
Kaş; daracık, sarmaşıklar ile kaplı sokakları, başka yerde tatmanın imkansız olduğu Kaş a özgü lezzetleri ile tatilcilerin vazgeçemediği küçük bir beldedir Kaş.
Ama, muhteşem bir güzellik, küçük ama sakin, güzel bir belde. Tam bir tatil yeri.

ULAŞIM
İstanbul-Kaş arası uzaklık, yaklaşık:950 km. dir. Antalya-Kaş arası uzaklık: 198 km. dir. Ankara-Kaş arasında uzaklık: 741 km. dir.
Kaş’ın çevredeki yerleşimlere uzaklıkları ise şöyledir; Kaş-Kalkan: 26 km., Kaş-Xanthos: 44 km., Kaş-Patara. 43 km,, Kaş-Letoon: 50 km., Kaş-Fethiye: 108 km., Kaş-Köyceğiz: 173 km., Kaş-Marmaris: 236 km., Kaş-Bodrum: 357 km., Kaş-İzmir: 470 km., Kaş-Demre: 48 km., Kaş-Finike: 78 km., Kaş-Kumluca: 98 km.

NE YENİR
Yörede, her mevsimde yetiştirilen taze tarım ürünleri, günlük olarak sunuluyor. Her türlü et yemekleri, deniz ürünleri ve balık çorbası meşhurdur. Yörede: arıcılık ve bağcılık ta gelişmiştir. Kara kovan balı ve çam balı, pekmez alınabilecek ürünlerdendir. Özellikle: keçiboynuzu pekmezini mutlaka deneyin.

GENEL

Kaş için: “Arkası taş, önü yaş” olan Kaş’ta işler zor, zaman yavaş ilerler. Bu gecikmenin ödülü ise, Kaş’ın olağanüstü tarihi ve kültürel birikimlerini, karasal ve su altı doğal zenginliklerini bugüne kadar korumuş olarak geleceğini sağlayacak konumda olmasıdır.
PLAJLAR
Kaş’ın bütün deniz kıyılarından denize girmek mümkün dür ancak, halkın tercih ettiği plajlar şunlardır. Patara Plajı, Kaputaş Plajı, Küçük Çakıl Plajı, Akça Germe Plajı, Seyret Çakılı Plajı, Büyük Çakıl Plajı, Karadere Plajıdır.

Kaş’ın en güzel plajı: Kaputaş Plajıdır. Kalkan-Kaş kara yolunda, dağların ve virajların arasında giderken bir anda belirir. Dünyanın en güzel cep plajlarından biridir.
Kalkan’dan özel araba ile: yaklaşık 10 dakikada gidilir. Kaş’tan ise 20 dakikada gidilir.
Kaputaş Plajı ile ilgili ayrıntılı tanıtımı Kalkan bölümünde bulabilirsiniz.
Kaş’ta konaklama sıkıntısı yok. Bir de öğretmen evi bulunuyor.


Kaş’ın hemen karşısında: Yunanistan’a ait olan “Meis adası” bulunmakta olup, uzaklığı: 3 km. dir.
KAŞ’DA YAPILABİLECEK ETKİNLİKLER

TÜPLÜ DALIŞ-SCUBA DİVİNG
Kaş’ta tüplü dalış yaparak kristal berraklığındaki suların metrelerce altına inebilirsiniz. Kaş da su altı dalışları 1986 yılında yapılmaya başlamıştır. Günümüzde ise, turizmin motor sektörü olmuştur.
Burada 21 farklı dalış noktası bulunmaktadır. Avrupalı dalıcıların en çok keyif aldıkları dalış bölgesidir. Tespit edilmiş 30’a yakın dalış noktasıyla, dalıcılara heyecanlı anlar yaşatmaktadır.
Çünkü: denizin altı da, üstü kadar renklidir. Ayrıca Caretta görme ihtimali vardır ve denizin altında MÖ 1300’lere kadar uzanan bir tarihle karşılaşmak mümkündür.
Sualtı kanyonları, rengarenk balıklar, çeşit çeşit deniz canlıları ve profesyonel dalış okulları bulunmaktadır.
Yaz sezonunda, 40-50 metreye varan görüş mesafesi ve kayalık dip yapısıyla, Kızıldeniz’den sonra Akdeniz’deki önemli dalış yeridir.

YAMAÇ PARAŞÜTÜ
Minübüslerle 9 dakikalık bir yolculukla denizden 600 metre yükseklikteki Kırdavlı Tepesine ulaşılıyor. Veya Asas dağına çıkılıyor. Asas dağına ulaşım yolculuğu 30 dakika sürer.
Paraşüt uçuşu, Asas dağında 650 metre yükseklikten başlıyor. Burada yamaç paraşütü pilotları eşliğinde yamaç paraşütü yapılıyor. Uçuş yaklaşık 20-30 dakika sürmektedir.
Kaş limanına iniş yapılıyor. Yamaç paraşütü yapmak için ayırmanız gereken süre 2 saat civarındadır.
YÜRÜYÜŞ-TRECKİNG
Kaş’ın en rağbet gören doğa aktivitelerinden birisidir. Bölge: trekking ve antik kentler arası yürüyüşler gibi, doğa etkinlikleri için sayısız olanaklar sunmaktadır.
Herkesin kolaylıkla yürüyebileceği patikalar ile süslü rotalarda, zengin maki toplulukları arasından geçerek, sedir ormanları ile kaplı yeşil tepeleri, kanyonları, vadileri ve su kaynaklarını izleyerek, yarı evcil keçilere, bazen de sempatik sincaplara rastlayarak harika zaman geçirebilirsiniz.

Bu yürüyüşler; doğa güzelliklerinin yanı sıra, Likya patikalarını takip ederek, henüz yoğun turist akınına uğramamış, antik kentleri keşfetmek, bozulmamış köyleri ve yöresel özellikleri tanımak olanağı da sağlamaktadır.
Doğa yürüyüşleri, bölgeyi çok iyi tanıyan, tecrübeli ve tüm iletişim-emniyet donanımlarına sahip rehberler eşliğinde yapılmakta olup, tur başlama noktalarına araçlarla gidilmektedir.
Likya yolu seçeneğinin dışında: Liman ağzı, Gedife Tepesi, Phellos, Gökçeören, Asaz Dağı, Gömbe Yaylası alternatif yürüyüş parkurları da programlar içindedir.
Yalnız, asla, rehber olmadan, böyle uzun bir yürüyüşü tercih etmeyin.
MAVİ YOLCULUK VE TEKNE TURLARI
Gulet tipi yelkenli, ahşap yatlarla yapılıyor. Çünkü bu tip tekneler, günümüzde yalnızca mavi yolculuk için dizayn edilmiştir.
Çağdaş yaşamın gereklerini karşılayacak şekilde üretilen bu el emeği guletler, kamaralarından, mutfağına kadar her türlü konforu, ahşap sıcaklığı içerisinde yolcularına sunuyor.
Mavi yolculuk içinde: Akdeniz ve Ege’nin en güzel koylarını: Kekova’yı, Kaş-Kalkan’ı, Kelebekler Vadisini, Fethiye ve yemyeşil Göcek koylarını görebilirsiniz.

KAŞ SU ALTI ARKEOLOJİ PARKI-ARKEOPARK
Hidayet koyundadır.
Arkeopark’ta, Uluburun’da kalıntıları bulunan teknenin bir benzerinin, Kaş’ta inşa edilip batırılması ile oluşturulan bir yapay resif ile, batığın sünger avcıları tarafından ilk bulunduğu “İn Situ” halini temsilen, taklit amphora, taş çapa ve bakır külçelerin, batik planına göre düzenlendiği yapay batık alanı yapılmış.
Yeryüzünde benzeri olmayan bu su altı parkı, dalıcılara hoş bir keşif heyecanı yaşatıyor.

TARİHİ
Kaş’ın eski adı: Hebessos’tur. Antik kent, tarihte: Antiphellos ismi ile anılmıştır. Karia ve Likya bölgeleri arasında, bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunması nedeniyle, şehir, aynı zamanda bir ticaret limanıdır.
Antik kent: Roma döneminde önem kazanır. Bizans döneminde, piskoposluk merkezi olur. Bu dönemde: Arap akınları görülür ve daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak, Andıflı adını alır.
Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra ise, Tekeoğulları Beyliği yönetiminde geçer ve daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından, Osmanlı topraklarına katılır.

GEZİLECEK YERLER

CUMHURİYET MEYDANI
Kaş merkezinin göbeğinde Andifli Mahallesindedir. Ara sokaklarda gezinmelisiniz. Burası: Kaş merkezinde hareketle gecelere yakın olmak isteyenlerin tercih edeceği küçük işletmelerle doludur. Burada birçok kafe ve bar bulunuyor.
KAŞ MERKEZ CAMİİ-NASRETTİN CAMİ
İlçe merkezinde en tarihi yapıdır. İlçenin tam ortasında Andifli Mahallesindedir. Caminin Kitabesinde: Yusuf Ağa tarafından 1770’li yıllarda yaptırıldığı yazılıdır.
Elmalı ilçesindeki Ketenci Ömer Paşa camisinden sonra Batı Antalya’nın en eski 2’nci camisidir. Cami tek kubbelidir. Batı yönünde minaresi bulunur.

UZUN ÇARŞI
Yan yana dizilmiş eski ve şirin evlerin altları butik, mağaza ve yöreye ait hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlardır.

Ne satın alınır: El işçiliği gümüş takılar, Likya halıları, kilimler, cam sanat eserleri, tahta oyma figürler, tasarım kıyafetler.
Yani, o kadar da düşündüğünüz kadar uzun bir çarşı değil, ancak burada ara sokaklara girmenizi öneririm. Buranın en büyük özelliği: Selçuklu mimarisi özellikleridir.
Uzun çarşı: alışveriş mekanları dışında, akşamları yemek sonrasında dolaşmaya çıkanların da adresi ve ışıltılı gezinti yeridir. Kenarlarda: bar ve kafeler bulunur.

KRAL MEZARI-ANIT MEZAR-KAŞ LAHDİ
Likya dönemi lahitlerinin en görkemlisi, günümüzde Uzun çarşı sokağındadır. Sokağın yukarı kısmında tepeden aşağı sokağı seyredercesine duran bir lahit vardır.
Buraya halk arasında “Kral Mezarı” olarak adlandırılır. “Aslanlı Lahit” olarak da bilinir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir.
Hem mimarisindeki görkem hem de çift dilli (Likçe-Eski Yunanca) yazıtındaki bilgiler, Kaş Lahdini ölümsüz kılmıştır.
Gerek mezar odası ve gerekse üstündeki yükselti: tek bir kaya bloku yontularak yapılmıştır.

Üç bölümden oluşan, yükseltilmiş bir lahittir. Hyposorium veya alt mezar odası, yaklaşık 1.5 metre yüksekliktedir ve zemini çökmüştür.
Bunun üstünde, yaklaşık 0.80 metre yüksekliğinde bir düz tavan vardır ve bu ikisi, bir kaya bloğundan yontularak yapılmıştır. Lahdin en üstünde ise ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya ogivali veya sivri kemerli bir taş kapak bulunur.

Kitabe
Lahdin 1.5 metre uzunluktaki alt kısmında, Boncuk motifleri ve 8 satırlık Likçe bir kitabe bulunmaktadır. Lahitteki kitabe: “Hia’nın oğlu Ixta, bu mezarı karısı ve çocukları için inşa ettirmiştir ve her kim ona zarar verirse, bu yörenin anası ve Phellos’un perileri burada onu öldürsünler”
Sanduka
Kaidenin üzerinde, dikdörtgen prizması şeklinde anıtın sandukası oturtulmuştur. Kapağın kuzeybatı alınlığında: sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üzerine atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın figürü vardır.
Kapağın güneydoğu alınlığında: ayakta duran ve uzun bir manto giymiş bir kadın figürü görülür.

Lahit Kapağı
Lahdin en üstünde, ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya sivri kemerli taş kapak bulunur. Kapağın her iki yanında da aslan kabartmaları bulunur. Aslan başları: pençelerin üstünde dayalı durur. Kapağın kısa kenarı: dört levhaya bölünmüştür.
Kuzey batı alınlığında “sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üstüne atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın” figürü işlenmiştir. Güneydoğu alınlığında ise “ayakta duran ve uzun manto giymiş bir kadın figürü” görülür.
Kapağın batı tarafı pencere şeklindedir.

OLYMPOS/ACISU HALK PLAJI
Kaş Marinanın devamındadır. Merkezden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Kaş merkeze uzaklık 1 km dir. Temiz ve bakımlı plaj, yörenin gözde turistik belgesinin hemen içinde yer alması nedeniyle avantajlıdır. Araba yolundan, merdivenle inilir. Acısu Halk Plajı, Mavi Bayraklıdır.

Plaj dar ve çakıl taşlıdır. Kum ve kayalık yoktur. Ahşap iskele ve beton platform yoktur. Plajın uzunluğu 8 metre, genişliği ise 5 metredir. Denizi ise berrak ve serindir. Yılın 9 ayı denize girmek mümkündür.
Kumsal küçük çakıl taşlarından oluştuğu için, denizden çıkışta ayağınız kumlanmıyor. Kumsala şezlong ve şemsiyenizi götürebilirsiniz. Plajın bitiminde, “Olympos Kamp” bulunmaktadır. Olympos, daha geniş bir alana yayılmıştır.

