Adana Yüreğir

Adana Yüreğir


Adana şehrinin merkez ilçelerinden birisidir. Yani: burayı değerlendirirken, Adana şehrinin genel özelliklerini düşünmek gerekir. Yüreğir ilçesi; Misis ören yeri ile tarih meraklılarının ilgisini çekiyor.

Adana Yüreğir

 

ULAŞIM

Adana şehrine ulaşım olanakları değerlendirildiğinde, buraya ulaşım anlaşılır. Yani, ulaşım yönünden herhangi bir sıkıntı bulunmamaktadır. Çünkü: Adana şehir merkezinin bir bölümünü oluşturmaktadır.

Yüreğil-Osmaniye arasındaki uzaklık: 87 km. Yüreğil-Mersin arasındaki uzaklık: 69 km. Yüreğil-Hatay arasındaki uzaklık: 191 km. Yüreğil-Niğde arasındaki uzaklık: 205 km. Yüreğil-Kayseri arasındaki uzaklık: 334 km. Yüreğil-Ceyhan arasındaki uzaklık: 48 km. Yüreğil-Karaisalı arasındaki uzaklık: 47 km. Yüreğil-Yumurtalık arasındaki uzaklık: 81 km. Yüreğil-Karataş arasındaki uzaklık: 50 km. Adana Şakirpaşa Havaalanı, ilçe merkezine 4 km. uzaklıktadır.

TARİH

Tarihi süreç içinde, bölgede: günümüzde Ceyhan ırmağının kıyısındaki “Yakapınar” bölgesinde kurulu yerleşim yeri olan Misis yöresinde: Roma ve Memlük dönemine ait uygarlıkların izleri görülür.
Misis şehri: İran satraplarının başkenti iken, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim tarafından, Osmanlı topraklarına katılmıştır.

Yüreğil ismi nereden gelmektedir?

Orta Asya’da Özbekistan ve Kazakistan arasında kalan, dünyanın dördüncü büyük gölü Aral Gölüne dökülen Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının arasındaki verimli bölge, eskiden “Yüreğil” diye anılırdı.

Çünkü iki nehir arasındaki bu bölge, Oğuz Türkler Üçoklar kolundan olan Yüreğil boyunun kışlağı idi.

1340’lı yıllarda, Üçok Türkmenlerinden “Yüreğil aşireti” Mısır Memlük Devletinin desteği sonucu Misis yakınlarına gelirler ve Çal dağı eteklerine yerleşirler. Yani, Yüreğil boyu, Çukurova’ya göç eder.

Çünkü: çalılarla kaplı bir tepelik alan olan Çal dağı: ovanın orta yerinde ve çevresine hakim bir konumdadır.

Burada: Camili isimli bir köy kurarlar.

Aynı dönemde: Adana merkezinden Halep ve Maraş yönüne giden kervan yolları da buradan geçmektedir.

Çal dağında yerleşen, Oğuz Türklerinin Yüreğil boyu: daha sonra Ramazanoğulları Beyliğini kurar. Hatta: Ramazanoğulları Beyliğinin kurucusu Ramazan Beyin babasının ismi “Yüreğir” dir.

Ramazanoğulları: 1360’lı yıllarda yöredeki Ermenilerle savaşırlar ve onları yenerek, Taşköprü’ye ulaşırlar ve köprüyü geçerek Adana şehir merkezini fetih ederler.

Adana Yüreğir

 

GENEL

Adana il merkezinde, 425 bin kişilik nüfus yoğunluğu ile, dört merkez ilçeden birisidir. Bu nüfus yoğunluğunun büyük çoğunluğu ve hatta yarıya yakını: ülkemizin Güneydoğu ve çevre illerinden gelen göçmenlerden oluşmaktadır.

Hatta: Ceyhan, Kadirli, Kozan ve Aladağ gibi ilçelerden de yoğun göç almıştır.

Bu yüzden: buraya gelenlerin büyük çoğunluğunun eğitim seviyesinin ve gelir seviyesinin düşük olması dikkat çeker. Ayrıca, kalabalık aile profili görülür.

Tüm bunların sonucu olarak, elbette kaçak yapılaşmanın üst düzeyde olduğunu söylemek gerekir. İlçe merkezindeki yapıların % 85’i kaçaktır, yani gecekondudur.

Bölgenin yüzölçümü: 859 km. karedir. Denizden yükseklik ise, 21 metredir.

Adana Yüreğir Uluslararası Ölümsüzlük Şehri Misis Kültür ve Sanat Festivali

ULUSLARARASI ÖLÜMSÜZLÜK ŞEHRİ MİSİS KÜLTÜR VE SANAT FESTİVALİ

Misis kenti, Lokman Hekim efsanesinde geçen ölümsüzlük iksirinin Ceyhan nehrine düşürülmesi ve böylece bölgenin ölümsüzlük yöresi olması nedeniyle, her yıl burada festival düzenlenmektedir.

Adana Yüreğir

 

GEZİLECEK YERLER

Adana Yüreğir Tek Kubbeli Kübik Mescit-Akça Mescit

TEK KUBBELİ KÜBİK MESCİT-AKÇA MESCİT

Ulu camiye yakındır. Türkmen Beyi Ağcabey tarafından muhtemelen 1489 yılında yaptırılmıştır. Dönem: Ramazanoğlu Şahabettin Bey dönemidir. 

Hemen yakınındaki Ulu Caminin 1513 yılında yapıldığı bilindiği için, bu mescidin çok daha önceden burada yapılması önemlidir.

Yapım tarihi itibarıyla Akça Mescit, Adana’nın en eski yapısıdır. Mescitte Selçuklu mimarisi izleri görülür. Girişteki kapıda bitki desenli rölyef işlenmiştir. Tamamen taştan yapılan mihrap da, oldukça görkemlidir.

 Yapının boyutları 10 x 10 metredir. Kubbesi tek bölümden oluşur ve oldukça küçük bir mescit olarak yapılmıştır. Dışarıdan bakıldığında türbe görüntüsü verir.

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

MİSİS-YAKAPINAR ÖREN YERİ

Merkeze bağlı, Ceyhan ırmağı kıyısındaki “Yakapınar” köyü bölgesindedir. Adana merkezine 27 km. uzaklıktadır. Yılanlı kale ise 16 km uzaklıktadır. Misis şehri, günümüzde Ceyhan ırmağının sağ tarafındaki büyük höyüğün toprak yığınları altında saklıdır. 

Yazının giriş kısmını biraz uzun tutmakta yarar var, çünkü yaklaşık 7000 yıllık bir yerleşim yeri yani Misis şehri kalıntılarını gezmeden önce, buranın önemini bilmekte yarar var. Bu yüzden, umarım sıkılmadan okursunuz, ama inanın okuduktan sonra burayı daha bilinçli gezeceksiniz. 

