İngiltere Londra Whitehall Tate Britain

İngiltere Londra Whitehall Tate Britain

İngiltere Londra Whitehall Tate Britain;

Milbank adresindedir ve İngiltere’deki Tate Galerilerinin bir parçasıdır.
Her gün saat: 10.00-18.00 arasında açıktır.

Özel sergiler hariç giriş ücretsizdir. Her gün saat: 11.00-12.00-14.00-15.00 saatlerinde ücretsiz rehberli turlar mevcuttur.

Tate ağı: 1897 yılında J.W.M.Turner’in önemli koleksiyonu ile başlamıştır. Londra şehrindeki Tate ağının “Britain” ayağı ise: önce İngiliz sanatına ait eserlerin sergilenmesine yönelik olarak düşünülmüş ve Milbank Cezaevinin eski sitesi: galeri olarak tanzim edilmiştir.

Avustralya’ya hükümlü göndermek için kalkış noktası olarak kullanılan cezaevi 1890 yılında yıkılmıştır.

Ardından galeri için yer aranırken: bu yapının değerlendirilmesi gündeme gelmiş ve Sidney RJ. Smith yeni galeri için mimar olarak seçilmiş ve onun tasarımı bugün gördüğümüz temel yapı olarak ortaya çıkmıştır.

Yapı: bir tapınak benzeridir ve büyük revaklı giriş kapısı ve merkezi kubbesi ilgi çeker. Milbank girişinde bir aslan ve alınlık üstünde bir tek boynuzlu at ile Britannia heykeli: buranın İngiliz sanat galerisi olduğunu vurgular.

Galeri 1790 yılından kalma 8 odada, İngiliz sanatçıların 245 eserinin sergilenmesiyle 1897 yılında kapılarını halka açmıştır.

Özgün açılışı takiben: Milbank sitesi 7 ana bina uzantısı eklenerek büyütülmüştür. İlk 15 yıl içinde Milbank sitesi, mimar WH Romaine-Walker tarafından tasarlanan ve antikacı JJ Duveen tarafından finanse edilen 7 odalı ek sergi alanına kavuşmuştur.

1917 yılına kadar galerinin görevi değişmiştir. Yeni tasarlanan bölümlere: Modern Yabancı Galeriler yani uluslar arası ünlü sanatçıların eserleri de yerleştirilmeye başlanmış ve galeri ulusal düzeyden uluslar arası düzeye yükseltilmiştir.

Günümüzde ise, Tate galerisinde “dört büyük site” ve ulusal koleksiyonda 1500 yılından günümüze kadar olan sürece ait yaklaşık 70.000 yapıt bulunmaktadır. Bunlar: modern ve çağdaş İngiliz sanatının en güzel örnekleridir.

Galerinin ismi 2000 yılı Mart ayında “Tate Britain” olarak değiştirilmiştir.

Evet: Tate Britain Galerisinde: 16. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar İngiliz sanatının dünyadaki en geniş koleksiyonu bulunmaktadır. Hatta: bir zamanlar burada sergilenen uluslar arası eserlerin birçoğu, 2000 yılında “Tate Modern” galerisine taşınmıştır.

 

DAİMİ KOLEKSİYON

İngiltere Londra Whitehall Tate Britain;

Galeride: 1500 yılından günümüze kadar uzanan süreçteki uluslar arası modern ve çağdaş İngiliz sanat eserlerine ait muhteşem bir koleksiyon bulunmaktadır.

Bu toplama eserler: boyama, çizim, heykel, baskılar, fotoğraf, video ve film, montaj ve performans etkinliklerini kapsamaktadır.

Çünkü: Tate Britian: kendi görev alanı içindeki tüm alanlarda: üstün kaliteli ve önemli sanat eserlerine koleksiyonuna katmak istemektedir.

Özellikle: son yıllarda İngiliz sanatından ziyade, kendi tarihine ve gelişimine katkıda bulunan sanatçıların da galerinin koleksiyonunda temsil edilmesi prensip edinilmiştir.

Buna bağlı olarak, koleksiyon genel anlamda: Batı Avrupa ve Kuzey Amerika sanatlarına odaklanmış olsa da, yakın zaman öncesinde Latin Amerika, Güney-Doğu Asya ve Doğu Avrupa’dan gelen modern ve çağdaş sanat eserleri de koleksiyonun genişlemesini sağlamıştır.

Kalıcı sergiler: ana katın büyük bölümünü kapsar. Kuzeybatı köşeden başlayarak, sergilerdeki eserler: 16. yüzyılın başlarından günümüze kadar geniş bir döneme yayılır. Her oda: modern ya da tarihi bir temayı işler ya da büyük bir sanatçıya adanmıştır.

Burada eserleri bulunan sanatçıların başlıcaları:

Turner, Constable, William Blake, Stanley Spencer, Lucian Freud, David Hockney, Henry Moore, Francis Bacon, Barbara Hepword. Ayrıca: İngiltere’de resmin babası sayılan: Gainsborough, Reynolds ve Hogart gibi sanatçıların eserleri de görülür.

Kalıcı koleksiyonda: bu sanatçıların 300’den fazla resim ve binlerce suluboya çalışması bulunmaktadır.

 

Galeride yapılacak gezi

İngiltere Londra Whitehall Tate Britain;

Tate Britian’ın sergileri, kapsamlı bir koleksiyona sahip olan Tate Collection’dan gelir. Özenle seçilmiş geçici sergiler ve İngiliz sanatçıların retrospektifleri ile birlikte gösterimdeki çeşitli eserler, Elizabeth dönemi portre sanatından modern enstalasyonlara kadar bütün zevklere hitap eden bir seçki sunmaktadır.

1500 yılından günümüze İngiliz sanatının ve tarihinin farklı yönlerini keşfetmek için sergiler düzenli olarak yenilenir.

