Antalya Kelbessos-Ağırtaş

 

Bey Dağlarının Antalya’ya bakan Çağlarca-Doyran çanağında Ağırtaş mevkiinde bulunur.

Trebenna ve Neapolis ile birlikte oluşturduğu bir üçgenin  batı noktasını oluşturur. Termessos egemenlik alanı içindedir ve Termessos adına Helenistik Dönemden Roma’ya kadar önemli bir uç kaledir. Askeri yerleşim olarak kurulmuştur. Roma içerisinde de bu askeri karakterini koruduğu ve bir sivil yerleşime dönüştüğü anlaşılmaktadır. Termessos egemenlik alanının güneyi, Antik dönemde büyük olasılıkla idari  sınırın oluşumunu da etkilemiş olan Bey dağları tarafından çevrilmiştir. Bu dağlık bölge güvenli tepeleri ve bereketli vadileriyle Helenistik ve Roma dönemi boyunca çok sayıda köy ve ikincil yerleşime iskan edilmiştir.

Bu yerleşimlerden bazıları yazıtlar sayesinde tanımlanabilmiştir. Bölgedeki 21 yazıt incelendiğinde bu ören yerinin Kelbessos olduğu ve Pisidia Termessos’u egemenlik alanında peripolion  statüsüne sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Termessos ilişkisi bulunan bir sikke ile perçinlenmiştir.

Alanın stratejik değeri kuzey-güney ve doğu-batı ana iletişim akslarının kesişiminde ve birçok bölgesel topluluğun (Lykia, Pisidia, Pamphylia) sınırında bulunan coğrafi konumundan ileri gelmektedir. Yerleşim haritasından anlaşılan topoğrafik özellikleri de  bu değere katkıda bulunur. Burası Pamphylia düzlüğünün yanı sıra, hem içerilere, hem de denize doğru görüş veren dağlık bir boğazın hemen kenarında, sivri bir kayanın yamacı boyunca yerleştirilmiş, gözlem ve savunma açısından ayrıcalıklı bir konumdadır.

Klbessos peripolionunun, Helenistik dönemden itibaren, Telmessos egemenlik alanına yerleştirilmiş sürekli bir garnizon olduğunu ve h em şehir savunmasının bir kolu, hem de gerektiğinde çevredeki kırsal birimlerde yaşayan halkın sığınabileceği güvenli bir kale olarak hizmet verdiği düşünülür. Başlangıçta belki de piyon işlevine sahipti, yani yeni toprakların ele geçirilmesi ve kontrolünde ilk adımdı. Bu askeri ve kırsal oluşum, Roma döneminde sosyal ve demografik yapıların çeşitlenmesiyle bir ikincil yerleşim haline gelmiş ancak Termessos’un ön karakolu olma işlevini devam ettirmiştir.

ARKEOLOJİK KALINTILAR:

Kalıntılar incelendiğinde yerleşimin yavaş geliştiği ve yüzyıllar boyunca ciddi bir değişim geçirmemiş olduğu görülür. Mimari kalıntıların yoğunluğu ve yayılımı da değerlendirildiğinde, savunma çemberinin dışında kalan Roma dönemi yapılaşmasının oldukça gelişmiş olduğu görülür. Öte yandan Kelbessos Antik Kentinin gerçek anlamda bir şehirleşme sürecine girmediğini, daha çok tüm tarihi boyunca ikinci derece askeri bir taşra yerleşimi olarak kaldığı söylenebilir.

Yerleşimde Helenistik Dönemden başlayıp Geç Roma dönemine kadar kalıntılar bulunmaktadır. Birçok yerleşim büyük oranda tahrip edilmiştir. Ancak en çok tahrip edilen yer Kelbessos’tur. Neredeyse taş taş üstünde kalmamıştır. Yerleşimde ana kayaya oyulmuş çok sayıda sarnıcın yanı sıra birçok mimari kalıntı saptanmıştır.

Savunma duvarının dışında, tepenin kuzey yamacına serpiştirilmiş olarak farklı yapı ve yapı gurupları bulunur. Bunlar askeri yapılar, kamu yapıları, konutlar, mezarlar ve işliklerdir. Bizans dönemine ilişkin olarak sadece küçük bir şapel kalıntısı görülür. Yazıtlarda Artemis adının geçmesi, sunarlar üzerinde Zeus şimşek demetleri ve tapınak kalıntıları, kentte inanılan tanrıların bölgedekilerle örtüştüğünü gösterir. Bunlardan başka phallos kabartmaları ve nişler, dinsel inançlarla ilgili ele geçen diğer verilerdir.

