Ürdün Petra

Ürdün Petra

 

Petra kelimesi: Yunancada “taş” veya “kaya” anlamına gelir. 6 Aralık 1985 tarihinde, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır.

7 Temmuz 2007 tarihinde ise, “Dünyanın 7 Harikasından biri” olarak seçilmiştir.

Özellikle “İndiana Johannes” film serilerinin burada çekilmiş olması, insanların, burayı tanımasında büyük katkı sağlamıştır.

Evet: 14’ncü yüzyılda terk edildikten sonra, 400 yıl boyunca toprak altında kalan ve bulunan bu kayıp şehir: egzotik ortamını hala sürdürmeye devam etmektedir.

Ürdün Petra

ÜRDÜN ULAŞIM

İstanbul-Ürdün/Amman kenti havaalanı arasındaki uçuş uzaklığı: yaklaşık 2 saat 10 dakika kadar sürmektedir. Amman şehrinde: “Kraliyet Alia Havaalanına” inilmektedir.

YERİ

Ürdün’deki (Jordan) Lut gölünün, 50 km. güneyinde, günümüzdeki “Umman” topraklarının, güneybatısındadır. Yani: Lut gölü ile Akabe körfezi arasında kalmaktadır. Ürdün şehrinin, 262 km. güneyindedir. Amman’ın ise, 133 km. kuzeyindedir.

ULAŞIM

Petra şehrine ulaşım için: öncelikle uçakla “Amman” şehrine inmeniz ve daha sonra: karayolu ile: Maan şehrine ulaşmanız ve oradan Petra şehrine geçmeniz gerekir.

Amman şehrinden, Petra şehrine ulaşmak için: çöl karayolunu tercih ederseniz 5 saatlik bir araba yolculuğu, diğer yolu tercih ederseniz 3 saatlik bir araba yolculuğu yapmanız gerekir.

Kahverengi tabelalar, turistler için yolu belirlemektedir. Taksi ile gitmek isterseniz: Amman şehrinden bir taksi kiralayabilirsiniz. Ücret yaklaşık 50 Ürdün Dinarı olacaktır. Ancak, sürücü ile daha uygun bir fiyata anlaşabilirsiniz.

Ürdün Petra

PETRA GİRİŞİ

Buraya giriş için tek bir yer vardır. Bu giriş yeri: genişliği yalnızca birkaç metreye kadar ulaşan: “siq” yani “yarık” denilen yerden girilir. Burası: kayaların içinde, karanlık ve dolambaçlı bir çatlaktır.

Bu geçidin tam olarak uzunluğu: 1 km. civarındadır ve renkli kumtaşı kayalıkların içinde, kıvrılarak geçen dar bir geçittir.

Hatta: bu geçidin kayalık duvarları üzerine, çok sayıda, küçük Nabatean mezarı yapılmıştır. Ayrıca: şehre ilk içme suyunu taşıyan kil borulardan oluşan kanallar da, buradan geçmektedir.

PETRA GENEL

Çölün bu gizemli yerinde, 1000 civarında anıt bulunmaktadır. Bir zamanlar: burada: çeşmeler, bahçeler ve sürekli su kaynakları bulunuyormuş. Siteyi gezmek için: 3 veya 4 günlük bir zaman ayırmanız gerekir.

Özellikle: buranın genellikle ve hep kalabalık olduğunu kabullenin, yani burada dünyanın dört bir yanından insanlar ve hatta yoğun kalabalıklar görmeniz kesindir.

Ürdün Petra

Antik şehri gezmek için: en iyi zaman: sabah erken veya öğleden sonra geç saatlerdir. Özellikle, girişteki “siq” bölümünü, yürüyerek geçmenizi öneririm. 1 km. uzunluğundaki bu bölüm mutlaka yürünmelidir.

Şehir içinde ise: at arabası veya eşek veya at kiralayabilirsiniz. Ancak, bu at arabaları derme-çatma yapılmış ve genellikle, fazla yolcu alınıyor, yani 4 kişilik yere, 6-7 kişi biniyor ve yolculuk ızdırap haline geliyor.

Özellikle, tırmanış için eşek tercih edilmektedir. Çünkü, bazı yerler oldukça dik tırmanma gerektirebilir.

Özellikle: Al-Deira yolu, yaklaşık 800 adımdır ve muhtemelen 1 saatlik bir yürüyüş yapmanız gerekir. Kurban yeri ise: yine 1000 adım civarında ve yaklaşık 40-45 dakikalık bir yürüyüş yapmanızı gerektirir. Siteye girmek için motorlu araçlara izin verilmiyor.

Ziyaret zamanı

Buranın kışın ziyaret edilmesi önerilmez. Çünkü: kışlar soğuk, yağmurlu ve rüzgarlıdır. Yaz aylarında da, özellikle akşamları serindir ve buna göre tedbir almanız uygundur.

Ayrıca: bulunduğunuz yerin bir İslam ülkesi olduğunu unutmamak ve buna göre giyinmekte yarar var. Yani: bayanların kolsuz giysiler, gerek erkek ve gerekse bayanların şort giymeleri önerilmez.

İkamet: Petra şehrini ziyaret etmek istediğinizde: şehrin yakınlarındaki: Wadi Mosa kasabasında bulunan otellerde kalabilirsiniz. Bu kasabada: ayrıca, yerel restoranlar ve Pizza-Hut gibi, dünya markası fast-food zinciri mağazaların şubeleri de bulunmaktadır. Oteller derseniz: her zevke ve bütçeye uygun, lüks oteller bulunmaktadır.

Petra antik şehri

Her gün: saat: 06.00-18.00 arasında ziyaret edilmektedir. Giriş ücretlidir. Ücretler: yetişkinler 16 dolar, öğrenci ve 12 yaş altı çocuklar:; 8.5 dolardır.

Giriş için: 3 günlük daha uygun fiyatlı bilet almanız da mümkündür. Örneğin: yetişkinler için, 1 günlük giriş 16 dolar iken, 3 günlük giriş ücreti: 23 dolardır.

Ürdün Petra
Ürdün Petra

 

Bölgeden hediyelik eşya satın almak isterseniz: seramik, gümüş ve boncuk işi gibi el sanatı, yerel ürünlerden satın alabilirsiniz. Bunların satıldığı dükkanlar bulunuyor.

Musa Vadisinde, bir vakıf tarafından işletilen gümüş atölyesi bulunuyor. Burada: yerel Bedeviler tarafından yapılan gümüş takılar bulup satın alabilirsiniz.

Ancak, alışveriş için yanınızda mutlaka nakit bulundurmalısınız. Yani, kredi kartı kabul etmiyorlar, bilginiz olsun.

Son olarak, bu bölgede: diğer bir elişi ürünü: sedef kakma kutular var. Bunlar da bir hayli ilginçtir.

Alışveriş yaparken, mutlaka pazarlık yapın. Bu konuda bilgisi olanlar hatırlayabilirler, özellikle İslam dünyasında pazarlık normal kabul edilir. Siz de, buradan alışveriş yaparken, size teklif edilen fiyatın, en az üçte birlik bölümünü düşürmelisiniz.

Petra konusunda

Turistler için yapılan bir etkinlikten de söz etmek istiyorum. Bunun adı: “Petra by night”. Bu ekstra tur için bilet aldığınızda: gurup, saat: 20.00 civarında, Petra şehrinin giriş kapısında toplanıyor ve saat: 22 civarında kapılar açılıyor ve toplananlar: mum ışığı eşliğinde, yaklaşık 1 km. lik yolu yürüyerek geçiyorlar ve hazine denilen yapının önünde bu hızlı yürüyüş tamamlanıyor.

Bu hazine denilen yapının önünde: yerlere serili kilimler üzerinde bir süre kekik çayı ikramı eşliğinde dinleniliyor ve ortamın gizemli havası yaşandıktan sonra, geri dönülüyor ve tur bitiyor. Bu tur, yaklaşık 30 dakika gidiş ve 30 dakika dönüş olmak üzere, muhtemelen 1 saat civarında sürüyor.

Denemenizi önerinim ama biraz yorulmayı göze almanız gerekiyor. Yani, şart değil, Petra şehrini gündüz görmeniz de yeterli gelecektir. Tercih sizin.

Ürdün Petra Tarihi

PETRA TARİHİ

Petra şehrinde yaşadığı bilinen ilk yerleşimciler: Edomitler’dir. Bunlar: Sami dilini konuşurlar ve İncil’de bunlar hakkında “Esau” nun torunları diye söz edilir.

Ancak, şehirdeki inanılmaz mimari, bunlar değil de, bunların ardılları olan “Nabateanlar” zamanında yapılmıştır. Nebatanlar: göçmen Araplardır. Ancak, MÖ.4’ncü yüzyılda, göçmenliği bırakıp, bölgenin çeşitli kısımlarına yerleşmeye başlamışlardır.

Çünkü: şehir: Araplar-Asurlular-Mısırlılar-Yunanlılar-Romalılar arasında kullanılan bir ticaret yolu üzerindedir. Bu yüzden, şehir, ayrıcalıklı bir konum kazanmış ve gelişmiştir.

Dolayısı ile, ticaret yolunu ele geçiren Nebatanlar: kısa zamanda zengin olurlar ve Petra şehrini hızla geliştirirler. Şehir, dönemin baharat ticaretinin merkezi haline gelir. Bu ticaretten kazanılan gelir: şehirde sürekli yeni yapılar yapılmasına sebep olur.