 

BP British Art Walk Through

İngiltere Londra Whitehall Tate Britain;

2013 yılında açılan “BP British Art Walk Through” denilen yürüyüş yolunda, kronolojik sıraya göre yerleştirilmiş 500 eser görülür. Bunlar arasında bulunanlar: Francis Bacon, John Constable, George Stubbs, JMW Turner, LS Lowry, John Everett Milais, David Hockney, Damien Hirst, Rachel Whiteread.

 

1500-1800

Bu bölümde yer alan galeriler, İngiliz tarihinin etkileyici değişiklikler yaşanan bir dönemini, Tudorlar ve Stuartlar’dan Thomas Gainsborough’ya kadar geçen zamanı kapsar.

“Hogarth” salonu, çağdaşlarının yaşam tarzlarını ve inançlarını hicvetmesiyle tanınan ünlü İngiliz ressamlarından birinin başlıca eserlerini içerir.

Buna karşın “Grand Manner” salonunda BenjaminWest ve yeni kurulan Royal Academy’nin Başkanı Joshua Reynolds gibi sanatçıların büyük ölçekli resimleri bulunmaktadır. Manzara resimleri İngiliz resminin 19. yüzyılda yaşadığı devrimin kalbini oluşturur.

“British Landscape” salonu kırsal bölge görüntülerinin, sadece sanat hakkındaki fikirleri değil, onun İngilizler için ifade ettiği anlamı nasıl değiştirdiğini de göstermektedir. Bu bölümdeki son salon, şair ve ressam William Blake’in düzenli olarak değiştirilen sergilerine ayrılmıştır.

 

Glore Galleries’de Turner

Burada: büyük manzara ressamı J.M.W.Turner’ın 1851 yılında ölümünün ardında, İngiliz ulusuna miras bıraktığı muhteşem koleksiyonunun parçaları görülebilir. Turner (1775-1851) olağanüstü bir İngiliz ressamı oldu.

Onun stüdyosunda kalan tüm eserleri, ölümünü takiben “Turner Vasiyeti” olarak İngiliz halkına kaldı ve bu eserler, Tate Britian galerisine kaldırıldı.

“Turner Koleksiyonu”: “Clore Galleries” denilen ve Sir James Stirling tarafından tasarlanan özel bölümde sergilenmektedir. Koleksiyon içinde 300 yağlıboya resim ve 20 bin civarında kalem çizimleri ve çeşitli suluboya resimleri bulunuyor.

Turner’in özellikle: 1842 tarihli suluboya “Blue Rigi” İsviçreli dağ-tepe sanatçısının en ünlü 3 resminden birisidir. Resim: incelik ve parlaklığı ile, ortamın en güzel örnekleri arasında kabul edilir.

 

1800-1900

İngiltere’de 18.yüzyılın sonu ve 19.yüzyılın ilk yarısı sanat dallarında büyük bir değişim yaşandı. Yeni konular önce çıktı ve sanatçılar, halk sergilerinin duvarlarında dikkat çekmek için birbirleriyle yarışmaya ve büyük ölçekli resimler yapmaya başladılar.

“Romantic Painting in Britain” bölümü John Martin, Thomas Lawrence ve William Etty’nin devasa tuvallerini içerir. Davit Wilkie’nin ünlü çalışmaları da buradadır.

Daha sonra, Victoria sanatının öyküsünü anlatan üç salon gelir. Victoria döneminde, ahlaki mesajları iletmekte sanatın gücüne duyulan inancın merkezinde öykü anlatıcılığı geliyordu.

“Victorian Paintings of Modern Life” sergisi Augustus Egg’in “Geçmiş ve Bugün” dizeleri gibi önemli çalışmaları içerir. “Pre-Raphaelites and Painters of Ideal” sergisi belki de Tate Britain’daki en popüler sanatçı gurubunun eserlerini bir araya getirir.

Bunların arasında John Everett Millais’in “Ophelia”sı, William Holman Hunt’un “Uyanan Vicdan”ı ve Dante Gabriel Rossetti’nin bazı resimleri sayılabilir. Bu 3 salonun sonuncusu olan “Victoria” döneminin sonlarına ait resimler ve heykeller yer alır.

John Singer Sargent’ın alaca karanlık bir bahçede küçük kızları betimlediği “Karanfil, Zambak, Zambak, Gül” resmi de burada görülebilir.

 

Karanfil, Zambak, Zambak, Gül-1885/6

John Singer Sargent (1856-1925) 1885 yılında Paris’ten İngiltere’ye gelmiş ve dostu Claude Monet’in yarattığı izlenimci tekniklerin bazılarını kendi çalışmalarına uyarlamıştır. Bu resmin başlığı zamanın popüler bir şarkısından alınmıştır.

 

Ophelia-1851-2

Erken Raffellocu John Millais: Shakespeare’in oyunundan esinlenerek yaptığı “Ophelia” isimli tablosu, müzenin en ünlü ve popüler eserlerinden birisidir.

1900-1960

Galerinin modern bölümü 20.yüzyılda başlar. “Modern Figures” modern kentin sanatçıyı nasıl etkilediğine ilişkin yaklaşımlara yer verir. Kozmopolit, kalabalık sokaklar, devamlı değişen mimari, hızlı ve mekanikleşmiş ulaşım yolları, yeni eğlence mekanları kentin etkileyici özellikleridir.

Jacob Epstein’in yeni çağın sembolü haline gelen, makineye benzer, maskeli ve tehditkar robotu Kaya Delicisinden yapılma “Metal Torso”sunun yanı sıra Wyndham Lewis ve onun sanatçıyı modern hayatın girdabının merkezinde gören Vorticist gurubunun çalışması ilgi çekicidir.

Barbara Hepworth ve Henry Moore gibi ünlü heykelcilerin çalışmaları, bu bölümde görülebilir. En ünlü ve rahatsız edici modern İngiliz sanatçılarından ikisinin resimleri de dikkate değer.

