Muğla Dalaman

Dalaman

Buranın en büyük özelliği: Dalaman havaalanının açılmış olmasıdır.

Bunun yanında, ilçede tren yolu bulunmamasına rağmen, gişeleri bile bulunan tren istasyonu bulunmaktadır ki, bunun hikayesini aşağıda anlatacağım.

ULAŞIM:

Muğla-Fethiye karayolu ile, buraya ulaşmak mümkündür. Özellikle, burada havaalanı bulunması, buranın hareketlenmesine neden oluyor. Uluslar arası nitelikteki havaalanı, yoğun olarak kullanılıyor.

Dalaman Havaalanı

DALAMAN HAVAALANI:

Dalaman Havaalanı: ülkemizin en yoğun turistik bölgelerine (Marmaris, Datça, Göcek, Dalyan, Sarıgerme, Fethiye, Ölüdeniz, Kalkan, Kaş) hizmet vermektedir. Yıllık yolcu kapasitesi, 10 milyon yolcudur. 1982 yılında işletmeye açılmıştır.

4 katlı terminal binasında: 22 yürüyen merdiven ve 21 asansör var. Bu nedenle, katlar arasındaki bağlantılar gayet hızlı yürütülüyor. Zemin ve 1. katlar: gelen yolculara, 2 ve 3 katlar ise giden yolculara ayrılmıştır.

Check-in hizmeti veren 60 nokta, pasaport kontrol hizmeti veren 44 nokta bulunmaktadır. Bu nedenle, işlemler, hızla gerçekleşmektedir. Otoparkta, 550 araç kapasitelidir.

Dalaman Tarihi

TARİH:

Yörede, resmi arkeolojik kazı çalışmaları yapılmadığından, antik döneme ait herhangi bir kalıntı ve bilgi bulunmamaktadır. Ancak, antik dönemde, buranın Karya bölgesi içinde yer aldığı bilinmektedir.

Dalaman: 1983 yılında ilçe olmuştur.

Euhippe antik kentinin, Dalaman ilçesinin günümüzdeki yerleşim yerinin yakınlarında, Alaçatlı köyünün yakınlarında olduğu tahmin edilmektedir.
Yörenin eski ismi: Karaçalı.

Dalaman genel

GENEL:

İlçe merkezi, denize 10 km. uzaklıktadır.

Yörenin: kuzey, doğu ve batı kesimleri dağlık, güney kesimi ise ovalıktır. Dalaman ovası: ülkemizin en verimli ovasıdır. İlçe topraklarını, Dalaman çayı sular. Toplam uzunluğu, 229 km. dir. Ortaca’nın 8 km. güneyinden denize dökülür. Bölge “günlük ağacı” yetişen nadir yerlerden biri olarak önem kazanmaktadır.

Yerleşim yerinin deniz seviyesinden yüksekliği: 15 metredir. Yüzölçümü ise, 61 km. karedir.
Yörede: tipik Akdeniz iklimi hakimdir ve buna bağlı olarak kışları ılık ve yağışlı, yazları ise kurak ve sıcak geçer.

Bölgedeki ekonomik faaliyetlerin özünde: turizm, tarım, kağıt sanayi ve nakliyecilik gelmektedir. Üretilen başlıca tarım ürünleri: buğday, ayçiçeği, pamuk ve mısırdır. Bunun yanında: nar, incir ve akavado üretimi yaygındır.

Yörenin coğrafi özelliklerinin başında: Kapıdağ yarımadası çevresindeki koylardan söz etmek gerekir. Ancak, bu koyların birçoğuna, yalnızca denizden ulaşılmaktadır.

Bu nedenle, bu koylar özellikle mavi yolculuk yapan tekneler tarafından tercih edilmekte ve kullanılmaktadır.
Bu arada, bazı koylara karayolu bağlantısı da bulunmaktadır.

Burada, ülkemizde benzeri olmayan köy var. Bu köyde: zenci nüfus fazladır. Söylenenlere göre: Mısır Hidivinin inşaat çalışmaları yaptırdığı dönemde, Mısır ülkesinden buraya çalışmak üzere gelen bu zenci vatandaşlar, zamanla geri dönmemişler, Türk vatandaşı olmuşlar ve hatta bir zamanlar: Osmanlı saraylarında çalışmışlardır. Bu köyün ismi: Akıncı köyüdür.

Dalaman Çayı

DALAMAN ÇAYI VE RAFTİNG:

Antik dönemdeki ismi “İndos” dur. Dirmil yakınlarından Kocaş Dağından doğar, toplam uzunluğu 229 km dir. Dar ve derin vadilerden akarak, Ege denizine dökülür. Çay içinde bulunan kireç taşından dolayı, turkuaz renge sahiptir.

Dalaman Çayı

Tamamen orman içinde olan nehir çevresinde birçok balık lokantası vardır. Çay üzerinde:  Bereket Barajı ve Akköprü Barajı bulunmaktadır. Bu baraj çalışmaları nedeniyle, nehirde rafting yapımının aksayabileceği ve ileriki yıllarda rafting yapılamayacağı söyleniyor.

Dalaman Çayı Rafting

Rafting:

Adrenalin dolu zaman geçirmek isterseniz, dalaman çayında rafting yapmalısınız. Rafting yapmayı düşünürseniz, yaklaşık 2 saat zaman ayırmalısınız.

Özellikle, çayda su seviyesinin en yüksek orana geldiği Mayıs ve Eylül aylarında rafting yapmanız önerilir. Rafting düzenleyen firmalar, müşterilerini gurubun başlangıç yerine transfer etmektedirler.

Raftinge 830 metreden başlanır ve 280 metreye kadar inilir. Yani, nehirde zirveden başlayıp, bu seviyeye inmek adrenalin seviyesini üst düzeyde tutmaktadır. Ayrıca, yine nehirde her yerde kayalık ve taşlıklar bulunur.

Çayın 26’nci kilometresinde, zorluk derecesi 3 ve 4 olan parkurlar vardır.

Nehrin alt bölümlerinde kalan 2’nci etap ise, river kayaking denen küçük botlarla geçilmektedir.

Bu etap: Demirli köyü, Akköprü mevkiinde start alır ve yaklaşık 12 km boyunca uzanır ve Arpacık mevkiinde son bulur. Raftingi ilk kez deneyenler için, burası önerilmektedir. Çünkü bu bölümde su akış hızı azalmaktadır.

Akköprü’den yaklaşık 5 km sonra ise açık havada yemek molası verilir. Yemekten sonra, parkurun yaklaşık 10’ncu kilometresine kadar, kürek çekilir ve bu zevkli yolculuk, animasyon ağırlıklı bir yüzme molası ile biter.