Tarihi ipek yolu buradan geçer. Adana şehir merkezinden sonra, bölgenin ikinci bir geçidi durumundadır. Suriye’den gelen bir yol, Amanos dağlarını aşarak Kanlı Geçit’ten Çukurova’ya, buradan da Misis ve Adana’ya ulaşmaktaydı.

Antakya’dan Belen Geçidi’ni aşıp İskenderun ve Payas üzerinden gelen  diğer bir yol, Misis üzerinden geçerek Tarsus’tan Gülek Boğazı yoluyla İç Anadolu’ya ulaşmaktaydı. Yumurtalık limanından başlayarak kuzey kervan yolunun ilk menzili Misis kentiydi. Uzak diyarlardan, farklı kültürlerden getirilen taşınabilir mallar, burada depolanır ve dağıtılırdı. 

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

Misis şehrinin bilinen ilk ismi, Hititler tarafından kullanılan “Pahora” dır. Asurlular ise şehre “Pahru” demişlerdir. Yani MÖ 5500’lerde kurulduğu düşünülmektedir. 

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

Helen dilinde ise şehrin ismi: Mopsuestia’dır. (Günümüzdeki Türkçesinde, bu isim: Mopsus’un ocağı” anlamına gelmektedir.)  Şehrin ismi, Bizans ve Haçlı kaynaklarında “Mopsuesta, Mamistra” olarak geçer. Süryanicede “Masista”, Arapçada “Massisa” Türkçede ise “Misis” olarak geçer.

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

Evet, her ne kadar Misis şehrinin Hitit döneminde kurulduğu, kalıntıların Hitit dönemine kadar uzandığı bilinse de Grek inanışına göre: Mopsos isimli efsanevi kahin tarafından  MÖ 1200’lü yıllarda Truva savaşına katılmış ve ardından Çukurova’ya gelerek Mopsuestia yani Misis ile Külek Boğazındaki Mopsukhrene antik şehirlerini kurmuştur.

Efsanevi kahin liderliğindeki karışık toplulukların yerleştikleri ilk yerdir. Efsaneye göre, şehir Mopsos tarafından kurulduğu için Mopsuhestia yani Mopsos’un Evi olarak isimlendirilmiştir.

Ancak biraz önce de belirttiğim gibi, şehir, Mopsos bu topraklara ayak basmadan 4000 yıl önce de burada vardı ve onun zamanında kurulduğu gerçeği yansıtmaz.

Yapılan araştırmalara göre, MÖ 2 binli yıllarda, burası, Hitit imparatorluğunun ilk şehirlerinden birisidir. MÖ 1 binli yıllarda ise, şehirde Asur hakimiyeti görülür. 

Adana Yüreğir Misis-Yakapınar Ören Yeri

Makedonyalı İskender: MÖ. 333 yılında, Kilikya olarak bilinen Adana yöresine gelir. Deniz sahilindeki Magarsus ( günümüzdeki Karataş yakınlarında) Yüreğil ovasında ve Ceyhan nehri kıyısındaki Mallos (günümüzde Kızıltahta köyü yakınlarındadır) şehirlerine uğrar.

Buradan: doğuya yönelir ve Misis üzerinden Çukurova’yı körfeze bağlayan Demirkapı’dan geçerek “İsos” şehrine gider ve burada Pers kralı Darius ile savaşır.

Tarihi süreç içinde: Misis şehri gelişerek büyür. Şehrin stadyumu ve akropolü gibi büyük tesisler yükselir ve iki tarafı, mermer sütunlu geniş bir yoldan gemilerin bağlandığı ırmak boyuna gidilirdi.

İskender’in ölümünden sonra ise, şehir Seleukosların idaresine geçer. MÖ. 93 yılında: İskender’in generallerinden 6’ncı Selokos de, burada oturmuş, ancak halka çok fazla vergi uygulamıştır. Halk: bunun üzerine isyan eder ve kral sarayını ateşe verirler ve Selokos, yanarak ölür.

Takip eden dönemde, yani Roma döneminde, Misis şehri daha gelişerek büyür, Ceyhan nehrinin sağ ve sol kıyılarında gelişir ve çevresi büyük surlarla çevrilir. Roma İmparatoru Hadrian, burada birçok binalar yaptırır ve şehre “Hadrian Mopsuestia” ismi verilir.

Bu onarım ve yeniden yapılanma döneminde; araştırmacı Longlois tarafından Misis yöresinde bulunan bir taş üzerindeki şu yazıt dikkat çekmektedir “Mukaddes, hür, müstakil, Roma’nın dostu ve müttefiki Misis”. Evet, bu kısa yazı da, Romalıların Misis şehrine ne kadar önem verdiklerin kanıtlamaktadır.

710 yılında şehir Arapların istilasına uğrar ve Arapların eline geçer. Malazgirt Savaşından sonra ise, Selçuklu Türkleri, şehri ele geçirir. Misis şehri, Selçuklu döneminde Ayas (Yumurtalık) Limanından tüm Anadolu’ya ihraç edilmek üzere gönderilen malların güzergahı üzerinde bulunması nedeniyle önem kazanır.

1132-1151 yılları arasında Ermeniler ve Bizans arasında el değiştiren şehir, 1375 yılına kadar Kilikya Ermeni krallığının elinde kalır. 1375 yılında Memluklular ve 1516 yılında ise Osmanlılar görülür. I. Selim, bölgeyi Osmanlı topraklarına katar. 

1671 yılında Misis şehrini ziyaret eden Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde şöyle yazar “Köprübaşında küçük bir han vardı. Dördüncü Sultan Mehmet; Köprülü Mehmet Paşa’ya emir verip köprübaşına büyük bir han ve bir de cami yaptırır.

Mutfağının gelip geçene nimeti boldur. Bir hamamı, üç yüz kulu, dizdarı vardır. Tüccar veya hacıları yanlarına silahlı kimseler verip diledikleri yere kadar götürürler”

1210-1211 yılları arasında Misis şehrine uğrayan gezgin Oldenburg: şehrin çevresinin kuleli surlarla çevrili olduğunu ve bu surların da tamire ihtiyacı olduğunu yazar. 

7000 yıldan bu yana, kesintisiz olarak kullanılan şehir, bu imajıyla diğer antik şehirlerden ayrılmakta ve bu yapısı, şehri özel kılmaktadır.

Son bir not: burası her ne kadar 1. Derece Sit alanı olarak koruma altına alınmış olsa da, halen burada 800 civarındaki kaçak konutta, 5 bin civarında insan yaşamaktadır. 

Ülkemizdeki tarihi yapıların başına gelen, tarihi yapı üzerinde ve çevresindeki yapılaşma, burada en üst düzeyde sürdürülmüş ve bölge bir tarihi mekan değil, gecekondu mekanı görünümü göstermektedir. Umarım bir gün birileri bu konutları kamulaştırır, bu insanlara başka yerlerde konut verir ve tarihi mekan, halkın ziyaretine açılır.

