Anzer yaylası ve Anzer balı ile öne çıkan, şirin ve yemyeşil bir yöre.
ULAŞIM
İkizdere ilçesi: sahilden, 36 km. içeride kalmaktadır. İl merkezi Rize’ye: 54 km. uzaklıktadır. Rize-Erzurum kara yolu üzerinde bulunmaktadır. Dik yamaçlar ve doğal güzellikleri hemen gözünüze çarpacaktır.
TARİHİ
İkizdere, tarihi süreç içinde, uzun süre Roma egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra, ilk Türkler; Yıldırım Beyazıt ordusundan ayrılıp, buraya gelen: Süleyman Çelebi ve askerleridir. Türklerin, gerçek anlamda, yöreye yerleşmeleri ise: 1463 yılından sonra gerçekleşmiştir.
1878 yılında, Rize sancak merkezi olunca, burası da nahiye olmuştur. 93 Harbinde, Rus işgali görülüyor.
İlçenin isminin kökeni: 1933 yılına kadar, yörenin ismi “Kura-i Seba” olarak biliniyormuş. Bu tarihten sonra ise, bucak merkezi olarak “İkizdere” ismi kullanılmaya başlanır.
Rize İkizdere
GENEL
Rize ilinin, yüz ölçümü açısından en geniş ilçesidir. Doğu Karadeniz bölgesinde, daha yoğun olarak yaylaları ile tanınıyor. Yükseklere doğru çıkıldıkça: ormanlar, yerlerini çıplak yaylalara bırakıyor.
İlçe merkezi: yüksekliği 2000 metreyi bulan, sarp ve yüksek Rize dağlarının birleştiği derin bir vadide kurulmuştur. Çamlık deresinin ile Cimil deresinin birleştiği yerde kurulan ilçe: iki dere anlamında kullanılan “İkizdere” adını almıştır.
İlçe nüfus açısından değerlendirildiğinde: yaz aylarında, ilçede yaklaşık 20.000 kişi yaşamakta iken, kışın bu sayı 5.000 civarına düşmektedir.
İlçe ve köylerinin geçimi: tarıma dayanmaktadır. Ancak: ilçe ekonomisinin asıl kaynağı: gurbetçilik. Bu yüzden, köylerden şehre doğru, göç olayı görülmektedir. Dünyaca ünlü: Anzer Balı, buraya özel bir anlam kazandırmaktadır.
Rize İkizdere
ANZER BALI
Anzer Yaylası bölgesinde üretiliyor. Binlerce çiçek çeşidinin bulunduğu, Anzer bölgesi: iki köyden oluşuyor. Bunlar: Ballı köy ve Çiçekli köy. Bu isimler, bölgenin en belirgin özellikleri olan bal ve çiçekle, ne kadar bütünleştiğini gösteriyor. Arıların polen topladıkları bu 500 e yakın farklı çiçek türünden, 80 tanesi, yalnızca bu bölgede, Anzer bölgesinde bulunuyor. Bu da, çok özel bir durum.
Anzer tarihinin çok eski olduğuna dikkat çeken Anzerliler, eskiden dedelerinin kara kovanlarda daha kaliteli ballar ürettiklerini, Anzer balının ana vatanının da bu yayla olduğunu belirtirler. Zamanla, bakımı daha kolay olduğu için, suni kovanlara dönülmüş ve eski balların tam kıvamını yakalamak mümkün olmamaktadır.
Evet, Anzer balı: renksiz, kokusuz ve kristalleşme özelliği bulunmuyor. Anzer balının: insan sağlığı açısından (kanser, iltihaplı hastalıklar, eklem ağrıları ve verem gibi) birçok hastalıkta, şifa verdiği, bilim çevreleri tarafından tespit edilmiş.
Balın sırrı: bine yakın çiçek çeşidinden elde edilmesinde yatıyor. Bölgede: kaliteli ve bol bal elde etmek için: arının türünün de bölge şartlarına uyum sağlaması gerekiyor. Özellikle: Kafkas ırkı diye adlandırılan soğuk iklim arıları, bu bölgede daha verimli çalışıyorlarmış.
Ancak, bu balın üretimi, özellikle hava şartlarına bağlı. Çoğu kez: ya hiç, ya da çok az miktarda üretilebiliyor ve buna bağlı olarak satış fiyatları, çok yüksek miktarlara kadar çıkıyor. Hava şartları demiştim ya: özellikle bal çiçeklerinin sisli havalarda, arıların bal almalarına imkan vermemesi, bölgedeki havanın yoğun olarak sisli olması, anzer balının üretim miktarlarını çok düşürüyor.
Tabii sonuçta ortaya, sahte anzer balları çıkıyor. Hani, satın almaya kalkarsanız, yanılıp sahte Anzer balı almamanız gerekir. Çünkü: sonuçta, muhteşem bir fiyat farkı var. (kilosu: 400 TL. civarında)
Gerçek Anzer Balı: arıcılar tarafından oluşturulan kooperatifte toplanıyor. Toplanan ballardan alınan numuneler; Hacettepe Üniversitesine gönderiliyor. Yapılan tahlil sonuçlarında, Anzer florasına uygun olduğu tespit edilen ballar, kooperatif tarafından etiketlenip, ağızları mühürlenip satışa sunuluyor. Yıllık bal üretimi: normal şartlarda, 200-250 km. arasında değişiyor.
Rize İkizdere
YAYLACILIK
Yörede, yaylacılık çok eski dönemlerden, günümüze kadar süregelen bir gelenektir. Bugün, yaylaya çıkanlar, iki gurup altında toplanırlar. Öncelikle: ihtiyaç nedeniyle yaylaya çıkanlar ve Rize dışında yaşayıp ta, Rize ile bağlantılarını koparmayan yöre insanları.
Bu insanlar: eski yılların özlemini gidermek, tatillerini geçirmek, büyük kentlerin gürültüsünden kurtulmak ve doğa ile baş başa kalmak için yaylalara çıkarlar. Ancak, bunların sayısında son yıllarda belirgin bir azalma görülmektedir.
YAYLA ŞENLİKLERİ
İkizdere ilçesinde: her yıl, yaz aylarında yöresel şenlikler yapılıyor. İkizdere yaylalarında: Ağustos ayının ilk haftasında: Ovit, ikinci haftasında: Homeze, üçüncü haftasında: Çağrankaya ve son haftasında: Varda yayla şenlikleri yapılıyor.
Bunların dışında, Belediye Başkanlığı tarafından, her yıl, 20-22 Haziran tarihlerinde düzenlenen, Dağ Horozu Şenlikleri de büyük ilgi çekiyor.
NE SATIN ALINIR
İkizdere ilçesinden, Şimşir köyünde üretilen, şimşir kaşık türlerinden satın alabilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER
ŞİMŞİRLİ CAMİSİ
İkizdere, Şimşirli köyündedir. Derin bir vadiye bakmaktadır. Karadeniz bölgesinin en öne çıkan ahşap camilerinden biridir. 1849 yılında, tamamen kestane ağacından yapılmıştır. İki katlı ve iç mekanı, inanılmaz güzel bir ahşap işçiliğine sahiptir.
Rize İkizdere Anzer Yaylası
ANZER YAYLASI
İlçenin 39 km. güneyindedir. İkizdere-Dereköy arası: 4 km. asfalt ve 25 km. ham toprak yoldur. Yaz aylarında, ilçe merkezinden dolmuş ile ulaşmak mümkün. Yaylanın rakımı: 3000 metre. Alt yapı hizmetleri tamamlanmış durumda.
Bakkal, kasap, fırın, manav, kır kahvesi ve lokantalar bulunuyor. 1991 yılında, Anzer Turizm Merkezi olarak ilan edilerek koruma altına alınmış. Doğallığını korumak şartıyla, vatandaşların kullanımına izin veriliyor. Yaylada: alternatif turizm çeşitlerinden: trekking, yamaç paraşütü ve zirve tırmanışları için elverişlidir.
Çok sayıda hastalığa şifa olduğu öne sürülen, Anzer Balı da burada üretiliyor.
Konaklamak için: çok sayıda pansiyon var. Her türlü yeme-içme ihtiyaçlarının karşılanması mümkün.
Eskişehir Yazılıkaya: Yazılıkaya ve Midas kenti, günümüzden binlerce yıl önce, Eskişehir-Afyonkarahisar ve Kütahya illeri arasında uzanan ve “Dağlık Frigya Bölgesi” olarak isimlendirilen yerde kurulmuştur.
Frigyalılar: tarihleri boyunca bu bölgede siyasi ve kültürel açıdan, güçlü ve etkili olmuşlardır.
Gezeceğimiz yerde göreceklerimizi iyi değerlendirebilmek için, önce Frig yaşamı hakkında kısa bilgi vermek istiyorum.
Frig nüfusunun büyük bölümü: tarım ve hayvancılıkla geçinin köylü sınıfından oluşmuştur. Çiftçilikle uğraşan toplumlarda, büyük toprakları rahipler yönetir. Hayvancılığa bağlı olarak gelişen “dokumacılık” kolu, Frigler için önemli bir iş kolu olmuştur.
Tümülüslerde: ahşap masa, sehpa, iskemle gibi, farklı ağaç türlerinin birlikte kullanıldığı mobilyalar bulunmuş olup, bunlar; Friglerde zengin orman kaynaklarına bağlı olarak marangozluk ve mobilyacılığın çok geliştiğini gösterir.
Tümülüslerin mezar odalarının yapımında, kereste olarak siyah çam kullanılmış: mobilyacılıkta ise şimşir, sedir, ardıç, ceviz, porsuk ağacı kullanılmıştır. Onlar bezeme ustalarıdır. Friglerde en gelişmiş endüstri dallarının başında “madencilik” gelir.
Maden işçiliği son derece gelişmiştir. Türk hamamlarının geleneksel göbekli taslarının atası olan kaselerle birlikte, kazanlar, kepçeler, testiler ile birlikte, Anadolu’da Friglerle birlikte moda olan çengelli iğnenin atası fibulalar: Friglerin gelişmiş maden teknolojisinin en güzel kanıtları olarak günümüze kadar ulaşmıştır. (Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.)
Ayrıca, metal aletlerle taşları biçimlendirdiler. Boğa şeklindeki kadehleri, Balkanlara kadar gitti.
Eskişehir Yazılıkaya
Yazılıkaya/Midas kentinin keşfi ve arkeolojik araştırmalar ve restorasyon
Dağlık Frigya bölgesi ve Midas kenti araştırmaları: 1800 yılında bir İngiliz subayı olan William Martin Leake ve arkadaşlarının Yazılıkaya/Midas anıtını keşfetmesiyle başlar. Bu keşifte anıtın kabataslak çizimi yapılır. Hatıralarında “kayaya oyulmuş, üstü yazılı anıtlar” gördüğünü yazar. Bu kabataslak çizim: birçok hata ve eksiğe rağmen, Frig fasadlarının genel görünüşü hakkında fikir veren ilk çizim olması nedeniyle önemlidir.
1834 yılında, Ch Texier, anıtı inceleyerek gravürünü yapar. Bu gravür, bu anıtın aslına uygun ve tüm görkemini yansıtan ilk ve tek gravürdür.
1886-1893 yılları arasında, buraya gelen arkeolog Radet: anıtın hemen altındaki bölgeye “Yazılıkaya köyü” nün kurulduğunu görür ve yazar.
Yazılıkaya’ya Midas kenti adını veren ilk araştırmacı ise W. Ramsay’dır.
1937-1939 yılları arasında, İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü Müdürü Sanat Tarihçisi Albert Gabriel, Hollandalı arkeolog C.H.Emilie Haspels ile birlikte, Yazılıkaya’da ilk sistemli arkeolojik kazılara başlar. Bu çalışmalarda, ana kayanın üstünde, yer yer 3 metre kalınlığa ulaşan dolgu toprağın altında: kuzeye doğru meyilli bir avlu (17×19 metre), hemen güneyinde sütunlu bir galeriye ait ana kayaya oyulmuş düzgün bir taban ve 4 adet sütun kaidesi gün ışığına çıkarılmıştır. Doğu-batı doğrultusunda uzanan bu galeri, batı yönde büyük bir nişle sınırlanır.
Araştırmacılar, burada bir anıtsal fasad, üzeri açık bir avlu ve bir sütunlu galeriden meydana gelen, Ana tanrıça Matara adanmış büyük bir açık hava kült kompleksi bulunduğu görüşünde birleşirler. 2’nci Dünya Savaşının başlamasıyla ara verilen kazılar, 1948 yılında, savaşın ardından İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Halet Çambel’in sorumluluğunda yeniden başlar.