ÇADIR VE BUNGALOV KAMP ALANLARI

KAŞ KAMPİNG
Antik Tiyatrodan, Yarımadaya giden yol üzerindedir. Kaş merkeze yürüyerek 10 dakika uzaklıktadır. Kamp alanına araç sokmak yasaktır, aracınızı yol kenarında bir yere park etmeniz gerekiyor. Resepsiyondan çadır kurabileceğiniz yerlere ait bir harita veriliyor ve buna göre çadırınızı kurabiliyorsunuz.
Evet, kamp alanı, Kaş merkeze oldukça yakındır. 1981 yılından beri faaliyetini sürdürmektedir. Burada bungalov ve çadır kampı yapılmaktadır. İsterseniz burada bulunan bungalowlarda kalabilirsiniz. Kamp alanında, ortak banyolar ve bir de kafe bulunuyor. Ayrıca kendi plajı bulunuyor. Türkiye’nin en sevilen kamp alanlarındandır.
7 dönümlük alanda, zeytin ağaçlarının gölgesinde, denize sıfır bir doğa deneyimi yaşamak için burası tercih edilmektedir. Çadır, müşterilerin kendileri tarafından getirilmektedir, ancak en önemli husus rezervasyon alınmamasıdır.
Yani, buraya gittiğinizde “Yer yok” gibi bir deyimle karşılaşabilirsiniz. Bence uygun bir yaklaşım değil, insanlar yer yok deyimi ile karşılaşınca alternatif ne yapabileceklerdir. Kamp alanında: Diving dalış okulu da bulunuyor.

CAN MOCAMP
Kaş merkezine 20 dakikalık yürüyüş uzaklığındadır. Kamp alanı: toprak zemin ve ahşap platform olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sabah saatlerinde zeytin ağaçları güneşi engeller ancak günün ilerleyen saatlerinde güneş kamp alanında etkili olur.
Kamp alanında ortak kullanılan duş ve tuvaletler bulunmaktadır.

KAŞ OLİMPOS MOCAMP
Kaş merkeze 2 km uzaklıktadır.
Kamp alanı deniz kıyısından 70 metre uzaklıktadır. Zeytin ve keçiboynuzu ağaçlarının altında çadır alanında çadırınızı kurabilirsiniz. Yani, burada çadır kiralanmıyor, kendi çadırınızı getirmeniz gerekiyor.
Çadır alanı, toplam 70-80 çadır kurulacak kapasitedir. Geniş kamp alanında ortak kullanımlı olarak: tuvalet, duş, mutfak buzdolabı, çamaşırhane, elektrik ve plaj bulunmaktadır.
KAŞ MARİN CAMPİNG
Acısu bölgesindedir. Ortak kullanım alanlarında: mutfak, buzdolabı, restoran, 24 saat sıcak ve soğuk su, duşlar, elektrik ve ücretsiz internet bağlantısı bulunmaktadır.

EVREN CAMPİNG
Andifli, Uğur Mumcu Caddesindedir.
Plajlara ve alışveriş merkezine yakındır. Otopark ücretsizdir. Kaş merkeze 800 metre yürüme mesafesindedir. Burada kiralık çadır bulunmaktadır.
Tüm çadırların hemen yanında elektrik prizi vardır. Ortak kullanıma yönelik: çamaşır makinası, duşlar, tuvaletler, sıcak su hizmeti verilmektedir.
KAŞ ÇEVRESİNDEKİ PLAJLAR

LİMAN AĞZI PLAJI
Kaş ilçesinin güneyinde, ancak denizden ulaşılan bir yerdir. Kaş merkezden kalkan teknelerle buraya ulaşılır. Küçük teknelerle buraya 15-20 dakikada ulaşılıyor. Bulunduğu yön nedeniyle, güneşin en uzun süre kaldığı koydur.
Burası eskiden liman olarak kullanılıyormuş, bu yüzden ismi “Limanağzı” plajıdır. Burada deniz: dalgasız, berrak ve oldukça dingindir.

Limanağzı bölgesinde, konaklama hizmeti veren 4 tesis bulunmaktadır. Bu işletmeler, genellikle ahşap sedirler ve localarda denize girenlere hizmet verirler. Koyda oteller yanında bungalovlar da bulunmaktadır.
KÜÇÜK ÇAKIL PLAJI
Kaş ilçe merkezinin sol tarafında küçük bir koydadır. Bu yüzden bulmak zordur, tabelası yoktur, Hükümet caddesi üzerinde plajın yerini sorarak bulabilirsiniz.
Merkezde kayaların arasında 10 metre uzunlukta çakıllı bir koydadır. Adından anlaşılacağı üzere minik çakıllardan oluşmaktadır. Kaynak sularıyla beslenen plajın denizi oldukça soğuktur. Dalgalı ve sığ değildir. Denize iskeleden giriliyor.
Plaj sahil kesimi çakıllı olduğu için şezlong ve şemsiye konulamaz. Şemsiye ve şezlonglar kayaların üzerine kurulmuş ahşap platformlara yerleştirilmiştir. Burada: iki tane Beach işletmesi bulunuyor.

BÜYÜK ÇAKIL PLAJI
Kaş ilçe merkezinden oteller bölgesine doğru 20 dakikalık bir uzaklıktadır. Uzaklık yaklaşık 2 km dir. Andifli Mahallesi Hükümet Caddesinden gidilir. Kaş’ın popüler plajlarından birisidir.
Gidişte yokuş aşağı oldukça keyifli olmasına rağmen, dönüşte yürümeye seçerseniz yokuşu çıkmak sıkıntılı oluyor. Plajın çevresinde: soğuk su kaynakları vardır. Bu yüzden deniz suyunun sıcaklığı düşüktür. Ancak bunaltıcı yaz aylarında, bu serinlik iyi gelir. Ancak suyun üstü soğuk, altı sıcaktır.
Plajın çakıllı olması, suyun berraklığını arttırır. Diğer plajlara oranla daha sessiz ve ıssızdır. Küçük Çakıl plajına nazaran daha geniş bir plaj alanına sahiptir. Burası da adından anlaşılacağı gibi çakıllıdır. Çakıllar beyaz renklidir.
Plajda, küçük tesisler bulunmaktadır ve bunlardan ihtiyaçlarınızı temin edebilirsiniz. Plaj, gün batımını seyredebileceğiniz en güzel plajlardan birisidir.
Güneş batarken, sahildeki restoranların bazıları masalarını denizin yanına çakıl taşlarının üzerine kuruyorlar. Böylece, Kaş bölgesinde denize en yakın yemek yiyebileceğiniz yer burasıdır. Buraya giderseniz yanınızda mutlaka şnolker ve paletleriniz olsun, denizi altında muhteşem görüntüler izleyebilirsiniz.

AKÇAGERME PLAJI
Akçagerme plajı: Kaş ve Kalkan arasındadır. Kaş ilçe merkezine 4 km uzaklıktadır. Kaş ilçe merkezinin batısından, yaklaşık 25 dakika yürüyerek buraya ulaşabilirsiniz. Toplu ulaşım araçları ile buraya ulaşmak mümkündür.
Akçagerme koyu: 2008 yılında Kaş Kaymakamlığı tarafından “Halk Plajı” haline getirilmiştir.

Plajın uzunluğu 200 metredir. Plajın genişliği de 200 metredir. Denize sıfır plajda tesis vardır. Çakıl, kayalık, ahşap iskele ve beton platform yoktur.
Mavi Bayraklıdır

Plajın en belirgin özelliği: rüzgarlı ve dalgalı havalarda dahi denizin süt liman olmasıdır. Çünkü plajın karşısında yarımada bulunmaktadır.

Plajı yörede bulunan diğer mavi bayraklı plajların aksine çakıllardan değil kumdan oluşur. Denizi sığdır. Dalgasızdır. Bu yüzden özellikle çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca çocuklar için havuz ve su kaydırağı yani Aquapark bulunur.
Sahilde ise spor alanları ve çocuk parkı vardır. Plaj: Kaş Kaymakamlığına bağlı “Anadolu Turizm Meslek Lisesi” tarafından işletilmektedir. Öğrenciler burada staj yapmaktadırlar.
Kaş Kaymakamlığı tarafından faaliyete alınan ve tepe üzerinde bulunan restoran ve piknik alanı gayet uygundur.
ÇEVREDE GEZİLECEK YERLER
ÇUKURBAĞ YARIMADASI
Kaş merkeze 5 km uzaklıktadır. Kaş merkezden Çukurbağ yarımadasına dolmuşlar gidip gelmektedir. Yolculuk yaklaşık 10 dakika sürer.
Çukurbağ Yarımadasının antik dönemdeki ismi “Habesos” dur. Buradaki antik kent daha sonraları “Antiphellos” ismini almıştır. Antiphellos kenti, Likya ve Karya bölgeleri arasındaki ulaşım yollarının üstünde ve ayrıca bir ticaret limanı olarak kullanılmıştır.
Sakin ve kalabalıktan uzak durmak isteyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bulunan otellerin kendi beach bölümleri vardır. Ancak bazı otellerin denize ulaşımı zordur, bu yüzden rezervasyon yaptırırken sormanızı öneririm.
Ayrıca açıkta olduğu için sürekli bir esinti vardır. Yine de deniz ve Meis yönündeki manzara oldukça güzeldir.
Çukurbağ köyünün bulunduğu yer ise: denize kıyısı olmayan bir köydür. Burada yaşayanlar deniz için Halk Plajı veya Hidayet Koyu nu kullanıyorlar. Köy sadece seyirliktir. Buradan harika tablo gibi manzaralar görebilirsiniz.
Hidayet koyu ve İnceboğaz plajı, yörenin en meşhur yerleridir.

KAŞ BELEDİYE HALK PLAJI
Çukurbağ Yarımadasındadır.
Plajın geniş bir otoparkı vardır. Ayrıca Kaş merkezden buraya dolmuşlar kalkmaktadır. Kendi aracınız ile giderseniz otopark problemi yoktur. Giriş ücretsizdir.
Oldukça geniş ve bakımlı bir plajdır. Sol tarafta tahta platform üzerinde sağ tarafta ise kum üzerinde şezlonglar bulunmaktadır. Platform tarafında genellikle çocuklu aileler bulunmaz. Denize, platform üzerindeki merdivenlerden giriliyor. Çünkü denize giriş bölümü çakıllıdır.

Denizi akvaryum gibi berraktır. Büyük çakıl ya da küçük çakıl plajlarına göre daha çok tercih edilmektedir. Deniz suyu hafif dalgalı ve ılıktır.
Plaj alanında: restoran, kafe ve çocuk oyun alanı vardır. İsterseniz kafeterya da oturup denize girebilirsiniz, yani şezlong ve şemsiye almak zorunda değilsiniz.
Piknik yapmaya elverişli ağaçlıklı bir yeşil alanda bulunmaktadır. Sahile yakın arka tarafta ağaçlık bölgede kendi sandalyende gölgede rahatlıkla oturabilirsiniz.
Hem kum, hem de çim üzerinde güneşlenmek mümkündür.

HİDAYET KOYU
Çukurbağ Yarımadasındadır. Kaş ilçe merkezine 3 km uzaklıktadır. Çukurbağ yöresindeki en güzel plajdır.
Koy ismini, burada daha önce yaşayan “Hidayet” isimli bir kişiden almaktadır. Zeytin ağaçları gölgesinde dinlenip denize girebilirsiniz. Koyda kumsal yoktur. Denizin tabanı çakıl taşları ve kayalıklardan oluşmaktadır. Denize buradan giriliyor.

Ancak deniz suyu berrak ve temizdir. Hatta bir akvaryum gibidir. Son yıllarda koya bir “Beach” yapılmıştır. Güneşlenmek için ahşap platformlar üzerine şezlong ve şemsiyeler konulmuştur.
Yörenin diğer plajlarına nazaran biraz daha kalabalıktır. Eğer sakinlik arıyorsanız, burası size göre değildir, burası oldukça hareketlidir ve yoğundur. Çünkü koyda müzik çalınıyor. Koy çevresinde kalınabilecek birçok pansiyon bulunmaktadır.

İNCEBOĞAZ ÇINAR HALK PLAJI
Çukurbağ yarımadası yolu üstündedir. Çukurbağ yarımadasının en ince kısmında, hem açık denize hem de koya bakmaktadır.

Aralarından araba yolu geçmektedir. Kaş merkezden kalkan dolmuşlar ile veya taksilerle buraya ulaşabilirsiniz. Hatta Kaş merkezden buraya 15 dakikada yürüyerek gitmek de mümkündür. Kendi aracınız ile giderseniz otoparkı uygundur.
Plaj, Kaş Belediyesi işletmesidir. Plaj: Meis adasına yani açık denize bakar. Kaş merkezden buraya yürüyerek gidilebilir. Kaş merkeze 1 km uzaklıktadır.

Plaj: Mavi Bayraklıdır. Plajın uzunluğu 500 metre, genişliği 15 metredir. Denize sıfırdır. Kum yok, çakıl vardır. Kayalık, beton platform da yoktur.
Açık deniz tarafındaki bölüm: rüzgarlı ve dalgalıdır. Açık denize bakmasının olumlu yanı ise, muhteşem manzarasıdır. Marina tarafına bakan kapalı koy bölümü ise, daha korunaklı ve deniz suyu ılıktır. Deniz sığdır ve bu yüzden çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bir “Beach” işletmesi bulunmaktadır.