Francis Bacon’dan, görünüşe göre düşmancıl ve tanrısız bir dünyaya hapsolmuş ıstırap içindeki üç mutant organizmayı tasvir eden “Çarmıhın altındaki üç figür”

1960’tan Günümüze

Tate’in sanat eserlerinin alımına yönelik mali kaynak, kamusal fonların da teşvikiyle, 1960’lardan itibaren artmaya başladığında, sanatsal çalışmalar da hız kazanmaya başladı. Sonuç olarak, Tate koleksiyonu özellikle bu zaman diliminde zenginleşerek sergilerin dönüşümlü olarak sunulmasını zorunlu kılmıştır.

Buna rağmen, İngiliz sanatının 1960’lardaki en canlı gelişmelerini yansıtan “Pop” dönemine ayrılmış bir salonu vardır. Burası, özellikle, Sir Peter Blake, Richard Hamilton, erken dönem çalışmalarıyla David Hockney ve Skydiver VI (1964) eserlerinde 1960’ların seri üretim resimlerinden esinlenen Geralg Laing gibi sanatçıların öne çıkan eserleriyle akımın ilk dönemlerine odaklanır.

1960’ların sonunda, canlı heykeller olarak tanınan Gilbert&George ile doğayı galeriye getirerek manzara resmini bütünüyle yeni bir yaklaşım getiren Richard Long gibi kavramsal sanatçıların ortaya çıkmasıyla beraber bu akıma karşı bir isyan başladı.

Kavramsal Sanat da, 1980’lerin başında Howard Hodgkin, Frank Auerbach ve R.B.Kitaj’ın da bulunduğu Londra Okulu ressamlarınca pek kabul görmemişti. Tony Cragg, Richard Deacon ve Antony Gormly ise yeni bir heykel akımına öncülük ettiler.

1990’lar İngiliz sanatına yeni bir soluk getirmiştir. Yeni İngiliz sanat akımları da Tate Britain’de sergilenmektedirler. Bunların arasında, tartışma yaratan enstalasyonlarıyla dikkati çeken Damien Hirst ile ortak ve ayrı fotoğraf çalışmaları sergileyen Tracey Emin ve Sarah Lucas’ın da dahil olduğu Genç İngiliz sanatçıları’nın “Young British Artists” (YBA) eserleri görülmeye değerdir.

Tacita Dean, Douglas Gordon, Sam Taylor-Wood, Steve McQuenn ve Jane ve Louise Wilson gibi birçok çağdaş sanatçı, son yılların büyük bir gelişmesi olan ve son zamanlarda Tate Britain’da çok sayıda özel gösterime konu olan film ve video yordamını tercih ediyorlar.

Tate Britian’da sık sık değişen sergiler, kapsamlı bakışların yanı sıra tek bir sanatçıya ayrılmış salonlar ve Tate tarafından toplanan yeni sanat eserleri de izleyiciye sunulmaktadır. “Art Now” programı çağdaş İngiliz sanatındaki son gelişmeleri konu alır ve büyük ölçüde ümit vadeden yeni sanatçıların son çalışmalarına ayrılmıştır.

 

GEÇİCİ SERGİLER

Geçici sergilerin büyük bölümü: ana katın, geriye kalan küçük bir kısmında ve alt kattaki galerilerde ziyaretçilere sunulmaktadır.

 

GALERİDEKİ DİĞER TESİSLER

Tate Britian galerisinin alt katında: restoran ve bir kafe ve ekspresso barı bulunmaktadır. Restoranın duvarları: Epicuriana’nın efsanevi sakinlerini ve onların yiyecek arayışlarını konu alan “Rex Whistler” in meşhur duvar resimleriyle süslenmiştir. Restoranın kapsamlı şarap listeleri ödüller kazanmıştır. Sadece öğle yemeği servisi ve akşam üstü çay servisi için açıktır.

Suudi Arabistan Meidan Salih

Suudi Arabistan Meidan Salih

 

Suudi Arabistan ülkesinin kuzeyinde “El ula” şehrinin 30 km. kuzeyinde bulunan ve “El hicr” olarak da isimlendirilen burası: 2008 yılında, Suudi Arabistan ülkesinde bir ilk olarak: UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmış, son derece etkileyici bir tarihi alandır. Arkeolojik alan, Medine şehrinin 400 km. kuzey batısındadır. Ürdün-Petra arkeolojik şehrinin ise, 320 km. güneydoğusundadır.

Suudi Arabistan ülkesinin kadim ve modern kültürü, dün ve bugünü, çöl ve denizin tüm zıtlıkları, burada birliktelik ve uyum oluşturuyor ve etkileyici bir görünüm ortaya çıkıyor. Yani: köklü gelenekler ve modernlik bir arada yaşıyor.

Kadim bir Arap uygarlığı olan Nebati krallığının Ürdün Petradaki merkezinin ardından, ikinci büyük şehri olan Meidan Salih’te: kayalara ve dağlara oya gibi işlenmiş evler ve tapınaklar bulunmaktadır.

Suudi Arabistan Meidan Salih

TARİHİ SÜREÇ

Bölgede ilk olarak “Lihyan” isimli eski bir Arap krallığının bulunduğu tahmin edilmektedir. Çünkü: burada, MÖ.4 ve 6’ncı yüzyıllara ait Arapça yazıtlar bulunmuştur. Lihyanites şehri, takip eden dönemde Nabataens şehriyle müttefik olur. Bunun dışında, küçük Lihyans krallığı hakkında fazlaca bilgi bulunmamaktadır.

MÖ.3 ve 2’nci yüzyıllara gelindiğinde, Athleb dağının üzerinde mağara sanatının yani oymacılığın geliştiği gözlenir. Kuzey ve güney arasındaki ticaret yollarının buradan geçmesi, tatlı su kaynakları ve verimli topraklar, buradaki insan yaşamını yoğunlaştırmıştır.

