Olympos: Kumluca merkeze uzaklık 28 km dir. Antik kente giriş ücretlidir.
Müze kart geçerlidir. Ayrıca otopark için de ücret alınıyor.
Şehrin ismi ve konumu:
Kentin doğu yönünde denizi kıyısı vardır. Kuzey ve güney yönden ise, yüksek dağ sıraları ile çevrilidir.
Olympos dağının Tahtalı ya da Musa dağı olduğuna yönelik kesin belge ve bilgi yoktur. Görkemli Tahtalı dağı, Olympos’a yakışsa da topoğrafik özellikleri ve kalıntılarıyla Musa Dağı da bir alternatiftir.
Şehir ismini, kuzeyinde 16 km uzaklıkta bulunan Tahtalı Dağından alır. Bu yüzden şehrin ismi “Yüksek dağ-Ulu dağ” anlamına gelmektedir. Antalya bölgesinde, sahil kesiminde Phaselis şehrinden sonraki en önemli ikinci liman şehridir.
Kentin ortasından geçen Akçay, kenti ikiye ayırır.
Olympos-Olimpos
Önemi:
Kesin kuruluş tarihi bilinmez. Ancak Helenistik dönemde kurulduğu düşünülmektedir.
MÖ 167-177 yıllarında basılan Likya sikkelerinde, Olympos şehrinin adı geçer.
Doğu Lykia’nın en önemli kentidir. Birlik sikkeleri, Helenistik duvar kalıntıları ve Asartaş’daki kaya mezarları, kentin en erken belgeleridir.
169. olimpiyatların başladığı 104 yılına kadar Lykia Birliğinde 3 oy hakkına sahip 6 kentten biridir. Birliğin ayrıcalıklı üyesi konumunda, Doğu Lykia’daki tek şehirdir. Zaten üyeliği de Zeniketes’in hakım olduğu MÖ 1’nci yüzyıla kadar sürer. Olympos ve Phaselis, bu dönemde korsanların gücünden gönüllü olarak yararlanmış ve birliğin dışında kalmış gibidir. Bu dönemde sahte birlik sikkeleri basılmıştır. İmparatorluk döneminde tekrar birlik üyesidir. MS 2’nci yüzyılda onurlandırılan Hoplon’un görevleri arasında Lykiarkhlığın da anılması bunu belgeler. MS 2’nci yüzyılda birlik kararını başkente iletmek üzere bir Olympos’lunun seçilmesi dikkat çekicidir.
ZENİTEKES:
Burası anlatılırken, Zenitekes’in bilinmesi gerekir. Sahillerin baş belası, korsanların kralıdır. Dodona Zeus’una göre, yerel bir egemen olarak demir strigilis sunması da onu kurtaramamıştır. Ondan da kartal yuvası sığınağı günümüze ulaşmıştır. Akdeniz’in en güzel sığınağı Olympos, Zenitekes’e bile kucak açmıştır. Strabon: “Zenitekes’in egemenlik alanını Pamphylia içlerine dek yaydığını” yazar. Ancak gücü Roma İmparatorluğuna uzun süre direnecek kadar değildir. MÖ 77-76 yıllarında, Romalı Komutan Servilus Vatia, Roma donanması ile bölgeye gelir ve Gelidonya burnunda yapılan üç deniz savaşında korsanları yenerek Zenikeles’in ünlü kalesini yerle bir eder.
Ve koca korsan kral yenilince, ailesiyle birlikte intiharı seçer. Zenikeles’in ölümünden sonra Likya bölgesinde Olympos, Phaselis ve Korykos kentleri korsanlardan temizlenir.
Roma döneminde, şehir yine Likya birliğinin önemli şehirlerinden birisidir.
MS 2 ile MS 3’ncü yüzyıllarda, şehirde bulunan bir mezar anıtında: Marcus Aurelius Arkpepolis’in Likya Birliğinde, Lykiark (yani Likya Birliği Başkanı) görevinde bulunduğu yazılıdır.
Hıristiyanlığın yayılmasıyla, bölgedeki Hırıstiyanlığı ilk kabul eden şehirlerden birisi olmuştur. Şehrin bilinen ilk piskoposu Methodios’tur.
Kendisi: MS 312 yılında Patara kentinde, kenti ziyaret eden İmparator Maksimus Diaa’nın da katıldığı bir mahkeme sonucunda idam edilmiştir.
MS 6 ve 7’ncı yüzyılda Olympos şehri hakkında bilgi yoktur. MS 7’nci yüzyılda Arap akınları bölgeyi çok yönlü olarak etkilemiştir.
Ayrıca yine aynı dönemlerde, bölgede doğal afetlerin yıkım gücü oldukça fazla etkilidir. Hatta, bu doğal felaketlerden özellikle tsunami dikkat çeker. MS 542 yıllarında bölgede veba salgını görüldüğü bilinmektedir.
Tüm bunlar nedeniyle, kıyı bölgesindeki diğer kentler gibi, Olympos kentinde de büyük oranda nüfus kaybı görülür.
Olympos-Olimpos
GÜNÜMÜZDE ÖREN YERİNDE BULUNAN KALINTILAR
Yerleşimin şehirciliğini ortasından akar Olympos çağı biçimlendirir. Bu nedenle Lykia’da alışkın olunmayan bir kent düzeni ortaya çıkar. Limanda bulunan ana cadde kentin ortasından ilerleyip sonuna dek uzanır. Denizle buluşan Olympos çayı (Günümüzdeki ismi Akçay) ın iki yakasında, Helenistik’ten Bizans’a kadar onarılarak kullanılan duvarlar uzanır. Bunlar liman duvarları ve yapılarıdır. Limana gelen gemiler muhtemelen bu yolla kentin içinde servis alabilecekleri alana kadar ilerleyebiliyorlardı. Bu yapı ve duvarların denizle nasıl buluştuğu kumul ve alüvyon nedeniyle anlaşılamamıştır.
Evet gelelim günümüze ulaşan kalıntıları:
Yerleşimin güney ucunda ve kuzey tarafında tahkimatlı iki kale vardır. Güneydeki “Ceneviz Kalesi”, kuzeydeki ise “Akropol Kalesi” dir. Vadinin içine yayılan Ortaçağ yerleşiminde ise savunma sistemi yoktur. Buna karşı yüksek ve güçlü duvarları olan önemli yapılar lokal koruma alanı içindedir. Bu durum, sadece din adamlarının yaşadığı dinsel merkez konumundaki kentte, buna ihtiyaç duyulmamış olmasıyla açıklanır.
Ceneviz kalesi: Sarp kayalıklara yerleştirilmiş yapı topluluğu içinde Bazilikal planlı büyük bir kilise dikkat çeker.
Akropol Kalesi: Kentle deniz arasında savunma yapılarıyla berkitilmiş, hem gözetlemeye hem de savunmaya ve sivil amaçlı diğer yapılar bulunur.
Kentten günümüze ulaşmış Helenistik, Roma ve Bizans dönemine ait kalıntıların çoğu: orman içindedir, ağaçlar ve çalılarla örtülüdür.
Diğer bir kısım kalıntı ise: denize akan bir ırmağın (Olympos Çayı-Akçay) ağzında ve her iki yakasında bulunmaktadır.
Zaten bu ırmak, antik dönemde kendi ikiye bölmekteymiş, zamanla bir kanal içine alınmış ve her iki yakasına iskele yapılmış, iki yaka yapılan bir köprü ile birbirine bağlanmıştır.
Köprünün bir ayağı, günümüzde yerinde görülmektedir.
Olympos-Olimpos
Giriş Kompleksi:
Yapılan araştırmalara göre, yapı MS 5 ile 6’ncı yüzyıllara tarihlenmektedir.
Şehrin günlük ve ekonomik yaşamına ait izler taşımaktadır.
Kentin ana caddesi: doğu-batı doğrultusunda uzanmaktadır. Bu caddenin başlangıç yerinde bulunan giriş kompleksi: 11 odadan oluşur.
Muhtemelen, bu 11 odanın üzerinde bir kat daha bulunduğu düşünülmektedir. Çünkü yapının bazı yerlerinde duvarlar yüksektir, kat izleri ve merdiven basamakları vardır.
Giriş kompleksinin en önemli özelliği: kemerli düzenlemelerdir. Kemerler, kuzeyde ve cadde cephesindedir.
Evet, burası tahminlere göre: konut, konaklama yeri, gıda maddesi üzerimi ve ticaret yeri olarak kullanılmış olmalıdır.
Köprü:
Yukarıda da belirttiğim gibi, Olympos çayının üzerinde olan köprünün ayaklarında biri günümüze ulaşmış, diğeri ise temel seviyesinde korunmuştur.
Köprü ayağında devşirme malzeme kullanılmıştır, çünkü çok sayıda Roma dönemi mimari elemanı görülmektedir.
Köprü muhtemelen Roma döneminde yapılmıştır. Ancak sonraki depremler sonucunda yıkılmıştır. Ancak iki yaka arasındaki ulaşım etkilendiğinden Hıristiyanlık döneminde hızlı bir şekilde yeniden yapılmıştır.
Köprü: kentin kuzey ve güneyindeki yerleşim alanlarını birbirine bağlaması açısından önemlidir.
Araştırma sonuçlarına göre, köprünün üç gözlü ve balıksırtı biçimli olduğu tahmin edilmektedir.
Olympos-Olimpos Akropol tepesi
Akropol Tepesi:
Nehir ağzına yani denize döküldüğü yere yakındır. Mimari veriler, tepenin Geç Antik çağda yerleşime açıldığını gösterir.
Tepe, küçük ve dik yapılıdır.
48 metre rakımlı bu tepe üzerinde yerleşimler devam etmektedir.
Tepe üzerinde, iki ve üç katlı düzenlenmiş, kule tipi konutlar vardır. Su ihtiyacını karşılamak için sarnıç yapılmıştır.
Evet, günümüzde, tepede bazı yapı kalıntıları görülmektedir.
Tiyatro:
Kentin batı sınırındaki tepenin kuzey yamacına yapılmıştır. Tiyatro, Likya özelliklerine istinaden, Batı nekropolünün başladığı alanın hemen yanında derenin güneyindeki Sepet Dağı eteklerinde kuruludur.
Helenistik dönem yapısı, Roma döneminde onarım görmüştür. Tiyatronun MS 2’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir.
Büyük oranda tahrip olan yapı henüz kazılmamıştır. Araştırmacılar 20 oturma sırası olduğunu kabul ederler. Kapasitesi 2000 kişidir. Lykia’nın bildik depremlerinde yıkıldığı anlaşılır. Onarım görmüştür. Yazıta göre: Tyindaris adlı Olympos’lu bir kadın tarafından İmparator Hadrianus’a adanmıştır.
Evet, tiyatro oldukça harap bir durumda günümüze ulaşmıştır. Sadece tiyatro girişinin bir yanı, iyi durumda görülebilir.
Tiyatronun günümüze sağlam ulaşamamışının sebeplerinden birisi de Bizans döneminde blokların kireç ocaklarında eritilerek yapı malzemesi olarak kullanılmasıdır.
Olympos-Olimpos Tapınak
Tapınım gören Tanrılar:
Olympos’da Zeus, Apollon, Athena, Artemis, Mithras ve Hephaistos’un tapınım gördüğü anlaşılır. Olmpos’un efendisi, tanrıların babası Zeus’un tapınım gördüğü öne sürülür. Erkeklerin, askerlerin tanrısı Mithras’ın buradaki varlığını Plutarkhos aktarır. “Olympos’ta kendine özgü tuhaf ve gizli ayinler yapıyorlardı. Bunlar arasında yer alan Mithras ayinleri korsanlar tarafından başlatılmış ve hala devam etmektedir.” Keşfedilen Mithras tapınım alanındaki nişler arasında, tanrının Roma dönemindeki adı olan “Sol invictus” yazar. Nöbetçi asker tarafından adanmıştır. Olympos’da Apollon’un varlığı sanki birliğe girişin bir sonucu olarak politik bir seçim gibi görülür. Olympos’un en etkili tanrısı ise Hephaistos’tur. Mezar cezaları, Hephaistos’a yatırıldığı gibi bu tanrı adına şenlikler de düzenlenmekteydi. Hephaistion olarak bahsdilen tapınak da tapınım alanının varlığını belgeler. Bu tapınak Çıralı’da ancak kilisenin altında görünmez olmuştur.
Tapınak:
Nehrin denize döküldüğü yerin 150 metre batısındadır. Kentteki anıtsal mimari örnekler arasında önemli bir yere sahiptir. İon düzenindedir. Önündeki kaide yazıtına göre: MS 2’nci yüzyılın ikinci yarısında Marcus Aurelius’a adanmıştır.
4.88 m yüksekliğindeki anıtsal kapıyı taşıyan güney cephesi ayaktadır. Bölgede yaygın olan küçük boyutlu 2’nci yüzyıl moda tapınaklarından biridir. Prostylos cephe düzenlidir.
Yapının ön cephesinde, dört sütun bulunduğu anlaşılmaktadır. Kesme taşlardan yapılan Cella ön duvarı günümüze ulaşmıştır.
Kaptan Eudomos Lahdi:
Lahit, nehir ağzının hemen yanında, bir kayalığın oyuğunda bulunmaktadır. Kaptan Eudomos’un mezarı ilgi çeker. Yattığı lahdin taştan soğuk yüzü, Akdeniz’e bakar.
Lahdin üzerindeki yazıtta, duygu dolu ve şiirsel bir üslup ile kaptanın adı verilmektedir. Çevirisi “Son limana girdi, demirledi gemi, çıkmamak üzere. Çünkü ne rüzgardan ne de gün ışığından medet var artık. Kaptan Eudomos ışık taşıyan şafağı terk ettikten sonra. Gün ışığından uzak yatacak burada, gemi ise dalgasızdır ölülere.”
Aynı mezar odasında Eudomos’un lahdi yanında yeğeni Zosimos’un lahdi bulunur. Bu lahit üzerindeki yazıt, yanındakinin aksine standart bir mezar yazıtıdır. Zemini av sahnesi mozağiyle döşeli mezar odasının Zosimos tarafından yaptırıldığı lentodaki yazıttan anlaşılır. Lahdin uzun kenarında ise, gemi kabartması vardır.
Vespasianus Hamamı-Büyük Hamam:
Şehirde bulunan iki hamamdan, buradaki boyutları büyük olduğu için “Büyük Hamam” olarak isimlendirilmiştir.
Kentin güneydoğusundadır. Yazıtına göre: MS 78’de Vespasianus döneminde inşa edilmiştir.
Tüm liman yerleşimlerinde olduğu gibi 1’nci yüzyılla birlikte hamama sahip olmuştur. Hamam ve yakınında gymnasium olabilecek yapıda İmparator ve Hephaistos onurana Panegyrik oyunlar düzenlendiği bilinir. Güneydoğusunda da küçük hamam bulunur. Derenin kuzey yanında da Ortaçağ hamamı vardır.
Yapının bazı bölümleri günümüzde ayaktadır. Bu bölümlerdeki mimari özellikler incelendiğinde, yapının anıtsal boyutlarda yapılmış olduğu anlaşılmaktadır.
Mezarlar:
Kendine özgü yapı ve teknikleri ve mezarlık düzeniyle Lykia sanatından uzak resimleriyle mezarlar günümüze ulaşmıştır. Doğu ve özellikle batı nekropolünde sıralanan ve kademelenen yaklaşık 350 tane mezar, Lykia için olağan dışı bir görüntü oluşturur. Lykia’da bu tür bir nekropol yoktur. Yaklaşık 300’ü tamamen örülerek inşa edilen odalar, tonozlu örtüleri, sürgülü kapıları ve moloz taş-harç malzemeleriyle daha çok Kilikya örneklerini hatırlatır. Güney mezarlığın en üst kotunda yer alan mezardaki “Harf Falı” içeren metin dikkat çeker.
Güney Nekropol:
Kentin batısındadır. Nekropol alanı, ortadan akan nehir ile kuzey ve güney olmak üzere iki kısma ayrılmıştır. Güney Nekropol: nehrin ikiye böldüğü şehir merkezinin güneyindedir.
Günümüzde mezarların önünden devam eden yol, muhtemelen antik dönemde de kullanılmıştır. Nekropol alanında toplam 354 mezar bulunmaktadır.
Nekropolün batı kısmındaki mezarlar: beşik tonozlu, bitişik nizamlı ve genellikle iki katlıdır.
Kuzey Nekropol:
Bu bölümdeki gömül alanına, MS 1’nci yüzyıldan itibaren gömü yapılmış ve MS 3’ncü yüzyıla kadar kullanılmıştır. Bizans döneminde ise, Nekropol alanına kiliseler ve konutlar yapılmıştır.
Kuzey Nekropol Caddesi:
Bu cadde: Kuzey Nekropol’ün batısından başlar ve Piskoposluk Sarayına kadar devam eder. Şehrin bu bölümü, MS 4’ncü yüzyıldan itibaren konut alanı olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Cadde üstünde: çok katıl ve büyük avlulu, muhtemelen şehrin ileri gelenlerine ait evler bulunmaktaydı. Bu konutlar nekropol alanındaki oda mezarlarla iç içe yapılmıştır.
Cadde, özellikle MS 5’nci yüzyılda, yani Hıristiyanlığın kabul edilmesinin ardından son derece geliştiği anlaşılmaktadır.
Kuzey Nekropol Kilisesi:
Nehrin ikiye böldüğü kentin kuzeybatısında, Kuzey Nekropol girişinin güneyindedir. Yapının; kuzey ve güney nekropollerinin ortasında olması nedeniyle: Olympos şehrinin Nekropol Kilisesi olduğu düşünülmektedir.
Mimari tarzına göre, muhtemelen MS 6’ncı yüzyılda inşa edildiği düşünülür. 1969 yılında bölgeyi etkileyen sel felaketinde: yapının orta nef, apsis ve güney nefi yıkılmıştır.
Lykiarkh Mezarı:
Kuzey Nekropoldeki bu mezar: Likya birliği başkanı olarak görev yapmış Olymposlu Marcus Aurelius Arkhepolis ve ailesine aittir.
Mezar binası, yazıtına göre MS 3’ncü yüzyıl ikinci yarısında yapılmıştır. Mezar binası kareye yakın formludur.
Ancak tonozunun büyük kısmı çökmüştür.
Mezar odasının içinde: uzun ve yan duvarları çevreleyen “u” biçiminde, iki basamaklı özgün kesilmiş, masif taşlarla yapılmış bir podyum bulunur.
Köşelere aslan ayağı işlenmiştir. En üstteki podyum basamağı: oturma bankı olarak biçimlendirilmiştir.
Podyumun üstünde: üç lahit bulunur.
Girişin sağındaki lahit: Prokonnesos (günümüzdeki Marmara Adası) ndan ithal edilmiş, girlandlı lahittir. Teknenin altına profil yapılmıştır.
Uzun yüzde: 3 tane, kısa cephelerde birer tane girland bulunur. Girişin solundaki lahit: Sandık biçimindedir.
Olympos’un bilinen tek Lykiarkhı’nın lahdi Antalya Müzesine taşınmıştır. Lykiarkh mezarının önünden geçen su kanalı, 19’ncu yüzyıl Osmanlı değirmeninden kalmadır.
Antimachos Lahdi:
Kentin kuzey kısmındadır. Lahit: muhtemelen MS 2’nci yüzyıl ortalarında yapılmış olmalıdır. Lahit: Antimachos ve ailesine aittir.
Lahdin üstünde: Likya tipi denen semendar biçimli bir kapak bulunur. Lahdin sandukası, kabartmalarla süslenmiştir. Teknenin ön cephesi ve dar yüzlerinde köşe plasterleri bulunur.
Plasterlerin alt kısmında, sarmaşık biçiminde çıkan hayat ağacı motifi görülür. Hayat ağacı motifi, MÖ 3 binden itibaren kullanılmaya başlanır.
Sümerlerde yaşam ve ölüm arasındaki değişmez döngünün sembolüdür. Antimakhos ve ailesine ait lahitte: hayat ağacı motifi de ölümle bağlantılı sembollerden birisi olarak işlenmiştir.
Piskoposluk Sarayı:
Burada bulunan ve bir çevre duvarı ile sınırlandırılmış yapılar kompleksi, 128 x 62 metre ölçülerindedir. Mimari stil değerlendirildiğinde muhtemelen MS 5-6’ncı yüzyıllarda yapılmıştır.
Kent içindeki en büyük yapı konumundadır. Yapının inşaatı sırasında, Roma dönemine ait tapınak ve temenos alanı dahil edildiğinden, yapılar kompleksi olarak algılanmaktadır. Komplekste, Piskoposluk kilisesi merkezi yapı konumundadır.
Doğu bölümde: bir avlu etrafına sıralanmış mekanlardan oluşan Piskopos ikametgahı vardır. Ayrıca: görevli din adamlarının özel yaşamları için iki katlı düzenlenen mekanlar bulunmaktadır.
Olympos-Olimpos Alkestis lahdi
Alkestis Lahti:
Lahdin kapağında: üçgen alınlık, tepe ve köşe akroteri vardır.
Lahit, Aurelius Artemias ve ailesine aittir. Lahit: MS 2’nci yüzyıl sonlarına tarihlenmektedir. Yerel kireç taşından yapılmıştır. Kapağın eğimli yüzeylerinde: balık pulu motifi işlenmiştir. Bu durum, Attik kapaklarında yaygındır.
Lahitte: Akroterlerde Eroslar ve kısa yüzlerde Medusa başları bulunur. Mezar sandukasının köşelerine: Nike figürleri yerleştirilmiştir.
Yanlarda: iki üçgen alınlıklı bir kapı içinde “dextrarum iunctio” yani “tokalaşma” sahnesi görülür.
Bu sahne, Roma döneminde “evlilik bağı” nı ifade etmektedir.
ASARTAŞ-TOPAL GAVUR:
“Ben Hellophilos oğlu Apollonios burada yatıyorum, Her zaman hakkaniyetliydim. Yemeli, içmeli ve hazla dolu çok rahat bir ömür sürdüm. Ancak şimdi veda zamanı ve hayat devam ediyor”
MÖ 4’ncü yüzyılın ikinci yarısına tarihlenen mezardaki bu etkileyici dizeler, antik adı bilinmeyen yerleşimin bilinen tek egemeninden izler verir.
Yazır köyünün 500 m kuzeydoğusundadır.
Günümüz köylüleri buraya “Topal Gavur” derler. Nedeni de, mezar kabartmasındaki Apllonius’un bir bacağının kırık olmasındandır. Küçük yerleşimdeki en önemli kalıntılar, iki kaya mezarıdır.
Alnacındaki Eski Yunanca yazıtından okunduğu gibi “Apollonios’un mezarı” Olympos çevresindeki en önemli eserlerden biridir. Cephesindeki kabartmada mezar sahibini kline üzerinde uzanırken, yas içindeki karısı, hizmetkarı ve aileden genç bir figürle yine alışılmış bir ikonografide betimlenmiştir.
Mezarın cephe mimarisinde Dor ve İon düzenleri birlikte kullanılmıştır. En alışılmadık olan ise, kapının üstünden inen perdedir. Kapı açıldığı zamanlarda içeriyi perdeleyen gerçek bir geleneğin kayaya yansımış haline benzer. Kapıların iki yanındaki figürlerden sağdaki, başında Pers Harasıyla ve duruşuyla bir Lykia egemeni gibidir. Soldaki pusatlı kişi ise, sağdakinin emrinde yerel bir egemen olan mezar sahibi Apollonios olmalıdır. Belki de iki farklı rolde mezar sahibinin resimleridir.
Hellaphilos ve Apollonios isimlerinin seçimi de dönemin Helen kültür egemenliğinin baskın bir sonucu gibidir. Mezar hem kabartmaları hem yazıtlarının içeriği hem de mimarideki eklektizmiyle tam bir karmaşa kimliği gösterir. Bu durum doğu Lykia’daki tek tük mezarlarla ne kadar Lykialılıktan bahsedilebileceğini gösterir. Bundan bahsedebilmek için bir mezar değil mezarlıklar lazımdır. Ve Topal Gavur’daki bir Likçe yazıt ile iki kaya mezarı, Doğu Lykia’nın sadece siyasi olarak ve üstelik salt bir dönem için Lykia’dan sayılabileceği gerçeğini değiştirmemiştir. Bunu anlamak kolaydır. Örneğin: Ksanthos, Mrya ya da Limyra gibi pür bir Lykia kenti Doğu Lykia’da bulunmaz.
Apollonios mezarının batı yukarısındaki kayalıkta Likçe yazıtıyla önemli olan bir kaya mezarı daha bulunur. Yazıtta “bu mezarı İkuwe ailesinin babası ve bir ferdi olan Armanaza, oğlu Ipredisa, karısı ve çocukları için yaptırdı” gibi alışılmış bir mezar sahibi kimlik bilgisi geçer.
Bu mezarlar Doğu Lykia’daki en son Lykia mezarlarıdır. Ancak tüm Doğu Lykia’da sadece birkaç örnekle bilinen Lykia geleneksel kaya mezarı örnekleri, bu bölgenin, asal Lykia’nın siyasi sınırları içinde algılansa da kültürel olarak asla tam olarak Lykia olmadığını göstermektedir.
Çünkü Asartaş’ın hemen dibindeki Olympos’da bile herhangi bir Lykia kültürü sanatı ürünü yoktur. Olympos, sadece Lykia Birliğinin bir süreliğine siyasi üyesidir. Dolayısıyla siyasi sınırlarla kültürel sınırlar birbirine karıştırılmamalıdır. Özellikle Roma Döneminin Yol Klavuz Anıtında adının anılması sadece bölgenin bir eyalet sınırları içinden tanımlanmasından ibaret siyasi bir durumdur.
Asartaş Tepesinde çok az kalıntı bulunmaktadır. Bu durum iki mezarın azlığını karşılamaktadır. Oldukça küçük ve zayıf bir yerleşimden iz veren kalıntılar içinde bir işlik dikkat çeker.
Olympos-Olimpos plajı
OLYMPOS PLAJI:
En büyük özelliği: Kumluca’ya ait olmasıdır.
Antik kentin içinden geçilerek plaja gidildiği için, giriş ücretlidir.
Müze kart geçerlidir. Aracınız ile giderseniz, otopark için de ayrı ücret ödeniyor.
Girişten sonra, antik kentinin içinden geçilerek, dere boyunca yürüyerek yaklaşık 10 dakikada sahile ulaşabilirsiniz.
Burada yol üzerinde su kanalı ve önündeki tarihi havuz, serinlemek için kullanılmaktadır.
Çıralı plajının devamı, antik kentinin önündedir. Aradaki dere var, dereden dağa kadar olan bölüm Olympos plajı olarak geçiyor.
Dağın arka yüzünde ise, Adrasan Plajı vardır.
Ormanla iç içe olan plaj kum değil, ufak çakıllıdır, deniz suyunun berraklığı ve sahilin temizliği ilgi çeker.
Plajda, büfe, kabin ve duş yoktur. Çünkü burası beach değil, şezlong ve şemsiye işletmesi yoktur.
Yukarıda söz ettiğim gibi, buraya antik kent kalıntıları içinden geçilerek giriliyor.
Bu yüzden, buraya giderseniz yanınızda özellikle mutlaka su, yiyecek, şemsiye götürmenizi öneririm.
Kumluca; çevresindeki diğer yöreler gibi, turizmden gerekli desteği alamamış bir yer. Sanırım bunun en büyük nedeni: deniz kıyısında bulunmaması, denizden birkaç km. daha içeride bulunması. Ama; yine de, burada bulunan Olympos; gerek tarih, gerek deniz ve gerekse doğa olarak; buraya apayrı bir hava katmaya yeter.
ULAŞIM:
Kumluca-Antalya arasındaki uzaklık: 96 km.dir. Ulaşım D-400 kara yolundan sağlanmaktadır. Beldibi-Göynük-Kemer-Çamyuva-Tekirova güzergahı izlenmektedir.
Kumluca-Finike arası uzaklık: 18 km. dir. Antalya-Kumluca arasındaki karayolu rahat ve konforlu bir yolculuk sunuyor.
Kumluca
GENEL:
Kumluca: çevresindeki diğer yerleşim yerlerinin aksine; deniz kıyısında değil, denizden içeride kurulmuş bir yerleşim yeri. Bu nedenle: Kumluca içinde büyük ve devasa turistik tesis bulmak mümkün değil.
Yalnız: Olimpos-Beydağları Sahil Milli Parkının burada bulunması ve elbette Olympos; buraya turistik açıdan ayrı bir değer katıyor.
Çünkü: Olympos: gerek tarih ve gerekse deniz olarak muhteşem bir yer. Kumluca’ya gidenler: Olympos’u mutlaka görmeli ve yaşamalı.
Evet: Kumluca’nın diğer belli başlı özelliklerini şöyle sıralamak mümkün.
NE YENİR:
Kış günlerinde: buğday, mısır, nohut ve fasulyeden yapılan köle ile yine mısır unundan yapılan “arabaşı” yenilir. Bunların dışında: keşkek ve yayla kesimlerinde yapılan höşmerim yemekleri meşhurdur.
Kumluca
SAHİL ŞERİDİ:
İlçe, 30 km. uzunluğunda sahil şeridine sahiptir. Mavikent Beldesi ile, Finike İlçesi arasındaki sahil şeridi, şu anda, yalnızca yöre halkı tarafından inşa edilmiş, ahşap evler (obalar) ile iskan edilmiştir.
EKONOMİ:
İlçede, büyük sanayi tesisi bulunmamaktadır. Ekonomi, büyük ölçüde seracılığa dayanmaktadır. Halk; turizmden gerekli geliri sağlayamayınca, seracılık ve turfandacılık ön plana çıkmıştır.
Kumluca Deve Güreşleri
DEVE GÜREŞLERİ:
Halk deve güreşlerini çok sever. Her yıl, kış aylarında birkaç kez deve güreşleri tertiplenir. Bu güreşlerde: halk eğlenir. Güreşlere: Kumluca’nın dışından: Demre ve Aydın, Denizli yörelerinden develer getirilir.
TARİHİ:
13’ncü yüzyılın başlarında, Selçuklu Sultanı I’nci Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, Antalya’nın fethinden sonra, bölgenin ilk mülki amir ve komutanı olan: Bübarizeddin Ertokuş tarafından, Likya’nın doğu kısmına Oğuzların üç-ok koluna mensup, Iğdır boyu yerleştirilmiştir.