Aralıklı dönemlerde, 1958 yılına kadar devam eden kazılarda, Haspels; geniş çaplı yüzey araştırması yapar. Bu araştırma sonucunda bir kitap yayınlanır. Bu kitapta: Dağlık Frigya bölgesinin; tarih öncesi dönemden Osmanlı dönemine kadar uzanan geniş bir dilimi anlatılır.
1990-1993 yılları arasında, Eskişehir Arkeoloji Müzesi Müdürlüğü, Yazılıkaya/Midas şehrinde anıtın çevresinde ve sarnıçlarda temizlik çalışmaları yapar. Tüm araştırma ve kazılar sonunda : Midas kentinin kayalara oyulmuş, çok sayıda ve en anıtsal dini yapılarla donatılarak Frigler tarafından ayrıcalıklı bir konuma yükseltildiği tespit edilmiştir.
2012 yılında Yazılıkaya anıtında restorasyon yapılır. Restorasyonda: anıtın üzerine, kış mevsiminden önce dökülen su geçirmeyi önleyici kimyasal malzeme, aradan bir yıl geçmeden yok olduğu, ayrıca bu kimyasal malzemenin, anıtın renk değiştiren özelliğini de yok ettiği söyleniyor. Yine söylenenlere göre: ana kayadaki çatlakların giderilmesi için yapılan restorasyonda kullanılan çimento dolgularının pul pul döküldüğü söyleniyor.
Evet, Frigyalılar ve yapılan arkeolojik kazılar hakkında bu bilgileri verdikten sonra Yazılıkaya/Midas kentine gelelim.
Burası: Günümüzde Eskişehir-Çifteler-Han ilçesi sınırları içindedir. Eskişehir merkezine uzaklık: 70 km, Ankara merkezine uzaklık: 200 km, Han ilçe merkezine 20 km ve Çifteler ilçe merkezine ise 39 km uzaklıktadır.
Eskişehir Yazılıkaya
Midas kenti ve Yazılı kayayı ziyaret etmek için; tabelaları takip ederek bölgeye geldiğinizde, sizi Yazılıkaya köyü karşılar. Ana yollardaki yazılıkaya tabelaları gayet düzgün ve yeterli, yani burayı bulmak zor değil.
Midas kentinin hemen batı yamacındaki bu köy: 1892 yılında, ana vatanları olan Kafkasya’dan yola çıkan “Karaçaylılar” tarafından kurulmuştur. Burayı tercih etmelerinin başlıca sebebi: bölgenin Kafkasya’ya benzer şekilde çam ormanlarıyla kaplı olmasıdır. İlk kurulduğunda “Çerkez köyü” olarak isimlendirilen yerleşim, zaman içinde “Yazılıkaya Köyü” olarak isimlendirilir.
Eskişehir Yazılıkaya
Köyün hemen girişinde: uzaktan Yazılıkaya anıtını göreceksiniz, hemen sağ yanda ise yol üzerinde “Ziyaretçi otoparkı” tabelası bulunan bir boşluk var. Aracınızı veya tur ile geldiyseniz otobüs burada bırakılıyor ama bırakmayın, çünkü aracınızı burada bırakırsanız, anıtın bulunduğu yere ulaşmak için köy içinden 350-400 metre kadar yürümeniz gerekiyor.
Aracınız ile devam edin ve yine tabelaları takip ettiğinizde: anıtın hemen yakınında güzel bir tek katlı yapı göreceksiniz. Bahçesinde “Atatürk büstü” ve bayrak bulunan bu yapının hemen önünde uygun bir otopark var, aracınızı buraya bırakabilirsiniz (pek büyük değil, belki otopark bulmak sıkıntılı olabilir, bulamazsanız köyün girişindeki otoparka dönersiniz) Ardından: bu tek katlı yapıya girin, orada sizi Han Belediyesi tarafından görevlendirilen bir görevli karşılıyor.
Kendisi size şehrin gezi rotasını; harita üzerinden tanıtıyor, yapının içinde tertemiz tuvaletler var, ayrıca: bekleme salonu ve çay ocağı var, ziyaretçiler için gerçekten böyle güzel bir ortam hazırlayan; ilgili ve bilgili bir personel görevlendiren Han Belediye Başkanına ve görevli Ahmet’e teşekkür etmek gerek.
Ülkemizin resmi makamlarının ve özel kurumların yeterli ilgi göstermediği bu tarih hazinesi yere: kendi imkanlarıyla bir şeyler yapmaya çalışan bu insanlar, gerçekten ülkemiz turizmi için isimsiz birer kahraman sayılabilir.
Zaten Midas antik kentinin kapısından içeri girdiğiniz anda; belli belirsiz isim ve tanıtım tabelaları göreceksiniz. İsim tabelaları: parlak mermer üzerine yapılmış, özellikle güneşli bir günde bunların üzerinde yazılanları okumak mümkün değil, tanıtım tabelaları ise bazıları yerlerde, daha ayrıntıya girmek anlamsız, kötü, ilgililerin yani resmi makamların bu konulara çözüm bulmaları, gerekli ilgi gösterilmeyen alanda hiç olmazsa uygun ve ayrıntılı tabelalar dikerek ziyaretçileri bilgilendirmeli ve yönlendirmeliler. Zaten, şu an okuduğunuz site, bu eksiklikleri gidermek için hazırlanmıştır.
Ülkemizde birçok tarihi yeri gezmiş birisi olarak, daha önce hiç isim kullanmadım, ama burada gerçekten bu insanların kendi çapında hizmeti gözünüze çarpacaktır. (Geziye başlamadan önce, görevli Ahmet’e çay demlemesini söyleyebilirsiniz, gezi sonrasında yorgunluk çayı içebilirsiniz)
Evet, ben gezinize başlamadan önce: gerek Midas şehri ve gerekse Yazılıkaya anıtı ile ilgili bilgiler vermek istiyorum. Ardından: gezimize başlayabiliriz.
Eskişehir Yazılıkaya
GEZİ PLANI-ROTASI
Gezi için mutlaka lastik tabanlı ayakkabı giymelisiniz. Ayrıca: güneşe karşı şapka giyerek korunmalı, yanınızda mutlaka su bulundurmalısınız. Yerler çoğu yerde kaygan, yani çevre çok yüksek olmasa da kayarsanız mutlaka sıkıntı yaşayabilirsiniz, bu yüzden özellikle çimenlere ve üzerinde kum bulunmayan kayalara basmalısınız.
Eskişehir Yazılıkaya
Bölgeye giriş için herhangi bir ücret ödenmiyor. Yukarıda sözünü ettiğim, Belediye tarafından yaptırılan konuk evinde, mutlaka önce gezi planını görün, tur yaklaşık 1.5-2 saat kadar sürüyor, yorucu olmaması için, sol yandan tura başlamanızı öneririm, sağ yandan başlarsanız, ileri aşamada dik rampalarla karşılaşacaksınız.
Girişte: ilk yer: Yazılıkaya anıtıdır. Hemen karşısında Kırkgöz kayalıkları var. Yürümeye devam edince, sarnıç görülüyor. (Sarnıcın varlığını, kayalara oyulmuş merdivenlerden anlayabilirsiniz) Sonra Bitmemiş anıt, hemen solda kalıyor. Devamında, antik yol üzerinden ilerleniyor, bir köprü ve ardından Frig kaya mezarı, sarnıçlar, sunaklar ve Sümbül anıtı görülüyor.
Devamında “Kutsal Yol” yani “Kral yolu” görülüyor. Kutsal yol üzerinde yine kaya mezarları bulunuyor. Bu kaya mezarlarından bazıları, yerden yüksek, tırmanmayı tercih edenler bunların da içine girip görebilirler.
Evet, 1,5-2 saatlik turun ardından gezi bitiyor.
Eskişehir YazılıkayaMİDAS KENTİ
Yapılan arkeolojik araştırmalar sonucu buluntulara göre, buradaki yani kayalık platform üzerindeki ilk yerleşimin, küçük bir köy olarak, MÖ 3500 yıllarına yani tarih öncesi dönemlere kadar gittiği düşünülmektedir.
Bu küçük yerleşim, MÖ 2000’li yıllarda, büyüyerek şehir haline gelir. Bu tarihte bölgeye yerleşen Hititler: kendi stil ve anlayışlarına uygun kaya kabartmaları ve yerleşimin çevresine kale duvarı yaparlar.
MÖ 1200 yıllarında: Makedonya ve Trakya’dan, Boğazları geçen Traklar, dalgalar halinde Anadolu’ya göç ederler, Hitit imparatorluğunun yıkılmasıyla yoğunlaşan bu göç dalgaları sırasında; Gordion (Polatlı-Yassıhöyük) başkent yapılır. İlk kral Gordios’un ölümünün ardından efsanelere konu olan oğlu Midas kral olur; sürekli savaştıkları Asurlularla barış yapılır.
Midas: iki önemli şehri ihya eder, bunlar Gordios ve dini merkez Yazılıkaya’dır. Bu yüzden, şehir “Midasın şehri” olarak isimlendirilir. Midas şehri, doğanın canlandığı, bereketin fışkırdığı, yaşamın kucaklandığı bir kült alanıydı.
Sonraki dönemde, Romalı bazı yazarlar, bu bölgenin havasının sağlıklı ve toprağının bereketli olduğundan söz ederler. Zaten, bölgeye Frig döneminde de “Sağlıklı Frigya” anlamına gelen “Phriygia Salutaris” denir. Siz de gezerken: belli yerlerde kuvvetli esintisi olan bu havanın güzelliğini hissedeceksiniz.
Zamanla: deniz seviyesinden 1315 metre yüksekte, tüf kayalardan oluşmuş; vadi taban seviyesinden 60-70 metre yüksekte, 650 metre uzunluğunda ve 320 metre genişliğindeki plato üzerine kurulan şehir, iyice büyür ve gelişir.
Çevresi, muazzam kale duvarlarıyla çevrilerek koruma altına alınır. Günümüzde de, şehri doğal bir sur gibi çevreleyen kayaların belirli noktalarında bulunan, basamak şeklinde kesilmiş temel yuvaları, bir savunma sisteminin varlığını kanıtlar.
Şehrin ana girişi “doğu” yönündedir. Ana kayaya açılan rampalı yol: Kral yolu (Tören yolu) olarak bilinir. Bu rampa boyunca: kaya kütleleri üstüne, figüratif kabartmalar işlenmiştir. Platform düzlüğünde: temelleri kayalara oyulmuş büyük mabet ve iskan alanları oluşturulur. Mabetlerle birlikte: ana kayaya yontulmuş anıtsal ölçekli basamaklı sunaklar, kaya merdiveniyle inilen tonoz örtülü iki kaya tüneli ve güneybatı yönde alt terasta yapıldığı dönemde dünyanın en büyüğü olarak kabul edilen anıtsal kaya sarnıcı yapılır.
Sağlam kale duvarları içinde, su ihtiyacının karşılanması için yapılan su sarnıçları ve karlıklar; önlerine yapılan nöbetçi kulübeleriyle koruma altına alınmıştır.
Eskişehir Yazılıkaya
Yerleşkeyi çevreleyen yüksek tüf kayalıklarda ise, anıtsal ölçekli fasad (Yazılıkaya), basamaklı sunak ve nişlerden oluşan çok sayıda kült anıtı ve mezar oda oyulur. Kayalara oyulan bu anıtsal ya da küçük ölçekli dini yapılar: Friglerin doğayı tüm canlığıyla simgeleyen ana tanrıça Matar Kubileya’ya derin bağlılık ve saygıyı yansıtır.
Bu yüzden: şehri ve yazılıkayayı daha iyi anlamak için, Friglerin dini yapısını bilmek gerekir.
Eskişehir Yazılıkaya
Dini yapı
“Matar” yani “Ana” olarak isimlendirdikleri tanrıça, Frig halkının adeta tek tanrı gibi taptıkları “Ana Tanrıça” dır. Ana tanrıça Matar Kubileya: dağların, hayvanların, şehirlerin ve tarımın hakimi, genç kızların koruyucusu, doğanın, doğurganlığın, bereketin simgesidir.
Bu Anadolulu tanrıça, aynı zamanda: analığı, dişiliği, üremeyi ve dolayısıyla yaşamın devamını simgeler. Tasvirlere göre: ölüleri de yönetiyordu. Yanındaki “aslan” yol arkadaşı ve Frigya’nın sembolüdür. Tacı: tüm doğaya hakim oluşunun simgesidir.
Sevgilisi “Attis” ile buluştuğunda, tabiatın mutlu olduğuna, bereketin arttığına inanılırdı. Ayrıldıklarında ise, kış geliyordu. Attis, çıldırıp kendini hadım ettiğinde, saçılan kanlardan “menekşeler” meydana geldi. Kibele, sevgilisinin acısını dindirmek için, onu bir çam ağacına dönüştürdü. Yaz kış yapraklarını dökmeyen çam ağacı: sürekli yaşamı simgeler.