ANTİPHELLOS-WEHİNTA-KAŞ
Bazı kaynaklarda “Meryemlik” ismiyle geçer. Bölgede bulunan bazı yazıtlardan, Kaş’ın altında bulunan kentin adının “Antiphellos” olduğu anlaşılmıştır.
Arkeolojik verilere göre, Likya dilinde “Habessos” veya “Habesa” olarak geçen Kaş’ın ilk çağlardaki ismi ise “Antiphellos” dur.
ki dilli mezar yazıtının Likçesi ve erken bir Kaş sikkesi bunu yani şehrin eski adını kanıtlar. Kent adı, kökü olan Phellos Eski Yunancada “Taşlık Ülke” anlamındadır.
MÖ 4’ncü yüzyılda mezar yazıtına “Kaşlı” olduğunu yükleyen mezar sahibi, bugün Kaş’ın eski adıyla bağlantı kurar.
Kaş’ın sisli geçmişinde bir isim daha vardır. Kanıtlanamaz ama “Plinius,Habesos” da denir. Ve ona göre en yumuşak sürgerler Kaş’tan çıkarılır.
Coğrafi konumu, topoğrafyası ve kaya mimarisinin verdiği izle, Klasik dönemde önemli bir liman yerleşimi olduğu anlaşılır. Şehir, antik dönemde Phellos’un limanıdır.
Helenistik dönemle birlikte değişen dünya düzeni uluslararası ticaret limanlarda odaklanınca Antiphellos başlangıçta ana kent olan Phellos’u geçer. Roma döneminde ise kendi ölçeğinde olabilecek en iyi durumdadır.
Her ne kadar yazıtlarda sadece “sünger” geçiyorsa da Lykia dağlarından indirilen değerli kereste de Kaş’ın dış satımında önemli bir kalem olur. Hemen yakınındaki Andriake ve Patara limanlarının baskınlığına rağmen işlek bir liman olur. Kazan kapısı limanıyla, zenginleşir. Denize bakan önemli yapılar bugün de görülebilmektedir.
Eski liman doğusunda denize paralel yükselen tepe Akropoldür. Akropol ile liman arasında ise kent yapıları dağılır. Limanın doğu yakası ise mezarlıktır. Antik limanın doğusundaki akropol tepesini bir savunma duvarı çevreler. Tüm kamu yapıları da bu surun içindedir.
Tiyatro ile kilise arasında kalan alanda ise dikdörtgen planlı bir merkezi agora vardır. Bir Kaş tanrısına adalı tapınağın içinde ne bir dua ne de bir şükür sesi gelir. Hiçbir zaman tamamlanamamıştır. Kim içindir bilinmez. Hemen ilerisindeki tiyatro daha şanslıdır. Çünkü insanların ne gösteri ne de seyir biçimleri değişmemiştir. Bu nedenle tiyatrolar hep en önce onarılırdı.
Kaş Antik Tiyatrosu
Kentin en çok dikkat çeken yapısı ise antik tiyatrodur. Roma dönemi yapısıdır. MÖ 1’nci yüzyıl yapımıdır.
Çünkü inşaat tarzı ve düzeni bu tarihi göstermektedir. MS 141yılımda ise, bölgenin birçok kentini etkileyen deprem sonucu hasar görmüş ve MS 2’nci yüzyılda restore edilerek yenilenmiştir.
Çünkü antik kentten günümüze sağlam olarak gelmiş tek yapıdır.
Tiyatro, 4000 seyirci kapasitelidir.
Cavea yani seyircilerin oturdukları bölüm 26 basamaklıdır. (Başlangıçta ise 28 sıralı yapılmıştır.)
Tiyatronun sahnesi yoktur. 2012 yılında yapılan hatalı restorasyonla, hiç olmadığı kadar büyük bir orkestraya sahip olmuştur.
En büyük özelliği, Anadolu’da bulunan deniz manzaralı, denize doğru yapılmış tek tiyatro olmasıdır.
Yani denize bakan bir yamaca kurulmuştur. Günümüzde, antik tiyatroda açık hava konserleri düzenleniyor.
Surlar
Akropolü içine alıp doğuya, Bouleuterion’a kadar uzanan ve güneyde deniz tarafından iki hamamı da içene alarak, tepe boyunca batıya tiyatroyu çeviren sur duvarlarının kalıntılarını izlemek mümkündür.
Bazilika
Tiyatronun yanındadır.
Akropol-Mezarlar
Anıtsallıkta birbiriyle yarışan kaya mezarları, Kaş’a kalkan olan sarp kayalıkların yüzüne dağılmıştır. Bu Kaş’ın en Lykialı yanıdır. Diğer yanı da dar sokaklar ortasında binlerce yıldır bakınan lahittir.
Akropolün kuzey ve doğusunda mezarlar bulunmaktadır. Diğer yoğun mezar gurubu da limanın kuzeyinde kümelenmiştir.
Akropol tepesinde tek başına duran anıt mezar (Akdam), türünün en özgünüdür.
Akdam
Akropolün kuzeybatı ucundadır.
Ev tipi mezar yapısı Dor tarzındadır ve MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Tek bir parça kaya blokuna, hafifçe konik bir küp şeklinde oyularak yapılmıştır. Anıtı çevreleyen bir geçit vardır. Yüksekliği 3.5 metredir.
Yunan stilinde, cephesi olan bu kaya mezarı: girişindeki sütunlu bir ev ile sütunlar üzerinde yükselen üçgen bir bölüm veya alınlığa sahiptir. Anıtın tabanında, süslemeler ve her köşesinde dikdörtgen bir sütun veya yarım sütunlar vardır.
Giriş, orijinalde sürgülü bir kapı ile kapalıdır. 1.9 metre yükseklikte bir açıklığı çevreleyen, kalıp şeklinde bir kapı kasası vardır. İç kısım: üç taraftan ölülerin konulduğu klineler yani banklarla donatılmıştır.
Kare odayı, içeriden bir kabartma kuşağı dolanır. Çoban ateşleri isinden kararmış katmanlar altında dans eden kadın figürleri seçilir. Ölü ruhun mutluluğu için el ele tutuşmuşlardır. Kenarları çiçek desenleri süslemektedir.
Helenistik Tapınak
Hastane caddesi üzerindedir. Antiphellos şehrinin tapınaklarından günümüze gelen tek örnektir. Helenistik tapınak, antik limana bakmaktadır. Dış yüzü muntazam kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Büyük taş bloklar, pürüzsüz ve düzgün kesilmiştir.
Duvarların sadece alt sıraları korunarak günümüze gelmiştir. Kenarlarda dar kenar boşlukları vardır ve orta kısımlar hafifçe yükseltilmiştir. MÖ 1’nci yüzyıldan kalma orijinal yapı, Roma İmparatorluk döneminde onarılmıştır. Yapının adandığı tanrı bilinmemektedir.
Sarnıç
Bu sarnıç: Yat limanı girişindedir. Likya döneminden kalmadır. Antik tiyatroya kadar uzanan alandaki bir sıra sarnıçtan günümüze ulaşan tek örnektir. Diğer sarnıçlar, zaman içinde yok olmuştur. Sarnıç, başlangıçta su depolamak üzere tasarlanmıştır. MÖ 5’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Sarnıç: 12 x 6 metre boyutlarındadır.
Yekpare bir kaya bloku oyularak yapılmıştır. Tavanı: yedi oyma sütun üzerine oturmuştur. Ancak bu sarnıç yakın geçmişte: şarap, zeytinyağı, sebze ve su depolamak için kullanılmıştır. Kazılar sırasında, sarnıçların bulunduğu alanda: çeşitli amforalar, tabak ve kaplar bulunmuştur.
FELEN YAYLASI-PHELLOS-WEHNTİ-ÇUKURBAĞ/PINARBAŞI
Kaş ilçe merkezine 12 km uzaklıktadır. Çukurbağ ve Pınarbaşı köylerinin hemen yanındadır. Denizden 950 m yükseklikte Felen Yaylasındadır. Kaş’a tepeden bakan bir kartal yuvası, adının anlamı gibi gerçek bir “kayalık/taşlık yerleşim” dir.
1952 yılında bulunan bir yazıtta, o güne kadar tartışmalı olan yeri doğrulanmıştır.
Anıtlar kalıntıya dönüşmüş olsa da Felen adıyla bugüne neredeyse hiç değişmeden gelir.
Helenistik dönemde birlikte kendi kurduğu liman kenti olan Antiphellos’un gelişimiyle sönük kalmıştır. Oysa bir zamanlar buraların egemenidir. Askeri bir kente uygun olarak dağlara yerleşmiştir.
Liman dahil çevredeki küçük birimler ve değerli sedir gibi doğal kaynaklar buradan kontrol edilmekteydi.
Yoğun cangıl içinde çok şey seçilmese de ucundan kıyısından gözüken kalıntılar geçmişin görkeminden izler verir.
Yaklaşık 600 m uzunluğundaki ince uzun tepe üzerindeki kalıntıların etrafı çevreleyen surlar ve kuleler, özellikle kuzey kesimde görülür.
Yerleşim çevresi nekropolle çevrilidir. Güney ve doğu tarafta lahitler dağılıdır. Batı uçta ise Heroon yer alır.
Pek çok yapı kalıntısının bulunduğu tepenin ortasında merkezi agora ve agoranın güneybatı bitişiğinde de küçük bir tiyatro vardır.
Yine en sağlam kalmış nekropolleri 2400 yıllık malzeme seçimindeki isabeti bir kez daha gözler önüne serer, hepsi sapasağlamdır. Eksik olanlar, içlerinde yatanlardır. Yaşam evleri ise hepten yok olmuştur. Kaya mezarlarının bir arada, bir ölüler mahallesi gibi organize edildiği kayalıkta geçmişin, hayali bile olsa zor ölü törenlerinden izler vardır.
Mezar önlerini çevreleyen kaya duvarı üzerinde tüm zamanların güç sembolü “boğa” vardır. Boğa, yıllık ölü törenlerinde yeraltı tanrılarına kurban edilirdi.
Kentin güneyinde bulunan bir lahit kabartmalarıyla dikkat çeker. Yine mezar sahibi bey, elinde kadehiyle uzanmış, yanında da yaverleri vardır. Uzandığı klinenin altında sülünler gezer. Diğer yüzlerde ise beyin yaşamından sahneler işlidir. Kapak resimleri yaşamdan uzaktır. Ölümü anlatır.
Apotropaik grifonlar, mezarı ve ölüyü korumaktadır.
BELENLİ-İSİNDA
Kaş ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır. Demre-Kaş yolunun 37’nci km den ayrılan, 4 km uzunluğunda yolla ulaşılan Belenli köyünden yürüyerek 30 dakikada köyün güneyindeki tepe üzerinde bulunan İsinda antik kentine ulaşılır.
İsindalı Apertiles olarak okunan, kentte ele geçen bir yazıt sayesinde, yerleşimin antik adı öğrenilmiştir.
Aperial ile güç birliği içinde, küçük bir yerleşimdir. Köyden İsinda ya yürürken yol üzerinde bir okul yıkıntısına rastlanır. Yanında da bir Osmanlı sarnıcı vardır. Bir patika izlencesiyle tepeye tırmanmaya başlandığında, yamaçta ilk karşılaşılan kalıntı, erken teras duvarıdır.
Tepenin batı tarafında, iki kademeli güçlü teras duvarları izlenir. Hemen ilerisinde bir dikme mezarı bulunur. Kentte şimdilik sağlam kalabilmiş tek dikmedir.
Tepede sur duvarlarıyla çevrili kale bulunur. İzlenebilecek kadar ayakta kalmıştır. Yuvarlak formlu sarnıç bu susuz tepede nasıl yaşanabildiğini anlatır. Tepenin eteklerinde lahitler vardır.
Kentin yakınlarında bulunan ana kayadan yontulmuş nitelikli mezar, kaya mezarlarıyla lahitleri birleştirmiş formudur.
Altta ev tipi kaya mezarı, üstte semerdamlı bir lahit bulunur. Ünlü İsinda dikmesinin güneyinde, Likçe yazıtlı iki kaya mezarı bulunur. İsinda da görülen en önemli eser dikme mezarıdır.
Kabartmalar günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir.
6’ncı yüzyılın ortasından sonuna dek tarihlenir. Perslerden önceye, 550’ye, 530’a ve 510-500 arasına tarihlenir. Buradaki tarihleme çabası sadece, stil kritiğine göre değildir. Biraz da Persler öncesinde bu anıtların var olduğunu kanıtlamak isteğinin bir sonucu olarak, 550’ye tarihlemek için zorlandığı hissedilir. Elbette bir egemen mezarıdır. Kabartmalarında, diğer anıtlarda sıkça rastlanan: savaş, şölen ve av gibi tamamen günlük yaşamdan sahneler işlenmiştir.
Güney tarafta: savaşta beş düşmanı yendiğini simgeleyen beş kalkanı tutan şehrin beyi, düşmanlarının cesetleri başında galip pozunda verilmiştir.
Benzer pozda komutanlar da diğer yanda devam eder.
Diğer yüzde; atı ve köpeğiyle bey avdadır.
Kuzey yüzde, galibiyet anısına düzenlenen kutlama vardır.
Bu sahnede, lir ve tefli müzik eşliğinde, elense pozisyonunda güreş ve boks müsabakalar işlenmiştir. Hakem de başlarında güreşi yönetmektedir.
Kentte bunda başka dört dikme mezar daha vardır.
Kaş Aperlai
APERLAİ-SIÇAK İSKELESİ
YERİ:
Lykia’nın yaşanması oldukça güç olan, sarp kayalıkların denizle buluştuğu kesimde, özellikle denize ve kısmen de doğal dağlara bağlı yaşanmıştır.
Küçük ve da bir körfezin kıyısındadır.
Körfezin dar ağzı Uluburun tarafına açılır. Kaş’ın 8.5 km güneybatısındadır. Sessiz sedasız uzanıp duran bu yalın kaya çıkıntısı, deniz seferlerinin dönülmesi gereken zor köşesiydi. Belki de antik adı gerçekten “Akroterion” olabilecek kadar görkemli bir coğrafi burun. Zoru başaramayanların suyun altında yatan iskeletleri, geçmişin inanılmaz deniz öykülerini bize kadar taşırlar.
Asarkoyu başında güneybatı rüzgarlarına tamamen açık bir konumdadır.
Koyun darlığı gemilerin manevrasında zorluk yaratacak düzeydedir.
Neredeyse adalaşacak kadar kıyıdan kopmuş kara parçalarının oluşturduğu derin koylarda kurulmuş kentlerden biridir.
Karşısındaki ada ile aralarındaki güçlü akıntı nedeniyle, bugün olduğu gibi geçmişte de adı “Akar boğaz” la (Aprilla) ilişkilidir.
Üç ağızdan yaklaşık 4 mil deniz yolculuğu ve ardından batıya doğru 1 km yürüyerek varılır.
Yani buraya sadece tekne ile ulaşmak mümkündür. Tekneler: Kaş ve Üçağız’dan kalkar.
ŞEHRİN İSMİ:
Yörede çok sayıda “sikke” bulunmuştur.
Klasik dönem sikkelerinde adı “April” olarak geçer.
Bu sikkelere göre, Aperlai bir liman şehridir ve tarihi geçmişi MÖ 5 ve hatta 4’ncü yüzyıla kadar gitmektedir.
Bizans Piskopos listelerinde “Aprilla” olarak geçer.
Eski Yunanca’da karşılığı bulunmayan bu sözcük “akar boğaz” anlamına gelir.
Adının geçtiği sikkeler dışında bugüne dek Likçe bir yazıt da bulunmamıştır.
Aperlai adı 142 cm yüksekliğinde ve 293-305’e tarihlenen bir mil taşında okunmuştur.
GENEL ÖZELLİKLERİ;
Hierokles piskoposluk merkezlerini listelerden, Aperlai 5’nci sırada yer alır.
Apollonia, İsinda ve Simena’nın yer aldığı birliğin başındadır.
Sympoliteia adına Lykia Birliğinde 2 oy hakkı vardır.
Sikkeler üzerindeki yunuslar, denizcilikle bağlantısını perçinler.
Roma döneminde liman oluşu ve denizcilikten ve purpur (giysilerde kullanılan mor boya) ticaretinden kaynaklanan zenginliği belli ki kenti geliştirmiştir.
Opramoas’ın 30.000 dinar gibi büyük bir yardım yapmış olması, Lykia zenginlerinin ilgisini çektiğini ifade eder.
MS 7’nci yüzyıldaki Arap işgaline kadar en az 1000 yıldan fazla bir süre boyunca yerleşim ve liman hareketi söz konusudur.
Muhteşem doğanın koynuna gizlenmiş Aperlai, her dönemde gösterişsiz bir kent olmuştur.
Gelişmeye uygun olmayan yerleşim, topoğrafyası nedeniyle 1000 civarında insanın yaşadığı bir şehir olmaktan öteye gidememiştir.
Sur içi boyutları bu kadarını karşılamaktadır.
Lykia sahillerinin ortak kaderinde olduğu gibi, burası da su kaynakları konusunda çok fakirdir.
Bu kentin sakinleri de 40’ı geçen sarnıçla toplanan sularla yetinir.
NEKROPOL:
Kentin çoğunlukla doğusunda, kısmen de batısında sur dışında dağılmış nekropolünde 80’den fazla mezar tespit edildiği halde hiçbir Lykia kaya mezarına rastlanmamış olması da ilginçtir.
Lahitler yalın tekneler ve semerdamlı kapaklardan oluşur.
Kapaklarda karşılıklı kaldırma çıkıntıları bulunmaktadır.
Bunların 35 tanesi yazıtlıdır.
GÜNÜMÜZE ULAŞAN KALINTILAR:
Modern yerleşim olmaması şansı nedeniyle, antik kalıntılar bugüne kadar korunmuştur.
Ne bir tiyatrosu ne de görünürde anıtsal bir tapınağı yoktur.
Ancak; Agora, iki hamam, dükkan ve işlikler ve diğer kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla görece olarak iyi imar görmüştür.
Günümüzde sular altında kalan 250 metre uzunluktaki kıyı şeridinde bulunan mendirek ve diğer liman yapıları özellikle Roma döneminin zenginliğini gösterir.
Bizans döneminde de yerleşimin yoğunluk düzeyini koruduğu 4 kiliseden anlaşılır.
En erken kalıntı, kuzey duvarındaki Erken Helenistik dönem gözetleme kulesidir.
Bu dönemden başka kalıntı yoktur.
Ancak Roma ve Bizans kalıntıları görünüşteki en yoğun iki dönemi anlatır.
Bunlar, sarp yamaçta ustalıkla dizildiği özgün topoğrafyasıyla şaşırtır.
Tüm kenti kulelerle berkitilmiş bir sur duvarı çevreler.
Güneyinde denizle arasında kalan kesim ise iki yandan akropol bağlantılı surla sınırlanmıştır.
Burada asıl sınır, zamanla yapıları içine çeken denizdir.
Tiberius ve karısı Livia için, İmparator kültü oluşturulmuştur.
Cladius döneminde; İmparator kültü rahibi atanmış olmasından anlaşılmaktadır.
Ancak bugüne kadar bir sebasteiona rastlanmamıştır.
KİLİSELER:
İç kentin en kuzey ve en güneyinde birer kilise yetmemiş, denizin tam kıyısında da küçük bir kilise yapılmıştır.
Bugün; ikisinde rüzgarlar, su altında kalanda da dalgalar ve balıklar tapınmaktadır.
Suyun tam kenarında kalabilmiş hamamların biri sur dışında biri de içerisindedir.
Roma döneminde en az 25 metre kıyıdan içeride bulunmaktaydı.
HAMAMLAR:
İçeride olan küçük Batı Hamam, Lykia için geleneksel sıra tipi mimarisiyle dikkat çeker.
Yazıta göre MS 80 yılında Titus adına yapılmıştır.
Sur dışındaki Doğu Hamam Aperlai yazıtlarında anılan gymnasium olabilir.
PURPUR ÜRETİMİ:
Aperlai kıyılarında gezinirken, dünün iğrenç kokuları hala hatırlanır.
Purpur işleyerek sürdürdüğü yaşamının bedeli de budur.
Kötü kokular nedeniyle kıyılarını yaklaşılmaz kılan bu mor-kırmızı karışımı renk maddesinin elde edildiği, demir çubuklarla parçalanan ve fırında işlem gören deniz kabuklarından yayılan berbat kokular, geçmişte Aperlai kıyılarının bu denli keyifle gezilen yerler olmadığını düşündürür.
Ancak, Akdeniz ışığında en kırmızısı elde edilen renk maddesi pahalı bir dış satım kalemi olduğundan, Aperlai’yi zenginleştirmiştir.
Bu değerli sıvının içindeki yüksek tuz oranı, uzun süre korunması konusunda sıkıntı yarattığı için içine bal katılmaktaydı.
Aperlai’de murex trunculus’tan, en değerli boya maddesi renk olarak mor ve kırmızı elde edildiğini gösteren işleme artığı kabuk kırıkları tepecikleri ve muhtemelen müreksleri canlı tutmak için kullanılan depolama tankları bulunmaktaydı.
Aperlai’nin önemli yanı müreks’den boya üretilmiş olmasıdır.
Kentin batısındaki boş alanlardaki müreks artıklarından oluşan tepecikler önemli miktarda üretim olduğunu gösterirken müreks işlikleriyle ilgili herhangi bir kalıntı görülmez.
Müreks artıklarının karşılaştırılması sonucunda Andriake’deki üretimin çok daha büyük boyutlarda olduğunu söylemek mümkündür.
Atıkların incelenmesi sonucu burada çoğunlukla murex turunculus türü yumuşakçaların işlendiği anlaşılmıştır.
Aynı atıklar içerisinde MS 350-650 yılları arasına tarihlenen ve mureks canlısı taşımakta kullanılan Geç Roma amphora parçaları bulunmuştur.
Mureks artıklarının kentte harç katkısı olarak da kullanıldığı küçük yığınlardan ve uygulanmış örneklerden anlaşılmıştır.
SULAR ALTINDA KALAN KIYI YAPILARI:
MS 6-7’nci yüzyıllarda bölgede olan büyük depremlerin etkisiyle, kıyı yapıları sular altında kalmıştır.
Ancak, sualtındaki Lykia bilgileri çok yeni ve eksiktir.
Körfeze dökülen bir akarsu olmadığından su altındaki kalıntılar erozyonla örtülmemiştir.
1970-1975 yıllarında Carter isimli bir turistin görmesiyle, su altındaki kalıntılar ortaya çıkmıştır.
Bundan sonra yapılan araştırmalarda, 2.5 metre derinde seramik bulgulara rastlanır.
Dalgakıran 1 metre derinde kalmıştır.
Yapıların önü boyunca sahilde bir cadde ilerler.
Cadde kıyısından sonra 12 metreye ulaşan derinlik başlar.
APOLLONİA-SAHİLKILINÇLI
Kılınçlar’ın 1 km kadar güneybatısındadır. Kaş ilçe merkezine 22 km uzaklıktadır. Kekova yolu üzerindedir. Şehir “L” harfine benzeyen bir kayalığın üzerindedir.
Kentin adı, Lykia’nın baş tanrısı Apollon’dan gelmiş olmalıdır. Lykia’nın üçlü oluşumlarından biridir. Simena, Aperlai ve İsinda’nın da içinde bulunduğu yerel birliğe dahildir. Lykia Birliğinde, Sympoliteianın başı olan Aperlai tarafından temsil edilir.
Küçük bir beye ait korunaklı kale ve çevresindeki kalıntılardan oluşur.
Başta Lykia’nın en özgün mezarları olan dikmeler olmak üzere, kaya anıtları yerleşimin en geç MÖ 4’ncü yüzyıldan önce kurulduğunu gösterir.
Erken 5-4’ncü yüzyıl yapıları önemli bir dynastik merkez olduğunu düşündürür.
Lykia’nın birçok önemli kentinde dahi bulunmayan, Klasik dönem dikme mezarlarının Apollonia’daki varlığı, Dynastik dönemde kentin önemi ve ayrıcalığını gösterir.
Aperlai’nin Roma döneminde önemlileştirilmesiyle, ticaretler uğraşan orta ve üst sınıfın sahile göçleri yaşanmış ve Apollonia’nın önemi azalmıştır.
Anıt mezarları kentte yer alan Lysandro’un çocukları ve torunları, Aperlai’ye taşınmıştır. Aperlai’ye sadece zenginlerin ticareti için taşınmış olmaları beklenemez. Özellikle “purpur” üretimi için gereken çok sayıdaki işçi de göçün diğer yüzünü gösterir. Anlaşılan purpur üretimi, Aperlai’ye ayrıcalık kazandırmıştır. Yoksa Simena ve Apollonia’dan daha önemsiz gözüken bu yerleşim, sympotiteia’nın liderliğini yapamaz.
Aperlai Helenistik dönemde bir liman olarak kurulup özgür bir kent haline geldikten sonra, Apollonia’nın eski adı olan Aperlai, Sıçak İskelesindeki yerleşime verilmiş, Kılınçlar’a da Apollonia ismi verilmiştir.
Dar Akropol alanı ve çok hareketli engebeli topoğrafyası nedeniyle, dağınık bir yerleşim görüntüsü verir. Bir yarım ay gibi biçimlenen doğal yapının batı, güney ve doğu tarafı genellikle kayalık ve sarptır. Kuzey taraf daha yayvan bir yamaç oluşturur. Kuzeydoğu yönünde sırttan kente gelen yol boyunca mezarlıklar bulunur.
30’a yakın lahit ve dikme mezarlar, nekropolün zenginliğini yansıtır. Akropolün görünen tek kuleli kapısı, güneydoğu surlarındadır.
Polygonal ve yer yer de dört köşeli taşlardan örülmüş sur duvarı, çoğunlukla izlenebilmektedir.
Klasik dönem korunaklı kalesi, yerleşimin doğusundaki kayalık tepecik üzerindedir. Çevre duvarıyla korumaya alınmış kare formlu bir yapı gösterir. Sonradan Bizans kalesine dönüştürülerek yüksek kesim içinde, kalenin batısındaki son düzlükte erken döneme ait anıtsal bir Heroon kalıntısı vardır.
Kentin orta yerinde Lykia’nın diğer bir küçük Helenistik tiyatrosu yer alır. Yaklaşık 10 basamaklı oturma sırası gözlenir. Sahne binasını ilişkin bir veri yoktur.
Tiyatronun önündeki düzlükte kent meydanı bulunur.
Su ihtiyacı, sarnıç ve kuyulara sağlandığından, kentin hamamı da oldukça küçük boyutludur.
Tiyatronun kuzey bitişiğindeki hamamın planı yan yana dizili üç adet dikdörtgen bölümüyle Lykia ve Pamphylia’dan tanınan biçimdedir.
Kentte Augustus ve Tiberius’a İmparator kültü oluşturulmuştur.
Kent merkezi, Bizans döneminde değişmemiştir. Görünen iki Bizans kilisesinden biri tiyatronun hemen arkasında, diğeri de tiyatronun batısında Heroon’un yanındadır.
Yerleşimin özel yanları yine mezarlardan gelir.
Akropolün kuzeydoğu yanında Roma dönemi lahitleri yoğunlaşır.
Tabula ansataları ve sarmaşık bezekleriyle bildik resim verirler.
Akropol kayalıklarına açılmış kuzeye bakan kaya mezarları bulunmaktadır.
Erken mezarların en önemlisi, nitelikli temenos duvarları ve ortasındaki mezar odasıyla bir temenos mezarıdır.
DİKME MEZARLAR
Akohionia Lykia’da en çok dikme mezar barındıran yerleşimdir.
Akropol kayalıklarının kuzeyinde altı adet Klasik Dönem dikme mezarı bulunur. Tamamen Lykia’ya özgü bu mezar tipi, Lykia beylerinin bu en eski mezar tipinin bu küçük boyutlu kentte bu kadar çok sayıda ve nitelikte olması şaşırtıcıdır.
Başkent Ksanthos ve Pınara’da en iyi örneklerinin bulunduğu bu tip, Ksanthos Vadisindekileri geçen sayılarıyla ve yoğunluğuyla Orta Lykia’da göze çarpar.
En çok sayıda (6) dikmenin Apollonia ve Ksanthos da bulunması ilginçtir.
Kyaneai, Trysa, Tüse, İsinda, Gürses ve Hoyran gibi Orta Lykia yerleşimlerinden örneklerle bilinen dikmeler erken Lykia haritası tamamlandığında, kaya mezarları öncesinde beylere mezar olan bu tiple 4’ncü yüzyıl öncesi Lykia siyasi yapısı da coğrafya içinde daha iyi anlaşılmaktadır.
Klasik dönem sanatında Orta Lykia’nın önemini gösteren özel bir belgedir.
Dolayısıyla Pınara sonrası batı Lykia’da ve Limra sonrası Doğu Lykia’da dikme mezarların görülmemesi, asıl ve önce Lykia kültürünün Teke Yarımadasının orta sahilliğinde oluşumunu hızlandırdığı ve geliştirdiği öngörülebilir.
DEREAĞZI MEVKİİ
DİRGENLER KÖYÜ-ŞEŞEBE KİLİSESİ
Kaş ilçe merkezine 35 km uzaklıktadır. Dirgenler Mahallesi Dereağzı Mevkiindedir. Elmalı-Kaş karayolu üstündedir. Köyde yoğun olarak seracılık yapılmaktadır.
Şeşebe Kilisesi
Bazı kaynaklarda “Şişama kilisesi” olarak da geçer. Kilise: Dereağzı bölgesinde dağların eteklerinde kuruludur. MS 9 veya 10’ncu yüzyılda Bizans döneminde inşa edildiği düşünülmektedir. Bazilika tarzındadır.
Kiliseden günümüze çok az kalıntı gelebilmiştir. Kubbesi ve sütunlarını çoğu yıkıktır. Ancak günümüzde yine de heybetli bir görüntü sunmaktadır. Yani mimarisi olağanüstü güzeldir.