 

Misis şehri hakkında, antik yazarların yazdıkları şunlardır

Heredot: Troya ele geçirildikten sonra, Yunanlılardan Enflochos: Kilikya bölgesine geçer ve oradan Suriye hududunda eski Pesideion şehrini kurar.

Strabon: MÖ. 66 yılında Amasya şehrinde doğan Strabon, Misis şehri hakkındaki yazılarında: Enflochos’un, Mopsos ile birlikte Kilikya bölgesine geldiğini ve bunların beraberce Misis gibi bir sıra önemli şehirler kurduklarını yazar.

 

Misis yöresindeki kazılar

ilk olarak: 1956-1957 ve 1958 yılları arasında, Alman arkeolog Prof. Theodor Helmuth Bosser Başkanlığındaki heyet tarafından yapılır. Bu kazılarda: höyükte İslam dönemine ait kubbeli ve tuğladan yapılmış büyük sarnıç ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca yine bu kazılarda: höyüğün batısındaki kilisede, 4’ncü yüzyıla ait mozaikler ele geçirilir.

Kilisenin altında bir Roma tapınağı bulunduğu anlaşılır. Höyüğün merkezinde ve batısında yapılan çalışmalarda ise, Bizans ve daha geç dönemlere ait 6 metre yüksekliğindeki duvarlar ve tuğladan yapılmış, kaleye ait, kubbeli su sarnıcı bulunur. Ayrıca kilisede, bazı Arapça mezar taşları ve çok sayıda Bizans dönemine ait çanak-çömlek bulunmuştur.

Evet, Misis antik kenti kalıntıları, ilk olarak 1959 yılında ziyarete açılmıştır. Ancak 1990 yılında bir evin bahçesinde iki tane yuvarlak ve yazılı mezar taşı bulunmuştur. Başka bir evin bahçesinde, erken Bizans dönemi yazıtlı bir sütun başlığı bulunur. Antik kentin kuzeyinde, yeni su deposu ve Adana-Hatay kara yolu arasında yapılan bir kaçak kazıda ise, sur duvarları bulunur.

Bu sur  duvarlarında, yapı malzemesi olarak epigrafik ve arkeolojik taş eserler kullanılmıştır. Bu eserlerde horasan harcı kullanılmıştır. Horasan harcı, suya ve özellikle deniz suyuna karşı dayanıklıdır ve bu yüzden nem oranının yüksek olduğu deniz kıyısındaki şehirlerde Horasan harcı ve sıvası oldukça yaygın kullanılırdı. 

Bunların üstüne, 2012 yılında resmi arkeolojik kazılar yeniden başlamıştır. Bu kazılara katılanlar: Yüreğil Belediyesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Roma Antik Akdeniz Araştırmaları Enstitüsü ve Ulusal Araştırma Merkezi, İtalya Pisa Üniversitesi ve Adana Müzesi Başkanlığıdır. Kazılarda 1100 metre karelik alan kazılmıştır. Bu kazılarda, farklı dönemlere ait buluntular elde edilmiş ve bunlar Misis’in oldukça önemli bir kent olduğunu ortaya koyar.

MS 7 ile 9’ncu yüzyıllara ait erken İslami dönem kale kalıntısı ve yine aynı döneme ait bir cami olduğuna inanılan bulgular bulunmuştur. O dönemde Misis şehrinin ismi Al-Masisa’dır ve Ceyhan ovasının tüm kontrolü buradan yapılmaktadır. Daha sonra Bizans ve öncesi döneme ait bazilika ve su sarnıcı bulunmuştur.

En büyük antik abide ise, yağmalanan ve son dönemlerde kullanılmış olan Roma imparatorluk dönemine tapınak olduğu değerlendirilen ait çok büyük bir bina bulunmuştur. Bu binanın bulunduğu alanda çok sayıda heykelcik de vardır.

Diğer kazı alanında, yine birden fazla döneme ait savunma binası kalıntılarına rastlanmıştır. Erken İslami dönem (7-9’ncü yüzyıllar) ve geç antik döneme ait surlar üzerinde sıralı platformlar bulunur ve bu platformlar yerleşim bölgesini ayırır. MÖ 1-2’nci yüzyıllara ait yüksek kalitede çanak çömlekler bulunan iki odalı bir bina bulunmuştur.

Demir çağına ait yüksek kalitede materyallerin olması Misis’in oldukça önemli bir bölge olduğunun kanıtıdır. En ilginç buluntulardan biri, büyük bir vazo içinde bir sığıra ait uzun kemiklere rastlanılması, arkeoloji dünyası açısından oldukça önemlidir.

Yine bu alanda tandır ve sarnıca ulaşılmıştır. Ayrıca Grek ve Kıbrıs kökenli resimlerle bezenmiş yüksek kalite çanak ve çömlekler, heybetli orandaki hayvan kemikleri de vardır. Bunlar Neo Hitit döneminde de Misis’in çok önemli olduğunu işaret eder.

Son olarak, Tarihi Kentler Birliği, Misis’e Antalya’da düzenlenen bir törenle “Başarı Ödülü” verdi.

Günümüzde, burada görebileceğiniz kalıntılar şunlardır:

SURLAR

Höyük ve Akropol çevresindeki surlar, yoğun olarak tahrip olmuş olup yer yer izlenebilmektedir. Yerleşimin doğusunda ve köprüye bakan taraflarında sur duvarı parçaları görülebilir. Günümüze kadar ulaşan surların büyük bölümü: kare şeklinde düzgün kesme taştan ve hafif yontulu taşlardan oluşmuştur.

Duvarlarda moloz taşlar, harç doldu ile yerleştirilmiştir. Bu surlar üzerinde 3 kapı vardır. Adana kapısı batıya, Halep kapısı doğuya açılıyordu.

Üçüncü kapı olan köprü kapısı ise, iki yandan yüksek duvarları olan bir geçit şeklinde iç kaleye açılıyordu. Köprü kapısı ana giriştir ve tahminlere göre görkemli bir şekilde inşa edilmiştir.

Çünkü günümüzde görülen ve özenle işlenmiş bir mermer blok, büyük olasılıkla kapının üst tarafının oluşturan lentoya aittir. (lento: kapının üstünde bulunan duvarda, boşluk bırakılan yerde, yatay olarak uygulanan ve kapının devamlılığını sağlayan elemandır.)

 

NEKROPOL

Misis Nekropolü, çok geniş bir alana yapılmıştır. Nekropolde, çoğunlukla görülen oda mezarları kalkere oyulmuştur. Mezarların çoğu açıkta olup, arazide bunları görmek mümkündür. Bunlar değerlendirildiğinde, şehirde ölülerin gömülmesinde, genellikle kayalara açılmış oda mezarları kullanılmıştır. Bu durum, özellikle Roma ve Bizans dönemlerinde devam etmiştir.