Özellikle

Şehirleri, sıcaktan kavrulan bir çölün kıyısında olduğu için, su ihtiyacını karşılamak için, son derece gelişmiş barajlar inşa ederler.

Ayrıca: su depolama ve sulama sistemleri geliştirirler. Ancak, Nebatanların bu zenginliği, komşularını rahatsız eder ve MÖ.4’ncü yüzyılın sonlarında, Selefki kralı Antigonus, şehre saldırmaya başlar.

Bu saldırıların ardı arkası kesilmez ve MÖ.64-63 yıllarında, Petra şehri Romalı general Pompey tarafından işgal edilir.

Ancak, bu işgale rağmen, Petra şehri, Roma döneminde de gelişimini sürdürür. Şehre, Roma döneminde, büyük bir tiyatro ve sıra sıra sütunlar dizili büyük bir cadde ve şehrin girişindeki “siq” çatlığı boyunca uzanan bir “Zafer kemeri” yapılır.

Hatta: yine aynı dönemde, şehrin nüfusunun: 20-30 binli rakamlara ulaştığı söylenir.

Şöyle ki: Petra şehrinin zenginliğinin en büyük kaynağı olan ticaret yolu, tarihi süreç içinde, yolunu değiştirince, şehrin önemi gitgide azalmaya başlar.

4’ncü yüzyılda: şehirde, Bizans egemenliği görülür. 363 yılında ise, büyük bir deprem, şehre büyük zarar verir. Yüzyıllardır şehirde yaşayan Nebatanlar, bu deprem üzerine, şehri terk ederler.

Ancak, yine de şehrin tamamen terk edilmesi konusunda, net bilgiler mevcut değildir. Çünkü: şehir, aniden terk edilmemiştir.

Bunun kanıtı: şehirde, herhangi bir değerli objenin bulunmamasına bağlanmaktadır, yani: şehir aniden değil de, planlı olarak terk edilmiştir.

551 yılında, şehirde, yine büyük bir deprem olur ve neredeyse tamamı yıkılır.

7’nci yüzyıla gelindiğinde ve şehir Müslüman Araplar tarafından ele geçirildiğinde, şehirde, neredeyse hiçbir şey bulunmamaktadır.

747 yılında, bir deprem daha olur ve şehrin yapısı tamamen değişir.

Bu deprem sonucu: şehir, 12’nci yüzyıla kadar ıssız kalır.

13’ncü yüzyılda, bölgeye gelen Haçlılar, şehirde küçük bir kale yaparak yerleşirler.

Ancak, onlar da kısa süre sonra şehri terk ederler ve Petra şehri: kum fırtınaları ve sellere teslim olarak, bulunmasına kadar geçen uzun yıllar boyunca toprağın altına gömülür.

PETRANIN BULUNMASI

1812 yılına gelindiğinde: İsviçreli gezgin kaşif Johann Ludwig, Arap yarımadasını tanımak maksadı ile, Müslüman bir tüccar kılığına girip bölgeyi dolaşırken, Petra şehrinin hemen dışındaki, küçük bir yerleşim yeri olan “Elji” ye yolu düşer.

Burada iken, şehirlilerin bazılarından, Musa vadisinin hemen yanındaki kayıp bir şehirden söz edildiğini duyar.

Bunun üzerine: bu kayıp şehirdeki bir ibadethanede kurban kesmek istediğini söyleyerek, kendisine bir rehber aramaya başlar. İki köylü: Petra şehrine girişi sağlayan “siq” geçidine kadar, kendisini götürürler.

Ludwig: büyük olasılıkla, bu esnada, Harun Peygamberin Tapınağının kalıntıları üzerinde kurban kesmiş ve bu esnada, çevresinde gördüğü bir kısım yerin haritasını çıkarmış ve buranın Petra olduğunu anılarına yazmıştır.

BARAJ VE SULAMA SİSTEMİ

Siq geçidinin girişinin sağ tarafında: bir baraj görülmektedir. Bu baraj: 2000 yıl önce, Nebateanlar tarafından yapılmış bir mühendislik harikasıdır.

Bugün olduğu gibi, binlerce yıldır, yoğun yağışlar olduğunda, Musa vadisinden, Siq geçidinin olduğu yere, sular akmaktadır.

Yağışlar iyice yoğunlaştığında ise, bu akan sular, Petra şehrini sular altında bırakmaktadır. Hatta, en son olarak, 1964 yılında, Petra şehri yine sular altında kalmıştır.

Bunun üzerine, yöre Hükümeti: Petra şehrini sellerden korumak için, bu suların aktığı yere baraj yapmaya karar veri. Bu barajın inşaatı sırasında ise, Nebateanlar’ın, muhtemelen MÖ.2’nci yüzyılda yaptıkları bir baraj kalıntısı ile karşılaşırlar.

Bu eski baraj: sel suyunun yönünü değiştiriyor ve suların, yine insanlar tarafından kullanılmasını sağlayacak: tünellerden geçerek, şehrin kuzeyindeki depolara yönelmesini sağlıyordu.

Ürdün Petra
Ürdün Petra
Ürdün Petra

PETRA ŞEHRİNDEKİ GEZİNTİ

Evet, 1 km. uzunluğundaki, uzun, soğuk ve karanlık ve bir tarafı dimdik yükselen kaya olan, dar siq geçidinden girdikten sonra: “Hazine” denilen yer ile karşılaşıyoruz.

Ürdün Petra  El-Khazneh-Hazine

EL-KHAZNEH-HAZİNE

Burası, şehirdeki Yunan ve Roma kültürünün izlerini taşıyan en önemli yapıdır. Özellikle, ön cephesi, güneş parladığında göz kamaştırmaktadır. Özellikle: sabah güneşinde, yapının ön cephesi: soluk gül rengini alır.

Tam olarak, ne zaman ve ne amaçla yapıldığı bilinmemektedir. Muhtemelen, MÖ.1’nci yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir.

Buraya “Hazine” isminin verilmesinin sebebi: yapının en üst kısmında bir taş vazo bulunmakta olup, bir zamanlar bunun içinde bir firavun hazinesinin saklı bulunduğu efsanesinden kaynaklanmaktadır.

Bu hikayeye inanan Bedeviler: vazoyu vurup düşürerek, içindeki hazineyi ele geçirmek için, belli aralıklarla, vazoya ateş ediyorlarmış.
vazonun üzerinde, bugünde görülebilen birçok küçük delik, bu olayın bir kanıtıdır.

Hazine yapısının ön cephesi: sert kumtaşı kayalar oyulmak suretiyle oluşturulmuş ve günümüze kadar iyi korunmuştur. Bu ön cephede: etkileyici sütunlar, Nabatean tanrıları ile mitolojik karakterleri gösteren heykeller görülüyor.

Yapının yüksekliği: 40 metre ve genişliği: 27 metredir. Tam olarak, neden yapıldığı bilinmemektedir.

Ancak, bir kralın, arka bölümlerde bulunan mezarının anıtı olarak yapıldığı düşünülmektedir.

Bir diğer olasılık ise, buranın bir tapınak olduğudur. Ancak, hangi tanrı yada tanrılara adandığı konusunda bilgi bulunmamaktadır.

QASR AL-BİNT FİRAUN-DUSHARES TAPINAĞI- FİRAVUNUN KIZININ KALESİ

Burası, Petra şehrinde günümüze kadar ayakta kalabilmiş nadir yapılardan birisidir. MÖ.30 ile MS.40 yılları arasında yapıldığı düşünülmektedir. Nebateanlar’ın ana tanrısı “Dhushares” e adanmıştır. Şehirdeki kutsal yerlerin en önemlisidir. Sütunlu caddenin sonundadır.

Yapı: duvarcılık sanatı kullanılarak: sarı kumtaşından yapılmıştır ve yükseltilmiş bir platform üzerinde durmaktadır. Yapının duvarlarının yüksekliği: 23 metredir. Şehirdeki, en geniş ön cepheye sahip yapıdır.

Binanın iç kısmı: 3 odaya ayrılmıştır. Ortadaki oda: ibadethane olarak kullanılır.

Ürdün Petra Kanatlı Aslanlar Tapınağı

KANATLI ASLANLAR TAPINAĞI

Yapı: hemen, Dushares Tapınağının karşısındadır. Tapınak: İslamiyet öncesi, bolluk tanrıçası “Allat” adına adanmıştır. Lut gölü yazıtlarında: tapınak, Petra şehrindeki “Afrodit Tapınağı” olarak geçer.

Tapınak: MS.28 yılında yapılmış ve MS.363 yılındaki depremde yıkılana kadar kullanılmıştır.

Giriş yolunun her iki tarafında: işlenmiş 2 aslan figürü vardır. Tapınak yapısı: şehirdeki en önemli Nebatean yapısıdır ve Amerikalıların 20 yıllık bir arkeolojik araştırmaları ve kazı çalışmaları sonucu ortaya çıkarılmıştır.

Yapı: tek bir binadan oluşmaz. Yapının içinde: oturma salonları, ibadethaneler, atölyeler bulunmaktadır.

Yani, büyük bir ibadet merkezidir. Hatta, bu atölyelerden birinde, yöreyi ziyaret edenler için hediyelik eşyalar yapıldığı bilinmektedir.