1’nci yüzyıla gelindiğinde ise, yerleşimin iyice genişlediği görülür. Burası: Nabatean krallığının ikinci başkenti haline gelir. Kral Al-Haris IV (MÖ.9-40) kuzeyde Petra ve daha sonra burayı hakimiyeti altına alarak: Nabatean kaya mimarisinin karakteristik özelliklerini buraya getirmiş, mükemmel ortamda, jeolojik anıtsal oyma teknolojisi hızla ilerlemiştir.

Bunun dışında: kaya ve yağmur suyu su tankları, kumtaşı ibadet yerleri, tarım arazileri oyularak elde edilmiştir.

106 yılına gelindiğinde, Nabatean krallığı, Roma imparatorluğu tarafından ele geçirilmiş ve Hicaz bölgesi, Roma parçası haline gelmiştir. Takip eden dönemde, güney-kuzey arasındaki ticaret karayolu, Kızıldeniz üzerinden deniz yoluna kaymıştır. Bu nedenle: bölge, bir ticaret merkezi olma özelliğini kaybetmiş ve terk edilerek yavaş yavaş önemini kaybetmeye başlamıştır. Geç Antik dönemde ise, özellikle çölleşme süreci nedeniyle, kentsel tüm fonksiyonlarını kaybetmiştir.

Evet, tarihi süreç hakkında konuşurken, şimdi “Kur’an” da Meidan Salih hakkında yazılanlara. Kur-ana göre: MÖ.3 bin yıllarında, burada “Semud” kavmi yaşıyormuş. Bu kabilede: zulüm ve baskının yaygın olduğu, Salih Peygamberin bunlarla birlikte yaşadığı belirtilmektedir. Salip Peygamber: bölgede yaşayan, zulüm ve baskının egemen olduğu ve liderleri Thamudis olan toplumu: tek tanrıya inanmaya davet etti.

Thamudis: bu uyarıları göz ardı etti. Salih Peygamber: bunun üzerine dağın arkasındaki insanlara haber gönderdi ve ancak, sadece bir azınlık onun sözlerini dinledi. Thamudis: bu insanları öldürdü ve bunun üzerine Salih peygamber ve inananları şehri terk ettiler. Ama Thamudis: Allah tarafından, bir felaket ile cezalandırıldı. Bu felaket, bazılarına göre bir deprem, bazılarına göre ise bir yıldırım düşmesidir, ancak kanıtlanamamıştır.

Daha yakın geçmişe dönülürse: 19’ncu yüzyılda: bölgedeki kuyular “El-Hicr” vahasındaki köylüler tarafından tarım yapılırken kullanılmıştır. Osmanlı imparatorluğu tarafından yapılan Hicaz Demiryolu ise, 1901-1908 yılları arasında sitenin üzerinden geçer. Hicr kuzeyinde, bu demiryolu için bir tren istasyonu inşa edilir. Bu tren istasyonunda, demiryolu personeli için yurtlar, ofisler ve lokomotiflerin bakım yerleri yapılır.

Tarihi süreci fazla uzatmaya gerek yok. 1930’lu yıllara gelindiğinde, Suudi Arabistan Krallığı, bölgedeki arkeolojik araştırmaları başlatır. Arkeolojik bölgede yaşayan Bedevi kabileleri: Hicr üzerine yerleştirilirler, burada yeni kuyular kurulur ve sitenin tarımsal özellikleri düzenlenir. Ancak: 1972 yılında, Bedevi göçebeler, yeni yerleşim yerlerine yerleşirler ve arkeolojik site, yukarıda da sözünü ettiğim gibi, 2008 yılında, UNESCO tarafından koruma altına alınır.

Suudi Arabistan Meidan Salih
Suudi Arabistan Meidan Salih
Suudi Arabistan Meidan Salih

 

Evet, burada günümüzde, 131 kaya kesme anıt mezar bulunmaktadır ki, bunların özellikle süslü cepheleri ilgi çekmektedir. 1’nci yüzyılda inşa edilen yerleşim bölgesi ve vaha çevresindeki yapılar; kumtaşından nekropol yani mezar oluşturmak için oyularak elde edilmiştir.

Dört nekropol alanını: toplam 13.4 km. karelik bir alana yapılmıştır.

Bu mezarların: cephelerinin güzelliği, yapının büyüklüğü ve süsleme: gömülen kişinin sosyal statüsünü ve zenginliğini belirlemektedir. Birçok mezarda: tabanlarda askeri rütbeleri gösteren işaretler bulunmaktadır ki, bunlar, muhtemelen yerleşimin ticari faaliyetlerini korumak için özellikle koyulmuştur.

Nabatean krallığı: yalnızca ticaretin kesiştiği bir yer olarak değil, aynı zamanda: Asur, Fenike, Mısır ve Helenistik dönemlere ait sanat tarzının özelliklerini de çeşitli motiflerle yansıtırlar. Roma imparatorluğu burada egemen olduktan sonra: Roma dekorasyon örnekleri de görülür.
Kayalara oyulan mezarlar dışında, yerleşim alanlarında ise “kerpiç” kullanılmıştır.

Yerleşim alanında, 20 metre derinlikten su çıkmaktadır ki gevşek zemin rahatlıkla kazılabilmektedir. Bunun sonucunda, özellikle batı ve kuzeybatı kesimlerinde toplam 130 su kuyusu bulunur. 4-7 metre çapındaki bu kuyuların bazıları, kumtaşı ile takviye edilmiştir. Zaten, şehir gelişmiş su toplama teknikleriyle de ünlüydü.

 

Jebel el-Mahjar

Kuzeydedir. Mezarların cephe süslemelerinin boyutu diğerlerine nazaran nispeten küçüktür.

