Kütahya

Kütahya

Ateşte açan çiçekler kenti. Porselenle yaratılan mucizelerin ve güzelliklerin, en güzel ifadesi. Öğrenci ve asker şehri.

Ben Kütahya’ya, üç-dört kez gittim, bir keresinde iki gece kaldım. Yani: pek fazla büyük olmayan bir Anadolu şehri. Son olarak, 2 Temmuz 2019 tarihinde, bir gün Kütahya’da idim ve özellikle, kale bölgesini gezdim ve gezi ile ilgili en son izlenimlerimi, yazıda sizlerle paylaşıyorum.

Kütahya şirin bir şehir. Tek bir caddesi var ve bu cadde, yaklaşık 5-6 km. kadar uzanıyor, yani şehri bir baştan öbür başa geçiyor ve şehir yerleşimi bu caddenin çevresinde kurulmuş. Caddenin şehir merkezine yakın bölümlerindeki yerleşim pahalı ve değerli.

Caddenin hemen başında ise, şehrin simgesi “Vazo” var. Vazonun bulunduğu bölüm, sürekli hareketli, şehrin merkezi yerinde çarşı var. Ama, bence Kütahya denilince, kaleyi unutmamak gerek, şehri ziyaret edenlere, kaleyi mutlaka ziyaret etmelerini öneririm.

Kütahya

ULAŞIM

Evet, en ilginç olan şu: Eskişehir’e 1 saatlik mesafede ve bir şehirden, diğer şehre dolmuşla gidilen tek yerdir. Şehir, İstanbul’a 360 ve İzmir’e 330 km. uzaklıktadır. Her iki şehre de, otobüsler 5 saate yakın bir sürede gitmektedirler.

Ankara ulaşımı ise, özellikle son yıllardaki yapılanma ile, muhteşem bir rahatlığa dönüşmüştür. Raybüs ile Eskişehir ve oradan da, hızlı tren ile Ankara’ya ulaşımın toplam süresi: 2 saat 50 dakikadır.

Eskişehir-Kütahya kara yolu bir süre Porsuk barajının güzel görüntüsü eşliğinde sürüyor.

 

TARİH

Bu bölgede yaşamış olduğu bilinen en eski halk: Hititlerdir. Ama, bugünde işletilen zengin maden yatakları nedeniyle, tarihin her döneminde bölge, büyük ilgi görmüştür. Şehir, ilk olarak: bugünkü Kütahya kalesi ve çevresinde kurulmuştur. Antik dönemlerdeki yerleşim alanı ise bilinmemektedir.

Evet, Hititlerden sonra bölgede, Frig egemenliği görülür. MÖ.8.yüzyılda, devlet olarak örgütlenen Frigler, barışçı bir toplum olarak genişlemişler, tarım ve hayvancılıkla uğraşmışlar, kaya mezarları, maden işçiliği ve dokumacılıkta ileri giderek, müzik aletleri üretmişlerdir. Antik kaynaklar: ünlü masalcı “Ezop”un doğum yerini, Kütahya olarak gösterirler.

Daha sonra: Romalılar bölgeye gelirler. MS.395 yılında, Roma imparatorluğunun ikiye ayrılmasıyla, Kütahya, Bizanslılarda kalır. Bu dönemde, şehir: hızla gelişir, çevresine yapılan kalelerle korunaklı bir kent haline gelir. Zeus tapınağı, kiliseye çevrilir ve bunun yanında, birçok kilise inşa edilir.

Anadolu Selçuklu Devletini kuran, Kutalmışoğlu Süleymah Şah: 1075 yılında, İznik şehrini aldıktan sonra, Kütahya ve yöresine akınlar düzenler ve 1078 yılında, Kütahya şehrini ele geçirir. Böylece, yörede, Selçuklu egemenliği başlar.

Kütahya şehrinde, Hıdırlık mescidi, Yoncalı halamı ve camisi, Balıklı camii ve medresesi, Selçuklu dönemi eserlerindendir.

1260 yılında, Germiyanoğulları, Kütahya yöresine yerleşirler. Yıldırım Beyazıt, 1389 yılına kadar, Kütahya şehrinde valilik yapmıştır. 1429 yılında, Germiyanoğlu Beyliği, Osmanlılara kalır. Bu dönemde: şehir, Osmanlı mimarisinin güzel örnekleriyle donatılmış, çeşme, köprü, cami, medrese, han ve hamamlarla imar edilmiştir.

Selçuklulardan bu yana devam eden çini sanatı, bu dönemde, en parlak devrini yaşamıştır. Dünya tarihinin devlet gözetiminde yapılan ilk toplu iş sözleşmesi, Fincancılar Esnafı Antlaşması adıyla, 13 Temmuz 1766 tarihinde, Kütahya’da imzalanmıştır.

Evet, 1867 yılında, bir sancak merkezi iken, Kütahya, 8 Ekim 1923 tarihinde vilayet olmuştur.

İSİM

Kütahya’nın antik dönemdeki adı: Kotiaeion. Kütahya Müzesindeki bir sikkede, bu ad: Koti olarak geçmektedir. Aslında  bu isim: Romalıların, MS.38 yılında, Anadolu’ya gönderdikleri bir komutanın ismidir. Bu isim, zamanla değişerek, günümüze “Kütahya” olarak ulaşmıştır.

Kütahya
Kütahya

              

GENEL

Şehir, Ege bölgesinde yer alıyor. Ama: özellikle iklim açısından, pek Ege bölgesinin iklimsel özelliklerini taşıdığı söylenemez. Çok soğuk bir il.

İl’in jeolojik yapısı sonucu: bir kısmı I. Derece ve bir kısmı ise II. Derece deprem fay hatları üzerindedir. Bunların sonucu olarak: yer altı sıcak suları bakımından da, güçlü bir potansiyel ortaya çıkıyor. Gediz depreminden sonra, özellikle: her yerinden sıcak su çıkmaktadır. Yörede: bolca, hamam ve havuz keyfi yapılabilir, özellikle merkeze yakın “Ilıca” bölgesi idealdir.

Yeryüzü şekilleri bakımından: ildeki ortalama yükseklik, 1200 metredir. Bu yükseklik, şehre gelenler açısından, ilk zamanlarda bir kısım rahatsızlıklar verebilmektedir.

Ayrıca: bu yükseklik, buranın iklimini de olumsuz yönde etkiler, ayrıca yörenin hiçbir yerinde hiçbir şey yetişmez, tarım yapılmaz. Yalnızca: madencilik var, özellikle dünyada kullanılan bor madeninin yarısı, bu yöreden çıkarılıyor.

Madencilik bakımından, ülkemizin önemli şehirlerinden biridir. Özellikle, Bor ve Seramik ham maddeler (vollastonit, kaolinit, feldspatlar ) olmak üzere, çeşitli maden yatakları bulunmaktadır. Ayrıca, seramik ham maddelerinin tamamı, Kütahya’da üretilmektedir. Kütahya seramiğinin de ünlü olmasının en büyük nedeni, sanırım bu olsa gerek.

İklim değerlendirildiğinde ise: Ege bölgesinde yer almasına rağmen, denizden uzaklığı ve yükseltiye bağlı olarak, buradaki iklim, Ege bölgesinden farklıdır. İklim ve sıcaklık şartları bakımından, üç bölgenin özellikleri etkindir. Sıcaklık şartları bakımından İç Anadolu, yağış şartları bakımından Marmara bölgesinin tesiri görülür.

Yani: yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı geçer. Yağışlar: genellikle karasal iklime bağlı olarak, kış, ilkbahar ve sonbaharda görülür. Yazları ise genellikle kuraktır. En yağışlı ay, Aralık, en kurak ay ise Ağustos ayıdır. Kar kalınlığı, ortalama 12 cm. civarındadır.

Genelde, Mayıs ayının sonlarına kadar, bu kentte kalorifer yanar. Evet, Kütahya denilince akla hemen, kuru soğuk, aşırı soğuk geliyor. Bunu unutmamak gerek. Ege bölgesi dedim de, idari taksimatta her ne kadar Ege bölgesinde görünse de, hava ve yol bakımından, pek bu bölgeye ait olduğunu söylemek mümkün olmuyor.

Ünlü gezgin Evliya Çelebi, Kütahyalıdır. Dedesi Kara Ahmet Beyin türbesi, kent merkezinde bulunmaktadır.

Hani genel özelliklerden bahsediyoruz ya, Kütahya şehrinin suları çok bol. Her taraftan su çıkıyor. Özellikle dağdan gelen bir su var ki, yaz-kış buz gibidir. Bu: “İncik suyu” denilen ve dünyanın en tatlı kaynak suyu, bu şehirde çıkıyor.

Sertlik derecesi sıfırdır. Ama evlerde çeşmelerde akan suların kireci de çok meşhurdur. Suları yoğun kireçlidir.

Bir de: Kütahya denilince, akla hemen “Azot Fabrikası” geliyor. Ama nasıl? Gerek çevreye yaydığı pis koku ve gerekse, yarattığı hava kirliliği ile. Türkiye’nin sayılı hava kirliliği olan şehirlerinin başında geliyor. Ama doğalgazın gelmesiyle, bu ünü biraz azalmaya başlamış şehir. Yine de, fabrika nedeniyle, havanın pis kokusu engellenmemiştir.

Şehrin tek caddesi var. Cumhuriyet caddesi. Ama caddenin girişine, kuşlar cephe kurarlar. Caddenin vazo tarafındaki girişinde bulunan ağaç, yaklaşık 3-4 bin kuş ordusu tarafından işgal edilir. Genç-yaşlı, kadın-erkek demeden tüm buradan geçen insanların üzerine ederler.

Kaldırımlar ve asfalt, bu kimyasal silahın yarattığı tahribat sonucu, kullanılmaz hale gelir. En güzel yanı, bu caddenin tamamen trafiğe kapatılması olmuş. Caddenin ismi ise “Sevgi yolu” olarak değiştirilmiş. Şehirde kaybolma derdi yoktur, bütün yollar vazoya çıkar.