Kybele için düzenlenen şenliklerde, Gallos denen Attis rahipleri, dans ederken kendilerinden geçtiklerinde, cinsel organlarını kesip Kybele’ye sunarlar, sonra bu organlar toprağa gömülür ve toprak ana Kybele, böylece döllenir ve bereket sağlanırdı.
Frigler: birçok yerde; ibadet yerlerini tanrıçanın karakteri gereği: çoğunlukla yerleşkelerin dışına, su kaynakları, koruluk alanlar, ormanlık, ıssız ve gizemli doğanın ortasındaki kayalık alanlara kurarlar. Dağlık Frigya Bölgesinde kayalık alanlarda: fasadlar, sunaklar, nişler oyarlar, bunların önünde Matar Kubileya’ya taparlar.
Tanrıların kayalarda yaşadıklarına inanırlar. Burada: öne çıkan Fasadlar: üçgen alınlıklı, beşik çatılı Frig konutlarının yani megaronların kayalara oyulmuş ön cephesini temsil eder.
Bu cephenin en önemli bölümü: içine ana tanrıçanın heykellerinin ya da kabartmalarının bulunduğu, kapı biçimindeki merkezi kaya nişidir. Dini anıtların mimari tasarımları birbirinden farklı olsa da hepsi işlevsel olarak Matar Kubileya kültüne adanmış birer açık hava tapınağıdır.
Frig yaşamında, bu fasad anıtlarının en önemlisi Yazılıkaya/Midas anıtıdır. Dağlık Frigya bölgesinde: kayalara oyulan diğer bir anıt gurubu da “oda mezarlar” dır. Bu mezarlar, Tümülüsler gibi, soylu sınıfına aittir.
Eskişehir Yazılıkaya
YAZILIKAYA/MİDAS ANITI
Anıt: Midas şehri platosunun kuzeydoğu eteğinde, öne doğru çıkıntı yapan kaya kütlesi üzerindedir. Bu yüzden: çok uzaklardan bile görünebilmektedir.
Anıtın üstünde, Paleo-Frigce yazılar vardır. Bu yüzden, yöre halkı tarafından “Yazılıkaya”, sol pervazı üstünde ise “MIDAİ” yazmasından dolayı ise “Midas Anıtı” olarak bilinir.
Frig kaya anıtlarının en görkemlisi olan bu anıtın: MÖ 8 ile 6’ncı yüzyıllar arasında yapıldığı düşünülmektedir. Diğer kaya anıtları gibi: Ana Tanrıça Matar Kubileya’ya adanmış bir açık hava tapınağıdır. Tarih konusunda çelişkiler var.
Çünkü: Frigyalılar, krallarının birçoğuna “Midas” ismini vermişlerdir, bu yüzden Kral Midas döneminde yapıldığı bilinen bu anıtın, hangi Midas zamanında yapıldığı konusunda çelişkilerden söz edilir, muhtemelen MÖ 6’ncı yüzyılda yapıldığı güçlü bir iddiadır. Her yıl: Bahar aylarında, yeni yılı karşılama törenleri buradaki tapınakta yapılıyordu.
Eskişehir Yazılıkaya
Anıtın cephesi “doğuya” bakar. Çünkü: anılan tarihte Frig halkı ana tanrıça ile birlikte, bütün Anadolu’da olduğu gibi “Güneşi” de kutsal sayıyordu. Bu yüzden: şehirde yapılan bütün anıt ve sunaklar, doğu yönüne bakar. (Sadece bir tane anıt “Bitmemiş anıt” batıya dönük olarak yapılmaya başlanmış, ancak bitmemiştir.) Anıt, her sabah güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanır, güneş tanrısı, ilk olarak ona “merhaba” der.
Eskişehir Yazılıkaya
Anıtın ölçüleri: yükseklik 17 metre, genişlik 16.5 metredir. Yerden yükseklik 1.20 ile 1.80 metre arasındadır. İşlenmiş yüzeyi: 280 metrekaredir. Tüf kayalardan oluşmuş Yazılıkaya platosunun üzerinde, kolayca işlenebilen volkanik tüf kaya yüzeyine: megaron mimari tarzıyla Frig ahşap tapınak mimarisi cephe detayları işlenmiştir. Üçgen alınlık ve beşik çatılı tepe akroterlidir.
Tepe akroteri: karşılıklı iki daire parçasından oluşur. Alınlık ve cephe duvarı: geometrik motiflerden oluşan, zengin bir bezeme ile süslüdür. Bu geometrik bezemelere “meandır” denir. Süslemeler: üst pervaz: baklava motifi, alınlık pervazı: dikey bantlarla kesilen baklava motifi, cephe duvarı ise baklava motifleri arasına kare motifler işlenerek yapılmıştır.
Anıtı gördüğünüzde, bu kadar yükseklikte, o motiflerin nasıl yapıldığı, önüne iskele benzeri bir düzen mi kurulduğunu düşüneceksiniz? Bu sorunun cevabı, anıta 500 metre uzaklıkta bulunan yarım kalmış anıtta görülebilir.
Anıt: bütün bir kaya kütlesine, yukarıdan başlamak suretiyle oyulmuş, oyulan bölümün ön cephesindeki kaba kaya blokları da, cephe oyuldukça oyularak aşağıya doğru inilmiştir. Yani, kaya bir bütün olarak ele alınmış, ön kısım şekillendikçe, kayanın kaba ön bölgesi de aşağıya doğru yontulmuştur.
Eskişehir Yazılıkaya
Niş
Anıtın merkezinde, alt orta kısmında: kapıyı temsil eden “niş” bulunur. Cephe duvarının ortasında bulunan niş boyutları: 2.32×2.41 metredir. Derinliği: 1.02 metredir. Prof Gabriel: burada, büyük ihtimalle “metal çubuklarla niş tavanına tutturulmuş, bronz bir Kybele heykeli bulunduğunu” söyler.
Niş içine: yılın belli zamanlarında, ana tanrıça heykelinin konulduğu düşünülmektedir. Ancak, günümüze böyle bir heykel ulaşmamıştır, çalındığı düşünülüyor. Nişin alt ve üst kısmında görülen oyuklar: tanrıça kült heykelini sabitlemek için açılmış olmalıdır. Bir efsaneye göre: bu niş’in aynı zamanda bir kapı olduğu, bu kapının ölüler diyarına açıldığı da söylenmektedir.
Anıtın üstündeki yazılar
Anıtın üstündeki yazıları incelemeden önce, Frig yazısı hakkında bilgi vermek istiyorum.
Roma döneminde, Frigce “Tanrıların dili” olarak bilinirdi. Zeus ve Kibele’nin Frigce konuştuğuna inanıldığı için, ayinlerde de bu dil kullanılırdı. Frigler, batı dünyası tarafından bir Hint-Avrupa kavmi olarak kabul edildiklerinden, konuştukları dil de bu çerçevede ele alınır. Frig dili ve yazısının çözülmesinde, Grek ya da Latin alfabeleri referans alınmış, ancak tüm denemeler başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Mevcut yazıtlarda birbirini tekrarlayan ifadeler olduğu için gramer yapısı bilinmemektedir.
Günümüzde Frig yazısı okunabilmekte olmasına rağmen, henüz tam olarak çözülememiştir. Çünkü henüz araştırmacıların işini kolaylaştıracak, çift dilli bir yazıt (Frigce-Grekçe) ele geçmemiştir. Ayrıca, Hititlerde olduğu gibi, çivi yazılı tablet arşivlerine de ulaşılmamıştır. Anıttaki yazıların sırrını çözmek için, Fransız Prof Cloude Brixhe (80 yaşındadır) yaklaşık 50 yıldır uğraşıyormuş ve defalarca Eskişehir’e gelmiş olduğu söyleniyor.
Eskişehir Yazılıkaya
1’nci Yazıt
Konum itibarıyla anıtın tümüyle ilgilidir. Yazıtta, en belirgin olarak; sol üst kısımda, düzleştirilmiş ana kaya üzerine kazınmıştır. 11 metre uzunluğundadır. Yazıtta: Frig diliyle ilintili “Ateş” ve “Midai” sözcükleri okunmaktadır. Ateş sözcüğü: tanrıça Kybele’nin aşık olduğu tanrı Attis ile eşleştirilir. Midai, efsanelere göre Kral Midas’ın annesi ve ürünlerin koruyucusudur.
Aynı zamanda “demir”in keşfi de bu tanrıçayla ilintilidir. Bu yüzden: bu anıt ile demir endüstrisi kökeni arasında bir bağlantı vardır. Burada hemen bir not iletmek istiyorum, Şanlıurfa Göbeklitepe’de kazı ve araştırmaların sponsoru benzeri, burada ki kazı ve araştırmaların da, ülkemizde DEMİR-ÇELİK ENDÜSTRİSİNDE bulunan bir veya birkaç özel firma tarafından SPONSOR olarak finanse edilmesini diliyorum.
Eskişehir Yazılıkaya
2’nci Yazıt
Konum olarak, daha özeldir. Sağ yan çerçeve üzerindedir. Bezeme ile çerçeve kenarı arasında kalan boşluğa: yanlamasına, soldan sağa doğru yazılmıştır. 4.75 metre uzunluktadır.
Eskişehir Yazılıkaya
3’ncü Yazıt
Yazıtın başındaki “Baba” sözcüğü, belirgin olarak okunmaktadır.
Nişi çevreleyen yazıt:
Nişi çevreleyen ikinci çerçevenin her iki yanında ve nişin sağındaki bezemenin alt kısmında: birkaç Frigce kelime vardır, ama çıplak gözle güçlükle seçilir. Bunlar, oldukça kaba ve yüzeysel olarak kazınmıştır. Bunlarda: ana tanrıça “Matar” ismi geçer.
Frig uygarlığının sonu
Ünlü coğrafyacı Strabon’a göre: MÖ 696 ya da 675 yıllarında, Kafkaslar üzerinden Anadolu’ya gelen göçebe Kimmer boyları, Frig bölgesini istila eder, Midas bu felaket karşısında boğa kanı içerek yaşamına son verir. MÖ 585 yılında: Medler ve Lidyalıların yaptıkları Kızılırmak seferi sonunda: Frig topraklarından Kızılırmak’ın doğusunda kalan bölümler Medlerin denetimine girer. Kızılırmak’ın batısında kalan bölümler ise Lidya denetimine girer.
Böylece: Frig krallığının politik gücü ve bağımsızlıkları tamamen sarsılır, ancak kent terk edilmez. MÖ 547 yılında, Lidya krallığının yıkılmasının ardından, Frigya toprakları, Anadolu’yu işgal eden Pers imparatorluğunun hakimiyetine girer. 200 yıllık bu süreçte, Frig toprakları, Frigya Satraplığı tarafından yönetilir. MÖ 333 yılına gelindiğinde ise, bölgede Büyük İskender görülür, onun ölümünden sonra ise, Frig toprakları, komutanları arasında çekişme alanı olur.
MÖ 300 yıllarında, şehir iyice zayıflamaya başlar, uzun savaşlar ve kuruyan su kaynakları ve sarnıçlardan su temini zorlaştığından, şehir terk edilir. MÖ 116 yılında ise, bölgeyi ele geçiren Romalılar görülür. Zaman içinde, değişik kültürlerin bölgede egemenlik kurmasıyla, Frig kaya yapıları kendilerine mal edilir, bazı ilave ve değişiklikler yapılarak kullanılmaya devam eder.
Unesco
Tabii anıtın önemini okuduktan ve hatta gördükten sonra, neden bu anıtın Unesco Dünya Kültür Mirası Listesine alınmadığını düşüneceksiniz? 20 yıl önce, yani 1989 yılında anıtın Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınması için Unesco’ya müracaat edilmiş, ancak “Anıt ülkemiz ilgilileri tarafından korunmadığı” için, bu müracaat Unesco tarafından kabul edilmemiş.
Çünkü: anıta sahip çıkıldığının gösterilmesi gerekiyor, bazı projeler yapılmasına rağmen, bunlar hayata geçirilememiştir. Yukarıda sözünü ettiğim gibi, umarım bir holding, buranın sponsoru olur, gerekli koruma önlemleri alınır ve bu tarih hazinesi, Unesco tarafından Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilir.
Sonuç
Anıtın yapıldığı volkanik tüf: doğa koşullarında en çabuk yıpranan kaya cinsidir. Anıtın yüzeyindeki geometrik bezemeler, gündüz-gece arasındaki ısı farkı ve mevsimsel farklılıklar nedeniyle parlayarak, kırılarak düşmeye başlamıştır. Yazılar, eskisi kadar güzel okunmuyor. Çünkü yüzeyde yosunlaşma başlamış. Çatlaklar giderek derinleşmiştir.
