk’ün devlet adamı kimliğiyle betimlendiği az sayıdaki heykelden birisidir.

Heykelin bulunduğu yerin bir özelliği daha vardır. 19 Kasım 1938 günü, Atatürk’ün Yavuz Zırhlısına götürülmek üzere rıhtımdaki bir dubaya yanaşan Zafer destroyerine konulup, İzmit üzerinden trenle son yolculuğuna uğurlandığı yerdir.

turgut-reis-heykeli-1
İstanbul Sarayburnu

Turgut Reis Heykeli

Ünlü Türk denizcisi Turgut Reis’in heykeli: deniz kıyısını süslemektedir.

soter-kilisesi-2
İstanbul Sarayburnu

 

Soter Filantropos kilisesi kalıntıları

İncili köşk yakınlarındaki bu kalıntılar, 14 yüzyılda yapılan ve “İnsanı seven İsa” kilisesine aittir. Bu kiliseyi, 15 yüzyıla kadar ziyaret eden hacıların anlattıklarına göre: kilisenin içinde mucizeler yaratan bir İsa tasviri ve hastaları iyileştirdiğine inanılan bir ayazma varmış.

İstanbullu Rumlar, 19 yüzyıl ortalarına kadar bu ayazmayı ziyaret etmişlerdir. Burada İncili köşk ile bir bağlantı kuruluyor, İncili köşkte bulunan bir çeşme burayla bağlantılıdır.

incili-kosk-00
İstanbul Sarayburnu
incili-kosk-1
İstanbul Sarayburnu

 

Sinan Paşa köşkü-İncili köşk

Marmara surları üzerindeki köşk: 1593 yılında, dönemin Sadrazamı Arnavut asıllı, Yemen ve Tunus fatihi Koca Sinan Paşa tarafından Mimar Davut Ağa’ya yaptırılmış ve dönemin padişahı Sultan III. Murat’a hediye edilmiştir.

Köşk ismini kubbesinden sarkan inci salkımı şeklindeki süslemelerden almış ve Avrupalılar tarafından “İncili Köşk” olarak isimlendirilmiştir.

Bu köşk: Boğaz’ı resmeden gravürlerde en fazla resmedilen köşk olarak önem kazanmıştır. Bu köşk: Sultan III. Murat tarafından en sevilen mekanların başında gelmiştir. Köşk: bir merasim mekanı değil, bir seyir köşkü olarak yapılmıştır. Denize bakan cephesinden donanma gösterileri izlenirmiş.

Ancak: rivayete göre: bir gün padişah III. Murat: burada otururken, İskenderiye’den dönmekte olan Osmanlı donanması, gelenek olduğu üzere, saray önünden geçerken, sarayı selamlamak adına top atışı yaparlar. Top atışı üzerine, yapı, şiddetle sarsılır ve daha önce defalarca buradan geçmiş olmasına rağmen, donanmanın bu geçişi sıkıntı yaratmıştır.

Hatta: bu sırada padişahın oturduğu pencerenin camları kırılmış ve hasta padişah bu durumu hayra yormayarak bu köşke son kez geldikleri hakkında bir işaret olarak değerlendirmiştir. Ardından, Sultan III. Murat, birkaç gün sonra ölür ve bir daha bu köşke gelemez.

Yapının mimarı Davut Ağa: köşkü inşa ederken, onu taşıyan taş kemerlerin arasına küçük ve zarif bir çeşme ekler. Çeşmenin bulunduğu yer, halkın rahatça kullanabileceği bir yer değildir. Ancak, yapı Bizans  döneminde şehrin ünlü manastırlarından biri (yukarıda sözünü ettiğim) yakınlarına kurulduğundan, bunun hemen yanındaki Soteros Ayazmasının üstünde bulunuyordu. Bu ayazma: yortu günlerinde, şehirdeki Ortodoks halk tarafından kıyıdaki çakıllar üstüne toplanarak ve çeşme kullanılarak kutlanıyordu.

Bu kutlamalar, Yunan ayaklanmasına kadar yani 1821 yılına kadar sürmüş ve padişahlar köşkün penceresinden, kıyıda toplanan Ortodoks Rumları yıllarca seyretmişlerdir. Daha sonraki dönemde unutulan bu ayazma ve çeşme: 1921-1922 yıllarında, şehirdeki Fransız işgal kuvvetleri tarafından yapılan kazılar sırasında bulunmuştur.