Kasr el walad

Mezarların cephe süslemelerinde kullanılanlar: ince yazılar, kuşlar, insan yüzleri ve hayali varlıklardır. Burada toplam 31 mezar görülür. Kaya mezarlarının boyutları 16 metreye kadar çıkmaktadır ve anıtsal özellikler gösterirler.

C alanı

Burada 19 mezar bulunmaktadır ve alanın güneydoğusundadır. Mezarların cephelerine süslemeler oyulmuştur.

Jebel el-Khraymat

Alanın güneybatısındadır. Burada toplam 48 mezar bulunur. Ancak: hakim rüzgara maruz kalması ve kalitesiz koruma nedeniyle, bunların cephe süslemelerinin çoğu harap olmuştur.

Cebel İthlib

Burası, dini alan olarak bilinir ve sitenin kuzeydoğusundadır. Buranın: Nabatean tanrısı “Dushara” ya ithaf edildiği düşünülmektedir. Dar bir koridor, yüksek kayalar arasında uzanan 40 metrelik bir yol ile ulaşılır ki, bu düzen, Petra kentini anımsatır. Bu dini alanda: bir konsey odası, mahkeme salonu ve bir kaya çevresinde, yazıtlı küçük bir dini alandan oluşmaktadır.

 

Meksika Guanajuato

Meksika Guanajuato

 

Burası yerli dilinde “Kurbağalar Yatağı” anlamına gelmektedir. Yerliler bölgeye ilk geldiklerinde, bataklığa benzeyen zemini beğenmeyip “burada ancak kurbağalar yaşar” demişlerdir. Şehir başkent Mexico City şehrine otobüsle 5 saat uzaklıktadır.

1552 yılında İspanyol komutan Juan de Jaso; Guanajuato bölgesinde gümüş yataklarına rastlamıştır. 16. ve 17. yüzyıllarda İspanyollar bu kasabaya akın edince nüfus hızla artmıştır. Katolik kilisesinin gönderdiği papazlar, kasabalarda aralarında San Cayetano gibi görkemli yapıların bulunduğu 15’e yakın kilise ve manastır inşa etmişlerdir.

18. yüzyılda bölgedeki Valenciana madeni tek başına dünyanın gümüş üretiminin üçte ikisini sağlamıştır.

Daha sonra kasaba çevresinde altın, bakır, kurşun ve civa yatakları da bulununca, yerel halk bu gelişmelerden öyle memnun olmuş ki, mevcut refahları bozulmasın diye ülkelerinin bağımsızlık savaşına bile destek vermemiştir.

Meksika Guanajuato

 

Guanajuato bu bölgenin en güzel yerleşim yeridir. Kasaba, sinema yapımcılarının da dikkatini çekmiştir. 2003 yılında gösterime giren: Antonio Banderas ve Salma Hayek’li “Bir zamanlar Meksika’da” filmi burada çekilmiştir.

Birçok sokak trafiğe kapalıdır. Şehrin, biri gidiş biri geliş olmak üzere sadece iki ana caddesi vardır.

Guanajuato nehrini takip eden bu caddelerden biri yeraltındadır. Sokaklar küçük geçitlerle birbirine bağlanmıştır.

Bunların en ünlüsü yalnızca 68 cm genişliğindeki Öpücük geçididir. Zamanında iki aşık, geçidin iki yanındaki evlerinin balkonuna çıkar ve burada öpüşürlermiş.

Efsaneye göre: burada öpüşen çiftler 7 yıl mutlu olmayı garantiliyorlarmış. Guanajuato’nun rengarenk çiçeklerle dolu küçük, şirin meydanında gezinmek çok keyiflidir.

Şehir yıllık Cervantino Festivaline ev sahipliği yapmaktadır.

Şehir 1988 yılında UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Meksika Guanajuato

 

GEZİLECEK YERLER

Meksika Guanajuato San Cavetano Kilisesi

 

San Cayetano Kilisesi-Iglesia de San Cayetano

Bu dini yapı “La Valenciana” gümüş madeni girişine yakın “La Valenciana” köyündeki (bir zamanlar bu köyde 20.000 kişi yaşıyormuş) en etkileyici yapılardan birisidir.

Yapı 18. yüzyıla tarihlenmektedir. Şehir manzaralı bir tepenin üzerinde durmaktadır. Sömürge döneminde La Valenciana gümüş madeninin büyük zenginliğinin bir anıtı olarak durmaktadır.

Kilise: La Valenciana gümüş madeninin orijinal sahibi tarafından inşa ettirilmiştir. İnşaatına 1765 yılında başlanmış ve gümüş madenlerinden gelen kar ile finanse edilmiş ve 1788 yılında tamamlanmıştır.

Yapıda “cantera rosa” olarak bilinen yerel bir pembe taş kullanılmıştır. Cephe Meksika barok tarzında oyulmuş ve yan taraflar neo medejar tarzı kemerlerle süslenmiştir.

Kilise bitmiş denilse de, sağ tarafındaki ikinci çan kulesi ve saati eksiktir. Ama özellikle kilisenin içinde 18. ve 19. yüzyıla ait muhteşem güzellikler görmek mümkündür.

Günümüzde burası Guanajuato Üniversitesi Sanat Okuluna ev sahipliği yapmaktadır ve burada müzik odaklı farklı etkinlikler düzenlenmektedir.

Meksika Guanajuato Kıss Allev

 

Kıss Alley-Callejon del Beso

Eğer eşiniz veya sevgilinizle romantik bir zaman geçirmek istiyorsanız “Kiss Alley” denilen “Callejon del Beso” sokağına gitmelisiniz. Bu sokak: Alley Plaza de los Angeles yakınındadır. Burası iki genç sevgilinin dramatik bir hikayesine tanıklık etmesiyle tanınır.