Uzmanlara göre: ilk yapılması gereken anıtın kopmaya aday parçalarının acilen sağlamlaştırılmasıdır. Hatta: yine uzmanların belirttiğine göre, herhangi bir deprem durumunda, anıtın köyün üzerine düşebileceği söyleniyor. Aslında siz de göreceksiniz, çatlaklara sanırım çimento enjekte edilmiş, ancak bu çimentonun pul pul dökülmeye başlandığı yani kalitesiz olduğu söyleniyor.
İlaveten, yüzyıllardır yer sarsıntıları, kimyasal yağmurlar, kuş pislikleri, yağmur-kar-rüzgar nedeniyle hızla tahrip oluyor. Yukarıda sözünü ettiğim gibi, Anadolu’da günümüzden binlerce yıl önce ortaya çıkan ve özellikle demir üzerine sanatkar bu toplumun en büyük şehirlerinden ve anıtlarından biri olan bu bölgenin, sponsor bir firma tarafından destelenerek koruma altına alınması ve kazılması sonucunda, büyük bir tarih hazinesinin ortaya çıkacağı kesindir. Özellikle Eskişehir’deki Üniversitelerin öğrencilerinin burayı ziyaret ederek tarih hazinesine sahip çıkmalarını umuyorum.
Eskişehir Yazılıkaya
KIRKGÖZ KAYALIKLARI
Yazılıkaya anıtının hemen sağındadır.
Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanılmıştır. Doğu yönde, Helenistik döneme ait, anıtsal bir kaya mezar vardır. İki odalı mezarın alınlığı, 2 sütun tarafından taşınır. Günümüzde çok tahrip olduğundan tam olarak görülmez.
Kolay yontulabilen kayanın oyulmasıyla odalar inşa edilmiştir. Bizans döneminde, odalar arasındaki geçişler, yine kayalara oyulan merdivenlerle sağlanır.
Eskişehir Yazılıkaya Kırkgöz Kayalıkları
Hemen ön bölümde: salonun ortasında, üstü demir parmaklıkla kaplı, temizliği yapılmamış kaya içine oyulmuş bir kuyu vardır. Kuyunun, bir yeraltı tüneli olduğuna dair rivayetler vardır. Bir rivayete göre, bu kuyu yer altından bir tünelle, doğudaki Pişmiş Kaleye bağlanmaktadır. Diğer bir rivayete göre ise, tünel güneyde Midas şehrine doğru gitmektedir.
Eskişehir Yazılıkaya
Doğal oluşum nedeniyle kırılarak veya aşınarak meydana gelen “kadın yüzü” şeklindeki silüet, ön ve arka cepheden belli bir açıdan bakıldığında görülebilmektedir.
Eskişehir Yazılıkaya
Yazılıkaya köyü, buraya ilk yerleştiğinde, buranın bazı kişiler tarafından konut olarak kullanıldığı ve buna bağlı olarak aşırı zarar gördüğü görülür. Burada birçok yerde ateş isi izleri yani simsiyah karaltılar göreceksiniz. Ayrıca, elbette burayı ziyaret edenlerin duvarlara yazdıkları isimler de, rezaletin en güncel ve en yeni görünen yüzüdür.
Eskişehir Yazılıkaya
YARIM KALMIŞ ANIT
Yazılıkaya anıtının yaklaşık 500 metre güneybatısındadır. Yazılıkaya’nın hemen sağ yanından giden patikayı takip ederek buraya ulaşabilirsiniz. Bu iki anıtın, birbirine benzer ortak noktaları vardır. Özellikle, her ikisi de geometrik desenlerle süslenmiştir.
Ancak küçük yazılı kaya anıtı tamamlanmamıştır. Çünkü, yapılışı sırasında: tamamlanmadan Kimmerler tarafından şehrin yağmalandığı düşünülmektedir.
Anıtın en büyük özelliği, diğer birçok dini anıtta olduğunun tersine, doğu değil batıya dönük olmasıdır. Bunun anlamı ve izahı yoktur.
Frig kaya anıtlarında, mimari yapım metotları, bitmemiş kaya anıtı üzerinde, çok net bir şekilde görülür. Uygulanan metoda göre, kayanın en üst kısmı, düzleştirildikten sonra, tasvirlerin eklendiği anlaşılmaktadır. Anıt yukarıdan aşağıya doğru işlenmeye başlamış, ancak alt kısımlarında ana kaya işlenmeden kalmıştır.
Eskişehir Yazılıkaya
Anıtın üst kısmında bulunan akroter üzerinde, nilüfer/lotus çiçeği tasvirleri görülür. Bu anıt üzerinde de küçük bir niş görülür. Anıt üzerinde betimlenen baklava motifinin Midas anıtı üzerinde betimlenen motiften daha kompleks olduğu görülür. Bitmemiş anıt: tapınak işlevi görmemiş olmasına rağmen, anıtın sol tarafında kalan küçük alınlığın, yedek tapınma alanı olarak kullanıldığını betimler.
Eskişehir Yazılıkaya
SU SARNICI
Patika üzerinde yürümeye devam ettiğinizde, güneybatı yönde, kayalara oyulan merdivenle inilen, tonoz örtülü anıtsal su sarnıcı görülür. Sarnıcın içinde yapılan kazılarda, söylenenlere göre bir Kybele heykeli bulunmuş ancak daha sonra bu heykel kaybolmuş, bugün nerede olduğu bilinmiyor, büyük ihtimalle çalınmış olmalıdır.
Evet, sarnıcın içine girmek isterseniz ki, bence mutlaka girin, merdivenlerden inmeyin çünkü oldukça tehlikeyi, yanda küçük bir giriş yeri/boşluk var, biraz eğilerek oradan girin, içeride büyük bir oda göreceksiniz, odanın her iki yanında, tüneller var, ama bu tünellerin girişi toprakla kapalı, nereye gittikleri bilinmiyor, sarnıcın büyüklüğü etkileyici, mutlaka girin ve görün.
Eskişehir Yazılıkaya
Giriş kısmında belirttiğim plana göre yürümeye devam ediyoruz. Yolumuzun üstünde sunaklar, kutsal yol ve kayalara oyulmuş mezarlar görülüyor.
Moskova Tarih Müzesinin ilerisinde: bir meydan var; Manezhnaya Meydanı. Kızıl Meydan ve GUM’un sol yanında kalıyor.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Manezhnaya Meydanı
MANEZHNAYA MEYDANI
Moskova’nın kalbindedir.
Meydanda: doğuda Hotel Moskva, güneyde Devlet Tarih Müzesi ve Alexander bahçesi, batıda Moskova Maneji ve kuzeyde Moskova Devlet Üniversitesi vardır.
Meydanın kökeni: Çar Korkunç İvan tarafından, çamurlu Neglinnaya nehri kıyısında bulunan Ortaçağ Moiseyevski Manastırının yıkılması sonucu 1798 yılında kurulan “Moiseyevskaya Meydanına” dayanır. Sık sık taşan nehir, menfezlerle çevrilmiş olsa da bölgede meyhaneler her zaman tıka basa doludur. Bu durum, bölgeye kötü bir şöhret ve ilginç bir isim “Moskovanın göbeği) kazandırmıştır.
1932 yılında Komünist toplantılar ve gösterilere yer açmak için, buradaki bazı binalar yıkıldı. Bunun üzerine Moiseyevskaya Meydanı, bugünkü durumuna geldi.
1990 yılında meydan trafiğe kapatıldı ve büyük ölçüde yenilendi. Bu yenilemenin en büyük katkısı: dört katlı bir yeraltı alışveriş merkezi ve otoparktır. Alışveriş merkezinin üzerinde cam kubbe bulunur. Bu kubbe, kuzey yarımkürenin dünya saatini oluşturur. Kubbenin tepesinde Moskova’nın sembolü olan Aziz George ve Ejderhanın atlı heykeli bulunur.
Yine bu yenileme faaliyetleri sonucunda: Neglinnaya nehrinin eski nehir yatağı, özellikle sıcak yaz günlerinde gerek Moskovalılar ve gerekse turistlerin serinleme yerleri olmuştur. Günümüzde yer altından borularda akan nehir: çeşmeler ve Rus masal karakterlerinin heykelleriyle dolu bir dere tarafından taklit edilmiştir.
Meydanın çevresinde: Klasik Merkez Sergi Salonu, Ulusal (Metropol) Otel ve Moskova Oteli var.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Devlet Tarih Müzesi
DEVLET TARİH MÜZESİ-STATE HİSTORİCAL MUSEUM
Müze günümüzde: eskiden Çar Büyük Petro’nun emriyle yapılan “Ana Ecza Deposu” nun yerindedir. Müzenin yıldı 1.5 milyon kişi tarafından ziyaret edildiği söyleniyor.
Burası Rus tarihi müzesidir. Müze 1872 yılında kurulmuştur. Mevcut müze yapısı, 1875-1881 yılları arasında inşa edilmiştir. Müzede 40 sergi salonu bulunur. İç mekanlar: Rus uyanışı tarzında karmaşık bir şekilde dekore edilmiştir. Sovyet döneminde, müzede bulunan duvar resimleri şatafatlı kabul edildi ve üzerleri sıvandı.
Müzenin koleksiyonundaki toprak nesne sayısı milyonlarla ifade edilmektedir. Bu koleksiyonda: Rusya topraklarında yaşayan tarih öncesi kabilelerden, Romanov hanedanı üyelerinin sahip olduğu paha biçilmez sanat eserlerine kadar geniş bir yelpazededir.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Moskova Maneji
MOSKOVA MANEJİ-MOSCOW MANEGE
Yapı ilk olarak: kapalı bir binicilik akademisi, atların geçit törenlerine ev sahipliği yapmak için yapılmıştır. Ayrıca: subaylar burayı bir eğitim okulu olarak kullanıyorlardı. Manejin uzunluğu 180 metredir. Genişlik 44 metre ve yükseklik 15 metredir. Tüm bir 2 binden fazla askeri olan birliği ve davetli izleyicileri barındıracak kadar büyüktür.
2004 yılında yapıda büyük bir yangın çıktı. Ahşap kirişler çöktü sadece duvarlar yerinde kaldı. Yapı: 2005 yılında restore edildi.
2012 yılından beri burada “Moskova Tasarım Müzesi” bulunmaktadır. Çatının iç desteği yoktur. 45 metre boyutundadır. İnşa tarihleri ise, 1817-1825 yılları arasındadır. Cephe beyaz ve krem sarıya boyanmıştır. Kemerli pencere bölümlerini, Roma Dor sütunları süsler.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Moskova Devlet Üniversitesi
MOSKOVA DEVLET ÜNİVERSİTESİ-MOSCOW STATE UNİVERSİTY
1755 tarihinde Rus İmparatoriçesi Elizabeth döneminde üniversitenin kurulmasına karar verildi. Üniversite, Kızıl Meydan da bulunan Ana Ecza Deposunu, 1755-1787 yılları arasında kullandı. Daha sonrasında ise, 1782-1793 yılları arasında üniversite için yeni bina inşa edildi.
Üniversitede 15 araştırma enstitüsü, 43 fakülte, 300 den fazla bölüm bulunmaktadır. Üniversite mezunları arasında: Sovyetler Birliğinin ve daha sonraki hükümet liderleri bulunmaktadır. 2019 yılı itibarı ile, 13 Nobel ödülü almış kişi, bu üniversiteye bağlıymış.
Yürümeye devam ediyorsunuz, bir blok ötede, bir meydan daha var: Tiyatro Meydanı.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Moskova Tiyatro Meydanı
TİYATRO MEYDANI (TEATRALNAYA PLOSHCHAD)
Meydan ilk olarak, 1812 Moskova yangınından sonra Neglinnaya nehrinin yer altı kanallarına alınmasından sonra ortaya çıktı. Günümüzde de nehir meydandaki parkın altından akmaktadır. O meydan 1820’lerde simetrik Neoklasik tarzda tasarlandı ve Neoklasik binalar, meydanın çevresini sardı.
Bu meydan: 1919-1991 yılları arasında Sverdion meydanı olarak bilinir. Meydan adını, üzerinde bulunan 3 tiyatrodan almıştır. Bunlar: Bolşoy Tiyatrosu, Maly Tiyatrosu ve Rus Akademik Gençlik Tiyatrosudur. Ayrıca: Gotik uyanış tarzı “Tsum” lüks büyük mağaza binası bulunmaktadır.