Şehirde, bu kadar kaya mezarı arasında, günümüze kadar elde kalan tek örnek Misis Lahdidir. Halen Adana Müzesinde sergilenen lahdin mermer olması: Anavarza’da bulunan kalker lahit atölyesinden getirilme olasılığını ortadan kaldırır. Lahdin süsleme ve malzeme özelliklerine bakıldığında, başka merkezlerden buraya geldiği düşünülmektedir.

Roma imparatorluğunun her bölgesinde mermer yatağı olmadığı için, lahdin mermer olması istenmiş ve ithal yolu ile buraya getirilmiştir. Anadolu’da, mermer ocakları olan (Ephesos, Aphrodisias ve Karia gibi) yerlerde, yarı mamul halleriyle ya da yerel atölyeler tarafından tamamlandıktan sonra buraya getirildiği düşünülmektedir. Öte yandan: Misis üzerinden, diğer merkezlere de birçok malın yanın da lahitlerin de taşınması mümkündür. 

Adana Yüreğir Misis Köprüsü
Adana Yüreğir Misis Köprüsü

MİSİS KÖPRÜSÜ

Ceyhan (Pyramos) nehri üzerindedir. Antik dönem sikkelerinin üstündeki resimlere göre, köprünün MS 250’li yıllarda yapıldığı tahmin ediliyor.

Ancak daha net bir bilgi, köprü: 4’ncü yüzyılda, Bizans imparatoru Constantinius’un ortanca oğlu İmparator 2’nci Flauius Constantinus tarafından yaptırılmıştır.

Eski: Adana-Halep kervan yolu, bu köprü üzerinden geçmektedir. Köprünün uzunluğu 132 metre ve genişliği 6.5 metredir. 9 gözlü olan köprü, taştan yapılmıştır. Gözler arasındaki en büyük genişlik 11 metredir. Köprü, sonraki yıllarda, 6’ncı yüzyılın ortalarında Bizans İmparatoru Justinianus tarafından onarılmıştır. 

Günümüzde ise, köprü kullanılabilir durumdadır. Ancak 1998 yılında yörede meydana gelen depremde, köprünün bazı bölümlerinde çatlaklar oluşmuş ve ardından onarım yapılmıştır. 

Son bir not: Lokman hekim efsanesi burada Misis köprüsünde geçer. Eski Tıp alimlerinden ve Kuran’da ismi geçen Lokman Hekim, Misis köprüsünden geçerken, karşısına Cebrail gelir. Konuşmaya başlarlar, Lokman Hekim çok sevinçlidir, ölümsüzlüğe çare bulduğunu söyler, çareye ait iksirin formülünün yazılı olduğu defteri ise koltuğunun altındadır.

Cebrail aniden kanat çırpar ve defter ırmağa suya düşer. Bir süre sonra, ırmak sahilinde, kitabın kağıt parçaları bulunur. Orada yazılı olan sözler, bugünkü tıbbın kaynağını oluşturur. Ancak, kitapta ölümsüzlük iksirinin yazılı olduğu bölüm bulunmaz. Ancak, Misis bölgesi ölümsüzlüğün merkezi kabul edilir.

SU SARNICI

1957 yılında yapılan kazılarda: höyükte, İslam dönemine ait, kubbeli ve tuğladan yapılmış, büyük bir sarnıç ortaya çıkarılmıştır.

ROMA BAZİLİKASI

Misis köprüsü yakınındadır. Burada: MS. 4’ncü yüzyıldan kaldığı düşünülen, bozulmamış durumdaki “mozaik” ilgi çekmektedir. Bu Roma tapınağının üzerine kilise inşa edilmiştir. Kilisede, bazı Arapça yazılı mezar taşları ele geçirilmiştir. Ayrıca: bol miktarda, Bizans boyalı çanak-çömlek parçası bulunmuştur.

Adana Yüreğir Havraniye-Misis Kervansarayı
Adana Yüreğir Havraniye-Misis Kervansarayı
Adana Yüreğir

 

HAVRANİYE-MİSİS KERVANSARAYI

Misis ören yerinin 1 km. güneyinde, Ceyhan nehrinin kıyısında, Misis köprüsünün doğu ucundadır.

Misis köprüsü başına ilk olarak Selçuklular tarafından, köprüden geçen kervanların barınması için bir kervansaray yaptırılmıştır. Ancak bu kervansaray zamanla yıkılmış ve bunun üzerine 1542 yılında, Padişah 4’ncü Mehmet döneminde, Köprülü Mehmet Paşa tarafından eski kervansarayın yerine bir han ve bir de mescit yaptırılmıştır. Kervansaray ve Kervansaraya ait mescit, kare planlıdır, mescit tek kubbelidir.  

Günümüzde yapının taştan duvarları ve giriş kapı ayakta, diğer bölümleri ise tamamen yıkılmıştır. Mevcut duvarlardan anlaşıldığı üzere: Selçuklu dönemindeki kervansaray blok kesme taşlardan yapılmıştır. Ortasında bir avlu ve avlunun çevresinde mekanlar bulunmaktaydı. Avlu kapısı, sivri kemerli büyük bir niş içinde bulunmaktaydı.

Esas kapı, duvarlardan çıkan konsol taşlarıyla kenetlenmiş, düz silme halindedir. Niş kemerinin dış kontürü, bütün mermer boyunca stilize bitki motiflerinden taş bezemelidir. Kemerin iki yanında: rumi ve palmet motifleriyle süslü iki rozet bulunmaktadır.

Osmanlılar zamanında yapılmış handan, sadece üst örtüyü taşıyan payeler ve kemer kalıntıları kalmıştır. Diğer kısımları yıkılarak yerine petrol istasyonu yapılmıştır. 

Yapının kitabesi ise, Adana Arkeoloji Müzesindedir.

Son yıllarda buradaki kazı çalışmalarında, kervansaray restorasyonunu engelleyen binaların Belediye Başkanlığınca yıkılmıştır. 

Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi
Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi
Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi

        

MİSİS MOZAİK MÜZESİ

1959 yılında açılan müze: Adana-Ceyhan kara yolu üzerinde; Misis höyüğünün batı yönündeki sırt üzerindedir.

Müzede sergilenen, Geç Roma dönemine ait mozaikler: bir rastlantı sonucu, 1956 yılında Misis höyüğünde çalışan Prof. Bossert ve Dr. Ludvig tarafından bulunmuş ve korunması için buraya bu müze kurulmuştur.

Bu mozaiklerin, muhtemelen 4’ncü yüzyılın sonlarında, Bazilika tipinde inşa edilmiş bir tapınağın tabanını kapladıkları düşünülmektedir.

Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi
Adana Yüreğir Misis Mozaik Müzesi

 

Bizans dönemine tarihlenen küp şeklindeki irili ufaklı ve renkli taşlardan yapılan bu mozaiklerin merkezinde, bir masa ve sehpa şeklinde yapılmış bir kümes ve çevresinde Nuh Peygamberin “Büyük Tufan” da gemisine aldığı 23 adet kuş ve kümes hayvanları görülür. Bunların çevresinde ise vahşi ve evcil hayvan figürleri bulunur.

Bitkisel motiflerin tamamı sitilize olmasına karşılık, insan ve hayvan figürleri son derece gerçekçi olarak işlenmiştir.

Evet, müzede, mozaikler yanında, Misis höyüğünde yapılan kazılarda elde edilen birçok eser görülebilmektedir. Müzenin duvarları, dışarıdan ışığı geçirebilmesi için cam tuğla ile döşenmiştir.

 

ÇALDAĞI-CAMİLİ KÖYÜ

Burası: Adana şehir merkezini ele geçirmeden önce, Ramazanoğullarının bir süre kaldıkları yerleşim yeridir. Çaldağı ve doğu eteklerindeki tarihi Camili köyüne yolunuz düşerse: burada Yüreğil aşiretinin bey ailesi olan Ramazanoğulları’na ait “Üçok” damgalı mezarları görebilirsiniz.

 

NACARLI KÖYÜ

Pyramos (Ceyhan) ırmağı doğu kıyısındaki bu köyde, Mopsuhestia (Misis) şehrinden buraya getirilmiş olduğu tahmin edilen, Roma devri stoasının vakıf yazısı vardır. Bu yazıtın ilk satırlarında, MÖ 67 yılında başlayan Mopsuhesteia takvimine göre verilmiş olan 170 yılı sayısı okunur.

Buna göre, MS 103 yılına tarihlenen yazıttan Mopsuhesteia’nın Fabius Felix ismindeki bir hemşerisinin kentteki bir stoanın inşa giderlerini kendi servetinden karşıladığı anlatılmaktadır. 

 

NARLIDERE KÖYÜ

Aigeai antik kenti civarındaki tarlalardan getirilmiş olduğu söylenen Roma dönemine ait bir yazıt vardır. Üst tarafı kırılmış olan bu yazıttan, yazıtın kırılarak kaybolan kısmında kalmış olduğundan adı öğrenilemeyen bir kadının, dört stoayı, Tanrıça Demeter ve Aigeai kenti için, babası Titus Flavius Plitus’un ölümünden sonra bıraktığı servetten sağlanan 40.000 dineria ile yaptırdığı anlaşılmaktadır.

Yine aynı köyde, Latince yazıtlı bir miltaşı incelenmiştir. Üst kısmı kırıldığından, hangi imparator döneminde diktirildiği belli değildir.

Adana şehri tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

Kırıkkale Keskin

Kırıkkale Keskin

Ankara’dan özellikle, Ürgüp-Göreme bölgesine yapılan gezilerde, Keskin ilçesi içinden geçiliyor. Ama, buranın yine de pek fazla turistik özellikleri öne çıkmıyor.

Genellikle, burası, Cumhuriyet döneminden hemen sonra, Anadolu’nun güvenli bir bölgesi olması nedeniyle kurulan birkaç tesisle biliniyor ki, bu  tesisler halen ziyaretçilerin ziyareti ötesinde, çeşitli kamu kurum binaları olarak kullanılıyor.

Kırıkkale Keskin

ULAŞIM

Keskin ilçesi, Kırıkkale-Kayseri devlet karayolu üzerindedir.

Bağlı bulunduğu, Kırıkkale il merkezine uzaklığı: 27 km. dir. Keskin-Ankara arasındaki uzaklık: 100 km. Keskin-Kırşehir arası uzaklık: 82 km. Keskin-Kayseri arası uzaklık: 134 km.

TARİH

Keskin bölgesindeki bilinen ilk yerleşim: Denek dağı yakınlarındadır. Bu yüzden, yerleşime “Denek Madeni” ismi verilmiş ve  daha sonra ise, bu isim “Keskin Madeni” olarak değiştirilmiştir. Ancak, Keskin isminin nereden geldiği, kesin olarak bilinmemektedir. Kaynaklarda, daha çok “Elmadağ-Kırşehir-Yozgat” arasındaki bölgenin tanımlanması için kullanılmıştır.

Keskin, 1859 yılında Belediye, 1891 yılında Kırşehir iline bağlı bir ilçe olarak görülür. Daha sonra ise, Ankara ve en son olarak Kırıkkale şehrine bağlanmıştır.

Keskin halkı, 1926 yılında, bir uçak satın alarak, Türk ordusuna hediye etmiştir. Bu uçak: “Keskin-1” adı verilerek, uzun süre, Türk Hava gücünde hizmetini sürdürmüştür. Tarihi süreç içinde, Keskin’in önemini ortaya koyan diğer bir konu: Keskin Gazetesidir. Bu gazete, 1924 yılında, ilk kez basılmaya başlanmıştır.

Kırıkkale Keskin

GENEL

Keskin ilçesi: Denek dağının güneyinde, At Tepesi ve Kartal Tepesi denilen iki tepenin yamaçlarında kurulmuştur. İlçe arazisi, bir yayla görünümündedir. Denizden yükseklik, rakım: 1150 metredir.

Yörede, karasal iklim hakimdir. Buna bağlı olarak, kışlar sert ve yağışlı geçer. Yazlar ise, sıcak ve kurudur. Yağışlar az olduğundan, yaz aylarının sonunda, yörede bozkır görünümü egemen olur.

Keskin ekonomisi:  tarım ve hayvancılığa  dayanır. Yoğun olarak, buğday ve arpa üretimi yapılmakta olup, kavun üretimi de önemlidir.

Keskin ilçesi, 1550’li yıllardan bu yana etkin yerleşime sahiptir. Bu nedenle, bölgede birçok Türk evi vardır. Günümüzde, bunların çoğu  tescil edilerek koruma altına alınmıştır. Genellikle, iki katlı olan bu yapılar, alt katı kagir ve üst katı ahşap olarak yapılmıştır. Çatıları ise, üçgen alınlıklıdır.

Kırıkkale Keskin

RAHMİ PEHLİVANLI

Bu büyük ressam: 1926 yılında Keskin’de doğmuştur. Günümüzde, eserlerinin büyük bölümü, 17 değişik müzede sergilenmektedir. Birçok devlet başkanı tarafından, kendisine, ödül, takdirname ve nişanlar verilmiştir.

Özellikle, portre ressamı olarak, önemli bir yeri vardır. Sanat hayatına, 1952 yılında, Aziziye Savaşına katılan, Nene Hatun’un portresini yaparak başlamıştır. Bu portre, halen “Askeri Müze” de sergilenmektedir. Takip eden süreçte ise, 29 devlet adamının portrelerini yapmıştır.

1992 yılında, vefat etmiştir.

GEZİLECEK YERLER

ESATMÜMİNLİ ÖREN YERİ

Esatmüminli köyü ören yeri: ilçe merkezine 25 km. uzaklıktadır.