Bundan sonra: Antalya’nın batı bölgesine, Iğdır denmeye başlanmıştır.
Bu bölge: Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı Devleti döneminde, kaynaklarda: Iğdır, Iğdır eli, Iğdır nahiyesi adı ile de anılır.
19’ncu yüzyılın başlarından itibaren, Osmanlı kaynaklarında, bölgenin adı: “Iğdır maa Kardıç” olarak geçmeye başlar.
Finike kazasına bağlı olan Kumluca nahiyesinin merkezini oluşturan Sarıkavak köyü, 19’ncu yüzyılın başlarında kurulmuştur. Kumluca ve Sarıkavak adları, 15’nci yüzyıldan itibaren: yer, mevki adı olarak Osmanlı belgelerinde kendini gösterir.
Sarıkavak köyü sakinlerinin değirmencilik ve fırıncılık alanlarında mahir oldukları bilinir. Kumluca nahiyesinde genel olarak kereste ticareti, arıcılık, meyvecilik, demircilik, ağaç işleri ve hayvancılık, yaygın olarak yapılmaktadır.
Ayrıca: 20’nci yüzyılın ortalarına doğru Kumluca’da Finike Limanının etkisiyle olsa gerek, her türlü mal bulunmakla beraber, yaygın meslek olarak mefruşat ve terzilik görülür.
1 Nisan 1958 tarihi itibarı ile, Finike kazasından ayrılan Kumluca nahiyesi, Kumluca kazası olmuştur.
GEZİLECEK YERLER:
Kumluca 50.Yıl Karatepe Kültür Merkezi
50.YIL KARATEPE KÜLTÜR MERKEZİ-KALE KULE:
Kumluca merkezdedir. 50’nci yıl kültür merkezi kompleksi içinde bulunan kule, 5 katlıdır. Giriş katında Belediye tarafından işletilen bir çay bahçesi vardır.
Kumluca 50.Yıl Karatepe Kültür Merkezi
3’ncü katta bir restoran ve en üst katta seyir terası vardır. Burada yeşillikleri içinde harika bir şehir manzarası izleyebilirsiniz.
Kumluca Sarnıç Tepesi
SARNIÇ TEPESİ:
Beykonak, Sarnıç Yolu Sokaktadır. Kumluca merkeze 4 km uzaklıktadır.
Sarnıç tepesi 285 metre yüksekliktedir. Yolu asfalttır. Kumluca Belediyesi tarafından 2006 yılında kurulmuştur. Burada: piknik alanı, çocuk oyun gurubu kompleksi, kır kahvesi ve hayvanat bahçesi bulunmaktadır.
Hayvanat bahçesinde, ruminant yani ot yiyen hayvanlar barınmaktadır. Bunların sayısı 50’yi aşkın türden 600 civarındadır.
Hayvanat bahçesinin bulunduğu yer, aynı zamanda huzurlu ve sessiz bir mesire yeri olarak kullanılmaktadır.
Kumluca Aktaş Sahili
AKTAŞLAR KOYU-AKTAŞ SAHİLİ:
Sahili çakıl taşlıdır. Denizi hemen derinleşmez, sığdır. Sahilde hiçbir tesis yoktur.
GAGAE-GAGAİ-GAXE-MAVİKENT-AKTAŞ:
Mavikent beldesi Aktaş-Yeniceköy Mevkiindedir. Yeniceköy’e yaklaşık 1.5 km uzaklıkta, bir tepenin üzerindedir.
Kentin kuruluş mitosuna göre: yerleşecek toprak peşinde olan Rodoslular, yerli halka toprak isteklerini bildirmek için “ga”ga” (toprak) diyerek iletmişlerdir. İsteklerini aldıktan sonra da buna bağlı olarak yerleşime “Gagai” demişlerdir. Diğer bir söylentiye göre ise, Rodoslu komutan Nemius Kilikia ve Lykialı korsanları yendikten sonra denizde karşılaştığı fırtına sırasında sular içinde mücadele ederken tayfalar uzakta karayı görür ve “ga”ga” diye bağırır ve kıyıya çıkıp canlarını kurtarırlar.
Bu konuda en doğru ve kapsamlı öneri ise: Klasik Gagai sikkesinden yola çıkılarak açıklanır. “Gagai kelimesi eski Anadolu dillerinde bulunan hahha kelimesinden gelmektedir. Normalde yazılışı gaxe formunda olmalıdır. Ata-soy anlamındaki “haha” kelimesi, Yunanca’da “xaxe” yazılamadığı için gage olarak yazılmıştır. Ancak Likçe’de “gaxe” olarak yazılan bu kelime, yapısını Likçe’de bulmaz. Çünkü Likçe’de “g” ile başlayan kelime yoktur. Sonuç olarak: Gaxe, Anadolu dillerindeki hahha sözcüğünden kaynaklanır. Yani Likçe yazıtlı bu sikke, Gagai’nin bir eski Anadolu kelimesi olan “hahhe” den türemiş olduğu anlaşılır.
Araştırmacılar, buraya Lykia’nın önemsiz bir şehri derler. Ünü, şehirde bulunduğu söylenen madenden gelir. Gagai yakınlarında Gages olarak anılan bir akarsudan bahsedilir. Ayrıca yerleşim yakınlarında Gagates diye tanınan bir linyit ocağının olduğu da söylenir. Güneydoğu Lykia’da bulunan krom, manganez ve linyit gibi madenlerin Perikle’nin doğu politikasında belirleyici olduğu düşünülür. Aslında genellikle tersi beklendiği halde Plinius’a göre hem maden hem de akarsu adını Gagai’den almıştır.
YOL:
Gagai, Patara Yol Klavuz Anıtına göre, Limyra-Korydalla-Gagai-Korykos güzergahında yer almaktadır. Deniz yolu bağlantıları da öncelikle Karaöz (Korsan Koyu) ve muhtemelen Finike limanları aracılığıyla sağlanıyordu. Şehir içi yolun mezarlık vadi kesiminde uzanan bir kısmı izlenebilmektedir. Bugün dar bir patika biçimindeki izlenen yolun kaya mezarlığı kesimindeki bir bölümü büyük taşlarla örülmüş teras duvarlı geniş bir yol şeklinde yapılmıştır. Buradan geçen küçük akıntı yatağının üzerinde dolgu köprü oluşturulmuştur.
YUKARI AKROPOL:
Aslında Gagai’nin en erken mimari kalıntılarının tespit edildiği erken yerleşimidir. Yukarı kale, tamamen doğal topoğrafyanın şekliyle yaklaşık dikdörtgen formda biçimlenmiştir. Uzunluğu kuzeydoğu-güneybatı yönünde 120 m genişliği kuzeybatı-güneydoğu yönünde doğu tarafta 56 m, batı tarafta ise 34 m. dir. 6 m yüksekliğe kadar iyi korunmuş durumdadır. Özellikle kuzey ve doğu kesimde kesintisiz olarak seyirdim yoluna kadar ayakta korunmuştur. Yapı tekniği, kireç harcıyla örülmüş moloz taş olup Erken Bizans karakterindedir. Ana girişi, lentosu dışında korunmuştur.
Akropolün en üst kısmında bulunan kuleden, tüm çevre Finike’ye ve Gelidonya burnuna kadar rahatlıkla izlenebilmektedir. Kulenin doğu tarafındaki destek duvarlarının eğimli işçiliği dikkat çekmektedir. Kulenin duvar işçiliği Lykia’da çok örneği bulunan Helenistik kule-çiftliklere benzer.
KİLİSE:
Akropolün batısında doğu-batı yöneliminde konumlanmıştır. Erken kulelerin arasında kuleleri birleştiren duvar üstüne yerleştirilmiştir. Bazilikal planlıdır. Kesme taşlarla örülü dış duvarları ve moloz-harçla örülü iç duvarları vardır. 4 basamağı görülen synthonon ana kayaya oyuludur. Narthekse ilişkin bir duvar görülmez. Kilise planı ve özellikle işçiliğiyle MS 5’nci yüzyıla tarihlenir.
AŞAĞI AKROPOL;
İlk tepenin sınırında denize bakar. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan sur duvarlarının kuzey kesiminde duvarlar, tepenin doğal uzantısı paralelinde batıya doğru 37 m yönelip sonra da kuzeye döner.
Kayalık tepecikleri arasında alçak kesimleri duvarla kapatarak kendi içinde kapalı bir alan oluşturur. Bu kesimde duvar iki kademeli ve güçlüdür. Duvar ve kulelerde MS 10-12’nci yüzyıl ve MS 6-7’nci yüzyıl karakterli işçilikler vardır.
MAĞARALAR:
Gagai Tepesini ikiye ayıran fay zonu içerisinde çöküntülerden de oluşan mağaralar bulunmaktadır. Derin fay zonu çevresinde ve fay zonunda gelişmiş mağara sisteminde içlerinde yapılan araştırmalarda çok sayıda seramik parçası, depo kapları parçaları, mimari kiremit parçaları ve duvarlarda kiriş yuvaları bulunmuştur. Bölgenin en erken seramik buluntusu olan İlk Tunç Çağ örneği doğal galerilerin birinde in situ olarak ele geçmiştir. Akıntının ulaşamayacağı bazı iç kaya gelerilerinin uygun olanlarının çoğunun kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Sonuç olarak: mağara yarıklarının ve mağaraların serin derinliklerinin soğuk hava deposu işlevli olarak dönemler boyunca kullanıldığı anlaşılmıştır.
ROMA DÖNEMİ KAMU MERKEZİ:
Akropolün batı ve kuzeybatısında bugün seralar ve portakal, limon bahçesi olan, Aşağı Akropolün kuzeyinde başlayan düzlükte bazı kalıntılar görülmektedir. Bunlar: muhtemelen tiyatro, hamam, aquadukt, nymphaion, bazilika olabilir. Yerleşimin Roma dönemi kamu merkezinin bu düzlükte olduğu bellidir.
HAMAM:
Rhodiopolis kentindeki Opramoas Anıtı yazıtlarında, Opramoas’ın Gagai’ye bir “balaneion” yapımı için 18.000 dinar yardım verdiği yazılıdır. Kaynaklara göre, güreş, boks gibi oyunların Rhodiapolis, Phaselis, Olympos, Oinoanda, Myra, Patara, Balboura, Kormi, Tlos, Sura gibi Gagai’de de yapıldığı, Gagai’deki festivalin ise Asklepieia Festivali olduğu anılmaktadır. Dolayısıyla Gagai’de MS 2’nci yüzyılın birinci yarısı sonuna doğru yapılmış olması gereken bir hamamın varlığı kesindir.
Çoğunluğu tahrip olmuş 3 bölümlü küçük bir hamamdır. İlk bölüm frigidarium ve apoditerium işlevlerini birlikte karşılayan en büyük mekandır. Diğer iki bölüm ilk bölümün batı duvarına bitişik yan yana uzanmaktadır. Tepidariumun mozaik zemininden büyük bir kısmı toprak altında korunmuştur. Caldariumun hypocaustum sistemi sağlam korunmuştur. Hamama bitişik 200 m karelik alan hamamın palaestrası olarak kullanılmış gibi görülmektedir.
NYMPHAİON:
Hamamın yaklaşık 50 m doğusunda yamaç başlangıcında yarım yuvarlak bir yapıdır. Hamama bakmaktadır. Kuzey taraftan, yamaç paralelinde kente gelen aquaduktun uzantısı bu yapıya yönelmektedir. Yarım yuvarlak kubbeyle örtüldüğü anlaşılmaktadır. İçinde 3 niş bulunur. Tuğla ve taşla örülmüş ve sıvanmıştır.
TİYATRO:
Hamamın güneyinde yamacın başladığı kesimde doğal bir çanak bulunmaktadır. Yoğun bir bitki örtüsü içinde, günümüzde sadece 2 blok saptanabilmiştir. Bunlar kavea sonunda set oluşturan sıraya ait olmalıdır. Alandan anlaşılan, çok küçük bir tiyatronun varlığıdır. Hamam ve tiyatro çanağı arasında kalan düzlük agora olmalıdır ve kaynaklarda bahsedilen Asklepieia şenlikleri ve diğer etkinlikler ve toplantılar burada yapılıyor olmalıydı.
AQUADUKT:
Yerleşimin kuzeyinde, Karaveliler Mahallesi içinde, kuzeydoğu-güneybatı yönünde Mavikente doğru ilerleyen aquaduktun, 250 m lik kısmı çoğunlukla ayakta izlenebilmektedir. Sağlam korunmuş 23 ayak sayılmaktadır. Ayaklar değişik yüksekliklerde korunmuş ancak, ayakları birbirine bağlayan kemerler tamamen yok olmuştur. Toplam yükseklik 4.75 m yi aşmaktadır. Ayaklar her iki yüzde karşılıklı payandalarla desteklenmiştir. Gagai aquaduktu, en yakında bulunan ve muhtemelen aynı tarihte Opramoas’ın desteğiyle inşa edilmiş olan Korydalla aquakduktuyla teknik ve malzeme açısından benzerdir.
NEKROPOL:
Akropol’ün kuzey eteğinde, akropole çıkan yolun çevresinde, daha çok da kuzeyindeki eğimli yamaç boyunca kayalığa yayılmıştır. Mezarların görünen çoğunluğu Roma dönemi kaya mezarlarıdır. Kalanların çoğu yer altı oda mezarlarıdır.
Kaya mezarları daha çok Roma dönemi özellikleri gösterir. Hiç birinde ahşap imitasyon bulunmaz. Lykia tipiyle ilgileri yoktur. Yerleşim tepesi kayalıklarında Lykia tipi hiçbir mezar bulunmamaktadır. Ancak, Gagai’nin yakın çevresindeki Andızlı Tepe gibi bağlantılı garnizon yerleşimlerinde tekil kaya mezarları bulunur.
BULUNTULAR:
Aşağı Akropoldeki yüzey buluntularının büyük çoğunluğu Roma ve Bizans günlük kullanım seramikleridir. Mavikent Yalı İlköğretim Okulu bahçesinde ve Mavikent Yapraklı Mezarlığında çok sayıda devşirme malzeme saptanmıştır. Mezarların yapımında da mezar taşı olarak genellikle Bizans kilise malzemesi olan bloklar ve sütun parçaları kullanılmıştır. Önemli yüzey buluntuları, İlk Tunç Çağ seramiği, üzerinde Tanrıça Athena Parthenos bulunan Roma dönemi yüzük taşı, 7 adet yazıtlı mezar sunağı, 1 mil taşı ve sikkelerdir. Gagai’nin ilk parası Klasik dönemde basılır. Bu ünik sikke, kentin orijinal ismi olan “hahha-gaxe” konusunda çok önemli bilgiler verir ve MÖ 430-420’ye tarihlenir.
Gagai, Helenistik Birlik döneminde sikke darp eden kentler arasındadır. Kentin adını taşıyan sikkenin ön yüzünde defne çelenkli Apollon başı, arka yüzünde ise Kithara ve Aykıon ethnikonu ile birlikte kentin adının kısaltması olan IA yazılıdır. Bu seride sikkeler MÖ 167-MÖ 1’nci yüzyıl ortalarına tarihlenmektedir.
Kentte kült alanlarının olabileceği hibrit mimari kalıntıları olsa da herhangi bir tapınağa rastlanmamıştır. Kentte inanılan asal tanrının Athena olduğu, Klasik Dönem sikkesi üzerindeki Athena betiminden ve bulunan yüzük taşı üstündeki Athena parthenos tan anlaşılmıştır. Athena tapınımını destekleyen diğer belge Gagaiye bağlı Melanippion da Athena Tapınağı vardır.
CORYDELLA-KORYDALLA-KORYDALLA-HACIVELİLER:
Kumluca merkeze 1 km uzaklıkta, merkezin batısında iki tepe üzerinde aralıklarındaki düzlüktedir. Rhodiapolis’e gelmeden önce küçük bir birim olan Korydalla’dan geçilir. Eldeki yazıt ve sikkeler Roma dönemine aittir.
Antik kentin ismi, Likya dilinde “Korydalla” olarak geçer ve isminin kelime anlamı Doruk Hisarcığı’dır.
Araştırmacı Spratt: iki tepe arasındaki kent merkezinde bulunan uzunca duvar üzerinde kentin adını taşıyan bir yazıt gördüğünü anlatır. Miliarium Lyciae bunlardan biridir. Patara Yol Klavuz Anıt yazıtında: güneydoğu Lykia güzergahında Lymra-Korydalla-Gagai bölümünde adı anılmaktadır. Gagai, Rhodiapolis ve Korydalla ile birlikte, muhtelemen bir birliktelik oluşturmaktaydı. Bu üçlü birliğin en büyük kenti olmadığı halde önde geleni Korydalla’dır.
MÖ 5’nci yüzyılda, Pers ordularına bölgede casus Korydallas yol göstermiştir. Kendisi: Corydella şehrinin bir ferdiydi.
Kent, Roma döneminde de varlığını sürdürmüş, ancak özellikle Bizans döneminde gelişmiştir. Zamanla şehirden, kıyı şehirlerine doğru bir göç olmuş ve giderek önemini yitirmiştir.
11’nci yüzyılda Tekeoğulları isimli Türk boyu bölgeye gelmiş, kalıntıların yakınındaki verimli ve kumlu, alüvyonlu ovada “Kumluca” yerleşimini kurmuşlardır.
Günümüzde, zeminde sadece şehre su getiren “Aguaduktur” kalıntıları görülebilmektedir. Başkaca kalıntı yoktur. Çünkü Kumluca evleri yapılırken, kent talan edilmiştir. Antik kentin üzerine Hacıveliler köyü yapılmıştır.
Günümüze ulaşan kalıntılar:
Korydalla’nın durumuna bakıldığında bir mucize gibi bugüne gelebilmiş olan kalıntılardan biri büyük kuzey tepenin arka yüzündeki kaya mezarları, diğeri de küçük tepedeki sarnıç, aquaduktur (su kemeri) ve hypocaustum sistemi görünen, neredeyse tamamen tahrip olmuş bir hamamdır. Bugüne kalışını, ana kayaya oyulmasına (taşınabilir olmamasına) borçlu olan kaya mezarı tek odalı ve cephede tek çerçeveli kapısıyla yayın bir örnektir. Cephede kapının çerçevesini oluşturan silmeler, ahşap bir konutu taklit etmektedir. Bu haliyle klasik Lykia tipi kaya mezarıdır.
Aquadukt:
Bugüne kadar gelebilen en kapsamlı kalıntıdır. Kuzey yönden şehrin bulunduğu tepelere doğru gelir. Kuzey tepenin güney eteğinde düzlükteki kalıntılarla buluşur. Yapı tekniği ve malzemesi Gagai örneğine çok benzer. Yerleşim tepesinin doğu tarafındaki Türk mezarlığında, antik kentten taşınmış pek çok mimari blok mezar taşları kullanılmıştır. İçlerinde yazılı ve bezemeli parçalar da bulunmaktadır. Bugüne kalanlar ise oldukça acıklı miktardadır. Tepede kalmış bir sarnıç parçası ve bir zamanlar var olan bir yapıya ulaşan kaya basamakları.
Günümüzde ve yakın geçmişti, Korydella denildiğinde ilk akla gelen Korydella definesi veya Kumluca definesidir.
Kumluca Definesi
Corydella-Kumluca Definesi:
Sion Hazinesi 1963 yazının sonlarında, Hacıveliler mezrasının (Kumluca’nın 2 km batısında, Likya’da modern bir kasaba olan Büyük Asar (Büyük Harabe-antik kentin bulunduğu yer) denen alanda bulunmuştur. Define yaşlı bir kadın tarafından tesadüfen bulunmuştur. Adı “Kumluca Definesi” olsa da asıl kaynağı Myra’nın kuzeyindeki “Sion kilisesi” dir. Sonradan buraya getirilmiş olmalıdır. Zaten definenin bulunduğu yerde, görünürde bir kilise bulunmaz.
Kumluca Definesinin bulunduğu yer
Hazinenin erken bir Bizans kilisesinin kalıntılarından yaklaşık 30 metre uzaklıkta bulunduğu bilinmektedir.
Hazinenin: MS 7’nci yüzyılda işgalci Araplardan saklanmak için gömülmüş olabileceğine inanılmaktadır.
Definenin bulunması hakkında çeşitli söylentiler bulunmaktadır.
1’nci Söylenti:
1963 yılında Hörü isimli bir çoban köylü kadın bölgede keçilerini otlatırken keçilerinden birinin ayağına bir zincir takılır. Akabinde burada “Corydella” ve “Kumluca definesi” olarak isimlendirilen define bulunur.
2’nci Söylenti:
1961 yılında Kumluca yöresinde yaşayan, yaşlı bir kadın, rüyasında bir define görür. Bu rüyasını çocuklarına anlatır ve ovadaki büyük ağacın altını kazmalarını söyler. Bunun üzerine çocuklar annelerinin söylediği yeri kazarlar ve defineyi bulurlar.
Kumluca Definesi
Define:
Definede bulunan objelerin kesin sayısı bugün bile bilinmemektedir. Muhtemelen 50’den fazla parçadan oluştuğu düşünülüyor.
Hazinenin, gömülme tarihi ve gömülme nedeni bilinmemektedir.
Definede: Likya birliği ve Roma dönemlerine ait birçok sikke bulunmaktadır. Ayrıca: gümüş kilise eşyaları vardır ancak bu kilise eşyalarının işçilikleri muhteşem güzeldir.
Kilise eşyalarının üstünde: Myra kuzeyinde “Sion kilisesi” ne ait oldukları belirtilmektedir. Objeler: MS 6’ncı yüzyılda, tek bir atölyede, ancak farklı teknikler kullanılarak yapılmıştır.
Parçaların üstünde: Bizans’ın en görkemli olduğu İmparator I Justinianus döneminde, Konstantinopolis yani İstanbul şehrinde yapıldıklarını gösteren damgalar vardır.
Bir kısım obje üzerinde ise, monogramlar görülür. Bunların: hayırsever Piskopos Eutykhianos tarafından Sion Manastırına hediye edildiği belirtilmektedir.
Güney Likya dağlarındaki bir manastır için, bunlar olağanüstü hediyelerdir.
Hediyeler arasında: büyük bölümü altın ve bir kısmı gümüşten: altın kaplamalı tepsiler ve haçlar, kandiller vardır. Özellikle: İmparator I Justinianus döneminden (MS 527-565) kalma buhurdan büyük ilgi çeker.
Buluntular: Bizans dönemini yansıtması, maddi yönü ve bilimsel değerinin çok yüksek olması nedeniyle bütün dünyanın ilgisini çeker.
Sonuç olarak: değerli eşyalardan oluşan definenin önemsiz bir yerdeki basit bir kilise ait olması beklenemez ve nihayetinde buluntular Myra’nın arkasındaki Sion Manastırına aittir.
Kumluca Definesi
Definenin Talan Edilmesi:
Define haberinin alınmasının ardından: eski eser kaçakçıları, derhal İstanbul’dan Kumluca’ya gelirler. Antalya Müze Müdürü ise, Antalya’dan Kumluca’ya gidecek bir araç bulamadığından geç kalır ve Kumluca’ya ulaştığında, definenin büyük bölümünün yöreden kaçırıldığını görür, definenin sadece küçük bir bölümünü (20 parça kadar) ele geçirir. Definenin talan edilişine son anda yetişen Antalya Müze Müdürü Ebcioğlu, ancak Jandarmanın yakalayabildiği 20 eseri müzeye görüleldi.
Definenin yöreden kaçırılan büyük bölümü ise, uluslararası kaçakçı Yorgo Zakos tarafından, Amerika’da yaşayan emekli büyükelçi Robert Bliss ve eşi Mildret Bernes Bliss’e, 1 milyon dolara satar. Onlarda defineyi müzeye bağışlamışlardır.
Yorgo Zakos, define parçalarını 1962 yılında Kumluca’dan satın almış ve resmi soruşturmadan kaçmak için 1963 yılında Türkiye’den kaçmıştı.
Define, 1963-1965 yılları arasında, İstanbul üzerinden önce İsviçre ve oradan da Amerika’ya kaçırılır. Küçük bir kısmı ise, Avrupa’daki bazı koleksiyoncular tarafından satın alınır.
Günümüzde: İngiltere-Londra Hewit Koleksiyonunda 4 parça ve Digby koleksiyonunda ise 1 parça vardır. Ancak Hewit koleksiyonunda bulunan parça başkalarına satıldığı için günümüzde akıbeti meçhuldür. İsviçre’de bazı koleksiyoncularda da definenin bazı parçalarının bulunduğu tahmin edilmektedir.
Antalya Arkeoloji Müzesinde ise, sadece 14 parça Sion eseri olarak definenin parçaları sergilenmektedir.
Definenin 18 parçalık bölümünün yani kayıt bölümünün, 1964 yılında Atina’da yapılan bir toplantıda İstanbul Arkeoloji Müzesinden Nezih Fıratlı tarafından fark edilir. Kısa bir süre sonra hazinenin ülkemize iade edilmesi istenir. Ancak iade edilmez.
Halen Amerika’da Dumbarton Oaks Koleksiyonunda bulunmakta ve Washington şehrinde Dumbarton Oaks Müzesinde sergilenmektedir. 1968 yılında bu yana yapılan görüşmeler, henüz olumlu bir sonuç vermemiştir.
Müze envanterinde günümüzde Kumluca definesine ait 18 parça eser bulunmaktadır.
Kumluca Definesi
Sonuç:
Define parçalarının ülkemize iade edilmesiyle ilgili olarak yıllardır Amerika’da bulunan Dumbarton Oaks Müzesi yetkilileriyle görüşülmektedir, ancak herhangi bir olumlu gelişme olmamıştır.
Kumluca Rhodipolis
RHODİAPOLİS:
Kumluca merkeze 5 km uzaklıktadır.
Rhodiapolis, Sarıcasu’nun arka bölümünde, deniz seviyesinden 300 metre yükseklikteki bir tepe üzerinde bulunur.
Tepenin güneyinde Kumluca düzlüğüne ve Akdeniz’e bakan yamaç: yapılarla doludur. Çünkü Rhodiapolis’in en önemli özelliği şehirciliktir. Dar ve zor arazide oldukça başarılı planlanmış kompakt bir kent yaratılmıştır.
Yapılar arasında sadece cadde ve sokak boşlukları dışında bir boşluk yoktur. Eğimli arazide, kentsel yapılaşmaya imkan tanıyan, çok sayıda teras çoğunlukla sarnıçlar ile oluşturulmuştur.
Böylece hem su ihtiyacı karşılanmış, hem de yapılara uygun düzlükler sağlanmıştır.
İsmi nedeniyle şehrin Rodoslular tarafından kurulduğuna inanılmaktadır.
Theopompos’un yazdıklarına göre: Rhoriapolis şehri ismini Mopsos’un kızı Rhodos’tan alır.
Bir başka yazara göre ise, şehir Troya savaşından sonra Akhaların önderi Amaphilokhos tarafından kurulmuştur ve şehre aynı zamanda bir kahin olan kızı “Rhodia” nın ismini vermiştir.
Bölgedeki şehirlerin merkezi konumundaki Rhodiapolis şehri Likya birliğinde 1 oy kullanma hakkına sahipti. Ancak çevresindeki küçük kentlerin ise, üçü bir arada sadece 1 oy kullanabiliyordu.
Rhodiapolis, Doğu Likya’nın sınır kentidir. Likya bölgesi bundan sonra bitiyor. Şehir, zengin ve verimli arazilere sahipti.
Ören yerinde: Akropoldeki kalıntılar dışında, kuzey ve doğu Kumluca ovaları ve Akdeniz’i çevreleyen yamaçlarda da bina kalıntıları vardır.
Rhodiapolis: başarıyla planlanmış çok kompakt bir şehircilikle öne çıkmaktadır.
Binalar, birbirine yakın konumlandırılmıştır.
Eğimli arazide, teraslar oluşturulmuştur. Çünkü Rhodiapolis şehrinde yeterince düz arazi yoktur.
Klasik dönem Rhodiapolis sakinleri, tepenin üzerinde yaşıyordu.
Kaya mezarları ile kuzey vadisindeki ev kalıntıları, orada daha küçük bir yerleşim kurulduğunu gösterir.
KENTTE YAŞAMIŞ ÖNEMLİ KİŞİLER:
OPRAMOAS:
Kentin en ünlü simasıdır.
Antonius Pius (MS 138-161) döneminde yaşamış ve Likya’nın en zengin ve en ünlü hayırsever adamı olmuştur. Kendisi, yaptığı tarımsal ürünler ve deniz ticareti sayesinde büyük bir servet edinmişti.
Opramoas’ın Likya birliğinde üstlendiği ilk görevi: arkhiphylakia olur. Erken dönemdeki hizmetleri nedeniyle, 4 kez onurlandırılır. Bu onurlandırmalarda: bronz heykel, altın kaplama ikon ve altın çelenk almıştır.
MS 131-132 yıllarında cömertliğini kanıtlayan Opramoas, Likya birliği tarafından yıllık onurla onurlandırılmıştır.
MS 136 yılında, İmparator kültü başrahipliği ve Likya birliği yazmanlığı görevini alır.
Opramoas’ın tüm Likya’da yardım etmediği şehir yoktur.
Özellikle, MS 141 yılında, depremde yıkılan pek çok yapı, Opramoas tarafından onarılmıştır.
Kentlere yapılan yardımlar dışında: kurduğu vakıf sayesinde: Likya’da 16 yaşına gelmiş bütün çocukların eğitim ve beslenmeleri, yaşlılar için kefen parası, genç kızlar için çeyizlik ve yoksullara yiyecek yardımları da yapmıştır.
İmparator Hadrianus: Asya olaylarını detaylıca bilen Likyalı tüccar Opramoas’ın gizli raporlarının, Palma tarafından alaya alındığını” anlatır.
Yöredeki birçok antik şehrin günümüze ulaşmasında Opramoas tarafından şehirlerin deprem sonrasında yeniden imarında yapılan yardımın büyük katkısı olmuştur.
2015 yılında Prof. Dr Nevzat Çelik’in girişimleriyle, Opramoas Antalya Sanayici ve İşadamları Derneğine onursal üye yapılmıştır.
HERAKLEİTOS;
MS 2’nci yüzyılda yaşamış bir hekim ve din adamıdır.