Kale
Dirgenler köyünde bir de kale bulunuyor. Yalnız bu kaleye ulaşmak için 2 saatlik bir tırmanış gereklidir. Kaleye tırmanırsanız, aşağıda oldukça güzel bir manzara görebilirsiniz. Özellikle seraların çokluğu dikkat çekiyor. Kilise çevresinde: yol kalıntısı, şehrin kale duvarları, su sarnıçları bulunur. Lahitler ise basit yapılıdır ve kayaya oyulmuştur.
MASTAURA
Akdeniz’le Elmalı arasındaki geçitte bulunur.
Myra’nın 19 km kuzeybatısındadır.
Myros vadisinde gözlemlenen Roma dönemi yolu bu güzergaha aittir.
Önemi:
Uzun bir süre yerleşim gördüğü anlaşılan yerleşimin en erken verileri, seramiklere göre Orta Demir Çağ’dır.
Seramikler MÖ 9 ncu yüzyıldan 6 ncı yüzyıla kadar tarihlenir.
Klasik ve Helenistik dönemlerin de tanıkları seramiklerdir.
Klasik dönemden itibaren de mimari kalıntılar görülür.
Bunların en erkenleri kaya mezarlarıdır.
Yokuş başlangıcındaki ana kayaya açılmış 3 kaya mezarı, Klasik dönem geleneksel Lykia mezarlarıdır.
Roma ve Bizans dönemlerinde de yerleşim kesintisiz devam etmiştir.
Roma mimarisinin dünya üzerindeki en iyi örneklerinden birisi olarak kabul edilen Roma şehrindeki “Collezyum” un bir benzeri, Mastaura şehri kalıntıları buradadır.
En geç 12 nci yüzyıla kadar yerleşim yaşamıştır.
MÖ 2 nci yüzyıldan başlayan Lykia Birlik sikkeleri ve ardından erken Roma sikkelerine ek olarak Constans II (7 nci yüzyıl) ile ve 16 ncı yüzyıl Osmanlı sikkelerinin desteğinde yerleşim tarihi aydınlanır.
Araştırmacılara göre, Myra Metropolisine bağlı Mastaura Piskoposluk bölgesi burasıdır.
Ve zaten erken kuruluşunun da Myra hanedanlığı tarafından gerçekleştiği söylenir.
Kalıntılar:
Kasaba vadisinin güney yamacındaki görkemli kilise ile tanınır.
Kilisenin 2 km güneybatısında, Kasaba ve Karadağ Çaylarının Myros ile buluştuğu noktada yükselen tüm vadiye egemen ve vadi girişini koruyan bir tepe üzerinde “kale” yer alır.
Myra ve Andriake’ye su taşıyan kanal buradan başlar.
Kanalın uzun süre kullanılmış olduğu, 9’ncu yüzyıl onarımlarından anlaşılır.
Kayalıkta ilk göze çarpan, Lykia tipi kaya mezarları ve lahitlerdir.
Büyük kısmını savunma yapılarının oluşturduğu kalıntılar, çoğunlukla kalenin kuzeyinde bulunur.
Lykia klasik kentinden ilk savunma kalesinin kalıntıları görülür.
Teraslanmış tepe yamacında üst alan iyi işçilikli poligonal büyük bloklarla örülü sur ile korunmuştur.
Tepenin korunaksız kuzey ve doğu yana, payandalı sur duvarları ile çevrilmişken uçuruma bakan güney yanında buna gerek kalmamıştır.
Ana giriş kayalıklarda bir boğa ve kurban sahnesinde, elinde oinokhoe ile betimlenen erkek figürü bulunmaktadır.
Benzerleri MÖ 4 ncü yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.
Lykia ahşap imitasyon cepheli klasik kaya mezarı 4 ncü yüzyılın ilk yarısına aittir.
Bunlardan birinin sahibinin adı belirlenmiştir. “Chakbija”
Bu mezarlar ve kapı kabartması Klasik yerleşimin de tarihini destekler.
Dereağzı yerleşimi Myra’ya bağlı bir kaledir ve kaya mezarları ile diğer kalıntılar, küçük ama varlıklı bir kent olduğunu gösterir.
Yerleşimde zorlukla tanımlanabilen diğer kalıntılar Roma dönemine aittir.
Bizans kilisesi ve diğer yapıların inşaatında Roma malzemeleri devşirme olarak kullanılmış ve tahrip edilmiştir.
Mermerden yapılmış üst yapı elamanlarındaki mimari bezekler, MS 1-2’nci yüzyıla tarihlenir.
Bizans varlığı ise, MS 5’nci yüzyılda başlar.
Orta Bizans döneminde ise Lykia kalesi, kireç harcı ve moloz taşlarla örülen 1.90 metre genişlikteki duvarlarla tekrar yapılır.
Bu döneme ait başka yapılar ve bir de şapel vardır.
Bu yapıların dönemi için 9’ncu yüzyıl verilir.
Bu tarihler, 9’ncu yüzyıldaki Arap-Bizans mücadelesi dönemine denk gelmekte ve anlaşılan bu nedenle tüm bölgede olduğu gibi savunma güçlendirilmiştir.
Vadinin kuzeydoğusundaki Dereağzı’nın ünlü kilisesi, Başkent İstanbul örnekleriyle karşılaştırılabilecek niteliktedir.
Burası bir haç merkezi veya bir bişof katedrali olmalıdır.
Tuğla ve taştan örülmüş olan kilise, Bizans kalesiyle aynı dönemdendir.
Kilisenin iki yanında, apsisli iki sekizgen yapı vardır.
Nartheks kuleleri içinden üst kata çıkılır.
Dış nartheks ve “U” biçiminde bir galeri katı vardır.
Amfi Tiyatro Kalıntısı
Yaklaşık 14-15 metrelik duvarları korunarak günümüze ulaşmıştır. Ayrıca: oturma sıraları 360 derece dönmekte, yaklaşık 100 metre çapındadır. Anadolu’da bulunan tiyatroların hepsi yarım ay şeklinde iken, buranın Colezyum benzeri olması oldukça önemlidir.
Orta ölçekli bir tiyatro yapısıdır. Günümüzde zeytin ağaçlarının altında oturma sıraları, orkestrası ile birlikte çok iyi korunmuş olarak görülmektedir.
SÜTLEĞEN-NEİSA
Kaş ilçe merkezine 60 km uzaklıktadır. Sütleğen köyünün Meryemlik mevkiinde, inanılmaz güzellikteki Akörü vadisindedir. Akçay (Aidesa) ve Kıbrıs (Kartapis) çayları ile bereketlenmiştir. Akçay Avlan gölüne, Kıbrıs ise Myros vadisine doğru akar. Zenginliği, kıymetli Sedir ağaçlarından gelir.
Meryemlik Tepesinin 500 m doğusunda bulunan, Cladius dönemine ait yazıtta:
“Kilortes’in Arkhiereus olarak görev yaptığı yılda; Hiç kimse hiçbir zaman Kartapis’teki ormanda kereste kesip yukarıya taşıyamadı, ama sadece Hermaios’un oğlu Apollonios’un torunu Artemes ve Hermaios’un oğlu Theodotos’un torunu Hermaios bunu başardılar. Bunu okuyup öğrenen sizlerin bahtı açık olsun.”
Yazıtta adı geçen başrahip “Kilortes” Arykandalıdır. Ve Hadrianus döneminde görev yapmıştır. Eski çağda sık ormanlarla kaplı olduğu anlaşılan Kartapis vadisi ise bugünkü Kıbrıs deresi olmalıdır. Yazıt bize, adıyla bildiğimiz bölgenin ilk tahtacılarından (Artemes ve Harmoios) güçlü izler verir.
Neisa da dönemin zengin egemeni Lykiarklı Dionysii ailesidir.
Ayrıca, 2. Dionysios adlı Lykiarkh’ın şükran olarak sunduğu bir adak yazıtından, Neisa yakınındaki bir mağaranın kült yeri olarak kullanıldığı anlaşılır.
Evet, şehir Lykia Birliği üyesidir. Otonom bir kent olarak varlığını en erken MÖ 2’nci yüzyıl sikkesiyle kanıtlar. Bulunan gümüş sikke üzerinde adı okunur. Parlak günlerini ise, MS 2’nci yüzyılda yaşar, 12’nci yüzyıla kadar da varlığını sürdürür.
KALINTILAR:
Yerleşimde en erken ve en kapsamlı kalıntı, Helenistik sur duvarlarından kalmıştır. Günümüzde gözlenen kalıntıların çoğunluğu ise Roma dönemindendir.
Tamamen doğal yamaca oturan tiyatronun analemma duvarları tamamen yıkılmış, cavea da yoğun kaymalar nedeniyle fazlaca tahrip olmuştur.
En üstte oturma sıralarından sonra arkalıklı koltuklar dizilmiştir. Bunlardan bazıları hala yerindedir.
Tiyatro 20 basamaklı oturma sıralarına sahiptir. Ölçü ve biçimleriyle Rhodiapolis tiyatrosuna benzer. Seyirci kapasitesi 1400 kişiliktir.
Tiyatronun arka kısmında Agora bulunur. Agora çevresinde heykel altlıkları vardır. Altlıklardan birinde, zafer kazanmış bir Neisalı’dan söz edilir. Bir diğerinde ise, rahiplik görevi yapmış olan Aurelius Dyonissos anılır.
Kentin ana aksı da buradan geçer.
Bitki örtüsü arasında işlevleri kesin olarak anlaşılamayan başka yapılar da bulunur. Tanımlanan yapılardan bir tanesi hamamdır.
Yazıtında kent zenginleri tarafından onarıldığı anlatılır.
Yerleşimin doğusundan geçen Demre çayının bir kolunun oluşturduğu vadide kaya mezarları bulunur. Nekropolden de lahitler ve mezar taşları kalmıştır.
GÖMBE YAYLASI
Kaş ilçe merkezine 68 km uzaklıkta Elmalı yolu üzerindedir.
Yol boyunca: çam ve sedir ağaçlarıyla kaplı ormanlar bulunur. Köyler bu ormanların içindedir. Gömbe yaylası: soğuk suları ve elma bahçeleriyle ünlüdür. Ayrıca: yaylada turistik hizmet veren konaklama tesisleri vardır. Bu konaklama tesislerindeki yemekler, yöreye ait kokulu otlarla hazırlanır.
Bölge: Hıristiyanlık zamanında Piskoposluk merkezi olarak önem kazanmıştır. Çevredeki kilise ve lahitler, günümüze kadar gelebilen kalıntılar arasındadır. Yayla: Osmanlı döneminde hayvan panayırı olarak kullanılmıştır. Çok sayıda Yörük günümüzde yaşamlarını sürdürüyor. Türkiye’nin en eski yağlı güreşlerinin yapıldığı yer olarak da biliniyor. Zamanında burası Mais ve Rodos adalarının tahıl ihtiyacını karşılıyormuş.