Esatmüminli köyü: Keskin yöresinde, tarihi özellikleri öne çıkan bir yerleşim yeridir. Büyük Selçuklu Devleti tarafından, Anadolu’nun Türkleştirilmesi amacıyla Horasan bölgesinden getirilen Türkmenler, bu bölgeye yerleştirilmişlerdir.

Böylece: Niğde-Ankara arasında, yoğun bir Türkmen yerleşimi oluşmuştur. Esatmüminli köyü ise: Osmanlının döneminde, savaşlara, en çok asker yollayan köy olarak önem kazanmıştır.

Bugün köyün bulunduğu yerde: Kızılırmak üzerine kurulmuş, Kapulukaya barajı var. Sonuçta, burada muhteşem güzel bir ören yeri oluşturulmuş. Piknik yapmak, gezinmek, dinlenmek mümkün.

ÇARŞI CAMİİ

İlçe merkezinde, çarşıdadır. Caminin, 1871 yılında yapıldığı biliniyor. Ancak, 1966 yılında büyük bir restorasyona tabii tutulmuştur. Minaresi, tuğladan yapılmış olup, kuzey batıda olup, taş bileziklerle süslüdür.

ESKİ BARUT-FİŞEK FABRİKASI

1920 yıllarında, ülke içinde, tehlikelerden uzak bir yerde, ordunun fişek ihtiyacını karşılamak üzere yapılmıştır. Bina, günümüzde, Lise binası olarak kullanılıyor.

Kırıkkale Keskin

KİBRİTHANE BİNASI

1903 yılında kibrit fabrikası olarak kurulmuştur. Günümüzde ise, Halk-Eğitim Merkezi olarak hizmet veriyor.

Kırıkkale Keskin

TAŞ MEKTEP

1913 yılında, Kız Mektebi olarak yapılmıştır. Günümüzde, Kütüphane olarak kullanılmaktadır.

Kırıkkale Keskin

CERİTKALE KAYA MEZARLARI

İlçe merkezine, yaklaşık 10 km. uzaklıktaki Ceritkale köyündedir. Bölgenin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Buradaki yerleşim, muhtemelen Demir Çağına tarihlenmektedir. Yani, yaklaşık MÖ.1500 yıllarında burada yerleşim bulunduğu tahmin ediliyor. Bu kaya yerleşmeleri, bir vadi içinde ve vadinin doğuya bakan yamaçlarında yer almaktadır.

SULU MAĞARA

Keskin ilçesi, Arzu Bayırı mevkiindedir. Yatay olarak gelişmiş, yarı doğal-yarı yapay, düden konumlu fosil bir mağaradır. Sulu mağaranın doğal bölümü birbirine bağlı 3 kattan oluşur. 285 metre uzunluğunda olan mağaranın en derin yeri 25 metredir.

Tavan yüksekliği 1-14 metre arasında değişir. Gerek doğal ve gerekse yapay bölümleri birbirine bağlayan dar geçitler erken Hıristiyanlık döneminde yapılmış taş duvarlarla örtülüdür. Yağışlı dönemlerde tavandan damlayan sular, dışında bütünüyle kurudur.

Malatya Arslantepe

 

Malatya Arslantepe

Malatya Arslantepe: bilgi vermeden önce, gurur ve mutlulukla belirtmem gerekir ki, Arslantepe UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek 2021 Temmuz ayında koruma altına alınmıştır. Temennim ülkemde bulunan bu tür binlerce tarihi kalıntının da, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesi” ne dahil edilerek koruma altına alınmasıdır. 

2011 yılının Mayıs ayının son günlerinde: burası “Açık Hava Müzesi” olarak ziyarete açıldığını duydum. İtalyan arkeologlar tarafından yapılan kazılar devam etmesine rağmen, buranın “Müze” olarak ziyarete açılması bence gayet olumlu bir adım olmuş.

Sizler, bu çevreye yolunuz düşerse, mutlaka ve mutlaka gidip burayı görmelisiniz. Umarım en kısa zamanda, ben de gidip son durumu görmek istiyorum. Yani, Müze olarak nasıl dizayn ettiler, merak ediyorum. Son durumu yani Müzeyi görenler, lütfen yorum bıraksınlar, diğer okuyucularla paylaşalım.

Evet, gelelim, burası hakkında bilgi vermeye. Hüyük: İl merkezinin 7 km. batısında, Orduzu bölgesindedir. Yani merkeze oldukça yakın, ulaşımı oldukça kolaydır. 

Höyüğün Hititçe ismi “Malitiya” ve Asurca ismi ise Meliddu’dur. Kazılarda bulunan aslan heykelleri nedeniyle, buraya “Aslantepe” ismi verilmiştir.

Malatya Arslantepe

 

Höyükteki Yerleşim

Höyüğün yani yerleşim alanının boyutları 200 x 120 metredir. Yükseklik ise 30 metredir. 

Höyük: MÖ.1900-1200 yılları arasında, ilk olarak Hititliler tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. MS 11’nci yüzyıla kadar iskan edilmiştir. MÖ 5 binli yıllarda başlayan yerleşim, MÖ 710 yılında, Asur istilası ile son bulur. Malatya Krallığının Asur Kralı II Sargon tarafından fethinden sonra, Arslan tepe giderek geriler ve Kimmerler’in istilasından sonra kesin olarak terke dilir. 

Sonrasında MS 5-6 yüzyıllarda Romalıların gelmesiyle bölge bir lejyonun yerleşim yeri haline gelir. MS 6’ncı yüzyıla kadar bir Roma lejyonuna ev sahipliği yapar. 

Ardından Bizans nekropolü olarak yerleşim görür. 

Atatürk: 1933 yılında, burada, arkeolojik araştırma yapılmasını söyler.

Bunun üzerine: Fransız I. Delaporte ve 1948 yılında, C. Schaeffer ve 1962 yılında ise, İtalyan F. Meriggi tarafından kazılar yapılır. Bu kazılar sonucu: höyükte, birçok kültür tabakasına rastlanır.

Özellikle: Hitit ve Asur hükümdarlarına ait saray kalıntıları, kabartmalar, aslan heykelleri ve süslü vazolar bulunur.

Malatya Arslantepe Aslan Heykelleri

 

Aslan Heykelleri

Aslanlı iç kapısında, sol yana ait kapı aslanı: aslan figürü beyaz kireçtaşından bir ortostat bloğuna oyulmuştur. MÖ 11-10’ncu yüzyıllara aittir.

Orijinal yerinde başı kırık olarak bulunmuştur. Arslanın üst tarafında, bloğun sağ üst köşesine kazınmış, 6 işaretli Luvi hiyeroglifinde Kral Halpasulupi adı yazılıdır. 

Günümüzde heykel Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesindedir. 