Atina’da rahiplik yapmış, belli bir yaştan sonra da Rhodiapolis şehrine geri dönüp şehirde Asklepios kültünü kurmuş ve başrahip olmuştur. Ayrıca bir hastane açmıştır.
Böylece, şehir aynı zamanda bir sağlık merkezi olmuştur.
Kazılarda hastane ve tedavi odaları bulunmuştur. Üç girişli bir yapı ve burada su tedavisi ve telkin odaları gün yüzüne çıkarılmıştır. Çünkü hastanede su tedavisi yapılıyor, telkinle hastalar iyileştiriliyordu.
Hastanede masaj odaları, yağlanma odaları ve telkin odaları vardı. Tedavi odalarında küçük krem kaşıkları, iğneler bulunmuştur, ayrıca yatakhaneler de vardır.
Ayrıca kütüphane tespit edilmiştir. Ancak ortaya çıkan yapıların ve yazıtların anlamları tam olarak çözülememiştir.
ARKEOLOJİ KAZI ÇALIŞMALARI:
Şehir, ilk kez, 1842 yılında İngiliz bilim adamları Daniel, Sprat ve Forbes tarafından keşfedilmiştir. 1881-1882 yıllarında da çalışmalar devam etmiştir.
KALINTILAR:
Rhodiapolis şehri, Likya dilinde yazıta sahip kaya mezar dışında, MÖ 7’nci yüzyıl öncesini yansıtacak kalıntılara sahip değildir. Bizans çağı yapılarının büyük kısmı da tahrip olmuş, günümüze ulaşmamıştır.
Kumluca Rhodipolis Tiyatro
TİYATRO:
Tiyatro, kentin kuzeyinde, bugün görülebilen Bizans yerleşiminin bulunduğu Akropol tepesinin güney doğusundadır. Kamu merkezinin kuzey sınırındaki son kamu yapısıdır. Kentin kamu merkezinin belirleyici ve genel olarak da şehirciliği etkileyen temel yapı olarak merkezi bir konumdadır.
Tiyatro, güneye bakar. Yöneliminden dolayı, gün boyu güneş alır. Helenistik dönemde en erken inşa edilen yapıdır. Yerli kireçtaşından yapılmıştır.
Roma döneminde, kent merkezinde yer bulma sıkıntısı yaşandığından, kamu yapıları, kentin en önemli yapısı konumundaki tiyatro çevresinde konumlanmıştır.
Tiyatronun Cavea bölümü oldukça iyi korunmuştur. Sahne binasının, hyposkene ve postskene bölümleri de iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.
Oturma sıralarının uçlarında bulunan aslan ayağı kabartmalarıyla Cavea, ince bir işçiliği sahiptir. Cavea’nın sekizde dörtlük bölümü, yamaca yaslanmıştır. Kuzey batı analemma duvarı, palygonal duvar örgüsü ile yükseltilmiştir.
Caea’nın çapı 40 m dir ve 7 klimakes ve 6 kerkides’e bölünmüştür. Cavea’da 18 oturma sırası vardır. Cavea önünde: cella curilis denen iki koltuk, en arka sırasında ise bisellum olarak taht-bank şeklinde koltuk sırası bulunmaktadır.
Seyirci kapasitesi 1400 kişi civarındadır. Cavea’da taşçı işaretleri bulunmaktadır.
Tiyatro, Helenistik dönemde baldachin, Roma döneminde ise, velarium denen farklı gölgelik sistemlerine sahiptir. Çünkü oturma basamaklarındaki oyuklar bunu kanıtlar.
Tiyatroya giriş-çıkışlar, doğu ve batı parodoslardan sağlanmaktadır.
Orkestra formu daireseldir ve çapı 10.50 metredir. Zemin ise sıkıştırılmış topraktır.
Sahne binası, zeminle birlikte 2 katlıdır ve mimari stili Dor düzenindedir. Ölçüleri: 7.94 x 16.11 m. dir.
Doğu-batı aksında uzanır. Sahne binasının üst kesimi tamamen yıkılmıştır. Sadece zemin katı görülmektedir.
Tiyatroda önemli yazıtlar bulunmuştur.
Tiyatronun üst kısmında: batıya doğru sadece apsisi korunarak günümüze ulaşmış bir kilise bulunmaktadır. Amfi tiyatro, Geç Roma dönemine kadar kullanılmıştır. Bu dönemde tek tanrılı dinle birlikte tiyatro faaliyetleri sona ermiş ve yasaklanmıştır.
Tiyatroda, 22 Haziran 2011 tarihinde yapılan bir organizasyon ile konser düzenlenmiş ve bin yılı aşkın bir zaman diliminden sonra tiyatro, tekrar müzikle buluşmuştur.
Tiyatro Yanındaki Toplantı Salonu:
Geç Roma döneminde, tiyatronun var olan duvarı kullanılarak ek mekanlar yapılmıştır. Bu yapı, kare formludur. MS 3 ile 5’nci yüzyıl arasında yapıldığı tahmin edilmektedir.
Stoa teras duvarına kadar uzanır. Cephe yapısallığı belirsizdir.
Görünüşe göre, iki katlı stoanın üst katı bu yapıya 9 metrelik bir ön alanı oluşturmaktadır. Stoa sonu ile yapı arasında, dar bir geçiş koridoru bırakılmıştır.
Burası: Rhodiapolis şehrinin, dar alanda şehircilik karakterinin en sıkışık ve aynı zamanda en başarılı uygulamasıdır.
Sahne binasından sonra yapılan toplantı salonunun, batı arka duvarı, sahne binasını kısmen keserek oturtulmuştur.
Dış duvarları çoğunlukla blok taşlardan örülüdür. Sadece arka duvarında, ana bölümler moloz taşla kapatılmıştır. İçinde 4 sıra oturma basamakları vardır.
Kumluca Rhodipolis Opramoas anıt mezarı
OPRAMOAS ANIT MEZARI VE STOASI:
Önce: Opramoas kimdir?
Mezarın sahibi Opramoas Likya bölgesinin ünlü hayırseveridir. Kumluca’da doğmuş ve orada ölmüştür. Bölgenin en varlıklı ailesinin en ünlü üyesidir. Adının anlamı gibi “güçlü” dür. Yöneticidir, mahkeme başkanıdır, komutandır, başrahiptir, iş adamıdır, tüccardır, bankerdir, toprak sahibidir ve en çok da hayırseverdir. Yaşamının olgun ve üretken dönemleri, İmparator Antoninos Pius dönemine rastlar. (MS 138-161) Kardeşi Apollonius: İmparator kültü başrahibi, Lykia Birliği yazmanı ve Lykiarkhos idi. Annesi: Korydallalı Aristokila (Aglais), babası Rhodiapolisli Apollonios’tur. Opramoas’ın ilk Claduia gibi tüm Lykia’nın en ünlü ve zengin aileleriyle akrabalık bağları vardır. Opramoas’ın ilk görevi, MS 114 yıllarında Arkhipylakia olmuştur. 136 yılında İmparator Kültü Başrahipliği, Lykia Birliği yazmanı ve Lykiarkhos olmuştur. Çok kez onurlandırılır. Opramoas’ın neredeyse tüm Lykia’da el vermediği kent yok gibidir. En faal zamanı: MS 114-152/153 yılları arasındadır. Özellikle 141 depreminden sonra yıkılan pek çok yapı Opramoas tarafından parası verilerek onartılmıştır. 3000 dinardan 10.000 dinara kadar değişen miktarlarda yardım etmiştir. Lykia kentleri arasında ayırım yapmaksızın, Limyra’dan Patara’ya Ksanthos’tan İdebessos’a kadar, başı sıkışan OPramoas’a koşmuştur. 100.000 dinarla Myra ve 80.000 dinarla Tlos’un en büyük desteğini almış olması dikkat çeker.
Opramoas’ın yardım miktarı bilinen ancak ne için olduğu bilinmeyen kentler olduğu gibi, yardımın miktarını ve nedeni bilinmeyen kentler de vardır. Lykia birliği için yıllık geliri 20.000 dinar olan topraklarını bağışlamış, birlik üyelerine 10’ar dinar aidat ödemiş ve Kumluca ovasındaki Paidagogos ve Kharadrai adlı tarım arazilerinin yıllık geliri olan 1250 dinarı, Tlos’daki bayramlar için bağışlamıştır. Kentlere yapılan yardımlar dışında, Örneğin: festival giderleri, ölüm masrafları, evliliğe hazırlık giderleri ve fakir fukaraya yaşam yardımı gibi pek çok konuda toplumsal hibelerde bulunmuştur. Yaşamı boyunca yaptığı yardımların 3 milyon dinar gibi astronomik bir miktara ulaştığı hasaplanmaktadır.
Şimdide anıt mezar:
Anıtın cephesi ve iki yan yüzündeki yazılar, antik dünyanın ikinci en uzun eski Yunanca yazıtı olma özelliği taşır. Uzunluktan öte asıl içerik benzersizdir. Mezarın ön ve yan duvarlarına kazınmış olan yazıtın uzunluğuna karşın, taş yazım ustası/ustaları tarafından sadece 13 hata yapılmış olması da dikkate değerdir. Yaklaşık her biri 100 satından oluşan 20 sütunda, 36.000 harften oluşan 7260 kelime bulunmaktadır. Toplam 70 döküman vardır.
Tüm yardımlar ve onurlandırmalar yanında Roma İmparatorlarıyla mektuplaşmaları içeren 12 yazıt, prokuratorlardan gelen 19 mektup, Lykia birliğine ait 33 döküman, Opramoas’ın anıt mezarının duvarlarını doldurmaktadır.
Bu mektuplar özellikle Antoninus Pius ile olan yazışmalardır. İmparator Hadrianus’un anılarında “Asya olaylarını iyi bilen Lykialı tüccar Opramoas’ın gizli raporlarının Palma tarafından alaya alındığını” anlatır. Bu durum, dönemin yerli iktidar sahipleri ve zenginlerinin Roma yönetiminde senatörlük ve diğer görevleri alabilmek için kamu yararına ve Roma istekleri ve beklentileri doğrultusunda işler de yaptıkları açıklar. Bunun iyi yanı, kendi bölgesini Roma gücünden daha çok yararlandırmak ve kendi hanedanının ekonomik ve siyasal gücüne güç katmaktır.
Mezar anıtı: karakteristik prostylos tapınak düzenindedir. Bölgede birçok benzeri bilinen 2’nci yüzyıl Roma dönemi moda tapınak planındadır. Sadece cepheden basamaklarla çıkılan bir podyuma sahiptir. Podyum ucunda 4 sütunlu bir cephe düzenlemesi bulunur.
Batı yan ve cephe duvarlarının tamamı ile doğu yan duvarın ilk yarısı yazıtlı bloklarla örtülüdür. Mezarın kuzey köşesi, tiyatro sahne binasına değecek şekilde yerleştirilmiştir. Amaç sahne binası ile Agora teras duvarı arasında kalan, 19 metre genişlikteki alana yapıyı sığdırmaktır. Anıtın boyutları: 7.6 x 6.7 metredir. Tüm yapıda kesme taş bloklar kullanılmıştır.
Güneybatı yan duvarın tamamı, cephenin tamamı ve kuzeydoğu yan duvarın ön yarısı, yukarıda anılan ünlü Opramaos yazıtlarıyla doldurulmuştur.
Yapıda ele geçen tek kabartma; çatı alınlığındaki Medusa başıdır. Yuvarlandığı Stoa alanında bulunan Medusa bloğunun ele geçen parçaları onarılarak birleştirilmiştir.
Stoa
Opramoas Tapınak mezarının güney ve batısı boyunca Stoa uzanır. Ön tarafı 2 katlı stoanın ikinci katından oluşur. Yan uzun kolu ise; Opramoas’ın terasının güney köşesinden tiyatronun batı köşesine kadar uzanıp analemma duvarıyla birleşir.
Toplam 45 m uzunluğunda ve hafif iç bükey uzayan yapının genişliği 4.5 m civarındadır. Stoa duvarı boyunca çok standart olmayan ölçülerde 8 adet niş açılıdır. Stoa tavanını, kiremit kaplı ahşap bir çatı örtmektedir. Opramoas Stoası: Opramoas’ın ardılları tarafından, MS 2’nci yüzyılın ikinci yarısında tapınak mezarla birlikte aynı projeyle yapılmış olmalıdır. Opramoas’ın hayır işleri listesinde bu yapıların anılmamış olması da bu öneriyi doğrular gibidir.
Yani, bölgede birçok benzeri bulunan, 2’nci yüzyıl Roma dönemi moda tapınak planındadır. Sadece cepheden basamaklarla çıkılan bir merdiven vardır. Bu podyuma çıkan merdiven ölçüleri: 2.34 x 3.07 metredir.
Podyum ucunda: 4 sütunlu bir cephe düzenlemesi görülür. Sonraki dönemde, yapının özellikle cephesi tahrip edilmiştir. Bu kesimdeki mermer malzeme: alt terastaki Bizans kireç kuyusunda yakılmıştır.
Batı yan ve cephe duvarının tamamı ve doğu yan duvarının ilk yarısı, yazılı bloklarla örtülüdür. Arka duvar ise boştur.
Bu kitabeler 64 belgeden oluşmakta olup, Opramoas’ın bütün resmi ilişkileri sıralanmaktadır. Bu belgeler arasında: 12 İmparator mektubu, 19 Procurator mektubu ve 33’ü birlik toplantısına ait belgedir.
Bu yazıtlı anıta ait bloklar, çevreye dağılmıştır. Bu kayıtlarda: Opramoas’a sunulan onurlandırmalar ile kendi şehrine ve diğer şehirlere yaptığı hayır işleri anlatılmaktadır. Mektuplar, özellikle Antonius Pius ile olan yazışmalardır.
Yazışmalar içerisinde bu kişinin Lkkiarkh (Likya birliği yöneticisi) olduğu da anlaşılmaktadır. Anıtın üstünde kırma çatı bulunur.
Çatı kiremit kaplıdır. Tüm yapı: kesme taş bloklarla örülüdür.
Kumluca Rhodipolis Agora/Stona
AGORA/STOA:
Kuzeydoğu-güneydoğu doğrultusunda uzanır. Şehrin en merkezi kamu yapısıdır.
Agora ve Stao birlikte tasarlanmıştır. Yapılış tarihi olarak muhtemelen MS 1’nci yüzyılın ilk yarısı düşünülmektedir.
Stoa, Agoranın batısı boyunca uzanan, yarı kapalı bölümdür. Toplam 59 m uzunluktadır. Tüm alanın genişliği güneyde 29.90 m, kuzeyde 19.15 m dir. Bunun 9.20 m genişliğindeki batı yarısı Stoadır.
Agoranın güney tarafında, 4 büyük sarnıç, terasın alt yapısını oluşturur. Agoranın iki tarafında da giriş vardır. Stoanın ortasına denk gelen yerde in situ düşmüş bloklardan burada 2 katlı bir stoa olduğu kesinleşmiştir. Stoa zemininin 60 m boyunca, tamamen mozaik döşeli olduğu anlaşılmıştır. Bunlar geometrik desenlidir.
Agoranın kuzeydoğu köşesinde, heykel kaideleri bulunmuştur. Ancak heykeller yoktur.
Alanın kuzeydoğu köşesini oluşturan eksedranın üstünde, heykellerin dizili olduğu, Agoranın anıtsal bir kısmını oluşturduğu ve agora boyunca 2 katlı stoanın karşısında, tek taraflı ilerleyen ve bugün kuzey yarısı sağlam olan 3 basamaklı oturma sıraları, burada belki yarışların ve diğer başka etkinliklerin de yapıldığını düşündürür.
Kentin en hareketli meydanını oluşturan Agora ve 2 katlı Stoa, diğer kamu alanlarıyla organik bağlar içindedir. Hatta 2 katlı Stoanın ikinci katı, aynı zamanda Opramoas Stoasının üst terasındaki etkinliklere hizmet veren doğu kanadını oluşturur. Bu organik bağlar, iki katlı stoanın, Opramoas stoası ile aynı tarihlerde, birlikte yapılmış olduğunu gösterir.
Dolayısıyla MS 2’nci yüzyılın birinci yarısına tarihlenir. Mimari yapı taşlarındaki bezekler de bu durumu doğrular.
TAPINAKLAR:
Kent merkezinin farklı yerlerine konumlandırılmıştır. Akropolün tiyatroya bakan kente ve manzaraya egemen olduğu doğu köşesinde, merkezdeki yol kavşağından ve Asklepieion içinde ve önünde olmak üzere hangi tanrıya ait oldukları henüz netleşmeyen tapınaklar vardır. Tapınak konumlamaları aynen antik kaynaklarda tanımlandığı gibidir. “Kutsal yapıların temiz ve güvenli kalabilmeleri için kamu merkezinde yer almaları uygundur.”
Kumluca Rhodipolis Hadrian Sebasteion
HADRİAN SEBASTEİON:
Rhodiapolis şehrindeki kutsal alanların en özel koruma ve mimariye sahip olanıdır. İmparator ailesinin bir tanrı gibi tapınım gördüğü Lykia’nın en özel İmparator Kült Binasıdır. Daha da önemlisi Opramoas ailesinin kurucu atalar kültü için biçimlendirilmiş kült/anı salonu da tıpkı yanındaki İmparator Salonu gibi planlanmış ve tamamen organik bağlantılı inşa edilmiştir. Batıdaki Sebasteion ve hemen bitişiğindeki Opramoas ata kültü salonunun alanı ortak düzenlenmiştir. Kamu merkeziyle tam bir bütünlük içerisinde, ortak merkezi alana bakacak biçimde konumlanmıştır. Genellikle hamamların palaestralarında bulunan Anadolu’da çoğunlukla bağımsız yapı özelliği göstermeyen yaygın örnekleriyle bilinen İmparator Kült Salonu (Sebasteion) Rhodiapolis’de farklı olarak bağımsız ve anıtsal bir yapıda özgün bir planla yerini bulmuştur.
Asimetrik dikdörtgen yapıdadır. Doğu cephesi blok taşlarla örülüdür ve zemin kattan giriş vardır.
Kumluca Rhodipolis Hadrian Sebasteion
Doğu-batı yönde uzayan, anıtsal nişli cephe şehir merkezine hakimdir. Zemin kat, son blok sırasına kadar korunarak günümüze ulaşmıştır.
FORTUNA TAPINAĞI:
Tapınağın ön alanını oluşturan, tonozları çökmüş olan sarnıçlara düştüğü tespit edilen podyum blokları kaldırılarak orijinal yerlerine konulmuştur. Tapınağın giriş yüzü: kuzeye ana alan girişine bakar.
Bu yüzün iki yanında, tapınağa bitişik birer heykel kaidesi bulunmaktadır. Kaidelerden biri kütüphaneye, diğeri ise doğuya nişe bakmaktadır.
Kumluca Rhodipolis Asklepion
ASKLEPİON:
Fortuna Tapınağı ve Kütüphanenin bulunduğu, kentin güney batı alanında, Sebasteiona bitişiktir. Yapı MS 2’nci yüzyıla tarihlenir. Asklepeion ve Asklepeios ile ilgili yazıtlar, bu yapının çevresinde bulunmuştur.
Herakleitos tarafından Lykia’ya getirilen kültün, şimdilik bölgedeki tek örneğidir. Asklepeios ve kızı Hygeia’ya heykeller adayan ve ilk kez bölgede Asklepeios kültünü kuran Herakleitos yazıtı, bu yapının hemen arkasında bulunmuştur.
Kentin merkezinde, güney kesimi oluşturan tapınaklar adasında, Sebasteion’un batı bitişiğindedir. Yapının ana girişi önünde, Asklepeion yazan bir yazıt bulunmuştur.
Bölgenin tek yuvarlak planlı tapınağı da bu avlulu kompleks yapının merkezindedir.
Kentin tıp ve sağlık amaçlı yapısıdır.
İçinde bir kütüphane bulunur. Kütüphane’de Lykia’nın bilinen tek örneği olarak önemlidir.
Kentin doğu-batı ana yol aksında, Sebasteion ile aynı yöne bakışımlı olarak birlikte etkileyici bir kutsal yapı gurubu oluşturulur.
Asklepeion yapısının alt yapısı, sarnıçlardan oluşmuştur. Bu kısım bir avlu görevindedir. Kuzey yönünde 3 kapılı bir Stoa alanından mekana girilir. Giriş kapısından sonra, geniş bir koridor vardır.
Doğu ve batıda bulunan odaların girişi, bu alandan sağlanır. Avlunun doğu ve batısında 6 mekan vardır. Bu mekanlar hasta odalarıdır.
Alandaki diğer yapılar gibi, buranın da yapı duvarlarında da: doğal nedenlere bağlı bozulmalar ve yapısal kayıplar olmuştur. Duvar: moloz taş ve kireç harcı kullanılarak inşa edilmiştir.
Asklepion ve Sebasteion’un birlikteliği, Rhodiapolis’te bulunan en önemli iki kimliği sahibi olan Opramoas ve Herakleitos isimlerini yücelten ve hatta İmparator Kültüyle bağdaşık olarak yükselten sosyal durumlarını yansıtmaktadır.
Özellikle Opramoas ailesi ve Herakleitos gibi bir kaç aristokrat, MS 2’nci yüzyıldaki kentin en parlak şehirleşmesine imza atmışlardır.
Bu elitlerin, özellikle de Opramoas ailesinin inşa ettirdiği yapılar çıkarıldığında Rhodiapolis’ten geriye pek bir şey kalmaz.
Bu aristokrat ailelerin sayısının oldukça az olduğu, kentte çok az sayıda olan zengin konutlarından da anlaşılmaktadır.
KÜTÜPHANE:
Fortuna Tapınağının batı bitişiğindedir. Tapınakla aynı ön alana bakmakta ve kapısı da bu yöne açılmaktadır. Hekim Heraikleitos tarafından MS 2’nci yüzyılda yaptırılmıştır. Heraikleitos yazdığı 6 ciltlik eserinin de burada bulunuyordu.
Yapı dikdörtgen planlı ve tek hacimlidir. Kütüphanenin duvarları genellikle moloz taş ve harçla örülmüştür. Sıva üstü mermer kaplamadır. Yapının küçük ölçülerine göre oldukça güçlü görülen duvarları 1.20 metre kalınlıktadır.
Yapının kalın duvarları içinde: 0.50 metre derinlik ve 1.5 metre genişlikte nişler açılmıştır. Kuzey duvarda 3 ve doğu duvarda ise 2 niş vardır. Doğu yüzü ortasında, tapınakla bakışımlı bir giriş vardır. Güney tarafı yamaca bakar.
BÜYÜK HAMAM:
Şehrin doğusunda, son kamu binasıdır. MS 2’nci yüzyıla tarihlenmektedir. Güneydoğu’dan kente çıkan ana yol güzergahının ilk ulaştığı yapıdır. 25.57 m genişlikte ve 40.75 m uzunlukta toplam alanı 1077 metre karelik alanı kaplayan yapı akropolün doğu eteğinde eğimli arazide tek başına durmaktadır.
Güney yarısını, palaestra ve palaestranın alt yapısını/terasını oluşturan 4 büyük sarnıç, kuzey yarısını da hamam birimleri oluşturur. Roma döneminde kendi içindeki revizyonları yanında, asıl radikal müdahaleler Bizans döneminde olmuştur. Bizans döneminde tüm yapı, hypocaustuma kadar kullanılmıştır. Hamamın güney yarısını oluşturan palaestra bloğu, yıkanma bloğundan çok daha büyüktür. Tonoz örtülerin çökmüşlüğü dışında sağlam kalmıştır.
Likya bölgesi, sıralı I tipi hamam planındadır. Hamam duvarlarındaki moloz taşlar, harçla örtülmüştür. Hamamın ana mekanı, tonoz örtü ile kapatılmıştır.
Hamamın içinde su basınç odası olarak adlandırılan kastellum vardır. Duvarlar arasında eğimli hava kanalları bulunur. Duvarlar: terrakota çivilerle ısıtılmaktaydı.
Hamam basamaklı yolla yerleşim merkezine, doğusundaki yolla konut alanlarına bağlanır. Sosyal buluşma merkezi, kültürel-sportif etkinlikler ve hijyen-sağlık yapısı olarak Roma dönemi kent yaşamında önemli yeri vardır. Bizans döneminde konut ve işlik gibi tamamen farklı fonksiyonlarla yeniden biçimlendirilerek kullanılmıştır. Büyük hamamın kuzeydoğusunda bulunan küçük hamam, şehrin merkeze en uzak ve diğer yapılardan en kopuk yapısıdır. Yer seçimi irdelendiğinde, bugün de hala biraz akmakta olan su kaynağının etkin olduğu düşünülebilir. Konumu ve boyutlarıyla şehircilikteki yeri MS 4’ncü yüzyılın sonlarında yapılmış olduğunu düşündürür.
Yapının güney yarısında paestra altında sarnıçlar vardır. Kuzey yarısında ise hamam bulunur. Yapı iyi durumda korunarak günümüze ulaşmıştır. Bizans döneminde kullanılmıştır. Tasarımı: Anadolu hamam-gymnasium modelindedir.
KENOTAPH:
MÖ 2’nci yüzyıla tarihlenen bir anı mezardır. Henüz burada kazılara başlanmadığından bilgi yoktur.
Kumluca Rhodipolis Nekropoller
NEKROPOLLER:
Şehrin nekropolleri, şehre gelen ve giden yolların kenarlarında yoğunlaşmıştır.
En erken Nekropol, yerleşimin kuzeyindeki vadi kenarında bulunan kayalıklardaki kaya mezarlığıdır. Kentin çevresindeki Roma dönemi nekropolleri, genellikle çok tonozlu oda mezarla ve lahitlerden oluşmaktadır.
Lahitler, kentin güneyinden çıkan yol boyunca yoğundur. Oda mezarlar ise, kentin kuzey ve kuzeybatısında çoktur.
Kent merkezindeki cadde kenarlarında da anıt mezarlar görülür. Roma dönemi anıt mezarları, kentin merkezinde yol boylarında dizilmiştir.
Ancak, Rhodiapolis kentindeki en önemli mezar, Tiyatronun sahne binasının arkasında bulunan Opramoas anıt mezarıdır.
KAYA MEZARLAR:
Şehirde 26 tane kaya mezar varlığı tespit edilmiştir. Ancak bu mezarların sahiplerinin yaşamlarına ait bir mimari kalıntıya henüz rastlanmamıştır.
DÜKKAN VE İŞLİKLER:
Kent merkezinin batı kesiminde, ana caddenin batı kapısıyla Agora arasında kalan adasında yol boyunca dizilen ve kuzeye yamaca doğru genişleyen alanda pek çok yapı kalıntısı bulunur. Çoğunlukla Bizans dönemi yapıları olan bu birimler yer yer Roma kalıntıları üzerine yükselmiştir. Bu alandaki yapıların dükkan ve işlik olması beklenir. Şehirde bu fonksiyonu karşılayan tek alan da burasıdır. Bu gurup dışında tiyatronun batı bitişiğindeki gibi yeme-içmeye yönelik bazı iş yerleri de bulunmaktadır. Üretime yönelik çok az bulgu söz konusudur. Bunların en belirgini konut alanının doğusunda kalan arazide ortaya çıkan zeytinyağı işliğidir.
KONUTLAR:
Roma döneminde yapılmış ve Bizans döneminde de çoğunlukla kullanılmış olan konutlar, iki ana gurupta incelenir.
İlki: şehrin seçkin yerlerinde manzaraya bakan ve başka yapılarla sıkıştırılmamış, ferah alanlarda bulunan villalar, diğeri de çoğunlukla halkın oturduğu konutlardır.
Kent merkezinin kuzey kesimi tamamen konutlara ayrılmıştır. Orta sınıfa ait bu konutlar bir arada yapılırken, zengin villaları şehrin farklı yerlerinde bulunmaktadır.
Kentin kuzeyindeki sırt boyunca yayılan merkezi konut alanlarında bazı sokaklar ve etrafında evler izlense de bazılarının avlulu evler olduğu anlaşılsa da, henüz konut kazısı yapılmadığından, konut tiplerine ve konut alanları planlamasına ilişkin bir şey söylemek mümkün değildir. Belirgin olan bir şey varsa, o da Akropol ve eteğinde kompakt olarak yapılan kamu yapıları arasında herhangi bir konutun yapılına izin verilmemiş olmasıdır. Kamu merkezine yakın komşu olarak yapılan bir yamaç adası özel bir durum gösterir. Bu ada, Agoranın kuzey sonundaki eksendra ile prytaneion arasında kalan ve hamama kadar inen bölgedir. Burada villalar bulunur.
ÇEŞME:
Kent içinde herhangi bir çeşme yapısı bulunmamıştır. Hamam sarnıcı cephesinde açılan bir çeşme olduğu, kentin su ihtiyacının her yede bulunan sarnıçlardan sağlandığı düşünülür. Sarnıçların üzerinde su alma açıklıkları, kent içinde çeşme görevi görmekteydi. Çeşme olarak kentin batısındaki vadide bulunan yerleşim dışı kaynak, Roma döneminde yapılmış tek örnek olarak bilinir. Yerleşim eteğinde bugün hala akmakta olan kaynakların da muhtemelen antik dönemde içme suyu kaynaklarını oluşturduğu söylenebilir. Su kaynakları konusunda çok şanslı bir yerleşim değildir. Kentin gereğince büyüyememesindeki asıl faktör de budur. Şehircilikte ve yapı çevrelerinin düzenlenmesinde, suyun uygarlık katan varlığının olmaması, Rhodiapolis’in her alanında hissedilir.
Kente iki yolla su sağlanmıştır. İlki: yerleşim çevresinde (daha çok eteklerinde) bulunan doğal kaynaklardır. Kaya mezarlarının bulunduğu güneydoğudaki vadide ve kuzey vadilerinde bugün hala az da olsa su kaynayan kaynakların antik çağlarda da daha verimli olarak kullanılmış olduğu düşünülür. Bunlardan en sulak olanı, kuzey kaya mezarlığı nekropolündedir. Çeşme binasıyla ele geçen tek kaynak ise, kentin batısından vadiye inan yamaçta bulunmuştur.