TEKKE KÖYÜ VE ABDAL MUSA EFSANESİ
Kaş ilçe merkezine 70 km uzaklıkta, Gömbe yaylasından 8 km uzaklıktadır. Yayla yolu stabilizedir.
Tekke köyünde: Abdal Musa türbesi bulunmaktadır. Bu yüzden, köy özellikle Aleviler tarafından yoğun ziyaret edilir.
Rivayete göre “Abdal Musa, Teke yarımadasına yerleşmiş ve bölgeyi dolaşmıştır. Fethiye yakınlarına geldiğinde, çobanlardan su ister. Ancak ona kimse su vermez. Daha sonra Yumru dağına çıktığında, orada bir çobandan su ister, çoban pınardan çanağına doldurduğu suyu kendisine verir.
Abdal Musa, burada namaz kılar ve çobandan bir isteği olup olmadığını sorar. Çoban bunun üzerine “bu pınar yaz aylarında susuzluğumuzu gideriyor, ancak kışın seller oluyor ve tüm ekili alanlarımız harap oluyor” diye yakınır.
Bunun üzerine Abdal Musa, “bu pınar yazım Gömbe’ye, kışın ise bardak suyu çok görenlere gitsin” diye dua eder.
Yine söylenenlere göre, o zamandan bu yana Uçarsu Şelalesi, 6 Mayıs Hıdırellez gününden itibaren Gömbe’ye akar. Ekim ayından itibaren ise Fethiye’ye akmaya başlar. Bu yüzden, bölge Aleviler için kutsal kabul edilir ve her Hıdırellez günü çeşitli yerlerden gelen binlerce Alevi, Uçarsu Şelalesi çevresinde kurban kesip dilekte bulunurlar.

Yeşilgöl
Yeşilgöl, Gömbe’nin üstünde bulunan dağların arasında kalan volkanik bir göldür. Özellikle İlkbahar döneminde görülmesi gereken bir göl olan Yeşilgöl, çevresinde bulunan yemyeşil bitki örtüsü ve çiçeklerle birlikte fotoğrafçılar için oldukça güzel manzaralar sunar.