Evet, Kütahyalı kızlar, evlendiklerinde, getirdikleri el emeği-göz nuru çeyizlerini, yabancı erkek görmesin diye saklar ve yıllarca ortaya çıkartmazlarmış. Geleneklerine son derece bağlı olan Kütahya halkı da, kentlerini işte böyle sakınıyorlar yabancı gözlerden.

Kütahya, gezi ve insanı anlama konusunda, kesinlikle ezber bozan bir kent. Sokaklarında dolaşırken yabancı olduğunuz anlaşılsa bile, bu size hissettirilmiyor. Kimse sizinle ilgilenmiyor. Hatta yokmuşsunuz gibi davranılıyor.

İlk konuşan siz olmadığınız sürece, kimse sizinle konuşmuyor. Ancak, selam verip konuşmaya başladığınızda işin rengi değişiyor. Muhabbetin ve çay söylemelerin sonu gelmiyor.

Kütahya

KÜTAHYA HAVA ER EĞİTİM TUGAY KOMUTANLIĞI

Şehirdeki, en büyük askeri kuruluş. Burada: özellikle birçok erkek Türk vatandaşı, askerlik hizmetinin ilk günlerini, yani acemi eğitimini yapmış ve yapmaktadırlar. Bunun dışında: şehirde, askeri gazino ve askeri hastane var. Özellikle, hafta sonları ve tatil günlerinde: gerek askerler ve gerekse asker aileleri, şehirde büyük hareketlilik yaratıyorlar.

ÇİNİCİLİK

Kütahya, çömlekçilikte İznik çiniciliğini sürdürmesiyle ünlüdür. Bu çinilere ait en iyi koleksiyonu: Çinili Köşkte görebilirsiniz. 15. ve 16. yüzyıllarda, İznik’te : çok yüksek kalitede çömlekler üretiliyordu. Daha sonraki dönemlerde ise, İznik ürünlerinde kalite düştü.

Çünkü: kısmen ekonomik nedenler ve kısmen de 20.yüzyılda kalite ve tarz, yeniden yaratılana kadar, bazı eski üretim sırları kaybedildi. Ancak, günümüzde, Kütahya’da, gayet güzel çiniler ve porselenler üretiliyor. Özellikle: Kütahya’da, İznik’ten ayrı olarak, kendine özgü bir tarz yaratılmamış.

Yine de, çini, bu şehirde hayatın tek anlamı ve çini hayatın her yerinde bulunmaktadır. Otogarın adı: Çinigar, doğalgazın adı: Çinigaz, Taksi durağının adı: Çinitaksi, mahallenin adı: Çinikent olarak görebilirsiniz.

Kütahya

KÜTAHYA SERAMİK

1989 yılında kurulmuştur. Tesislerde: 1000’den fazla desen seçeneğiyle, yer ve duvar karoları, sırlı porselen karo, bordür, dekor ve cam mozaik üretimi yapılmaktadır.

KÜTAHYA PORSELEN

Kütahya Porselen Sanayi, 1974 yılında kurulmuş. Kurulduğu yıllarda, çok ortaklı bir şirket iken, 1984 yılında, Güral ailesine geçmiş. Halen, yine de, % 25 hissesi, halka aittir.

Firma: porselen, naturaceram, seramik ve ambalaj sektöründe, üretim yapan toplam 6 fabrikayı, bünyesinde barındırıyor.

Yılda 50 milyon parçalık üretim kapasitesi ve 150’ye yakın desen seçeneği ile, Avrupa’nın en büyük, ilk üç üreticisi arasındadır.

Evet, Kütahya Porselen, yalnızca porselen yemek takımlarıyla değil, porselen obje, sofra tasarım aksesuarları, evinizin dekorasyonunda kullanacağınız el decor ürünleri ve consept ev gereçleri ile birçok alternatif sunuyor.

Kütahya Porselen’in, özellikle Eskişehir karayolu üzerinde, şehir girişine yakın bölümdeki, gerek Müze ve gerekse satış yerini mutlaka gezmenizi öneririm. Burada üst katta, özellikle dünya çapında önem kazanan ve yarışma kazanan seramik eserleri görebilirsiniz. Satış yeri ise, sanırım fiyatlar biraz pahalı geliyor.

DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ

Fiziki yapı ve büyüklüğü bakımından, ülkemizin önde gelen üniversitelerinden biridir. 1992 yılında kurulmuştur. 4 fakülte ve 2 enstitü ile birlikte kurulmuştur. Daha önce, Anadolu Üniversitesine bağlı olarak hizmet veren, Kütahya İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ve Kütahya Meslek Yüksek okulu, Üniversitenin çekirdeğini oluşturmuştur.

1999 yılında ise: üniversite bünyesinde Eğitim ve Güzel Sanatlar Fakültesi açılarak, Fen Edebiyat Fakültesi bünyesinde yer alan Beden Eğitimi ve Spor Bölümü, Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu haline getirilmiştir. 2006 yılında ise, Sağlık Bilimleri Enstitüsü kurulmuştur.

Üniversite bünyesinde: 7 adet öğrenci yemekhanesi, 6 adet personel yemekhanesi, 1 misafirhane, 256 oda kapasiteli öğrenci yurdu, 28 personel lojmanı, 3 adet kapalı spor tesisi, 18 adet açık spor tesisi, 2 sinema salonu ve 37 öğrenci kulübü bulunmaktadır.

Öğrenci kampüsleri ise: Merkez ve Germiyan Kampüsü olarak yerleşmiştir. Merkez kampüsü: Tavşanlı yolu 10 km. de ve Germiyan Kampüsü ise, Afyon yolu 5 km. de bulunmaktadır.

NE YENİR

Bölgede: ev makarnası denen erişte, bulgur ve tarhana en çok tüketilen yiyecekler arasındadır. Bağcılığın yaygın olduğu dönemlerde ise: pekmez öne çıkmıştır. Haşhaşlı şibit denilen saç pidesi: yaygın olarak yapılmaktadır. Diğer öne çıkan yiyecek ürünleri: Gökçümen hamursuzu şibit, gözleme, ıspanaklı şibit.

Günlük yiyecekler arasında ise: tarhana ve bulgur. Burada: kızılcık tarhanası da çok meşhur. Bulursanız, mutlaka satın alın. Özellikle: mide rahatsızlıklarına çok iyi geliyor.

Cimcik denilen hamur yemeği: yöreye özgü tatların başında geliyor. Mutlaka deneyin. Son olarak: bir de, etli bükme var.

NE SATIN ALINIR

Elbette, Kütahya denilince akla hemen porselen geliyor. Zaten, şehirde bol miktarda porselen satışı yapılan yer bulacaksınız. İlginize ve beğeninize göre, her türlü porseleni satın alabilirsiniz. Ben özellikle, el yapımı boyanan vazoları önereceğim.

Eskişehir yolunda: porselen satış mağazaları bulunmaktadır. Özellikle: burada bulunan kocaman Kervansarayda, tüm çiniciler toplu olarak bulunurlar ve satış yaparlar. Her ne kadar satın almayı düşünmeseniz bile, buraya mutlaka zaman ayırıp gezmelisiniz.

Hoşunuza gidecek bir şeyler bulmanız kesinlikle mümkün. Sonuç olarak: Kütahya’da iseniz, buraya yolunuz düştü ise: buraya has bir şeyler satın almak isterseniz, porselen olarak Kütahya Seramik ürünlerini, cam ürünler olarak ise Güral Porselen ürünlerini tercih edebilirsiniz.

GEZİLECEK YERLERİ

Kütahya Ulu Cami

ULU CAMİ

Şehrin en büyük camisidir. Gazi Mustafa Kemal mahallesinde bulunmaktadır.

Yıldırım Beyazıt zamanında yapımına başlanmış, 1410 yılında, Şehzade Musa Çelebi zamanında tamamlanmıştır. Ortalama: 45 x 25 metre ölçülerinde olan cami: avlusuzdur.

Caminin: 3 kapısı, 64 penceresi, 2 kubbesi, 6 yarım kubbesi ve 5 bölümlük son cemaat yeri vardır. Minaresi: kuzey bölümdedir. Doğu ve batı yönlerinden girişleri bulunmaktadır.

İbadet mekanı: bezeme, özellikle kalem işi yönünden oldukça zengindir. Ana mekanı: mihrap bölümünden ayıran geniş kemerin içinde, Nur suresinin bir ayeti yazılıdır. Burada: Kütahyalı Hattat Halil Mahir bin Mehmet ismi yazılıdır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın, Rodos (1522-1523) seferine katılmadan önce, bir süre Kütahya’da kalmıştır. Bu sırada, caminin yenilenmesi sağlanmış olup, bu onarım büyük olasılıkla, Mimar Sinan tarafından yapılmıştır.

Caminin içinde, mihrabın sağındaki “Kabe” tasvirli çini panoyu, mutlaka görmelisiniz. Cami içindeki tek çini kompozisyondur.

Kütahya Hayme Ana

HAYME ANA

Osmanlı imparatorluğunun kurucularından olan Osman Gazinin ninesi, Ertuğrul Gazinin ise annesidir.   Türbesi: Domaniç ilçesine bağlı Çarşamba köyündedir. Osmanlı obasının: Söğüt ve Domaniç yöresine yerleşmesi sonucu, belli bir süre devlet idaresini eline aldığından ve devletin kuruluşunda önemli rol oynadığından; Hayme Ana, “Devlet Ana” olarak anılmıştır. 1250 yılında, aşiret reisliği, Hayme Ana’ya ait imiş.

Evet: türbenin yerinin nasıl bulunduğuna gelince: II. Abdülhamit döneminde, Çarşambalı bir köylü, evinde sakladığı, dedesinden kalma ve deri üzerine yazılmış bir belgeyi, köye gelen birine okutur.

Belgenin Hayme Ana’ya ait olduğu ortaya çıkar. Görevli: İstanbul’a giderek, durumu Padişah’a iletir. Bunun üzerine, Padişah II. Abdülhamit, Hayme Ananın kabrini buldurarak, üzerine bir türbe ve külliye yaptırır.