Rafting yapmayı düşünenler için son bir not: nehirdeki su seviyesinin azlığı nedeniyle, baraj kapakları belli günlerde sadece saat 11.00’de rafting için açılıyor ve belli bir süre sonra kapatılıyor.

DALAMAN TARIM AÇIK CEZA İNFAZ EVİ:

Burası, 3600 dönümlük bir arazi üzerinde 1942 yılında kurulmuştur. 250 civarında hükümlü kapasitesi bulunmaktadır. Cezaevinde: büyükbaş hayvan, küçükbaş hayvan, kümes hayvanları yetiştirilmektedir.

Ayrıca, narenciye üretimi yapılmaktadır. Hükümlüler: marangozhane, restoran işletmesi, inşaat, alüminyum doğrama, torna-tesviye ve demir atölyelerinde faaliyetlerini sürdürmektedirler.

NE YENİR-NE İÇİLİR:

Bu yöreye yolunuz düşer ve yöresel lezzetlerden tatmak isterseniz: kesinlikle bu yöreye ait otlardan yapılan yemeklerden yemelisiniz.

Çünkü: bu yörede yetişen (kayazak, semiz otu, sarı ot, geren, labada) otlardan, yörenin kadınları muhteşem lezzetli yemekler yapıyorlar. Bu yemekleri: esnaf lokantalarında bulabilirsiniz.

Son bir not: Gazi Bulvarı üzerindeki Cezaevi Restoranına uğramanızı özellikle tavsiye ederim. Çünkü burada sunulan ürünler: tamamen doğal ortamlarda, mahkumlar tarafından yetiştiriliyor.

Piliç kızartması tercih edebilirsiniz ki, bu piliçler, buranın kümeslerinde yetiştiriliyor. Domates, salatalık ve biberler ise, yine tarladan koparılarak buraya getirilip, konuklara sunuluyor.

Dalaman Sivil Havacılık Meslek Yüksekokulu

DALAMAN SİVİL HAVACILIK MESLEK YÜKSEKOKULU:

Dalaman Atakent Mevkiindedir. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesine bağlıdır.

Okul, 1999-2000 Eğitim öğretim yılında, Sivil Hava ulaştırma işletmeciliği programı ve seyahat ve tur işletmeciliği programları ile faaliyete başlamıştır. 2002-2003 yılında ise Dalaman Belediyesi tarafından yapılan bugünkü yerleşkesine geçmiştir.

Öğrenciler, 8 km uzaklıktaki Ortaca’da bulunan Yurt Kur yurtlarında kalabilmektedirler. Ayrıca: Atakent mevkii ve Dalaman merkezde özel yurt ve apartlar bulunmaktadır.

Okul, turistik faaliyetlerin yoğun olduğu bir bölgede bulunduğu için, öğrenciler, yaz döneminde havalimanı ve çevredeki turistik tesislerde çalışma imkanı bulmaktadırlar.

Dalaman Gezilecek Yerler

GEZİLECEK YERLER:

Dalaman Tren Gari Tigem Çiftliği

DALAMAN TREN GARI-TİGEM ÇİFTLİĞİ:

Abbas Hilmi Paşa, Padişah fermanı ile, 1893 yılında Mısır Hidivi olarak atanır.

Öte yandan, 1905 yılında buradaki çiftlik, Mısır Valisi Abbas Hilmi Paşa’nın kullanımına verilmiştir.

Paşa, aynı yıl, “Nimetullah” isimli yatı ile, Dalaman yakınlarındaki Sarsala koyundaki küçük bir yerleşim yerine çıkar. Burada, 30 haneli Söğüt isimli bir köy bulunmaktaydı.

Paşa: bu verimli ve yemyeşil ovaya ve av hayvanlarına hayran kalır.

Sarsala koyuna: iskele ve depo yaptırır.

Daha sonra buradan, Dalaman merkeze yol yaptırır. Bölgedeki bataklıkları kurutur, Mısır’dan getirttiği okaliptüs ağaçlarını diktirir.

1908 yılında, Dalaman’a bir av köşkü yaptırır. Aynı yıl, Mısır’da ise İskenderiye şehrine bir tren garı yaptırmayı düşünmektedir. Tren garı inşaat işini, Fransızlara verir, ancak Fransızlar garın yerini karıştırırlar ve gar binasını, İskenderiye yerine, Dalaman’a yaparlar. Dalaman’a yaptırmayı düşündüğü av köşkünün malzemelerini ise, İskenderiye şehrine gönderirler.

Dalaman Tren Gari Tigem Çiftliği

Paşa’nın Dalamandaki işçileri, gemiyle gelen malzemeyi alıp köşkün yapılacağı yere taşırlar ve hızla inşaat işine girişirler, ancak bu yoğun çalışma sonrasında ortaya av köşkü değil, bir tren istasyonu çıkar.

Hatta, işçiler bu tren istasyonunun önüne: bir bilet gişesi ve tren rayları da döşerler.

Ancak tren garı yapılsa da, burası yani tren garının yapıldığı yere en yakın tren rayları, kilometrelerce uzaktadır, yani buraya yapılan tren garına hiçbir tren gelmez, uğramaz. En yakın tren rayları, 200 km uzaktadır.

Dalaman Tren Gari Tigem Çiftliği

İskenderiye şehrinde ise, bir tren istasyonu yerine, bir av köşkü yapılır.

Hidiv: buraya geldiğinde yanlışlığı anlar, bitmiş binayı yıktırmaz ve sadece gişe bölümü ve rayları kaldırtır. Daha sonra istasyonun hemen yanına bir de cami yaptırır.

1928 yılına kadar: Hidiv Abbas Hilmi Paşa tarafından hazırlanan çiftlik, yine onun mülkiyetinde kalır. Ancak: çiftliğin organizasyonu için Türk Sanayi Bankasından aldığı krediyi ödeyemeyince, çiftlik: 1935 yılında Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatı ve Bakanlar Kurulunun kararıyla devlet adına satın alınmış ve bir Fransız şirketine kiralanır.

Fransız şirketi, çiftliği 10 yıl kadar işletir, sonrasında ise, 1938 yılında çiftlik, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün vasiyetine göre Ziraat Vekaletine bağlı Devlet İşletmeleri Kurumuna devredilir.

1950 yılından sonra ise, ismi “Dalaman Devlet Üretme Çiftliği” olur.

İstasyon binası: 1930-1958 yılları arasında “Jandarma Karakolu” olarak kullanılır.

1958 yılında ise, “Devlet Üretme Çiftliği” ne devredilir.