Uçarsu Şelalesi
Gömbe yaylasında Yeşilgöl güneybatısında konumlanan Aygır gölünden doğan sular, şelalede 60 metreden dökülüyor.
Şelale, bulunduğu bölgenin bitki örtüsü özellikleri nedeniyle, kilometrelerce uzaktan bile görülebiliyor.
Şelalenin mucizevi yön değiştirmesi günümüzde de devam etmektedir.
Manevi yanında, bilimsel olarak bu durumun kaynaklanması sebebi: bölgenin toprak yapısı çok killi ve farklıdır.
Havanın soğumasıyla toprak donar ve oluşan buz setleri, suyun yönünü değiştirir.
Mayıs ayının ilk haftasında karların erimesiyle “Uçarsu” da akmaya başlayan şelale, Ağustos ve Eylül aylarına kadar akışını sürdürür. Haziran ayında düzenlenen şenliklerde, buraya gelen ziyaretçiler, Uçarsu’da dilek dileyip kurban kesiyorlar, sema törenleri ve folklor gösterileri yapılıyor. Sonra da Tekke Köyü Abdal Musa Türbesi ziyaret ediliyor.

XANTHOS-KSANTHOS-ARNNA-KINIK
Kınık olarak da anılan Xanthos (Arnna); Fethiye-Kaş karayolu üzerinde, Kaş merkeze 45 km. uzaklıktadır. Kalkan merkeze 20 km ve Antalya merkeze ise sahilden 235 km uzaklıktadır.
Kınık köyünün yanındaki Eşen Çayının ayırdığı, Muğla-Antalya il sınırındadır. Eski Yunancada: “Sarı” anlamına geliyor.

Kent, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesine” dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Kınık içinden geçen yol, doğrudan Xanthos’a çıkar. Antik şehrin içinden aracınızla gişeye doğru giderken şehrin ayağa kaldırılmayı bekleyen yapılarını görebilirsiniz. Gişe önünde otoparka aracınızı bırakın, gişenin hemen arkasında ücretsiz tuvaletler ve müze dükkanı bulunuyor.
Giriş ücretli ancak müze kart geçerlidir. Evet burayı ziyaret ederseniz öğlen sıcağına dikkat ediniz, sabah saatlerinde gitmeniz, şapka kullanmanız ve yanınızda su bulundurmanızı öneririm.

Önemi
Kazılarda elde edilen buluntulara göre, şehrin ilk kuruluşunun MÖ 1200’lere kadar gittiği tahmin edilmektedir.
Lykia kentleri arasında en romantik olanıdır.
Likya döneminde bölgenin idari ve dini merkezidir.
Kentin ismine ilk olarak Likya dilinde yazılmış kitabelerde “Arnna” veya “Arna” olarak rastlanır. Ksanthos kent sikkelerinde yerleşimin adı “Arnna” olarak geçer.
Homeros: İlyada Destanında “Likyalı kahraman Bellerophontes’in torunu Sarpedon, MÖ 1200 yıllarında Troyalılarla birlikte savaşarak büyük kahramanlık göstermiştir” diye yazar. Ayrıca yine Homeros “Sarpedon’un çok uzaktan, Xanthos ırmağının aktığı vadiden geldiğini yazmıştır.
Sarpedon, Bellerophontes’ten kalan topraklarda hüküm sürmekteydi. Evet: antik dönem yazarlarına göre Xanthos şehrinin kurucusu Girit kökenli kahraman Sarpedon’dur.
Xanthos savaşçı ve cesur bir halk olarak tanınırlar.
MÖ 545 yılına kadar şehir, şehir bağımsız bir şehir devletidir.
Pers işgali
Ancak: Heredot’a göre: “ Şehir: MÖ 545 yılındaki Pers Ordusu Komutanı Harpagos tarafından kuşatılır.
Kahramanlıklarıyla ünlü Xanthoslular, az sayıdaki güçleriyle çok direnmelerine rağmen yenilirler. Ancak yenilmeden hemen önce, kadınlarını, çocuklarını, hazinelerini ve kölelerini Likya Akropolüne doldurdular, alttan ve yandan ateşe verdiler, öyle bir yangın kaleyi yerle bir etti.
Ardından birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak, düşmana saldırdılar, savaşta hepsi savaşarak öldü.
Bu savaştan sadece başka yerlerde bulunan 80 aileden oluşan Xanthoslular kurtuldu, onlar da şehri baştan kurdular.”
MÖ 475-450 yılları arasında, şehir büyük bir yangın geçirir ve büyük zarar görür.
MÖ 333 yılında, Büyük İskender bölgeye gelip şehri teslim alınca, bölge Likya kültüründen kopup Helenleşmeye başlıyor. Resmi dil olarak Yunanca konuşulmaya başlıyor. Bölgenin en büyük kenti olma özelliği ise, Patara şehrine kaptırılıyor.
MÖ 197 yılında: Suriye Kralı III Antiochus’un eline geçen şehir, parlak bir dönem yaşar.
MÖ 2’nci yüzyılda, Xanthos şehri Likya birliğinin başkenti olur.
MÖ 42 yılında bu kere Romalılar şehri işgal ederler ve Brutüs şehri tahrip eder ve şehir halkını öldürtür.
Bu olaydan 1 yıl sonra, Roma İmparatoru Markus Aurelius, şehri yeni baştan imar ettirir. Roma döneminde uygulanan bir şehircilik planına göre yapılan döşemeli iki ana cadde ile revaklarıyla çevrili iki meydan sonradan keşfedilmiştir.
Bu caddeler birbirleriyle dik açı çizerek kesişmektedir. Şehrin yeniden düzenlenmesi çalışmaları sırasında, geniş teraslamalar sayesinde çevresi resmi anıtlarla çevrili büyük meydanlar yaratmak mümkün olmuştur.
Bu meydanlardan bir tanesi, yeraltı sarnıçlarının üzerine orjinal bir teknikle kurulmuştur.
Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olan şehir, Arap akınlarının başlamasıyla terk edilir.
Ünlü bir Destan;
Harpogos Lykialıların üzerine bir ordu ile yürüyüp, Ksanthos düzlüğüne ulaştığında, Lykialılar karşısına çıkar. Ancak Lykialıların yiğitlikleri para etmez. Bir avuç insan büyük bir orduya yenik düşer.
Kapandıkları kentlerinde, karılarını, çocuklarını, değerli mallarını ve kölelerini kaleye toplar, ateşe verip yakarlar. Daha sonra ölüm andı içmiş Lykialılar kaleden dışarı çıkar ve savaşarak ölürler.
Ölümlerin ardı arkası kesilmez. Brutus; Lykiadan para ve güç toplamaya geldiğinde MÖ 43 yılıdır. Ksantoslular, şehrin çevresine bir hendek kaçarak Brutus’un gelmesini önlemeye çalışırlar. Ancak kent çabuk düşer.
Lykialılar için tarih tekerrür eder ve onlar yine ailelerini kendi elleriyle öldürmek ve intihar etmek zorunda kalacaklardır. Çünkü, koca Lykia’da herkes yalnızdır ve nihayet Ksanthos’da bu mücadelede yalnız kalır ve kaybeder.
Plutarkhos’un anlattığı bu efsane belki de Lykia tarihinin en acılısıdır. İşgalci Brutus bile gözyaşlarını tutamaz. Kucağında ölü çocuğu ile bir ilmeğin ucunda intihar etmekte olan Lykia’lı kadın öbür eliyle evini ateşe vermektedir. Ne kendini, ne evini ve ne de çocuğunu düşmana bırakmaz.