Buradaki dar bir sokakta iki balkon bulunmaktadır. Bu balkonlardan birine çıkıp öpüştüğünüzde, yörenin yerlileri küçük bir ücret karşılığında fotoğrafınızı çekerler. Öte yandan bu geleneği yaparsanız, 7 yıl boyunca kötü şansın sizden uzak kalacağı söyleniyor.

Evet burası hakkında anlatılan efsaneyi de bilmelisiniz: Dona Carmen: inatçı ve öfkeli bir babanın tek kızıdır. Dona Carmen: evlerine yakın bir kilisede Don Luis ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar.

Ancak babası, azalan serveti nedeniyle Dona Carmen’i zengin ve soylu bir İspanyol ile evlendirmek ister. Evlenmediği takdirde kendisini kilitli bir manastırda tecrite göndermekle tehdit eder.

Dona Carmen ve arkadaşı Dona Brigida ağlarlar ve birlikte dua ederler. Daha sonra Dona Brigida: Don Luis ile arasında mesaj alıp götürmeye başlar. Dona Carmen: evindeki bir pencereden dışarı eğildiğinde karşı taraftaki duvara dokunabilmektedir.

Yani ev mümkün olduğu kadar dar bir sokaktadır. Bunun üzerine, sokağın diğer tarafındaki ev: genç sevgili fakir madenci Don Louis tarafından alınır. Böylece iki genç sevgilinin konuşmaları mümkün olacaktır.

Don Luis: o evin sahibi öğrenir ve evi satın alır. Evin balkonuna çıkıp, Dona Carmen hayalleriyle yaşamaya başlar. Dona Carmen de buna çok sevinir çünkü hayallerindeki adam çok yakındadır.

Bu iki aşığın konuşmaya başlamasının üstünden birkaç dakika geçmiştir ki, odanın arkasından Dona Carmen babasının bağırmalarını duyar. Arkadaşı Dona Brigida, babasının odaya girmesini engellemeye çalışsa da başaramaz ve babası Dona Brigida’yı iterek odaya girer ve hançeriyle tek bir darbede Dona Carmen’i öldürür.

Don Luis: sessizlik içinde şok olur. Dona Carmen’in tuttuğu eli yavaş yavaş soğur ve Don Luis: bu pürüzsüz, soluk ve cansız sevgilisine bir öpücük bırakır. Evet tam bu nokta: günümüzde “Kiss Alley” olarak bilinmektedir.

İki evin iki balkonu arasındaki mesafe, yalnızca 69 cm. dir. Don Luis: bu ayrılık sonrasında “La Valenciana” madeninde intihar etti.

Meksika Guanajuato Don Kişot Müzesi

 

Don Kişot Müzesi-Museo Iconografico del Quijote

Burası Allende Plazada Don Kişot ve onun yaratıcısı Sancho Panza’ya adanmış bir müzedir. 1987 yılının sonlarında açılan müzede 17 oda ve avlularda: Salvador Dali, Jose Guadalupe Posada gibi sanatçıların resim, baskı, heykeller ve el sanatlarını kapsayan 800 parça eser sergilenmektedir.

Öte yandan bu eşsiz koleksiyonda Don Kişot figürleri ilgi çekmektedir. Ayrıca: Honore Daumier, Pablo Picasso ve Miguel de Cervantes Savedra gibi sanatçıların eserlerine isimlerini veren kahramanların figürleri de bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Yer altı Sokağı

Yer altı Sokağı

Burası da şehirde kaçırılmaması gereken bir yerdir. Calle Miguel Hidalgo olarak bilinen, şehrin içinde çalışan eski bir nehir alanıdır. Günümüzde ise şehir trafiğini hafifletmek için kanal yol olarak inşa edilmiştir.

Meksika Guanajuato Plaza Mayor

Plaza Mayor-La Paz

Burası şehrin merkezinde, şehrin en güzel binalarıyla çevrili, yarı üçgen kare bir meydandır. Meydanda bulunan bronz anıt, mermer ocağı bazlı ve kurtuluş savaşının sonunu anmak için yapılmıştır. Anıt Başkan Porfirio Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır.

Meksika Guanajuato Teatro Juarez

Teatro Juarez

Bu yapı 1872-1903 yılları arasında inşa edilmiş ve Meksika’nın en güzel tiyatrolarından birisidir. Tiyatro Başkan Diaz tarafından 27 Ekim 1903 tarihinde açılmıştır. Özellikle: 8 tane Roma Dor sütunları ilgi çekmektedir. Konumları arasında bir art nouveau fuaye bulunmaktadır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Hidalgo Pazar

Burası da Başkan Diaz tarafından 1910 yılında açılmıştır. Onun cephesi yöreye özgü pembe taştır. İnce demir kulesinin tepesinde dört yüzlü bir saat bulunur. Metal kubbede 30 pencere bulunur ve 35 metre genişliğinde ve 70 metre uzunluğundadır. Burada özellikle yöresel tatlılar ve el sanatları satın alabilirsiniz.

 

Mumya Müzesi-Museo de los Momias

Şehre gelen turistlerin ilk uğrak yerlerden birisidir.
19. yüzyılda şehirde uygulanan bir mezarlık vergisi varmış. Her mezar için yıllık vergi ödeniyormuş. Eğer ölünün yakınları bu vergiyi ödemezse, mezar yeri hakkını kaybeder ve merhumun naşı mezarından çıkarılırmış.

Sonunda, kimse bu vergiyi ödemeye yanaşmayınca gömülenlerin % 90’ının mezarları Belediye tarafından boşaltılmıştır. Bu arada 1833 yılında Guanajuato’da kolera salgını baş göstermiştir. Ölüler, salgın yayılmasın diye aceleyle gömülmüştür. Salgında ölenlerin yakınları mezarlık vergisini ödemeyince mezarlar açılmış ve bazı ölülerin bedenlerinin bozulmadan kaldığı fark edilmiştir.