SARNIÇLAR:
Kentin su ihtiyacı tamamen sarnıçlarla karşılanıyordu. Kamu alanlarında ortak kullanıma sunulan çok bölümlü, büyük rezervuar ile ev ve dükkan gibi özel yapılarda bulunan kişisel kullanımdaki küçük sarnıçlar bulunmaktaydı. Yerleşim, nüfus artışına bağlı olarak büyüdükçe, küçük yeni sarnıçlarla su teminine yönelik önlemler arttırılmıştır. Yerleşimin kuzeyinde yoğunlaşan konutların içinde ve dışındaki sarnıçlar bundandır. Yani, hem su ihtiyacı hem de teras ihtiyacı aynı yatırımla çözülmüştür.
Dönemin mimar-mühendisleri halkın ihtiyacını karşılayacak kapasitede sarnıçlar öngörmüşlerdir. Kentte toplam 8 büyük rezervuar vardır. Bunlar, yüklenilmesi ve depolanması hayli zor olan suyun yüksek kapasitede bir alanda depolanması amacıyla çok bölümlü olarak tasarlanmıştır. Bunlar; yana yana yerleştirilen, birbirine kemerlerle geçişli dikdörtgen planlı ve üstleri beşik tonozla örtülü su depolarıdır.
Yamaca gelen bazı kısımları toprağa ya da ana kayaya oyulup duvar örülerek, ön kesimlerinde ise kot farkını ortadan kaldıracak lüksek duvarlar örülerek oluşturulmuştur. Taş ve tuğla ile örülmüş ve harçla sıvanmıştır. Taşıyıcı ayaklar, tonoz ve kemerler tuğladan, duvarlar ise genellikle moloz taş ve harçtan inşa edilmiş ve genellikle çok katlı, kalın seramik katkılı, geçirgen olmayan sıvayla sıvanmıştır. Beyaz, gri ve kırmızı renkli sıvanın genellikle çok katlı uygulandığı görülmüştür. Bazı örneklerde, sıva katlarının çoğalması teknik değil dönemsel nedenlerdir. Özellikle Bizans dönemi kullanımlarında sarnıç sıvalarının onarıldığı söylenebilir.
Şimdilik kazı ve temizlik tamamlanmadığından, tam sayılamamış olsa da Roma dönemi için de en az 7000 m küplük bir kapasiteden söz edilir. Bu da çok genel bir yaklaşımla, sarnıç sularının hiç yenilenmeden 5 ay boyunca, en az 5 bin kişiye yetecek bir kapasitede olduğunu gösterir. Sürekli eksilen sular, yağışlarla tamamlanmakta ve daha uzun süre yetecek su temin edilmekteydi. Bu sarnıçların yılda bir ya da birkaç kez dolmasını sağlayan kış yağışları da, 3000 yıldır değişmemiş olan iklim yapısındaki ortalama yıllık 105 cm küptür.
Helenistik kentin su ihtiyacının nasıl karşılandığı tam olarak belli değildir. Eldeki tek veri, Akropoldeki silindirik sarnıçtır ki, bu da ancak aslında çok küçük bir yerleşime yetebilecek su depolayabilir. Su depolama birimleri dışında su dağıtımı ve akaçlama tesisatıyla ilgili çok az veri ele geçmiştir.
TUĞLA YAPIMI:
Rhodiapolis’te asıl dikkat çeken tuğla yapımıdır. Tuğlanın özellikle altyapı oluşturan sarnıçların taşıyıcı elemanlarında kullanılmış olması dikkat çekicidir. Tüm sarnıçların kemer ve tonozları bu iş için özel üretilmiş güçlü tuğlalarla örülmüştür. MS 2-3’ncü yüzyıl yapılarında kullanılmış olan tuğla, Roma’nın temel inşaat malzemesinin bir yansıması gibi görünmektedir. Tiyatronun sahne binasının 1. katından itibaren ara duvarlarında da tuğla kullanılmıştır.
AKROPOLİS:
Kumluca Rhodipolis Akropolis Bizans Kilisesi
Bizans Kilisesi:
2009 yılında yapılan kazı çalışmalarında, kilisenin apsis ve hema kısmı, pastaphorium odaları, kuzey nefin tamamı ve kilisenin kuzey doğu köşesine bitişik şapelde kazı çalışmaları tamamlanmıştır.
Yapılan çalışmalara göre, kilisenin Akdeniz Bölgesi, erken Bizans dönemi bazilikal planlı kiliselerinin tipik örneklerinden birisi olduğu anlaşılmıştır.
Kilisenin MS 5’nci yüzyıla ait olduğu tahmin edilmektedir. Erken Bizans dönemine yani MS 11-12’nci yüzyıllara kadar kullanılmıştır.
Kilise, Akropol düzlüğünün merkezinde konumlanmıştır. Doğu-batı uzanımlıdır. Narteksi yoktur. Batı girişli ve üç neflidir. Apsisin içinde 6 basamaklı syntronom vardır.
Yapının uzunluğu yaklaşık 25 metredir. Naos, iki sütun ile üç nefe ayrılmıştır. Yapının orijinal üst örtüsü ahşaptır. Kilisenin cephesinde üç giriş vardır. Bunlar Roma dönemi yapılarında devşirme bloklarla örülmüştür.
Kilise bölümlerinden bazılarının zeminleri mozaik, bazıları ise taş kaplıdır. Mozaik döşemede: beyaz, kırmızı, mavi, sarı renklerde tessera kullanılmıştır.
Bu bölümde, günlük kullanım amaçlı seramikler de bulunmuştur. Az sayıda fresko parçalarına rastlanmıştır.
Bir piskoposluk merkezi olan Rhodiapolis şehrindeki bu büyük kilise, muhtemelen şehrin katedrali yani piskoposluk kilisesiydi.
Şapel:
Yapının kuzeydoğu köşesinde 5.80 x 4 metre ölçülerinde bir şapel vardır. Şapelde: dolgudan mavi, beyaz ve kırmızı renklerle boyalı fresko parçaları ve iki kırık sütun gövdesi bulunmuştur.
Konutlar:
Kilisenin kuzeyine bitişik olan ve doğrudan kuzey nefin doğru kısmına, bir kapı ile açılan yapının da, muhtemelen piskopos konutu olduğu düşünülmektedir. Sonuç olarak: kilise, piskoposluk konutu ve şapel, birbirine bağlıdır.
AKALİSSOS-ASARDERESİ-GAVURİSTANLIK-KARACAÖREN:
Karacaören beldesi, Kumluca merkeze 30 km uzaklıktadır.
Evet günümüzde çok eksilen kalıntılar içinde Erken Bizans Kilisesi görülür. Bu kalıntı, Akalissos’un Sionlu Nikolaos’un Vita’sında anlatılan kurban sunularını anımsatır. Kurban, Aziz Johannes Manastırında 5 adet öküz kesilerek Myra’da yayılan vebaya karşı koruma dilenmiştir. Dolayısıyla Myra’ya hayli uzak olan Akalissos’ta kurban kesilmesi, vebanın ne denli yayıldığını göstermektedir ya da başka bir Akalissos daha vardır.
İdebessos ve Korma ile birlikte oluşturulan sympoliteianın başını çeken, birliğin lideri olan III. Gordianus döneminde sikke bastıran ve Lykia Birliğinde üç kenti temsil eden bir yerleşime göre oldukça zayıf kalıntılar söz konusudur. Kentten bugüne kalanlar beklenenle örtüşmez. Bunlar ancak yoğunlukları gözlemlenebilen, işlevlerini ve biçimlerini bile tanımlanamayan kalıntılardır. Koca kent, bir adam gibi, bir kadın gibi doğmuş, yaşamış ve de ölmüştür. Ölümü, ne yazık ki mezarlarının bile tanımlanamayacağı kadar da eskiydi. Hangi yapının neresinde ve ne zaman kullanıldığı belirsiz taşlar yeterli iz vermekten uzaktır. Tek bir trapetum teknesiyle geçmiş zaman zeytinyağı üretimine şahit olmuştur.
Son olarak yörede anlatılan bir efsaneden söz etmek istiyorum: “Akalissoslular bu teknede altın eritirmiş” Halbuki bu teknede zeytinyağı üretildiği çok nettir.
Evet devam edelim.
Opramoas, bir yapının onarımı için 3.000 dinar yardım etmiştir. III. Gordianus dönemi sikkeleri bilinir. 458 tarihli bir mektupta adı Akalissenus olarak geçer. İlk kez bir lahitte “Akalissos” yazısı okunur.
Erken araştırmacıların raporlarında: 30 kadar lahit ve İmparator Commodos’a ait bir heykel kaidesinden söz edilir. Bu yazıt, kentin Commodos döneminde “Nekokhoros” ünvanı aldığını gösterir.
Derenin diğer yanında Akropole bakışan tepe Akalissos’un en önemli kalıntılarını barındırır. Burası uygun doğası nedeniyle kaya mezarlığı olarak kullanılmıştır. Kaya mezarlarının genelde Akropol kayalıklarında olması nedeniyle bu farklı uygulama önce şaşırtsa da iki tepenin kayalık yapısı incelendiğinde mezarların neden yerleşimin karşısında olduğu anlaşılır. İki ayrı kotta konumlanan 8 mezar, yapısal olarak beklenen formdadır. Çok yalın üçgen alınlıklar tamamen yeril bir mimari formdan taklit edilmiştir. Ne bu cephe yapısallığı ne de o kocaman kapı açıklıkları Lykia’ya özgü değildir.
KORMOS:
Karabük Mahallesindedir. Kumluca merkezin 20 km kuzeyindedir ve bu bölgede bulunan 3 kent arasında, ilk varılan kenttir.
Kent: Alakır nehri ve vadisinin doğusundadır. Günümüzdeki Karabük yerleşiminin eteklerine kadar uzanmaktadır. Sarp bir tepenin sırt kısmında kuruludur. Bu sırt, güneye doğru 2 km devam eder.
Tepedeki yerleşim, yaklaşık 450 metre uzunlukta ve 30 metre genişliktedir. Binaların çoğunluğu bitişik nizamda yapılmıştır.
Yol olarak kullanılan alan, yok denecek kadar azdır. Ancak tepeye çıkarken rastlanılan kalıntılar, aslında yerleşimin daha geniş bir alana yayıldığını göstermektedir ve hatta Alakır nehrinin kıyısına kadar uzandığı tahmin edilmektedir.
Sırt üzerinde bulunan kalıntıların hepsi, tahrip edilmiş ve yağmalanmıştır.
Yerleşim yerinde, buranın kent olarak düzenlendiğini gösterir kamu binaları kalıntıları görülmemiştir.
Bu yüzden, burası muhtemelen Bizans döneminde bir köy kent veya kuleye sahip çiftlik yerleşimidir.
Belki de kıyıdan iç kesimlere giden ticaret kervanlarının uğradığı veya sığındıkları tahkimli bir yer olmalıdır.
Bölgede mezar yapısına rastlanmamıştır.
Evet, sonuç olarak, burada Bizans dönemi sonrasına ait herhangi bir kalıntıya rastlanmamıştır. Bölgenin, MS 7’nci yüzyıl civarında Arap akınları nedeniyle boşaltıldığı düşünülmektedir.
Kentin günümüze ulaşan en önemli yapı kalıntısı: batı sırtta kule olması muhtemel yapı mimari parçalarıdır. Dağlık Likya ve Kilikia bölgelerinde, kuleler: gözetleme, savunma, saklanma, barınma ve depo görevi görmek üzere inşa edilmiştir.
Bu kuleler, yerel halkın ve malları için korunaklı mekanlar olarak kullanılmıştır.
Kormos kentindeki kule de, kayalık bir tepenin zirvesinde yani savunmaya elverişli bir yerde yapılmıştır. Kule, günümüzde de, ovayı gözetleme açısından ve saldırıya karşı savunma özelliği bakımından değerlendirilmektedir.
Kumluca Akalissos
AKALİSSOS:
Ören yeri, Kumluca merkezinin yaklaşık 25 km kuzeyindedir.
Karacaören köyünün Asarderesi ile Gavuristanlık Mahallesindedir. Kumluca’dan kuzeye, Alakıra giden yolda, iki kent arasında kalmaktadır. Alakır vadisinde, Asar deresi denen derenin ayırdığı vadinin iki tarafında yerleşiktir.
Günümüzde, şahıslara ait bağ ve bahçe olarak kullanılan araziler içinde kalan antik kentte, tahribat ve yağma oldukça fazladır.
Ana yolun diğer tarafı yani dere yatağının kuzeyinde kalan dik kayalık bölünde, şehrin mezarları yani nekropol alanı vardır. Akalissos antik kenti kalıntıları, İdebessos’a 2 km mesafededir.
Burası bir Likya kentidir ve Likya birliğine üyedir.
Patara kentinde bulunan ve aslen askeri amaçla yapılan yolların güzergah bilgilerinin işlendiği “Stadiasmus Patarensis Anıtı” üzerinde, Akalissos ve Kormos kenti arası uzaklık 24 stadion yani yaklaşık 4.5 km olarak yazılıdır.
Kentte bulunan bir yazıtta: “Akalissos, Arykanda, Kyaneai ve Korydalla Halk Meclisleri tarafından onurlandırılan Oreios, bir heykel diktirmiştir. Oreios grammateusluk, eşi Aridesa ile birlikte İmparator rahipliği ve çeşitli görevler yapmışlardır.
Söz konusu yazıt Roma İmparatorluk dönemine tarihlenmektedir.
Kent: kaya mezarlarının bulunduğu tepenin etrafına açılan yol ile sınırlandırılmıştır.
Güney ve güneydoğu yamacında, alt kodlarda, ana kayanın düzleştirilmesiyle oluşmuş teras duvarları görülür.
Kentin kuzeyi ve güneyi arasında, dere yatağının yanında, bölgeye ulaşımı sağlayan modern yol yapılmıştır ve doğu batı yönünden bölgeden geçer.
Güneydeki tepeye bu yoldan itibaren ulaşım sağlanmış olmalıdır, çünkü izler bulunmaktadır. Ancak kuzeyde kalan kaya mezarlarına ulaşmak mümkün olmaz.
Güneydeki tepe sırtlarında bulunan lahitler, burada ayrı bir nekropol alanı bulunduğunu gösterir. Lahitlerin çevresinde başka yapılar yoktur. Yani, kent ve Nekropol iç içe değildir.
Lahitler, Roma dönemine tarihlenmektedir.
Kuzeydeki tepe yamaçlarında ilginç kaya mezarları bulunur.
Kente ait yapı kalıntıları, çalılık ve ağaçların arasına gizlenmiştir, tepenin güneydoğu yamacında yoğundur. Ancak büyük tahribat nedeniyle, yapıların mahiyeti ve fonksiyonlarını tespit etmek mümkün değildir.
Öte yandan, alanda her yapı parçasının yanında veya civarında kaçak kazılar yapıldığı görülmektedir. Özellikle kentin güney tarafı, tamamen özel şahısların mülkiyetindeki arazilerin içinde kalmaktadır.
Antik kaynaklara göre: Roma döneminde, şehir komşuları olan İdebessos ve Kormos ile siyasi birlik oluştururmuştur.
Çünkü söz sahibi olabilmek ve aynı zamanda kendi aralarında ekonomik geçim ve güvenliği sağlamak istemişlerdir.
MS 141 yılında, tüm bölgeyi etkileyen depremde ağır hasar görür.
Rhodiapolis kentinin vatandaşlarından ve Likya’nın en zengin kişisi Opramos’un maddi katkıları ile yeniden inşa edilir. Bu durum, Rhodiapolis kentinde bulunan ve Opramoas anıtı adıyla bilinen yazıtta yazılıdır.
Akalissos kentine ait en önemli buluntular: Gardianus zamanında basılan sikkelerdir.
MS 242-244 yılları arasında, III Gordianus ve eşi Tranquillina zamanında kentte sikke basılır ve bu bronz sikkelerin üzerinde, Akalissos kentinin ismi ve Gordianus ile eşinin adı basılmıştır.
Bizans döneminde, Hıristiyanlığı seçen kentte, 2 tane kilise bulunmaktadır ve Piskoposluk merkezi olmuştur.
Kent alanında, yüzeyde ise bol miktarda keramik kalıntısı bulunmaktadır. Bunlar muhtemelen günlük kullanımda kullanılmış, basit ve sade işçilikli ve irili ufaklıdır. Bu kalıntılar Bizans dönemine aittir.
Evet, şehrin tarihi geçmişi incelendiğinde: MS 7 ve 8’nci yüzyıllardan sonra yerleşim olmamıştır.
Günümüze kalan kalıntılar:
Ören yerinde derenin diğer yanında, Akropole bakan tepe üzerinde şehrin en önemli kalıntıları bulunmaktadır.
Burası, doğal özellikleri nedeniyle şehrin nekropol alanı olarak kullanılmıştır. Nekropol alanı, İdebassos şehrindeki gibi ormanlık arazide değildir.
İki tepenin kayalık yapısı nedeniyle, burada kaya mezarları bulunmaktadır. İki ayrı kodda bulunan 8 kaya mezarı görülmektedir. Ancak bu kaya mezarlarının mimari stili, Likya özellikleri taşımaz.
Akropol tepesinin üzerindeki yapılar ise büyük tahribata ve yağmaya uğramıştır.
Nekropol alanındaki lahitler, yerel kireç taşından yapılmıştır. Hepsi Roma dönemine aittir. Lahitlerde, komşu şehir İdebassos’dakilere benzer, kalkan motifleri ve tekne kenarlarında kabartma süslemeler vardır.
Lahitlerin alt kısmında, basamaklı podyumların bulunduğu görülür. Bu lahitler günümüzde şahısların şahsi arazilerinde bulunduğu için, sınır taşı, hayvan besleme ve depo amaçlı olarak kullanılmıştır.
Evet, bu mezarlar dışında, bölgede yapılan araştırmalarda, sağlam kalabilmiş bazı yapı parçalarının, kentte, büyük kamusal yapılar inşa edildiğini göstermesi açısından ilginçtir. Kentin önünden dere geçmesine rağmen, kentte sarnıç kalıntıları bulunmaktadır.
Akropol tepesinin doğu yamaçlarında ise, sur duvarlarına ait izler görülmektedir.
Kumluca İdebassos
İDAMAXZZA-İDEBESSOS-KOZAĞACI
Kumluca ilçesinin Kozağacı’ndaki Karacaören Mahallesi sınırlarındaki kalıntılar, denizden yaklaşık 900 m yükseklikte kuzey-güney yönünde uzanan alanda dağılır.
Kumluca merkeze 21 km uzaklıktadır. Ancak ulaşımı zordur, çünkü ören yeri ormanlık bölgededir. Çevresindeki tarım arazilerinden ve daha çok ormanlardan geçimini sağlayan bir Doğu Likya dağ yerleşimidir.
Kentin isminin muhtemelen, arkasındaki en yüksek dağdan kaynaklanmıştır. Kentin arkasındaki dağlık alanda, bölgenin en yüksek tepesi olan “Kızlarsivrisi” vardır. Adındaki “ss” takısı, kalıntılarda görülenden daha eskilerde bir başka yerleşimin var olduğunu düşündürür. Akalissos isminde olduğu gibi erken kuruluştan kesin izler veren isim halleridir. Ancak en erken tarihsel bilgi Lykia Birliği dönemindendir. Roma döneminde Akalissos ve Kormos ile başını Akalissos’un çektiği bir sympoliteia oluşturduğu bilinir. Hemen arkasında yükselen 2500 m yükseklikteki Bey dağları, kente muhteşem bir fon oluşturur.
İdebessos, Doğu Lykia’nın kuzeyindeki dağ yerleşimleriyle kıyı kentlerini birbirine bağlayan yol güzergahı üzerinde bulunmasıyla önemlidir. Patara’da bulunan Miliarium Lyciae’de adı geçen 50 yerleşim arasında adı anılır. Anıtın C yüzündeki yerleşimler İdebessos ile başlar. Akalissos ve Korma ile devam eder. Akalisos ve Korma arasında 24 stadia olduğu görülürken, şansızlık eseri İdebessos ile Akalissos arasındaki mesafeyi vermesi beklenen kısım eksiktir. Aynı yazıtın devamında İdebessos yolu Kitanaura’ya bağlanır. Araştırmacılar “İskender’in ordularının bir bölümünü olasılıkla Arykanda, İdebessos ve bugünkü Kesmeboğazı üzerinden Phaselis’e ulaştırmıştır” derler.
Kent, başından beri Lykia Birliği üyesidir. Ele geçen yazıtlar, yerleşimin bir “polis” olduğunu ve Roma döneminde Akalissos ve Kormos ile başını Akalissos’un çektiği bir Sympoliteia’nın üyesi olduğunu ve üç kentin, Birlikte tek oyla temsil edildiğini göstermektedir.
Roma dönemi sonrasında ise Edebessos adını alan kent, Hıristiyanlık döneminde Myra Metropolü içinde, adı Lebissos, Lemissos olan bir piskoposluk olarak anılır.
Günümüze ulaşan kalıntılar arasında:
Kentte, klasik dönem ve öncesine ait hiçbir veri yoktur. Sadece bir sikke de kentin ismi geçmektedir. Yine kentteki günümüze ulaşan kalıntılarda: kaya mezar yoktur.
Ayrıntılı arkeolojik araştırma yapılmamıştır, sadece yüzeyde görülen yapılan incelenmiştir. Yüzeyde yoğun olarak görülen Roma ve Bizans dönemi seramikleri yanında, tek ele geçen buluntular bronz heykelciklerdir.
1989 yılında ele geçen ve halen Antalya Arkeoloji Müzesinde bulunan bir define içinde: Likya’nın binicisi Men olan tek atlı heykelcik, Likya’da oldukça popüler olan 3 tane Kakasbos-Herakles heykelciği, 1 atlı heykelcik ve binicileri olmayan 3 at heykelciği bulunmaktadır.
Bu heykelcikler: atlı tanrı figürlerinin yaygınlık kazandığı, MS 2’nci yüzyıla tarihlenmektedir.
Ancak İdebassos şehrindeki kalıntılardan, tanrılara yani kültlere ait bir kabartma, tapınak veya yazıt bulunamamıştır.
Yerleşimde kültlere ilişkin ne bir kabartma ne de bir yazıt ne de tapınak olarak adlandırılabilecek bir yapı kalıntısına rastlanmamıştır. Bu yukarıda sözünü ettiğim bulguların, bir define kazısında bir arada çıkma ihtimali çok zayıftır. Ancak eğer doğruysa tek bir define çukurunda 8 bronz heykelciğin bir arada çıkmış olması, definecilerin bir Atlı Tanrı Kutsal Alanını kazmış olduklarını gösterebilir.
Kente ait olduğu düşünülen sikke sayılmazsa, Klasik dönem ve öncesine ilişkin hiç bir veri bulunmaz. Klasik dönem kaya mezarlarından bir tane bile olmayışı bu şüpheyi arttırır. Yani sonuç olarak burası: çevresindeki tarım arazilerinden ve daha çok da ormanlardan geçimini sağlayan, tamamen Doğu Lykialı bir dağ yerleşimidir. Dağlarla sahili birbirine bağlayan bir uğrak noktasıdır.
Tiyatro:
Lykia’nın erkenlerinden biri olan küçük tiyatro Helenistik kökenlidir. Bakış yönü vadi değil de Bey dağlarıdır. 7-8 oturma basamağı dışında pek bir şey görülmez. İki merdivenle 3 kuneusa ayrılan kaveanın yaklaşık 600 kişi kapasiteli olduğu düşünülür. Sahne binasına ilişkin bir kalıntı görülmez. Artık tüm tiyatroda, topraklar ve ağaçlar oturmaktadır.
HAMAM:
Kentte dikkat çeken ve kimliklendirilen önemli kalıntılardan biri de tiyatronun 70 m kuzeyindeki hamamdır. Kuzeyden bağlanan su yoluyla su temin edilmiştir. Küçük boyutlu yapı Lykia hamamları geleneğinde yapılmıştır. Ana bölümlerden biri apoditeriumcum firigidarium (hem soyunmalık hem soğukluk) diğerleri tepidarium ve caldariumdur.
BAZİLİKA:
Doğu-batı aksında yerleştirilmiş bazilika iki sütun sırasıyla 3 nefe ayrılmıştır. Nartheks ve apsisle birlikte planı tümleyecek kadar tanımlanabilmektedir.
SURLAR:
Kentin surları güneydoğudaki akropol çevresinde izlenebilir durumdadır. Tiyatronun arkasında kalan ve çoğunlukla konutlar, resmi yapılar ve anıt mezar içeren surlar, kendi içinde, bu kesimde güvenli bir alan oluşturmuştur. Sur içinde ve dışında lahitler görülmektedir.
Nekropol:
Nekropol yoğun olarak hamamdan güneye doğru tiyatronun arkasından uzanır. Şehre gelen yol boyunca ilerlemektedir. Tamamı Roma döneminden olan ve en az 50 tanesi sayılabilen lahitler içinde en çok dikkat çekici “U” biçimli eksedralara oturan üçlü lahit kümeleridir. En anıtsalı da bunlardır. Bazıları tabula ansatalı olan yalın lahitlerin çoğunluk bezemeleri yan yüzlerindeki mızraklı ya da mızraksız Pisidia kalkanlarıdır.
Evler:
Kentin yaşam alanı olan evler, harabe halindedir.
PYGELA-GÜZÖREN-KEPEZTEPESİ:
Kumluca ilçe merkezine 12 km uzaklıktadır. Eski adı Savrun olan, Güzören’in Kepez Tepesindeki yerleşim Miliarium Lyciae’de (Yol Klavuz Anıtı) Korydalla ve Rhodiapolis üzerinden kuzeye yönelen güzergahta görünen Pygela olma ihtimali yüksektir.
Denizden 800 m yükseklikteki Kepez Tepesinin doğu kayalık kısmında, nekropolün kuzeydoğusunda 30 m kadar uzunlukta ve 5-8 blok sırasıyla korunmuş olan sur duvarları en doğu uçta kule yaparak sonlanır. Duvarlar taş işçiliği ve duvar örgüsüyle Helenistik yapısallıktadır. Yoğun bitki örtüsü nedeniyle kalıntıları izlemek zor da olsa yerleşim dokusu anlaşılabilmektedir. Surlarla nekropol arasında kalan alan en yoğun yapı bulunan alan özelliği taşır. Agora karakteri taşıyan bu merkezi meydanın iki yanında çok sayıda heykel altlığı bulunmaktadır. Bunlardan bir gurubu, aynı altlık sırası üzerinde birlikte düzenlenmiştir. Bu gurubun kuzey doğusunda tam merkezde, tamamen dağılmış bloklardan oluşan bir tapınak mezar kalıntısı bulunur. Agora kalıntılarının güney tarafındaki yamaçta çok sayıda konut kalıntısı bulunmaktadır.
NEKROPOL:
Yerleşimin güney tarafında agoranın bitimiyle başlayan nekropol, Roma döneminde yaygın olan yol boyu mezarlığı düzenindedir. Lahitler 2-3 basamaklı podyumlar üzerinde durmaktadır. Çoğunlukla alt mezar odaları vardır. Aynı sırada, yol boyunca tek duran mezarlar olduğu gibi, 2-3 lahitten oluşan guruplar da bulunmaktadır. Hemen tamamı aynı formda olan Roma dönemi lahitlerinin çoğu yazıtlıdır.
Yazıtlı olanlar, tabula ansatalı olanlar ve olmayanlar olarak iki gurubu oluşturur. Yazıtlar büyük oranda okunamaz durumdadır. Hiçbir yazıtta kentin adına yönelik bir husus bulunmamaktadır. Lahitlerin bazılarının içlerinde karşılıklı çıkıntılar bulunur. Ahşap yatak yerleştirmeye yönelik bu çıkıntılar teknenin iki katlı kullanımının bir sonucudur. Ve bu iki katlı kullanım üretim aşamasında öngörülmüştür. Kapaklar yarım yuvarlağa yakın bir kesitte yalındır. Mahya kirişleri ve yan tutamak çıkıntıları bulunmaktadır.
Lahitlerden birinin kapak alınlığındaki Medusa başı dışında başka kabartma bulunmaz. Yerleşim merkezine en yakın duran son lahit diğer 20’sinden farklı olarak tamamen kaba işçiliğiyle bırakılmıştır. Buna rağmen tüm lahitler neredeyse aynı ustanın elinden çıkmış gibi standart biçimde üretilmiştir. Ölçüleri açısından da büyük yakınlık bulunmaktadır. Örnek seçilen bir lahdin ölçüleri şunlardır: Tekne uzunluğu 2.28 m, genişliği 1.07 m, yüksekliği 1.25 m ve iç derinliği 0.70 m dir.
Her biri yaklaşık 0.40 m yüksekliğinde 3 basamak podyumu oluşturmaktadır. En üstteki aslan ayaklıdır. Aynı basamakta 17 cm çapında ve 15 cm derinlikte, sunu amaçlı silindirik bir delik açılmıştır. Kapak 2.30 x 1.10 x 0.88 m ölçülerindedir. Yarım yuvarlak kesitli ve mahya kirişlidir.
BELEN-ERENTEPE:
Kumluca Belen köyünün arkasında yükselen tüm çevreye egemen sivri kayalık Eren Tepe ve batısındaki su deposuyla arasında kalan sırtta kalıntılar bulunmaktadır.
Küçük çaplı yerleşim dış sur ve iç surla korunmaya alınmıştır. Surların içinde de yapı kalıntıları bulunur.
Sarp kayalık tepe tüm yöreye hakim konumda, batıda Kumluca-Finike, kuzeybatıda Akalissos, İdebessos tarafında Pygale, güneyde Gagai ve Melanippion’u görmektedir.
Evet, yerleşim Eren Tepenin batı eteğinde ve eteğin başladığı boyun düzlüğünde yoğunlaşır. Boyunda kuzeye doğru yarımada gibi çıkan kısımda da kalıntılar vardır. Bu ilk kalıntıların bulunduğu alandan itibaren kuzey-güney doğrultusunda yaklaşık 200 m uzayan dış sur duvarı yerleşimin ilk güvencesi olarak tüm alanı iki yandaki uçurumlar arasında kesmektedir.