ANTİK KENTİN KALINTILARI
Hırsızlık:
1842 yılında kaşif Fellows tarafından, 70 kasa dolusu yontu ve yazıt çalınarak İngiltere’ye British Museum’a HMS Beacon gemisiyle taşınır. Ksanthos’un süsleri özünden koparılarak götürülmüştür. Bu taşıma Lykia uygarlığının dünyaca tanınmasının ilk kapılarını açar. Bu hem iyi, hem de kötü olmuştur. Çünkü henüz Asar-ı Atika Nizamnemesinin bile olmadığı o karanlık yüzyılda başka talancıları da Lykia’ya davet etmiştir.
Kalıntılar:
Muhtemelen 5’nci yüzyılda ilk evresi yapılan ve Akropolü çevreleyen sur duvarı 400 m civarındadır. Başkent Akropolünün denize bakan ucunda, şehrin ilk beylerinin saraylarından kalanlar vardır. Yamaca doğru diğer yapılar izlenir. Kazılarda ortaya çıkarılan konutlarda; çamur ve küçük taşlardan örülü duvarlardan oluşan ilk katın üzerine ahşap bir kat daha olduğunu gösterir. Bugün görülenler sadece depo katlarından kalanlardır. Bir yangınla son bulmasından sonra tekrar yapılaşmış olması, Başkent’e Harpagos hatırasıdır. Rezidansın yanında Letoon ve Avşar Tepesi Üçin Tapınaklarını anımsatan bir başka üçlü tapınak vardır. Bu “Tanrılar Triosu” Lykia’nın da benimsediğidir.
Kentte Courtils tarafından ortaya çıkarılan aslan ve boğa kabartması, kentin en erken bulgularıdır. Bu kabartmaların MÖ 7’nci yüzyıla tarihlenebileceği, Hitit yontu sanatıyla bağlantılı olduğunu ve muhtemelen özel bir mezar anıtına veya giriş kapısına ait olduğu düşünülür. Son kral Arbinas’tan İskender’in işgaline kadar karanlık bir dönem yaşandığı gibi, Helenistik Döneme ait olarak da çok az bulgu vardır.
DİKME MEZARLAR:
Ksanthos şehrinin en görkemli ve özgün anıtları dikme mezarlardır. Monoblok dikmeler üzerinde mezar odaları bulunmaktadır. Yazılı dikmelerin ve ayrıcalıklı niteliklerin ışığında bunlar ve Lykia’daki diğer benzerlerinin egemen hanedan mezarları olduğu anlaşılmıştır.
HARPİ ANITI
Antik kentte, günümüzde en çok dikkat çeken kalıntı bir savaş anıtıdır. Tiyatronun yanında hareketli kent meydanına dikilmiştir. Aslında burada iki dikme var. Diğer dikmenin sahibi belirsizdir. Bu isim, Fellews’in yazıları okurken verdiği anlamdan kaynaklanmaktadır.
Anıtın mezarın MÖ 479 yılında Salamis savaşında ölen Kybernis’in mezarı olduğu düşünülüyor.
Tiyatronun batısındadır. Mezar, beyaz mermerden İon üslübundaki bir tapınak şeklinde inşa edilmiştir. İnşaat tekniği, Atina’dan gelen ustaların varlığını kanıtlamaktadır.
Dekor ise tamamen Likyalı sahnelerle (surlara saldıran askerler), Atina sanatından esinlenen sahneler (Parthenon’un firizini andıran asker ve atlılar geçidi) ilginç bir karışımı görülür. Yani yerli kültürden Yunan kültürüne geçişin izleri hissedilir.
Mezar binasının alt kısmı, monolit bir kare prizması bloktur. Üstteki oda mermerdir ve rölyeflerle süslenmiştir. Bu rölyeflerde: şemsiyesi altında tahta oturmuş Persli yönetici, onun önündeyse yöneticiyi kutsayıp ona bağlılık bildiren kişiler betimlenmiştir. Yani, Anadolu’da Pers etkisinin en iyi sergilendiği bir anıt olarak önem kazanmaktadır.
Anıt ismini: kabartmalarda bulunan ve Harpiler olarak adlandırılan “Yarı kadın yarı kuş” şeklindeki mitolojik varlıklardan alır.
Anıtın yüksekliği 5.43 metredir. Taş bloklardan örülü yüksek bir kaide üzerine yerleştirilmiş bir lahitten oluşur.
Kule şeklindeki monolit kaidenin üstünde mezar odası vardır. Böylece anıtın toplam yüksekliği 8.87 metredir. Bu mezar anıtı: kayalardan oyulmuş, masif bir paye ile dört yüzü frizle çevrili, küçük bir mezar odasından oluşur.
Kabartmalar:
Kabartmalar çok ilginçtir fakat çoğunlukla olduğu gibi anlaşılması çok güç yapıtlardır. Dört kenarda, armağanlar verilen figürler oturmakta, güney ve doğu yüzünde birer kuş, kuzeyde bir miğfer, batıda ayakta durmuş üç kişiyi karşılayan bir figür ile ne olduğu belirsiz bir nesneye doğru uzanan iki kadın vardır.
Doğu yüzünde: ayrıca üç kadın göze çarpar. Bunlardan en sağdakinin yanında bir köpek bulunmaktadır. Mezara adını veren figürler, kuzey ve güney cephelerde, oturan figürlerin yanındadır. Bunlar, kadın başlı, kanatlı, kuyruklu, kucaklarında çocuk taşıyan kuş kadınlardır. Mezar ilk bulunduğunda bunların Panderos’un kızlarını taşıyan Harpyler olduğu sanıldı.
Homer’e göre: yetim kalan bu kızlar, Hera, Athena, Artemis ve Afrodit tarafından bakılmaktaydı. Afrodit: onlara uygun kocalar bulmak için, Olympos’a gittiğinde Harpylerin korumasız kalan çocukları, yılan saçlı Furylere hizmetçi olmaları için kaçırılır. Pandaros’un bir Lykia kahramanı olması bu tefsiri geçerli kılabilir.
Ancak burada karşımıza bazı terslikler çıkıyor. Pandaros ile Pandereos aynı kişilerdir. İkincisinin dört değil, iki kızı vardır ve kabartmalardaki çocuklar evlenecek yaşa gelmişlerdir. Daha sonraki bilim adamları, bu kanatlı kadınları mitolojideki diğer kuş kadınlara, örneğin: ölülerin ruhlarını kutsal adalara taşıyan Sirenlere benzetmeyi yeğlediler.
O zaman oturan kişilerin kral ailesinden olması gerekirdi. Batı Hera ve Afrodit, doğuda: köpeğiyle birlikte Artemis’in bulunduğu ileri sürüldü. Tüm kabartmalar eskiden kırmızı mavi renkteydi. Mezarlar ilk bulunduğu sırada bu renkler kısmen belirgindi. Kabartmaların arka yüzlerine çizilmiş haç ve diğer renkli simgeler, uzun zaman bazı Hiristiyan kişilerin mezar odasını barınak olarak kullanıldığını gösterir.
Üstü bir kapak taşıyla örtülü bu mezar odasındaki kabartmalar: günümüzde Londra British Museum’dadır. Çünkü: 1842 yılında bölgeyi yağmalayan İngiliz Fellow tarafından çalınarak Londra’ya götürülmüştür.
Yerlerine ise, orijinallerinden alınan alçı kopyaları konulmuştur. Kabartmalarda: mezar sahibi kral ve eşine, diğer aile bireylerinin sundukları hediyeler konu ediliyor. Kuzey ve güneydeki yarı kuş yarı kadın şeklindeki “Siren” isimli yaratıklar bebekleri sembolize ediyor ve ölünün ruhunu gökyüzüne taşıyor.
Xanthos Beylerinden Kybernis adlı kral adına dikilen, iki yüzü Likçe ve Grekçe yazılı anıt mezar, dünyaca meşhurdur.
Mezar odasındaki haçlar, anıtın Hıristiyanlık çağında rahip sığınağı olarak kullanıldığını düşündürür.
KSANTHOS YAZILI DİKME ANITI
Agora’nın baş köşesindedir. En ünlü ve ayrıcalıklı anıt, yazılı dikmedir. Aslında buna dikili taş demek doğru değildir. Zira alışılagelmiş bir sütun mezar biçimindedir.
Üst kısmı hafif yıkıktır ama kazıdan çalışanlar birçok parçalarını bulabilmişlerdir. Bulunan kısımlar, burada bir mezar odası bulunduğunu ve kapağın Harpy mezarındaki gibi kabartmalarla süslü olduğunu gösterir.
Anıtın gövdesindeki yazıt çift dillidir. Dönemin en uzun yazıtının çoğunluğu Likçe’dir. Ayrıca 12 satırlık eski Yunanca dizede kralın askeri başarıları övülür.
MÖ 430 yılında Atina’dan Lykia’ya bağış toplamak için gönderilen Atinalılar gibi Spartalılar ve Melasandos’tan da bahsedilmiştir.
Yazıtın içeriği, anıtın Ksanthos kralı olan Gergis (Kherei) için yapılmış olduğunu gösterir. Yazıt hem kralın mezarıdır hem de onun zaferinin anıtıdır.
Henüz tam çözülemeyen, salt isimler konusunda güvenilir araştırma düzeyinde bulunan Ksanthos yazılı dikmesi hem çok dilli oluşu hem de tarihi olaylardan bahsetmesiyle ayrıcalıklı bir yer edinirken, Likçe’nin eski diyalektinde yazılmış olmasıyla da özelleşir.
İki dilli yazıtlardaki benzer kelimelerin farklı yazılışlarının nedeni, Grekler’in Likçe’nin egzotik seslerini tam anlayamamış olmalarıdır.
Bunun en çarpıcı örneklerinden biri: Patara’da yaşanmıştır. Büyük İskender birkaç günlük kamp kurduğu kentin görkemli yapıları arasında dolaşan iyi giyimli halkı öylesine anlaşılmaz bir dille konuşmaktaymış ki, çevirmen yardımı olmadan anlaşamamışlar.
Mezar kabartmalarında geçmişin yaşamı her bir yanıyla yansıtılır. Kralın avladığı yaban domuzu Ksanthos çalıları arasındadır. Ve bugün de varlıklarını domuz eti yemeyen Müslümanlara borçlu olarak hala tıslarken, başka bir mezar kabartmasında geçmişte kalmış dağ aslanları bir boğayı parçalamaktadır.
Diğer bir lahit kabartması, ölüm ve yaşamı birlikte resmeder. Atından düşüp öldüğü anlaşılan bir kralın yaşarken ki resmi hemen onun yanında aynı karede anlatılmaktadır.
AGORA
Agora muhtemelen MS 1’nci yüzyıl ortalarında inşa edilmiştir.
KENT SURLARI
Xsantos şehrinde oturanlar, şehirlerini dış saldırılardan korumak için, büyük olasılıkla MÖ 5’nci yüzyıl sonlarında, şehri çevreleyen büyük suru inşa ederler. Bu surun bazı bölümleri, Akropolü korumak için, muhtemelen daha önceki yüzyıllarda yapılmıştır.
Büyük sur, iki tekniğin birbiriyle karışımıdır. Yunanlılardan kalan taş işleme tekniği ve eski Anadolu ve Yakın Doğu sur inşası tekniğidir. Surlar: Roma ve Bizans dönemlerinde onarılarak çeşitli ilavelerle güçlendirilmiştir.
ŞEHİR KAPISI
Güneyde, MÖ 2’nci yüzyıl yapımı bir kapı bulunmaktadır. Helenistik dönem yapısıdır.
ZAFER KEMERİ/TAKI
Bu kapının arkasında, şehre büyük katkıları bulunan Roma İmparatoru Vespasianus’a ait, Dor düzenli bir Zafer Kemeri bulunur. Zafer Takı, 2 evre halindedir.
I. Evreden: sadece kapının yanal dikmeleri kalmıştır. Sağ söve üzerinde oldukça silik görünen yazıtta: “III Antiokhos (MÖ 2’nci yüzyıl başa) tarafından kutsanışını ve kentin Leto, Apollo ve Artemis’e adayışını” belirtir. Dor stilindeki üst yapı elemanları üzerinde tanılan tanrıların büstleri vardır.
II. Evreden: Roma dönemine aittir. Kemerde okunabilen yazıtından, bu kemerin Roma’nın Lykia Valisi Sextus Marcus Princus tarafından MS 68-70 yıllarında İmparator Vespasianus onuruna yapıldığı öğrenilir.
Helenistik ve Roma evresinde mimarinin tamamen değişmesine karşın, Leto, Apollo ve Artemis’in değişmediği görülür. Helenistik dönemde yazıtla, Roma döneminde büstlerle bu tanrılara saygı devam etmiştir. Çünkü bu kapı, her iki dönemde de Letoon Kutsal Alanına yol vermekteydi.
LYKİA AKROPOLÜ
Kentin güneybatı da, kentin ilk kurulduğu yer olan Likya Akropolisi vardır. Eşen çayına ve ovaya doğru uzanır. Akropolis’de: Artemis’e ait olduğu düşünülen bir tapınak kalıntısı ve bir Bizans kilisesi vardır.
Likya Akropolünde yürütülen kazılarda, çamur ile birbirine tutturulan küçük taşlardan yapılmış evler ortaya çıkarılmıştır. Bu yapılar, MÖ 6 ile 5’nci yüzyıldan kalmadır. Bu yapıların kalıntıları kül halinde bulunmuştur ve bir yangın sonucunda yandığı saptanan ahşap bir katı üstlerinde taşıyorlardı.
ROMA AKROPOLÜ
Kentin kuzeyinde Roma Tiyatrosunun bitişiğindedir. Kare formlu alan, Roma dönemi agorasıdır. Burada görkemli bir manastır dikkat çeker.
LAHİT
Roma Akropolisinin doğusundaki lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla tarihleniyor. Bu lahit de çalınarak götürüldüğü Londra Brisith Museum’da sergileniyor.

TİYATRO
Roma Akropolünün kuzeyinde; Akropolün masif Bizans duvarına yaslanmıştır.
Sahnesi iki katlıdır. Yapının Bizans döneminde oturma yerleri sökülerek sur duvarlarının yapımında kullanılmıştır. Sırtını Akropole vermiş, kent meydanına bakan tiyatro orta ölçeklidir.
Kapasitesi 2200 kişidir. Klasik meydanın güneyindeki çukura yapılmıştır. Yapımı nedeniyle bu alandaki yapılaşma tahrip olmuş veya değişim geçirmiştir. Bunun en somut örneği, Caveanın doğu tarafında görülen mezar anıtının Onasandros oğlu Onasandros tarafından taşınmış olmasıdır.
Roma döneminde, deprem sonrası onarımı için 10 bin dinar bağışlayan Opramoas’a borçludur. Ancak bu yapı evresinin 2’nci yüzyıl sonuna tarihlenmesi, Pramoas’ın neyi onardığında kuşku yaratır.
Belki de Opramoas’ın onardığı erken tiyatro, 2’nci yüzyıl ortasında yeniden yapılmıştır. Yıkık sahne binasına bakan oturma sıralarından kalanlar her bir yandan eksilmiştir. Bugün görülenler 2’nci yüzyıla aittir.
Cavea önünde kaldırılan ilk 6 sıranın yerine duvar örülmüş olması, Roma döneminde Arena oluşuna bağlı işlevsel bir değişimin mimariye yansımasıdır. Tiyatronun üst sıralarının sökülmesi de bu kez 7’nci yüzyılda akınlara karşı örülen sur duvarını örmek içindir. Yani yine işlevseldir.
YAZILI MEZAR ANITI-OBELİSK
Satrap Kherei’ye aittir. MÖ 5’nci yüzyıla tarihlenir. Anıt: bir kaide ve mezar odasından oluşur. Kaidenin dört yüzünde Likya yazıtı bulunur. Mezar odası: yaklaşık 2 metre yüksekliktedir. Yanlar; Satrapın zaferlerini gösteren kabartmalar ile süslüdür.
Ayrıca: çatı üstünde Satrapın heykeli bulunmaktadır. Bu kabartmaların bir bölümü, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde, diğer bir bölümü ise, çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.

MEZAR ANITLARI
Kent, ününü mezar anıtlarıyla kazanmıştır. Bu muhteşem mezarlar “Pilyeli” mezarlardır. Bu pilyeler olağanüstü yapılardır. Ağırlığı 10 tonu geçebilen, kocaman bir kayadan oluşmakta ve üstünde ölü odası bulunmaktadır.
Bu anıtlardan sadece bir tanesi yazıtlıdır. Bu yüzden, Yazılı Kaya veya Yazılı Pilye olarak adlandırılır. Bu yazıt da mezarın MÖ 5’nci yüzyılın sonlarına doğru Xsanthos kralı olan Gergis’in mezarı olduğunu yazar.
Bu durumda, Xsanthos ve Likya’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi, Xsanthos’da bulunan pilyelerin krallara mahsus olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu pilyelerden bazıları alçak kabartmalarla süslüdür.
Bu anıtların muhtemelen Xsanthos kralları için şehre çalışmaya gelen Yunanlı sanatçılar tarafından yapılmış olmalıdır.
Ancak bu mezar anıtlarının çoğu çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır. Bunlar arasında en tanınanları: Nereitli Pilye, Harpili Pilye, Paya ve lahdi, Aslanlı Pilye.
Aslanlı Mezar
Kentin kuzeydoğu ucunda, Roma Akropolisinin doğu eteğinde sadece kaidesi görülmektedir. Bilinen en eski Likya mezarı olarak önemlidir. MÖ 525 yılına tarihlenen anıt mezarın kabartmaları, günümüzde çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Kule Mezarı
Harpiler Anıtının güneyindedir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir. Likya mezarlarının özgün bir örneğidir. Toplam yükseklik 8.59 metredir. Anıt mezarın, blok taşlarından yapılan kulesi, güneş resimleriyle bezeliydi. Ancak kabartmalar: İstanbul Arkeoloji Müzesine alınarak orada sergilenmektedir. Kulenin üzerinde 3.56 metre yükseklikte bir lahit vardır. Lahit sivri kemerlidir.

Nereitler Anıtı-KSANTHOS KRALI ARBİNNAS MEZAR ANITI
Şehrin güneyinde, başkentin eteklerindedir.
MÖ 390-380 yılları arasında Xsanthos Kralı Arbinas için yapılmıştır. Özellikle süvari kabartması, savaşçı bir mezar sahibini gösterir.

Bugün, burada sadece anıtın temelleri görülür. Tahmin ettiğiniz gibi, bu anıt da çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Yine de bu anıt hakkında bilgi vereceğim.

Anıt, yüksek bir kaide üzerindedir. Kaide kabartmalı frizlerle bezelidir. Kaidenin önü, sütunlarla çevrili üst bölümden oluşur. Sütunlar: üçgen alınlıklı bir çatıyı taşırlar.
Anıtın büyük frizinde: mezar sahibinin atalarının Pers-Yunan savaşını kutlayışları anlatılırken, küçük frizde: Lykia prensi, büyük Pers kralının buyruğuyla başardığı işleri kutlamaktadır. Sütunlar arasında ise su perileri “Nereidler” yerleştirilmiştir. Zaten anıt adını bu perilerden almaktadır.
Mezar odası: yüksek kaidenin içindedir.
Son bir not: 2022 yılında Londra Brıtish Museum’a gittim, İngilizler müzeyi oluştururken bütün dünyadan elde ettikleri eserleri, ziyaretçileri müzeye ücretsiz sokarak gösteriyorlar.
Nereidler Anıtını müstakil bir salona yerleştirmişler, ışıklandırmışlar, hemen karşısına da koltuk koymuşlar, bu koltuklara oturup bu muhteşem anıtı dakikalarca seyrettim, inanılmaz güzel, böyle güzel bir anıtın ülkemizden uzaklara, Patara Limanına yanaşan bir İngiliz Savaş Gemisine yüklenerek götürülmesi olacak iş değil,

SÜTUNLU CADDE
İki Agora arasında kent merkezini boydan boya, doğu-batı istikametinde kateden görkemli bir sütunlu cadde uzanmaktadır. 11.85 m genişliğindeki caddenin her iyi yanında, portikoyla örtülü, 5.70 m genişliğinde kaldırımlar vardır. Tüm benzerlerinde olduğu gibi, caddenin iki yanı boyunca dükkanlar dizilidir.
Evet, cadde Roma dönemine aittir. Cadde, taş kaplamalarıyla Anadolu’nun en iyi ele geçen caddelerinden birisidir.