Ürdün Petra El Deir Manastırı
Ürdün Petra
Ürdün Petra

 

EL DEİR MANASTIRI

Şehirdeki en büyük ve en dikkati çeken yapılardan birisidir. Yüksek bir dağlık kesimde: kayalara oyularak yapılmıştır. Yani, konumu harikadır.

Yapı: MS.76 ile 106 yılları arasında yapılmış olup, Bizans döneminde, MS.330 ile MS.1453 yılları arasında tapınak olarak kullanılmıştır.

Yapının genişliği: 50 metre ve yüksekliği: 45 metredir. Girişinin yüksekliği: 8 metredir.

Ürdün Petra Kraliyet Mezarları

KRALİYET MEZARLARI

Buraya, tiyatronun bulunduğu yerden bir merdiven ile inilir. Bu mezarlar: şehirde bulunan 500 civarındaki mezarın en etkileyici olanlarıdır. Dolayısı ile, Nabatean krallarına ait oldukları düşünülmektedir.

Ürdün Petra Semaverler Mezarı

SEMAVERLER MEZARI

Burası, muhtemelen MS.70 yıllarında yapılmıştır. Derin bir avlu ve her iki tarafında bulunan revaklardan oluşmaktadır. Mezar soyguncularının ulaşamaması için, cephede, mezarlar yüksek ve küçük mezar odaları şeklinde yapılmıştır.

Ürdün Petra Kurban Yeri

KURBAN YERİ

Tiyatro bölgesindedir. Buraya ulaşmak için, yarım saat süren bir tırmanış yapmanız gerekiyor. Muhteşem dağ manzarası görebileceğiniz tırmanma yolu, düz zirveye kadar uzanıyor. Dağın yüzeyi oyularak yapılmış, 2 adet, 7 metre yüksekliğinde kaya dikilitaş var.

Bunlar arasında: 30 metre var.

Bunlar: Nabateanlar’ın en önemli tanrıları olan “Dushara” ve eşi “Al-Uzza” adına yapılmışlardır.

Özellikle, kurban kesme yerleri, çok iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.

Ürdün Petra Harun Mezarı

HARUN MEZARI

Petra şehrini çevreleyen dağların en yüksek ve hakimi: Harun’un dağı (Cebel Harun) olarak bilinir.

Bu dağın yüksekliği: 1350 metredir. Dağın doruğu kutsal olarak bilinir ve kabul edilir.

Çünkü: burada, Musa peygamberin kardeşi Aaron’un gömülü bulunduğuna inanılır.

Bu yüzden, bu zirveye: 14’ncü yüzyılda: bir cami yapılmıştır ve caminin beyaz kubbesi, çevredeki birçok yerden görülür.

Yapı: Memluk sultanı tarafından yaptırılmıştır.

Mısır İskenderiye

iskender.en başa koy.1
Mısır İskenderiye

İskenderiye için Mısır’ın İstanbul’u diyorlar. Kahire’den 3 saat kuzeyde. Kahire’den İskenderiye’ye: 2 farklı yoldan gidebilirsiniz. Birinci yol: Nil Deltasının verimli topraklarından geçiyor ve pamuk, pirinç ve meyve bahçeleri arasından ilerleyerek devam ediyor. Kerpiç evlerde: elektrik kullanılması dışında, yaşam biçimlerinin nesiller boyunca değişmediğini görebilirsiniz.

İkinci güzergah ise: Kahire’nin batısından, Natrun Vadisi yönünde, çöl boyunca ilerliyor.

iskender.natrun vadisi.kilise.2
Mısır İskenderiye Natrun Vadisi

NATRUN VADİSİ

Kahire’nin 90 km. kuzeybatısındadır. El-Buheyra vilayetinde bulunmaktadır. Natron tuzunun kaynağı olması nedeniyle, Antik Mısır’da önemli bir yeri var. Bölgede: natron tuzu içeren, 8 adet alkali göl bulunmaktadır.

Natron maddesi: mumyalamada ve cam yapımında kullanılmış. MS.4’ncü yüzyılda, Roma zulmünden kaçan Kopt Hıristiyanlar, burada kendilerini ibadete adayan, geniş bir cemaat oluşturmuşlar. Bu nedenle: Hıristiyanlık tarihinde, en önemli yerleşimlerden biridir. Ancak, Mısır’da İslam’ın yayılmasından sonra, bölge önemini kaybetmiştir.

Günümüzde: o dönemden kalma, dört kilise görülebilmektedir. Bu kiliselerin: kendi keşiş odaları ve çevrelerinde sağlam duvarları var. Deyr Ebu Mekar (Aziz Makrios) özellikle, birkaç kopt papa yetiştirmesiyle öne çıkmıştır.

Yakınlardaki: Deyrül Baramus ve Deyr es-Suryani kiliseleri ise: Süryani keşişler tarafından kurulmuş. Deyr Anba Bişoy: 4’ncü yüzyıldan kalma, küçük yuvarlak kubbesi ve 9’ncu yüzyıldan kalma savunma amaçlı burçlarıyla tipik bir yapı.

Yani: her ne kadar Mısırlılar tarafından buranın çok reklamı yapılsa da, burada görebileceğiz pek bir şey yok, yalnızca birkaç manastır, hepsi bu.

iskenderiye.genel.1
Mısır İskenderiye

İSKENDERİYE

Mısır’ın ikinci büyük kentidir. Kirli ve kalabalık bir şehir. İlk bakışta çöl atmosferinden uzak bir kıyı kenti gibi görünüyor. Bu bir yanılgı. Çok yüksek ve bitişik nizam binalarla dolu. Kum fırtınaları yüzünden, binaların rengi kahverengi ve sarıya dönmüş. Başka renge boyansalar da, bir süre sonra sararıyormuş. Şehirde, sanki sürekli bir günbatımı varmış gibi.

Evet: kısa bir bloğa sahip olan kentte yerleşim, kıyı boyunca yayıldıktan sonra, içeriye doğru gelişmiştir. Bu şehirde: çok lezzetli Akdeniz balıklarını yeme şansı bulabilirsiniz. Çağdaş balık restoranları var. Özellikle: öğle yemeği zamanı, saat: 15.00’den sonra, gecenin ilerleyen saatlerine kadar, bu restoranlar insanlarla dolup taşıyor. Özellikle: Abu Shakra isimli restoranda: kaliteli servis sunuluyor.

iskender.bir heykel.1
Mısır İskenderiye Tarihi Geçmişi

TARİHİ GEÇMİŞİ

Şehir: Büyük İskender tarafından, MÖ.322 yılında, Akdeniz sahilinde kurulmuş ve Ptolemaios dönemi boyunca: Mısır’ın başkentliğini yapmıştır. Kentte: görkemli saraylar ve tapınaklar kurulmuş. Bunun yanı sıra: antik dünyanın en ünlü kütüphanesi, yine burada.

Akdeniz’in dört bir yanından gelen gemiler: Dünyanın Yedi Harikasından biri olarak kabul edilen “Pharos Deniz Feneri” nin de bulunduğu limana giriyorlarmış. Mısır tarihinin meşhur isimlerinden Cleopatra da, burada yaşamış.

İSKENDERİYE’DE GEZİLECEK YERLER

iskender.deniz feneri.3
Mısır İskenderiye Pharos Deniz Feneri

PHAROS DENİZ FENERİ

Günümüze herhangi bir kalıntısı kalmamış. Yalnızca: hakkında söylenenler ve resim tasvirleri. Evet, bu fener: MS.279 yılında: İskenderiye Limanı karşısındaki Pharos adası üzerine yapılmıştır.

Romalılar, Mısır’ı ele geçirdikten sonra, burada Ptolemaios olarak anılan bir devlet kurarlar. İnşası MÖ.285-246 yılları arasında süren fener, bu devletin ilk iki kralı Ptolemy-Batlamyus-Soter ve Ptolemy tarafından yaptırılmıştır.

Yüksekliği: kaidesiyle birlikte, 135 metredir. Beyaz mermerden yapılmıştır. Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna, 70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik ediyordu.

iskender.deniz feneri.4
Mısır İskenderiye Pharos Deniz Feneri

Üç bölümden oluşan fenerin mimarı: Knidos’lu Sostratus. Alt bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi. Orta bölüm: yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi. Yaklaşık: 27 metre yüksekliğindeydi. Üst bölüm ise, silindir şeklindeydi ve üzerinde alevin bulunduğu bir bölüm vardı. Muhteşem bir başyapıt. Zaten: Antik Dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmiştir.

Ancak, ne yazık ki, bütün bu ihtişam: ilk milenyumun başında meydana gelen bir dizi deprem ile yıkılmış ve yok olmuş. Üst kısmı: 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopmuş ve gövde kısmı da 1302 yılında başka bir depremde yıkılmıştır. 1500 yılında ise, bu yapıya ait kalıntılar tamamen yok olmuş. Çünkü: Memlük Sultanı Kait-bay tarafından, fenerin bulunduğu yere yapılan bir kalede, malzemeleri kullanılmak üzere tamamen yıkılmıştır.

Bugün, yalnızca kartpostallarda yer alıyor.

Antik İskenderiye, günümüzde, liman sularının altında bulunuyor. Yakın zamanda yapılan, sualtı kazıları sonucu, Doğu Limanının yüzeyinin birkaç metre altında, çok sayıda blok taş ve heykel parçası bulunmuş.