Phallos ve kalkan kabartmalarının çokluğu buranın askeri bir yerleşim olması karakterinden kaynaklanır. Kentte belgelenen işlikler, kendi ihtiyacını üretmede yetkin olduğunu gösterir.

Rampalar Helenistik dönemde ve büyük ihtimalle II ve III. yüzyıllar arasında inşa edilmiştir. Kulelerin ölçü, biçim ve iç düzenlemeleri fırlatmaya dayalı düzeneklerin kullanımına işaret eder ve IV. yüzyıl sonundan daha geç bir tarih verir. Tıraşlanmış duvar  köşeleri ve diş yapan blok bağlantıları da aynı tarihe işaret eder. Duvarların içlerindeki büyük ölçekli kamu yapılarının yer almayışı, şehirsel özelliklere sahip olmayan bir yerleşimin korunduğunu gösterir. Sarnıçların bolluğu, mezarların yoğunluğu ve askeri motiflerin baskınlığı göz önüne alındığında, Roma döneminde burada çok sayıda askerin yerleşmiş olduğu söylenebilir.

Buradaki askeri varlığın savunma duvarının büyük kısmının inşaatıyla da bağlantılı olarak, Helenistik dönem de başladığı söylenebilir.

NEKROPOLLER:

Biri kuzeydoğuda, diğeri ise güneybatıda olmak üzere iki nekropol çoğunlukla lahitlerle doludur. Asıl nekropol kente çıkan yol boyunca organize edilmiş, bildik Roma dönemi yol mezarlıkları tipindedir. Çoğunluğu oluşturan lahitler Pisidia tipinde kalkan ve mızraklıdır. Ortalarında tabula ansata vardır. Bazıları oldukça nitelikli olan birçok lahit nitelikli kabartmalarla süslenmiştir. Mezar sahiplerine ait görüntüler dışında Eroslardan girlandlardan oluşan örnekler de vardır. Kentin bu mezarlığında sadece lahitler varken, güneybatı nekropolünde anıt örme mezarlar ve khamosorionlar da bulunmaktadır. 1 tane de yuvarlak kaya ostotheği bulunmuştur.

 

YÖNETİM YAPISI:

Kelbessos’taki en önemli ve özgün yapı bir yönetim yapısıdır. Her yönüyle Roma dönemine tanımlanır. Anıtsal girişin haricinde, avluyu E odasıyla, toplantı odasını, B odasıyla, mahkeme ve ek odayı A ve C odalarıyla son olarak kutsal yeri F odasıyla eşleştirmek mümkündür.

Bu bina tipi askeri bir kamptaki general çadırının evrimleşmesiyle oluşmuştur ve bir peripolion bağlamı içine rahatlıkla örtüşür.

Kelbessos’da da başlangıçta küçük bir askeri karargah vardı. Sonradan bu daha büyük bir yerleşime dönüştü. Ancak yönetim biçimi değişmedi. Peripolionu her zaman askerler yönetti. Bu yapı Kelbessos’un siyasal ve kentsel statü ve yapısını aynıyla yansıtmaktadır. Dolayısıyla sadece kendisini bir kamu yapısı olarak değil aynı zamanda Kelbessos kentini de anlatmaktadır.

 

SİNAN DEĞİRMENİ:

Kelbessos’tan Saklıkent yoluna çıkıldığında, 2 km sonra “Koca Mezar” levhasından sonra sola sapan orman yoluna girilip 4.8 km vadiye inildiğinde varılır.

Aynı vadiye Geyikbayırı tarafından da Doyran Kozu üzerinden yine orman yoluyla varılır. Olağanüstü bir coğrafya ve doğa içerisinde vadi içinde saklı, orijinalliğini hala koruyan bir yerleşimdir.

Sinan Değirmeni, adını köydeki eski değirmenciden alır. Çok sayıda ahşap depo vadinin bir yanında dizilidir. Yanlarında moloz taştan yapılmış evler bulunur. Küçük bir suyun aktığı dere eski ağaç bir köprüyle geçiliyor. Bu masum köprüden ancak bir insan geçebiliyor. Meydanın en merkezi yapısı, değirmendir.