Düze yakın ilerleyen, 1.50 m kalınlığındaki güçlü duvar sık sık kulelerle desteklenmiştir. Polygonal bloklarla örülü duvarlar MÖ 4’ncü yüzyıl karakterindedir. Duvar dışında duvara bitişik konutlar izlenmektedir. Güney baştaki ilk kule yanından ana giriş kapısı bırakılmıştır. 3.15 m genişliğindeki kapı boşluğu 0.50 m kalınlıktaki sövelerle ve üstündeki lentosuyla ana giriş kapısını biçimlendirir. Söveler ve lento bugün yerde durmaktadır. İçeriye doğru daralan kapı yolu 25 m kadar uzanmaktadır. Kapı yolu içinde yan bir giriş açıklığı bulunmaktadır. Kapı yolu geçildikten sonra konut kalıntıları ve aralarında ana kayaya oyulu 3 adet işlik vardır. En sağlam bulunan işliklerden biri 1 m çapında toplama çukuru ve 1.75 m uzunlukta ezme bölümü ana kayaya oyuludur. Helen yakınındaki 0.90 x 0.75 m ölçülerinde ve 0.35 m tutamak deliği olan bir ağırlık taşı işlik resmini tamamlar.
Duvarın kuzey ucu, uçurumla sonlanır. Kuzeydoğu vadinin çıkış noktasındaki yolun tepeye ulaştığı noktaya, yol kenarına yerleştirilmiştir. Bu kesimde ana kayaya oyulu bir dikme altlığı ve yanında iki parçaya bölünmüş 3 m yüksekliğinde dikmesiyle birlikte bulunmuştur. Altlığıyla birlikte toplam 3.75 m yüksekliktedir. Klasik dönemde Merkezi ve Orta Lykia’dan bilinen dikmelerin küçük bir modeli olarak Doğu Lykia’da ele geçen ilk örnektir.
Dikmenin yaklaşık 50 m güneyinde ana kayaya oyulu bir lahit ve parçalanmış kapağı bulunur. 2.15 x 1.20 m ölçülerindeki teknenin cephesi boyunca paneller oyuludur. Sivri kemerli bir yapı gösterir. Alınlığında, kenarları yaklaşık 0.40 m olan kare bir açıklık bulunmaktadır. Bir babayla mahya kirişine bağlanır. Tıpkı ahşap yapılarda olduğu gibidir. Mahya kirişi üstünde ve ucunda, apliklerin yerleştirilmesi için zıvana delikleri bulunur.
Lahdin batı karşısındaki yamaçta, iç sur duvarının hemen altında temenos mezar yerleşiktir. 1.70 x 2.05 m ölçülerindeki küçük mezar odasının yüzü batıya bakmaktadır. Mezardan çok temenoso dikkat çekmektedir. 13 m kadar düz ilerleyen temenos duvarı kuzey uçta, mezarı çevrelemek üzere doğuya dönmektedir. Duvar birinci sınıf taş işçiliğinde çok düzgün bloklarla örülüdür. Mezarın güneyinde sarnıçlar bulunur. Tepeden ve kaya içinden kaynaktan gelen sular, başarılı bir şekilde sarnıcı yönlendirilmiştir.
İç sur, tepe yamacını keserek yerleşimi dışa karşı kapatır. Sur içinde çok yoğun ve anlamsız moloz taş yığınları vardır. Bunların konut oldukları anlaşılsa da herhangi birinden plan çıkacak durumda değildir. Ancak çok nitelikli 3 konuttan günümüze anlamlı kalıntılar kalmıştır. Kalanlar kaybolmuş olanlara ilişkin de bilgi vermektedir. Bunların ikisi iç sur içinde, diğerleri yüksek sarp yamaçtadır. Neopolis’in sarp kayalık yamaçtaki topoğrafik özelliklerine ve buna bağlı kentleşmesine çok benzeyen yerleşimde yüksek ve güçlü teraslarla konut alanları elde edilmiştir.
Tepenin çok zor ulaşılan yüksek kotlarında bulunan bir konut oldukça korunmuş halde günümüze ulaşmıştır. Birbirine geniş bir kapıyla geçit veren iki odalı hibrit konutun ölçüleri yaklaşık 8 x 12 m dir. Tepeye yaslanan arka kısmı tamamen kayadan yararlanılarak gerçekleştirilmiştir. Her oda ikişer mazgal pencereyle dışa açılmaktadır. Pencere ve kapı girişi görülmez.
Diğer konutlarda da aynı özellik vardır. Yaklaşık 2 m kadar çok güçlü ve sıhhi bir alt yapı vardır. Avşar Tepesi ve diğer bazı yerleşimlerde bulunan ve yapısallıkları anlaşılmış olan örneklere göre, anlaşılan taş alt yapının üzerinde ahşap konut yükselmekteydi. Aşağı kottaki benzer konutta da aynı özellikler görülür. Arka kesimi oluşturan ana kayada ahşap kiriş yuvaları görülür.
Kayalık tepenin güney bitiminde başlayan hafif yamaçta bulunan büyük bir kayalık kütlede bir kaya mezarı açılmıştır. Tek odalı yalın cephelidir. Sağ yanda tek klinelidir. İlginç olan kayalık akropol tüm heybetiyle ve uygunluğuyla yükselirken, yerleşim tek kaya mezarı için yerleşim dışındaki bu küçük kaya kütlesinin neden seçildiği anlaşılamaz.
Klasik dönem de Lymra’dan sonra en yoğun kalıntılar buradadır. Bugüne kadar gelebilen kalıntıların yol göstericiliğinde yerleşimin en erken bulgularının MÖ 4’ncü yüzyıl ve sonrasındadır. Güçlü iki sur duvarıyla Perikle’nin bölgeye egemen olmak üzere kurduğu bir garnizon kala olduğu düşünülür.
SARAYCIK
Ören yeri, Söğütcuması köyü ile Gölcük köyü arasındadır. Kumluca merkeze 43 km uzaklıktadır.
Kalıntıların tam ortasından, maalesef asfalt yol geçmektedir.
Pek çok yapı ve kalıntı, gerek doğal şartla ve gerekse kaçak defineci kazıları nedeniyle harap olmuştur.
Kumluca Kitenaura
KİTANAURA-KİTHANAURA:
Saraycık mevkiinin kuzeyindeki tepe ve yamaçlarda kurulmuştur.
Antik çağda yazılan hiçbir eserde, şehirden söz edilmemektedir. Bu yüzden şehrin geçmişi bilinmez.
Şehir ilk olarak 1842 yılında subay olan iki gezgin tarafından keşfedilmiştir.
1898 yılında ise, bölgede bir hazine bulunmuştur. Hazinede, 31 adet Helenistik dönem sikkesi vardır. Bu sikkelerden, 9 tanesi “Kitanaura” sikkesidir. Bu sikkeler, Kitanaura şehrinde; Helenistik dönemde sikke basıldığını göstermektedir.
Bu sikkelerle birlikte, Patara şehri kazılarında ele geçen “Stadiasmus Patarensis” (yol taşı) geçen yol güzergahına göre, günümüzde Saraycık bölgesinde bulunan kalıntıların, Kitanaura şehrine ait oluğu kabul edilmiştir.
Patara şehrinde bulunan Stadiasmus Patarensis’e göre, Kitanaura şehri, İdebessos şehrine 17-18 km uzaklıktadır ve Termessos egemenlik sınırları içindedir.
Evet, yol taşında verilen güzergaha göre, Kitanaura şehri, İdebessos şehrinin 20 km doğusundadır.
Antik şehir kalıntıları: Limyros nehrinin bir kolu olan “Gönen Çayı” nın yukarısında, küçük bir dağ platosunun üzerindedir. Rakımı 1300 metredir.
Kentin tarihi süreçteki konumuna bakıldığında: MS 1’nci yüzyılda, Romalılar ve bölgedeki korsanlar arasında yapılan çatışmalarda korsanların başı Zenikeles’in yanında yer aldığı, korsanların yenilmesinden sonra ise, Roma tarafından cezalandırılan kentin, Termessoslulara verilmiş olduğu tahmin edilmektedir.
Kentin, Roma dönemine ait sürece ait herhangi bir bilgi yoktur. Sadece kentin çevresinin surlarla çevrili olduğu bilinir. Bizans döneminde ise, şehir Perge Metropolitliğine bağlı bir Piskoposluk merkezidir.
Kumluca Kitenaura Günümüzdeki Kalıntılar
GÜNÜMÜZDEKİ KALINTILAR:
Günümüzde şehirdeki kalıntılar: doğu-batı yönünde uzanan Akropol üzerinde ve Akropolün güney ve batı eteklerinde yayılmıştır.
Surlar:
Surların farklı dönemlerde yapıldığı ve en erken evresinin MÖ 1’nci yüzyıla ait olduğu anlaşılmıştır. Akropolün güney yönünden başlayan surlar, güney-batı yöndeki ana girişe kadar devam eder.
Mimari stillerine bakılarak Helenistik döneme tarihlenirler.
Güney giriş: bu surlarla benzer nitelikte işçilik gösterir. Bu nedenle güney girişin aynı dönemde yapıldığı anlaşılmaktadır.
Surların diğer bir bölümü ise, daha uzundur ve çeşitli nedenlerle yıkılan orijinal surların yerine, muhtemelen Roma döneminde yapılmıştır.
Bu döneme ait surlarda kullanılan bloklar, bu kez kaba işçilikle kesilmiş ve aralarında harç kullanılmıştır.
Surlar bazı bölümlerde 3 metreye kadar günümüze ulaşmıştır. Surlarda kuleler kullanılmamıştır.
Günümüzde mevcut surlar 1.30 metre kalınlığındadır. Sur duvarları Akropolü çepeçevre dolanırlar. Ancak zaman içinde yer yer yıkılmıştır.
Kumluca Kitenaura Agora
Agora:
Hamamdan, daha aşağıya akropolün güney eteğindeki vadiye, antik yol kıyısına inildiğinde Roma dönemi yapıları ile çevrili agora ile karşılaşılır. Çok güçlü duvarları, nitelikli girişleri ve büyük boyutlarıyla dikkat çekmektedir. İnce uzun dikdörtgen formdadır. Kentteki konumu ve yapısallığıyla Trebenna yapısına benzer. Dönem olarak da yine Trebenna yapısının tarihi olan MS 3’ncü yüzyıla tarihlenir. Duvar ve taş işçiliği bunu destekler.
.
Akropol:
Akropol, denizden 1300 metre yüksektedir. Çevresi surlarla çevrilidir. Akropol’de 3 kapı vardır. Ancak asıl giriş güney batıdadır. Akropolde: güney kent girişi, resmi yapılar, dükkanlar dışında kalanların hepsi tahrip olmuştur. Bazı yapılarda, çok sayıda devşirme malzeme kullanıldığı görülür.
Güney Girişi:
Helenistik dönem yapısıdır. Basamaklar ve kapı, düzgün ve iri bloklarla oluşturulmuştur. İki yönde, ana kayaya açılmış nişler görülür. Kapıdan içeri girilince, sağ yanda bulunan yapının, girişin savunulmasına yönelik olduğu tahmin edilmektedir. Bu yapının doğu duvarı, ana giriş kapısının duvarıyla bitişiktir.
Kumluca Kitenaura Bazilika
BİZANS BAZİLİKASI:
Akropolün güneybatı ucunda bir Erken dönem Bizans bazilikası kalıntıları bulunur. Doğu-batı konumludur. Giriş ve nartheks, akropolün bu yönde batı kayalık sınırına yakın yerleştirilerek, alan doğal sınırlar elverdiğince kullanılmıştır. İçten iki sütun sırasıyla, üç gemili düzenlenmiştir. Doğu başta apsisi ve synthoronon yer alır. Çoğu devşirme olan sütun altlıkları in situ korunmuştur.
Merkez/büyük Bazilika:
Diğer bazilikadan ayrı olarak Akropolün kuzey doğu ortalarında ikinci bir bazilika vardır. Üç girişi, nartheksi, üç nefi, iki sütun sırası ve apsisi belirgindir. Bazilikanın apsis genişliği 5.60 m dir. Ön avlusu ise 4.85 m dir. Neflere ait sütunların çoğunluğu çevreye yayılmıştır. Dıştaki duvarların kalınlığı 0.80 m dir. Ancak bu duvarlar temel seviyesine kadar yıkıktır. Sadece kuzeybatı köşede, üç sıra blok durmaktadır. Yan duvarlar düzgün kesilmiş iri bloklarla örülmüştür.
Erken Bizans dönemi yapısıdır. Oldukça nitelikli ve büyük boyutlu bu yapı yani bir Roma Bazilikası, daha sonra kilise olarak kullanılmıştır.
Bazilikanın kuzey yanı boyunca büyük, dikdörtgen bir sarnıç bulunur. Kentteki en büyük sarnıçtır.
Evet Akropol ile ilgili bilgi vermeye devam ediyorum.
Büyük bazilikanın sağında akropol meydanına bakan bir yapının önünde, iki basamaklı platforma oturan muhtemel 4 sütunlu bir revak yerleştirilmiştir. Bu yapıdan doğuya dönüldüğünde, doğu-batı doğrultusunda bir sokak bulunur. Sokağı, işlevi tam anlaşılamayan bir yapı sınırlar. Burada 4 basamaklı bir duvar kalmıştır. Yanında ilerleyen alanda büyük altlıklar bulunması, bu kesimde heykellerle dolu bir sokağın bulunduğunu gösterir. Uzunca bir fal yazıtının olduğu kült yapısına doğru gidildiğinde, başka bir kilisenin kalıntıları görülür. Apsisi, girişi ve nefleri izlenir.
Hemen arkasında kayalık sınırına kadar yazıtlı bir yapı bulunur.
Bazilika ile yazıtlı yapı arasında çizilecek bir çizginin, doğusunda kalan akropolün doğu yarısı, doğu kayalıklarının başladığı yere kadar tamamen konut doludur. Konutların arasında işlik kalıntıları görülür.
Akropolün güneybatı kapısından aşağıya inen yolun, iki yanında bazı kalıntılar ve belki de yol boyu anıtların kalıntılar görülür. Akropolün güney tarafında; kademelendirilmiş yamacında kiliseler vardır. Bu alanlar Roma döneminde de kullanılmıştır. Asıl yapılar yolun orman yoluyla buluştuğu akropol eteğinde bulunmaktadır. Antik yolun akropole döndüğü kesimde, yolun yanında hamam-gynasium ve iki büyük yapı görülür. Bunlardan biri phallos kült yapısıdır.
Hamam-GYNASİUM:
Yerleşimin en nitelikli ve en iyi korunmuş yapısıdır. Neredeyse tüm bölümleri açıkça izlenir. Bazı bölümleri, çatı başlangıcına kadar ayaktadır. Yapı, 7 bölümden oluşur. 700 metre kare büyüklüktedir.
Kuzey-güney doğrultusunda uzanır. İlk bölüm akropole çıkan yolun sağından başlayan dikdörtgen planlı küçük palaestaradır. Palaestranın doğu ve batı kesimleri, tamamen tahrip olmuştur. Palaestranın girişi kuzey yönde olup güney duvarının batısından bir giriş servis bölümü açılır. Servis bölümünden frigidarium/apoditerium olarak çift fonksiyonlu bölüme girilir. İki uzun yanında 4’er anıtsal kemerle düzenlenmiştir. Kemerler hem iç mimari düzenleme hem de tonozun taşınması amacıyla yapılmıştır.
Frigadarium, doğu dar duvarın önünde bir heykel kaidesi ve altında “Antonına Apiphanei” yazmaktadır. Altlık üzerinde olması gereken heykelin ayak izleri görülür. Frigidariumdan güney taraftaki orta kemerden diğer bölüme bir kapı olmalıydı. Doğu arka tarafta, büyükçe bir yarım yuvarlak havuz bölümü vardır. Havuz yuvarlığının güney duvarı içinde büyükçe bir su kanalı geçer. Havuz suyu buradan temin ediliyordu. Bu odanın güney düz duvarı ortasından yan bölüme geçelir. Burası tepidariumdur. Kare formlu bu odadan da bir kapıyla caldariuma geçilir.
Caldarium güney ve batı duvarında, içinde sıcak su havuzları bulunması gereken birer apsisle biçimlenir. Apsislerin ortasında birer pencere açıklığı bulunur. Pencere açıklıklarının önlerinden geçen bir blok çıkıntısı apsisleri de dolanır. Hamamın son bölümü caldariumun doğu yanındadır. Bu iki bölüm arasında kapı bulunmaz. Son bölümün girişi, güney taraftan daha alt kotta ve bağımsız verilmiştir. Burası, yakacak deposu ve ısıtma alt yapısı hizmetlerinin verildiği bölümdür.
Hamam ana bölülerinin yan yana sıralandığı, geleneksel plandadır. Lykia hamamları içerisinde ortalama büyüklüğüyle de yerleşim Roma dönemindeki niteliği konusunda fikir verir. Kesin tarihleyici bir bulguya rastlanmamıştır. Yapısallığına, taş işçiliğine ve bölgedeki hamamların yapılış tarihlerine göre, MS 1’nci yüzyıl sonunda ya da 2’nci yüzyıl başında yapıldığı düşünülür.
Nekropol:
Akropolün güney ve batı tarafından yol boyunca nekropoller uzanır. Akropolün batısında uzanıp kuzeye dönen orman yolu boyunca iki yanlı ana nekropol uzanır.
Kentte batıya uzaklaşan yolun iki yanı boyunca, çeşitli ve çok sayıda mezar bulunur. Bunlar: lahitler, khamosorionlar, kaya ostothekleri, aedikula mezarlar ve anıt mezarlardır.
Lahitlerin hemen tamamı Psidia karakterinde tabula ansatı ve yanlarındaki mızraklı kalkanlardan oluşan ana şemada yapılmıştır. Bunlar: 7 anıt mezar, 2 khamosorion, 2 kaya osthotheki ve 98 tane lahit mezardır.
En yoğun mezar, akropolün kuzeybatısına denk düşen kesimde, orman yolunun solundaki yamaçtadır. Çoğunlukla basamaklı podyumları olan Roma lahitlerinden oluşur. Lahitlerin bitim sınırında, kaya kütleleri üzerinde khamossorionlar ve ostothekler açılmıştır. Bazı kayalıklarda mezarlar yanında “yuvarlak kaya ostothekleri” de açılmıştır. Bu ostothekler yanında, aynı kayalıklarda bazı stel yuvaları ve sunu çukurları görülür.
Akropolün kuzeybatısında orman yolunu döndükten sonra, asıl mezarlıktan ayrı kümelenmiş ancak onun devamı olan 14 lahit daha bulunur. Burası bu yöndeki son nekropol alanıdır.
Kulenin güneyinde yol kenarında, önemli ve anıtsal bir mezar kalıntısı bulunur. Çevreye dağılmış parçalardan, önünün açık olduğu kemerli bir üst yapısı, diş sırası içeren mimari elemanlarıyla önemli birinin mezarı olduğu anlaşılır. Mezar bloklarından birine, Bizans döneminde de kullanıldığını gösteren bir haç işlenmiştir. Anıt mezarın çevresinde ve yolun karşısında başka mezarlar da bulunur.
Akropoldeki bir başka ilginç mezar, akropolün güneybatı köşesinde kayalıklara açılmıştır. Hibrit özellikte, küçük odanın tamamı kayadan oyulmuş tonoz örtüsü ise taşlarla örülmüştür. Dromosla girilen bir yeraltı oda mezarı olup bölgede başka örneği bilinmemektedir. Yerleşimde bu tipte başka mezara rastlanmamıştır. Akropoldeki tek mezar olması da düşünüldüğünde, sahibinin mutlaka egemen ailelerden biri olması beklenir.
.
Saraycık Heroonu:
Modern yolun alt bitişiğindedir. Günümüze sağlam bir şekilde gelmiştir. Mezarlık ortasında anıtsal bir odak oluşturmakta ve diğer mezarlar çevresinde yoğunlaşmıştır.
Hereon girişi/cephesi akropole yöneliktir. Mezarın altında hyposorion vardır. Heroon, doğusunda aynı sıra üzerinde, heroonla birlikte yapılmış, içinde 4 mezar odası bulunan bir temenosla çevrilidir. Heroonun batısından kuzeye inen güçlü temanos duvarı tüm yapıyı çevreler. İyi korunmuş durumdaki heroonun duvarları, podyumun üstündeki ikinci blok sırası boyunca kabartma frizleriyle çevrilidir.
Bu frizlerde: arka cephe frizinde: oval Galat kalkanı, at başı, dizlikler, çift mızrak arasında kalkan, çift savaş baltası, at başı ve Korinth miğferi bulunur. Yan cephede: Pelta kalkan, iki açık kol, göğüs zırhı, Korint miğferi, iki bacak, at başı ve kuş başlı kılıç ile kalkan bulunur. Ante yüzlerinde: barbarlar ve göğüş-baş zırhları bulunur. Alınlıkta: Medusa ve iki yanında tritonlar verilmiştir. Tritonlar, Medusanın yılan saçlarını çene altından bağlamaktadır.
Sonuçta, bunlar mezar sahibi kahramana ait ve onun savaşçılığını temsil eden kabartmalardır. 5 x 5.40 m ölçülerinde, kare formlu mezar odası içinde Trokondasa ait olması gereken parçalanmış lahit bulunmaktadır. Üzerinde savaşın frizlerinin ve iki boğa ile aslan figürlerinin kalıntıları izlenir. Kentin en önemli ve nitelikli mezarıdır. Mezar cephesindeki yazıta göre “Atteous’un torunu, Trokondasın oğlu Trokondas kendisi için yaptırmıştır” yazar.
Mezar; mimarisi ve kabartmaların ışığında, MS 1’nci yüzyıla tarihlenir.
SİKKELER:
Antalya Müzesinde bulunan 5 küçük bronz sikke “KITA” lejantlıdır. Bu sikkelerin ön yüzünde Artemis büstü, ok ve sadak, arka yüzünde de çıplak erkek figürü bulunur. Sikkeler MÖ geç 1’nci yüzyıl ile MS erken 1’nci yüzyıl arasına tarihlenir.
Mavikent kasabası ve Finike arasındaki sahil şeridi: yöre halkı tarafından yapılmış ahşap evler yani obalarla doludur.
Bölgede kıyının, ormanla iç içe olması yörede yoğun bir günübirlik turizm faaliyetinin yaşanmasına sebep olmaktadır. Mavikent Belediyesi, bu bölgede her türlü düzenlemeleri yapmıştır. Sahil boyunca, Karaöz’e kadar uzanan yol asfaltlanmış ve yol güzergahı ağaçlandırılmıştır.
Kumluca Mavikent Tabiat Parkı
MAVİKENT TABİAT PARKI:
Kumluca merkeze 15 km uzaklıktadır.
Tabiat parkı olarak ilan edilmeden önce, daha çok yöre insanı tarafından mesire yeri olarak kullanılıyordu. Burada oldukça uzun bir ormanlık alan bulunmaktadır. Yani oldukça büyük bir park alanıdır. Toplam alanı 420 dekardır.
Yapılış amacı: sahada kumul ağaçlandırması yapılarak gerek sahil kumlarının ana maddesi olan ince kumun rüzgarla savrularak her türlü araziyi örtmesi ve zamanla büyüyerek ana rüzgar yönündeki araziler için tehlikeli olmasının önlenmesidir.
Sahilde, Belediyeye ait çok güzel bir çay bahçesi vardır. İlaveten çok bakımlı bir havuz, piknik masaları, kamelyalar, restoran gibi tesisler bulunuyor.
Kumluca Taşlık Burnu-Gelidonya Burnu
TAŞLIK BURNU-GELİDONYA BURNU-KIRLANGIÇ BURNU:
Taşlıkburnu: Mavikent ile Adrasan arasında küçük bir yarımada şeklindedir. Taşlıkburnu mevkiinin doğu tarafında ise, Suluada bulunmaktadır. Taşlıkburnu mevkiinin batı tarafında: “Korsan Koyu” vardır.
Antik kaynaklarda, burası “Hiera Burnu” yani “Kutsal Burun” olarak isimlendirilmiştir. Piri Reis tarafından yapılan haritalarda buradan “Şilden Burnu” diye söz edilir. Fenerin bulunduğu burnun, ön tarafında dikine sıralanan ve üzerinde yaşam olmayan 5 ada bulunmaktadır.
Gelidonya burnu: ters akıntılar nedeniyle, Pamfilya denizinin yani günümüzdeki ismiyle Antalya körfezinin en tehlikeli yeridir. Antik dönemde sayısız gemi, kayalara sürüklenerek batmıştır. Böylece Taşlık burnu, tam bir sualtı mezarlığına dönüşmüştür.
1960 yılında burada yapılan su altı araştırmalarında 30 metre derinlikte bulunan MÖ 15’nci yüzyıla ait gemi kalıntıları, günümüzde Bodrum Sualtı Müzesinde sergilenmektedir. Bakır ve bronz külçeler taşıyan Suriye ticaret gemisi, Gelidonya burnu önündeki kayalıklara bindirdikten sonra batmıştır.
Kumluca Gelidonya Feneri
Gelidonya Feneri-Taşlıkburnu Feneri:
Gelidonya feneri, yolu olmayan, sarp ve dik kayalıklar üzerinde kuruludur. Fenerin yapımına Fransızlar tarafından 1934 yılında başlanmış ve 1936 yılında tamamlanmıştır.
Türkiye kıyılarının en yüksek feneridir.
Fenerin denizden yüksekliği 237 metredir, bu yüksek konumu nedeniyle Türkiye’nin en yüksek feneri olarak kabul edilmektedir. Denizden 3 km içeridedir. Fenerin yerden yüksekliği 9 metredir. Görünüş uzaklığı 10 mildir.
Fenerde elektrik yoktur. İlk yıllarda gaz yağı, daha sonra ise LPG tüpü kullanılmış, 2017 yılından sonra ise güneş enerjisiyle elektrik sağlanmıştır. Fenerde: fener ve gardiyan binası, Ulusal Miras olarak tescil edilerek koruma altına alınmıştır.
Fenerin bakımını üstlenen aile için fenerin yanında iki odalı bir lojman bulunmaktadır.
Korunması: Kıyı Emniyet ve Gemi Kurtarma İşletmeleri tarafından sağlanmaktadır.
Ayrıca fenerin önünde bir çardak bulunmaktadır. Bu çardak, 2004 yılında güneş tutulmasını izlemek için bölgeye gelen Amerikalılar tarafından, fenerin bekçisine yaptırılmıştır.
Buradan günümüzde güneşin batışını izlemek muhteşem güzeldir.
2007 yılında Gelidonya feneri ve önündeki manzara, Türkiye’nin en güzel manzarası seçilmiştir.
Kumluca Gelidonya Feneri
Ulaşım:
Bence denemeyiniz, ulaşım oldukça zordur. Yine de mutlaka gitmek isteyenler için güzergah şöyledir. Antalya-Kumluca karayolu, Adrasan sapağına girilir ve yaklaşık 8 km ilerledikten sonra, Adrasan merkeze varılır, Adrasan merkezden dar ve zorlu bir karayolundan 5 km daha gidilir, sonra Korsan koyu ve Gelidonya feneri tabelaları görülür, buradan itibaren 5 km yürümek gerekir.
Ancak aracınız ile devam etmek isterseniz, bir süre daha orman yolunun sonuna kadar araçla gidebilir, sonra aracınızı bırakıp yürümek zorunda kalırsınız.
1 metre genişliğindeki patika yol, yaklaşık 2 kilometredir ve 1 saat civarında sürer. Özellikle bu yol üzerinde herhangi bir su kaynağı yok, yani mutlaka su takviyeli gitmelisiniz.
Likya Yolu:
Antik Likya yolu, Efes şehrinden başlar ve fenerin önünden geçerek ilerler. Bu yüzden, bahar ve yaz aylarında buradan gelip geçen eksik olmuyor.
Kumluca Karaöz Mevkii
KARAÖZ MEVKİİ:
Kumluca merkeze 25 km uzaklıktadır. Adrasan merkeze ise 15 km uzaklıktadır.
Karaöz mevkii, yazlık konutların çokluğu ile dikkat çeker.
Bölgedeki doğal güzellikler, deniz, kum ve güneş, yaz aylarında yerli ve yabancı turistleri buraya çekmektedir. Karaöz sahilinde: mangallı piknik yapılabilecek yerler var. Bölge sessiz ve sakin, deniz masmavidir.
Ancak Karaöz normal bir kıyı kasabası olmasına rağmen, bölgenin en kötü yani düzenlenmemiş, bakımı yapılmamış sahili buradadır.
Ancak denize girmek için Korsan koyu veya benzeri yerleri yakın yerleri, örneğin Mavikent veya Çıralı plajlarını tercih etmelisiniz.
Kumluca Korsan Koyu
KORSAN KOYU:
Mavikent mahallesi Karaöz Mevkiinde Gelidonya Feneri arasındadır.
Karaöz sahiline, yaklaşık 3 km uzaklıktadır. Koya ulaşmak için stabilize yani toprak bir yol bulunmaktadır. Kumluca merkeze 26 km uzaklıktadır.
Buraya “Korsan Koyu” isminin verilmesinin sebebi: “Bir söylentiye göre, koyun yakınlarındaki Gelidonya burnunda ters akıntılar olması nedeniyle ticari gemileri akıntıya kapılıp kayalara çarpıp batmamak için doğal liman vazifesi gören bu koya sürüklenirlermiş.
Tabii sonrasında burada bekleyen korsanların ellerine düşerlermiş. Bu yüzden buraya korsan koyu ismi verilmiştir.
Kumluca Korsan Koyu
Olympos tanıtım yazısında da belirttiğim gibi, bir zamanlar buralarda Korsan Kralı Zeniketes ve buna bağlı birçok korsan bulunuyormuş ve bölgenin hakimi durumundaymışlar.
Piri Reis, 1521 yılında hazırladığı haritalarında, buraya “Karaöz Koyu” olarak isim vermiştir.
Kumluca Korsan Koyu
Evet Korsan Koyunun bir diğer özelliği: buranın Melanippe antik kentinin limanının burada bulunmasından kaynaklanmaktadır.
Korsan koyu, son yıllarda özellikle çadırlı kamp yapanlar tarafından yoğun tercih edilmektedir. Çadır kurmak ücretsizdir.
Kumluca Korsan Koyu
Ayrıca, günübirlik tatilciler de burayı tercih ediyorlar. Çadırınız yoksa burada bulunan işletmelerde kiralık çadır veya bungalovlar bulunmaktadır. Sonuç olarak, burası özellikle hafta sonlarında aşırı kalabalık olmaktadır.