Çiftlik arazisi, 1984 yılından bu yana: TİGEM adıyla, “Dalaman Tarım İşletmesi Müdürlüğü” olarak çalışmaktadır.

Evet hikaye burada bitmedi. Abbas Hilmi Paşa, 1905 yılında çiftlikte çalıştırılmak üzere buraya Mısırlı ve Sudanlı aileler getirtmiştir. Paşa çiftliği kaybedince bu ailelerin bazıları geri dönmüş, bazıları da Dalaman’da kalmıştır.

Çiftliğin satışı sırasında, Dalaman’da kalan Afrika kökenli ailelere, devlet tarafından Ortaca çevresinde bedelsiz arazi verilmiştir.

Günümüzde: Afrika kökenli bu ailelerin çocuklarının bir kısmı Dalaman Tarım İşletmelerinde ücretli olarak çalışmakta, bazıları da Ortaca’da kendi tarım arazilerini işletmektedir.

Evet hikayesi böyle, şimdi gelelim tren garımızın mimari özelliklerine:

Yapı 2 katlıdır. Her katında 7 oda bulunur. Gar binasının yüksek kapıları ilgi çeker. Çatı kiremitleri, eşkenar üçgen şeklinde özel üretilmiştir.

Çatı katı ve sütunsuz merdivenleri vardır. Havalandırma bacaları yapılarak, yapının kışın ılık ve yazın serin olması sağlanmıştır. Yapının çevresine, Mısır’dan getirilen palmiye ve hurma ağaçları dikilmiştir.

Dalaman Akköprü

AKKÖPRÜ-ESKİ KÖPRÜ:

Köprü: Fethiye ve Köyceğiz bölgesini, Muğla il merkezine bağlamak için yapılmıştır. Ancak günümüzde yol güzergahı değiştiğinden, köprü kullanılmamaktadır.

1936 yılında yapılan köprü: 105 metre uzunluğundadır. Oldukça geniş ve sağlam köprünün üzerinden büyük araçlar geçebiliyorlardı.

Günümüzde, köprü yakınlarında şenlikler düzenleniyor.

Ayrıca: Akköprü köyündeki pansiyonlarda konaklama yapabilirsiniz.

Son bir not: tarihi Akköprü’nün bir süre sonra baraj suları altında kalacağı söyleniyor.

Dalaman Tlos

TLOS-DALAWA-TLAWA-KALE ASAR/DÖĞER-YAKA KÖYÜ:

Fethiye-Korkuteli yolunun 28’nci km den, Seydikemer kavşağından dönülüp 15 km güneydoğudaki Yaka köyüne ulaşılır. Kemer bucağına 12 km uzaklıktadır.

Giriş ücretlidir, girişte otopark vardır.

Antik kent, UNESCO Dünya Mirası Listesinde, geçici listeye dahil edilerek koruma altına alınmıştır.

Dalaman Tlos

Kent: MÖ 14’ncü yüzyılda Hitit belgelerinde “Dlawa” ve Likya belgelerinde ise “Tlawa” olarak geçer. Hitit kralı IV Tuthaliya’nın (MÖ 1250-1220) Lukka seferinin anlatıldığı açık hava tapınağı ortostatlarında, 14 ve 15’nci bloklar üzerinde “Dalawa ülkesine indim. Dalawa ülkesinin kadınları ve çocukları önümde eğildiler” ifadesi okunmaktadır.

Tlawa ismi: MÖ 15’nci yüzyıldan itibaren Hitit metinlerinde birçok kez karşılaşılan Lukka toprakları içerisinde “Dalawa” yerleşimi ile benzerdir.

Hitit yazılı kaynaklarında, şehrin büyüklüğünü ifade etmek için “Ülke” olarak bahsedilmektedir. IV Tuthaliye dönemi, Hitit Yalburt yazıtlarında adı Lukka topraklarındaki Dalawa’dır. Bir şehir değil bir ülke olarak anılır. “Dalawa ülkesine indim. Dalawa ülkesinin kadınları ve çocukları önümde eğildiler. Erkeklerini beraberimde götürdüm. Öküz ve koyunları boldu”

Dalaman Tlos

Kentin Tlos isminin ise, Tremilus ile Praksidike’nin 4 oğlundan biri olan Tloos’tan geldiği düşünülmektedir. Hatta: Pinaros, Xanthos ve Kragos’un onun kardeşleri olduğu tahmin edilmektedir.

Yani, Tlos kentinin Likya bölgesinin en eski şehri olduğu ve kuruluşunun MÖ 2000’li yıllara kadar uzandığı anlaşılmaktadır.

Kent: Likya yöresindeki en eski yerleşim alanındadır. Likya yöresindeki 6 önemli kentten birisidir. Bölgedeki Xanthos, Patara, Pınara, Olympos ve Myra gibi birliğin 3 oy hakkına sahip büyük altı şehrinden birisidir.

Xsanthosluların Tlos’da diktiği anıtın yazıtında “Bu metropol müşfik ve edebi ahenk timsali” olarak anılır. Kragoslar, yıllar yılı, yükseklerin egemeni Tlos dağlık Lykia’da gizlenmiştir. MÖ 2’binin “Çömlekhanesi, Dalawa’sından bu yana var olduğu bilinen merkezi Lykia’nın en eski kentlerinden biri belki de en eskisidir. Lykia’nın başlıca şehirlerinden biri olmasına ve Lykia Birliğinde 3 oy hakkı bulunmasına rağmen, coğrafyacıların adını anması dışında tarihi geçmişi bilinmemektedir.

MS 43 yılında, Roma İmparatoru Claudius, Likya bölgesini bir Roma eyaletine dönüştürmüştür. Bu  dönemde de Tlos kenti, birlik içindeki önemini korumuş ve Metropolis unvanı taşımaya devam etmiştir.

Dalaman Tlos

Patara’ya dikilen “Yol Klavuzu Anıtı” nda, Likya yol ağı, 7 farklı yönden, Tlos’a bağlanmış ve güneyde Xanthos’tan, Güneybatıda Pınara’dan, Batıda Telmessos’tan, Kuzeybatıda Kadyanda’dan, Kuzeyde Araxa’dan, Kuzeydoğuda Oinoanda’dan ve Doğuda Choma’dan gelen ticari yolların hepsi: Tlos şehrinde kesişmiştir. Bu güzergahların pek çoğu günümüzde kullanılmaktadır.

Dalaman Tlos
Hıristiyanlık döneminde, Tlos, Likya’nın önemli piskoposluk merkezlerindendir.