Kütahya Vazo

VAZO

Şehrin tam ortasındadır. Zafer Meydanında bulunuyor. Her mekan, bu dev vazoya göre tarif edilir. Kentin simgesi. 1970’li yıllarda monte edilmiş. Cam mozaikten yapılmış. Fıskiyelerinden su veriliyor. 2007 yılında restorasyon yapılmış. Bu çalışmalarda: Kütahya çinileri uzmanı Mehmet Koçer ve Çinikoop Firması yetkilileri görev yapmış.

Kütahya Çinili Cami

ÇİNİLİ CAMİ

1973 yılında yapılmıştır. İki katlıdır. Dışı; tamamen çinilerle kaplıdır. Oldukça küçük olmasına rağmen, şehrin öyle bir yerine inşa edilmiş ki, turkuaz rengi ile görülmemesi imkansız.

Tek kubbeli ve sekizgen biçimli yapısı ile dikkati çekmektedir. Kubbenin içi: hat sanatı örnekleriyle süslenmiştir. Bu caminin, bu yapısı ile: dünyada ve Türkiye’de benzerinin bulunmadığı söyleniyor. Caminin çinilerinin yapımında: meşhur Kütahyalı ressam Ahmet Yakupoğlu görev yapmıştır.

Kütahya Çinili Cami

Çinili caminin hemen yanında, çinili çeşme bulunmaktadır. Dış görüntüsü, minaresi gerçekten mutlaka görülmesi gereken bir güzellikte.

SADIK ATAKAN ÇİNİ EVİ

Yakın zaman önce ölen, Avukat Sadık Atakan tarafından düzenlenen bir ev. Son 200 yıllık dönemde üretilen en güzel çiniler, burada sergileniyor. Değerli çini ustalarının eserlerinden oluşan koleksiyon: gerçekten bu konuda merakı olanlar için, mutlaka görülmesi gereken bir yer.

Müze olarak kullanılan ev: bir salon üzerine, 7 odadan meydana gelmiştir. Sergilenen eserlere, küçük geliyor. Çiniler yanında: iki gramafon ve çok sayıda, Türk sanat müzikisine ait taş plak bulunuyor.

Kütahya Arkeoloji Müzesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

Cumhuriyet caddesinde, Ulu cami yanındadır.

Sahip olduğu değerler açısından, emsalleri arasında önemli bir yere sahiptir. Ulu Cami yanında, Umur bin Savcı Medresesi olarak bilinen yapıda, 1965 yılında hizmete açılmıştır. En son restorasyon çalışmaları sonucu, 5 Mart 1999 tarihinde yeniden hizmete açılmıştır.

Yapı: 1314 yılında, Germiyan Beylerinden, Umur bin Savcı tarafından yaptırılmıştır. Selçuklu sanatının özellikleri görülen yapının, 9 küçük odası bulunmaktadır.

Müzede bulunan vitrinlerde: tarihi süreç içinde, bölgede egemen olan toplumlara ait eserler sergileniyor. Bunların yanında: Frig çocuk oyuncakları, Ana Tanrıça, Kybele, rahipler, Satir ve Hekate heykelleri dikkat çekicidir.

Ayrıca, Helenistik ve Roma dönemlerine tarihlenen: keramikler, kandiller, cam eserler, cerrahi aletler de özellikle görülmelidir.

Aizonai ören yerinde; 1990 yılında bulunan Amazon Lahdi de, müzenin önemli koleksiyonları arasındadır. MS. 160 yılına tarihlenen Yunanlılarla Amazonların savaşını canlandıran bu lahit, döneminin sağlam kalabilmiş tek örnekleri arasındadır.

Höyükte yapılan kurtarma kazısında bulunan küpler, kemik aletler, kiremitler; ağızören kurtarma kazısında müze tarafından çıkarılan Hitit dönemi buluntuları ve Roma devri mezar taşları da müzedeki önemli eserlerdendir.

Pazartesi hariç, müze her gün açıktır.

Kütahya Çini Müzesi

ÇİNİ MÜZESİ

Kütahya’nın merkezinde, Ulu caminin hemen yanındadır. İçindeki yekpare mermer şadırvandan dolayı, halk arasında “Gökşadırvan” olarak anılmaktadır.

Türkiye ve Dünyadaki ilk olma özelliğine sahiptir. 1999 yılında hizmete açılmıştır. Müzenin bulunduğu yapı: Germiyan Beyi II.Yakup külliyesinin imaret bölümüdür. Kubbeli ve şadırvanlı orta mekana, üç yönden, kubbeli eyvan ile iki oda açılmaktadır.

Türbe bölümü: kesme taştan yapılmış olup, burada topraklarını Osmanlı’ya vasiyet eden II. Yakup Bey’in çinili sandukası bulunuyor.

Müze içindeki vitrinlerde: 14.yüzyıldan, günümüze kadar yapılan çinilerin örnekleri sergilenmektedir. Bunlardan bazıları: Fatih’in resmi olan çinili tabak. İş adamı Rıfat Çininin, müzeye bağışladığı değerli eski çinilerin sergilendiği bölüme: Rıfat Çininin babası Mehmet Çininin adı verilmiştir.

Çinicilerin üstadı Hafız Mehmet Emin’in, gümüş mührü, torunları tarafından müzeye bağışlanmıştır. Bu kişinin kendi eseri olan çini sehpa da, müzede sergileniyor.

Müzenin iç kısmında: sağ tarafta bulunan odada, en eski Kütahya çinileriyle, çini yapımında kullanılan madde, boya, fırça ve desen örnekleri yer alıyor. Bu malzemeler: çiniciliğin ne kadar zahmetli bir iş olduğu konusunda ziyaretçilere bilgi veriyor.

Topkapı Sarayından getirilen İznik çinilerinin en nadide duvar karo örnekleri de, müzede sergileniyor. Eski çini ustaları, mercan kırmızısını sır olarak sakladıklarından: bu rengin formüllerini kendilerinden başka hiç kimse bilmemektedir.

Soldaki odada: Kütahya Tanıtım Vakfı tarafından yapılan çini yarışlarında, derece alan tabaklar ile çini pano örnekleri ve 1921 tarihli eski bir çeşme kitabesi sergileniyor.

Bu müzede görebileceğiniz diğer muhteşem bir eser de şu: Tarihte ilk toplu iş sözleşmesi olan ve 1766 yılında, Kütahya’da imzalanan, orijinali halen Ankara’daki Milli Kütüphanede bulunan Fincancılar Antlaşmasının bir örneği, çini müzesinde sergileniyor. Vali Ali Paşa huzurunda yapılan antlaşmada: 24 iş yerinden başka, iş yeri açılamayacağı belirtilerek, fincancı usta, kalfa ve çırakların alacakları ücretler tek tek yazılmıştır.

Bu antlaşmaya uymayanların ölüme bedel kürek cezasına çarptırılacakları da belirtilmiştir. Müzenin bitişiğinde, suları dinmeden akan eski bir sakahane ile hemen yakınında, 2000 yılında, Kütahya Müze Müdürlüğü tarafından yapılan kazılarda ortaya çıkarılan ilk Germiyan eserlerinden biri olan, eski bir hamam kalıntısı da vardır.

Kütahya Kossuth Müzesi

KOSSUTH MÜZESİ

Tarihi değerinin yanı sıra, Etnografya müzesi olarak da nitelendirilebilecek konumdadır. Macar sokakta bulunmaktadır.

18.yüzyılda yapılmış bir Türk evidir. Macar evi olarak da bilinmektedir. Macar özgürlük savaşının liderlerinden olan Lajos Kossuth; 1850-1851 yılları arasında, bu evde misafir edilmiş ve Macaristan Anayasası tasarısını, bu evde hazırlamıştır.

Ayrıca; Türkçe bir gramer kitabı da yazmıştır. Bu şahıs: 1849 yılında, ülkesinin bağımsızlığını ilan eden kişi ve ilk cumhurbaşkanıdır. Avusturya’ya karşı verilen savaşı, Rusya’nın Avusturya’nın yanında savaşa girmesi üzerine kaybetmiş ve Kütahya’ya sürgün edilmiştir.

1851 yılında, bir Amerikan savaş gemisi ile ülkeyi terk edene kadar, bu evde yaşamıştır. Macar özgürlük Savaşının yıl dönümünde, müzede bir tören yapılmaktadır.

2 katlı ve 7 odalı müze ev, bahçe içindedir. Sokağa penceresi yoktur. Selamlık bölümünün bulunduğu birinci katta, yemek odası, yatak odası ve çocuklara ait bir oda ile çalışma odası var. Odaların içinde yerli dolaplar, yüklükler, şömine, oyma şerbetlik, raflar ve sedirler bulunuyor.

Ev, restore edilerek, 1982 yılında, Müze olarak hizmete açılmıştır. Müzede: Lajos Kossuth’nun kişisel eşyaları yanında, yazdığı gramer kitabının fotokopileri, müzik aletleri, tütün kıyacağı, tabaka gibi objeler, 18’nci yüzyıldan kalma bir piyano, porselen yemek takımları ve Budapeşte’nin eski fotoğrafları ile, klasik Türk evine ait Etnografik eserler bulunuyor.

Kütahya Germiyan Sokak

GERMİYAN SOKAK

Şehir merkezindeki, Pirler Mahallesindedir. Burada: 18.yüzyıldan kalan Kütahya Evleri, topluca görülebilir. Burası: Arnavut kaldırımlı yolu, elektrik ve sokak direkleri ile, Kütahya şehrindeki tarihi kent dokusunu gözler önüne seriyor. Bu evler: 2 veya 3 katlı, ahşap evler. Çıkmaları payandalarla desteklenmiş, kapıları çiftli ve kocaman.

Pencereleri kafesli. Giriş katlarına taşlık deniliyor. Evlerin ön kapıları dışında, geniş arka bahçelere açılan, arka kapıları da bulunuyor. Depo, kiler, samanlık hatta ahırlar buradadır. Birinci katta, günlük yaşama ait odalar var. Bunlar: oturma odası, mutfak ve yatak odasıdır.