Bölgenin kuru havası ve topraktaki mineraller bir nevi doğal mumyalama işlevi görmüştür. 1865 yılında Santa Paula mezarlığında yatan ilk mumyalanmış vücut ayıklanır ve yüzden fazla beden mezarlıktan alınıp sergilenmeye başlamış ve böylece 1865 yılında Mumya Müzesi resmen açılmıştır.

Ölülerin açıkça sergileniyor oluşu ürkütücülüğü bir yana, mumyaların yüzünde de korkunç ifadeler vardır. Mezarlar boşaltıldığında, mumyaların yüz ifadelerinden salgının yayılmasını engellemek isterlerken merhumların bazılarının diri diri gömüldüğü anlaşılmıştır.

Alman yönetmen Werner Herzog, bu mumya görüntülerini “Vampir Nosferatu” filminde kullanmıştır.

Ölülerin bedenlerinin bu şekilde sergilenmesinin etik olup olmadığı sorusu, yıllık bir milyona yakın ziyaretçi sayısı göz önüne alınınca boşlukta kalmıyor olabilir. Müzenin, kasabanın turizm bütçesine katkısı yadsınamaz.

Mumyalar bu müzede camlar arkasında, vitrin benzeri yerlerde sergileniyor. Kimisinin üzerinde halen yırtık pırtık elbiseleri duruyor, kimisinde ise sadece çorapları vardır.

Meksika Guanajuato Hidalgo Pazar

Müze turunun sonunda, asıl etkileyici sahneye tanık oluyorsunuz. “Dünyanın en küçük mumyası” etiketiyle sergilenen altı aylık cenin.

Sezaryan sırasında annesiyle birlikte ölmüş, bedeni şu an neon ışıklar altında sergileniyor. Yapılan araştırmalara göre kadının ölüm yaşının 40 olduğu yani 19. yüzyılda anne olmak için çok fazla yaşlı olduğu düşünülüyor.

Böyle ileri bir yaşta gebelikte gerekli besinleri alamadığı ve o nedenle kötü beslenme yüzünden öldüğü veya aynı dönemde bir kötü kadın (fahişe) olduğu düşünülüyor. Bu dünyanın en küçük mumyası, başlangıçta annesinin kollarında sergilendi, şimdi ise ayrı sergileniyor. 5 yada 6 aylık bir gebelik sürecinde olduğu düşünülüyor. Muhtemelen ölü doğmuş ya da doğum sırasında ölmüş olabilir.

Müzeye gelen bazı anne-babaların yanlarında çocuklarını da getirmeleri bence bu görüntüler nedeniyle hiç hoş olmuyor.

Meksika Guanajuato Ölüler Günü

Dia de los Muertos-Ölüler Günü

Nobel ödüllü Meksikalı yazar Octavio Paz: yurttaşlarının ölüme yaklaşımlarını şöyle değerlendirir “Meksikalılar için ölüm bilindik bir şeydir.

Ölümün şakasını yapar, onu kucaklar ve hatta onu kutlarlar. Doğrudur, onlar da herkes gibi ölümü ancak en azından ölümle yüzleşince bilirler. Ölümü bazen küçümserler”

Octavia Paz “Meksikalılar ölümü kutlar” derken aslında mecazi anlamda söylemiyor.
Meksikada 28 Ekim tarihinde “Ölüler Günü” kutlamaları, resmi tatil ilan edilen 2 Kasım’a kadar sürüyor. 2 Kasım’da: ölülerin ruhlarının ilahi izinle dünyaya indiğine inanılıyor.

Böylece merhum, arkadaş ve akrabalarını ziyaret etme, dünya zevklerini yılda bir kez de olsa tatma olanağı buluyorlar. Angelito denen küçük meleklerin, yani bebeklerin ve çocukların ruhlarıysa büyüklerden bir gün önce, 31 Ekim gecesi iniyor ve ertesi günü ailesiyle birlikte geçiriyor.

Ölüler günü öncesinde mezarlıklar çiçeklerle süsleniyor. O sabah aileler, yitirdikleri yakınlarının mezarlarını ellerinde mumlar, kadife çiçekleri, içecek ve yiyeceklerle ziyaret ediyorlar. Çocuk mezarlarına oyuncaklar, büyüklerinkine ise tekila şişeleriyle gidiliyor. Ruh mezarını bulabilsin diye ağır kokulu tütsüler yakılıyor.

Ardından mezarın yanına piknik örtüleri seriliyor ve merhumun sevdiği yiyecekleri hep birlikte yiyorlar. Ölüm yakın zamanda gerçekleşmiş ise, aileler bazen mezarlığa arkalarında müzisyenlerle birlikte geliyorlar ve yakınlarının sevdiği parçaları çaldırıyorlar.

Ruh önce mezarlığa sonra da eve geliyor. Azteklerin ölülerini hatırlamak için yetiştirdikleri sarı/turuncu renkli kadife çiçekleri, ruhun evi bulmasına yardımcı oluyor. Evde “ofrendas” denen sunaklar, yani üzeri delikli, renkli kağıt örtülerle kaplı küçük masalar ruhun gelmesini bekliyor.

Sunakların üzerinde merhumun resimleri, mumlar, tütsüler ve bu güne özel yapılan tatlımsı “pan de muertos” (ölü ekmeği) bulunuyor.

Bunların yanında, yine merhumun sevdiği yiyecekler ve şekerden yapılan, alnına merhumun isminin yazıldığı bir kurukafa var. Ruh eve gelince bu yiyeceklerin özünü ve aromasını alıyor. Ruh evi terk edince bu yiyecekler ve şekerden kurukafa, akrabalar, arkadaşlar ve komşular arasında paylaşılarak yeniliyor.

Kurukafa geleneği ise, Azteklerden geliyor. Aztekler ve diğer Mezoamerika toplumları, esirlerin kafataslarını zaferlerinin sembolü olarak saklar, törenlerinde sergilerlermiş. İnanışlara göre kurukafa ölümü ve yeniden doğuşu simgeliyor.