Bu dinsel önemin, MS 12’nci yüzyıla kadar devam ettiği belgelenmiştir. Bölgeye en son olarak 19’ncu yüzyılda gelen ve “Kanlı Ali Ağa” olarak ünlenen Osmanlı Derebeyi, Tlos Akropolünün zirvesine, antik dönem kalıntılarını da kullanarak şatosunu yani günümüzdeki kaleyi inşa ettirmiştir.

Dalaman Tlos

Evet, günümüzdeki Yaka Köyü yerleşimi, antik Tlos yerleşiminin üzerine kurulmuştur.

Antik şehir ise, oldukça iyi korunarak günümüze ulaşmıştır.

Uçan at Pegasus

Mitolojiye göre Bellerofon öyküsü;

Şehirdeki bir anıt mezarın duvarlarında, uçan at Pegasos resimleri bulunmaktadır ve buna istinaden uçan ata binen Bellerofon’un bu şehirde yaşadığı düşünülmektedir. Bu konuda bir de mitolojik öykü vardır.

Tanrıça Athena: kanatlı at Pegasos’u: ağzından ateş püskürten canavarla savaşmak için giden Bellerofon’a verir.

Bellerofon; Pegasos sayesinde, canavarın alevlerinin yetişemeyeceği yüksekliğe çıkar ve oklarıyla onu öldürmeyi başarır.

Bu başarısının ardından: Likya kralının kızı ile evlenir ve taht varisi olur. Ardından, uzun yıllar mutlu bir şekilde Tlos kentinde yaşar.

Ancak: zamanla başarıları nedeniyle kibre kapılır. Bunun üzerine tanrıların öfkesini çeker. Hatta, bir gün Pegasos’a binerek Olympos dağına çıkmayı dener. Bunun üzerine Zeus’un gazabına uğrar.

Zeus: Pegasos’a bir at sineği musallat eder. At sineği atın kuyruğa altına yerleşir ve atı ısırınca at Bellerophontes’i üstünden atar, gözden kaybolana kadar yukarı çıkar.

Bu sırada Bellerophontes  ise hızla aşağıya düşer. Sonunda, bir zamanlar düşmanların korkulu rüyası olmuş. Bellerophontes, yaşamının sonuna kadar tanrıların laneti nedeniyle sakat ve kör olarak yaşar.

Akropol:

Bugünkü Yaka köyünün tam üstündedir. 500 m yüksekliğinde ve dik yamaçları nedeniyle korunaklıdır. Fakat kuzeydoğudaki yüzünü, dimdik uçurumlar oluşturur. Çevresinde yer yer sur kalıntıları görülür. Dorukta, günümüzde daha eski kalıntıların tümünü gözlerden gizleyen bir kale bulunur.

Kale:

Kalenin altında, doğudaki yamaçta Lykia kenti duvarlarının kalıntıları ve güneyde de daha sonraki döneme ait bir sur göze çarpar. Güneydeki sur ve kapısı, Roma duvarcılığının önemli bir örneğidir. Kuzey ucunda ise, sütun altlıkları ve kırık lahit mezar dahil, birçok eski yıkıntıların kullanılmasıyla onarım görmüştür.

Evet, Akropolün bulunduğu tepenin doruğunda: Osmanlı döneminde yapılmış bir 14’ncü yüzyıl kalesi bulunur. Kalenin bölge hakimi olduğu tahmin edilen Kanlı Ali Ağa tarafından yapıldığı düşünülmektedir.

Kent Bazilikası:

Haç formlu bazilika: 84 x 32 metre boyutlarındadır.

Kronos Tapınağı:

Gök tanrısı Kronos’a adanmıştır. Kronos: ilk titan ve zamanı yaratan tanrıların tanrısıdır. Daha da ilginç olanı, Anadolu’da Kronos’a adanmış başka bir tapınak yoktur. Tapınak, MS 2’nci yüzyılda yapılmıştır. Ölçüleri: 15 x 7 metredir.

Agora:

Stadium doğu sınırındaki yapı gurubu ile tiyatro arasındadır. Yani doğudaki geniş meydana yerleştirilmiştir. Doğudaki tepenin  eteğinde bu büyük düzlük alan, muhtemelen Agora olarak kabul edilmektedir. Burada, birçok sütun altlığı ve işlenmiş taş bloklar, çevreye saçılmıştır. Ortada uzun bir yolu andıran, taş bloklar vardır. Buranın genişliği 9 m.dir. Bunun eskiden kaldığı sanılmakta ama ne olduğu bilinmemektedir.

Kent Agorasının 6 kemerli kapısı ayakta kalarak günümüze ulaşmıştır. Agora’nın stadium boyunca uzanması, az rastlanır bir durumdur. Agoranın güneyinde Roma dönemi surları bulunur.

Tiyatro:

Doğudaki geniş meydanın doğusundadır.

Yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. Tümü düz bir arazide kuruludur. Bölgenin en görkemli yapısıdır.

Tiyatroda: üç katlı sahne ve iki kademeli Cavea yani seyirci oturma sıraları bulunmaktadır. Bu özellikleriyle, Likya bölgesindeki diğer tiyatrolardan ayrılır.

Tiyatronun seyirci kapasitesi, 7-8 bin arasındadır. Tiyatronun, kuzey duvarının altında “IZRARA ANITI” görülebilir. Anıtın yazıtının ancak bir bölümü görülebilmektedir.

Myra tiyatrosu gibi, sahne binasının dışı da hareketli ve bezemelidir.

Yapımına katkıda bulunanlar arasında yer alan, Antonius Pius (MS 138-161) devrinde yaşamış olan Rhodiapolisli Opramoas, Tiyatronun ve hamamlardaki soyunma yerinin yapımı için 60 bin Denari vermiştir.

Bu yardımın, MS 141 yılındaki deprem sonrasında, tiyatronun onarımı için verildiği tahmin edilmektedir.

Başka bir yazıt, tiyatro için vatandaşlar tarafından yapılan bağışların listesini verir. Buna göre, Dionysos papazının 3 bin Drahmi ve Cabiri yüksek papazının 100 Drahmi verdiği yazılıdır.

Cavea-Oturma yerleri:

Oturma yerleri, Roma stilinde, yarım daire şeklinde yapılmıştır. 70 m çapındadır. 37 oturma sırası bulunur. Oturma yerlerinin dışında bir koridor vardır. Tiyatro 6-7 bin kişi kapasitelidir. Cavea’da bir tapınak bulunur.

Diozoma:

Güney cephededir. Kemerli bir girişle geçilir. Diazoma’da onur koltukları ve 1. Caveanın ortasında da loca bulunur. Üstünün geçici çadırla (velum) örtüldüğüne dair yuvalar görülür.