İkinci katta ise: misafir odaları ve gelin odaları bulunuyor. 19. ve 20.yüzyıl Kütahya evleri, kapalı sofalıdır. Önceki dönemlerin aksine, bu dönem evlerinin dışları, saçakları, pervazları ve payandaları süslenirken, iç mekanlar aksine sade tutulmuştur.

Yine bütün Kütahya evleri payanda destekli çıkartmalara sahiptir. Bu çıkartmalar, yola uyum ve iç mekanı düzeltme amaçlı yapılmıştır.

Bu özellikleri ile, Anadolu mimarisinin en güzel örneklerini ortaya çıkarıyorlar.

Kütahya’daki, bu tarihi evler: Dumlupınar Üniversitesinin katkılarıyla, yok olmaktan kurtarılıyor. Germiyanlı Sokakta bulunan: Sarı Konak, Dumlupınar Üniversitesi Güçlendirme Vakfı tarafından satın alınarak restore edilmeye başlanmış.

Sarı Konak’ın: restorasyon ve restitüsyon projeleri, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Mimarlık bölümü tarafından, hazırlatılmış. 2003 yılında başlanan restorasyon çalışmaları sonucunda: 18.yüzyıl mimarisinin en güzel örneklerinden olan, 3 katlı Sarı Konak, ilk önce tamamlanan evlerden biri.

Otopark, yol ve çevre düzenlemesinin ardından, konak ziyarete açılmış. Germiyan Sokak civarında bulunan ve tarihi mekana uygun olmayan yerlerde de, restorasyon çalışmaları yapılacakmış.

Kütahya Kale
Kütahya Kale
Kütahya Kale

     

KALE

Kale hakkında ayrıntılı bilgi vermeden önce, söylemem gerekenler var. Kütahya’ya yolunuz düşerse, mutlaka kaleye çıkmanızı öneririm. Çünkü: şehir merkezinde, döne döne çıkan yolu bitirdiğinizde, aşağıda muhteşem panoramik bir şehir manzarası ziyaretçileri bekliyor.

Özellikle: güzel bir yaz gününde, buradan güneşin batışını izleyebilirsiniz. Kütahya şehrini, tüm boyutları ile görebilirsiniz. Kale bölgesinde: hatta yol boyunca yer yer durup, aşağıda şehrin güzelliklerini izleyebilirsiniz.

Sonunda ise, kalenin üst kısmında, döner restoranın hemen altındaki otoparka aracınızı bırakın ve buradaki çay bahçesinde, özellikle semaver çayınızı yudumlayın. İnanın bu manzara, bu tat ve bu keyif, başka yerde zor bulunur. Ancak, özellikle akşam saatlerinde, serin havaya karşı tedbirli olmanızda yarar var

Hisar tepesi üzerindedir. Üç bölümden oluşan kalede, 70 tane burç bulunmaktadır. Burçlar, çok sık aralıklarla yerleştirilmiştir. Hatta iç kale tarafında, adeta birbirine yapışık biçimde burçlar görülmektedir.

Tuğla hatlarının tuğla dizileri ve duvardaki sayıları, bir örnek değildir. Bu durum, burçların, değişik dönemlerde, değişik ustalar tarafından yenilenmesinden ileri geliyor olabilir. Çevresi: toplam 3500 metredir.

Kalede: Roma, Bizans, Selçuklu, Germiyan ve Osmanlı izleri görülmektedir. Kalede bilinen son inşaat çalışması: Fatih Sultan Mehmet zamanında yapılmıştır. Kale: çok garip bir şekilde, bir çok yönden “Diyarbakır kalesi” ne benzemektedir.

Kalede: 2 çeşme, 2 mescit ve Cumhuriyet yapısı olan bir döner gazino ve kır kahvesi var. Kale camisinden hisar kahvesine giden dolambaçlı yol üzerinde, iki çeşme kalıntısı görülüyor. Bunlardan birisi, son yıllarda suyu kesilen, güzel bir çeşmedir.

İki parça blok taştan yapılmış, sivri kemerli, devşirme çift sütunlu ve sade nişlidir. Diğer çeşme ise, kaba taştan imal edilmiş bir su yolu ağzıdır.

Kaledeki bir eser de: orta hisar mescidi olarak bilinen “Kale-i Bala” mescididir. 1377-1378 yıllarında, Germiyanoğlu Süleyman Şah tarafından yaptırılmıştır. Kare planlı, düz çatılı, moloz ve kesme taş kullanılarak yapılmıştır.

Gördüğü onarımlar sonucu, orijinal halini kaybetmiştir. Eski yapıdan, bir duvar parçası, kesme taştan yapılmış bir minare kaidesi ile tuğladan yapılmış minare gövdesi (şerefeye kadar) kalmıştır.

Kalenin Osmanlılar tarafından yaptırıldığı bilinen aşağı Hisar (Kale-i Sagir) bölümünde de, yine Osmanlılar tarafından yaptırılan, altıgen planlı küçük bir mescit bulunmaktadır.

Kerpiç sıvalı olmasına rağmen, tamamen tuğladan yapıldığı anlaşılmaktadır. Kütahya’daki tamamen tuğlalı ender yapılardandır. Mescidin altı, tamamen taşlardan yapılmış bir su tesisidir. Tabanı, zamanla değişikliğe uğramıştır.

Aşağı kalenin bu su tesisini, bir kuşatmada susuz kalmamak için kalenin içine almak maksadı ile yapıldığı tahmin edilmektedir. Burada bir de döner gazino bulunuyor.

Kütahya Döner Gazino

DÖNER GAZİNO

1970 yılı Gediz depreminden sonra yapılmış. Hisar tepede bulunuyor. Restoran olarak hizmet vermektedir.

Bu gazino: kendi ekseninde bir turunu 45 dakikada atıyor. 1973 yılında yapılmıştır. Lokanta olarak hizmet vermektedir. Gazinonun altında, yazın açık olan bir kır kahvesi bulunmaktadır.

Evet, Kütahya içinde manzarası en bol mekan burasıdır. Kütahya’nın her yerini buradan izlerken, yemeğinizi yiyebilirsiniz. Mekanın en büyük özelliği: adı gibi dönmesidir.

Siz yemeğinizi bitirene kadar, Kütahya’yı başından sonuna izliyorsunuz, yemekler güzel, servis iyi. Kaliteli bir yer. Fiyatları: manzara ve dönme özelliği nedeniyle biraz yüksek. Tercih sizin, gitmenizi ve bu güzelliği yaşamanızı öneriyorum.

İstanbul Süleymaniye Camii

suleymaniye-kulliyesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii

Süleymaniye semti, Fatih ilçesinde, Süleymaniye Cami ve külliyesi çevresinde, İstanbul’da üçüncü tepe üstünde bulunmaktadır. Osmanlı döneminde, önemli bir bilim ve ticaret merkezi olan bölge, günümüzde de birçok tarihi ve turistik eseri barındırmaktadır. Semt ismini: 16 yüzyılda, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Cami ve külliyesinden almıştır. Öte yandan, efsanelere göre: Hz Süleyman, eşi Şemsiye için burada bir saray yaptırmıştır.

kayserili-ahmet-pasa-konagi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Kayserili Ahmet Paşa Konağı

 

Kayserili Ahmet Paşa Konağı

İstanbul Suriçi, Fatih Süleymaniye Mahallesi Kayserili Ahmet Paşa Sokağındadır.

Ahmet Paşa: Bahriye Nazırı olarak Sultan Abdülaziz’in hal’edilmesi olayına karışmış ve Dolmabahçe önüne savaş gemileri göndermişti. Konak: 19 yüzyıl yapısıdır ve 1806-1878 yılları arasında yaşayan ve 1873 yılında Bahriye Nazırı olan Ahmet Paşa’ya aittir.

Ahmet Paşa: er olarak katıldığı donanmada zekası ve yetenekleriyle kısa sürede amiral olmuş ve Kırım Savaşına, Karadeniz filosu komutanı olarak katılmıştır. 1855 yılında Kırım Sivastopol şehrinin alınmasında önemli rol oynadığı için vezirlikle ödüllendirilmiştir.

1873 yılında Bahriye Nazırı olmuş ve ardından Kaptan-ı Derya olmuştur. Bahriye Nazırı iken, Sultan Abdülaziz’in tahtan indirilmesi olayında, donanma gemilerini Dolmabahçe Sarayı önüne göndermiş ve bunun üzerine takip eden dönemde, Sultan II. Abdülhamit tarafından görevden alınmış ve Tuna valiliğine atanarak İstanbul’dan uzaklaştırılmıştır.

1877-1878 yılı Osmanlı-Rus savaşında, Rusçuk muhafızı olarak görev yaparken yaşlılık ve hastalık nedeniyle İstanbul’a dönmesine izin verilmiştir.

Konak: önemli bir kültür varlığıdır. Şehir içi büyük konutlar için önemli bir örnektir. Eskiden bu tip konaklara, İstanbul’da birçok semtte rastlanırken, günümüzde çok nadirdir. Yapı: Osmanlı mimari tarzının, 19 yüzyılda moda olan ampir tarzının örneğidir.

Kagir bir bodrum üzerine oturan ahşap binadır ve iç süslemelerinde, Batı tarzı hakimdir. Zemin kat üstünde, aynı plana sahip iki kat daha bulunmaktadır. Evet, bu nadir bina, yıkılmak üzere iken son anda kurtarılmış ve restore edilmiştir.

suleymaniye-kulliyesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Süleymaniye Külliyesi

 

Süleymaniye Külliyesi

Süleymaniye Külliyesi: cami, medreseler, kütüphane, hastane, Sıbyan mektebi, imaret, hamam, hazire ve dükkanlardan oluşmuştur. İstanbul külliyeleri içinde, Fatih Külliyesinden sonra ikinci büyük külliyedir. Tarihçi Peçevi’ye göre: Külliye inşaatında 1713 Müslüman olan toplam 3523 işçi çalıştı. İnşaat için yaklaşık 3200 kilo altın harcandı. İşçi sayısı, yazın günlük 2000 kişiye ulaşıyordu.

suleymaniye-camii-1
İstanbul Süleymaniye Camii

Süleymaniye Cami

Osmanlı imparatorluğunun en ihtişamlı yıllarında Kanuni Sultan Süleyman, bu ihtişama yaraşır bir cami yaptırmayı arzu eder. Düşündüğü bu yapıt, günümüzdeki “Şehzade Cami” olarak bilinen camidir. Ancak çok sevdiği Şehzadesi Mehmet ölünce, camiyi onun adına tamamlatır.