İncili köşk: Sultan III. Murat’dan sonra da bazı padişahlar tarafından kullanılmış ve 18 yüzyılın ikinci yarısından itibaren ihmal edilmeye başlanmıştır. Hatta: 18 yüzyıl sonlarında, İstanbul’a gelen Fransız ihtilal hükumetinin gönderdiği elçi, padişahın huzuruna bu köşkte çıkacağının bildirilmesi üzerine “harap bir güvercinlikte kabul edilmeyi istemiyorum” diyerek şehri terk etmiştir.

Köşk: Sultan Abdülaziz döneminde, 1871 yılında demir yolunun sahilden ve sarayın bahçesinden geçmesine izin vermesinden sonra, kıyıdaki kasır ve saraylarla birlikte yok edilmiştir.

 

Ahırkapı Feneri Çeşmesi

Kimin tarafından ve hangi tarihte yapıldığı belli değildir. Çeşme: Ahırkapı Feneri ve Sinan Paşa köşkü arasındaki sahil yolu üzerindedir. Çeşmenin teknesi: kum ve çakılların altında kalmıştır. Kemerinin yukarı kısmına yakın bir yere kadar toprağa gömüldüğünden, kitabesi tamamen yok olmuştur.

ahirkapi-feneriy-1
İstanbul Sarayburnu

 

Ahırkapı Feneri

Deniz surları arasındaki bu fener: 1755 yılında Sultan III. Osman tarafından yaptırılmış ve Abdülmecit tarafından yenilenmiştir. Fener: boğazın girişini belirlemek ve Marmara denizindeki gemicilere yol göstermek için yaptırılmıştır. Ancak: 1950’lerde önünden geçirilen yolla birlikte, denizden koparılmış, deniz kıyısından uzaklaşmıştır. Fener, günümüzde birkaç yüzyıldır bu işi sürdüren bir aile tarafından idare edilmektedir.

Ahır Kapısı

Bu sur kapısı: Saray ahırlarının hemen bitişiğindedir. Bölgedeki ahırların, Osmanlı döneminden önce de burada bulunduğu tahmin edilmektedir. Söylentilere göre, bu kapı civarında, İstanbul fetih şehitlerinden 44 şehit yatmaktadır. Bu şehitlerden ilham alan Ahırkapılılar, Kurtuluş Savaşında büyük fedakarlıklar göstermişler, İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırılacak silahlar, Ahır kapı surlarındaki gediklerde saklanmıştır. Günümüzde, kapının çevresinde çay evleri bulunuyor.

bukeleon-sarayi-2
İstanbul Sarayburnu

 

Bukoleon Sarayı kalıntıları

Ahırkapı sahilindeki bu saray: 5 yüzyılda İmparator Theodosios tarafından yaptırılmış ve adını: hemen önündeki saray limanını süsleyen boğaya (buko) saldıran aslan (leon) heykellerinden almıştır. İmparator Justinyen zamanında restore edilen saray, İmparator Theophilos’un 9 yüzyıldaki hükümranlığı sırasında denize bakan balkon eklenerek genişletildi.

1204 yılında ise, şehri işgal eden Latin Haçlılar: tarafından saray ele geçirildi. 1261 yılında ise, şehri tekrar ele geçiren Bizanslılar tarafından saray restore edildi, ancak Ayvansaray’daki Blachernae Sarayı, asillerin gözdesi haline geldi ve bu saray gözden düştü.

Buradaki büyük saray, İstanbul fetih edildiğinde yıkıntı halindeydi. Bizans döneminde: imparator saraylarının büyük kısmı Ayasofya civarında iken, burada saray limanı olarak kullanılan, iki dalgakıranlı Ahırkapı Limanı; burada saray yapılmasıyla yerini Bukaleon Limanına bıraktı. Osmanlı döneminde, donanmanın büyük gemilerinden kadırgalar buraya bağlandığı için, semtin adı “Kadırga” oldu.

Günümüzde sur duvarlarının arasında görülen sarayın ayakta kalan kalıntıları: 1870’lerde buradan demiryolu geçirilmesi sırasında yıkılmıştır. Çatladıkapı istikametine yüründüğünde, sarayın duvarları ve mermer pencerelerinin küçük bir kısmı görülebilir.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.