Çalışır durumdaki değirmen, eski yoğun işlevli günlerinden uzak beklemektedir. Lykia’da çok örneği bilinen ahşap depolar ve taş ahşap evler dokusu burada tümüyle yerleşim bazında korunmuştur. Yerleşim içinde yapılan birkaç tane tuğla-beton ev tüm resmi bozmaktadır. Sinan Değirmeni yerleşimi tüm orijinal dokusuyla korunmaya, yerleşim bazında rölöveleri çıkarılmaya ve sit alanı ilan edilmeye uygun bir açık hava müzesi gibidir.

Evlerin, depoların ve değirmenin içerisinde çok sayıda ahşap alet (At ve öküz kara sabanları, ahşap yayıklar, metal kapanlar vs) bulunmaktadır. Bunlar, tıpkı içlerinde bulundukları binalar gibi artık etnoğrafik değerlere sahiptir.

 

GEYİKBAYIRI;

Evet, bu taranan bölgede çok sayıda farklı dönemlere ait kültür varlığı saptanmıştır.

Geyikbayırı’nın hemen başlangıcında bulunan şapel, en sağlam Bizans yapısıdır. Geyikbayırı’ndan Çatalca’ya ve nihayetinde Trebenna’ya ulaşan yol çevresinde lahitler ve işlikler tespit edilmiştir. Geyirbayırından Antalya’ya doğru inen vadinin falez kayalıkları içinde bulunan bazı mağaraların da işlenerek kullanıma uygun hale getirildiği anlaşılmıştır. Geyikbayırı ve Çağlarca çevresinde bulunan çiftlikler, Trebenna’ya bağlı kırsal birimlerdir.

 

BULUNTULAR:

Geyikbayırı köyü içinde kaya mezarları, lahitler, duvarlar ve bazı işlik parçaları bulunmaktadır. Çevresinde ise, Doyranözü mevkisinde kabartmalı ve yazıtlı kaya lahdi, tepede anıt mezar kalıntıları, Kesener mevkisinde bir  köy yerleşimi ve işlikler, hemen aşağısındaki Belen’te tepe üzerinde ayakta bir kule ve yanında mezar ve yapılar bulunmaktadır.

Geyikbayırı köyü yerleşim alanı içinde, köy kahvesinin batısındaki yamaçta, kuzey-güney doğrusunda uzanan kayalıkta, 1 nolu kaya mezarı ile aynı kayalıkta kaya odaları tespit edilmiştir. Kaya mezarının 25 m doğusundaki modern bir terasta örgü malzemesi olarak kullanılan blok taş üzerinde fulcrum yuvası tespit edilmiştir. Aynı alanın 50 m güneyindeki zeytinlik içinde oldukça iri ve düzgün bloklardan oluşturulmuş kuzey-güney doğrultulu bir duvar tespit edilmiştir. Köşe yaparak batıya uzanan duvar yamaçta sonlanır.

Köy kahvesinin bulunduğu tepenin doğu yamacında bir kaya mezarı ve hemen altında değişik amaçlı kaya birimleri tespit edilmiştir. Orijinalinde hibrit yapıların kayaya oyulu bölümleri olan kaya mekanları, eskiden olduğu gibi önlerine örülen bir duvarla ahıra dönüştürülmüştür ve köylüler tarafından hala kullanılmaktadır. Aynı kayalığın doğusundaki İmam Bağı mevkiinde bir adet kaya lahdi tespit edilmiştir. Bu khamosorion eski yolun (muhtemelen bu yol antik dönemde de kullanılıyordu) doğu bitişiğindeki kayalık üzerindedir. Kayalığın 20 m kuzeyinde iri bloklardan örülü 2 odalı yapı kalıntısı, 17 x 8 m ölçülerindedir. Kaya lahdi ve iki odalı yapının doğusunda kuzey-güney doğrultusunda uzanan tarım teraslarında bazı onarım izleri görülür. Aynı düzenleme batıdaki dere yatağının yamaçlarında da görülür.

Geyikbayırı köyü içinde tespit edilen kalıntılar, köyün Antik dönemde yerleşim alanı olarak kullanıldığını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Tespit edilen iki ayrı yapı kalıntısı, çevresindeki tarım terasları ve işliklerle birlikte düşünüldüğünde, bu çiftlik yerleşimi için yeterli görülmektedir. Ancak güçlü bir duvarla çevrelenmiş olması korunaklı bir çiftlikten iz vermektedir.