LETOON-KUMLUOVA-BOZOLUK
Ksanthos’a Fethiye’den giderken, 5 km beride, sağa sapan bir sapakla, 6 km gidildikten sonra ünlü Leto tapınağına varılır.
2008 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Şehir, Ksanthos, Patara ve Pınara’nın ortasında bir ortak tapınma kentidir. Dönemler boyunca Lykia’nın haç yeri ve ortak sunağı olarak kullanılmıştır. Sadece tapınma için yaratılmış bir yerleşimdir. Sadece tanrılarla buluşulan bu gizemli mekanda, özel günlerde, Leto soylu tanrıları birlikte selamlanırdı. Ayrıca, vefa duyguları kurbanlarla ve dualarla biçimlenirdi.
Evet, Letoon, tüm yerleşimin tanrılar kenti olarak düzenlenmiş şeklidir. Adı gibi “kadın efendi”, ana tanrı Leto, oğlu Apollo ve kızı Artemis’in aile ocağıydı. En doğuda Apollo, ortada Artemis ve batıda da Leto tapınakları yan yana uzanıyordu.
Aylık ve yıllık bayramlarda burada kurbanlar kesiliyormuş. Kurallara karşı çıkanlar Leto ve çocukları Nympheler (su perileri) önünde suçlu sayılırmış.
Ayrıca, şehir, Lykia şehir devletlerinin kültür merkezi olduğu sanılıyor. Çünkü, o dönemde, milli festivaller burada düzenleniyormuş.
Evet, Letoon; Arap akınlarının başlaması ve Hıristiyanlığın putperest yapılarına karşı acımasız olan tutumu yüzünden, şehrin terk edildiği tahmin ediliyor.
Letoon adı Efsanesi-Mitoloji:
Letoon adı ise, efsanelerden gelmekte. “Tanrılar kralı Zeus, Leto’ya aşık oluyor ve birlikteliklerinden, Leto ikiz çocuklarına hamile kalıyor.
Zeus’un kıskanç karısından korkan Leto, Hera’dan daha çok uzaklaşabilmek için, Lykia’ya, Anadolu kıyılarına Delos’a kaçıyor. Burada: çocukları Apollon ve Artemis’i doğuruyor. Çocuklarını yıkamak isteği su kaynağından, tanrı ailesini kovan köylüleri, kurbağaya çevirir.
Buradaki kaynak ve su vurgusu, Letoon’da kültü biçimlendirir. Likçe’de Elyana olarak geçen su perilerine adanan kaynak, MÖ 7’nci yüzyıldan beri tapınak yeri olmuştur.
Evet, bir başka öykü ise şöyle anlatılır:
Leto’ya yolda karşılaştığı kurtlar, ona Xantos Nehrine kadar kılavuzluk ediyorlar. Leto, minnettarlık içinde nehri Apollon’a adayarak, o zamana kadar “Termilles” adıyla bilinen yere, Yunanca kurt anlamına gelen “İykos” sözcüğünden türetilmiş olan “Lykia” adını veriyor.
Yine bir başka öykü:
Leto, Lykia’dan Syssa adlı bir yaşlı kadınla dost olup, onun kulübesinde kalır. Bazıları Leto mezhebinin Lykia’da Yunan döneminden önce de var olduğunu ve adının Lykia dilinde kadın ya da zevce anlamına gelen “Lada” ilişkisinin bulunduğunu ileri sürerler.
3 dilli yazıt:
Tapınaklar alanındaki kayalıkta bulunmuş olan çok dilli bir yazıt bloğudur.
Likçe, Eski Yunanca ve Aramice dillerin Kaunos’un efsanevi tanrı-kralları için Ksantos’da kurulan Basieus kültüründen söz edilmektedir. Likçe, Eski Yunanca ve Aramice dillerinin aynı anıtta birlikte yer alması resmi/politik bir söylemden iz vermektedir.
Likçe kısmı 41 dizeden oluşur. Bugün Fethiye Müzesinde bulunan yazıt, ilk olarak 1974 yılında yayınlanmıştır. Yazıt içeriğinde Kral Kaunos ve Karanlık Tanrılar kültü (Arkesimas) kayıtları bulunmaktadır.
MS 385 yılının Haziran ayında yazılmış bu üç dilli blok, günümüzde Fethiye Müzesinde sergileniyor.
Aruntius Anıtı:
2010 yılında Letoon kazılarında ortaya çıkarılan Ksanthos’un seçkin ailelerinden Arruntius anıtıdır. Apollon tapınağının güneydoğu köşesine, 1.67 m mesafede, ana kaya duvara paralel uzayan bir anıttır. Anıt: Arrutius ve ailesine adanmıştır. Marcus Artuntius Claudianus, Nerva-Traanus döneminde, Roma Senatosuna ilk alınan Lykialıdır. Grifon ayaklı, eksedra ile biçimlenen dikdörtgen anıt, 6.66 m uzunluğunda ve 1.65 m genişliğindedir. Yazılı blokların üst yüzlerinde, bir zamanlar Aruntius ailesine ait 9 tane bronz heykel olduğuna dair izler bulunur. Anıt yazıtlarına göre, MS 1’nci yüzyıl sonu, 2’nci yüzyıl başlarında yapılmıştır.
Helenistik Tiyatro;
Yerleşimin Helenistik Tiyatrosu, sadece tapınma şölenlerinde kalabalıklara hizmet edermiş. Vadililer, burada her bayramda toplanır adaklar adarlarmış. Tapınaklar: ana, oğul ve kıza aitken, ne ilginçtir ki, insanlar Dionysos masklarıyla bezeli tiyatroda toplanırdı. Masklar arasında, Tanrı Dionysos, silenos, satry, kız ve yaşlı komik bir kadın, girişte sıralanmıştır. Dinsel tapınımlar; eğlenceye, şölene ve bir tür gösteriye dönüştürülmüştür.
Kilise:
Erken Bizans dönemine aittir. İddiasız yayınlığı ve sessizliğiyle dikkat çeker.
TAPINAKLAR BÖLGESİ:
Tapınaklar bölgesinin kuzey ve doğusu portiklerle çevrilidir. Doğudan itibaren Leto, Artemis ve Apollon tapınaklarının yan yana dizildiği alanın, önünde bulunan kutsal kaynak üzerine Helenistik ve Roma dönemlerinde, kutsal çeşme inşa edilmiştir. Bu kutsal kaynakta: Arkaik dönemden Helenistik döneme kadar tarihlenen pişmiş topraktan heykelcikler, Lykialıların Elyanalar olarak adlandırdığı Nympheler’e adanmıştır.
Helenistik döneme ait Nymphaionun üstüne: İmparator Hadrianus döneminde, Roma Nymphaionu ve ardından da kilisenin inşa edilmesiyle, günümüze çok az kalıntı kalmıştır.
Lykia birlik rahibinin adadığı “Hadrianus Heykeli” yazıtı, anıtın tarihlenmesini sağlar. Sular altında kaldığından kazılamayan bölümde bulunduğu tahmin edilen, pek çok yapı daha ortaya çıkarılamamıştır.
Leto Tapınağı:
En batıdaki 3’ncü yüzyıl tapınağının cellasında bulunan bir yazıt, tapınağın Leto’ya adandığını belgeler.
Apollo Tapınağı:
Tapınağın zeminindeki mozaiklerde, yan yana sıralı, Artemis’in yay ve oku, Apollo’nun kutsal çağrısı Lyra ve güneş kursu sanki bu üç tanrı ile ilişkili bir yer resmi gibidir. Apollo ve Artemis, simgelerinin bu tapınaktaki birlikteliği, tapınağın kimliği konusunda kuşku yaratır.
Artemis Tapınağı:
Ortadaki tapınak Artemis’e aittir. Buna göre, doğudaki tapınağın da Apollo’ya ait olduğu düşünülmüştür. En bilinmeyen ise, Artemis tapınağının ortasında kalmış “yerli kaya” dır. Yarım kalmışlığından, kaya tapınma amacına kadar pek çok açıklamayla tartışılır. Ön kısmında, 5’nci yüzyıl sonunda adanmış, Likçe yazılı bloklarda “Artemis” in adı geçer. Yazıt aynı zamanda: “Lymralı dindar Demokleides’in adadığını ve buranın gerçekten tüm Lykia’nın tapınağı olduğunu” gösterir.
Genel olarak, tapınakların hiçbiri yokken bile, buradaki düzeltilmiş kaya platformlarında tapınım olduğu düşünülür. Letoon’da bulunmuş “biçimsiz ilkel bir yontu” belki de bu eski zaman tapınımlarından kalmıştır.
Bilinen o dur ki, Letoon kutsal alanı: “Anis Massanasis’in (Tanrıların anası) kült alanı olarak muhtemelen MÖ 2’bine kadar gidiyordu. Araştırmacılar, Hitit Kralı Murşili’nin anlaşma metninde “Siyanti Nehrinin (Ksanthos çayı) karşısında bir kült alanı olduğunu” yazmaktadır. Leto’nun bu kültle nasıl buluştuğu belli değildir. Leto’nun en erken belgesi, 4’ncü yüzyılda Erbinna tarafından Letoon’a adanmış yazıttır. Aynı yazıtta Apollo da anılır.
Letoon, üç dilli yazıtında Leto, Apollon ve Artemis, ilk kez birlikte anılır.
Helenistik dönem:
Helenistik dönemde, Letoon, Lykia birliğinin resmi tapınım yeriydi. MÖ 279 yılında, Telmessos halkı, Letoon’da üçlü tanrıyı anmıştır. Kendilerini, Rhodos’tan kurtaran Roma’ya olan saygı nedeniyle, tanrıçaları Leto ile Roma’yı bütünleştirdikleri “Romaia Letoia Şenlikleri” düzenlerler. Bundan sonra da Hıristiyanlaşıncaya kadar, Roma’nın tanrıça ve İmparatorlarına tapacaklardır.
XAKBİ-KANDYBA-GENDİVE-ÇATALOLUK
Elmalı-Kaş yolunda kasabaya 8 km uzaklıktadır. Gendive’nin kuzeydoğusundaki kayalıklar üzerinde kurulu akropolünde ve eteklerinde kalıntılar izlenir.
İnce uzun tepe, sur duvarlarıyla çevrilidir. Özellikle güney boyunca korunmuş olarak izlenir. Surun daha sonraki dönemlerde de kullanılmış olduğu, duvar işçiliği ve devşirme malzemelerden anlaşılır. Surların kuzeybatı kısmında Bizans kulelerinden biri kısmen korunmuştur.
Çıkış yolu izlenebilen Akropol kapısı, güney uzun yüzdeki surların yaklaşık ortasındadır.
Sur içinde, güneybatı köşede yoğunlaşan yapıların kayaya oyulu bölümleri kalmıştır.
Kaleye girmeden önce, ana girişin hemen önündeki kayalık oyularak, yaklaşık 200 kişilik küçük bir tiyatro yapılmıştır. Helenistik tiyatronun üst oturma sıralarından birkaçı görülür. Alt kesim erozyonla dolmuştur.
Sur içinde ve sur dışında sarnıçlar vardır. Akropol’ün güney tarafında kaya mezarı ve lahitler görülür. Kaya mezarlarının biri yalın cepheli diğeri Lykia geleneğinde ahşap cephelidir. Cephenin büyük kısmı kırılmıştır.
Kandyba da dikkat çeken diğer şey, günümüz köy evlerinde antik devşirme malzeme kullanımı ve özün yapılarıyla ahşap depolardır.
Gindive köyü Akropol eteklerindedir.
KERTHTHİ-ASARALTI/HACIOĞLAN
Köybaşı ile Gendive arasındadır.
Ksanthos’daki Gergis Dikmesindeki yazıttan yola çıkılarak Hacıoğlan kalıntılarının Kerththi olduğu öne sürülmüştür.
Yazıtta; Pedrita’ya (Lykia Aphroditesi) altarlar adanan kentten sayılmaktadır. Sayılan bu kentler: Arnna (Ksanthos), Tuminebi (Köybaşı), Kerththi ve Xakbi’dir. (Kandyba)
Yeri önceden bilinen üç kent arasında Kterhthi yerleştirmek güç olmamıştır.
Ormanlık alandaki tepe üzerindeki yerleşime Kalkan’dan gelen yolla ulaşılır. Bu noktada ikiye ayrılan yoldan kuzeydeki Kandyba’ya güneydeki Phellos’a ulaşır. Yerleşimin güneyinden Felen çayı geçer.
Aşağı yerleşimi çevreleyen surlardan parçalar izlenir. Yukarı yerleşimde de bir kale kalıntısı vardır. Yukarı yerleşimin batısındaki kaya mezarı en Lykialı kalıntıdır.
Aşağı yerleşimin batısındaki kayalıkta bulunan basamaklı altlıkta Perdita heykeli dikilmiş olmalıdır.
Kente gelen batı yolun sonlandığı yukarı yerleşimin batı kapısının girişi belliyse de kapıdan eser kalmamıştır. Bu kapıdan Kerhthi’nin şehir bey konutuna ulaşılır.
Yapı kenarları yaklaşık 50 m olan kare forma sahiptir, avlu çevresinde dizili sekiz mekanlı ve iki girişlidir.
Yukarı yerleşimin doğusundaki önemli yapının bir tapınak, köşk, garnizon ya da savunma kulesi işlevlerinde olabileceği gibi oldukça fazla fonksiyon seçenekleri sıralanmıştır.
Yerleşimde beş kaya mezarı ve üç lahit dışında başka bir mezar yoktur.
Kenotaph işlevli beş monolit dikmenin en erkeni 5’nci yüzyıla tarihlenir. Dikmelerin sayısı, Kerthti’de o dönemde muhtemelen beş egemen aile olduğunu gösterir.
Yukarı kalede bulunan taş balta, Tunç Çağı yerleşim başlangıcını gösterirken, diğer erken mimari kalıntılar Klasik Dönemde Kerththi’nin önemli bir Klasik yayılım zinciri oluşturduğunu gösterir.
Arkaik ve Erken Klasik dönemlerde sadece tepedeki yerleşim, Harpagidler ve Zemuridler’in birlikte zaferinin ardından (MÖ 430-420) surlarla çevrili bir yerleşime dönüşmüştür.
resimlerdeki yerleri gezmemiz için ne yapmamız lazım bilgi verirmisin
Cennet yeri Fethiye Ölüdeniz
kaş güzel yer ,gidecek olanlara tavsiye ederim