Bu meydana: Bolşoy Tiyatrosunun dış cephesi hakimdir.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Moskova Bolşoy Tiyatrosu
BOLŞOY TİYATROSU (BOLSHOİ THEATRE)
İtalya-Milan’daki “La Skala” ve Paris’teki “Grand Opera” gibi, dünyanın en meşhur tiyatrolarından biridir. Burada: bale ve opera gösterileri yapılır. Ruslar, bu ikonik yapılarını 100 Rublelik banknotlarının üzerine de taşımışlardır. Bolşoy tiyatrosuna girdiğinizde, kendinizi neredeyse 250 yıllık bir tarihe ve gerçekten eşsiz bir atmosfere kaptırırsınız. Opera yıldızları için seçkin bir sahne ve ünlü Bolşoy Balesinin ana üssü olan bina, her zaman özel bir hayranlık uyandırmıştır.
Bolşoy Tiyatrosu kurucusu II Catherine
Bolşoy Balesi ve Bolşoy Operası: dünyanın en eski ve en iyi bilinen bale ve opera toplulukları arasındadır. 200’den fazla dansçı ile dünyanın en büyük bale topluluğudur. Topluluk 1776 yılında II Catherine’in Eyalet Savcısı Prens Pyotrr Urusov’a tiyatro gösterileri, balolar ve diğer eğlenceleri organize etme izni vermesiyle kuruldu. Bu tarih yani 28 Mart 1776 yılı Bolşov Tiyatrosunun kuruluş günü olarak kabul edilir.
Projesini, mimar Joseph Bove’nin çizdiği bina, daha önce yanan, 1824 tarihli orijinal tiyatronun yerini alması amacıyla, 1850’lerde yapılmıştır.
Başlangıçta sadece Rus eserleri sergileniyordu, ancak 1840 civarında yabancı besteciler de repertuara alındı.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Bolşoy Tiyatrosu
Dış cephesi: düğün pastası şeklinde, pembe-beyaz renklidir.
Ses sanatçıları Fyodor Şalyapin, Sergey Lemeşev, Galina Vişnevskaya, İrina Arhipova; bale sanatçıları Galina Ulanova, Maya Plisestskaya, Mihail Barışnikov, Vladimir Vasilyev ve Maris Liepa, bu tiyatroda sahne almıştır. Bolşoy Tiyatrosunun yurt dışı turneleri, daima kapalı gişe oynar.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Bolşoy Tiyatrosu Alınlıktaki Apollo heykeli
Alınlıktaki Heykel
Alınlıktaki heykel (Apollon; güneş arabasında heykeli): heykeltıraş Pyotr Klodt tarafından yapılmıştır. Kaymaktaşı bir arabada, tek ayak üstünde, hareketsizce üç kaymaktaşı atı sürüyor ve onu Rusya’nın eski tapınaklarından kıskançlıkla ayıran Kremlin duvarına öfkeyle bakıyor. Evet, Apollo’nun şaha kalkmış dört at tarafından sürülen arabasının, bronz heykeliyle taçlandırılmış, klasik sütunlu portikodan yürüdüğünüzde; bir oditoryuma ulaşacaksınız.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Bolşoy Tiyatrosu Alınlıktaki Apollo Heykeli
Burası: kırmızı ve altın renkli boyalarıyla, son derece gösterişlidir.
Pyotr İlyiç Çaykovski’nin “Kuğu Gölü” balesinin galası, 20 Şubat 1877 tarihinde burada yapılmış ve her yıl yine oynanıyormuş. Çaykovski, Bolşoy tiyatrosunda sadece balenin değil aynı zamanda operanın da yazarı olarak sahneye çıktı.
Moskova Bolşoy Tiyatrosu
2002 yılında, eski tiyatronun hemen yanında, yeni ve modern bir Bolşoy tiyatro sahnesi açılmış ve buradaki gösteriler kesintisiz devam ediyor. Çünkü: orijinal tiyatro her zaman kullanılmıyor.
Günümüzde, binada seyircilerin geçici için galeriler, katlara çıkan merdivenler, dinlenme için köşe ve yan salonlar ve geniş giyinme odaları vardır. Devasa Oditoryum, 2000 den fazla kişiyi ağırlayacak kadar büyüktür. Orkestra çukuru derinleştirilmiştir. Maskeli balolar sırasında parterin zemini, sahne önü seviyesine kadar yükseltildi, orkestra çukuru özel kalkanlarla kapatıldı ve harika bir dans pisti elde edildi.
Moskova Bolşoy Tiyatrosu Müzesi
Müze:
19’ncu yüzyılın ilk yarısı gibi erken bir tarihte, İmparatorluk Tiyatrolarının Moskova ofisinde performanslara, sanatçılara, müzisyenlere, tasarımcılara, repertuar oyun ilanlarına ve programlara ilişkin arşiv belgelerinin toplanması süreci başlatıldı.
1918 yılında, Devlet Akademik Tiyatro Müdürlüğü ve Yönetimin girişimiyle, özel bir tiyatro müzesi oluşturuldu. Ocak 1923 tarihinde, Bolşov Tiyatrosunun kıyafet çemberinin salonlarında ilk sergi açıldı.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Moskova Maly Theatre
MALY THEATRE (MOSCOW)
Bu küçük tiyatro, yakınlardaki Bolşoy ve Büyük Opera tiyatrosunun aksine, Rusya’da oyun yapımıyla ilişkili bir tiyatrodur. 1806 yılında kurulan tiyatro, 1824 yılından bu yana günümüzdeki binasında bulunmaktadır.
19’ncu yüzyılda, yüzyılın en dramatik tiyatrosu olarak kabul edildi. Günümüzde burada 100 civarında drama oyuncusu ve toplam 700 personel bulunmaktadır. Rusya Senfoni Orkestrası ve profesyonel bir koro da vardır.
Tiyatro Meydanında: Metropol Otelin dış cephesinin karşısında, meydanın merkezindeki bahçede bir heykel var.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Moskova Karl Marx Heykeli
KARL MARX HEYKELİ
Tiyatro meydanında Bolşoy tiyatrosunun hemen yakınındadır.
202 yıl önce, Trier’de, o zaman Prusya’da ve şimdiki Almanya’da doğan Karl Marx, kasabanın baş hahamı olarak görev yapan Mordechai Halevi’nin oğlu ve Halam Shmuel’in baba tarafından torunuydu. Evet Karl Marx “Modern Musa” olarak tasvir ediliyor ve Das Kapital adlı kitabını sosyal adaletin kutsal kitabı olarak temsil ediyor.
Gelelim anıta:
Anıt, 1961 yılında Sovyet Heykeltıraş Lev Kerbel tarafından yapılmıştır.
Anıt 160 ton ağırlığındadır ve Kudashavsky maden ocağından çıkarılan, yekpare yani tek parça bir gri granit bloktan yapılmıştır.
Anıtta Karl Marx; sanki bir konuşmayla emekçi halka sesleniyormuşçasına kürsüde duran bir konuşmacı olarak tasvir edilmiştir.
Anıtın ön yüzünde “SSCB’nin Tüm Ülkelerin Proleterleri Birleşin” sloganı yazılıdır. Anıtın her iki yanında, iki granit sütun var. Bunlardan birinde Engels’in Marx’ın cenaze töreninde söylediği sözler yer alır “Onun adı ve eylemi yüzyıllarca yaşayacak” ve diğer yanda ise Lenin’in bir sözü “Marx’ın öğretisi her şeye kadirdir çünkü doğrudur.”
Anıt, 2016 yılında Rus Kültürel Miras Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Yine: Tiyatro Meydanın güneyinde:Devrim Meydanı var.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Devrim Meydanı
DEVRİM MEYDANI
Moskova’nın merkezinde Tversko’da bulunan bir meydandır. Moskova şehrinin merkez meydanlarından biridir. Şehrin turistik bölgesinin tam göbeğinde olan konumu ile toplanma ve turların da başlangıç ve bitiş yeridir.
Rusya Moskova Bulvar Gezisi Devrim Meydanı
Başlangıçta Moskova nehrinin bir kolu olan Neglinnaya nehri buradan akıyordu. 1534-1538 yılları arasında, İber kapısı ve şapeli ile Kitay-gorod duvarı inşa edildi. İber kapısının diğer adı olan Diriliş Kapısından sonra buraya “Voskresenskaya Meydanı” yani “Diriliş Meydanı” ismi verildi.
1917 yılındaki Ekim devrimi sırasında, burada korkunç sokak dövüşleri oldu ve çarpışmalarda birçok insan öldü.
Rusya Moskova Bulvar Gezisi Devrim Meydanı
Bu yüzden, 1918 yılında Bolşevikler tarafından meydan yeniden adlandırıldı. 1993 yılında, meydan trafiğe kapatılarak yayalaştırıldı. Meydanın altında, üç Moskova metro istasyonu bulunur. 1935 yılında meydanın kuzey bölümüne “Hotel Moskva” inşa edildi.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Devrim Meydanı Metro İstasyonu
METRO İSTASYONU-PLOSHCHAD REVOLYUTSİİ
Moskova Metrosu üzerinde bir istasyondur. İstasyon ismini altında bulunduğu Devrim Meydanından almıştır. İstasyon 1938 yılında açılmıştır. Mimar Alexey Dushkin’dir. İstasyonda; siyah mermer kaplı alçak direklerin üzerinde duran kırmızı ve sarı mermer kemerler bulunuyor. Kemerlerin arasındaki boşluklar, kısmet dekoratif havalandırma ızgaraları ve tavan oymalarıyla doldurulmuştur.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Devrim Meydanı Metro İstasyonu
Her kemerin altında toplam 76 tane bronz heykel vardır. Heykeller Ekim 1917’den Aralık 1937’ye kadar olan olaylardan kronolojik olarak düzenlenmiştir. Heykeller; sporcular, yazarlar, askerler, çiftçiler, sanayi işçileri, okul çocukları ve havacılar gibi Sovyetler Birliği halkını tasvir eder. Tüm figürler (öncülerin figürleri hariç) kemerli pasajların sınırlı tonozlu hacmine sığması için ya dizlerinin üzerine ya eğilmiş ya da otururken tasvir edilmiştir.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Devrim Meydanı Metro İstasyonu
Bugün bu heykellerin bazılarını oturmanın kişiye iyi şans getireceğine inanılıyor. Sizde deneyebilirsiniz. Bunlar hangi heykeller; kız öğrencinin ayakkabısı, askerin tabancası, devriye köpeği (sınır muhafızına eşlik eden bir köpek), horozlar. Şimdi köpeğin burnuna dokunmanın iyi şans getireceği hakkındaki inanışın hikayesine gelelim: Bronz sınır köpeği heykeline dokunma geleneği uzun zaman önce ortaya çıktı.
Ancak ilk başta bu sadece bir öğrenci sorunuydu. Halkın çoğunluğundaki öğrenciler karanlık ve düzensizdi. Sınavın bitimine 3 gün kala, geriye kalan tek şeyin sadece bir mucize ummaktan ibaret olduğunu hatırlarlar. Ve azizlere değil Sovyet mucizesi için başka kime dua edilebilir. Komsomol. Öyleyse kayıp bir Komsomol’un mistik hamisi Moskova zindanlarının alacakaranlığında cilalı burnu gizemli bir şekilde titreyen bronz bir hayvana dönüşsün. Genel olarak, ilk başta komikti.
Günümüzde,
Platformdan geçen on metro yolcusundan en az üçü, kesinlikle bunlara bakacaktır. Yoğun saatlerde burunu silme sıklığı dakikada 20-30 yaklaşıma ulaşır ve kuyruk oluşur. Bir zamanlar köpeğin burnu parlıyordu ama şimdi yüzey kabartmasını tamamen kaybetmiştir ve hatta şeklini kaybetmeye başladığı söyleniyor.
Bu heykellerin dokusunun ne kadar ince ve dikkatli bir şekilde işlendiğine dikkat edin. Askerlerin paltolarının sertliği, tüylü köpekler ve diğer her şey. Köpeğin ağızlıkları öne saçlarını, sonra burnunu kaybetti. Sadece delikler kaldı. Birkaç yıl sonra onlar da muhtemelen olmayacaktır. Horozlar hızla tüy kaybediyorlar.
Moskova Metropol Hotel
METROPOL HOTEL İN MOSCOW
Moskova’nın merkezinde 5 yıldızlı bir oteldir.
1899-1905 yılları arasında inşa edilmiştir. Tanınmış ve yetenekli mimar ve sanatçılardan oluşan bir gurup, otel kompleksinin oluşturulmasında çalıştı. Resimler ve dekor unsurları: Vasnetsov ve Korovin’in eskizlerine göre yapılmıştır.
Moskova Metropol Hotel
Vrubel’in otel duvarının kuzey tarafındaki “Prenses Rüyası” panosu, Moskova’nn en ünlü paneli olarak kabul edilir. Loittaine’nin şiirindeki dramanın, Prenses Rüyası adlı Rusça çevrisine dayanıyor. Oyundaki karakterlerden biri de ozan Jofre Rudel’dir.