Sahne:

3 katlıdır. Çok güzel oyulmuş ve süslenmiş taş bloklardan yapılmıştır. Herme ve Erosların taşıdığı girlandlardan oluşan friz, sahne binasını süslemekteydi. Sahni binasının cephesinde bulunan heykellerden  bazıları, kazılarda ortaya çıkarılmış ve bu heykeller günümüzde Fethiye Müzesinde sergilenmektedir. Bu heykellerden bazıları: Hadrianus, Antoninus Pius, Faustina Minor, Marcus Aurelius ve Tanrıça İsis,

 

Stadium:

Surların hemen güneyindedir. Roma döneminde yapılmıştır. Oldukça görünür durumda günümüze ulaşmıştır.

137 m uzunluktadır. Akropol yamacına yerleşik 12 basamağı görülür. Seyirci kapasitesi 3500 kişiliktir. Bunlar Stadium’un bir bölümüdür.

Stadium, öbür cephesindeki alçak bir duvar, daha doğrusu bir sıra taş blok daha sonradan yapılmıştır. Oturma yerlerinin aşağı doğru sıralanış biçimi, doğal durumda oyulmuş bloklarla belirlenmiştir. Bu durum ilgi çeker.

Stadium ortasında dikdörtgen bir havuz vardır. Havuz ve çeşme, MS 3’ncü yüzyıldan kalmadır ama Stadium kuruluşu daha erkendir.

Doğu sınırında, spor işlevi sağlayan yapılar bulunur. Bunlar: Gymanium, palaestra ve hamamlardır. Farklı yapılar bulunması nedeniyle, bölgenin spor aktiviteleri dışında, dini ve sosyal amaçlarla da kullanıldığını gösterir.Spor ve yarış yoğunluğu ile anıtsal yapılardan, Tlos şehrinin bir spor ve yarışmalar kenti olduğu anlaşılır.

Toplantı Salonu:

Yazıtlarda anılan toplantı salonu, Stadium batı sınırında, Akropol yamacına yerleşiktir. 25 x 14 m ölçülerindedir.

Nekropol Alanı:

Kentin en dikkat çeken yerlerindendir. Yani ölüler her zamanki gibi en iyi yeri seçmiştir. Mezarlar oldukça gösterişli düzenlenmiş ve ana kayaya oyularak yapılmıştır. Kentte, sadece oda gömütler değil, kapalı lahitler ve Roma dönemine ait üçgen alınlıklı kapalı lahitler de görülür. Kimi için kayaların içine yalın lahit uydurulmuş, kimisi ahşap bir konut yüzü gibi işlenen kayalarda evleştirilmiş mezarlara yerleştirilmiştir. Ölüsünün mutlu yamaması adına, Tanrılara her yıl bayramlarda Tlos boğaları kurban edilmiştir. Her ay bayramlarında ise, horoz sunulmuştur.

Dalaman Tlos Kaya Mezarları

Kaya mezarları:

Ören yerinde en gözde yer, kayaların içine oyularak yapılmış kaya mezarlarıdır. Bu mezarların pek çoğu günümüzde açıktır, tepelere tırmanmayı göze alırsanız bu kaya mezarların içini görebilirsiniz.

Dalaman Tlos Bellerephontes

Bellerephontes Anıt Mezarı:

Günümüzde, Tlos kalesine çıkarken: yamaçtaki kayalara oyulmuş tapınak mezarları görebilirsiniz. Bu mezarların en görkemlisi: Kanatlı at Pegasus’un, üç başlı canavar Chimera ile savaşırken resmedildiği Bellerephontes’e ait mezar anıtıdır.

Hemen tanıtımın başında, Bellerephontes mezarı demiş olsam da, yazının sonunda bu konuda açıklayıcı bilgiyi göreceksiniz.

Evet, buna yani kayaya oyulmuş figüre istinaden: Bellerephontes’in bu şehirde yaşadığı düşünülmektedir.

Ancak müze girişinin sağ alt kısmında kalan ana kaya üzerine oyulmuş bu kaya mezara ulaşmak için zorlu bir yolu geçmeniz gerekir. Yokuş yukarı taşlık bir yoldan yürünüyor ve taşlar kayıyor. Spor ayakkabınız olmalıdır.

Şimdi gelelim mezarın mimari özelliklerine:

Bu tapınak mezarın giriş ve alınlığı arasında, iki dörtgen sütun vardır. Kaya mezarı, yan yana konumlandırılmış iki mezar odası ve girişte bulunan bir ön odadan oluşur.

İçeride, ana mezar odasının ön duvarı; üç bölümlüdür.

Ortada: iri çivi ve diğer süslerle bezenmiş bir kapı motifi ve her iki yanda da mezar odasına giren asıl kapı bulunur. Yandaki bu kapılar, eşik görevini yerine getiren ve ön yüzlerinde at motifleriyle bezeli birer kabartma bulunan bloklarla, yerden 90 cm yükseltilmiştir. Soldaki kapının üstünde: yüzü sola dönük bir aslan ya da leopar figürü bulunur.

Girişte: soldaki düzleştirilmiş kaya yüzeyine yani kapının üstünde ise, şaha kalkmış kanatlı at Pegasus üzerinde duran bir mızraklı savaşçı figürü görülür. At figürünün hemen önünde Chimeira kabartması bulunur. Beelleropho, atı Pegasos’un üstünde, kolunu geriye kaldırmış, sağa dönük olarak resmedilmiştir.

Bu figürden ilk akla gelen, ünlü öyküdeki gibi Bellerophon’un Chimaera’ya saldırısıdır. Fakat bu figürlerin oranları değişiktir ve çizilen hayvan Chimaera’nın bilinen niteliklerini taşımaktadır. Soldaki kapıdan ölüler için 4 taş peyke bulunan mezar odasına geçilir. Bu peykeden sağdakine  ölen kişinin başı için bir yastık ve armağanları koymak için bir girinti yapılmıştır.

Burası kuşkusuz aile reisinin mezarıdır. Sağdaki kapı: küçük bir odaya açılır.

Doğal olarak Bellerophon’un burada gömülü olduğu hiçbir zaman düşünülmemiştir. Burada, mezar sahibinin kendisini Bellerophon ile özdeştirdiği ve böylece de kahramanlaştırmak istediği açıktır.

Kaya mezarının solunda: düzleştirilmiş doğal kaya yüzeyinde bir Lykia yazıtı bulunur. Bu yazıtta “Hrixttibili ve eşinin burada yattığı” yazılıdır.

Hamamlar:

Ören yerinde, büyük ve küçük olmak üzere iki hamam vardır. Büyük hamam, aynı zamanda “Yedi Kapı” yani “Seven Gates” olarak da isimlendirilir. Çünkü 7 tane ark yapısı vardır ve bunlar günümüze ulaşmıştır.