Malatya Arslantepe Saray

 

Saray

Höyükte bulunan geç Hitit dönemine ait kerpiç Saray oldukça ilginçtir. Saray MÖ 3300-3000 yılları arasına tarihlenmektedir. Bu saray kompleksinin, Yakındoğu’da “saray” ın başlangıcını oluşturduğu düşünülür. 

Sarayın çevresi toprak tabakasından arındırılmış ve böylece saraya gelecek toprak kütlesinin ve su baskınlarının önüne geçilmeye çalışılmıştır. 

Saraya: anıtsal bir oda kapısından ve zemin altından su tahliyesi için kapalı bir kanal geçen, dik bir şekilde yükselen koridordan girilirdi. 

Bugün sarayın yıkılmış koridor duvarlarında bazı renkli bezeme (baklava desenli baskı, motif ve duvar resimleri) izleri görülmektedir. 

Binanın duvarlarında, girişlerin yakınlarında ve geniş erişim koridoru duvarları boyunca: alçılı beyaz zemin üzerine: kırmızı ve siyah renkli resimler bulunur. Bu resimler: insan ve hayvan figürlerini içerir, karmaşık sahneler ve motifler bulunur. 

Bu bezemelerde: bir yük arabasını çeken iki boğanın, boyunduruğa bağlı durumu görülmektedir. Arabanın sürücüsü tarafından çekilen araç: 2 katlı bir yapıdan çıkmaktadır. 

Bu sarayda taş üzerine kabartma ile tasvir edilmiş avlu ve giriş kapısı yanında iki aslan heykeli ve devrilmiş bir kral heykeli bulunmuştur. 

Sarayın içindeki kazılarda ise: ayaklı meyvelikler ve uzun vazolar da tespit edilmiştir. Ama bu dünyanın en eski kerpiç sarayında bulunan en ilginç buluntu: MÖ 3000’li yıllara ait olduğu tahmin edilen kerpiç tahtdır. 

Ayrıca: saray kompleksi içindeki depo ve benzeri yerlerde: kumanya dağıtımı için yapılmış yüzlerce kase, mühür baskısı taşıyan yaklaşık 2 bin civarında kil mühür bulunmuştur. 

 Saray: MÖ 3000 yılında büyük bir yangın sonucu yok olur. Günümüzde her yerde, tüm malzemeleri yerinde tutan, çöken bir yangın izleri vardır.

Malatya Arslantepe Kral Mezarı

 

Kral Mezarı

Sarayın hemen yanındaki bir mezarın, MÖ 2900 yılından kalma, zengin bir kişiye ait olduğu düşünülür. Bu mezar: dünyanın en eski kral mezarı olarak kabul edilmektedir. 

Mezarda bulunan sanduka: büyük levhalarla kaplanmış ve süslenmiştir. Mezarda bulunan iskelet: kendisini taşımak için kullanılan bir tahtanın kalıntılarının üzerine çömelmiş ve bacakları karnına çekilmiş, güneşe doğru yan yatmış durumdadır. 

Bu sanduka 5 metre büyüklükteki geniş bir çukurun içindedir. Sandukanın içinde: çanak, çömlek, silahlar, bakır-gümüş alaşımı ve altından yapılmış süs eşyaları gibi mezar hediyeleri ve bir yetişkin iskeleti vardır. Mezara yerleştirilmiş kavanozlar ölüler için yiyecek rezervi olarak ve küçük kaplar ise masa servisi olarak kullanılıyordu. 

Sanduka çatısının iki büyük taş bloğunun üzerine ve çevresine dört genç gömülmüştür. (veya büyük olasılıkla ölüme terk edilmiştir.)

Mezarı kaplayan levhalar üzerine uzanmış: başlarında gümüş-bakır karışımı taç bulunan 14-16 yaşlarında bir erkek ve bir genç kız iskeletinin: sandukada gömülü kişiyle bağlantılı olduğu düşünülür.

Diğer iki genç kız iskeleti ise, 13-15 yaşlarındadır. Bunlar, diğer ilk iki genç iskeletinin ayaklarına, taş sanduka alanının dışına ve ekipmansız olarak yerleştirilmiştir. Bunlar muhtemelen ölen kişinin hizmetkarlarıdır. 

Tüm cesetler: ayrık ve doğal olmayan bir konumdaydı. İskeletler kaynak sırasında çürük ve kırık izlerini koruyordu. Bu ölümden kısa bir süre önce veya cenaze töreni sırasında yaşanan şiddetin bir işaretidir. 

Muhtemelen: yüksek rütbeli bir adamın, belki de bir şefin: insan kurbanlarının eşlik ettiği bir cenaze törenidir. İlk iki genç kişinin taktığı mücevherler, onların da daha yüksek bir rütbeye sahip olduklarını, belki de ölen kişinin aile gurubuna ait olduklarını gösteriyor.

Evet sonuç olarak mezarın kime ait olduğu bilinmiyor. Ancak bir kral veya önemli bir lider veya zengin kişi olduğu düşünülüyor.

Tapınak

Sarayla birlikte höyükte bulunan tapınak ta ilgi çeker. Tapınak MÖ 3600-3500 yılları arasına tarihlenmektedir. Toplumun en seçkin kişilerinin evleri, bu tapınağın yanındadır. 

Höyüğün zirvesinde ve şehirden ayrı bulunan tapınak yaklaşık 400 metre karelik bir alanı kapsamaktadır. 22 x 20 metre ölçülerinde, büyük taş ve kerpiç levhalardan oluşan bir platform üzerinde yükselir. 

Büyük ve tek başına olan bu yapı: sal taşları ve kerpiçten yapılmış büyük bir platform üzerine inşa edilmiştir. Mezopotamya’nın üç bölümlü mimari planına sahiptir. 

Yapının ortasında büyük bir salon, salonun iki yanında ise küçük odalar vardı.

Krala ait bu dini alan, aynı zamanda ticari ve ekonomik paylaşım yerine dönüşmüştür. 

Tapınak yapısı: çok renkli nişlerle bezelidir.

Merkezindeki hol de ateş platformu bulunur. Dört girişi bulunması, geniş kalabalıklar tarafından kullanıldığına işaret eder. Ayrıca: tapınak alanında bulunan çok sayıdaki (binden fazla) seri şekilde üretilmiş kaseler, tapınakta törensel ziyafetler yapıldığını ve bu ziyafetlerde yemek dağıtıldığını gösterir.

Bu yüzlerce kase: yavaş bir tekerlek üzerinde yapılmıştır. Kaselerin yanı sıra mühür baskılı çok sayıda kretula da bulunmuştur. 

Tapınak: MÖ 3450 yılında terk edilmiştir. Terk edilme sebebi bilinmiyor, muhtemelen deprem olduğu düşünülür. Ardından: tepenin güneybatı kısmında açık avlularla birbirine bağlı değişik işlevlere sahip tapınak ve depolar inşa edilmiştir. 