Otelin büyük açılışı 1905 yılında gerçekleşti. O dönem için büyüklüğü, konforu ve dekorasyonu bakımından benzersiz, modern çağın ruhuna uygun, birbirinin aynısı olmayan 400 odalı bir otel kompleksiydi. 1906 yılında Moskova’nın ilk iki salonlu sineması, otelde açıldı. Restoran aynı anda 1700 kişiyi ağırlayabilir. (Yeni yıl kutlamaları için bu sayıda koltuk sağlandı).
Mart 1918 tarihinde Sovyet Hükümeti, Moskova’ya taşınınca, Metropol Otel, yeni hükümetin ana konutlarından biri haline geldi ve Sovyetlerin ikinci evi adını aldı. Sonraki yıllarda devlet ve hükümet başkanları, sinema, pop ve spor yıldızları otelde konakladı.
Moskova şehrinin en güzel Art Nouveau binalarından biri olarak kabul edilir.
Moskova Hotel Moskva-Four Seasons Hotel
HOTEL MOSKVA-FOUR SEASONS HOTEL MOSCOW
Meydanın kuzeyindedir. Sovyet Moskova’sında inşa edilen ilk otellerden biriydi. İlk olarak: 1932-1935 yılları arasında Schchusev tarafından inşa edilmiştir. İkinci aşama: 1968-1977 yılları arasında yapılır.
Moskova Hotel Moskva-Four Seasons Hotel
Ancak günümüzdeki binanın inşa tarihi 2014 yılıdır. Mevcut bina, dış bölümde Schchusev’in planlarını aynen kopyalamıştır. Ancak hacim olarak eski binayı aşmıştır.
Evet, otel günümüzde Moskova şehrinin en büyük otellerinden biridir. Komplekste: otel odaları, daireleri, ofisler, perakende satış alanları ve kongre merkezi bulunmaktadır.
Moskova Diriliş Kapısı Eski resmi
DİRİLİŞ KAPISI
İlk olarak: 1535 yılında inşa edilmiştir. Ancak 1680 yılında tekrar inşa edilmiştir. Iverskaya şapeli buraya yaslanmıştır. Kızıl Meydan’a geçişte ve Trinity Yolunun ilk caddesi olan Nikolskaya caddesine çıkışı kapatıyor. Diriliş kapısı, Kutsal Yolun başlangıcının ayrılmaz bir parçasıdır. Günümüzde ise dekoratif nitelikte bağımsız bir mimari yapı olarak algılanıyor.
Ancak hiçbir şekilde dekoratif bir kemer değil, gerçek bir kale kulesidir. 15’nci yüzyıl başlarında Kremlin’in doğusundaki Moskova banliyösü büyümüş ve aslında şehrin bir parçası haline gelmiş, sakinleri arasında soylu insanlar ve zengin tüccarlar ortaya çıkmıştır. Ardından şehrin bu bölümünün özel koruma malzemeleriyle korunması ihtiyacı ortaya çıkar.
Yani bir kale duvarı gibi. Kitai-Gorod’un surları: bir hendek, toprak bir sur ve sur üzerindeki ahşap bir duvardan oluşuyordu. Kitay-Gorod duvarı, Kremlin’in Arsenal kulesinin köşesinden, Neglinnaya nehri boyunca, yerleşimin etrafından Lubyanskaya Meydanı boyunca uzanıyordu. Ardından Moskova nehrine dönüyor ve nehir boyunca başka bir Kremlin kulesi olan Sviblova’ya dönüyordu.
Ancak, 1535 yılında, hendek boyunca ahşap bir duvar yerine, kırmızı yanmış tuğladan bir duvar dikmeye başlandılar. Bunlar: demir bağları ve bağlantı elemanları olan ağır kale tuğlalarıydı.
19’ncu yüzyılda, Kıyamet Kapısı, bazı askeri unsular tarafından korunmuştur. İki katlı odalarda ve yukarıdaki iki sekizgen kulede, eskiden ateşli silahlar, topçular ve okçular vardı. Bunlar bir düşman saldırısı veya kuşatma durumuna karşı hazır bulunurlardı. Sonraki dönemde Diriliş kapısı yanındaki kazı çalışmalarında, bir yığın antik dönem top güllesi bulunmuştur.
Evet; günümüzde:
Diriliş kapısı olarak adlandırılan kule, o dönemde Kitaygorod kale kulesi idi. Neglinnaya nehrinin kıyısında duruyordu ve bu yüzden orijinal adı Neglinensky veya Neglinnye kapısıydı.
1556 yılında İngiliz Kralı Philip, Korkunç İvan’a hediye olarak: bir aslan, bir dişi aslan ve bir aslan yavrusu gönderdi. Bunlar Neglinnaya kulesi yakınındaki bir hendekte halkın görmesi için bir kafese yerleştirildi. Bu dönemde kapının ismi “Aslan kapısı” oldu.
17’nci yüzyılda, Diriliş kapısı Kızıl Meydan’ın ana girişi olarak kullanılmaya başlandı. Diğer kapılardan farklı olarak, bir değil iki geçiş kemeri vardı. Taş oymalarla süslenmiş ve yaldızlı bakırla kaplanmıştı. Moskova şehrine gelen tüm yabancı elçiler, şehre hangi yönden girerlerse girsinler, mutlaka özel icra memurları tarafından Tverskaya caddesine kadar eşlik edildi ve ardından Neglinka üzerindeki Voskresenky köprüsünü takip ederek Diriliş kapısına girdiler.
Bu rota, yabancılar üzerinde her zaman büyük etki yarattı. Diriliş kapısından geçmek, diplomatik törenin parçasıydı. Ayrıca: Kremlin Kraliyet Sarayına bir geçitle bağlanan geçitlerin üzerine “ışık odaları” inşa edildi ve Çar, bu odaların pencerelerinden geçişleri izledi.
Bunu bilen yabancılar: ülkenin büyüklüğünü gösteren şeyleri, geçit törenine hazırladılar. Maiyetlerinin büyüklüğünü, kıyafetlerinin zenginliğini, hediyelerin sayısını ve lüksünü, yani ülkenin büyüklüğünü gösteren şeyleri gösteren geçit töreni hazırladılar.
17’nci yüzyılın sonu ve 18’nci yüzyılın başlarında, Kıyamet Kapısının sağ ve sol taraflarındaki Kitai-Gorod duvarı sökülerek yerine kapıya yakın idari binalar inşa edildi.
19’ncu yüzyılda Vilayet Hükümetinin arşivi Kıyamet Kapısında saklanıyordu. Devrim öncesinde, Çar II Nicholas, Diriliş Kapısının Tarih Müzesine devredilmesini ilişkin bir karar imzaladı ancak devrim olayları nedeniyle bu gerçekleşmedi.
Kasım 1917 tarihinde Iverskaya şapeli, kendisini devrimci olayların ortasında buldu. Diriliş kapısı, Şubat Devriminden sonra yeni devrimci hükümetin örgütlenmesinin merkezi haline gelen Moskova şehir duması binasının duvarına bitişikti. Moskova’da sürekli bir miting vardı. Şehir Duması, binlerce göstericiyle çevriliyordu.
Evet, sonuç olarak hikayeyi daha fazla uzatmak istemiyorum. Diriliş Kapısı: 1994-1996 yılları arasında restore edilmiştir.
Moskova Merkez Lenin Müzesi
MERKEZ LENİN MÜZESİ (TSTENTRAL’NYJ MUZEJ LENİNA)
Gorki Leninskiye’deki bu müzede, Sovyet Liderinin mumyalanmış cesedi olmayabilir ancak aynı kederli duyguyu uyandırmak için yaratılmıştır. Lenin’in ikametgahının yakınında bulunan bu bina, Sovyetler Birliğinin kuruluşundan ulusun Sovyet Liderin ölümüne kadar olan başarıları kutluyor.
Lenin’e adanan bir müze fikri, 1970’lerin başında ortaya atıldı. Ancak tamamlanması 15 yıl sürdü. Hedeflerinden biri, kamuoyunun dikkatini tarihsel bir figür olarak Lenin’e yeniden çekmekti. I Dünya savaşında, Sovyetlerin Doğu Cephesinde kazandığı zaferin düzenli olarak anılmaya başlamasıyla birlikte, tartışmalı isim Joseph Stalin, SSCB’nin kurucusunu gölgede bırakmaya başladı.
1987 yılında halka açılan Lenin Müzesi, Genç öncülere yönelik parti toplantıları veya törenlerine ev sahipliği yapacak çok işlevli bir merkez olarak tasarlandı. Ancak 4 yıl sonra hem SSCB hem de ideolojisi çöktü ve müze, Komünist ideolojinin en modern vitrini haline geldi.
Moskova Merkez Lenin Müzesi
1990’lı yıllarda müze sergileri, 1917-1922 Rus iç savaşı sırasında Kızıl Orduya karşı çıkan Beyaz Hareketlere ait belge ve posterleri içerecek şekilde genişletildi. Rus muhaliflerin infazında, ölümcül kıtlıklarda ve Sovyet toplama kamplarının inşasında Lenin’in rolünü çoğunlukla dışarıda bırakıyor.
Lenin Müzesinde başlıca ilgi çeken yerlerden biri, bir dizi üç boyutlu cam sergi olan “küpler” dir. Her küpün içinde, Batıdan ithal edilen ve 1980’lerde kurulan aynı Apple bilgisayar ekipmanı tarafından kontrol edilen slayt projektörleri, hareketli aynalar, dekorasyonlar ve ışıklardan oluşan bir sistem bulunuyor.
Müze yetkilileri tarafından sağlam tutulan tek şey ekipman değildir. Küçük salonlardan birine kuruma çeşitli vesilelerle gönderilen sıra dışı hediyeler bulunuyor. Çoğu Sovyet Fabrikaları tarafından yapılmıştır. Sonuç olarak, oda eksantrik nesnelerle doludur. Örneğin: preslenmiş toz şekerden yapılmış bir Lenin Büstü gibi.
Ul. dan yürümeye devam ediyorsunuz ve hemen karşınıza; Lubyanskaya Meydanında Lubyanka binası çıkıyor.
Moskova Lubyanka Binası
LUBYANKA BUİLDİNG-BİNASI
Lubyanka meydanındaki bu bina:19’ncu yüzyılın sonlarında Rossiya Sigorta şirketi tarafından inşa ettirilen kompleksin bir parçasıdır. Ekim devriminden sonra binalar Çeka’nın (Bolşevik güvenlik gücü veya polis) yetki alanına girdi.
Yani: bir zamanlar KGB’nin merkezi olan sarı binadır.
Bina, 5 katlı bir yapı gibi görünüyor ama yeraltına doğru, birçok derinlikleri varmış. Hatta 1920 yılından beri kompleksin topraklarında bir iç hapishanenin faaliyet gösterdiği söyleniyor. 1936 yılı itibarı ile cezaevinde 118 hücre bulunduğu söyleniyor. Kompleks aynı anda, 350 ye kadar mahkum barındırabiliyormuş.
Hücrelerde günümüzde en önemli karşı devrimci ve casuslar bulunuyormuş. Bunların davaları araştırılırken veya bilinen nedenlerden ötürü tutuklanan kişinin bulunduğu yeri gizlemek için dış dünya ile bağlantısının tamamen kesilmesi gerektiğine inanarak bu iç hapishaneyi kullanıyorlarmış.
Muhtemelen ilk mahkumlar: toprak sahibi Nikolai YEgorovich Lenin, Sergei ve Olga’nın çocuklarıydı. 1923 yılında Patrik Tikhon, Lubyanka’daki bu binada tutuldu. Stalin’in ölümünden sonra toplu tutuklamalar azalmış ve 1950’lerin ortalarına gelindiğinde sadece 66 hücre faaliyet gösteriyormuş. KGB Başkanı Vladimin Semichastny’in emriyle iç hapishane 1961 yılında tasfiye edilmiştir.
Son mahkum casuslukla suçlanan Amerikalı pilot Gary Powers imiş. İç hapishanedeki hücrelerin çoğu ofis ve kantine dönüştürülmüş. Bir müze, gizli belgelere erişimi olan kişilerin erişimi için, hayatta kalan 6 odaya yerleştirilmiştir.
Moskova Lubyanka Binası
KGB nin kurucusu Felix Dzerzhinsky’in binanın önündeki heykeli: 1991 yılında indirilmiştir.
Ruslara Moskova’nın en yüksek binası hangisidir diye sorduğunuzda, hemen KGB binası olarak cevap veriyorlar.