Evet, Hamamlar Anadolu’da alışılan gymnasium-hamam modelindedir. Hamamların doğusunda büyük ve geniş bir alan vardır.

Hamam, Erken Roma döneminde yapılmıştır ve MS 11’nci yüzyılda kiliseye dönüştürülmüştür. Bu yüzden, bölge aynı zamanda Hıristiyanlık için büyük öneme sahiptir. Lykia ünlü zengini Opramoas, MS 141 yılındaki depremde yıkılan hamamlar için 30 bin Dinar para yardımında bulunmuştur.

 

Dalaman Kapıdağ Yarımadası

KAPIDAĞ YARIMADASI:

Teke yarımadasından sonra bölgenin en büyük ikinci yarımadasıdır.

Dalaman Kapıkargın köyünün güney sınırından başlayıp, Akdeniz sularında son bulur. Sarsala ve Hurmalı koyları arasında kalır.

Buraya “Kapıdağ” isminin verilmesinin sebebi: “kara ile bağlantısının yaklaşık 400 metre genişlikte, doğal bir köprü gibi uzanan en dar kısmına inşa edilmiş sur kalıntıları” dır.

Muhtemelen yarımadayı ana karadan gelecek saldırılara karşı korumak için yapılmış surlara ait kalıntılar günümüzde de izlenebilmektedir. Bu noktanın doğusunda Hamam koyu ve batısında ise Gökgemile koyu bulunmaktadır.

Yarımadada: birçok burun, koy ve ada bulunmaktadır.

Ayrıca: yine yarımada da: Krya, Lissa ve Lydae antik kentleri bulunmaktadır. Ancak bunlarda herhangi bir resmi arkeolojik kazı çalışması yapılmadığından gezilecek durumda değildir. Lissai kenti kalıntıları: güneyde Kargın gölünün güneyindedir.

Batıda ise Lydia kalıntıları vardır. Lydia kenti, özellikle Bizans zamanında ünlenmiştir ve günümüzde burada Bizans dönemine ait yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Kapıdağ Yarımadası 1’nci Derece Doğal Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.

Arymaxa şehri:

Bu küçük yerleşim yeri hakkında çok az bilgi vardır. Arymaxalılar, Lydae ile aynı halktan oluşur, Yavansu koyuna yakın noktadaki yerleşim, muhtemelen Lydae şehrinin liman mahallesiydi.

Lydae-Lydai Şehri:

Kapıdağ yarımadasının ucundadır. Göcek’ten tekneyle ulaşılır. Adına çok az rastlanan küçük ve önemsiz bir yerleşimdir. Antik yol güzergahında, Klydai olarak da anılır. Roma ve Bizans dönemlerine ait az sayıda kalıntı bulunmaktadır. Kente gelen antik yoldan taş kaplanmış bazı kısımlar korunmuştur. Bir theatrum tectum (üstü kapalı toplanma mekanı/tiyatro) ve Agora’nın varlığı da kalıntılardan anlaşılır.

Evet: antik yazarlardan anlaşıldığına göre, Arymaxa ve Lydae şehri aynı soydan gelen halklar tarafından kurulmuştur. Kentin eski isimlerinden birisi “Kyldai” dir. Coğrafyacı Ptolemaios ise bu şehirden “Khydai” olarak söz eder.

Şehrin kelime anlamı “Lidalılar” demektir. Lida kelimesi, Yunancada olmayan Anadolu kökenli bir kelimedir. Lydae şehrinde, Roma dönemine ait birçok sivil mimari örnekleri, günümüze kadar ulaşmıştır.

Lissa Şehri:

Kapıdağ yarımadasının kuzeyinde Kocagöl yakınlarındadır.

Yaklaşık 800 dekar genişliğinde bir çanak içinde bulunmaktadır.

Kent: anakaraya, kuzeydeki 1 km uzunluğunda ve 500 metre genişliğinde, dar bir kıstak ile bağlanmaktadır. Bu kıstak üzerinden geçen bir yaya patikası dışında ana kara ile bağlantısı yoktur.

Antik kentten, sadece Plinus tarafından söz edilmekte, başkaca bilgi yoktur. Kentin sur duvarları kısmen korunmuş olup, muhtemelen MÖ 3’ncü yüzyıla tarihlenmektedir. II ve III Ptolemaios onuruna yapılan yazıtlarda: kentin ismi geçmektedir.

Mezarlar sarnıç tipidir. Ayrıca birkaç temel kalıntısından başka bir kalıntı günümüze ulaşmamıştır. Yazıtlarda: burada bir meclis ve yönetim binalarından söz edilse de, bunlara ait bir kalıntı bulunamamıştır.

Ancak unutmamak gerekir ki, burada herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır.

Kentte ulaşım günümüzde de olduğu gibi, yarımadanın güney batısında ve kıstağın doğusunda bulunan iki limandan sağlanmaktadır. Ağalimanı ve Batık Hamam. Bu her iki limana ulaşmak için kullanılan en yakın koy ise, yaklaşık 15 km uzunluğundaki bir karayolu ile Dalaman merkeze bağlantısı olan Sarsaladır.

Sarsala limanından Ağalimanına yaklaşık 1 sata süren bir tekne yolculuğuyla ulaşılır. Hemen limandan başlayan antik bir yol, yaklaşık 45 dakikalık manzaralı bir tırmanış yolculuğu sonrasında, ziyaretçileri yani sizi kente ören yerine ulaştırır.

Ören yerinde görebilecekleriniz:

Kentin özellikle Roma dönemindeki zenginliğini vurgulayan mezar anıtları vardır. Bazı duvarları, tavan yüksekliğine kadar korunmuş olan bu mezarlar, döneminin Anadolu mezar mimarisini yansıtır.

Tapınakları hatırlatan bir üst oda ve altta mezar odaları vardır. Üst yapı ve cephe mimarisine ait bütün mimari parçalar sağa-sola dağılmış haldedir.

Bu anıtsal mezarlar, gerek süslemeleri ve gerekse yazıtlarına göre, erken 2’nci yüzyıl sonuna aittir. Karşı yamaçtaki kayalık üzerinde bulunan bir kaya mezarı da, bu defa bölgenin geleneksel mezar mimarisini yansıtmaktadır.

Krya-Kryasos Şehri:

Fethiye körfezine bakan Krya antik kenti, Daedala’ya en yakın antik yerleşim yeridir. Karia-Likya sınırında bulunan bir yerleşim yeridir. Kapıdağ yarımadasının kuzeye doğru yerleşimleri ve nehirleri sıralandığında, Kalynda’dan önce Krya gelir.