Ancak içindeki özlem bitmemiştir. 1550 yılında bir rüya görür. Rüyasında Peygamberimizi görür ve Peygamberimiz, Süleyman’a: camiyi nereye yapacağını, kaç kubbeli olacağını, mihrap ve minarenin nasıl olacağı gibi her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatır.

Heyecan içinde uyanan Süleyman hemen mimar başı Sinan’ı çağırttırır. Kanuni, Sinan’a gördüğü rüyayı anlatır. Bugünkü Süleymaniye camisinin bulunduğu yere gelinir.

Ancak Süleyman, bazı ayrıntıları unutmuştur ve o ayrıntıları Mimar Sinan tamamlar. Kanuni buna şaşırır ve “Mimar başı haberli gibisin” der. Sinan “Sultanım siz peygamberimizle yürürken ben hemen arkanızdaydım” der.

Süleymaniye Cami Külliyesi: İstanbul’un üçüncü tepesinde, bu tepenin Haliç’e bakan yamacındadır. Böylece, şehrin birçok yerinden görüldüğü gibi, kendisinden görünen manzara da oldukça geniştir.

Cami: Kanuni Sultan Süleyman tarafından, 1551-1557 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Mimar Sinan, eserin kalfalık dönemi eseri olduğunu belirtir.

Süleymaniye, Ayasofya’ya erişmek ve belki de onu aşmak için yapılmış bir girişimdir. Zaten, planı da ona oldukça yakındır. Boyut açısından Ayasofya’dan küçük kalmasına rağmen, estetik açıdan, muazzam bir mimari eser olarak, dünyanın en güzel anıtları arasında yer almıştır.

Temel

Temel atma töreni, 13 Haziran 1550 tarihinde yapılmıştır. Bu gün: devletin ileri gelenleri, zamanın uleması, din adamları toplanmıştır ve Kanuni atlı olarak inşaat yerine gelir.

Koyunlar ve koçlar kurban edilir. Seçilen uğurlu zaman geldiğinde ise, Sultanın emriyle dönemin önemli din adamı Şeyhülislam Ebusuud Efendi, mihrap temeline ilk taşı koyar ve inşaat başlar.

Temel birkaç yıl süresince kazılır ve 15 metre derinliğe inildikten sonra: zemine, demirli büyük kazıklar kakılıp, kireç ve horasan ile moloz taşından bir rıhtım bina yapılır. Binaya: gerekli sağlamlığı verebilmek için, özel bir şekilde hazırlanmış olan ayaklar üzerine, kemerler örülerek bir nevi sarnıç inşa edilir.

Yeryüzüne çıkmaya 3 metre kala taştan temeller örülmeye başlanır. İçten dışa, alttan yukarıya doğru ilerleyen inşaat, kemerlerin örülmesi ve örtü sisteminin kapatılmasıyla tamamlanır.

Evliya Çelebi, caminin temelinin 3 yılda atıldığını ve daha sonra 1 yıl beklendiğini söyler. Çünkü, şehirdeki depremlere karşı dayanıklılığı sağlamak için, caminin temeli atıldıktan sonra, temelin tam olarak oturmasını sağlamak için bir yıl beklenmiştir.

Böylece Sinan’ın kendi söylemiyle “kıyamete kadar yıkılmayacak” bir cami ortaya çıkmıştır. Zaten yapılışının üstünden uzun yıllar ve birçok deprem geçmesine rağmen, caminin duvarlarında en ufak bir çatlak olmamıştır.

Kapılar

Camide: dış avlunun imaret kapısından girildiğinde: bir saray cephesi görünüşüyle taç kapı belirir. Bu taç kapı: mimari kuruluşu, süslemeleri ve kitabeleriyle göze çarpar. Kapının alınlığı: saray nakkaş hanesinde hazırlanan örneğe göre yapılmış olup 16 yüzyıl natüralist çiçek üslubu hakimdir. 

Avlu kapısı ve cümle kapısı arasındaki bölümlerde: mermer laleler, mermer zincirlere asılı avizeler bulunmakta iken, günümüzde sadece bağlantı yerleri görülmektedir.

Zemini mermerle döşeli iç avlunun 3 kapısı vardır. Bunlardan biri: kuzey-batı kapısı ve diğer ikisi ise kuzey-doğu ve güney-batı kapılarıdır. Caminin iç kısmına üç kapıdan girilir. Bunlar: iç avludan girilen “Cümle kapısı” ve mihrabın sağında ve solundaki batı ve doğu “harim” kapılarıdır.

Evliya Çelebi: hünkar mahfilinin altına açılan kapının “Hünkar kapısı” ve bu kapının karşısındaki kapının ise “Müezzin kapısı” olduğunu yazmıştır.

Dış avluda: minareye girişi sağlayan kapılar: kuytuda bırakılmıştır. Cami minareleri, tek sütunun desteklediği bir çatıyla sevimli bir portik halinde sunulmuştur. Caminin ana giriş kapısıyla iç avluya girilen kapı: mimari ve süsleme bakımından oldukça farklıdır.

Cami kapısı ve yan kapıların: kilit ve halkalarının altın ve gümüş görünümlü olduğu ifade edilmiş, satın alınan 95 okka fildişiyle, bu kapıların kanatları ve cami içinde bulunan dört dolabın kapak süslemeleri yapılmıştır. Cami kapısı: Baş marangoz yani Ser Neccar usta Ahmet eseridir.

suleymaniye-camii-12
İstanbul Süleymaniye Camii Kubbe

 

Kubbe

Ayasofya ile mukayese edilmesindeki en büyük gösterge, caminin kubbesidir. Dört fil ayağı üstüne oturan caminin kubbesinin çapı 26.30 metre ve yüksekliği ise 48.23 metredir. Yani, Ayasofya’nın kubbe boyutlarını geçememiştir.

Ayasofya’dan farklı olarak, ana kubbe, ikisi büyük, beşi küçük yedi yarım kubbeyle desteklenmiş ve 30 küçük kubbeyle çevrelenmiştir. İç ve dış kubbeler arasında 2-3 metreyi bulan yer yer boşluklar vardır.

Bu boşluklar: havayı mevsimlere göre dengede tutması yanında, ana kubbeye geçişi sağladığı gibi akustik içinde önemli rol oynamaktadır.

Kubbenin ve üst kagir kabuğun yaklaşık 1000 ton ağırlığındaki yükü: iki yarım kubbeyle ve fil ayaklarıyla temele iletilmiştir. Kubbenin hafif olması için özel tuğlalar imal edilmiş ve kubbenin yapımında bu tuğlalar kullanılmıştır.

Caminin büyük kubbesini 4 büyük kırmızı granit yekpare sütun yani fil ayağı taşımaktadır. Ayaklar: 6 x 5 metrelik, küfeki taşından örülmüş payeler üzerine oturmaktadır.

Küçük bir caminin alanını kapsayacak büyüklükte olan bu ayaklar: ustalıkla ve zarif görünecek şekilde inşa edilmiş, ön ve arka cephelerine mihrap şekilleri verilmiştir.

Yükseklikleri 9.02 metre, çapları 1.4 metre olan ve yaklaşık 30’ar ton oldukları hesaplanan bu 4 fil ayağının her biri 8000 ton yükü temele iletmektedir.

Bu dört ayak: Mimar Sinan tarafından, Cihanyar- Güzin yani dinin dört direği: Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali’ye armağan olarak sunulmuştur. Fil ayaklarının yanlarında bulunan sütunlar farklı yerlerden getirilmiştir.

Sinan tarafından söylendiğine göre; bu sütunlar, bütün ülke taranarak çeşitli yerlerden getirilmiştir. Bir sütun Lübnan Bekaa vadisinde bulunan Baalbek-Jupiter Tapınağından, bir diğeri Mısır’ın İskenderiye şehrinden, diğerleri de Topkapı Sarayı ve Vefa semtinden getirilmiştir. 

Hatta: Ayasofya’nın bazı sütunlarının da, yapılış döneminde Hz Süleyman’ın yaptırdığı tapınaktan getirilmiştir.

Kubbe kasnağında 32 pencere vardır. Mimar Sinan, gün ışığı bu pencerelerden girdiğinde oluşan görüntüyü “Azrail a.s.” ın kanatlarına benzetir.

 Kubbenin derin anlamlarından birisi de “vahdette kesret, kesrette vahdet” yani “ Tek olan Allah’a varıp ondan teferruata dönüşü” sembolize eder. Kubbe: okunan Kuran-ı Kerimleri ve duaları müminlere aksettirmek görevindedir.

Sinan, restore ettiği Ayasofya’da, kemerli yan duvarların zayıflığını gözlemleyerek, özel bir istifleme tarzı uygulamıştır.

Kubbenin dört köşesinde, payelerin dıştaki devamı olan dört sekizgen kule, yarım kubbelerin altında çeyrek kubbeler vardır.

Caminin duvarlarını oluşturan taşlar, birbirlerine içten demir kenetlerle bağlanmış ve bu kenetlere eritilmiş kurşun dökülmüştür.

İç mekanda, genişlik duygusu kusursuzdur ve büyük bir sadelik vardır.

Payandaların içeri taşan kısımları, sütunlar üstüne oturan kemerlerle bağlanmış ve böylece yan nefler oluşturulmuştur.

Mihrap

İki kabartma oluklu ve altın yaldız kaideli sütunlarla tek parçalı olarak yapılan mihrap: çini dekorlar arasında yükselir.

Yapısı sadedir. Mihrap: en iyi mermerlerden Konyalı Yahya tarafından yapılmış ve 1554 yılında tamamlanmıştır.

Mermer mihrabı çevreleyen çiniler, 746 tanedir. Evliya Çelebi: mihrabın iki yanında bulunan ve adam boyu yüksekliğindeki altın yaldızlı iki bakır şamdanın büyük mumlarının, her gece yandığını ve bu mumların onbeş basamaklı bir merdivenle çıkılarak yakıldığını yazar.