Çünkü: bodrum penceresinden bile Sibirya görünüyormuş. KGB artık isim değiştirmiş. Federal Güvenlik Bürosu olmuş.
Binlerce siyasi mahkum, bu binanın bodrum katlarında ve zindanlarında yok olmuşlar. İlk Sovyet gizli örgütü olan “Çeka” nın kurucusu “Feliks Çerjinski”nin bir heykeli: Lubyanka binasına bakan meydanın ortasında duruyor.
Yakındaki bir parkta: küçük, taştan yapılma yeni bir anıt “Stalin” dönemindeki temizlik sırasında: acı çeken ve ölen milyonlarca insanın anısına dikilmiş.
Lubyanka Binası ve çevresini gördükten sonra, geldiğimiz yoldan geri dönüyoruz ve Manejnaya Meydanına geliyoruz. Buradan: Tverskaya Ul. caddesine giriyoruz.
Moskova Tverskaya Caddesi
TVERSKAYA CADDESİ-TVERSKAYA STREET (ULİTSA TVERSKAYA)
Moskova’nın ana alışveriş caddesidir. Manezhnaya Meydanından Zafer meydanına kadar uzanır. Cadde 20’nci yüzyılın ilk yarısında genişletildi ve yeniden inşa edildi. Moskova’nın en iyi evleri, otelleri ve mağazaları burada inşa edildi.
Bunlar arasında öne çıkanlar: Mimari yaratıcılığın başyapıtları arasında bulunan akvaryum tavanlı Prens Gagarin sarayı (1707-1708), İngiliz kulubü (1780’ler) ve Eliseevsky Mağazası (1770’ler, 1790’lar ve 1898 deniden inşa edildi) sayılabilir.
Rus imparatorluğu döneminde, St Petersburg şehrinden Moskova’ya gelen çarlar, Kremlin’e bu cadde üzerinden girerlerdi. Taç giyme törenlerinde buraya birkaç zafer kapısı yerleştirildi. Puşkin zamanında 5 kilise vardı ancak günümüzde hiçbiri yoktur.
Moskova Tverskaya Caddesi
Çok işlektir. Bütün kaldırımları boyunca: görebileceğiniz ve aralarında: Benetton, Yves Rocher, Pizza Hut ve Mc.Donald’s’ın da bulunduğu; bizlere pek yabancı gelmeyen ama kesinlikle komünist rejime ait olmayan isimleri göreceksiniz. Bunlar: değişimin işaretleridir. Aralarda: diğer mağazalarda bulunuyor. Örneğin: Yelisev Yiyecek Pazarı.
Tepenin başında: Tverskaya Meydanı var.
TVERSKAYA ZASTAVA MEYDANI
1742 yılında burada bir gümrük noktası kuruldu. Muzaffer Rus orduları, buradaki kapıdan geçti ve 1814’te Napolyon’a karşı kazanılan zaferi kutlamak için, günümüzde Triumphalnaya yani Zafer Meydanı olarak adlandırılan yere ahşap bir zafer takı dikildi. 1834 yılında bunun yerine taştan bir kemer konuldu ve meydanın adı “Yeni Zafer Kapıları” meydanı olarak değiştirildi.
1936 yılında meydan yeniden tasarlandı ve kemer kaldırıldı. 1950 yılında meydan park olarak düzenlendi. 1951 yılında buraya Maxim Gorki’nin bronz bir heykeli yerleştirildi ancak heykel 2008 yılında Merkez Sanatçılar Evi yakınındaki heykel parkına kaldırıldı.
Günümüzde meydanın solunda: Belediye Binası, kentin kurucusu olan: Prens Yuri Dolgorukinin bir heykeli var.
Moskova Prens Yuri Heykeli
PRENS YURİY DOLGORUKİY HEYKELİ
Önce bu meydanda daha önce bulunan bir anıttan söz etmek istiyorum. 1912 yılında buraya büyük beyaz general Mikhail Skobelev’in anıtı dikildi. Bir atlı heykeli olduğu için Yuri’nin heykeline benziyordu. 1918 yılında bu anıtın kaldırılmasına karar verildi.
Skobelev heykeli, Troporyova Bölgesi, ruzskaya caddesindeki Harp Okulunun önüne yeniden dikti. Daha sonra yeni Sovyet Anayasasının tanınması amacıyla meydana aceleyle bir Anayasa dikili taşı inşa edildi. Ertesi yıl yanına bir Özgürlük heykeli dikildi. 1941 yılında ikisi de yok edildi.
Atlı heykel,
1147 yılında Yuriy Dolgorukly (1099-1157) tarafından Moskova’nın kuruluşu anısına dikilmiştir. Efsane: Moskova’yı bu adamın kurduğunu söyler ancak, Moskova’nın ilk sakinlerinin Yury’den 200 yıl önce burada yaşadıkları tespit edilmiştir.
Dolgorukly: Kiev Ruslarının Büyük Prensi ve Rurik hanedanının bir üyesiydi.
Moskova Prens Yuri Heykeli
Dolgorukly ayrıca, Komünist partinin ideolojisini yansıtmıyordu. Çünkü daha önce resmi olarak “köylülüğün sömürücüsü ve feodal sistemin vergi tahsildarı” olarak görülüyordu.
Uzun kollu lakaplı prens Yuri, bir aristokratla ters düşmüş, toprağına, parasına el koyması yetmezmiş gibi karısını da alıvermiş aristokratın.
1147 yılı, Yuri’nin Moskova’da geçirdiği ilk yıldı ve 1156 yılında ahşap bir kale inşa edildi.
Ancak yine de bronz heykel: 6 Haziran 1954 tarihinde, günümüzdeki Moskova Belediye Başkanlığı binası önündeki Tverskaya Meydanına dikildi. Heykel, 1941 yılında yıkılan Sovyet Anayasası Anıtının yerini aldı. Aslında Prensin görüntüleri günümüze ulaşmamıştı, bu nedenle heykelin yazarları, savaş zırhı giymiş, savaşan bir atın üzerinde bir Rus kahramanının kolektif bir görüntüsün yarattılar.
Atı durduran ve üzengileri kaldıran binici, sanki yeni bir kalenin yerini işaret ediyormuş gibi kolunu uzatmış (Lenin heykellerine benzer) otoriter bir hareketle betimlendi. Ayrıca, bu uzatılmış sağ kol, sürekli olarak kendi bölgelerine uzanıp genişlemeyi ifade ettiği için vurgulanmıştır.
Kalkanı üzerinde ise, Aziz George’un bir ejderhayı öldürdüğü resim bulunur.
Gerçekte ise: Prens uzun boylu değildi sadece 1.60 cm civarındaydı ve osteokondroz ve omurilik fıtığı hastasıydı.
Anıtın kaidesi, St George Katedralinin kabartma motifleri üzerine süslü bir oyma ile süslenmiştir. Kaidedeki bir plaket üzerinde 1147-1947 tarihlerini taşıyan bir kitabe bulunmaktadır. Aslında heykelin şehrin 800’ncü yılı için dikilmesi planlanıyordu ancak bazı aksaklıklar nedeniyle ancak 8 yıl sonra açılışı yapılabildi. Ayrıca: heykeldeki kısrağın, Stalin tarafından aygıra çevrilmesini istediği söylenir.
Yuri heykelinin arkasındaki küçük parkta Lenin’e ait bir anıt var ve hemen karşısında Kosma ve Damain kiliseleri var.
Aynı caddeden (Trevkkaya) ilerlemeye devam ediyorsunuz ve yakınlarda: Puşkin Meydanı karşınıza çıkıyor.
Moskova Puşkin Meydanı
PUŞKİN MEYDANI (PUSHKİNSKAYA PL)
Tverskaya Caddesi ile Bulvar Çevreyolu’nun kesişimindedir.
Sadece yayalara açıktır, burada trafik yoktur.
Eski ismi “Strastnaya Meydanı” idi (bu isim 1930’larda Sovyet rejimi tarafından yıkılan Strastnoy Manastırından gelir) ama 1937 yılında Alexander Puşkin olarak yeniden adlandırıldı.
Evet burası sadece Moskova’nın değil aynı zamanda dünyanın en işlek meydanlarından biri olarak kabul edilir.
Rusya’nın Picadilly Circus’u olarak biliniyor.
Burada, Ocak 1990 tarihinde Sovyetler Birliğinin ilk ve o dönemdeki dünyanın en büyük McDonalts restoranı burada açılmıştır.
Moskova Puşkin Meydanı
Puşkin meydanındaki yaya alt geçidi: 2000 yılında bir bombalama alanıydı ve kurbanların anısını anmak için küçük bir anıt yerleştirilmiştir.
Evet, meydanın ortasında: Puşkin Heykeli var.
Moskova Puşkin Heykeli
PUŞKİN HEYKELİ
Puşkin, Rusyanın en ünlü şairi. “Aşkın olmadığı yerde, gerçek de yoktur” diyen şairin adı, hem meydana, hem de metro istasyonuna verilmiş. Karısı güzeller güzeli Natalya’nın neden olduğu bir kıskançlık sonucu, Puşkin, düelloda öldürülmüş.
Dünyaca ünlü şair, öldüğünde, yalnızca 37 yaşında imiş. Çeçen savaşları sırasında, bomba konularak 21 kişinin yaralandığı “Puşkinskaya”metro istasyonunun karşısındaki Puşkin heykeli, günümüzde: sevgililerin, arkadaşların ve iş adamlarının popüler buluşma yerlerinden biridir.
Evet heykel, 1880 yılında dikilmiştir. Ama: heykelin oluşumunun ilginç bir hikayesi var. Evet, heykelin ilk oluşumu: Aleksandr Puşkin’in de eğitim aldığı, elit bir eğitim kurumu olan Tsarskoye Selo’daki imparatorluk Lyceum’unun 60.yılı kutlanırken atılır. Bir gurup eski öğrenci, bir komite kurar ve “Rus şiirinin güneşi” olarak adlandırılan Puşkin anısına bir heykel yapmak üzere komite kurar.
Komite, şairi beğenen, ona gönül vermiş herkesi az ya çok parasal desteğe davet eder. Aristokratlardan işçilere, öğrencilerden ofis çalışanlarına kadar, birçok vatandaş katkıda bulunur ve o zaman için oldukça büyük bir miktar olan 106.575 ruble toplanır.
Anıtın oluşturulması için bir yarışma düzenlenir ve bu yarışmanın sonucunda, 19 dizayn içinden Aleksandr Opekushkin’in ki seçilir. Bu şahıs, eski bir işçi olup, bu statüden kurtulmak için çok çalışmış, hatta yıllar sonra sanat akademisinin bir üyesi olmuştur.
Puşkin anıtı, önce ünlü şairin yaşadığı Petersburg kentine dikilmek istenir. Ancak, Baş şehrin yöneticileri ile şairin hayranlarının istekleri karşı karşıya gelir. Çelişki ve kararsızlık sürecinin sonunda ise anıt Moskova’da şu anda bulunduğu meydana dikilir.
Puşkin Meydanından, Bulvar Çevre Yoluna giriyoruz. (Tverskoy Bulvarı)
BULVAR ÇEVREYOLU (BUL’VARNOYE KOL’TSO)
Burası: eski bir kent surunu izleyen, dairesel bir bulvardır ve orta kısmından, aşağıya doğru, heykelleri, eski demir barakaları, sokak lambaları ve çocuklar için oyun alanlarıyla, güzel bir parkı var.
Bulvarlar, tarihi beyaz şehir Moskova’nın batı, kuzey ve doğu tarafları boyunca yarım daire şeklinde bir zincir oluşturur. Güneyde, Moskova nehrinin setleriyle biter.
Bu yol boyunca; 19’ncu yüzyıl binaları sıralanıyor. Bunlardan biri: Puşkin Müzesi.
Bu müze: diğer Puşkin Müzesinden farklıdır. Yalnızca: isim benzerliği var. İçerikleri çok farklıdır.
Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi: Bulvar Çevre yolunun üzerinde bulunuyor. Müze: 1912 yılında açılmıştır. Bugün müzenin koleksiyonunda yaklaşık 700 bin sanat eseri bulunmaktadır. Müzenin yılda 1 milyondan fazla kişi ziyaret etmektedir.
Günümüzde: Petersburg’daki Hermitage’den sonra, Rusya’daki en büyük Avrupa sanat koleksiyonuna sahiptir.
Bu geniş koleksiyon içindeki en önemli bölüm ise: Empresyonistlerdir.
Buradaki başyapıtlar arasında: Rembrandt, Rubens ve Van Gogh’un eserleriyle; 19 ve 20’nci yüzyıl Fransız sanatından oldukça etkileyici bir koleksiyon (Cezanne, Corot, Degas, Gauguin, Monet, Picasso, Matisse, Renoir ve Toulouse Lautrec) bulunuyor. Rus koleksiyoncular, bu sanatçıların değerlerini ilk fark edenler arasındadır.