Üzerinde inşa edildiği ada nedeniyle: Pharos olarak anılan fenerin bu adı, kelime olarak birçok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada: Pharos, deniz feneri anlamına gelir. Yıkılmadan önce yapılan resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine, yüzlerce yıldan bu yana örnek olmuştur.

Tarihi süreç içinde, zamanla, İskenderiye: depremlere karşı, gelişmesini sürdürür.

Havayolu ulaşımının başladığı 20’nci yüzyıla kadar: Mısır ülkesine giriş, bu limandan sağlanmış. Aynı zamanda, kent, ticaret yolu ile, tüm dünya ile ilişki kurmuş ve Mısır’ın en kozmopolit şehri olmuş. 19’ncu yüzyılın sonu ve 20’nci yüzyılın başlarında: çok sayıda Avrupa ve İngiliz vatandaşı: burada yaşamış. Ünlü yazar Lawrence Durrel: “İskenderiye Dörtlüsü” isimli yapıtında, yabancıların buradaki yaşantılarını anlatmış. 1952 darbesi: bu “Küçük Avrupa” nın sonunu getirmiş.

Kent: koloni binalarının dizildiği, uzun bir körfezin kıyısına kurulmuş.

Körfez: denizden tuttuklarını: “Kurniş” teki restoranlara götüren balıkçıların tekneleriyle dolu. Tarihi kentin iç kısımları, gerçekten de hayallerdeki, İskenderiye’ye hiç benzemiyor.

Toz içinde sokaklar, yıkılacakmış gibi duran apartmanlar, sağdan soldan yayılan iç bayıltıcı kokular ve trafiğin içinde tıngır mıngır giden at arabaları. İskenderiye: caddeleri, mimarisi, sanatı ile geçmişi ve şimdiki zamanı bir arada barındıran bir kent. Akdeniz kıyısında: Büyük İskender’in Kleopatra’yı tanıdığı, Helenistik Medeniyet’in temellerinin atıldığı kent.

Buyurun bu kenti gezmeye başlayalım.

Bir zamanlar, İskenderiye Fenerinin bulunduğu, körfezin batısındaki burunda, günümüzde “Kayıtbay Kalesi” var.

iskender.kayıtbay kalesi.1
Mısır İskenderiye Kayıtbay Kalesi

KAYITBAY KALESİ

Kayıtbay; Memlüklu Sultanı olan Barsbay tarafından köle olarak satın alınmış ve yine Memlük Sultanı olan Çakmak tarafından azad edilmiştir. Bundan sonra, Memlük ileri gelenleri arasında ilerlemiş ve sonradan imar eserlerini inşa ettirmek için kullanacağı büyük serveti edinmiştir.

Siyasi ve askeri uğraşıları yanında, ülkesinin imarı için yaptığı büyük yapılar ile ün salmıştır. Kahire’nin her mahallesinde, İskenderiye, Kudüs, Halep, Şam, Mekke ve Medine mimarisine katkılarda bulunmuştur.

Evet: buradaki kale, Memlük Sultanı Kayıtbay’ın eseridir. Kale: Dünyanın yedi harikasından, bugüne kalıntıları dahi ulaşmamış olan İskenderiye Deniz Fenerinin olduğu yerde: 1404 yılında kurulmuş. Kayıt Eşref Bey Kalesi. Giriş ve çıkışlarında: İngilizce ve Yunanca “Alexandria” yazan tabelalar olan, kentin görülmesi gereken bir yeri.

Kaledeki; “Denizcilik Müzesi” nde: Napolyon Savaşlarından kalma parçalar sergileniyor.

1984 yılında yapılan restorasyondan sonra: bir “Walt Disney Şatosu” na dönüşmüş.

Yukarıdan bakınca: kalenin içi bir fener gibi görünüyor. Duvar resimleri, çiniler var. Yer: mermer. Bazı taşların üzerinde, geçmişten kalma hiyeroglif parçaları görülüyor. Kalenin tepesinden: İskenderiye’nin iki ayrı tarafını görebiliyorsunuz. Ayrıca: kalenin içinde bir cami ve deniz müzesi var.

Evet, kaleden sonra şehrin merkezine doğru ilerlemeye başladıkça, deniz kıyısında yer alan Midan Saad Zaghul meydanına varacaksınız. Burası: tarihte önemli antik yerleşim yeri iken, günümüzde hiçbir eseri kalmamış.

Kraliçe Cleopatra zamanında dikilen heybetli dikilitaşlarda (bunlara Cleopatranın incileri deniliyor) günümüzde: birisi Londra’da ve bir diğeri de Newyork’ta sergileniyormuş. Şimdi bu meydanın çevresi: oteller ve alışveriş merkezleri ve çeşitli kafe restoranlar tarafından kuşatılmış.

Limanın batısında bir saray göreceksiniz. Res el-Tin sarayı.

RES EL-TİN SARAYI

1834 yılında, Mehmet Ali Paşa için inşa edilmiş. Mısır’ın son kralı Faruk; 1952 yılında, İtalya’ya sürgüne gitmek için, buradan yola çıkmış. Bu yüzden, Kral Faruk’un yazlık sarayı olarak da isimlendiriliyor. Burası aslında bir park. Kral Faruk bir zamanlar burada av partileri düzenliyormuş.

Deniz kıyısında yer alan bu yeşil, çiçeklerle süslü park, gerçekten görülmeye değer. Parkın adı: Müntezah parkı. Özellikle: hurma ağaçları ile ünlü. Doğu, batı ve güneyde yüksek duvarlarla çevrili olup, kuzeyi sahile açılıyor. Evet, Saray aynı park içinde. 365 odası varmış.

Kent merkezine uzanan: Kurniş, keyifli bir gezi yolu. Kurniş üzerindeki: Abdul Abbas Camisi görülmeye değer.

iskenderiye.abbas camii.1
Mısır İskenderiye Abdul Abbas Camii

ABDUL ABBAS CAMİSİ

1943 yılında yenilenmiş. Camide: şeyhlerin ve diğer din adamlarının türbeleri bulunuyor. Caminin Mağribi taş işçiliği, kubbeleri ve minareleri göz alıcı. Camiyi ziyaret edebilirsiniz, ama bayanlar, yalnızca arka bölüme girebiliyorlar.

Deniz kenarındaki küçük: Zaglul Meydanı, kentin merkezi. Burası, özellikle bazı saatlerde çok işlektir. Batı yönünde bulunan: Cecil Hotel; bir zamanlar, ünlü ve zengin sömürgecilerin buluşma yeri ve hala eski havasını koruyor.

Otelden sonra: İskenderiye’nin doğusunu, kent merkezine bağlayan tramvay durağını geçin, meydanın karşısından Hürriyet Caddesine kadar: Safiya Zaglul’u takib ederek: Yunan-Roma Müzesine ulaşabilirsiniz.

YUNAN-ROMA MÜZESİ

İskenderiye’nin tam merkezinde. Eski Mısır, klasik dönem ve Hıristiyan kültüründen parçalardan oluşan, dev koleksiyonda, 40 bin kadar parça sergileniyor.

Evet: kent ve liman çevresinde bulunmuş, Antik Mısır eserleri var. Ayrıca: Roma, Yunan ve Prolemaios dönemlerine ait eserler sergileniyor. İulius Caesar’ın mermer heykeli ve İskender büstü; mutlaka görmenizi önereceğim objeler.

Müzenin güneyinde: bir Leh misyonunun kurduğu: Kavmül Dikka var. Burası; küçük bir Roma yerleşimi. Burada: hamamlar ve zemini mozaik döşeli, 2’nci yüzyıldan kalma tiyatro var. Ayrıca: Doğu Limanında bulunmuş heykeller de, burada sergileniyor.

Güneydoğuya doğru yürüyün. Veya kısa bir at arabası yolculuğu düşünebilirsiniz. Bu yolculuk veya yürüyüş sırasında: Kavmüş Şukkafa katakomblarına ulaşabilirsiniz.

MS.2’nci yüzyıldan kalma bu mezarlar: klasik tarz ve Mısır tarzının güzel bir karışımı.

kütüphane
Mısır İskenderiye İskenderiye Kütüphanesi

İSKENDERİYE KÜTÜPHANESİ

Evet, İskenderiye Kütüphanesi hakkında en genel bilgi: kütüphanenin yakılıp yıkıldığı. 1000 yıllık tarih yok edilmiş. Belki de, kütüphane günümüze ulaşsa idi, bugün insanlığın içine girmiş olduğu inişli çıkışlı dönemler yaşanmayacaktı. Yaşama dair bilgiler kayboldu.

Eski İskenderiye Kütüphanesi: I. Prolemaios tarafından kurulmuş. Sahip olduğu 900.000 den fazla ciltle, zamanının en büyük kütüphanesi. Mısır’a giren her kitabın buraya getirilmesi zorunlu idi. Kitabın, burada bir nüshası çıkarılıp sahibine verilir, aslı ise kütüphanede kalırdı.

Bir taraftan da, yurt dışına gönderilen memurlar, başka ülkelerde buldukları kitapları satın alıp, getirirlerdi.

Böylece, o zamana kadar birçok bilime ait dağınık halde ve kaybolmaya mahkum durumda olan eserler, emin bir yerde toplanmış oldu. Bu arada: belki bilenleriniz olabilir, aynı dönemlerde Anadolu topraklarında da önemli bir kütüphane var.