Minber

Minberin tasarımı bizzat Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Caminin estetiğine uygun olarak inşa edilen minber: mermer işçilik ürünüdür.

Minber aleminin, altın sikkelerle yaldızlandığı ve minber köşkünün altın varak kaplı bir askı topu olduğu belirtilmektedir.

suleymaniye-camii-hunkar-mahfili-1
İstanbul Süleymaniye Camii Hünkar Mahfili

Hünkar Mahfili

Mihrabın sol yanında, caminin doğu köşesindedir. Burası, granit ve mermerden yapılmış 8 sütuna dayanmaktadır. Buraya yan balkondan geçiş olduğu gibi, dışarıdan ayrı bir kapıdan da girilebilir.

Müezzin Mahfili

Minberin hemen arkasında, 18 mermer sütun üstüne kurulmuştur. Mermer işçiliği, oldukça güzeldir. Evliya Çelebi: burayı “Cennet Mahfili” diye anlatır. Bu benzetme, burada geçmişte var olduğu düşünülen bir süslemeye atıfta bulunmaktadır.

Kütüphane

Müezzin mahfilinin sağında, madeni şebekeden çevrilmiş bu bölüm: uzun süre kütüphane olarak kullanılmıştır. Bu kütüphane: Sultan I. Mahmut ve Sadrazam Mustafa Paşa döneminde yapılmıştır.

Bu bronz kafesli bölüm: 18 yüzyıl Türk maden işçiliğinin güzel bir örneğidir. 19 yüzyılda, bu parmaklık, Ahmet Vefik Efendi tarafından onarım yapılarak yenilenmiştir.

Vaaz Kürsüleri

Cami içinde, ahşap işçiliği bakımından önem kazanan iki vaaz kürsüsü vardır. Ayrıca: fil ayaklarına bitişik, 3 mermer kürsü daha vardır. Mermer ve granit direklere dayalı bu yerlerde, Osmanlı döneminde ilim adamlarının halka islam hukuku, tefsir ve tasavvuf dersleri verdiği söyleniyor.

Çeşmeler

Evliya Çelebi: giriş yönündeki iki ayakta bulunan çeşmelerden: bütün cemaatin su içtiğini belirtmiştir.

Üst Mahfiller

Camide, mekanı üç yandan çevreleyen üst mahfillerde: Sultanın maiyetinin namaz kıldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi: caminin üst hazine maksurelerinde de değerli malların saklandığını yazar.

suleymaniye-camii-11
İstanbul Süleymaniye Camii Akustik

Akustik

Caminin en önemli özelliklerinden birisi de akustiğidir. Sinan: caminin akustiğinin mükemmel olması ve seslerin caminin her köşesinden duyulması için: kubbenin çevresine ve caminin çeşitli yerlerine, içi boş 50 cm boyunda, 64 tane küp yerleştirmiştir.

Bu küpler: Anadolu’da kullanılan turşu küpleridir. Bunlar ağızları aşağıya bakar vaziyette, ana kubbenin çevresindeki duvarlara yerleştirilir ve küplerin araları da yumurta akıyla sıvanır.

Ayrıca: sesin düz yüzeylerle karşılaşmaması için duvarlarda gerekli hareketlilik sağlanmış, sütunlar bunu engellemeyecek şekilde oturtulmuş ve büyük desteklerin yüzeylerine nişler oyulmuştur. Akustik konusunda bir söylenti vardır.

Sinan: caminin akustiği konusunda çok zaman harcar ve inşaat süresi uzar. Sinan’ı çekemeyen kişiler, Kanuni Sultan Süleyman’a Sinan’ın camide keyfine baktığını ve hatta cami içinde nargile tüttürdüğünü iletirler.

Bunun üzerine, sinirlenerek camiye giden Kanuni, Sinan’ı nargile içerken görür, ancak Sinan bu durumu şöyle açıklar; “Nargilenin içinde tütün yoktur, sadece suyunun fokurdama sesinin camide nasıl duyulduğunu anlamaya çalışıyorum” Bu sırada, yani içeride nargile fokurdatırken, işçilerde, borular yolu ile bu sesi dinlemektedir. Yeri gelir, bazı yerler yıktırılır ve yeniden yaptırılır. 

Yani, olay tamamen Sinan’ın bir akustik yaratma çalışmasıdır. Yine akustiğin sağlanması, zeminden sesin yansıtılması için tuğlalardan boşluk bırakılmıştır. Sonuç olarak: caminin içinde mikrofon kullanmadan verilen vaazın duyulması sağlanmaktadır.

Havalandırma

Mimar Sinan: yer altında bir takım yollar kazdırıp üzerine kemerler yaptırmıştır. Bu yollardan: caminin içinden dışarıya, Süleymaniye’nin bütün yan yapılarına su dağıtan depolara gidilir. Bu yollar: cami içinde, devamlı temiz hava bulundurmak için yapılmıştır.

Caminin tabanının orta kısmında bulunan bu yollar üzerinde: tahta kapaklar bulunur. Böylece aşağıdan gelen hava aracılığıyla, cami yazın devamlı serin ve kışın sıcak olmaktadır.

 

Vitraylar

Caminin içinde en göz alıcı yer: mihrap duvarındaki 16 yüzyıl Türk motifleriyle süslü vitraylardır. Bu vitraylar: Sarhoş İbrahim adıyla bilinen, dönemin ünlü cam ustası tarafından yapılmıştır.

suleymaniye-camii-hatlar-1
İstanbul Süleymaniye Camii Hatlar

 

Hatlar

Caminin iç ve dış kısmında ve avlu kapılarında bulunan yazılar, büyük bir emek ürünüdür. Devrin kültür ve değer yargılarının ve sanat anlayışının sembolüdür. Bu yazılar, dönemin meşhur hattatı: Hattat Ahmet Karahisari ve Hasan Çelebi tarafından yapılmıştır.

1869 yılında, iç mekanın yeniden süslenmesinde: yazılar Abdülfettih Efendi tarafından yazılır. Kazasker Mustafa Efendi de bazı yazılar ilave etmiştir.

Yazıların bir kısmı çiniler üstüne, bir kısmı farklı renklerdeki zemin üzerine yazılmıştır. Bir bölümü kapılara işlenmiş, bir bölümü de mermer üzerine kabartma yapılarak yazılmıştır.

Değişik ebat ve karakterlerde yazılan yazıların büyük bölümü ayet-i kerime ve kalan bölümü hadis-i şerif ve muhtelif dini yazılardır. Yazılar: bulundukları zeminle, anlam bakımından tam bir ahenk içindedir.

Mihrabın iki yanındaki pencereler üstünde bulunan çini madalyonda “Fetih Suresi”, caminin ana kubbesinin ortasında ise “Nur Suresi” yazılıdır. Nur Suresi: aşağıdan okunacak şekilde büyük harflerle yazılmış ve bu durum, yazının sanatsal değeri ve inceliğinden bir şey kaybettirmemiştir.

suleymaniye-camii-10
İstanbul Süleymaniye Camii Hava Akımı

Hava Akımı

Cami ilk yapıldığında iç mekan aydınlatması için: elektrik olmadığından 275 adet kandil ve bunlara ek olarak mihrabın iki yanına yerleştirilmiş dev mumlar kullanılıyordu.

Pencerelerden gelen hava akımlarını hesaplayarak, kandillerin isinin belirli bir noktada toplanması, Sinan’ın başka camilerde elde ettiği şaşırtıcı başarıları arasındadır.

Camideki kandil ve yağ lambalarından çıkan isler: ana giriş kapısı üzerindeki odada toplanmış ve mürekkep yapımında kullanılmıştır. Bu is odasında dışarıya yani caminin içine açılan iki pencere vardır.

Bunlardan bakıldığında birinde “Allah” ve diğerinde ise “Muhammed” yazılı levhalar görülür. İsten elde edilen mürekkep, normal mürekkebe nazaran çok daha dayanıklıymış. Kağıt tamamen yok edilmeden, bu mürekkebin silinmesi mümkün değilmiş.

Deve kuşu yumurtaları

Sinan bu büyüklükteki bir camiyi örümcek ağlarından korumak için: caminin çeşitli yerlerine ve özellikle avizelerde bulunan kandil çanaklarının aralarına, aşağıdan da görülecek şekilde, Afrika’dan getirttiği yaklaşık 300 deve kuşu yumurtası yerleştirmiştir.

Deve kuşu yumurtası: örümcekler, böcekler ve hatta akrepler tarafından sevilmez ve bu tür haşarat camiden uzaklaşırmış.

Söylenenlere göre: kurumuş deve kuşu yumurtası: insanın hissetmediği ancak akrep, örümcek gibi haşeratı uzak tutan bir koku yaymaktadır. Yıllar boyunca: bu yumurtalardan çalınan ve kırılanlar olmasına rağmen, halen ilk günkü gibi asılı olduğu yerde bulunanlar görülür.

İlk asıldığında 300 tane olan yumurtalar günümüzde 30 kadar kalmış, bunlar da karararak renkleri kahverengiye dönüşmüştür.

Ölçüler

Caminin içindeki ölçüler ebcet hesabına göre hesaplanmıştır. Mesafeler ölçüldüğünde: bütün mesafelerin “ebcet” hesabı ile “Allah” isminin katları olduğu, minare yüksekliği, kubbe çapı gibi bazı uzunluk ve açıların birbirlerine orantılandığında “pi” sayısı ya da dünya ekseninin eğim açısı olan 23 rakamı gibi rakamların verildiği görülür.

Kabe’ye yakın iki minarenin arasındaki uzaklık 92 arşındır ve bu ölçü “Muhammed” ismini ifade eder.

İran Şahı

Bir söylentiye göre: caminin yapılışı sırasında (temellerin iyice oturması için) bir duraklama olmuştur. Zamanın İran Şahı, küstah bir tavırla “Satıp da camiyi bitirin” diye mücevher yollamıştır.