Günümüzde: bu tapınağa ait benzersiz olan bir temel ve bodrum sistemi görülür. 

Diğer yapılar

Sarayla birlikte Anadolu’daki ilk şehir devleti yapıları bulunmuştur.

Höyüğün zirvesinde: duvarları boyalı, kerpiç sütunları beyaz renkli, geniş odalı ve elit kesimin ikamet ettiği görkemli kerpiç yapılar bulunmuştur. 

Depolar

Araştırmalara göre, depolama sektörü, malların toplanması ve yeniden dağıtılmasının iki ana aşamasını gösteren, iki depoyu ifade eder. Bir alan depo olarak kullanıldı ve neredeyse tamamen gıda kavanozları, büyük kaplar ve şişeler içeriyordu.

Bazı büyük kapların yanında, muhtemelen yeniden dağıtılması amaçlanan, daha küçük başka bir odada, yüzlerce seri üretim kil ve kase ele geçmiştir.

Bu oda: sık sık görevliler kontrolünde, kapların mühürlenerek açılıp kapanması ile toplama ve yemek dağıtım işlerini, kaseleri tanımlanmış büyüklükteki kaplar olarak kullanarak yapmak zorunda kaldı. 

Yiyecek toplama ve yeniden dağıtma faaliyetleri, sarayın iki tapınağında yapılıyordu. 

Malatya Arslantepe Mühürler

 

Kil Mühürler

Ayrıca: 2 bin civarında mühür baskısı bulunmuştur. Üreticilerin malları mühürlenerek yatı altına alınıyor ve krala sunuluyordu. Bir kısmı ise dini törenlerde halka sunuluyordu. 

Yani bu mühürler gıda dağıtım sisteminde kullanılmıştır. Kil mühürlerin çoğunluğu: ön sipariş ve muhasebeden sonra bilinçli olarak, belirli alanlarda çöpe atılıyordu. 

Bu mühürler incelendiğinde: bütün depolar sadece tek bir memur tarafından mühürleniyordu. Ancak, ikinci tür depolar ise başkaca bir gurup memurlar tarafından mühürleniyordu. Üçüncü bir memur gurubu ise: her bir memurun bir odadan sorumlu olduğu anlaşılmaktadır. Yani memurların büyük çoğunluğuna, bu mühürleme yetkisi verilmemiştir. 

Yani: malları depolardan alma ve mühürleme yetkisi bulunan çok sayıda memurun çalıştığı düşünülmektedir. Kayıt amacı ile etkin bir mühürleme sisteminin kullanılması, giderek bürokrasinin geliştiği, güçlü siyasi ve dini kurumları olan bir devlet sisteminin doğuşunu işaret etmektedir. 

Malatya Arslantepe Kılıçlar

 

Kılıç ve Metal buluntular

Sarayın odalarından birinde: arsenikli bakırdan yapılmış 21 silah bulunmuştur. Uç kısımları daha öldürücü olması için arsenikle güçlendirilen ve yeni ortaya çıkmaya aşlayan bu silahlar: genellikle duvarlara asılan ve gücü sembolize eden askeri araçlardır. Yani bu kılıçlar, savaşlarda kullanılan değil bir tür tören kılıcı olarak kullanılmıştır ve bu el sanatı ürünlerinin alıcıları büyük ölçüde yerel seçkinlerdir. 

Bu silahlar arasında: 13 mızrak ve 9 kılıç vardır.

Kılıçlar, bakır, bakır arsenik alaşımı ve gümüşten yapılmıştır.

Sap süslemeleri gümüş kakmalıdır. Aslantepe höyüğünde rastlanan bu tür silahlar, tarih sahnesinde ilk kez rastlanılması nedeniyle ilginçtir.

Başka yerlerde görülen ve daha önceki dönemlere tarihlenen kılıçlarda: ağız ve kabza bölümleri, tek bir parça halinde dökülmüştür. 

Ayrıca: dörtlü sarmallı metal plakalar ele geçmiştir. Bunlar: metal üretimi ve işçiliğinin geldiği seviyeyi göstermesi açısından ilgi çeker. 

Daha da ilginç olanı, kazılar sonrası ele geçirilen bu metal silahlarda yapılan ayrıntılı incelemede: kullanılan metalin Karadeniz kıyılarından ithal edildiğini gösterir. Bu yörelerde yaşayan göçebe guruplar, metali saraya getirmişlerdir. Böylece Aslantepe’de, elitlerin metal ticaretinde oldukça etkili oldukları görülür.

Malatya Arslantepe Fildişi Tablet

 

Fildişi Tablet

Aslantepe höyük kazılarında ortaya çıkarılan bu fildişi tabletin üzerinde Asur süsleme sanatı görülür. MÖ 1200 yıllarına ait olduğu düşünülen tablet: dikdörtgen bir çerçeveye sahiptir. Çerçeve içinde: orta kısma bir palmet ve palmetin her iki yanına, birer dağ keçisi figürü ve üst köşelerde birer lotus çiçeği işlenmiştir. Tabletin kalınlığı 0.8 cm, yüksekliği 4.3 cm ve genişliği 8.1 cm dir.

Keçi kabartmalı tablet, Asur ve Aslantepe arasındaki bağı ortaya çıkarması açısından ilginçtir. Tabletin bir mobilyanın dekorasyonu olduğu tahmin edilmektedir. 

Malatya Arslantepe Çocuk İskeleti

 

Çocuk İskeleti

Yine kazılarda: Geç Kalkolitik döneme ait bir evin taban kısmında: 5.700 yıllık bir çocuk iskeletine rastlanmıştır. Evin içinde çukur açılıp çocuk oraya gömülüyordu.

Bu sistem yani çocukların eve gömülmesi: Neolitik dönemde Doğu Anadolu ve Mezopotamya’da sıkça görülür. Çocuğun: 6-7 yaşlarında olduğu tahmin edilmektedir.

Çocuğun boynunda: 4 sıra kolye, sağ el bileğinde 4 sıra bileklik ve sol el bileğinde bir sıra bileklik bulunmuştur. Bu boncuklar, çocuğun önemli bir aileye ait olduğunu gösteriyor. 

Diğer Buluntular

Günümüzde, bu eserlerin birçoğu Malatya ve Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor. Tarih sahnesinde kılıcın ilk kez burada kullanıldığı tahmin ediliyor. Çünkü, burada bulunan kılıçlar öncesinde, herhangi bir yerde kılıç kalıntısı yok.

Gelelim höyükteki geziye: Höyükte oldukça güzel bir düzenleme yapılmıştır. Düzenlenen ahşap yürüyüş yollarıyla höyüğün bütün bölümlerine girmek mümkündür. Ayrıca: oldukça makul sayıda bilgilendirici pano bulunmaktadır. 

Malatya tanıtımı, gezilecek ve görülecek yerlerle ilgili yazım için.

Malatya Battalgazi

Malatya Darende