Yazılı kaynaklarda, Delos birliğine bağlı olarak görülen şehrin ismi Kryasos olarak geçer. Tarihçi Plinius: Krya şehrinden kaçakların kenti diye bahseder.

Günümüzde şehirde Likya tipi kaya mezarları görülebilir. Ayrıca güvercin yuvası şeklindeki mezarlar da görülebilmektedir. Küçük savunmalı bir kale ve içinde sarnıç ve yapı kalıntıları görülür.

Daedala Şehri:

Göcek-Fethiye arasında bulunan İnlice’nin kuzeyindeki dağlık alandadır.

Şehrin ismi Luwi kökenlidir. Kelime anlamı: Heykel ormancığı veya Tanrı/Tanrıça ormancığı veya Çam ormancığı dır.

Şehir hakkındaki en eski bilgi, Strabon tarafından verilmektedir.

Strabon, Daedala şehrinin Rodos Pereiası sınırında olduğundan söz etmektedir. Aynı zamanda Karia-Likya sınırındı bulunan bu kentin, antik Glaukos (Fethiye) körfezine hakim bir yerde kurulmuş olması, muhtemelen hem denizden hem de karadan yapılacak ticaretin kontrolü içindir.

Günümüz;

Günümüzde ören yerinde: İç kale ve sur kalıntıları ile kaya mezarları görülebilir. Kaya mezarları, güvercin yuvası tarzındadır. Burada herhangi bir resmi arkeolojik araştırma yapılmamıştır, çünkü ulaşım oldukça güçtür.

Şehirle ilgili bir efsane anlatılmaktadır. Buna göre:

“Antik Yunan’da Plateea ve Boeotia bölgesi halkları tarafından, festivaller düzenlenir. Festival: Zeus ve Hera ritüelleriyle benzerlik gösteren uygulamalar içerir. Plataealıların festivallerine “Küçük Daedala Festivali” ve Boeotialıların festivallerinde ise “Büyük Daedala Festivali” ismi verilmiştir.

Plataealıların 4 yılda bir düzenledikleri Küçük Daedala Festivalinin ilk günü, Alalcomene Mahallesinde Boeotianın en büyük meşe ormanına giren Plataealılar: pişmiş et parçalarını ortalığa bırakarak kuzgunların bunları almalarını beklerler.

Kuşların, etten bir parça aldıktan sonra hangi ağaca yerleşeceğine dikkat ederler. Kuzgunların et taşıdıkları ağaçlar kesilir ve bu kesilen ağaçlar: “Daedale” yani “Kabaca yontulmuş heykeller” haline getirilir.

Büyük Daedala festivali ise, 70 yılda bir düzenlenen ve Plataealı ve Boeotialıların birlikte organize ettikleri bir festivaldir. Küçük Daedala Festivalinde, her seferde 14 heykel yapılır ve civardaki şehirlere dağıtılırdı.

Büyük Festivalde, Asapos ırmağı boyunca, konvoy oluşturularak, nehrin yukarısına çıkılır ve buradan inşa edilen büyük bir sunağa kurban adanırdı. Arabalarla taşınan daedalalar (ahşap heykeller) bu sunağa yığılır, Zeus için boğa, Hera için düveler kesilir, hepsi birlikte ateşe verilirdi.

Evet, Daedala kelimesiyle ilgili bir başka benzerlik de: “Yunan mitolojisinde kendisine kuşlarınkine benzer kanatlar yaparak uçan ilk insan Daidalaos” tur.

Gelelim günümüze, ören yerindeki kalıntılara: Daedala kentine ait kalıntılar dağlık alanda bulunduğundan ziyaret edilmesi son derece zordur.

Ancak Daedala şehrinin limanı olduğu tahmin edilen İnlice plajında, Bizans döneminden kaldığı düşünülen büyük bir yapı kalıntısı görülmektedir. Bu yapının muhtemelen depolama amaçlı kullanılan bir yapı olduğu tahmin edilmektedir.

Pasanda-Gökbel:

Ünlü coğrafyacı Strabon: Pasanda şehrinin, Kaunos şehrinin tam karşısında bulunan komşu kent olduğunu yazmıştır. Ancak kentin yeri ve büyüklüğü hakkında net bilgiler yoktur. Pasanda: Kaunos şehriyle birlikte, Telandros Attika Deniz birliğine katılmış ve yaklaşık 30 yıl boyunca Kaunos ile birlikte vergi listelerinde görülmüştür.

Dalyan’dan İztuzu’na giderken içinden geçilen küçük bir köy olan Gökbel’in Pasanda şehri üzerine kurulduğu tahmin edilmektedir.

Burada bulunan kaya mezarları ve bazı temel kalıntıları, geçmiş dönemlerde burada bir yerleşim olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak, bölgedeki yerleşimler resmi olarak araştırılmadığından net bilgiler yoktur.

 

Telandros:

Telandros kenti, Lykia ile Karia sınırı bölgesindedir. Glaukos Potamos’un denize döküldüğü mevkiye yerleştirilmesi gereken Telandros için yakın zamana kadar birçok yanlış lokasyon verilmiştir. Bu yanlış lokasyon denemeleri, Fethiye körfezinin kıyı şeridinde değil, iç kesimler üzerinde yoğunlaşmıştır.

Telandros kentine ait bir yazıt veya sikke ele geçmemiştir. Kentin topoğrafik konumu, ancak edebi eserler ve arkeolojik kalıntılar vasıtasıyla sağlanabilir.

Plinis kunti, Lykia’nın en ünlü kentleri arasında sıralar ve Lykia’nın en batısına yerleştirir.

Kent Stephanos Byzantinos da ise, bir Karia kenti olarak geçer. Ancak Stephanos Byzantionos’un eserinde bir kaynak olarak verdiği Alexandros Polyhistor, Telandros’u Lykia kitabında anmaktadır. Böylece kentin Lykia bölgesi içerisinde yer aldığı ihtimalı daha kuvvetlenir.

Kent hakkında en önemli ayrıntılı edebi kaynak ise Quintus Symrnaeus tarafından ele alınmıştır. Bu kahraman ismini alan sürekli akan Glaukos nehri burada Nympheler tarafından yaratılmıştır. Antik Glaukos nehri günümüzde “Kızıl Dere” ile özdeşmişştir. Böylece Quintus’un Telandros’u antik Glaukos nehri yakınlarında anması, kentin Fethiye Körfezi sahil şeridinde aranması gerektiği düşüncesini destekler mahiyettedir. Nitelik Benndorf ve Nieman, Quintus’un aktardıı Nympheler’in Glaukos ırmağını yarattığı satırlardan yola çıkarak bu ırmağın Nif çayı (ki kendisi Glaukos ırmağının bir koludur) olduğunu düşünmüşler, böylece Telandros’u Fethiye Körfezinin iç kesiminde aramak gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Ancak Kymbra kentinin Patara Yol Klavuz Anıtı’nın keşfiyle Nif köyü yerleştirilmesi sonucunda bu düşünce geçerliliğini yitirmiştir.