Yaşamın sadece bir rüya olduğuna, ancak öldükten sonra bu rüyadan uyanıldığına inanan Aztekler ölümü bir son gibi görmezlermiş.

İspanyol işgalciler bu törenleri Katolik inanışına saygısızlık diye nitelendirerek barbar dedikleri yerlileri bu geleneklerinden vazgeçirmek için çok çabalamışlardır.

Çabaları sonuçsuz kalınca da bu törenleri biraz olsun Hıristiyan dinine uygun formata sokabilmek amacıyla “Ölüler günü” tarihini kendi Azizler Günüyle çakışacak şekilde değiştirmişlerdir.

Daha önceleri Azteklerin güneş takvimine göre, Ölüler Günü Ağustos başında kutlanıyormuş.

Ölüler günü gecesinde aileler yakınlarının ruhlarıyla yine mezarlıkta buluşuyor.Ruhları dansa davet etmek için mezarlığın girişindeki çanlar çalınıyor. Azteklerin güneşe hürmet danslarının bir benzeri olan The Danza de los Viejitos’ta (Yaşlı adamın dansı) hep beraber dans ediliyor.

Daha sonra kadınlar ve çocuklar karanlıkta ellerinde mumlarla yakınlarının mezarlarını buluyorlar. Dua ve ilahiler söylemeye ölen yakınlarının sonsuz huzura kavuşması için Tanrıya yakarmaya başlıyorlar. Erkeklerse sessizce olup biteni izliyorlar.

Sosyologlar, Meksikalıların bu geleneklerine halen sıkı sıkıya bağlı kalmalarını ve ölülerine yas tutmaktansa insanoğlunun varoluşunun devamını kutlamayı yeğlemelerini Meksika’nın fırtınalı geçmişiyle açıklıyorlar.

İspanyol işgalcilerin yerli katliamları ve kanlı Meksika Devriminin yanı sıra son dönemdeki kartellerin yarattığı şiddet, ister istemez “doğal olmayan ölümlerle yüzleşmeyi gerektiriyor.

Meksikalı entelektüellerin devrim sonrasında ölüm kavramını sürekli işlemeleri, bu konunun insanların zihninde iyice yer etmesine yol açmış. Diego Rivere bir konuşmasında bu konuyla ilgili olarak şöyle söyler “Bir bakın atölyeme. Her yerde ölümü göreceksiniz. Her boyutta ve her renkte ölümü”

Meksika Guanajuato Diego Rivera

Diego Rivera-Museo Casa Diego Rivera

Mumya müzesini gezdikten sonra Diego Rivera’nın müzeye dönüştürülen evine gitmelisiniz.
Diego ve ikiz kardeşi 1886 yılında bu evde doğmuştur. Anneleri doğum sırasında komaya girince öldü sanılmış.

Neyse ki, bir hizmetli nefes aldığını fark etmiş de kadıncağız canlı canlı tabuta konmaktan kurtulmuştur. Bir sene sonra Diego ikiz kardeşini kaybetmiş ve tek çocuk olarak büyümüştür.

Daha küçük bir çocukken ilk sergisini açan Diego aldığı bursla Madrid’e gitmiş, Avrupa’nın çeşitli ülkelerini dolaştıktan sonra, 1911 yılında Paris’e yerleşmiştir. Burada Cezanne’dan çok etkilenmiş kübizme yönelmiştir.

Meksika’ya döndükten sonra duvar resimleri yapmaya başlayan Diego 1929 yılında, Frida Kahlo ile evlendiği yıl, Meksika komünist partisiyle ters düşerek partiden atılmıştır.

Komünist parti, Diego’nun devletin hizmetinde çalışmasını kabul edilemez bulmuş. Diego devletten aldığı maaşla yetinemeyince Frida’yı da alarak Amerika’ya taşınmıştır. Detroit şehrinde çalışırken Rockefeller’in daveti üzerine New York şehrine gitmiş ve yeni RCA binasında devasa bir duvar resmi yapmaya başlamıştır.

İlk yaptığı işlerden biri Moskova’daki 1 Mayıs kutlamalarını resmetmek olunca, Rockefeller bu konuda rahatsız olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine bir de Lenin’in portresini eklemesi, Diego’nun çok geçmeden işten kovulmasına neden olmuştur. Frida ile birlikte 1934 yılında Meksika’ya dönmek zorunda kalmıştır.

Yaptığı fresklere siyasi görüşlerini yansıtan Diego halk arasında politik bir lider gibi saygınlık kazanmıştır. Meksika tarih ve geleneklerini, toprak, çiftçi ve işçileri resmettiği canlı renklere sahip eserleri, Diego’yu sadece Meksika’nın değil, dünyanın 20. yüzyıldaki en büyük sanatçılarından biri yapmıştır.

Bugün birçok Meksikalı Diego’nun Frida’dan daha büyük bir sanatçı olduğunu düşünüyor ve onun haksız bir biçimde Frida’nın gölgesinde kaldığını iddia ediyorlar.

1954 yılında Frida’yı kaybettiğinde Diego yıkılmış “Artık söylemek için çok geç ama anladım ki hayatımdaki en harika şey Frida’ya olan aşkımdı”.

Frida’nın ölümünden bir yıl sonra: kendisine kanser teşhisi konmuştur. Diego’nun 1957 yılında kalp rahatsızlığından ölmeden önce, küllerinin Frida’nınkilerle karıştırılması vasiyetinde bulunmuş, bu vasiyeti devlet tarafından yerine getirilmemiş ve başkentteki Panteon Civil de Dolores mezarlığına gömülmüştür.

Bugün bu müzede, Diego’nun kişisel eşyalarının yanı sıra kübizm dönemi eserleri ve erken dönem çalışmaları görülebilir.