TREBENNA-ÇAĞLARCA;

Antalya’nın 32 km batısındadır. Geyikpınarı-Çağlarca güzergahından gidilir. 680 m rakımlı kayalık tepeden tüm vadiye ve Antalya’ya bakar. Sivridağ ve Akropol arasındaki Dereözü sırtından kent yayılır. Stadiasmus Patarensis’e göre: Typallia’dan gelen Antik yol, Trebenna üzerinden Onobara’ya ve oradan da Thalasa’ya ulaşır. Diğer bir güzergah da Attaleia’ya varır.

Trebenna adı ilk kez 1846 yılında bir sikke üzerinde okunmuştur. Lykia’nın kuzeydoğusundaki son kenttir. Şehrin adı kent yazıtlarında “Trebenna” diye geçer. Patara Yol Klavuz Anıtında ise “Trabenna” dır.

Pamphylia Piskoposlarının İmparator Leo’ya yazdıkları mektupta (MS 458) Trebenna adına Polemon’un imzası vardır. Helenistik dönemde Termessos egemenlik alanındadır. Roma döneminde Lykia Birliğine bağlıdır. Bir altlık üzerindeki yazıtta İmparator Hadrianus’a “Olympios” sıfatıyla adanmış bir heykel olduğu, bir ev duvarında bulunan devşirme yazıtta da Marcus Aurelius’un “Germanicus” sıfatıyla kente gönderdiği bir mektup olduğu anlaşılmıştır.

3’ncü yüzyılda en parlak dönemini yaşar ve “Trebennalılar’ın ünlü kenti” olarak anılır. Bu yüzyılda iki ünlü Trebennalının varlığı bilinir. İlki: Aurelius Solon’dur. Diğeri de bir hatip olan Aurelius Torkuatos’tur. Heroon’daki yazıtta, kendisini “mutlak sözü geçen yönetici” olarak yazdırmıştır. Roma döneminin ardından, Bizans dönemini de yoğun yaşayan kent, 12’nci yüzyıla kadar yerleşim görmüştür.

Roma kent merkezi ve Bizans yapıları: surla çevrili olan ve anıtsal bir girişle çıkılan akropolle Elmin yakası arasındaki sırt düzlüğündedir. Akropolde: Helenistik dönemde başlamış olmalıdır. Roma döneminde de yeniden organize edilerek hem konut alanı hem de bazı kamu yapıları için kullanılmıştır.

Konutların çoğu Bizans döneminde de yeniden örülerek kullanılmıştır. Hatta akropol eteğindeki şapel bile önceki bir hibrit yapının kayaya oyulu bölümleri üzerine yeniden inşa edilmiştir. Bizans surlarının büyük bölümü önceki dönem sur yatakları üzerine örülmüştür. Kuzey, kuzeybatı ve kuzeydoğu yönlerden 100 m.yi bulan derin kayalık uçurum nedeniyle bu kesimde sura rastlanmaz.

Akropolün güney cephesi boyunca yayılan 79 kaya odasının çoğunluğu konuttur. Kayaya oyulu bölümleri korunmuş olan mekanlar yan yana ve altlı üstlü organik ilişkiler içindedir. Bu ilişki, kaya yüzündeki sokaklar ve basamaklarla sağlanmıştır.

Anıtsal girişin içinde kalan en nitelikli kaya mezarı Hermaios oğlu Trokondas’a aittir.

Mezarın cephe düzenlemesi tam bir ölü kültü alanı olarak nişlerle ve ata/ölü kültüne yönelik tören sekisiyle düzenlenmiştir. Giriş kademesindeki kaya rafında bulunan 6 adet stel yuvasında, muhtemelen soyu Moles’ten gelen kurucuların stelleri durmakta ve akropole ilk girişte gelenleri karşılamaktaydı. Mezar cephesindeki kalkanın yan ve üstündeki yazıtta “Hermaios oğlu Trokondas’ın mezarı. Trebimes Herosları diktirdi” yazmaktadır. Akropolde çok sayıda konut yanında merkezde bir bazilika ve Antalya’ya bakan uç kesimde de bir tapınak bulunur.