Çünkü gelidonya deniz fenerinden önce denize rahat girilebilecek tek yerdir.
MELANİPPE-MELANİPPİON-KARAÖZ:
Kent, günümüzde Gelidonya Burnu’nun 30 stadia (5.5 km.) kuzeyindeki Korsan Koyu’nun hemen yanında yükselen ve küçük güvenli koyu oluşturan alçak kayalık tepenin üstünde kuruludur. Gagai’den 11 km güneydedir. Koyun karşı yanında ise sadece bir kilise bulunur.
Antik kente: deniz veya kara yolu ile ulaşmak mümkündür. Kent ismini: Deniz Tanrısı yer sarsıcı Poseidon’un sevgilisi Melanippe’den alır. Kentin isminin anlamı: siyah at demektir.
Kyaneai’de bulunmuş olan MS 135 yılına ait bir yazıtta adı “Meloeten” olarak anılır. Kentte bulunan, MÖ 188 yılına ait dekrette Phaselis ve Rodos arasında bir symmakhiadan söz edilmekte ve savaşta Rodos Birliği içinde yer aldığını göstermektedir. Kentte ele geçen bir yazıtta, Phaselisli Apollonios, kentin özgür kalması için Rhodos’la ilişki kurduğu öğrenilmektedir. Bu durum Helenistik dönemde otonom bir polis olduğunu göstermektedir. Kent suru girişinde bulunan geç dönem yazıtta “Ey efendimiz köyümüzü koru” denmektedir. Bu yazıtın devamında “Halleluya-Tanrıya Şükür” ifadesi vardır. Yani bu dönemde yerleşim bir kome durumuna düşmüştür. Gagai’nin güçlenip gelişmesiyle Melanippion’un bu duruma düştüğü anlaşılmaktadır.
Yani, Melanippion Gagai’ye bağlıdır ve Gagai de Lykia birliği içerisinde Rhodiapolis ve Korydalla ile ilişki içerisindedir. Her dönemde önemsiz ve küçük bir yerleşimdir. Önemli yanı, çevresindeki diğer yerleşimlere de hizmet veren korunaklı küçük bir doğal limandan kaynaklanır. Bu yapısal özelliği nedeniyle Zeniketes’in sığınaklarından biri olmuştur.
GELELİM GÜNÜMÜZE KALAN KALINTILARI:
Kayalık tepeye çıkan yol boyunca 5 tane oda mezar vardır. Bunlar benzeri bölgeden bilinen, yaygın olarak da en çok Olympos’ta bulunan tonoz örtülü oda mezarlardandır. Tüm kayalık tepe Bizans surlarıyla çevrilidir. Bugün çoğunlukla izlenebilmektedir. Çoğunlukla kastron içinde bulunan yerleşim çok yoğun bir yapısallık göstermektedir.
Çok yoğun cangıl ve yıkıntı fazlalığı nedeniyle tanımlama güçlükleri yaşanmaktadır. Rhodiapolis’te gelişkin örnekleri bilinen ve bölgenin diğer yerleşimlerinden bilinen tonozlu sarnıçlar üzerine yapı inşa etmek tekniği burada da görülür. Özellikle batı uçta sağlam korunmuş yapı bunun en iyi ve sağlam kalmış örneğidir. Yuvarlak biçimde sarnıçlar da evlerin içinde bulunmaktadır.
Kisle Çukuru Manastırında bulunan Bizans tuvaletinin benzeri burada da benzer işçilik ve konumda konut içinde görülmektedir. Yerleşimde, biri limanda diğeri tepede olmak üzere iki kilise bulunmaktadır. Tepedeki kilisenin apsisi ve kuzey pastophoriası sağlamdır. Üç nefli olduğu anlaşılmaktadır.
Aşağıda, limanın çevresini oluşturan dik kayalıklara bağlı hibrit yapı kalıntıları, muhtemelen limanla ilgili işlevlere sahiptir. Liman kenarında bulunan Aziz Stephanos Kilisesi sağlam korunmuştur. Bu kilisenin en ilginç yanı, en batısındaki bölümün dış duvarında sıva üstüne kazınmış, benzerleri Alanya Kalesinden bilinen gemi ve teknelerin grafiti tarzında çizimleridir. Anlaşılan denizcilere hizmet veren ve onların deniz dualarına karşılık veren bir kilisedir.
Limana ulaşan denizciler, tehlikeli Gelidonya Burnunu dönebilip buraya ulaşabildikleri için ve limandan ayrılan denizciler de yolculuklarının bundan sonrası kısmının kazasız, fırtınasız geçmesi için tanrıya “belki de denizcilerin koruyucusu Aziz Nikolaos’a” bir mesaj, bir istek bırakmaktadırlar.
MS 1400 yılında Abu Dinar’ın 400 gemilik filosunun bu burunda dağılmış olması, tehlikeli dönemeçteki dua noktalarının anlamını ortaya koymaktadır. Limana, kiliseye her gelen gemicinin kendi teknesini duvarlara çizdiği, farklı tip ve büyüklükte tekneler izlenebilmektedir. Apsis içinde duvara yazılmış isimler ve tekneler ziyaretçilerden bugüne kalanlardır.
Yerleşimde Bizans dönemi dışında kalıntıya rastlanmamıştır. Ancak bazı sur duvarlarında Roma Döneminden devşirilmiş olabilecek yapı taşlarına rastlanmıştır. Tüm yerleşimde çok yoğun Bizans dönemi günlük seramik parçaları bulunmuştur.
Melanippion Koyunda deniz altında lahitler ve ostothek bulunmuştur. Burada yapılmış olan incelemeler sonucu denizin altında görülmüş olan 8 adet mezar, su altındaki egemde yuvarlanıp sırayla kalmıştır. Bulundukları yer ve kalıç biçimlerinden bir batığın söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan tek örmektir. Nerede üretildikleri bilinmeyen tekneler bilinmeyen bir yere götürülürken, Gelidonya Burnunun deli fırtınalarına dayanamayıp batmıştır.
denizden yaklaşık 40 metre kadar yukarıda bulunmaktadır. Kentin bulunduğu buran, içerisinde birçok doğal liman barındırmaktadır.
Kent: Likya ve Pamphylia sınırında, Rodoslular tarafından kurulmuş, 5 koloni kentinden birisidir. Kent hakkındaki en erken tarihli bilgiler, Miletoslu Hekataios’a aittir.
Hekataios, kentin bir Pamphylia kenti olduğunu yazmıştır.
Gagai kentinden, 11 km uzaklıktadır. Ayrıca: Kyaneai kentinde bulunmuş, MS 135 yılına tarihlenen bir yazıtta da, Melanippe kentinin, Likya Birliğinin 15 kentinden birisi olduğu kayıtlıdır.
MÖ 188 yılında Apameia Barışından hemen sonra, III Antiokhos’a karşı yürütülen savaşta, Melanippe, Rodos birliği içinde yer almıştır.
Melanippe kenti, Helenistik ve Roma devirlerinde önemini yitirmiş ve daha sonra Gagai kentinin denetimi altına girmiştir. Bazı kaynaklarda, Melanippe kenti Gagai’nin doğal mimanı olarak değerlendirilmektedir.
MÖ 1’nci yüzyılda, şehrin, bölgedeki diğer şehirler olan Olympos, Phaselis ve Attaleia ile birlikte, korsan Zeniketes’in yanında yer almış olmalıdır. Çünkü: MÖ 78 yılında Romalı Komutan Servillius komutasındaki donanma, Zeniketes’in güçlerini savaşta yenmiş, ardından Olympos, Korykos, Phaselis ve Attaleia şehirlerini korsanlardan almıştır.
Bu sırada, muhtemelen korsanları destekleyen Mellanippe şehri de ele geçirilmiştir. Romalı Servillius: bölgede korsanları destekleyen diğer şehirler gibi, Melanippe şehrini de cezalandırmış olmalıdır.
Bu yüzden, şehir muhtemelen Helenistik dönemin yüzyılında, halk tarafından terk edilmiştir. Toprakları ise, Gagai şehrine bağlanmıştır.
Takip eden Roma döneminde, şehre yerleşim olmuştur. Çünkü: kentin nekropolisinde az sayıda Roma ev tipi mezar bulunmaktadır. Ayrıca yüzeyde yine Roma dönemine ait keramik parçaları görülür.
Kent, asıl önemine Bizans döneminde kavuşmuştur. Kentin korunaklı doğal limanı, aynı zamanda kentin uzaktan görünmesini engelleyerek doğal koruma sağlamıştır.
Günümüze ulaşan kalıntılar:
Kentte günümüzde, Roma ve Bizans dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır.
Ayrıca: kentte biri limanın yakınında, diğeri Akropolis’te olmak üzere iki büyük kilise kalıntısı vardır. Bunlar, Hıristiyanlık döneminde, Melanippe kentinde yerleşim bulunduğunu göstermektedir.
İlk Melanippe Piskoposu, kayıtlara 787 yılında geçen Piskopos Niketas’dır.
Ortaçağ’da kentin ismi “Sanctus Stephanus” olur.
Çünkü limanın kuzeybatısındaki düzlük alanda “Aziz Stephanus” için yapılmış ve temelleri günümüze kadar ulaşmış bir kilise bulunmaktadır.
Liman Basilikasının apsis bölümünde çeşitli dillerden kazınmış olan isimler, Melanippe şehrinin denizciler tarafından sık sık ziyaret edildiğini gösterir. Basilikanın girişinde: duvar üzerine kazılı birçok gemi grafittosu görülmektedir.
Çünkü Ortaçağ’da, Gelidonya Burnunun çevresinden dolaşmak son derece tehlikeliydi. Hatta, Arap kaynaklarında da yazılı bir olayda, bu burnun açıklarında, MS 842 yılında Abu Dinar isimli bir komutan yönetiminde, 400 gemiden oluşan donanmanın parçalandığı bilinmektedir.
Bu yüzden, Gelidonya Burnuna giriş ve çıkışlardan önce Mellanippe limanı, güvenli bir liman olarak ziyaret ediliyordu. Liman basilikasının duvarı üzerine kazınan gemi grafittoları da, denizcilerin Gelidonya Burnunu aşarken başlarına gelebilecek tehlikelere karşı korunmak için tanrıya yakarışlarını belgelemektedir.
Öte yandan, Aziz Stepnanus denizcilerin koruyucusudur.
Evet, liman ve limanın önemi hakkındaki bu ayrıntılardan sonra şimdi gelelim şehri tanıtmaya.
Melanippe antik kentinin, yüzeydeki kalıntılara bakılarak varlığını Ortaçağ sonlarına kadar sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Özellikle Hıristiyanlık ve Bizans devrine ait yoğun kalıntılar görülmektedir. Ancak kentin kesin olarak ne zaman terk edildiği bilinmemektedir.
Kent yerleşimi:
Kent yerleşimi, kuzeyden-güneye yaklaşık 200 metre uzunluğundadır. Kent yerleşimi, üç bölüme ayrılmıştır.
1’nci Bölüm:
Liman ve çevresindeki antrepolar ve hemen yanındaki Liman Bazilikasıdır.
2’nci Bölüm:
Burun üzerinde bulunan ve çevresi surlarla çevrili Akropolis bölümüdür. Akropolisi çevreleyen surlar, MS 5’nci yüzyılda yapılmıştır ve büyük kısmı sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.
Evler: birbirine ve kimi yerde surlara bitişik olarak yapılmıştır. Evlerin temelleri görülmektedir ve bazı yerlerde ise, bu temellerin 1 metreye kadar yükseklikleri günümüze ulaşmıştır.
Genelde iki katlı olan konutların, en altlarında ise tonozlu su sarnıçları bulunmaktadır. Kentte su sarnıçlarının çok olması, kentte büyük su sıkıntısı çekildiğini göstermektedir.
Akropolis Basilikası:
Kentin merkezindedir. Yapının bazı duvarları 3 metreye ulaşmaktadır ve günümüze sağlam olarak ulaşmıştır. Bu yapının içi günümüzde tamamen otlar, taşlar ve ağaçlarla kaplanmış vaziyettedir.
Burada yine bir varsayımdan söz etmek gerekir, şöyle ki antik kaynaklarda kentte Melanippe kentinde bir “Athena Tapınağı” bulunduğu bildirilmesine rağmen, bu tapınak bugüne kadar bulunamamıştır.
Ancak Roma döneminde, basilika gibi dini yapılar antik dönem tapınaklarının üzerine kurulmuştur. Bu yüzden, bu basilikanın, Athena Tapınağı üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir.
3’ncü Bölüm:
Surların arkasında, doğu yönde kalan Nekropol alanıdır.
Yerleşimin kuzeybatısında, kumlu ve korunaklı bir sahil şeridi bulunmaktadır. Buranın genişliği sadece 20 metredir. Bu sahil şeridinde, içe doğru uzanan dar bir boğaz çevresinde muhtemel antrepo olarak kullanılan yerlere ait kalıntılar görülür.
Erken Dönem Bizans Bazilikası:
Kuzeybatıda, küçük bir kaya terası üzerinde, denizden 8 metre yüksektedir. Üç nefli bazilikanın, küçük bir ön avlusu vardır. Ancak bu bazilika, yukarıda sözünü ettiğim Haigos Stephanos bazilikasından daha küçüktür.
Bazilikanın güneyinde, ana kayaya oyulmuş işlik bölümünün ise, bir zamanlar zeytinyağı üretimi için kullanıldığı tahmin edilmektedir.
Şehrin ana girişi:
Şehrin ana girişi, doğu tarafındadır. Bu ana girişe bir cadde bağlanmaktadır. Caddenin genişliği 2.5-3 metredir. Burada bazı yapı kalıntıları seçilmekle birlikte, yoğun bitki örtüsü nedeniyle net bir yorum yapmak mümkün olmaz.
Ancak bu yapı kalıntılarının birçoğu Bizans dönemine tarihlenmektedir ve kırma taş tekniği kullanılarak yapılmıştır.
Son bir not: Melanippe kentinin kendi adını taşıyan sikkeleri olduğu ve bu sikkelerin yörede yaşayanlar tarafından zaman zaman bulunduğu söylenmektedir. Gerçek olan tek şey, kentin kalıntılarının herhangi bir resmi arkeolojik araştırma olmadığı için işlevlerinin net olarak bilinmediğidir.
Tek gerçek, burada yaşayan yöresellerin kalıntıların ve binlerce yıllık sütunların üzerine yazıp çizdikleri iğrenç yazılardır.
Kumluca Papaz Koyu-Papaz İskelesi
PAPAZ KOYU-PAPAZ İSKELESİ:
Mavikent Mahallesi Karaöz Mevkiindedir. Karaöz mevkiine, 5 dakika uzaklıktadır.
Kumluca merkeze 19 km uzaklıktadır. Burası: Orman işletmesi ve Kumluca Belediyesi tarafından, kamp ve piknik alanı olarak düzenlenmiştir.
Kumluca Papaz Koyu-Papaz İskelesi
Arabanızı yol kenarına park ettikten sonra, aşağıya inmeniz gerekiyor. Yukarıdaki bölüm piknik yapmak içindir. Bu bölümde piknik masaları ve tuvaletler bulunuyor. Masaların yanında ise sabit mangallar vardır.
Piknik alanında yeteri kadar tatlı su çeşmesi de düzenlenmiştir. Çeşmelerden buz gibi su akmaktadır. Buranın en büyük eksikliği, elektrik ve aydınlatma olmamasıdır.
Yakınlarda market de yoktur. Buraya gelirken tüm ihtiyaçlarınızı karşılayarak gelmenizi öneririm.
Kumluca Papaz Koyu-Papaz İskelesi
Dev ağaçların altında, deniz kenarında çadır kurabilirsiniz. Ancak bir ayrıntıdan söz etmekte yarar var, özellikle Haziran-Temmuz gibi sezon aylarında, buraya aşırı günübirlik ziyaretçi olduğundan, akşamları çadır kurup, sabahları toplamanız istenebiliyor.
Bunu dikkate alarak gidiniz. Sahil kısmında: soyunma kabinleri, duşlar ve tuvaletler bulunur.
Kumluca Papaz Koyu-Papaz İskelesi
Sahil kısmı taşlık ve kayalıktır. Ancak oldukça küçüktür. Deniz suyu temiz ve dalgasızdır. Günün ilerleyen saatlerinde bazen dalga çıkabiliyor.
İlk girişte kaya ve taşlar vardır. Deniz içinde 10 metre ilerledikten sonra su derinliği boy yapmaktadır. Deniz suyu sıcaktır. Denizin ortasında büyük bir kaya kütlesi bulunmaktadır.
Kaş; daracık, sarmaşıklar ile kaplı sokakları, başka yerde tatmanın imkansız olduğu Kaş a özgü lezzetleri ile tatilcilerin vazgeçemediği küçük bir beldedir Kaş.
Ama, muhteşem bir güzellik, küçük ama sakin, güzel bir belde. Tam bir tatil yeri.
Kaş
ULAŞIM
İstanbul-Kaş arası uzaklık, yaklaşık:950 km. dir. Antalya-Kaş arası uzaklık: 198 km. dir. Ankara-Kaş arasında uzaklık: 741 km. dir.
Yörede, her mevsimde yetiştirilen taze tarım ürünleri, günlük olarak sunuluyor. Her türlü et yemekleri, deniz ürünleri ve balık çorbası meşhurdur. Yörede: arıcılık ve bağcılık ta gelişmiştir. Kara kovan balı ve çam balı, pekmez alınabilecek ürünlerdendir. Özellikle: keçiboynuzu pekmezini mutlaka deneyin.
Kaş Genel
GENEL
Kaş Plajları
Kaş için: “Arkası taş, önü yaş” olan Kaş’ta işler zor, zaman yavaş ilerler. Bu gecikmenin ödülü ise, Kaş’ın olağanüstü tarihi ve kültürel birikimlerini, karasal ve su altı doğal zenginliklerini bugüne kadar korumuş olarak geleceğini sağlayacak konumda olmasıdır.
PLAJLAR
Kaş’ın bütün deniz kıyılarından denize girmek mümkün dür ancak, halkın tercih ettiği plajlar şunlardır. Patara Plajı, Kaputaş Plajı, Küçük Çakıl Plajı, Akça Germe Plajı, Seyret Çakılı Plajı, Büyük Çakıl Plajı, Karadere Plajıdır.
Kaş Plajları
Kaş’ın en güzel plajı: Kaputaş Plajıdır. Kalkan-Kaş kara yolunda, dağların ve virajların arasında giderken bir anda belirir. Dünyanın en güzel cep plajlarından biridir.
Kalkan’dan özel araba ile: yaklaşık 10 dakikada gidilir. Kaş’tan ise 20 dakikada gidilir.
Kaputaş Plajı ile ilgili ayrıntılı tanıtımı Kalkan bölümünde bulabilirsiniz.
Kaş’ta konaklama sıkıntısı yok. Bir de öğretmen evi bulunuyor.
Meis adası
Kaş sualtı dalış
Kaş’ın hemen karşısında: Yunanistan’a ait olan “Meis adası” bulunmakta olup, uzaklığı: 3 km. dir.
KAŞ’DA YAPILABİLECEK ETKİNLİKLER
Kaş Tüplü Dalış
TÜPLÜ DALIŞ-SCUBA DİVİNG
Kaş’ta tüplü dalış yaparak kristal berraklığındaki suların metrelerce altına inebilirsiniz. Kaş da su altı dalışları 1986 yılında yapılmaya başlamıştır. Günümüzde ise, turizmin motor sektörü olmuştur.
Burada 21 farklı dalış noktası bulunmaktadır. Avrupalı dalıcıların en çok keyif aldıkları dalış bölgesidir. Tespit edilmiş 30’a yakın dalış noktasıyla, dalıcılara heyecanlı anlar yaşatmaktadır.
Çünkü: denizin altı da, üstü kadar renklidir. Ayrıca Caretta görme ihtimali vardır ve denizin altında MÖ 1300’lere kadar uzanan bir tarihle karşılaşmak mümkündür.
Sualtı kanyonları, rengarenk balıklar, çeşit çeşit deniz canlıları ve profesyonel dalış okulları bulunmaktadır.
Yaz sezonunda, 40-50 metreye varan görüş mesafesi ve kayalık dip yapısıyla, Kızıldeniz’den sonra Akdeniz’deki önemli dalış yeridir.
Kaş Yamaç Paraşütü
YAMAÇ PARAŞÜTÜ
Minübüslerle 9 dakikalık bir yolculukla denizden 600 metre yükseklikteki Kırdavlı Tepesine ulaşılıyor. Veya Asas dağına çıkılıyor. Asas dağına ulaşım yolculuğu 30 dakika sürer.
Paraşüt uçuşu, Asas dağında 650 metre yükseklikten başlıyor. Burada yamaç paraşütü pilotları eşliğinde yamaç paraşütü yapılıyor. Uçuş yaklaşık 20-30 dakika sürmektedir.
Kaş limanına iniş yapılıyor. Yamaç paraşütü yapmak için ayırmanız gereken süre 2 saat civarındadır.
YÜRÜYÜŞ-TRECKİNG
Kaş’ın en rağbet gören doğa aktivitelerinden birisidir. Bölge: trekking ve antik kentler arası yürüyüşler gibi, doğa etkinlikleri için sayısız olanaklar sunmaktadır.
Herkesin kolaylıkla yürüyebileceği patikalar ile süslü rotalarda, zengin maki toplulukları arasından geçerek, sedir ormanları ile kaplı yeşil tepeleri, kanyonları, vadileri ve su kaynaklarını izleyerek, yarı evcil keçilere, bazen de sempatik sincaplara rastlayarak harika zaman geçirebilirsiniz.
Kaş Mavi Yolculuk
Bu yürüyüşler; doğa güzelliklerinin yanı sıra, Likya patikalarını takip ederek, henüz yoğun turist akınına uğramamış, antik kentleri keşfetmek, bozulmamış köyleri ve yöresel özellikleri tanımak olanağı da sağlamaktadır.
Doğa yürüyüşleri, bölgeyi çok iyi tanıyan, tecrübeli ve tüm iletişim-emniyet donanımlarına sahip rehberler eşliğinde yapılmakta olup, tur başlama noktalarına araçlarla gidilmektedir.
Likya yolu seçeneğinin dışında: Liman ağzı, Gedife Tepesi, Phellos, Gökçeören, Asaz Dağı, Gömbe Yaylası alternatif yürüyüş parkurları da programlar içindedir.
Yalnız, asla, rehber olmadan, böyle uzun bir yürüyüşü tercih etmeyin.
MAVİ YOLCULUK VE TEKNE TURLARI
Gulet tipi yelkenli, ahşap yatlarla yapılıyor. Çünkü bu tip tekneler, günümüzde yalnızca mavi yolculuk için dizayn edilmiştir.
Çağdaş yaşamın gereklerini karşılayacak şekilde üretilen bu el emeği guletler, kamaralarından, mutfağına kadar her türlü konforu, ahşap sıcaklığı içerisinde yolcularına sunuyor.
Mavi yolculuk içinde: Akdeniz ve Ege’nin en güzel koylarını: Kekova’yı, Kaş-Kalkan’ı, Kelebekler Vadisini, Fethiye ve yemyeşil Göcek koylarını görebilirsiniz.
Kaş Sualtı Arkeoloji Parkı
KAŞ SU ALTI ARKEOLOJİ PARKI-ARKEOPARK
Hidayet koyundadır.
Arkeopark’ta, Uluburun’da kalıntıları bulunan teknenin bir benzerinin, Kaş’ta inşa edilip batırılması ile oluşturulan bir yapay resif ile, batığın sünger avcıları tarafından ilk bulunduğu “İn Situ” halini temsilen, taklit amphora, taş çapa ve bakır külçelerin, batik planına göre düzenlendiği yapay batık alanı yapılmış.
Yeryüzünde benzeri olmayan bu su altı parkı, dalıcılara hoş bir keşif heyecanı yaşatıyor.
Kaş Tarihi
TARİHİ
Kaş’ın eski adı: Hebessos’tur. Antik kent, tarihte: Antiphellos ismi ile anılmıştır. Karia ve Likya bölgeleri arasında, bağlantıyı sağlayan yolların kesişme noktasında bulunması nedeniyle, şehir, aynı zamanda bir ticaret limanıdır.
Antik kent: Roma döneminde önem kazanır. Bizans döneminde, piskoposluk merkezi olur. Bu dönemde: Arap akınları görülür ve daha sonra Anadolu Selçuklu topraklarına katılarak, Andıflı adını alır.
Anadolu Selçuklu devletinin yıkılmasından sonra ise, Tekeoğulları Beyliği yönetiminde geçer ve daha sonra Yıldırım Beyazıt tarafından, Osmanlı topraklarına katılır.
Kaş gezilecek yerler
GEZİLECEK YERLER
Kaş Cumhuriyet Meydanı
CUMHURİYET MEYDANI
Kaş merkezinin göbeğinde Andifli Mahallesindedir. Ara sokaklarda gezinmelisiniz. Burası: Kaş merkezinde hareketle gecelere yakın olmak isteyenlerin tercih edeceği küçük işletmelerle doludur. Burada birçok kafe ve bar bulunuyor.
KAŞ MERKEZ CAMİİ-NASRETTİN CAMİ
İlçe merkezinde en tarihi yapıdır. İlçenin tam ortasında Andifli Mahallesindedir. Caminin Kitabesinde: Yusuf Ağa tarafından 1770’li yıllarda yaptırıldığı yazılıdır.
Elmalı ilçesindeki Ketenci Ömer Paşa camisinden sonra Batı Antalya’nın en eski 2’nci camisidir. Cami tek kubbelidir. Batı yönünde minaresi bulunur.
Kaş Uzun çarşı
UZUN ÇARŞI
Yan yana dizilmiş eski ve şirin evlerin altları butik, mağaza ve yöreye ait hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlardır.
Kaş Uzun çarşı
Ne satın alınır: El işçiliği gümüş takılar, Likya halıları, kilimler, cam sanat eserleri, tahta oyma figürler, tasarım kıyafetler.
Yani, o kadar da düşündüğünüz kadar uzun bir çarşı değil, ancak burada ara sokaklara girmenizi öneririm. Buranın en büyük özelliği: Selçuklu mimarisi özellikleridir.
Uzun çarşı: alışveriş mekanları dışında, akşamları yemek sonrasında dolaşmaya çıkanların da adresi ve ışıltılı gezinti yeridir. Kenarlarda: bar ve kafeler bulunur.
Kaş Kral Mezarı
KRAL MEZARI-ANIT MEZAR
Likya dönemi lahitlerinin en görkemlisi, günümüzde Uzun çarşı sokağındadır. Sokağın yukarı kısmında tepeden aşağı sokağı seyredercesine duran bir lahit vardır.
Buraya halk arasında “Kral Mezarı” olarak adlandırılır. “Aslanlı Lahit” olarak da bilinir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir.
Gerek mezar odası ve gerekse üstündeki yükselti: tek bir kaya bloku yontularak yapılmıştır.
Kaş Kral Mezarı
Üç bölümden oluşan, yükseltilmiş bir lahittir. Hyposorium veya alt mezar odası, yaklaşık 1.5 metre yüksekliktedir ve zemini çökmüştür.
Bunun üstünde, yaklaşık 0.80 metre yüksekliğinde bir düz tavan vardır ve bu ikisi, bir kaya bloğundan yontularak yapılmıştır. Lahdin en üstünde ise ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya ogivali veya sivri kemerli bir taş kapak bulunur.
Kaş Kral Mezarı
Kitabe
Lahdin 1.5 metre uzunluktaki alt kısmında, Boncuk motifleri ve 8 satırlık Likçe bir kitabe bulunmaktadır. Ancak bu kitabe yazılar belirgin olmasına rağmen henüz okunamamıştır. Bu yüzden mezarın kime ait olduğu bilinmiyor.
Sanduka
Kaidenin üzerinde, dikdörtgen prizması şeklinde anıtın sandukası oturtulmuştur. Kapağın kuzeybatı alınlığında: sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üzerine atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın figürü vardır.
Kapağın güneydoğu alınlığında: ayakta duran ve uzun bir manto giymiş bir kadın figürü görülür.
Kaş Kral Mezarı Kitabesi
Lahit Kapağı
Lahdin en üstünde, ayrı bir kayadan yontulmuş tipik bir Likya sivri kemerli taş kapak bulunur. Kapağın her iki yanında da aslan kabartmaları bulunur. Aslan başları: pençelerin üstünde dayalı durur. Kapağın kısa kenarı: dört levhaya bölünmüştür.
Kuzey batı alınlığında “sopasına dayanmış, sağ bacağını sol bacağının üstüne atmış, üzgün görünümlü bir erkek ve bir kadın” figürü işlenmiştir. Güneydoğu alınlığında ise “ayakta duran ve uzun manto giymiş bir kadın figürü” görülür.
Kapağın batı tarafı pencere şeklindedir.
Kaş Acısu plajı
OLYMPOS/ACISU HALK PLAJI
Kaş Marinanın devamındadır. Merkezden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Kaş merkeze uzaklık 1 km dir. Temiz ve bakımlı plaj, yörenin gözde turistik belgesinin hemen içinde yer alması nedeniyle avantajlıdır. Araba yolundan, merdivenle inilir. Acısu Halk Plajı, Mavi Bayraklıdır.
Kaş Acısu plajı
Plaj dar ve çakıl taşlıdır. Kum ve kayalık yoktur. Ahşap iskele ve beton platform yoktur. Plajın uzunluğu 8 metre, genişliği ise 5 metredir. Denizi ise berrak ve serindir. Yılın 9 ayı denize girmek mümkündür.
Kumsal küçük çakıl taşlarından oluştuğu için, denizden çıkışta ayağınız kumlanmıyor. Kumsala şezlong ve şemsiyenizi götürebilirsiniz. Plajın bitiminde, “Olympos Kamp” bulunmaktadır. Olympos, daha geniş bir alana yayılmıştır.
Kaş Kamp Alanları
ÇADIR VE BUNGALOV KAMP ALANLARI
Kaş Kamping
KAŞ KAMPİNG
Antik Tiyatrodan, Yarımadaya giden yol üzerindedir. Kaş merkeze yürüyerek 10 dakika uzaklıktadır. Kamp alanına araç sokmak yasaktır, aracınızı yol kenarında bir yere park etmeniz gerekiyor. Resepsiyondan çadır kurabileceğiniz yerlere ait bir harita veriliyor ve buna göre çadırınızı kurabiliyorsunuz.