Bergama kütüphanesi. İskenderiye Kütüphanesi ile yarışıyor ve hatta Mısırlılar, Bergama Kütüphanesine yaptıkları papirüs sevkiyatını bir süre sonra kesiyorlar ve bunun üzerine Bergamalılar, tarihte ilk kez kağıdı (parşomen) icat ediyorlar.

Daha sonraki dönemde: Bergama krallığı yenilinde, Cleopatra, Bergama Krallığının kütüphanesinde bulunan 200.000 ciltlik eseri, İskenderiye Kütüphanesine getiriyor. İskenderiye Kütüphanesinin, Helen uygarlığının oluşumunda büyük etkileri olduğu biliniyor.

Evet, İskenderiye Kütüphanesi; nasıl yok oldu? 391 yılında, Bizans’ın Mısır Valisi Theophilos, İskenderiye’de Mısır’ın en eski din mensuplarına ait Osiris Tapınağının yeri olan bir arsayı, kilise inşa edilmesi için Hıristiyanlara verir.

Burada yapılacak kilisenin temel kazısı sırasında, üzerinde eski dine ait yazılar bulunan bir taş çıkar.

Hıristiyanlar, bunu bir alay konusu yaparlar. Bu olay şehirde oldukça kalabalık halde bulunan putperestleri kızdırır ve sonunda İskenderiye’de dini bir ayaklanma çıkar.

İki taraf çarpışır, insanlar kitle halinde kılıçtan geçirilir. İskenderiye Kütüphanesinin bulunduğu bölge yerle-bir edilir.

İmparator I. Theodosius, valiye başka büyük şehirlere göre eski dinin İskenderiye’de hala neden bu kadar canlı olarak devam ettiğini sorunca, buna sebep olarak İskenderiye Kütüphanesindeki eski putperestlik kültürünü devam ettiren kitaplarını ileri sürer.

İmparator, bunun üzerine hepsinin yok edilmesini emreder. İskenderiye Kütüphanesindeki tüm eserler, şehrin hamamlarına dağıtılarak yaktırılır ve böylece insanlık tarihinin bu bilim ve kültür hazinesi yok edilir.

Kütüphanenin Sezar tarafından, İskenderiye’yi kuşattığı sırada yok edildiği görüşü de çeşitli tarihi eserlerde yer almaktadır. Kütüphanenin varlığını 4’ncü yüzyıla kadar sürdürdüğü bilinmektedir. Sezar’ın kuşatmasında yalnızca bir bölümünün zarar görmüş veya yıkılmış olduğu da düşünülmektedir.

Ancak: 21’nci yüzyılın başlarında; eskisine eşdeğer bir kütüphanenin yeniden yapılmasına karar verilmiş.

Muhammed Hüsnü Mübarek’in koruması altında, UNESCO’nun desteğiyle, eski yerine, Zaglul Meydanının doğusunda, kurniş üzerinde, son derece modern İskenderiye Kütüphanesi kurulmuş. Kütüphane, 2000 kişi kapasiteli ve 8 milyon cilt kitap bulunuyor.

Bugün görülen kütüphane; 2002 yılında, törenle açılan kütüphanenin, avangard tasarımı; çevresindeki binalar ile zıtlık içinde. Gri Assuan granitinden yapılan ön cephe: kadim dünyanın kitabe ve harf desenleriyle süslü. Bugünkü kütüphanenin bünyesinde: 4 milyon kitap, kaset, harita, video ve bilgi desteği varmış.

İskenderiye’de, “Muntaza” tatil merkezindeki kadar güzel bir kumsal yok.

Sahil: 8 km. boyunca uzanıyor ve bu bölümde: kum, deniz ve oteller var. 19’ncu yüzyılda inşa edilen Muntaza Sarayı, güzel bir bahçe içindeki şık bir otel ve kumarhane olarak hizmet veriyor.

Kentin, kuzeydoğu yönünde yürüdüğünüzde, karşınıza “Pompeius Sütunu” çıkıyor.

POMPEİUS SÜTUNU

Granit taştan, 27 metre yüksekliğindeki sütun, sanki bir şeyler söylemek istercesine dimdik ayakta, yıllara meydan okuyarak durmuş. Üzerinde, de bir alıntı var. İmparator Diocletianus için “ İmparatorların en adili, İskenderiye’nin ilahı koruyucusu, yenilmez Diocletianus” Mısır Valisi Postumus yazılı.

akdeniz.1
Mısır İskenderiye Akdeniz Kıyısı

AKDENİZ KIYISI

İskenderiye’nin batısı: 1990’lı yıllarda konut patlaması yaşanan kıyı dışında; tamamen çölmüş. Son zamanlara kadar, bakir körfezlerin bulunduğu kıyı, günümüzde, beton tatil siteleriyle dolmuş. Bu durum: sahil yolundan araçla ilerlendiğinde, yaklaşık 2 saat uzaklıktaki El-Alameyn yöresine kadar devam ediyor.

Bu ıssız tren kavşağı: 1942 yılında, II. Dünya Savaşında, Müttefik askeri güçlerinin: Alman Rommel ve İtalyan güçlerini bozguna uğrattıkları savaşların yaşandığı yer. İki ordunun şehitlerinin yattığı mezarlıkta bir anıt bulunuyor. Burada, ayrıca, üniforma, askeri donanım ve savaş planlarıyla ilgili haritalar ve bu zorlu savaş oyununun taktiklerinin sergilendiği küçük bir müze var.

Kızıldeniz ve Süveyş kanalı tanıtım yazısı.

Mısır ülkesi genel hususlar tanıtım yazısı.

Mısır gezi planı

Kahire şehri tanıtım ve gezi yazısı.

 

 

Efes Artemis Tapınağı

Efes Artemis Tapınağı

Dünyanın 7 harikasından biri olan “Ephesos Artemis Tapınağı”: ülkemiz sınırları içinde, Selçuk ilçesinde-Efes Müzesinin hemen arkasında, Selçuk’tan Kuşadası’na ilerlerken: sağ yanda, uzaktan görülmektedir. Ancak: elbette yalnızca temel kalıntıları yani yeri görülebilmektedir.

Evet: bu tapınak: tarihi süreç içinde: 5 kez yapılmış ve 5 kez yanmış veya yıkılmıştır. En son olarak ise, günümüze yalnızca söylediğim gibi, kurulduğu yer kalmıştır.

Aradan yüzyıllar geçtikten sonra: yöredeki demiryolu çalışmalarında görevli ve arkeolojiye meraklı İngiliz Mühendis John Turtle Wood tarafından: 1896 yılında, Artemis Tapınağının yeri: Küçük Menderes ırmağının ağzı yakınlarındaki sulak bir ovada bulunur.

Tapınak: biraz önce sözünü ettiğim gibi: tarih sahnesinde 5 kez yapılmış ve her seferinde yıkılmış, yok edilmiş ve yeniden yapılmıştır. Ancak: en son yapıldığında: yapı o kadar muhteşemdir ki; zamanının tüm sanat ve kültürü bir araya getirilmiş ve “Dünyanın 7 harikasın dan biri ortaya çıkmıştır.

Yani: tapınağın bir dünya harikası olarak nitelendirilmesinin nedeni: mimari yapısı ve süslemede kullanılan sanat eserleridir.

Bu yüzden: okuru fazla tarihi bilgilere girerek bunaltmadan: önce Tanrıça Artemis hakkında biraz bilgi ve ardından, Artemis Tapınağının mimari özellikleri hakkında bilgi vererek, ülkemiz topraklarındaki bu dünya harikasını size tanıtmak istiyorum.

Artemis:

Dünyanın 7 harikası Artemis Tapınağı; Aslen Yunan mitolojisinde bir tanrıça olarak bilinmektedir. Tanrıların babası olarak nitelendirilen Zeus’un kızı, Apollon’un kız kardeşidir. Avcıdır ve aynı zamanda yer altı tanrıçasıdır. Romalılar kendisine “Diana” derlerdi.

Ancak: Efes yöresinde bilinen Artemis: mitolojideki bu Artemis ile aynı değildir. Efes Artemis’i daha farklıdır ve Efes şehri ile birlikte anılır ve bilinir. Çünkü: o, Efes şehrinin her şeyidir.

Efes şehrinin: dinsel ve politik yaşamında önemli rol oynamıştır. Kendisine ne zaman gereksinim duyulsa, rolünü oynardı. Zaten: erken dönemden itibaren, kutsal yerleri ziyaret eden dindarları ve gezginleri kendisine çekmiştir.

Efes Artemis’i “insanlara bir an kendisini gösteren tanrıça” olarak biliniyordu. Kutsal bir pencerede belirebilir ya da tören alayında atlı bir arabayla taşınabilirdi. Tanrıçanın görünme töreni, eski bir Doğu geleneğiydi. Artemis Tapınağının alınlık duvarında, tanrıçanın aşağıdakilere görünebileceği büyük bir pencere vardı. Bu görünme penceresi türü Frigya kültürünün tapınaklarında düzenlenen dini törenlerden gelen bir uygulamaydı.

C. Vibius Salutaris isimli bir bağışçı:

Dünyanın 7 harikası Artemis Tapınağı: Artemis’in doğum günü onuruna yapılan şenlik için; bir tören alayını donatmıştır.