Bunun haricinde yer alan: Yunan, Mısır ve Roma eserlerinin yanı sıra, ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken koleksiyon günümüzde ülkemizden bir zamanlar çalınıp götürülen Troya Hazinesi olarak bilinen eserlerdir.
Birçok altın ve değerli taşlardan oluşan bu hazine görülmeye değer. Müzede: 20’nci yüzyıl hazineleri, Roma, Mısır ve Ortaçağdan kalan birçok koleksiyon sergileniyor.
Moskova Puşkin Müzesi Truva Hazinesi
Gelelim müzenin bizimle ilgili bölümüne.
Ülkemizden Henry Schiliman isimli bir hırsız tarafından çalınan Truva hazinelerinin bir kısmı günümüzde burada sergileniyor. Kısa bir bilgi vereceğim, sonra burayı ziyaret ederseniz, gidin bu güzelliklerin karşısında bize ait olan bu güzelliklerin karşısında oturup seyredin.
Moskova Puşkin Müzesi Truva Hazinesi
Evet. Henry Schlieman (1822-1890) 1980 yılında, Çanakkale Boğazının girişine yakın Hisarlık Tepesinde kazı yapmaya başladı. Tepenin tabanı, çevresinde binlerce yıl boyunca bir kültürel katman tabakasının çökeldiği kıtasal kayalardan oluşuyordu.
Bu arkeolojik alan, en az 9 surlu yerleşimin kalıntılarını içeriyordu. Truva VI ve Truva VII yerleşimleri, bugün çoğu bilim adamı tarafından Homeros’un yücelttiği Truva kalıntıları olarak kabul edildi.
Ancak Shhlieman tarafından bulunan sur ve içinde bulunan tüm hazineler, modern bilimde, MÖ 2400-2200’e yani Erken Tunç çağına kadar uzanan Troya II’nin daha eski katmanına atfedilmektedir.
Öyle ki,
Bu hırsız aynı zamanda tam bir tarih yok edicisi olarak da kayıtlara geçti. Kendisi de söylediği gibi, “Truva’nın sadece ana karada ve çevresinde olması gerektiğine dair daha önceki hatalı düşüncemden dolayı, 1871 ve 1872 yıllarında maalesef şehrin büyük bir kısmını yok ettim” işte arkeolog demeye utandığım bu adam, Truva hazinelerini de çalıp (karısının şalvarı içine gizleyerek) buradan kaçırdı, Avrupa’da bir süre hazineleri satmak için uğraştı, satamayınca Berlin şehrine bağışladı.
Sonradan Rusya ya nasıl ulaştığı bilinmiyor, muhtemelen Almanya’da idi ve II Dünya Savaşından sonra Almanlardan Ruslara geçti.
Caddenin hemen karşısında: Kurtarıcı İsa Katedrali var.
Moskova Kurtarıcı İsa Katedrali
KURTARICI İSA KATEDRALİ (HRAM HRİSTA SPASİTELJA)
İsa’nın doğuşuna adanmıştır. Moskova nehrinin sol yakasında, Kremlin’den çok uzak olmayan Rus Ortodoks kilisesidir.
Orijinal tapınak, Rus halkının Napolyon’a karşı kazandığı zaferin onuruna inşa edilmiştir. Tapınağın duvarında 1812’de Napolyon’un ordusu ile yapılan savaşta ve Napolyon’a karşı yapılan diğer doğrudan savaşlarda şehit düşen Rus subaylarının isimleri yazıyordu.
Benzeri olmayan bir geçmişe sahiptir. Muazzam bir mimari eserdir. Mimar Konstantin Ton’un projelendirdiği eser, 1839-1883 yılında Rus-Bizans tarzında yapılmıştır. 44 yıl boyunca Rusya’nın her yerinden önde gelen inşaatçılar ve sanatçılar tarafından inşa edilmiştir.
Evet toplam 103 metre yüksekliğiyle Romanya Bükreş’teki Halkın Kurtuluşu Katedrali ve Rusya St Petersburg şehrindeki Aziz Peter ve Paul Katedralinden sonra, dünyanın en yüksek üçüncü Ortodoks kilise binasıdır. Katedralin dev kubbesi, eski ve güvensiz cıva yaldızlama tekniği yerine altın elektro kaplama tekniği kullanılarak yaldızlandı.
Halka bağışlanan kilesinin iç mekanlarını ünlü Rus ressam ve heykeltıraşları yapmıştır.
5 Aralık 1931 tarihinde: akıl almaz bir kültürel tahrip hareketiyle; yapılması planlanan bir Sovyetler Sarayına yer açmak için: Stalin’in emriyle, burası havaya uçurulmuştur. Enkazın bölgeden temizlenmesi bir yıldan fazla sürdü. Sovyet Sarayının inşaatı, fon eksikliği, yakınındaki Moskova nehrinden gelen su baskını sorunları ve II Dünya savaşının patlak vermesi nedeniyle durduruldu.
Katedralin duvarlarında ve banklarında bulunan mermerlerin bir kısmı, yakındaki Moskova Metro İstasyonunda kullanıldı. Su basmış temel çukuru yerinde kaldı, ancak 1958 yılında Nikita Krusçev döneminde Moskova Havuzu adıyla dünyanın en büyük açık hava yüzme havuzuna dönüştürüldü. Stalin bu durumu şöyle özetlemiştir “Önce bir kilise vardı, sonra çöp ve şimdi de utanç”
1994 yılında, havaya uçurulan kilisenin yeniden yapılmasına karar verildi. Bina, eski fotoğraflara, resimlere ve krokilere göre, modern teknolojiler kullanılarak yeniden kuruldu. 19’ncu yüzyılda, inşasının 45 yıl sürdüğü kilise, 20’nci yüzyıl sonunda, yalnızca altı ayda, yeniden inşa edildi.
19 Ağustos 1997 tarihinde, Moskova’nın 850. yıldönümünde kilise ışıklandırıldı. Her gün saat: 10.00-17.00 arası ziyarete açıktır. Katedralin tepesinden, şehri görebilirsiniz. Günümüzde: 10.000 kişilik bir topluluğu barındırabilecek büyüklüktedir
Yalnızca: birkaç blok ötede, Aleksandr Puşkin Müzesi var.
ALEKSANDR PUŞKİN MÜZESİ (MUZEJ PUSHKİNA)
Burayı: Puşkin Güzel Sanatlar Müzesiyle karıştırmamak gerekir. Rusya’nın en ünlü şairinin ismi ve dış cephelerindeki klasik sütunlar dışında: hiçbir ortak tarafı yoktur. Bu Puşkin Müzesinde, saygıdeğer şairin meslek hayatı anılmakta ve el yazmaları ile kişisel eşyalarından oluşan bir koleksiyon sergilenmektedir.
Kendisi: hiçbir zamanda yaşamamışsa da, 1814 tarihli, keresteden yapılma, alçı bezekli bina, mimari alanda ilgi çekmektedir. Müze: her gün, saat: 10.00-18.00 arasında açıktır. İkiye ayrılmış müzenin, diğer kısmı: Tretyakov Sanat Galerisidir.
Dünyaca ünlü, bir diğer sanat koleksiyonu: Eski Tretyakov Sanat Galerisinde görülebilir. Yalnız, buraya gitmek için: Moskova nehrinin diğer yanına geçmeniz gerekir. Bunun için: Prechistenskaya caddesini takip ediyorsunuz ve Krymsyk köprüsünden karşıya geçiyorsunuz, hemen solda.
Moskova Tretyakov Sanat Galerisi
TRETYAKOV SANAT (TRET’YAKOVSKAYA GALEREYA) GALERİSİ
19 ve 20’nci yüzyıllara ait, Rus güzel sanatlarının sergilendiği milli müzedir.
Müze 1856 yılında Moskova’da tüccar Pavel Tretykov tarafından kurulmuştur. Tretyakov, 1950’lerin ortalarından itibaren kendi koleksiyonu için yapıtlar toplamaya başlamıştır. Bu yapıtlar, 1893 yılında Pavel ve Sergey Tretyakov, Moskova Şehir Galerisi adıyla halkın hizmetine açıldı. Sergilenen koleksiyonda Rus sanatçılara ait 1276 tablo bulunuyordu.
Moskova Tretyakov Sanat Galerisi
1918 tarihinde, Devrim hükümeti, galerinin Rusya Federatif Sovyet Cumhuriyetinin mülkü olduğunu ilan etti ve bugünkü adını aldı.
Moskova Tretyakov Sanat Galerisi
II Dünya savaşının başlamasıyla müzedeki eserler, 1941 tarihinde, bir trenle Moskova’dan Novosibirks’e nakledildi. Sovyet birlikleri Berlin’e girince, 14 Mayıs 1945 tarihinde yeniden açıldı.
Müzenin ilk kurulduğu, koleksiyonun oluşturulduğu dönemlerde koleksiyon, resim sanatında demokratikliği savunan “gezgin” ressamların tablolarından oluşuyordu. Koleksiyonda: tümü Rus sanatçılara ait, 130 bin eser var ve bunların yalnızca önemlileri galeride sergileniyor.
Sergilenen eserler arasında: ünlü 12. yüzyıl Bizans ikonu Vladimir’in “Kutsal Bakire”sinden Vasily Kandinsky’nin 20. yüzyıl başlarından kalma, soyut eserlerine kadar, Rus sanatının en iyi örneklerini görebilirsiniz.
Ayrıca: 12.ve 17. yüzyıllar arasından kalma: dinsel sanat eserlerinden oluşan bir koleksiyonda; Rus sanatçı Andrey Rublyov’un, 15. yüzyılda yaptığı ikonası “İsa’nın insanlara Görünüşü” muhteşem bir yapıt. Mutlaka görün.
Özellikle: önceleri Seregiyev Posad’daki Kutsal Üçleme Katedralinde bulunan “Kutsal Üçleme”; her ziyaretçinin mutlaka görmesini önereceğim bir sanat eseridir.
Zaman zaman sergilenen diğer eserler arasında: İlya Repin’in “Korkunç İvan Grozni ve Oğlu İvan Surikov” tablosunu, “Streslilerin İdam Sabahı”, İ.N. Krampskoy’un “Tolstoy’un Portresi” ve V.G. Perov’un “Dostoyevkki’nin Portresi” görülmeye değer eserler.
MOSKOVA ŞEHRİNİN KULELERİ
Moskova Neberezhnaya Kulesi
NEBEREZHNAYA KULESİ
Kelime anlamı “set üzerindeki kule” demektir.
Moskova Uluslararası iş merkezinin (MIBC) arsasında bulunan iki gökdelen ve bir yüksek binadan oluşan ofis kompleksidir. Kompleks 2003-2007 tarihleri arasında tamamlanmıştır.
Kule A: 17 katlı, Kule B: 27 katlı ve Kule C: 59 katlıdır. C kulesi, 268 metredir, bu uzunluk bir zamanlar Rusya ve Avrupa’nın en yüksek binası olarak ona ün katmıştır.
En ilginç olan, bu kuleler ülkemizin inşaat şirketi “Enka” tarafından yapılmıştır.
Moskova Evolotion Kulesi
EVOLUTİON TOWER
Evrim kulesi, Uluslararası iş merkezi arsasındadır. Ofis binasının yüksekliği 246 metredir ve 55 katlıdır. Şekli ilgi çeker. (DNA’nın çift sarmalına benzer.) Kule 2011-2014 yılları arasında yapılmıştır.
Rusya Moskova Bulvar gezisi Moskova Russian Tower Kulesi
RUSSİA TOWER:
Kızıl Meydan’a 5.5 km uzaklıktadır. Ofisleri, oteli, alışveriş merkezleri ve özel bahçeli daireleriyle burada 25 bin kişiye hizmet vermektedir.
Moskova şehrinde, süper yoğun bir dikey şehir düşüncesine göre, kulenin yüksekliği 612 metredir. Kat sayısı 118’dir. Dünyanın doğal havalandırmalı en yüksek kulesidir ve Avrupa’nın en yeşil yeni biridir. Binanın ana yapısı: yükseldikçe sivrilen üç koldan oluşuyor. Üç camlı, yüksek performanslı cephe, ısı kaybını azaltıyor.
Üst katlarda, konut ve otel konaklamaları vardır. Daireler: temiz havadan, doğal ışıktan, iki veya üç kat yükseklikteki hacimlerden ve gökyüzü bahçelerine erişimden yararlanır. Zirvede: kafe ve barların bulunduğu halka açık seyir terası var. Bunun yanında: buz pateni pisti ve mağazalar, sokak düzeyinde hayata canlılık katıyor.