Evet, kamp alanı, Kaş merkeze oldukça yakındır. 1981 yılından beri faaliyetini sürdürmektedir. Burada bungalov ve çadır kampı yapılmaktadır. İsterseniz burada bulunan bungalowlarda kalabilirsiniz. Kamp alanında, ortak banyolar ve bir de kafe bulunuyor. Ayrıca kendi plajı bulunuyor. Türkiye’nin en sevilen kamp alanlarındandır.
7 dönümlük alanda, zeytin ağaçlarının gölgesinde, denize sıfır bir doğa deneyimi yaşamak için burası tercih edilmektedir. Çadır, müşterilerin kendileri tarafından getirilmektedir, ancak en önemli husus rezervasyon alınmamasıdır.
Yani, buraya gittiğinizde “Yer yok” gibi bir deyimle karşılaşabilirsiniz. Bence uygun bir yaklaşım değil, insanlar yer yok deyimi ile karşılaşınca alternatif ne yapabileceklerdir. Kamp alanında: Diving dalış okulu da bulunuyor.
Kaş Can Mokamp
CAN MOCAMP
Kaş merkezine 20 dakikalık yürüyüş uzaklığındadır. Kamp alanı: toprak zemin ve ahşap platform olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Sabah saatlerinde zeytin ağaçları güneşi engeller ancak günün ilerleyen saatlerinde güneş kamp alanında etkili olur.
Kamp alanında ortak kullanılan duş ve tuvaletler bulunmaktadır.
Kaş Olimpos Mokamp
KAŞ OLİMPOS MOCAMP
Kaş merkeze 2 km uzaklıktadır.
Kamp alanı deniz kıyısından 70 metre uzaklıktadır. Zeytin ve keçiboynuzu ağaçlarının altında çadır alanında çadırınızı kurabilirsiniz. Yani, burada çadır kiralanmıyor, kendi çadırınızı getirmeniz gerekiyor.
Çadır alanı, toplam 70-80 çadır kurulacak kapasitedir. Geniş kamp alanında ortak kullanımlı olarak: tuvalet, duş, mutfak buzdolabı, çamaşırhane, elektrik ve plaj bulunmaktadır.
KAŞ MARİN CAMPİNG
Acısu bölgesindedir. Ortak kullanım alanlarında: mutfak, buzdolabı, restoran, 24 saat sıcak ve soğuk su, duşlar, elektrik ve ücretsiz internet bağlantısı bulunmaktadır.
Kaş Evren Kamping
EVREN CAMPİNG
Andifli, Uğur Mumcu Caddesindedir.
Plajlara ve alışveriş merkezine yakındır. Otopark ücretsizdir. Kaş merkeze 800 metre yürüme mesafesindedir. Burada kiralık çadır bulunmaktadır.
Tüm çadırların hemen yanında elektrik prizi vardır. Ortak kullanıma yönelik: çamaşır makinası, duşlar, tuvaletler, sıcak su hizmeti verilmektedir.
KAŞ ÇEVRESİNDEKİ PLAJLAR
Kaş Limanağzı Plajı
LİMAN AĞZI PLAJI
Kaş ilçesinin güneyinde, ancak denizden ulaşılan bir yerdir. Kaş merkezden kalkan teknelerle buraya ulaşılır. Küçük teknelerle buraya 15-20 dakikada ulaşılıyor. Bulunduğu yön nedeniyle, güneşin en uzun süre kaldığı koydur.
Burası eskiden liman olarak kullanılıyormuş, bu yüzden ismi “Limanağzı” plajıdır. Burada deniz: dalgasız, berrak ve oldukça dingindir.
Kaş Limanağzı Plajı
Limanağzı bölgesinde, konaklama hizmeti veren 4 tesis bulunmaktadır. Bu işletmeler, genellikle ahşap sedirler ve localarda denize girenlere hizmet verirler. Koyda oteller yanında bungalovlar da bulunmaktadır.
KÜÇÜK ÇAKIL PLAJI
Kaş ilçe merkezinin sol tarafında küçük bir koydadır. Bu yüzden bulmak zordur, tabelası yoktur, Hükümet caddesi üzerinde plajın yerini sorarak bulabilirsiniz.
Merkezde kayaların arasında 10 metre uzunlukta çakıllı bir koydadır. Adından anlaşılacağı üzere minik çakıllardan oluşmaktadır. Kaynak sularıyla beslenen plajın denizi oldukça soğuktur. Dalgalı ve sığ değildir. Denize iskeleden giriliyor.
Plaj sahil kesimi çakıllı olduğu için şezlong ve şemsiye konulamaz. Şemsiye ve şezlonglar kayaların üzerine kurulmuş ahşap platformlara yerleştirilmiştir. Burada: iki tane Beach işletmesi bulunuyor.
Kaş Büyükçakıl Plajı
BÜYÜK ÇAKIL PLAJI
Kaş ilçe merkezinden oteller bölgesine doğru 20 dakikalık bir uzaklıktadır. Uzaklık yaklaşık 2 km dir. Andifli Mahallesi Hükümet Caddesinden gidilir. Kaş’ın popüler plajlarından birisidir.
Gidişte yokuş aşağı oldukça keyifli olmasına rağmen, dönüşte yürümeye seçerseniz yokuşu çıkmak sıkıntılı oluyor. Plajın çevresinde: soğuk su kaynakları vardır. Bu yüzden deniz suyunun sıcaklığı düşüktür. Ancak bunaltıcı yaz aylarında, bu serinlik iyi gelir. Ancak suyun üstü soğuk, altı sıcaktır.
Plajın çakıllı olması, suyun berraklığını arttırır. Diğer plajlara oranla daha sessiz ve ıssızdır. Küçük Çakıl plajına nazaran daha geniş bir plaj alanına sahiptir. Burası da adından anlaşılacağı gibi çakıllıdır. Çakıllar beyaz renklidir.
Plajda, küçük tesisler bulunmaktadır ve bunlardan ihtiyaçlarınızı temin edebilirsiniz. Plaj, gün batımını seyredebileceğiniz en güzel plajlardan birisidir.
Güneş batarken, sahildeki restoranların bazıları masalarını denizin yanına çakıl taşlarının üzerine kuruyorlar. Böylece, Kaş bölgesinde denize en yakın yemek yiyebileceğiniz yer burasıdır. Buraya giderseniz yanınızda mutlaka şnolker ve paletleriniz olsun, denizi altında muhteşem görüntüler izleyebilirsiniz.
Kaş Akçagerme Plajı
AKÇAGERME PLAJI
Akçagerme plajı: Kaş ve Kalkan arasındadır. Kaş ilçe merkezine 4 km uzaklıktadır. Kaş ilçe merkezinin batısından, yaklaşık 25 dakika yürüyerek buraya ulaşabilirsiniz. Toplu ulaşım araçları ile buraya ulaşmak mümkündür.
Akçagerme koyu: 2008 yılında Kaş Kaymakamlığı tarafından “Halk Plajı” haline getirilmiştir.
Kaş Akçagerme Plajı
Plajın uzunluğu 200 metredir. Plajın genişliği de 200 metredir. Denize sıfır plajda tesis vardır. Çakıl, kayalık, ahşap iskele ve beton platform yoktur.
Mavi Bayraklıdır
Kaş Akçagerme Plajı
Plajın en belirgin özelliği: rüzgarlı ve dalgalı havalarda dahi denizin süt liman olmasıdır. Çünkü plajın karşısında yarımada bulunmaktadır.
Kaş Akçagerme Plajı
Plajı yörede bulunan diğer mavi bayraklı plajların aksine çakıllardan değil kumdan oluşur. Denizi sığdır. Dalgasızdır. Bu yüzden özellikle çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca çocuklar için havuz ve su kaydırağı yani Aquapark bulunur.
Sahilde ise spor alanları ve çocuk parkı vardır. Plaj: Kaş Kaymakamlığına bağlı “Anadolu Turizm Meslek Lisesi” tarafından işletilmektedir. Öğrenciler burada staj yapmaktadırlar.
Kaş Kaymakamlığı tarafından faaliyete alınan ve tepe üzerinde bulunan restoran ve piknik alanı gayet uygundur.
ÇEVREDE GEZİLECEK YERLER
ÇUKURBAĞ YARIMADASI
Kaş merkeze 5 km uzaklıktadır. Kaş merkezden Çukurbağ yarımadasına dolmuşlar gidip gelmektedir. Yolculuk yaklaşık 10 dakika sürer.
Çukurbağ Yarımadasının antik dönemdeki ismi “Habesos” dur. Buradaki antik kent daha sonraları “Antiphellos” ismini almıştır. Antiphellos kenti, Likya ve Karya bölgeleri arasındaki ulaşım yollarının üstünde ve ayrıca bir ticaret limanı olarak kullanılmıştır.
Sakin ve kalabalıktan uzak durmak isteyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bulunan otellerin kendi beach bölümleri vardır. Ancak bazı otellerin denize ulaşımı zordur, bu yüzden rezervasyon yaptırırken sormanızı öneririm.
Ayrıca açıkta olduğu için sürekli bir esinti vardır. Yine de deniz ve Meis yönündeki manzara oldukça güzeldir.
Çukurbağ köyünün bulunduğu yer ise: denize kıyısı olmayan bir köydür. Burada yaşayanlar deniz için Halk Plajı veya Hidayet Koyu nu kullanıyorlar. Köy sadece seyirliktir. Buradan harika tablo gibi manzaralar görebilirsiniz.
Hidayet koyu ve İnceboğaz plajı, yörenin en meşhur yerleridir.
Kaş Belediyesi Halk Plajı
KAŞ BELEDİYE HALK PLAJI
Çukurbağ Yarımadasındadır.
Plajın geniş bir otoparkı vardır. Ayrıca Kaş merkezden buraya dolmuşlar kalkmaktadır. Kendi aracınız ile giderseniz otopark problemi yoktur. Giriş ücretsizdir.
Oldukça geniş ve bakımlı bir plajdır. Sol tarafta tahta platform üzerinde sağ tarafta ise kum üzerinde şezlonglar bulunmaktadır. Platform tarafında genellikle çocuklu aileler bulunmaz. Denize, platform üzerindeki merdivenlerden giriliyor. Çünkü denize giriş bölümü çakıllıdır.
Kaş Belediyesi Halk Plajı
Denizi akvaryum gibi berraktır. Büyük çakıl ya da küçük çakıl plajlarına göre daha çok tercih edilmektedir. Deniz suyu hafif dalgalı ve ılıktır.
Plaj alanında: restoran, kafe ve çocuk oyun alanı vardır. İsterseniz kafeterya da oturup denize girebilirsiniz, yani şezlong ve şemsiye almak zorunda değilsiniz.
Piknik yapmaya elverişli ağaçlıklı bir yeşil alanda bulunmaktadır. Sahile yakın arka tarafta ağaçlık bölgede kendi sandalyende gölgede rahatlıkla oturabilirsiniz.
Hem kum, hem de çim üzerinde güneşlenmek mümkündür.
Kaş Hidayet Koyu
HİDAYET KOYU
Çukurbağ Yarımadasındadır. Kaş ilçe merkezine 3 km uzaklıktadır. Çukurbağ yöresindeki en güzel plajdır.
Koy ismini, burada daha önce yaşayan “Hidayet” isimli bir kişiden almaktadır. Zeytin ağaçları gölgesinde dinlenip denize girebilirsiniz. Koyda kumsal yoktur. Denizin tabanı çakıl taşları ve kayalıklardan oluşmaktadır. Denize buradan giriliyor.
Kaş Hidayet Koyu
Ancak deniz suyu berrak ve temizdir. Hatta bir akvaryum gibidir. Son yıllarda koya bir “Beach” yapılmıştır. Güneşlenmek için ahşap platformlar üzerine şezlong ve şemsiyeler konulmuştur.
Yörenin diğer plajlarına nazaran biraz daha kalabalıktır. Eğer sakinlik arıyorsanız, burası size göre değildir, burası oldukça hareketlidir ve yoğundur. Çünkü koyda müzik çalınıyor. Koy çevresinde kalınabilecek birçok pansiyon bulunmaktadır.
Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı
İNCEBOĞAZ ÇINAR HALK PLAJI
Çukurbağ yarımadası yolu üstündedir. Çukurbağ yarımadasının en ince kısmında, hem açık denize hem de koya bakmaktadır.
Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı
Aralarından araba yolu geçmektedir. Kaş merkezden kalkan dolmuşlar ile veya taksilerle buraya ulaşabilirsiniz. Hatta Kaş merkezden buraya 15 dakikada yürüyerek gitmek de mümkündür. Kendi aracınız ile giderseniz otoparkı uygundur.
Plaj, Kaş Belediyesi işletmesidir. Plaj: Meis adasına yani açık denize bakar. Kaş merkezden buraya yürüyerek gidilebilir. Kaş merkeze 1 km uzaklıktadır.
Kaş İnceboğaz Çınar Halk Plajı
Plaj: Mavi Bayraklıdır. Plajın uzunluğu 500 metre, genişliği 15 metredir. Denize sıfırdır. Kum yok, çakıl vardır. Kayalık, beton platform da yoktur.
Açık deniz tarafındaki bölüm: rüzgarlı ve dalgalıdır. Açık denize bakmasının olumlu yanı ise, muhteşem manzarasıdır. Marina tarafına bakan kapalı koy bölümü ise, daha korunaklı ve deniz suyu ılıktır. Deniz sığdır ve bu yüzden çocuklu aileler ve yüzme bilmeyenler tarafından tercih edilmektedir. Burada bir “Beach” işletmesi bulunmaktadır.
Kaş Antiphellos
ANTİPHELLOS
Bazı kaynaklarda “Meryemlik” ismiyle geçer. Bölgede bulunan bazı yazıtlardan, Kaş’ın altında bulunan kentin adının “Antiphellos” olduğu anlaşılmıştır.
Arkeolojik verilere göre, Likya dilinde “Habessos” veya “Habesa” olarak geçen Kaş’ın ilk çağlardaki ismi ise “Antiphellos” dur. Şehir, antik dönemde Phellos’un limanıdır.
Kaş Antik Tiyatrosu
Kentin en çok dikkat çeken yapısı ise antik tiyatrodur. Roma dönemi yapısıdır. MÖ 1’nci yüzyıl yapımıdır. Çünkü inşaat tarzı ve düzeni bu tarihi göstermektedir. MS 141yılımda ise, bölgenin birçok kentini etkileyen deprem sonucu hasar görmüş ve MS 2’nci yüzyılda restore edilerek yenilenmiştir. Çünkü antik kentten günümüze sağlam olarak gelmiş tek yapıdır.
Tiyatro, 4000 seyirci kapasitelidir. Cavea yani seyircilerin oturdukları bölüm 26 basamaklıdır. (Başlangıçta ise 28 sıralı yapılmıştır.) Tiyatronun sahnesi yoktur. En büyük özelliği, Anadolu’da bulunan deniz manzaralı, denize doğru yapılmış tek tiyatro olmasıdır. Yani denize bakan bir yamaca kurulmuştur. Günümüzde, antik tiyatroda açık hava konserleri düzenleniyor.
Surlar
Bir zamanlar Antiphellos şehrini çevreleyen surlardan günümüze çok az bir kısmı ulaşmıştır.
Bazilika
Tiyatronun yanındadır.
Akropolis
Tepenin güney yamacında, yerel kireç taşından yontma taşlarla imal edilmiştir.
Akdam
Akropolün kuzeybatı ucundadır.
Ev tipi mezar yapısı: MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. Tek bir parça kaya blokuna, hafifçe konik bir küp şeklinde oyularak yapılmıştır. Anıtı çevreleyen bir geçit vardır. Yüksekliği 3.5 metredir.
Yunan stilinde, cephesi olan bu kaya mezarı: girişindeki sütunlu bir ev ile sütunlar üzerinde yükselen üçgen bir bölüm veya alınlığa sahiptir. Anıtın tabanında, süslemeler ve her köşesinde dikdörtgen bir sütun veya yarım sütunlar vardır.
Giriş, orijinalde sürgülü bir kapı ile kapalıdır. 1.9 metre yükseklikte bir açıklığı çevreleyen, kalıp şeklinde bir kapı kasası vardır. İç kısım: üç taraftan ölülerin konulduğu klineler yani banklarla donatılmıştır.
Odanın arka tarafındaki sıranın üstündeki boşlukta: el ele tutuşarakdans eden 24 kız figürü vardır. Kenarları çiçek desenleri süslemektedir.
Helenistik Tapınak
Hastane caddesi üzerindedir. Antiphellos şehrinin tapınaklarından günümüze gelen tek örnektir. Helenistik tapınak, antik limana bakmaktadır. Dış yüzü muntazam kesme taş kullanılarak yapılmıştır. Büyük taş bloklar, pürüzsüz ve düzgün kesilmiştir.
Duvarların sadece alt sıraları korunarak günümüze gelmiştir. Kenarlarda dar kenar boşlukları vardır ve orta kısımlar hafifçe yükseltilmiştir. MÖ 1’nci yüzyıldan kalma orijinal yapı, Roma İmparatorluk döneminde onarılmıştır. Yapının adandığı tanrı bilinmemektedir.
Sarnıç
Bu sarnıç: Yat limanı girişindedir. Likya döneminden kalmadır. Antik tiyatroya kadar uzanan alandaki bir sıra sarnıçtan günümüze ulaşan tek örnektir. Diğer sarnıçlar, zaman içinde yok olmuştur. Sarnıç, başlangıçta su depolamak üzere tasarlanmıştır. MÖ 5’nci yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Sarnıç: 12 x 6 metre boyutlarındadır.
Yekpare bir kaya bloku oyularak yapılmıştır. Tavanı: yedi oyma sütun üzerine oturmuştur. Ancak bu sarnıç yakın geçmişte: şarap, zeytinyağı, sebze ve su depolamak için kullanılmıştır. Kazılar sırasında, sarnıçların bulunduğu alanda: çeşitli amforalar, tabak ve kaplar bulunmuştur.
FELEN YAYLASI-PHELLOS
Kaş ilçe merkezine 12 km uzaklıktadır. Çukurbağ ve Pınarbaşı köylerinin hemen yanındadır.
Şehrin ismi Likçe dilinde “Veninda” dır. Torosların tepesinde kurulmuştur. Tepenin üzerinden, güneye doğru vadiye ve Akdeniz’e, kuzeyde ise Toroslara ve gerideki tepelere hakim bir manzarası bulunmaktadır. Şehrin geçmişi, MÖ 700’lü yıllara kadar gitmektedir. Ancak özellikle MÖ 4’ncü yüzyılda önemli bir kent olarak bilinir.
Kaş ilçe merkezi yani Antiphellos şehri: antik dönemde bu şehrin yani Phelos şehrinin limanıdır. Phellos şehrini çevreleyen surlar bulunmaktadır. Ancak bu surların sadece bir bölümü, sağlam olarak günümüze ulaşmıştır.
Birlik tipi sikkelerden burada da bulunmuştur. Burada bir lahit vardır. Bu lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla aittir. Bu lahit rölyeflerle bezelidir ve ev tipi bir lahittir. Oda tipi bu mezarın yanında, kayaya oyulmuş kabartma bir inek tasviri vardır.
Ayrıca: küçük bir Helenistik dönem tiyatrosu, agora ve antik mezarlar bulunmaktadır. Akropol üstündeki sura bitişik olan yapı: muhtemelen bir gözetleme kulesidir.
BELENLİ-İSİNDA
Kaş ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır.
Belenli köyünün yakınlarında bir tepe üzerinde kurulmuştur. İsinda, küçük bir Likya şehridir. Kentin Akropolu bulunmaktadır. Akropolun ortasında: Likya yazıtlı 2 ev tipi mezar bulunur. Günümüzde kenti çevreleyen surların sadece küçük bir bölümü görülmektedir.
Ancak bu görülen su duvarlarındaki işçilik ilgi çekmektedir. Basit bir görünümdeki sur duvarlarının sağlamlığını arttırmak için, takip eden uzun yıllar boyunca eklemeler yapılmıştır.
Ayrıca bölgede çok sayıda kaya mezar bulunmaktadır. Kaya mezarları, kayanın içinin oyulmuş ve ölen kişi oraya defnedilmiştir.
Kaş Aperlai
APERLAİ-SIÇAK İSKELESİ
YERİ:
Lykia’nın yaşanması oldukça güç olan, sarp kayalıkların denizle buluştuğu kesimde, özellikle denize ve kısmen de doğal dağlara bağlı yaşanmıştır.
Küçük ve da bir körfezin kıyısındadır.
Körfezin dar ağzı Uluburun tarafına açılır.
Asarkoyu başında güneybatı rüzgarlarına tamamen açık bir konumdadır.
Koyun darlığı gemilerin manevrasında zorluk yaratacak düzeydedir.
Neredeyse adalaşacak kadar kıyıdan kopmuş kara parçalarının oluşturduğu derin koylarda kurulmuş kentlerden biridir.
Karşısındaki ada ile aralarındaki güçlü akıntı nedeniyle, bugün olduğu gibi geçmişte de adı “Akar boğaz” la (Aprilla) ilişkilidir.
Üç ağızdan yaklaşık 4 mil deniz yolculuğu ve ardından batıya doğru 1 km yürüyerek varılır.
Yani buraya sadece tekne ile ulaşmak mümkündür. Tekneler: Kaş ve Üçağız’dan kalkar.
ŞEHRİN İSMİ:
Yörede çok sayıda “sikke” bulunmuştur.
Klasik dönem sikkelerinde adı “April” olarak geçer.
Bu sikkelere göre, Aperlai bir liman şehridir ve tarihi geçmişi MÖ 5 ve hatta 4’ncü yüzyıla kadar gitmektedir.
Bizans Piskopos listelerinde “Aprilla” olarak geçer.
Eski Yunanca’da karşılığı bulunmayan bu sözcük “akar boğaz” anlamına gelir.
Adının geçtiği sikkeler dışında bugüne dek Likçe bir yazıt da bulunmamıştır.
Aperlai adı 142 cm yüksekliğinde ve 293-305’e tarihlenen bir mil taşında okunmuştur.
GENEL ÖZELLİKLERİ;
Hierokles piskoposluk merkezlerini listelerden, Aperlai 5’nci sırada yer alır.
Apollonia, İsinda ve Simena’nın yer aldığı birliğin başındadır.
Sympoliteia adına Lykia Birliğinde 2 oy hakkı vardır.
Sikkeler üzerindeki yunuslar, denizcilikle bağlantısını perçinler.
Roma döneminde liman oluşu ve denizcilikten ve purpur (giysilerde kullanılan mor boya) ticaretinden kaynaklanan zenginliği belli ki kenti geliştirmiştir.
Opramoas’ın 30.000 dinar gibi büyük bir yardım yapmış olması, Lykia zenginlerinin ilgisini çektiğini ifade eder.
MS 7’nci yüzyıldaki Arap işgaline kadar en az 1000 yıldan fazla bir süre boyunca yerleşim ve liman hareketi söz konusudur.
Muhteşem doğanın koynuna gizlenmiş Aperlai, her dönemde gösterişsiz bir kent olmuştur.
Gelişmeye uygun olmayan yerleşim, topoğrafyası nedeniyle 1000 civarında insanın yaşadığı bir şehir olmaktan öteye gidememiştir.
Sur içi boyutları bu kadarını karşılamaktadır.
Lykia sahillerinin ortak kaderinde olduğu gibi, burası da su kaynakları konusunda çok fakirdir.
Bu kentin sakinleri de 40’ı geçen sarnıçla toplanan sularla yetinir.
NEKROPOL:
Kentin çoğunlukla doğusunda, kısmen de batısında sur dışında dağılmış nekropolünde 80’den fazla mezar tespit edildiği halde hiçbir Lykia kaya mezarına rastlanmamış olması da ilginçtir.
Lahitler yalın tekneler ve semerdamlı kapaklardan oluşur.
Kapaklarda karşılıklı kaldırma çıkıntıları bulunmaktadır.
Bunların 35 tanesi yazıtlıdır.
GÜNÜMÜZE ULAŞAN KALINTILAR:
Modern yerleşim olmaması şansı nedeniyle, antik kalıntılar bugüne kadar korunmuştur.
Ne bir tiyatrosu ne de görünürde anıtsal bir tapınağı yoktur.
Ancak; Agora, iki hamam, dükkan ve işlikler ve diğer kalıntılardan anlaşıldığı kadarıyla görece olarak iyi imar görmüştür.
Günümüzde sular altında kalan 250 metre uzunluktaki kıyı şeridinde bulunan mendirek ve diğer liman yapıları özellikle Roma döneminin zenginliğini gösterir.
Bizans döneminde de yerleşimin yoğunluk düzeyini koruduğu 4 kiliseden anlaşılır.
En erken kalıntı, kuzey duvarındaki Erken Helenistik dönem gözetleme kulesidir.
Bu dönemden başka kalıntı yoktur.
Ancak Roma ve Bizans kalıntıları görünüşteki en yoğun iki dönemi anlatır.
Bunlar, sarp yamaçta ustalıkla dizildiği özgün topoğrafyasıyla şaşırtır.
Tüm kenti kulelerle berkitilmiş bir sur duvarı çevreler.
Güneyinde denizle arasında kalan kesim ise iki yandan akropol bağlantılı surla sınırlanmıştır.
Burada asıl sınır, zamanla yapıları içine çeken denizdir.
Tiberius ve karısı Livia için, İmparator kültü oluşturulmuştur.
Cladius döneminde; İmparator kültü rahibi atanmış olmasından anlaşılmaktadır.
Ancak bugüne kadar bir sebasteiona rastlanmamıştır.
KİLİSELER:
İç kentin en kuzey ve en güneyinde birer kilise yetmemiş, denizin tam kıyısında da küçük bir kilise yapılmıştır.
Bugün; ikisinde rüzgarlar, su altında kalanda da dalgalar ve balıklar tapınmaktadır.
Suyun tam kenarında kalabilmiş hamamların biri sur dışında biri de içerisindedir.
Roma döneminde en az 25 metre kıyıdan içeride bulunmaktaydı.
HAMAMLAR:
İçeride olan küçük Batı Hamam, Lykia için geleneksel sıra tipi mimarisiyle dikkat çeker.
Yazıta göre MS 80 yılında Titus adına yapılmıştır.
Sur dışındaki Doğu Hamam Aperlai yazıtlarında anılan gymnasium olabilir.
PURPUR ÜRETİMİ:
Aperlai kıyılarında gezinirken, dünün iğrenç kokuları hala hatırlanır.
Purpur işleyerek sürdürdüğü yaşamının bedeli de budur.
Kötü kokular nedeniyle kıyılarını yaklaşılmaz kılan bu mor-kırmızı karışımı renk maddesinin elde edildiği, demir çubuklarla parçalanan ve fırında işlem gören deniz kabuklarından yayılan berbat kokular, geçmişte Aperlai kıyılarının bu denli keyifle gezilen yerler olmadığını düşündürür.
Ancak, Akdeniz ışığında en kırmızısı elde edilen renk maddesi pahalı bir dış satım kalemi olduğundan, Aperlai’yi zenginleştirmiştir.
Bu değerli sıvının içindeki yüksek tuz oranı, uzun süre korunması konusunda sıkıntı yarattığı için içine bal katılmaktaydı.
Aperlai’de murex trunculus’tan, en değerli boya maddesi renk olarak mor ve kırmızı elde edildiğini gösteren işleme artığı kabuk kırıkları tepecikleri ve muhtemelen müreksleri canlı tutmak için kullanılan depolama tankları bulunmaktaydı.
Aperlai’nin önemli yanı müreks’den boya üretilmiş olmasıdır.
Kentin batısındaki boş alanlardaki müreks artıklarından oluşan tepecikler önemli miktarda üretim olduğunu gösterirken müreks işlikleriyle ilgili herhangi bir kalıntı görülmez.
Müreks artıklarının karşılaştırılması sonucunda Andriake’deki üretimin çok daha büyük boyutlarda olduğunu söylemek mümkündür.
Atıkların incelenmesi sonucu burada çoğunlukla murex turunculus türü yumuşakçaların işlendiği anlaşılmıştır.
Aynı atıklar içerisinde MS 350-650 yılları arasına tarihlenen ve mureks canlısı taşımakta kullanılan Geç Roma amphora parçaları bulunmuştur.
Mureks artıklarının kentte harç katkısı olarak da kullanıldığı küçük yığınlardan ve uygulanmış örneklerden anlaşılmıştır.
SULAR ALTINDA KALAN KIYI YAPILARI:
MS 6-7’nci yüzyıllarda bölgede olan büyük depremlerin etkisiyle, kıyı yapıları sular altında kalmıştır.
Ancak, sualtındaki Lykia bilgileri çok yeni ve eksiktir.
Körfeze dökülen bir akarsu olmadığından su altındaki kalıntılar erozyonla örtülmemiştir.
1970-1975 yıllarında Carter isimli bir turistin görmesiyle, su altındaki kalıntılar ortaya çıkmıştır.
Bundan sonra yapılan araştırmalarda, 2.5 metre derinde seramik bulgulara rastlanır.
Dalgakıran 1 metre derinde kalmıştır.
Yapıların önü boyunca sahilde bir cadde ilerler.
Cadde kıyısından sonra 12 metreye ulaşan derinlik başlar.
APOLLONİA-SAHİLKILINÇLI
Kekova yolu üstünde, Likya döneminden kalma bir Likya şehridir. Kaş ilçe merkezine 22 km uzaklıktadır. Şehir “L” harfine benzeyen bir kayalığın üzerinde MÖ 4’ncü yüzyılda kurulmuştur.
Şehri çevreleyen surların bir bölümü günümüze ulaşmıştır. Şehirdeki diğer antik dönem kalıntıları şunlardır: Likya lahitleri, Bizans kilisesi, Tiyatrosu, bir hamam ve bir sarnıçtır.
DEREAĞZI MEVKİİ
DİRGENLER KÖYÜ-ŞEŞEBE KİLİSESİ
Kaş ilçe merkezine 35 km uzaklıktadır. Dirgenler Mahallesi Dereağzı Mevkiindedir. Elmalı-Kaş karayolu üstündedir. Köyde yoğun olarak seracılık yapılmaktadır.