Asar Tepesi olarak adlandırılan Akropolün eteğinde başlayıp doğuya inen vadide ve sırtta oluşturulan geniş teraslarda Roma döneminde bir kamu yapıları meydanı yaratılmıştır. Bu yapı dizisi kuzey-güney yönünde uzanır. Karşılarında agora yerleşiktir. Kent merkezini güneyde hamam sınırlar. Hamam, Elmin nekropolü yamacına giren tek kamu yapısıdır. Toplantı salonunun önünden doğuya uzanan agora ve bağlantılı diğer yapı kalıntıları, ilk terası doldurur. Devamında diğer düzlük, pek çok mimari parçayla doludur. Ancak geç dönemlerde yuvarlak bir alan olarak organize edildiği için tüm parçalar yer değiştirmiştir. Bunların ne tür bir yapıya ait oldukları anlaşılmaz.

Ancak bazı nitelikli yapıların bulunduğu bir alan olduğu anlaşılmaktadır. Bu terasın sonunu yarım yuvarlak bir yapı belirler. Vadi inişine doğru başka teraslamalar, Kuzey güney uzantısında vadiyi enine kesen büyük bir yapıya kadar devam eder. Bundan sonra birkaç mezar dışında, artık hiçbir kalıntı yoktur. Bu kesimde akropol arasında kalan geniş yamaç tamamen yapılarla doludur. Yaygın bir konut alanı olduğu anlaşılmaktadır. Roma merkezi, yerleşimin MS 2-3. yüzyıllarda altın çağında imar edilmiştir.

AGORA:

Ekklesiesterion karşısındaki sokağın güneydoğusunu kaplar. 27 m kadar izlenebilen sırada bazı dükkanlar hala ayakta görülür. Yüksek duvarlar ve destek duvarlarıyla sağlamlaştırılmıştır. Stoa 6.60 x 41.30 m ölçülerindedir. Stoylobata ait altlıklardan bazıları hala yerindedir.

 

SEBASTEİON:

Stoa ve ekklesiesterionun arasındadır. Büyük oranda korunmuştur. Yaklaşık kare planlı yapının 5.25 m genişliğindeki cephe açıklığı nitelikle kesme taşlarla anıtsal örülmüştür. Yan duvarlarda ikişer küçük niş yer alır. Girişin karşısındaki duvarın merkezinde bir asal niş ve yanlarında birer küçük niş vardır. Hadrianus dönemi yazıtında anılan, Moles oğlu Trokondas adlı İmparator kültü rahibi nedeniyle, Trebenna’da ve bu yapıda İmparator kültünün varlığı kasender.

EKKLESİESTERİON;

Sebasteion’un kuzeydoğu duvarına bitişik inşa edilen ekklesiesterion, yaklaşık kare yapılıdır. Arka duvarı apsidal formdadır. Ana kayanın kademeli bırakıldığı ve bir zamanlar hala duran oturma sıraları, toplantı salonunun yarım dairesel oturma sıralarına sahip olduğunu gösterir. Salona Dor düzeninde silmeler sahip iki kapıyla girilir. Batı kapısının sol sövesinde bulunan yazıtın imparator adı geçen kısmı silinmiştir. Ama kalan kısmında yapılın bir ekkllesiesterion olduğu ve yarı maliyetinin kente ait ormanlardaki kerestelerle karşılandığı okunmaktadır.

HAMAM:

Roma kent merkezinin güneyinde, agoranın güneydoğu bitişiğindedir. Kuzey bölümleri daha sağlam korunmuştur. 5 bölüm tanımlanabilmektedir. Yaklaşık kare bir alanı kaplar. İlk iki bölüm giriş kısmıdır. III bölüm, apoditerium-frigidarium, IV bölüm tepidarium ve V bölüm de caldariumdur. Tüm odalar beşik tonozla örtülüdür. Yüksek dolgu nedeniyle ısıtma sistemine ilişkin bir veriye rastlanmamıştır.

 

 

Antalya Onabara-Deveboynu

 

Adalya’dan güneybatıya 4 saat uzaklıkta Hurma dağının eteğindedir

Burada bulunan iki lahit yazıtında, yerleşimin adının “Onnobara” olduğu ve Trebenna’ya bağlı olduğu anlaşılmıştır.

Patara Yol Klavuz Anıtında: adı Trebenna’dan sonra okunan, Onobara Sivridağın eteğinde Gedeller köyündeki Deveboynundadır.