Bu alayda, sanki bütün Efes halkı bulunmuştur. Bunlar arasında: yöneticiler, müzisyenler, rahipler, rahibeler, dansçılar, gençler, kurban gereçlerini taşıyanlar, kurbanlık hayvanları sürenler, atlılar ve en önemlisi tanrıça heykellerini taşıyanlar bulunmaktadırlar.

Alayın amacı: tanrıçanın heykelini tapınaktan çıkarıp tiyatrodaki gösterilere götürmek, dönüşte de kutsal alandaki kurban töreninin izlenmesini sağlamaktır.

Gelelim Artemis Tapınağına; Tapınak: dönemin en önemli, güçlü ve zengin şehirlerinden Efes antik kentinin, yalnızca 200 metre yakınındadır. Şehir ile tapınak arasındaki kutsal yol: antik dönem yazarlarının tanımlamalarına göre, 190 metredir. Bu yol “kutsal yol” olarak bilinir.

Tapınak: 6000 metre karelik bir alana yapılmıştır ve çevresinde: 400 metre genişliğinde bir koruma alanı bulunmaktadır.

Tapınak gelirleri: ziyarete gelenler ve kutsal limanı kullanan gemilerden elde edilmektedir. Ayrıca: tapınağın açık avlusunda: iş gören tüccarlar da, tapınağa belli bir pay ödemektedirler.

Bunlar: tanrıçanın kült heykellerini ve tapınağın gümüşten yapılmış minyatür kopyalarını satarak para kazanıyorlardı. Ayrıca: yine tapınak avlusunda; kehanet bilimcileri falcılar, büyücüler, kurban eti satan rahip ve rahibeler de bulunuyordu.

Dönemin insanları: tapınakla olan ilişkilerini çok dikkat ediyorlardı.

Son Lidya kralı Kroisos: Artemis Tapınağına bağışta bulunur. Ardından, Pers kralı Kyros ile MÖ.546 yılında yaptığı savaşta yenilir ve Pers kralı tarafından büyük bir odun yığını üzerine, ateşe atılacak iken, bir kadın kahin belirir ve kendisini ölümden kurtarır.

Evet: şimdi tapınağın yapım aşamaları hakkında bilgi vermek istiyorum. Daha önce söylediğim gibi, tapınak antik dönemde, 5 kez yapılmış ve her seferinde yakılmış-yıkılmış ve yok edilmiştir. Ancak: yine her seferinde, bir öncekinin mimarisi esas alınarak, yeniden yapılmıştır.

Kazılardan elde edilen bilgilere göre, ilk tapınağın MÖ.600 yıllarında kurulduğu tahmin edilmektedir. Son tapınaktan önce ise: tapınak tarihini son derece etkileyen bir olay yaşanır.

O dönemde: Efes şehrinde yaşayan “Herostratos” isimli bir şahıs, sırf ünlü olmak adına, çevresindekilerin de yaptığı tahrikler sonucu: MÖ. 21 Temmuz 356 tarihinde; “Artemis Tapınağı” nı yakar. Bunun üzerine: gerçekten tarih sahnesinde “ünlü” olur ve ismi: şan ve şöhret tutkunu, kötü şöhretli kişilere verilen bir deyim olur.

Bu yangın olayının kahramanı “Herostratos” ile ilgili diğer bir söylenti ise: aslında Kayralılarla yaşanan şiddetli bir çatışmaya romantik bir kılıf uydurmaktır. Karyalılar, bu çatışmada, tapınağı kolayca yakmış olabilirlerdi.

Çünkü, antik çağlardaki çatışmaların çoğunda, düşmanın en önemli yapısını yok etmek hedeflenirdi. Ancak, bu teori eksiktir, çünkü bölgedeki kazılarda Karya istilasına ait herhangi bir buluntu bulunmamıştır.

Bu yangın olayının diğer bir yönü:

Dünyanın 7 harikası Artemis Tapınağı: Tanrıçanın kendi tapınağını yanmaktan koruyamamış olmasıdır. Ancak: yine antik dönem yazarlarının yazdıklarına göre: Tanrıça Artemis, o gece, Efes şehrinde değil, Makedonya’nın Pella şehrindedir ve Büyük İskender’in doğumuna yardımcı olmaktadır.

Çünkü: yıldızlar, o gün doğacak kişinin: büyüdüğü zaman büyük bir kral-imparator olacağını, o çağ dünyasının her yönüne akınlar yapacağını ve ülkeleri ele geçireceğini ve yeni bir çağ yaratacağını söylemişlerdir. Evet: antik dönem yazarlarından Plutarkhos’a göre: Artemis, o gece başka bir işle meşguldür ve tapınağının yanmasına engel olamamıştır.

Her ne kadar tapınak yanmış olsa da, Efesliler, Artemis olmadan yaşayamazlardı. Bu yüzden: şehir yöneticileri ve halk birleşerek, yeni bir tapınak yapmaya karar verirler.

MÖ.2’nci yüzyıl başlarında: bir yandan mimarlar, öte yandan yüzlerce-binlerce esir: yeni tapınağın baş mimarı Giritli “Kheirokrates” idaresinde durmadan çalışarak, 6000 metrekarelik alanda, yeni bir tapınak yapımına girişirler.

Zorlu ve yorucu çalışmalar yıllarca sürer. Bu çalışmalar sırasında: Tanrıça, yine zaman zaman devreye girerek tapınağının yapılmasına yardımcı olmaktadır. Öyle bir an gelir ki; tapınağın alınlığına bir taş yerleştirmek gerekmektedir.

Ancak: bu büyük ve ağır taş; bir türlü buraya yerleştirilemez. Bunun üzerine, mimar, uykusuz ve sıkıntılı günler-geceler geçirir. Bir gece uykusunda: Artemis kendisine “artık düşünme, o taşı kendi ellerimle yerleştireceğim” der ve mimar, ertesi gün sabahı uyanıp tapınağa gittiğinde, bu devasa taşın, alınlıktaki yerine yerleştirildiğini görür.

Tapınak hakkındaki bilgiler: yalnızca antik dönem yazarlarının yazıları ve yine o döneme ait “sikkeler” üzerindeki resimlerden elde edilmektedir.

Çünkü: yazının sonunda söz edeceğim gibi, tapınak Ostragotların bölgeye saldırıları sonucu yıkılmış ve günümüze ulaşamamıştır.

Tapınak hakkındaki antik dönem yazarlarının yazılarında elde edilen bilgiler şunlardır

Roma döneminin ünlü yazarı Plinius: bu muhteşem tapınak hakkında şunları yazar “Efes’teki Artemis Tapınağı, gerçekten hayranlık uyandıran görkemli bir yapıttı. Bütün Asya’nın gayretiyle 220 yılda inşa edilmiş, yer sarsıntılarından zarar görmesin diye, bataklık bir yere yapılmıştır. Bataklığın üzerine, kömür ve yün döşenerek, tapınak bunların üzerine oturtulmuştur.

Yapının uzunluğu: 130 metre, genişliği ise 68 metredir. Yapıda: çeşitli krallar tarafından hediye edilen 126 sütun bulunmaktadır. Bunların her birinin boyu 19 metre ve 36 tanesi ise kabartmalarla bezenmiştir. Kabartma bu sütunlardan bir tanesini, dönemin ünlü heykeltıraşı “Skopas” yapmıştır.

Efes Artemis Tapınağı

Tapınak hakkında, döneme ait “sikkeler” den elde edilen bilgiler ise şunlardır

Dünyanın 7 harikası Artemis Tapınağı: Büyük tapınak: MS ilk 300 yıl sırasında: Efes şehrinde sağlam ve ayakta durur olarak sikkeler üzerinde görüntülenmiştir. Bu kanıtlar: mimarlık tarihçileri tarafından değerlendirilmiştir. Tapınağın planının çıkarılması için, yalnızca bir sikke kullanılmıştır.

Bu sikkede: tapınak cephesinde bulunan 4 sütun: kilise benzeri bir yapıyı temsil etmektedir. Ancak, yine de, sikkeyi yapan sanatçı tarafından: anıtın bir sikke üzerine sığdırılması için yapılan küçültme çalışmalarında, önemli değişiklikler yapıldığına da inanılmaktadır. Yani, sikkeler üzerindeki görüntülere güvenilmemektedir.

Ancak: temel kalıntısı denilen tabakada bulunmuş sikkeler, nispeten gerçek görüntüyü yakalamışlardır. Bu sikkeler: tapınağın başka bir probleminde önemli rol oynarken, buluntu alanındaki en eski yapının tarihlendirilmesini sağlamaktadırlar.

Kroisos yani yapının temelinde: çoğu birikinti tabakası içinde, bilinen en eski sikkelerden 87 tanesi bulunmuştur. Birikinti tabakası MÖ.625-575 yılları arasına tarihlenmektedir. Yani, buluntu alanında, Kroisos Tapınağından çok önce yapılmış, başka bir tapınak bulunma olasılığı yoktur.

Mimariyi gösteren sikkelerde: tapınak cephesindeki sütunların altları, kabartmalı kasnaklar tarafından süslenmektedir. Sütunlardan 36 tanesi, kabartmalarla bezelidir. Bu sütunlar, bir Yunan tapınağı için alışılmış değildirler. Sütunların altlarına süslü kaideler yerleştirme geleneği: daha önce Hititlerde görülmüş olup, bu bölgede de yalnızca Efes şehrinde Arkadiane caddesinde görülmüştür.