İyice sinirlenen Kanuni bunları un ufak edip caminin harcına karıştırmak üzere Sinan’a vermiştir. Paraları ise, şehirdeki Yahudilere dağıttırmıştır. Şahın gönderdiği yardımların kanıtı: Şah Tahmasp’ın karısı Sultanım’la mektuplaşan Hürrem Sultan, şahın cami için gönderdiği yardımlara teşekkür etmesinden anlaşılır.

Mimar Sinan, caminin mimari ve teknik özellikleri hakkında bilgi vermezken, caminin yapımında kullanılan malzemeler ve harcanan paralarla ilgili çok ayrıntılı kayıtlar tutmuş ve bu kayıtlar günümüze kadar ulaşmıştır.

Yani, dönemin özellikleri hakkında çok somut bilgiler vardır. Öte yandan, İran Şahı tarafından gönderildiği iddia edilen mücevherler neden Kanuni tarafından geri iade edilmemiştir?  

Çünkü: mücevherler cami yaptırmak üzere kurulan vakfa bağışlanmıştır ve Kanuni’nin malı değil, vakfın malıdır. Bu yüzden, Kanuni bu yardımları geri gönderememiştir.

Minareler

Dört minare: avlunun dört köşesinde yükselir. Camiye bitişik olan ikisinde üçer, uçtakilerde ikişer şerefe vardır. Üçer şerefeli minarelerin yüksekliği 76 metre, ikişer şerefeli minarelerin yüksekliği ise 55 metredir.

Minareler örülürken, taşlar birbirine demir kemerle tutturulmuş, taş ve demirin birbirine kenetlenmesini sağlamak için, bağlantı yerlerine kurşun dökülmüştür. 

Toplan on olan şerefe sayısı: Süleyman’ın onuncu Osmanlı Padişahı, dört minare ise İstanbul’da hüküm süren dördüncü padişah olduğunu simgelemektedir. İran Şahı tarafından kullanılan mücevherler, Kanuni Sultan Süleyman’ın emri üzerine parçalanarak o anda yapılmakta olan minarelerden birinde kullanılmıştır.

Bu minare günümüzde “Cevahir Minaresi” olarak bilinir. Bu minare, üç şerefeli minarelerden doğuda olanıdır. Öte yandan, Evliya Çelebi, ne zaman güneş çıksa bu minarenin parladığını ancak net olarak mücevherlerin hangi minarenin harcına karıştırıldığının bilinmediğini yazar.

Avlu

Avlu revaklarında: somaki, granit ve mermer kullanılmıştır. İç avlu: beyaz harem isimli, beyaz mermerden inşa edilmiştir.

Şadırvan

Cami iç avlusunun ortasında, dikdörtgen şekilli ve bitkisel motifli bir şadırvan vardır. Şadırvan havuzunun içinde iki fiskiye bulunur. Söylenenlere göre, şadırvan: o devrin şartlarında kısmen Bizans kanalları kullanılarak Istıranca derelerinden getirilen suyu: kule prensibiyle hava akımı oluşturarak, oksijenle arıtan tarihin ilk içme suyu hazırlama istasyonu imiş.

Halı

Camide, yerdeki halı el yapısıdır. Mihraplı halı 1950 yılında yerleştirilmiştir.

Sinan’ın İmzası

Kanuni, Sinan’a “Türbeni buraya yapalım” teklifinde bulunur, ancak Sinan, bunu kabul etmez. Süleymaniye’nin gölgesinde, mütevazi bir mezarda yatmaktadır.

Öyle ki, burası Süleymaniye Külliyesinin havadan bakıldığında sağ alt köşesindedir. Yani tablolarda olduğu gibi, Sinan, en sevdiği eserine, kendi imzasını bu şekilde atmıştır.

Caminin açılışı

Kanuni, başarısından ötürü camiyi açma şerefini Sinan’a verir ve anahtarı Sinan’a uzatır. Ancak Sinan, öyle mütevazidir ki, bu daveti kabul etmez ve şöyle söyler “Sultanım Ahmet Karahisari, bu muhteşem hatlar için gözlerini feda etti, son hattın son harfinde gözünün feri söndü, ama kaldı, bu şeref onundur” der.

kanuni-turbesi-4
İstanbul Süleymaniye Camii Kanuni Türbesi
kanuni-turbesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Kanuni Türbesi

 

 

KANUNİ TÜRBESİ

Caminin mihrap duvarının arkasındaki avluda: Kanuninin türbesi vardır. Türbe: ölümünden sonra: oğlu Sultan II. Selim tarafından 1566 yılında Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Bu türbede: Kanuni’nin Zivetgar’dan getirilen bedeni bulunmaktadır. İç organları, Zivergar savaşı sırasında, öldüğünde, çadırının bulunduğu yere gömülmüştür.

Türbe mimarisi açısından, örnekleri arasında bir şaheser olarak nitelendirilmektedir. Sekizgen türbe, avlunun ortasına yerleştirilmiştir. Çevresinde 29 sütunlu, üstü örtülü açık bir revak vardır.

Türbenin içi: 16 yüzyıl İznik çinileri, kalem işleri ve ağaç işçiliğinin güzel örnekleriyle süslenmiştir. Giriş kapısının iki yanına: bitkisel kompozisyonların hakim olduğu çini panolar bulunur. Kapı kanatları: abanozdan yapılmıştır, sedef ve fildişi kakmalarla bezenmiştir. Bunların üzerine “Kelime-i Tevhit” yazılmış ve geometrik desenlerle süslenmiştir. Türbenin içindeki iki dolap ta abanoz ağacından yapılmış, fildişi kakmalarla süslenmiştir.

İç mekan duvarları: yarıya kadar çinilidir. Beyaz zemin üzerine lacivert, firuze ve kırmızı renklerin ağırlıklı olduğu çinilerde bitkisel kompozisyonlar ağırlıklıdır ve bütün yüzey çinilerle kaplanmıştır. Çinilerin üstünde: bütün mekanı çepeçevre dolaşan bir ayet frizi görülür. Pandiflerin yüzeylerinde de: Allan, Muhammed ve dört halifenin ismi yazılıdır.

Türbenin yuvarlak kasnaklı kubbesi: kalem işleriyle bezenmiştir. Altın yaldızlı madalyonlar dikkat çeker. Burada: bezemeleri birleştiren düğümlerin ortalarına yani metal plakalar arasına, yıldızlarla donatılmış gökyüzü imajını vermek için parlak cisimler ve bir söylentiye göre pırlantalar yerleştirilmiştir.

Gövdenin üst kısmında bulunan üçlü pencere gurupları: renkli kilit taşlarıyla her cephede tekrarlanan kemerler ve ağır çatı kornişi: dönemin taş işçiliğinin en güzel örnekleridir.

Türbenin girişinin üstünde: Mevlevi sikkesi şeklinde, Kabe’den getirilen Hacer-ül Esvet taşının bir parçası bulunur. Türbeyi ziyaret ettiğinizde, buna mutlaka dikkat ediniz.

Türbede yedi sanduka vardır. Ortada: Kanuni Sultan Süleyman: hemen sağında çok sevdiği kızı Mihrimah Sultan, onun yanında sırasıyla Sultan İbrahim’in eşi ve aynı zamanda Sultan II. Süleyman’ın annesi Saliha Dilaşub Sultan ve Sultan II. Ahmet’in kızı Asiye Sultan’a ait sandukalar vardır. Kanuninin sandukasının solunda ise: Sultan II. Süleyman ve Sultan II. Ahmet’in sandukaları bulunuyor.

hurrem-turbesi-3
İstanbul Süleymaniye Camii Hürrem Sultan Türbesi
hurrem-turbesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Hürrem Sultan Türbesi

 

HÜRREM SULTAN TÜRBESİ

Hürrem Sultan: Kanuni Sultan Süleyman ile birlikte çıktığı bir Edirne gezisi sonrasında, 1558 yılında vefat etmiştir. Önce Süleymaniye camisi haziresine defnedilmiştir.

Hürrem Sultan Türbesi, avlunun köşesinde, 1559 yılında, Hürrem Sultanın ölümünden bir yıl sonra Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Türbenin tamamlanması ile haziredeki naaşı, buraya defnedilmiştir. Yani, türbe Hürrem Sultanın sağlığında yapılmamıştır. Kesme taştan yapılan türbe: dıştan sekizgen, içten on altıgen planlıdır. Türbesi, silindirik bir kasnağa oturan kubbe örter. Girişin önünde, üç gözlü bir revak bulunur. Türbe özellikle: içindeki çinilerin renk ve kompozisyonuyla mimarlık tarihinde ayrı bir önem taşır.

Osmanlı klasik dönem yapılarının bir klasiği olarak, türbe içinde çini kaplamalar, mimarinin ayrılmaz bir ögesi olarak kullanılmıştır. Pano çinilerin yanı sıra ulama çiniler de kullanılmıştır. Çinilerin deseni, saray nakkaşları tarafından hazırlanmıştır. Hürrem Sultan Türbesinde: ilk kez, çinilerde bahar açmış meyve ağacı motifi işlenmiştir. Ayrıca: çinilerde: lale, karanfil, gül, sümbül, narçiçeği ve servi görülür. Çinilerde geometrik desenler ve kırmızı sır altı tekniği kullanılmıştır.

Türbe duvarlarında, yedi tane pencere ve içeride sekiz niş vardır. Pencerelerin üstündeki çini panolarda ayetler yazılıdır. Türbenin kubbesindeki özgün bezeme, kubbe restorasyonu sırasında yok olmuştur. Türbede: Hürrem Sultan’dan başka: Sultan II. Selim şehzadesi Mehmet ve Hatice Sultanın kız kardeşi Hanım Sultanın sandukaları da bulunmaktadır. Türbe özellikle ülkeyi ziyaret eden Ukraynalılar tarafından ziyaret edilmektedir.

hazire-2
İstanbul Süleymaniye Camii Hazire

Hazire

Türbenin çevresindeki hazirede: birçok tanınmış kişinin kabri vardır. Sultan Abdülaziz’i tahttan indirenlerden Hüseyin Avni ve Kaptan-ı Derya Ali paşalar, sadrazam Ali Paşa, II. Mustafa’nın kız kardeşi Safiye Sultan, Maarif Nazırı Kemal Paşa.