Adı, muhtemelen eşek (ono) ve çiftlik (baris) kelimelerinin birleşiminden doğmuştur. Yerleşimin çevresinde dağınık bulunan çiftliklerdeki lahitler  Onobara’nın merkezi yerleşimle kalmadığı yakın çiftliklerin de Onobara’ya dahil olduğu ve yakınında bulunan çiftlikleriyle birlikte tümünün Trebenna’ya bağlı olduğu anlaşılmıştır.

Bunların en büyüğü ve dolayısıyla merkezi olanı Deveboynu’ndaki yerleşimdir.

Gedeller’deki çiftlikler Onabara bölgesi içinde kalmaktadır. Hatta, tüm Gökdere Vadisinin Onobara olduğu ve merkezinin Gedeller çiftliği olduğu öne sürülür. Ancak, yine bazı araştırmacılara göre, Onobara sadece bir yerleşim değil çevresindeki çiftliklerin de adıdır. Yani, fark; merkezi yerleşimin neresi olduğudur. Ancak: kesin olan: bulunan zengin kalıntılar ve yazıt yardımıyla, Onobara’nın Gökdere Vadisi çiftlikleri olduğu, merkez yerleşimin ise Deveboynu olduğu yönündedir.

Yerleşimin bulunduğu tepenin güneyinde bulunan sınır yazıtında da Phaselis-Trebenna sınırı aydınlanmıştır. Bulgulara göre, güney sınırı Tünektepe’nin güneyi, kuzey sınırı Badırıktepe ve Belen’in kuzeyinden geçen derin vadi, Antalya düzlüğünde ise Hurma kalıntıları sınırı çizmektedir.

Hurma Çiftliğinde bulunan lahitlerdeki tabulalarda cezaların Attaleia kent kasasına yatırılması gerektiği yazar. Dolayısıyla buradan itibaren doğuya doğru Attaleia egemenlik bölgesi başlar. Miliarium Lyciae’ye göre: Onobara, bu kesimde denizle bağlantı kuran son noktadır. Thalassa’ya bağlanmaktadır. Dolayısıyla arkasındaki dağlarda üretilen ürünlerin deniz yoluyla satışa gönderildiği güzergahlardan biri olmalıdır.

Yerleşim Gökdere vadisinin doğusunda, kuzey-güney doğrultusunda uzanan Deveboynu Tepesinin güney ucunda konumlanır.

Kente ulaşım, vadi içinde kuzey güney doğrultusunda uzanarak Gedeller Köyünü Gökdere Mahallesine bağlayan orman yolu sağlar. Deveboynu tepesinin güney bitiminde, orman yolundan doğuya dönülüp, yamaca doğru hareket edildiğinde karşılaşılan ilk patika, Onobara kentine ulaşır.

Orosada’dan devam eden antik yol Miliarim Lyciae’de anıldığı gibi, Thalasa’ya varır. Denize varmadan önce yol üstündeki Dipsiz yerleşiminden geçer. Tepenin sırtı tamamen kayalık, kuzeyi ve batısı ise oldukça sarptır. Bu nedenle, tepenin yerleşime uygun olan doğu yamacı güney ucunda konumlanmıştır. Deveboynu Tepesinin batı ucunda iz veren, 2-2.5 m kalınlığındaki sur duvarları, doğu yönünde 50 m arayla iki kule ile desteklenerek kent merkezine yönelir.

 

YERLEŞİM MERKEZİNDEKİ KALINTILAR:

Kalıntılar Bizans ve Roma dönemlerine aittir. Yapı malzemeleri neredeyse tamamıyla Roma iken, yapılar son halleriyle Bizans yapımıdır. Devşirme malzemeyle yapılan 3 odalı Bizans yapısı dikkat çeker. Söz konusu Bizans yapısının güneyinde, doğu batı doğrultusunda konumlanmış 3 ayrı mekan daha vardır. Tüm bu yapıların doğu altında yamaca paralel sıralanmış başka mekanlar dikkati çeker ki, bu alan Roma yerleşim meydanı için oldukça uygundur.

Agoranın Bizans döneminde devşirme malzeme kullanılarak büyük oranda yeniden inşa edilmiş olduğu anlaşılır. Yapılan araştırmalarda 18 adet yazıtlı blok tespit edilmiştir. Merkezde 4 adet aslan ayaklı lahit podyumu, bir adet ostothek parçası, şimşek kabartmalı küçük bir altar ile yarısı ele geçen bir güneş saati diğer önemli parçalardır.