Sikkeler üzerinde resmedilen tapınak resimlerinde: podyum basamaklarının kenara doğru çıkık olduğu görülür. Çünkü: dört kenarın hepsinde sütunlar bulunmaktadır. Hatta, kenarlarda iki sütun sırası görülür. Evet, tapınak alanındaki sütun ormanının, Mısır büyük tapınaklarından esinlenildiğinden kuşku yoktur. Çünkü: mimar Khersiphron, Girit’ten gelmiştir.

Kazılarda bulunan “İon sütun başlıkları” sikkelerdeki modellerde de görülmektedir. Yine sikkeler üzerinde görülen süslü kabartmalar, sunak avlusuna ait olabilir.

Sikkeler,

Tapınağın çatıyla kapatılmış olduğunu ve süslü bir alınlığının bulunduğunu göstermektedir. Çatısız tapınaklarda, ön ve arkada, onar sütun bulunmaktadır. Hatta, ana cephede 8 ve arkada 9 sütun bulunduğu söylenir. Ancak, bazı bilim adamları, bu tapınağın yağmura açık olduğunu öne sürmüşlerdir.

Cella bölgesinde de suyu dışarı akıtacak bir kanal bulunmuştur. Ancak, yine kazı bölgesinde kil kiremit ve çörtenler bulunmuş olup, bunlar tapınağın çatılı olduğuna işaret etmektedirler.

Çatı: hafif meyilli, alınlıklarla biten ve yalnızca yapıyı saran sütun sıralarını örten kesik bir çatıdır. Yani, ortası gök yüzüne açık bir çatıdır. Hatta, ahşap bir çatı fikri de ortaya atılmıştır. Bazı bilim adamları, ahşap çatının, asılı bulunan kumaşlarla süslendiğini de söylemektedirler.

Sikkeler üzerindeki resimlerde doğrulanan diğer bir gerçek: tapınaktaki açmalar ya da pencere boşluklarının bulunduğu yönündedir. Efes sikkelerinde betimlenen pencereler, “Magnesia” sikkelerinde görülenlere benzemektedirler.

Efes sikke serilerinde: alınlığın orta penceresinde, kendisini gösteren bir kadın figürü bulunmaktadır. Sikkelerden bir tanesinde, figür: Efes Artemis’ini, diğerinde ise daha çok bir rahibeye benzemektedir. Sunak avlusuyla, karşı karşıya olan tapınak penceresinin, ayinle ilgili kullanımı açıktır.

Sunak avlusu: sanki sunağın tapınakla pek ilgisi yokmuş gibi, alışılmamış yükseklikteki sütunlara ve örneklere uymayan bir girişe sahiptir. Kutsal görünme penceresi, bir törene hizmet vermiş olmalıdır.

Yüksek sunak: avlunun çoğu yerinden, tapınak cephesinin görünmesini engelliyordu. Alınlık penceresi geleneği : Hıristiyanlık dönemi boyunca sürdürülerek günümüze kadar ulaşmıştır.

Alınlığın dört kadın heykeliyle süslü olduğuna ilişkin tek özgün kanıt: sikkeler üzerinde bulunmuştur. Bu heykellerin pencereleri çerçeveleme tarzı, eski Anadolu’nun kayaya oyulmuş bazı güzel anıtlarında görülen Doğu geleneğidir. Figürlerin sayıca dört ve kadın olmaları, rastlantı değildir.

Çünkü: Amazonları temsil ediyorlardı. Sayılarının dört olması ise: aşağıda anlatacağım bir heykeltıraş yarışması sonucunda seçilen en iyi dört heykelin buraya konulmuş olmalarından kaynaklanmaktadır.

Efes Artemis Tapınağı

Evet: sonuç olarak,

Tapınak: kocaman bir avlu içinde, çok uzaklardan görülecek şekilde tasarlanmış, pırıl pırıl parlayarak gökyüzüne yükselen görkemli bir mermer anıttır.

Dünya üzerinde tamamen mermerden inşa edilmiş ilk tapınak: 130 x 68 metre boyutlarındadır. Tapınağın yüksekliği ise 25 metredir. Tapınak için ayrılan alan toplamı: 6000 metrekaredir.

Tapınağın yüksek terasına: tüm yapıyı çepeçevre saran mermer basamaklarla çıkılıyordu. Bu yüksek podyum bölümü: 78.5 metre genişliğinde ve 141 metre uzunluğundaydı.

Tapınak alanında: yapının yaklaşık 400 metre uzağında bir duvar bulunmaktadır ve duvarla tapınak arasında kalan bölüm özel bir korunma-sığınma alanı olarak ayrılmıştır. Bu korunma-sığınma alanı: bu alana sığınan insanların, herhangi bir müdahale, yakalama, öldürülme gibi durumlardan korunmalarını sağlamaktadır.

Tarihin birçok döneminde: birçok ünlü ve ünsüz kişi, buraya sığınarak ölümden kurtulmayı denemişlerdir. Ancak: bu kutsal alan, zaman içinde, bazı gaddar tiranlar tarafından tanınmamıştır. 6’ncı yüzyılda: Pythagoras isimli bir hükümdar; elde edemediği ve kendisinden kaçarak buraya saklanan bir kadını, uzun yıllar tapınağa hapsettirmiştir.

Kadın umutsuzlukla kendisini asarak intihar eder. Pers kralı Kserkses: Yunanlılarla yapılan savaşta, yenildikten sonra, çocuklarını tapınağa göndermiştir. Bu çocuklara, tapınakta, Yunan tarihinin en renkli kadınlarından olan “Artemisia” bakmıştır. Mısırlı Ptolemaios Euergetes, üvey kardeşi Ptolemaios Physcon ve eşi Eirene: MÖ.259 yılında, tapınağa sığınmış olmalarına rağmen, orada öldürülmüşlerdir.

Marcus Antonius: Kleopatranın kız kardeşi Arsinoe’yi tapınaktan çıkartması için başrahibi zorlamıştır. Daha sonra bir şekilde bu kızı öldürten Antonius; böylece Mısır tahtının Kleopatra’da kalmasını sağlamıştır.

Tapınak içinde: 127 tane İon sütunu bulunmaktadır. Yani, bir anlamda yapıya sütun ormanı denilebilir. Bu sütunların: 36 tanesi ön cephede bulunmaktadır ve bunlar kabartmalarla bezenmiştir. Sütunların yüksekliği 20 metredir. Yivleri spiral kıvrımlı olarak oyulmuş ve gayet zariftirler. Kaideleri ise, kabartmalar taşıyan mermer bilezik şeklindeki bezemelerle süslenmiş ve üstteki yatay mermer kirişi taşıyorlardı.

Onun muhteşem cephe güzelliğini görmek için, gerilere doğru gidip, sunak avlusundan uzaklaşmak gerekirdi. Yoksa, çok yüksekte bulunan, süslü alınlık görülemezdi. Ortadaki sütunların arasından, diğer Artemis tapınaklarında olduğu gibi, Batı’ya bakan kapıdan tapınağa giren ziyaretçiler: tapınağın cephesinin kabartma sütunlu manzarasından daha muhteşem bir görüntü ile karşılaşırdı.

Burada: kabartma, dikdörtgen kaideler üzerine yerleştirilmiş bir “sütun ormanı” ile karşılaşılırdı. Bunları: tapınağın arka bölümünde bulunan, başka bir “sütun ormanı” dengeliyordu.

Tapınak içinde: arka cephede: 9 sütun bulunur. Cella yani tanrıçanın en kutsal bölümü: iki sütun sırasıyla diğer bölümlerden ayrılmıştır. Muazzam yapının tam ortasında bulunmaktadır. Bu kutsal odadaki “Artemis Heykelleri” hakkında kesin bir kanıt bulunmasa da, bunların devasa büyüklükte oldukları ve normal bir insan boyutundan oldukça büyük oldukları kesindir.

Sunak avlusu da sütun ve heykellerle süslenmiştir. Sunak avlusunun içindeki “kurban sunağı” asimetrik olarak yerleştirilmiştir. Sunak: göklere açılan bir kutsal alan olarak bilinir. Bu durum: özellikle “Doğu” dinsel kültüründe yaygındır. Sunak alanlarında tanrının veya tanrıçanın heykeli bulunmazdı, çünkü bu alan “tanrı-tanrıçanın” evi olarak kabul edilirdi.

Tapınak alanındaki heykeller, ünlü heykeltıraş “Praksiteles” tarafından yapılmıştır.

Tapınak inşaatı bitirildiğinde ise: Efesliler; tıpkı Yunanlıların şiir, oyun, atletizm ve müzik alanında yaptıkları gibi, şehirlerinde bir “heykel yarışması” düzenlerler.

Dönemin en ünlü heykeltıraşlarının katıldığı bu yarışma sonrasında, yapılan heykellerden en beğenilen: Pheidias, Polyleitos, Kresillas ve Phradmon tarafından yapılan 4 heykel, tapınağın alınlığına yerleştirilir. Bu tunç-bronz heykeller: kadın figürlüdür ve Amazonları temsil etmektedirler.

Bu heykeller yanında: elbette tapınak kutsal alanında, Tanrıça Artemis’in özel heykelleri de bulunmaktadır. Kazı alanında yapılan çalışmalarda: MÖ.600 yıllarına rastlayan ilk tapınak dönemlerinde, Artemis heykellerinin: ilkel görünümlü, katı biçimli, altın, tahta, fildişi veya kil heykelcikler şeklinde olduğu anlaşılmıştır.