Şeşebe Kilisesi
Bazı kaynaklarda “Şişama kilisesi” olarak da geçer. Kilise: Dereağzı bölgesinde dağların eteklerinde kuruludur. MS 9 veya 10’ncu yüzyılda Bizans döneminde inşa edildiği düşünülmektedir. Bazilika tarzındadır.
Kiliseden günümüze çok az kalıntı gelebilmiştir. Kubbesi ve sütunlarını çoğu yıkıktır. Ancak günümüzde yine de heybetli bir görüntü sunmaktadır. Yani mimarisi olağanüstü güzeldir.
Kaş Dirgenler Köyü Kale
Kale
Dirgenler köyünde bir de kale bulunuyor. Yalnız bu kaleye ulaşmak için 2 saatlik bir tırmanış gereklidir. Kaleye tırmanırsanız, aşağıda oldukça güzel bir manzara görebilirsiniz. Özellikle seraların çokluğu dikkat çekiyor. Kilise çevresinde: yol kalıntısı, şehrin kale duvarları, su sarnıçları bulunur. Lahitler ise basit yapılıdır ve kayaya oyulmuştur.
MASTAURA
Akdeniz’le Elmalı arasındaki geçitte bulunur.
Myra’nın 19 km kuzeybatısındadır.
Myros vadisinde gözlemlenen Roma dönemi yolu bu güzergaha aittir.
Önemi:
Uzun bir süre yerleşim gördüğü anlaşılan yerleşimin en erken verileri, seramiklere göre Orta Demir Çağ’dır.
Seramikler MÖ 9 ncu yüzyıldan 6 ncı yüzyıla kadar tarihlenir.
Klasik ve Helenistik dönemlerin de tanıkları seramiklerdir.
Klasik dönemden itibaren de mimari kalıntılar görülür.
Bunların en erkenleri kaya mezarlarıdır.
Yokuş başlangıcındaki ana kayaya açılmış 3 kaya mezarı, Klasik dönem geleneksel Lykia mezarlarıdır.
Roma ve Bizans dönemlerinde de yerleşim kesintisiz devam etmiştir.
Roma mimarisinin dünya üzerindeki en iyi örneklerinden birisi olarak kabul edilen Roma şehrindeki “Collezyum” un bir benzeri, Mastaura şehri kalıntıları buradadır.
En geç 12 nci yüzyıla kadar yerleşim yaşamıştır.
MÖ 2 nci yüzyıldan başlayan Lykia Birlik sikkeleri ve ardından erken Roma sikkelerine ek olarak Constans II (7 nci yüzyıl) ile ve 16 ncı yüzyıl Osmanlı sikkelerinin desteğinde yerleşim tarihi aydınlanır.
Araştırmacılara göre, Myra Metropolisine bağlı Mastaura Piskoposluk bölgesi burasıdır.
Ve zaten erken kuruluşunun da Myra hanedanlığı tarafından gerçekleştiği söylenir.
Kalıntılar:
Kasaba vadisinin güney yamacındaki görkemli kilise ile tanınır.
Kilisenin 2 km güneybatısında, Kasaba ve Karadağ Çaylarının Myros ile buluştuğu noktada yükselen tüm vadiye egemen ve vadi girişini koruyan bir tepe üzerinde “kale” yer alır.
Myra ve Andriake’ye su taşıyan kanal buradan başlar.
Kanalın uzun süre kullanılmış olduğu, 9’ncu yüzyıl onarımlarından anlaşılır.
Kayalıkta ilk göze çarpan, Lykia tipi kaya mezarları ve lahitlerdir.
Büyük kısmını savunma yapılarının oluşturduğu kalıntılar, çoğunlukla kalenin kuzeyinde bulunur.
Lykia klasik kentinden ilk savunma kalesinin kalıntıları görülür.
Teraslanmış tepe yamacında üst alan iyi işçilikli poligonal büyük bloklarla örülü sur ile korunmuştur.
Tepenin korunaksız kuzey ve doğu yana, payandalı sur duvarları ile çevrilmişken uçuruma bakan güney yanında buna gerek kalmamıştır.
Ana giriş kayalıklarda bir boğa ve kurban sahnesinde, elinde oinokhoe ile betimlenen erkek figürü bulunmaktadır.
Benzerleri MÖ 4 ncü yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir.
Lykia ahşap imitasyon cepheli klasik kaya mezarı 4 ncü yüzyılın ilk yarısına aittir.
Bunlardan birinin sahibinin adı belirlenmiştir. “Chakbija”
Bu mezarlar ve kapı kabartması Klasik yerleşimin de tarihini destekler.
Dereağzı yerleşimi Myra’ya bağlı bir kaledir ve kaya mezarları ile diğer kalıntılar, küçük ama varlıklı bir kent olduğunu gösterir.
Yerleşimde zorlukla tanımlanabilen diğer kalıntılar Roma dönemine aittir.
Bizans kilisesi ve diğer yapıların inşaatında Roma malzemeleri devşirme olarak kullanılmış ve tahrip edilmiştir.
Mermerden yapılmış üst yapı elamanlarındaki mimari bezekler, MS 1-2’nci yüzyıla tarihlenir.
Bizans varlığı ise, MS 5’nci yüzyılda başlar.
Orta Bizans döneminde ise Lykia kalesi, kireç harcı ve moloz taşlarla örülen 1.90 metre genişlikteki duvarlarla tekrar yapılır.
Bu döneme ait başka yapılar ve bir de şapel vardır.
Bu yapıların dönemi için 9’ncu yüzyıl verilir.
Bu tarihler, 9’ncu yüzyıldaki Arap-Bizans mücadelesi dönemine denk gelmekte ve anlaşılan bu nedenle tüm bölgede olduğu gibi savunma güçlendirilmiştir.
Vadinin kuzeydoğusundaki Dereağzı’nın ünlü kilisesi, Başkent İstanbul örnekleriyle karşılaştırılabilecek niteliktedir.
Burası bir haç merkezi veya bir bişof katedrali olmalıdır.
Tuğla ve taştan örülmüş olan kilise, Bizans kalesiyle aynı dönemdendir.
Kilisenin iki yanında, apsisli iki sekizgen yapı vardır.
Nartheks kuleleri içinden üst kata çıkılır.
Dış nartheks ve “U” biçiminde bir galeri katı vardır.
Amfi Tiyatro Kalıntısı
Yaklaşık 14-15 metrelik duvarları korunarak günümüze ulaşmıştır. Ayrıca: oturma sıraları 360 derece dönmekte, yaklaşık 100 metre çapındadır. Anadolu’da bulunan tiyatroların hepsi yarım ay şeklinde iken, buranın Colezyum benzeri olması oldukça önemlidir.
Orta ölçekli bir tiyatro yapısıdır. Günümüzde zeytin ağaçlarının altında oturma sıraları, orkestrası ile birlikte çok iyi korunmuş olarak görülmektedir.
SÜTLEGEN-NİSA
Kaş ilçe merkezine 60 km uzaklıktadır.
Burası günümüzde bir yayla köyü olmasına rağmen, Likya ve Roma dönemine ait birçok kalıntı bulunmaktadır. Ören yeri, bugün köyden 15 dakikalık yürüyüş mesafesindedir. Şehrin Likçe ismi “Neiseus” dur. Bu isim, Tiyatronun duvarında yazılıdır. Ören yerinde Likya ve Roma dönemine ait kalıntılar bulunmaktadır.
Bölgede yapılan arkeolojik araştırmalarda, çeşitli sikkeler bulunmuştur. Bu sikkeler, Likya dönemine aittir ve günümüzde Antalya Müzesinde sergilenmektedir. Şehirde bulunan bazı lahitlerin ön cephelerinde: mızrak, kalkan, kadın ve erkek tasvirleri görülebilir. Antik kentte ayrıca: Agora ve Tiyatro bulunmaktadır.
GÖMBE YAYLASI
Kaş ilçe merkezine 68 km uzaklıkta Elmalı yolu üzerindedir.
Yol boyunca: çam ve sedir ağaçlarıyla kaplı ormanlar bulunur. Köyler bu ormanların içindedir. Gömbe yaylası: soğuk suları ve elma bahçeleriyle ünlüdür. Ayrıca: yaylada turistik hizmet veren konaklama tesisleri vardır. Bu konaklama tesislerindeki yemekler, yöreye ait kokulu otlarla hazırlanır.
Bölge: Hıristiyanlık zamanında Piskoposluk merkezi olarak önem kazanmıştır. Çevredeki kilise ve lahitler, günümüze kadar gelebilen kalıntılar arasındadır. Yayla: Osmanlı döneminde hayvan panayırı olarak kullanılmıştır. Çok sayıda Yörük günümüzde yaşamlarını sürdürüyor. Türkiye’nin en eski yağlı güreşlerinin yapıldığı yer olarak da biliniyor. Zamanında burası Mais ve Rodos adalarının tahıl ihtiyacını karşılıyormuş.
Kaş Tekke Köyü
TEKKE KÖYÜ VE ABDAL MUSA EFSANESİ
Kaş ilçe merkezine 70 km uzaklıkta, Gömbe yaylasından 8 km uzaklıktadır. Yayla yolu stabilizedir.
Tekke köyünde: Abdal Musa türbesi bulunmaktadır. Bu yüzden, köy özellikle Aleviler tarafından yoğun ziyaret edilir.
Rivayete göre “Abdal Musa, Teke yarımadasına yerleşmiş ve bölgeyi dolaşmıştır. Fethiye yakınlarına geldiğinde, çobanlardan su ister. Ancak ona kimse su vermez. Daha sonra Yumru dağına çıktığında, orada bir çobandan su ister, çoban pınardan çanağına doldurduğu suyu kendisine verir.
Abdal Musa, burada namaz kılar ve çobandan bir isteği olup olmadığını sorar. Çoban bunun üzerine “bu pınar yaz aylarında susuzluğumuzu gideriyor, ancak kışın seller oluyor ve tüm ekili alanlarımız harap oluyor” diye yakınır.
Bunun üzerine Abdal Musa, “bu pınar yazım Gömbe’ye, kışın ise bardak suyu çok görenlere gitsin” diye dua eder.
Yine söylenenlere göre, o zamandan bu yana Uçarsu Şelalesi, 6 Mayıs Hıdırellez gününden itibaren Gömbe’ye akar. Ekim ayından itibaren ise Fethiye’ye akmaya başlar. Bu yüzden, bölge Aleviler için kutsal kabul edilir ve her Hıdırellez günü çeşitli yerlerden gelen binlerce Alevi, Uçarsu Şelalesi çevresinde kurban kesip dilekte bulunurlar.
Kaş Tekke Köyü Yeşilgöl
Yeşilgöl
Yeşilgöl, Gömbe’nin üstünde bulunan dağların arasında kalan volkanik bir göldür. Özellikle İlkbahar döneminde görülmesi gereken bir göl olan Yeşilgöl, çevresinde bulunan yemyeşil bitki örtüsü ve çiçeklerle birlikte fotoğrafçılar için oldukça güzel manzaralar sunar.
Şelale, bulunduğu bölgenin bitki örtüsü özellikleri nedeniyle, kilometrelerce uzaktan bile görülebiliyor.
Şelalenin mucizevi yön değiştirmesi günümüzde de devam etmektedir.
Manevi yanında, bilimsel olarak bu durumun kaynaklanması sebebi: bölgenin toprak yapısı çok killi ve farklıdır.
Havanın soğumasıyla toprak donar ve oluşan buz setleri, suyun yönünü değiştirir.
Mayıs ayının ilk haftasında karların erimesiyle “Uçarsu” da akmaya başlayan şelale, Ağustos ve Eylül aylarına kadar akışını sürdürür. Haziran ayında düzenlenen şenliklerde, buraya gelen ziyaretçiler, Uçarsu’da dilek dileyip kurban kesiyorlar, sema törenleri ve folklor gösterileri yapılıyor. Sonra da Tekke Köyü Abdal Musa Türbesi ziyaret ediliyor.
Kaş Xanthos
XANTHOS-KSANTHOS
Kınık olarak da anılan Xanthos (Arnna); Fethiye-Kaş karayolu üzerinde, Kaş merkeze 45 km. uzaklıktadır. Kalkan merkeze 20 km ve Antalya merkeze ise sahilden 235 km uzaklıktadır.
Kınık köyünün yanındaki Eşen Çayının ayırdığı, Muğla-Antalya il sınırındadır. Eski Yunancada: “Sarı” anlamına geliyor.
Kaş Xanthos
Kent, Likya uygarlığının özgünlüğü ve kazılarda elde edilen buluntuların önemi nedeniyle, UNESCO tarafından “Dünya Kültür Mirası Listesine” dahil edilerek koruma altına alınmıştır.
Kınık içinden geçen yol, doğrudan Xanthos’a çıkar. Antik şehrin içinden aracınızla gişeye doğru giderken şehrin ayağa kaldırılmayı bekleyen yapılarını görebilirsiniz. Gişe önünde otoparka aracınızı bırakın, gişenin hemen arkasında ücretsiz tuvaletler ve müze dükkanı bulunuyor.
Giriş ücretli ancak müze kart geçerlidir. Evet burayı ziyaret ederseniz öğlen sıcağına dikkat ediniz, sabah saatlerinde gitmeniz, şapka kullanmanız ve yanınızda su bulundurmanızı öneririm.
Xanthos
Önemi
Kazılarda elde edilen buluntulara göre, şehrin ilk kuruluşunun MÖ 1200’lere kadar gittiği tahmin edilmektedir.
Likya döneminde bölgenin idari ve dini merkezidir.
Kentin ismine ilk olarak Likya dilinde yazılmış kitabelerde “Arnna” veya “Arna” olarak rastlanır.
Homeros: İlyada Destanında “Likyalı kahraman Bellerophontes’in torunu Sarpedon, MÖ 1200 yıllarında Troyalılarla birlikte savaşarak büyük kahramanlık göstermiştir” diye yazar. Ayrıca yine Homeros “Sarpedon’un çok uzaktan, Xanthos ırmağının aktığı vadiden geldiğini yazmıştır.
Sarpedon, Bellerophontes’ten kalan topraklarda hüküm sürmekteydi. Evet: antik dönem yazarlarına göre Xanthos şehrinin kurucusu Girit kökenli kahraman Sarpedon’dur.
Xanthos savaşçı ve cesur bir halk olarak tanınırlar.
MÖ 545 yılına kadar şehir, şehir bağımsız bir şehir devletidir.
Pers işgali
Ancak: Heredot’a göre: “ Şehir: MÖ 545 yılındaki Pers Ordusu Komutanı Harpagos tarafından kuşatılır.
Kahramanlıklarıyla ünlü Xanthoslular, az sayıdaki güçleriyle çok direnmelerine rağmen yenilirler. Ancak yenilmeden hemen önce, kadınlarını, çocuklarını, hazinelerini ve kölelerini Likya Akropolüne doldurdular, alttan ve yandan ateşe verdiler, öyle bir yangın kaleyi yerle bir etti.
Ardından birbirlerine korkunç yeminlerle bağlanarak, düşmana saldırdılar, savaşta hepsi savaşarak öldü.
Bu savaştan sadece başka yerlerde bulunan 80 aileden oluşan Xanthoslular kurtuldu, onlar da şehri baştan kurdular.”
MÖ 475-450 yılları arasında, şehir büyük bir yangın geçirir ve büyük zarar görür.
MÖ 333 yılında, Büyük İskender bölgeye gelip şehri teslim alınca, bölge Likya kültüründen kopup Helenleşmeye başlıyor. Resmi dil olarak Yunanca konuşulmaya başlıyor. Bölgenin en büyük kenti olma özelliği ise, Patara şehrine kaptırılıyor.
MÖ 197 yılında: Suriye Kralı III Antiochus’un eline geçen şehir, parlak bir dönem yaşar.
MÖ 2’nci yüzyılda, Xanthos şehri Likya birliğinin başkenti olur.
MÖ 42 yılında bu kere Romalılar şehri işgal ederler ve Brutüs şehri tahrip eder ve şehir halkını öldürtür.
Bu olaydan 1 yıl sonra, Roma İmparatoru Markus Aurelius, şehri yeni baştan imar ettirir. Roma döneminde uygulanan bir şehircilik planına göre yapılan döşemeli iki ana cadde ile revaklarıyla çevrili iki meydan sonradan keşfedilmiştir.
Bu caddeler birbirleriyle dik açı çizerek kesişmektedir. Şehrin yeniden düzenlenmesi çalışmaları sırasında, geniş teraslamalar sayesinde çevresi resmi anıtlarla çevrili büyük meydanlar yaratmak mümkün olmuştur.
Bu meydanlardan bir tanesi, yeraltı sarnıçlarının üzerine orjinal bir teknikle kurulmuştur.
Bizans döneminde Piskoposluk merkezi olan şehir, Arap akınlarının başlamasıyla terk edilir.
Kaş Xanthos
ANTİK KENTİN KALINTILARI
HARPİ ANITI
Antik kentte, günümüzde en çok dikkat çeken kalıntı bir savaş anıtıdır.
Anıtın mezarın MÖ 479 yılında Salamis savaşında ölen Kybernis’in mezarı olduğu düşünülüyor.
Tiyatronun batısındadır. Mezar, beyaz mermerden İon üslübundaki bir tapınak şeklinde inşa edilmiştir. İnşaat tekniği, Atina’dan gelen ustaların varlığını kanıtlamaktadır. Dekor ise tamamen Likyalı sahnelerle (surlara saldıran askerler), Atina sanatından esinlenen sahneler (Parthenon’un firizini andıran asker ve atlılar geçidi) ilginç bir karışımı görülür. Yani yerli kültürden Yunan kültürüne geçişin izleri hissedilir.
Mezar binasının alt kısmı, monolit bir kare prizması bloktur. Üstteki oda mermerdir ve rölyeflerle süslenmiştir. Bu rölyeflerde: şemsiyesi altında tahta oturmuş Persli yönetici, onun önündeyse yöneticiyi kutsayıp ona bağlılık bildiren kişiler betimlenmiştir. Yani, Anadolu’da Pers etkisinin en iyi sergilendiği bir anıt olarak önem kazanmaktadır.
Anıt ismini: kabartmalarda bulunan ve Harpiler olarak adlandırılan “Yarı kadın yarı kuş” şeklindeki mitolojik varlıklardan alır.
Anıtın yüksekliği 5.43 metredir. Kule şeklindeki monolit kaidenin üstünde mezar odası vardır. Böylece anıtın toplam yüksekliği 8.87 metredir. Bu mezar anıtı: kayalardan oyulmuş, masif bir paye ile dört yüzü frizle çevrili, küçük bir mezar odasından oluşur.
Üstü bir kapak taşıyla örtülü bu mezar odasındaki kabartmalar: günümüzde Londra British Museum’dadır. Çünkü: 1842 yılında bölgeyi yağmalayan İngiliz Fellow tarafından çalınarak Londra’ya götürülmüştür.
Yerlerine ise, orijinallerinden alınan alçı kopyaları konulmuştur. Kabartmalarda: mezar sahibi kral ve eşine, diğer aile bireylerinin sundukları hediyeler konu ediliyor. Kuzey ve güneydeki yarı kuş yarı kadın şeklindeki “Siren” isimli yaratıklar bebekleri sembolize ediyor ve ölünün ruhunu gökyüzüne taşıyor.
Xanthos Beylerinden Kybernis adlı kral adına dikilen, iki yüzü Likçe ve Grekçe yazılı anıt mezar, dünyaca meşhurdur.
KENT SURLARI
Xsantos şehrinde oturanlar, şehirlerini dış saldırılardan korumak için, büyük olasılıkla MÖ 5’nci yüzyıl sonlarında, şehri çevreleyen büyük suru inşa ederler. Bu surun bazı bölümleri, Akropolü korumak için, muhtemelen daha önceki yüzyıllarda yapılmıştır.
Büyük sur, iki tekniğin birbiriyle karışımıdır. Yunanlılardan kalan taş işleme tekniği ve eski Anadolu ve Yakın Doğu sur inşası tekniğidir. Surlar: Roma ve Bizans dönemlerinde onarılarak çeşitli ilavelerle güçlendirilmiştir.
ŞEHİR KAPISI
Güneyde, MÖ 2’nci yüzyıl yapımı bir kapı bulunmaktadır. Helenistik dönem yapısıdır.
ZAFER KEMERİ
Bu kapının arkasında, şehre büyük katkıları bulunan Roma İmparatoru Vespasianus’a ait, Dor düzenli bir Zafer Kemeri bulunur.
LİKYA AKROPOLÜ
Kentin güneybatı da, kentin ilk kurulduğu yer olan Likya Akropolisi vardır. Eşen çayına ve ovaya doğru uzanır. Akropolis’de: Artemis’e ait olduğu düşünülen bir tapınak kalıntısı ve bir Bizans kilisesi vardır.
Likya Akropolünde yürütülen kazılarda, çamur ile birbirine tutturulan küçük taşlardan yapılmış evler ortaya çıkarılmıştır. Bu yapılar, MÖ 6 ile 5’nci yüzyıldan kalmadır. Bu yapıların kalıntıları kül halinde bulunmuştur ve bir yangın sonucunda yandığı saptanan ahşap bir katı üstlerinde taşıyorlardı.
ROMA AKROPOLÜ
Kentin kuzeyinde Roma Tiyatrosunun bitişiğindedir. Kare formlu alan, Roma dönemi agorasıdır. Burada görkemli bir manastır dikkat çeker.
LAHİT
Roma Akropolisinin doğusundaki lahit, MÖ 4’ncü yüzyıla tarihleniyor. Bu lahit de çalınarak götürüldüğü Londra Brisith Museum’da sergileniyor.
Xanthos Tiyatro
TİYATRO
Roma Akropolünün kuzeyindedir. Roma dönemine aittir ve MS 2’nci yüzyılda yapılmıştır. Sahnesi iki katlıdır. Yapının Bizans döneminde oturma yerleri sökülerek sur duvarlarının yapımında kullanılmıştır.
YAZILI MEZAR ANITI-OBELİSK
Satrap Kherei’ye aittir. MÖ 5’nci yüzyıla tarihlenir. Anıt: bir kaide ve mezar odasından oluşur. Kaidenin dört yüzünde Likya yazıtı bulunur. Mezar odası: yaklaşık 2 metre yüksekliktedir. Yanlar; Satrapın zaferlerini gösteren kabartmalar ile süslüdür.
Ayrıca: çatı üstünde Satrapın heykeli bulunmaktadır. Bu kabartmaların bir bölümü, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesinde, diğer bir bölümü ise, çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Xhanthos Mezar Anıtları
MEZAR ANITLARI
Kent, ününü mezar anıtlarıyla kazanmıştır. Bu muhteşem mezarlar “Pilyeli” mezarlardır. Bu pilyeler olağanüstü yapılardır. Ağırlığı 10 tonu geçebilen, kocaman bir kayadan oluşmakta ve üstünde ölü odası bulunmaktadır.
Bu anıtlardan sadece bir tanesi yazıtlıdır. Bu yüzden, Yazılı Kaya veya Yazılı Pilye olarak adlandırılır. Bu yazıt da mezarın MÖ 5’nci yüzyılın sonlarına doğru Xsanthos kralı olan Gergis’in mezarı olduğunu yazar.
Bu durumda, Xsanthos ve Likya’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi, Xsanthos’da bulunan pilyelerin krallara mahsus olduğu sonucu ortaya çıkmıştır. Bu pilyelerden bazıları alçak kabartmalarla süslüdür.
Bu anıtların muhtemelen Xsanthos kralları için şehre çalışmaya gelen Yunanlı sanatçılar tarafından yapılmış olmalıdır.
Ancak bu mezar anıtlarının çoğu çalınarak yurt dışına kaçırılmıştır. Bunlar arasında en tanınanları: Nereitli Pilye, Harpili Pilye, Paya ve lahdi, Aslanlı Pilye.
Aslanlı Mezar
Kentin kuzeydoğu ucunda, Roma Akropolisinin doğu eteğinde sadece kaidesi görülmektedir. Bilinen en eski Likya mezarı olarak önemlidir. MÖ 525 yılına tarihlenen anıt mezarın kabartmaları, günümüzde çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Kule Mezarı
Harpiler Anıtının güneyindedir. MÖ 4’ncü yüzyıla tarihlenir. Likya mezarlarının özgün bir örneğidir. Toplam yükseklik 8.59 metredir. Anıt mezarın, blok taşlarından yapılan kulesi, güneş resimleriyle bezeliydi. Ancak kabartmalar: İstanbul Arkeoloji Müzesine alınarak orada sergilenmektedir. Kulenin üzerinde 3.56 metre yükseklikte bir lahit vardır. Lahit sivri kemerlidir.
MÖ 390-380 yılları arasında Xsanthos Kralı Arbinas için yapılmıştır.
Nereidler Anıtı
Bugün, burada sadece anıtın temelleri görülür. Tahmin ettiğiniz gibi, bu anıt da çalınarak götürüldüğü Londra British Museum’da sergilenmektedir.
Yine de bu anıt hakkında bilgi vereceğim.
Nereidler Anıtı
Anıt, yüksek bir kaide üzerindedir. Kaide kabartmalı frizlerle bezelidir. Kaidenin önü, sütunlarla çevrili üst bölümden oluşur. Sütunlar: üçgen alınlıklı bir çatıyı taşırlar.
Mezar odası: yüksek kaidenin içindedir. Anıt adını: sütunlar arasında bulunan Su Perileri “Nereid” heykellerinden almıştır. Burası bir Likyalı Satrap mezar anıtıdır.
Son bir not: 2017 yılında Londra Brıtish Museum’a gittim, İngilizler müzeyi oluştururken bütün dünyadan elde ettikleri eserleri, ziyaretçileri müzeye ücretsiz sokarak gösteriyorlar.
Nereidler Anıtını müstakil bir salona yerleştirmişler, ışıklandırmışlar, hemen karşısına da koltuk koymuşlar, bu koltuklara oturup bu muhteşem anıtı dakikalarca seyrettim, inanılmaz güzel, böyle güzel bir anıtın ülkemizden uzaklara, Patara Limanına yanaşan bir İngiliz Savaş Gemisine yüklenerek götürülmesi olacak iş değil,
Xhandos Sütunlu Cadde
SÜTUNLU CADDE
Roma dönemine ait sütunlu cadde, Bizans dönemine ait Katedral (Doğu Bazilikası), Haç Bazilikası ve yaklaşık 2 km uzunluğundaki surlar da görülebilir. Cadde, taş kaplamalarıyla Anadolu’nun en iyi ele geçen caddelerinden birisidir.
KSANTHOS AGORA DİKMESİ
Anıtın gövdesindeki yazıt çift dillidir. Dönemin en uzun yazıtının çoğunluğu Likçe’dir. Ayrıca 11 satırlık eski Yunanca dizede kralın askeri başarıları övülür. MÖ 430 yılında Atina’dan Lykia’ya bağış toplamak için gönderilen Atinalılar gibi Spartalılar ve Melasandos’tan da bahsedilmiştir. Henüz tam çözülemeyen, salt isimler konusunda güvenilir araştırma düzeyinde bulunan Ksanthos yazılı dikmesi hem çok dilli oluşu hem de tarihi olaylardan bahsetmesiyle ayrıcalıklı bir yer edinirken, Likçe’nin eski diyalektinde yazılmış olmasıyla da özelleşir. İki dilli yazıtlardaki benzer kelimelerin farklı yazılışlarının nedeni, Grekler’in Likçe’nin egzotik seslerini tam anlayamamış olmalarıdır. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri: Patara’da yaşanmıştır. Büyük İskender birkaç günlük kamp kurduğu kentin görkemli yapıları arasında dolaşan iyi giyimli halkı öylesine anlaşılmaz bir dille konuşmaktaymış ki, çevirmen yardımı olmadan anlaşamamışlar.
Leteon
LETOON
Lykia şehir devletlerinin kültür merkezi olduğu sanılıyor. Çünkü, o dönemde, milli festivaller burada düzenleniyormuş. Letoon adı ise, efsanelerden gelmekte. “Tanrılar kralı Zeus, Leto’ya aşık oluyor ve birlikteliklerinden, Leto ikiz çocuklarına hamile kalıyor.
Zeus’un kıskanç karısından korkan Leto, kaçıyor ve Delos’a geliyor. Burada: çocukları Apollon ve Artemis’i doğuruyor. Ancak; Leto, Hera’dan daha çok uzaklaşabilmek için, Lykia’ya, Anadolu kıyılarına kaçıyor.
Yolda karşılaştığı kurtlar, ona Xantos Nehrine kadar klavuzluk ediyorlar. Leto, minnettarlık içinde nehri Apollon’a adayarak, o zamana kadar “Termilles” adıyla bilinen yere, Yunanca kurt anlamına gelen “İykos” sözcüğünden türetilmiş olan “Lykia” adını veriyor.
Letoon’un kuzeyinde, Grek planlı, Helenistik döneme ait olan tiyatro var. Sahne kısmı ayakta olmayan tiyatronun doğu ve batısındaki kapılar, Dorik firizlerle süslenmiş. Tiyatro, büyük ölçüde, Patara tiyatrosunu hatırlatıyor.
Kazılar sırasında, tapınak kalıntılarının arasında, Lykia tarihine ışık tutabilecek nitelikte yazıtlar bulunmuş. Bunlardan en önemlisi: Büyük İskender’in Letoon’u ziyaretini anlatan yazıttır. Şehirde: MS.8’nci yüzyıldan sonrasına ait kalıntı izleri görülmüyor.
3 dilli yazıt:
Lykia bölgesinde ele geçen yazıtlar içinde Letoon üç dilli yazıtı en önemlisidir. Likçe, Eski Yunanca ve Aramice dillerinin aynı anıtta birlikte yer alması resmi/politik bir söylemden iz vermektedir. MÖ 4 ncü yüzyıla ait yazıt, Klasik Dönem Lykia’sının bilinen en uzun ikinci yazıtıdır. Likçe kısmı 41 dizeden oluşur. Bugün Fethiye Müzesinde bulunan yazıt, ilk olarak 1974 yılında yayınlanmıştır. Yazıt içeriğinde Kral Kaunos ve Karanlık Tanrılar kültü (Arkesimas) kayıtları bulunmaktadır.
Evet, Letoon; Arap akınlarının başlaması ve Hıristiyanlığın putperest yapılarına karşı acımasız olan tutumu yüzünden, şehrin terk edildiği tahmin ediliyor.