Bunların yanı sıra aynı alanda tespit edilen hafif kavis yaparak sonlanan profilli bloklar bir eksedra yapısına işaret eder. Oldukça yoğun olarak görülen diğer mimari bloklar kentin Roma dönemi yapılarına dair önemli bilgiler verir. Kentin onur yazıtlarından bazılarının, anıtsal bir giriş üzerinde konumlandığı düşünülür. Tüm yapılar Bizans Dönemi değişiklikleri geçirdiğinden ve tüm malzemeleri tekrar kullanıldığından bunların plan ve fonksiyonlarını tam olarak belirlemek güçtür. Bizans dönemine ilişkin en önemli yapı iyi korunmuş küçük bir kilisedir.

Trebenna, Onobara veya Typallia, Onobara sınır kesişme yerini belirleyen önemli bir kaya yazıtı Sivridağ’ın 1 km doğusunda Gavurbeleninde bulunmuştur. Bu yazıt iki kentin baş harflerinden oluşmaktadır. “OTO” biçimindeki yazıtta “O” nun “Onobara’yı karşıladığı kesindir. Ancak “T” harfinin Terebenna ya da Typallia ya ait olma olasılığı da vardır. Yazıtın konumuna yönelimine göre Typallia-Onobara sanır yazıtı olduğuna karar verilmiştir.

 

 

Antalya Typallia-Yarbaşçandır

Antalya merkezde Çakırlar Mahallesi bitiminden sonra, Körler Mezarlığı mevkisinde yer alan kavşaktan Çandır istikametine doğru gidildiğinde, asfalt yolun 14. km de, orman yoluna döndükten sonra 3100 m daha çok sarp bir yoldan ilerlendiğinde ilk kalıntılara ulaşılır.

Çatdibi köyü kuzey arkasında, Karabel’de konumlanan antik yerleşimin bulunduğu yere haritalarda ve ormancılar arasında “Asarlık Tepe” adı verilir.

Sarp kayalık bir tepe üzerinde kurulu küçük bir yerleşimdir.

Trebana ve Kitanaura arasındaki yol bağlantı noktasıdır. Patara Yol Klavuz Anıtından edinilen bilgilere göre; bu konu kuşku bırakmaz. Lahit yazıtları da adını doğrular.

Yerleşimin Termessos’la bir sympoliteia oluşturduğu belirlenmiştir.

 

YERLEŞİMDEKİ KALINTILAR:

Bugünkü orman yolunun çıkışı boyunca ve sırttaki düzlükte, Pisidia tipinde kalkan, yazıtlı ve kabartmalı 15 lahit dizilidir. Sağda yükselen kayalık tepe üzerinde akropol güney eteğinde de yerleşim kalıntıları izlenir. Ana kayaya oyulu akropol girişi gibi birkaç yapı ve teras duvarları dışında, tam tanımlanabilir çok fazla yapı kalmamıştır. Yaygın bina yıkıntıları söz konusudur. Kalıntıları bakıldığında küçük bir yerleşim olduğu anlaşılır. Akropolün ana kayaya açılı giriş kapısından tepenin  doğu yamacına kadar uzanan alanda yapı kalıntıları ve kaya alanları izlenir. Aşağı inildikçe teras duvarları ve üstlerinde yine kalıntılar görülür.

Yerleşimin tüm planı ve işleviyle saptanabilen yapısı, bütününe yakın korunmuş yapı olan Roma hamamıdır.

ROMA HAMAMI:

Akropolün güneydoğu eteğindedir. Bölgenin bilinen en küçük hamamıdır. Yapı üst duvarlarına kadar ayaktadır. Yan yana dizili 3 bölümden oluşur. En doğudaki, küçük bölüm giriştir. Profilli dış kapı 0.73 m genişlikte ve 1.86 m yükseklikte ve ayaktadır. İç ve dışındaki menteşeler ikili bir kapı olduğunu gösterir. Bu da çok bölümü olmayan küçük taşra hamamlarında ısıyı korumak amacıyla yapılması beklenen rutin bir uygulamadır. Bu bölümün batı yan duvarlarından ana bölüme geçilir. Dikdörtgen bölüm hamamın yıkanma bölümüdür.