Yani: ilk dönem heykelleri: genellikle “Doğu” ya özgü, Lidya, Pers, Frigya, Asur, Hitit ve Mısır özelliklerini taşımaktadırlar. Bu ilk döneme ait heykellerin “rahibe” heykelleri olduğunu söyleyenler bile bulunmaktadır.

Takip eden dönemde, bir ara tapınakta bulunan Artemis kült heykelinin “asma ağacı” n dan yapıldığı ve heykel çürümesin diye, her yıl yağlandığı yazılır. Çünkü: yapılan kazı çalışmalarında, yörede altın-gümüş gibi değerli maddelerden yapılmış Artemis heykeli bulunmamıştır.

Tapınakta bulunan Artemis heykellerinin diğer en büyük özelliği: halk ve ziyaretçiler üzerinde yarattıkları büyük etkidir. Heykellerin gözleri: değerli taşlarla süslenmiştir ve bu taşlar, ışığı muazzam şekilde yansıtmaktadırlar. Tapınak rahipleri: ziyaretçileri, heykellere bakarken dikkatli olmaları, gözlerine bakmamaları konusunda uyarırlar.

MÖ.2’nci yüzyıla gelindiğinde ise: bu kez Artemis kült heykellerinin “memeli” olduğu görülür. Çok memeli bu heykel türü: bir ana tanrıçayı yansıtmaktadır. Göğüsleri bir kadının doğurganlığının simgesidir.

Kaskatı duran heykelin alt bölümü: Mısır mumyalarının tabutlarına benzer. Geyik, boğa, aslan, grifon, sfenks, siren ve arılardan oluşan bezemeleri: Doğu’ya özgü yaratıklardır. Ancak, yine de heykelin bu özellikleri hakkında, günümüzde çelişkiler mevcuttur. Memelerinin aslında: hurma, meşe palamudu, devekuşu yumurtası, boa testisleri, muska torbaları veya başka süsler olup olmadığı tartışılmaktadır.

Ancak, bu süsler neyi ifade ederse etkin: Artemis heykeli, MÖ.3’ncü yüzyıldan, MS.3’ncü yüzyıla kadar geçen 600 yıllık süreçte: yani tapınak yıkılana kadar bölgedeki kutsallığını sürdürmüştür.

Evet: uzun uğraşlar sonucu tapınak bitirildiğinde: yöre Hıristiyanlığın yayılmasında görevli din adamları tarafından ziyaret edilir. Bu ziyaretlerle ilgili anılar: bölgedeki kazılarda bulunan bir yazıttan öğrenilmiştir.

MS.1’nci yüzyılda:

Aziz Paulus: Korinthos şehrinden, dönemin zengin ve gösterişli Efes şehrine gelir. Efesli kuyumcu Demetrios’un sürüklediği, şehirlilerden oluşan kalabalık ile, Paulus’un şehrin tiyatrosunda karşılaşmaları sırasında: Paulus, gümüş Artemis idolleri aleyhinde konuşunca, kalabalık “Efeslilerin Diana’sı yücedir” diye bağırırlar.

Daha sonra Efes şehrini ziyaret eden Aziz Yuhanna: şehirde dolaşırken “dudakları yaldızlanıp, yüzüne peçe örtülmüş “boyalı Artemis heykelleri” gördüğünden söz eder. Ayrıca: Tanrıça şenliklerinde, tiyatro bölümündeki kurban dumanının yoğunluğunun güneşi perdelediğini belirtir. Boru çalan rahipleriyle, tapınağa doğru giden tören alayını da izlemiştir.

13’ncü yüzyıla ait bir Fransız el yazmasında: Aziz Yuhanna’nın: Artemis heykelini yakışı gösterilmektedir.

MS.2’nci yüzyıla gelindiğinde ise: bu kez Efes şehrinin ve tapınağın en ünlü ziyaretçisi “Büyük İskender” gelir. İskender: Anadolu’daki Perslileri yenip, tüm şehirleri ele geçirdikten sonra bölgeye geldiğinde henüz 22 yaşındadır.

İskender: gerek doğumuna yardımcı olması nedeniyle ve gerekse Efeslilerin inançlarına duyduğu saygı nedeniyle: tapınak onuruna büyük törenler düzenler ve kurbanlar kestirir. Panayır dağı çevresindeki kutsal yolda, Artemis heykellerini elleri üzerinde taşırlar. Dağın çevresinde dolaştıktan sonra, tapınak alanına girerler.

İskender: tapınak için maddi bağışta bulunmak istediğini ancak, bunun karşılığında isminin, tapınak duvarlarına kazınmasını ister. Bunun üzerine: tapınak duvarlarında böyle bir isim kazıma istemeyen Efesliler: ilginç bir çözüm bulurlar ve İskender’e “ Nasıl olurda bir tanrı, başka bir tanrıya tapınak yaptırabilir” diyerek, İskender’i bir yandan “tanrı” katında onurlandırarak öte yandan isminin tapınak duvarlarına yazılmasını engellerler.

Bunun üzerine: İskender, Efeslilerin Perslere daha önce ödedikleri vergiyi kaldırdığını, bu vergiyi tapınağın masrafları için kullanılmasını söyler.

Büyük İskender: bölgede bulunduğu dönemde: tapınakla ilgili olarak tutarsız uygulamaları ile tarihe geçer. Bir keresinde: tapınak sığınma alanına giren bir köle için baş rahibe rica da bulunarak tapınak kurallarına uyarken: başka bir keresinde yine tapınağın sığınma alanına giren iki köleyi, sığınma alanından zorla çıkarttırır ve taşlatarak öldürterek tapınak kurallarını ihlal eder.

MS. 263 yılına gelindiğinde: Ostragotlar bölgeye saldırırlar ve şehirlerde olduğu gibi, Artemis Tapınağını da yakıp-yıkıp yok ederler.

MS.3’ncü yüzyıl sonlarında:

Efesliler, yeni bir tapınak inşa etmek üzere girişimlerde bulunurlar. Ancak: öncekilerden daha basit olarak yapılan tapınak, bu kez MS. 401 yılında: İncil yazarı Aziz Yuhanna tarafından yıktırılır. Efesliler Hıristiyanlığı kabul ettiklerinde: Artemis Tapınağı kalıntıları, bölgedeki başka yapıların inşaatlarında kullanılır.

Yine de: Efeslilerden birçoğu: bu kutsal alandan geriye kalan taşlara ve Artemis idollerine tapınmaya devam ederler. Hatta: halen Selçuk-Artemis Müzesinde bulunan muhteşem 3 Artemis Heykelinin: Efes antik kentinde yapılan kazılarda: bir evin bodrum katında öylece toprağa gömüldükleri anlaşılmıştır.

Yani: Efesliler, Hıristiyanlığın bölgede yayılması üzerine, Artemis Heykellerini, kırıp atmamışlar, toprağa gömerek saklamışlardır.

MS.17’nci yüzyıla gelindiğinde ise: Efes: ıssız, yoksul ve bakımsız bir köydür. Ama insanlık Artemis Tapınağını unutmamıştır. İtalya-Napoli şehrinde, antik döneme ait “çok memeli bir Artemis heykeli” günümüze kadar ulaşmıştır.

Hatta: Napoli’de bulunan bu heykel, 16’ncı yüzyılda, Vatikan’da: ünlü sanatçı Rafaele ve 18’nci yüzyılda yine ünlü sanatçı Tiepolo’ya; resimlerinde modellik etmiştir.

Efes Artemis’i ve Artemis Tapınağı resimleri, kazılarda o döneme ait sikkeler çıktıkça: bunların üzerindeki resimler baz alınarak, canlandırmalar yapılmış ve yayınlanmıştır. Ünlü çağdaş ressam “Salvador Dali”, bir resminde, Artemis Tapınağının bu canlandırılmış figürünü model olarak kullanmıştır. Hatta: Tanrıça Artemis’in dans eden bedenlerini de tapınak ile birlikte resmine eklemiştir.

1780 yılında ise: Edward Gibbon isimli yazar: Artemis Tapınağının yıkılışını, hüzünlü bir ifadeyle anlatmaktadır. Görmediği bu anıt hakkında şunları yazar “Sanat ve zenginlik, o kutsal ve muhteşem yapıyı dikmek üzere el birliği etmişti.

Birbirini izleyen: Pers, Makedonya ve Roma imparatorlukları, yapının kutsallığı önünde saygıyla eğildiler, ihtişamına ihtişam kattılar…”

Günümüzde: Selçuk ilçesinde bulunan Artemis Müzesinde: halen muhteşem güzel bir “Artemis” heykeli bulunmaktadır. Efes antik kentinde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan bu memeli Artemis heykeli: güzelliğiyle izleyenleri büyülemektedir.

Kazılarda bulunan diğer çeşitli kalıntıların ise, Londra-British Museum’da özel bir salonda bulunduğu söylenmektedir ki, ben görmediğim için burada ne gibi kalıntılar olduğu hakkında bir şey söylemek istemiyorum.

İşte: muhteşem mimarisi nedeniyle, Dünyanın 7 harikasından biri olarak kabul edilen Artemis Tapınağının benzersiz hikayesi böyledir.

İzmir Selçuk Artemis Tapınağı

Dünyanın 7 Harikası Mısır Keops Piramidi

Dünyanın 7 Harikası, Olympia Zeus Heykeli