Medreseler

Bahçenin kuzeydoğu köşesinde: bir kanat vardır. Burası: Darülhadis yani hadis öğretilen bir medresedir. 1556-1557 yılları arasında yapılan Süleymaniye Darülhadisi: Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Süleymaniye Külliyesi bünyesindedir.

Süleymaniye camiinin kıble tarafında, Kanuni ve Hürrem Sultan türbelerinin önünde bulunan dershane ve caminin güney doğusundaki 22 tane talebe hücreleri binalarından oluşmaktadır. Burası: yapıldığı dönemde, Osmanlı devletinin en yüksek kadrolu medresesi sayılmış, kurulduğu yıldan, Osmanlı devletinin son dönemlerine kadar, eğitim sisteminin zirvesinde yer almıştır. Buranın en büyük özelliği: bilinen avlulu, dört köşeli medreselerden çok farklı bir yapıda bulunmasıdır.

Buradan inip, sola kıvrılındığında: Süleymaniye yükseltisinin alt tarafında yani solda: Arasta ve sağda altında yine dükkanlar bulunan iki medrese binası görülür. Bu iki medrese: Salis ve Rabi, caminin güney kanadına bakan Evvel ve Sani medreseleriyle birlikte bir bütün oluşturur.

Arkadaki bu iki medrese ile yokuşta aşağıda kalan Mülazimler Medresesinin mimarileri benzersiz ve son derece güzeldir. Yokuşa yapılan bu iki medresede, başka hiçbir medrese binasında görülmeyen çok katlı bir hücre düzenine rastlanılır.

Her katın sofası, iki medrese arasındaki avlu, merdivenler, yukarıda kalan medreselerin aşağıdaki Mülazimler’le bağlantısı,  hepsi özgün bir mimari deha göstergesidir. Ancak, bu güzel medreseler ve hemen karşıdaki hamam: özel mülk haline gelmiştir. Kimi depo, kimi imalathane olarak kullanılmaktadır. Ama binaları kullananlar içlerine kimseyi sokmamaktadırlar.

mimar-sinan-turbesi-2
İstanbul Süleymaniye Camii Mimar Sinan Türbesi
mimar-sinan-turbesi-1
İstanbul Süleymaniye Camii Mimar Sinan Türbesi

 

Mimar Sinan Türbesi

Türbe, Süleymaniye Külliyesinin deniz cephesinde, müftülük binasının hemen köşesindedir. Sinan, kendi türbesini de yapmıştır. Türbenin yanında bulunan Mimar Sinan’ın evi ve Sıbyan Mektebi günümüze ulaşmamıştır. Som mermerden yapılmış sebilin arkasındaki türbe: yontma taş ve mermerden yapılmıştır. Mimar Sinan’ın sandukasının önünde, hacet penceresinin üstünde, yekpare mermerden kitabe bulunur. Sülüs yazısı ile yazılmış bu kitabe: Nakkaş Sai eseridir.

Türbede sadelik ve yalınlık hakimdir. Türbe, bu köşede üçgen biçimindedir ve üçgenin ucunda bir sebil vardır. Yarı açık türbe: altı kemer üstüne oturtulmuş küçük bir kubbeden oluşur. Çevresi, iki yönden yüksek duvarlarla çevrilidir. Türbenin Mimar Sinan Caddesine bakan avlu duvarına 11, Fetva yokuşuna bakan duvarına ise geometrik şebekeli 5 mermer pencere açılmıştır.

Türbede kendi harici eşi ve kimliği bilinmeyen bir kişi (muhtemelen Ali Talat Bey’dir) daha yatmaktadır. Söylentilere göre: soldaki mezarın Mimar Sinan’ın ikinci karısı Gülruh Hatuna, sağdakinin ise torunu Derviş Çelebi’ye ait olduğu belirtilmektedir. Türbe içindeki üçüncü mezar ise: Neo-Klasik devrin öncülerinden Mimar Ali Talat Beye aittir. Kendisi, 1922 yılında öldüğünde, arkadaşları, onu hayran olduğu Mimar Sinan’ın yanına gömmüşlerdir.

Ali Talat Bey’in mezarı üstüne: kendi arzusu nedeniyle, ismini belirten bir kitabe konulmamıştır. Türbenin kuzey ucuna bitişik, çokgen mermer bir sebil vardır. Sebil, yalın bir görünüme sahiptir. Kubbesi betonarme olarak yenilenmiştir. Altı tane demir şebekeli pencereyle dışarıya açılan sebilin, geniş saçak altını, bir sıra mukarnas çevreler. Türbe, 1922 yılında sebille birlikte restore edilmiştir.

Hani, amaç buraların tarihi ve turistik yönünü belirtmek ama, zamanında bulunduğumuz topraklara birçok eser kazandıran büyük usta hakkında bir husustan, daha doğrusu bir rezillikten söz etmek istiyorum.

1935 yılında: Türk Tarih Araştırma Kurumu üyeleri tarafından: Mimar Sinan’ın mezarı kazılmış ve incelenmek üzere kafatası alınmıştır. Ancak sonraki restorasyon kazısında: kafatasının yerinde olmadığı görülmüştür. Hatta, kafatası kayıptır, yani nerede olduğu bilinmemektedir.

darulhadis-1
İstanbul Süleymaniye Camii Dar-üz Ziyafe Restoran

Dar-üz Ziyafe Restoran

Süleymaniye caminin inşaatı başlamadan bir yıl önce, inşaatta çalışacak işçilere yemek hizmeti vermek için burası yapılmıştır. Burada büyük bir avlu ve bu avlunun içinde, yaklaşık 500 yıllık çınar ağaçları vardır. Yapı uzun süre “Türk ve İslam Eserleri Müzesi” olarak kullanılmıştır. Ancak, müze Sultanahmet’te bulunan İbrahim Paşa Sarayına taşınınca, burası, Osmanlı mutfağının en seçkin yemeklerinin sunulduğu bir restorana dönüştürülmüştür.

Yapının hemen girişinde, uzun yıllar günümüzdeki buzdolabı gibi görev yapan mermer bir blok vardır. Ayrıca: yine girişte: buğday ve mısır gibi tahılların kabuklarının ayıklanması ve öğütülmesinde kullanılan dibek taşı görülür. Restoranın içinde: orijinal bir tartı ve şömine içindeki taşlar görülür. Diğer bir odada: Kanuni ve Sinan’ın yan yana asılan resimleri vardır.

Bu resimlerde, kişilerin başları üstündeki sarıklara dikkatinizi çekerim. Bu sarıklar, aynı zamanda kefen olarak kullanılırmış. Çünkü o dönemde savaşlar ve ölüm riski fazla olduğundan, kişiler kefen bezlerini başları üstünde sarık olarak taşırlarmış. Burada bir de orijinal servis penceresi vardır. Servis penceresinden fakirlere yemek verilirmiş. 500 yıllık orijinalliğini halen koruyan bu pencerenin en başlıca özelliği ise, yemek veren kişinin sadece elinin görülmesidir. Böylece: veren el kime verdiğini görmez ve de alan kişi rencide olmazmış.

ayranci-sokak-1
İstanbul Süleymaniye Camii Ayrancı Sokak

Ayrancı Sokak

Süleymaniye’den Haliç’e inen bu sokakta: eski Osmanlı havası yaşanmaktadır. Çünkü tarihi doku, olduğu gibi korunmuştur. Ahşap ve cumbalı eski Osmanlı evleri ilgi çekmektedir. Tarihi sokak 1998 yılında restore edilmiştir. Özellikle buradaki kafenin ön tarafına dolaştığınızda, muhteşem bir İstanbul manzarası görebilirsiniz.

seyhulislamlik-1
İstanbul Süleymaniye Camii Şeyhülislamlık-Müftülük
seyhulislamlik-2
İstanbul Süleymaniye Camii Şeyhülislamlık-Müftülük

 

Şeyhülislamlık-Müftülük

Süleymaniye’den ve Sinan’ın türbesinden ilerleyince: İstanbul Müftülüğüne yani eski adıyla Şeyhülislam Makamı olan binaya varılır.

Burası da önceleri Osmanlı devletinde en yüksek memurlardan biri olan Yeniçeri Ağasısın makamıdır ve “Ağa kapısı” olarak bilinir. Şehre ve Haliç’e hakim bu sarayda oturan Yeniçeri Ağalarının ne zamandan beri burada oturdukları bilinmemektedir. Ancak 1555 yılına ait bir şehir panoramasında bina görülmektedir.

Ağa Kapısı: çevresi yüksek duvarlarla çevrili bir alanda, içinde adeta Hünkar Sarayı gibi çeşitli köşkler, selamlık, harem ve hizmet daireleri ve atölyelerin bulunduğu büyük bir kompleksmiş. Ağa kapısının bir diğer önemli yapısı da bütün İstanbul’a hakim olan yangın kulesiydi.

Burada çok sayıda kişi, sürekli olarak ikamet ederdi. Yapı topluluğunda ayrıca bir cami, hamam, odalar, çardaklar, sofalar, küçük mescitler, mutfaklar, dehlizler ve mahzenler bulunurdu. Ancak bunlar ahşap olduğu için birçok yangından olumsuz etkilenmiş ve her defasında yeniden inşa edilmiştir.

1826 yılında Yeniçeri Teşkilatı kaldırılınca, burası Şeyhülislam’a tahsis edilmiştir. Ancak, Sultan II. Mahmut, Yeniçeriliğin bütün hatıralarını silmek adına, burasının Ağa kapısı olan ismini de değiştirmiş ve “Bab-ı Meşihat Fetvahane” si yapmıştır. 1924 yılında Cumhuriyet döneminde Şeyhülislamlık kaldırıldığından, bu binalar İstanbul Müftülüğüne tahsis edilmiştir.

Müftülük bahçesinde, dünyadaki başka örnekleriyle karşılaştırıldığında pek zengin olduğu söylenemeyen Botanik Bahçesi vardır. Bu sokağın adı da “Şeyhülislam” dolayısıyla “Fetva Yokuşu” dur.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.