Binanın köşeleri ve kapılar bloklarla örülüyken ara duvarlar moloz taşlarla örülüdür. Tonozun başladığı kotta bir sıra blok taş tüm yapıyı çevrelemekte ve bir konsol çıkıntısı oluşturmaktadır. Binanın akropole yönelik arkası boyunca bağımsız ve güçlü bir duvar uzanır. Kaya duvar ile hamam arasında 3.30 m lik bir koridor oluşur. Mimarisi ve planı dışında duvarların dış ve içte sıvalı olması, yuvarlak ve kare pilaeler ile ince kristalli, mavi damarlı beyaz mermer plakalar ve mermer levha parçaları yapının işlevinden kuşku bırakmaz. Pişmiş toprak çiviler ise bu küçücük hamamın bile duvar içinden de ısıtıldığını gösterir. Yapının en önemli yanı Roma Dönemi taştan hamamları için çok özel bir örnek olmasıdır. Genellikle büyük kent hamamlarının iyi bilindiği bu bölgede, küçük yerleşimlerdeki küçük boyutlu hamamların nasıl olduğuna bir örnektir.

ANTİK YOL

Orman yolu biterken, lahitlerin sıralandığı antik yol başlar. O bölgeden çevreye bakıldığında görülebilen kalıntıların azı düzlükte  konumlanmış, geri kalanı topoğrafya gereği yamaçlarda yerleşmiştir. Şehir içinde yer alan tük küçük düzlük nekropol alanı olarak kullanılmış ve 15 lahit çoğunlukla bu alana yerleştirilmiştir. Yerleşimde 1 tane de khamosorion vardır.

 

AKROPOL/MEZARLAR:

Akropol kayalığının batı yüzüne açılan üç kaya mezarı bulunmaktadır. Birbirlerine benzeyen üç mezar ortak karakterdedir. Sarp kayalığın yüzündeki çok dar giriş örtü alanıyla ve küçük bir kapıyla girilen tek odadan oluşur. İlk yan duvar boyunca ölü yatağı yapılmıştır. Arka duvar önünde ise iki ölü yatağı arasında kalan küçük boşluk bir armağan ve mezar eşyası sehpası işlevinde arada düzgünce kesilerek bırakılmıştır. Ortada kalan kısım ise, derince bir hareket alanı çukurudur. Sivri tonozlu çatı taklidi biçiminde kesilen ana kayada, tepede ani kiriş de kayaya işlenmiştir. Kirişin ucu dışarıda mezar önü alanına da çıkarılmıştır. Bu durumuyla mezar Lykia’dan bilinen kaya mezarı geleneğinden farklı yanlar gösterir. Örneğin: Lykia’da mezar içlerinde ahşap taklidine rastlanmaz. Dışta vardır. Burada ise tam tersidir. Dışta vardır. İçte ahşap taklidi vardır dışta yoktur. Burası kültürel olarak artık Lykia değildir.

 

KALEBAŞI-ASARLIK KALESİ

Çandır vadisinin güney yamacında, Yarbaşçandır köyünün karşısındaki yamaçta Asartepe denilen mevkide tespit edilen iyi durumdaki kale, Bizans Dönemine ait bir yapıdır.

Yarbaşçandır köyünden aşağı, vadinin dibine inildikten sonra bir köprü geçilerek karşı yamaca  tırmanılır ve orman yolundan doğuya doğru yaklaşık 1.5 saatlik bir yoldan sonra Asartepe mevkisine ulaşılır.

Bütün vadiye egemen olan bir konumdaki kalenin batı ve kuzey tarafları 100 metreyi aşan sarp uçurumlar halinde olduğundan, duvarlar sadece güney ve batı taraflarını çevrelemektedir. Güney duvarına bitişik olarak yapılmış iki burçtan batı tarafındakinin alt kısmı sarnıç olarak yapılmıştır. Kalenin içinde ve çevresindeki yamaçlarda bulunan çok sayıdaki sırlı seramik parçalar Orta

Bizans dönemine aittir. Ayrıca çeşitli cam parçaları ve bıçak, çivi başı, cüruf gibi metal parçalar da bulunmuştur. Çok iyi durumda korunmuş olan bu kale kalıntısı, Trebenna teritoryumunda bu döneme ilişkin keşfedilen en önemli savunma yapısıdır.