Telandros’un siyasi tarihi büyük ölçüde belirsizliğini korumaktadır. Şehrin isminin Hititçe “Yalburt” yazıtında “Kuwala Tarna” olabileceğine dair görüş vardır. Ancak bunun dışında, kentin erken dönem tarihlerdeki varlığı hakkında bir şey söylemek pek mümkün değildir. Bunun nedenlerinden biri olarak Fethiye Körfezinin iç kesimleri üzerine yapılmış yanlış lokalize denemelerini gösterir.

Kentin ismi MÖ 5’nci yüzyılda Attika-Delos deniz birliğinin vergi listesinde karşımıza çıkar. Telandros’un vergi listelerinde yer aldığı dönem boyunca açıkça Attika-Delos deniz birliğinin bağımsız üyelerinden biri olduğu anlaşılır. MS 2’nci yüzyıla ait Kaunos ile Kalyda arasında bir gümrük meselesini konu alan yazıt, Telandros’un bir limana sahip olduğunu onaylamaktadır.

Kentin ismi ilk olarak MÖ 163 yılına tarihlenen ve Kaunos’tan çıkan bir onur yazıtında anılmaktadır. Yazıtta: “Kaunos’un demos’u senatus tarafından incelenen ve Telandra’daki korunmuş olan Myonides oğlu Stratios’u onurlandırmaktadır. Bu noktada Telandros’un MÖ 163 yılında Kaunos toprakları içinde yer aldığı düşünülür. Ancak bunun öncesinde bu topraklar Apameia Barışı ile Rhodos’a verilmiş ve böylece Rhodos Peraiası içinde yer alıyor da olabilir. Nitekim, Lindos’tan çıkan ve MÖ 190 yılına tarihlenen bir yazıtın verdiği bilgilere göre, Apameia’dan önce bile Peraia da Rhodos memurları görev yapıyordu.

İmparatorluk döneminde kentin Lykia birliğine üye olduğunu gösteren herhangi bir kanıt yoktur. Üyeliğini onaylayacak bir epigrafik belge ya da sikke bulunmamaktadır. Ancak ünlü Rhodiapolisli Opramous’un meşhur bağış yazıtında da kentin ismine rastlanmaz. Kent, Glaukos nehrinin denize döküldüğü mevkiye yerleştirildiğinde (İnlice Asarına yerleştirilen Daidala gibi) Kalynda ile Telmessos arasında verilen kıyı güzergahının üzerinde kalmaktaydı.

Ancak kent Patara Yol Anıtında anılmamaktadır.

Bunun nedeni ya kentin yalnızca polis statüsündeki kentleri barındıran anıta dahil olabilecek bir statüye sahip olmaması ya da kentin o dönemde Kalynda ya da Telmessos teritoryumuna bağlı bir yerleşim yeri olması ile açıklanabilir.

Ayrıca Daidala’da da düşünülebileceği gibi, bu iki yerleşim Fethiye Körfezinin kuzeyindeki kıyı kesiminden ziyade, batısında kalan adalar ve Kapudağı Yarımadası üzerinde ya da bu yarımadanın kuzeyine uzanan topraklarda aranabilir. Nitelik burada olamayacağını iddia eden ele geçmiş bir veri yoktur.

Telandros için önerilmiş diğer bir yerleşim alanı “Tersane Adası” dır. Tersane Adası Fethiye Körfezinde yer alan adaların en büyüğüdür. Hosky: adada çok sayıda hayvanın ve kekliğin bulunduğunu aktarır. Ayrıca üstün kalitede tütünün yetiştirildiğinden söz eder. Bu adada önceleri bir Yunan köyü bulunmaktaydı. Ancak sonradan bu ada terk edilmiştir. Adada bulunan antik kalıntılar içinde bir mezar yer alır. Ayrıca yıkılmış bir gözetleme kulesi de bulunur. Roos: ada üzerinde Bizans dönemine ait apsisi korunmuş bir kiliseye ait parçalar olduğunu aktarır. Bu parçalar içinde üzerinde yazıt olan kırık bir parça yer almaktadır.

Dalaman Gökgemile Koyu

Gökgemile Koyu:

Kapıdağ yarımadasının batı yakasındadır. Koya, Fethiye’den kalkan teknelerle ulaşmak mümkündür. Ayrıca, Hamam koyundan buraya 20 dakikalık kısa bir yürüyüşle ulaşmak mümkündür. Tur tekneleri buraya pek uğramazlar. Bu yüzden oldukça sakin bir koydur.

Dalaman Gökgemile koyu

Burada sahil, plaj bölümü ağaçlarla çevrilidir. Ağaçlarla kaplı iki yeşil burnun arasında, Akdeniz’e doğru uzanmaktadır.

Çevrede çadırlı kamp kuranlar ve trekking yapanları görmek mümkündür. Koyda balık restoranları bulunmaktadır. Mükemmel bir doğa gezisi için, bu koyu ziyaret etmenizi öneririm.

Dalaman Hamam koyu

Hamam Koyu:

Hamam koyu: Kleopatra Hamamı ve Manastır koyu olarak da isimlendirilir.

Kapıdağ yarımadasının kuzeyinde, güneyinde Kuyrucak burnu, kuzeyinde Bozburun ile sınırlanan kıyıları dik yamaçlı, batı sahili kısmen plajlıktır.

Kara ulaşımı olmayan koyda, restoranların dışında ihtiyaç temini mümkün değildir. Batısındaki dar kıyı, Kapıdağ yarımadasının karaya bağlandığı yerdir.

Tepeler çam ve zeytin ağaçlarıyla kaplıdır. Açık denizden rahatlatıcı esintiler alır ve bölgenin en serin koyudur.

Geniş iskelenin yanında, günümüzde bir kısmı sular altında kalmış bir Bizans manastırı veya hamama ait olduğu düşünülen kalıntılar bulunmaktadır.

Burada şnolkerle dalarak deniz altındaki manastır kalıntılarını görebilirsiniz. Buradaki kalıntıların bir hamama ait olduğu düşünülerek koya “Hamam Koyu” ismi verilmiştir.

Hamam koyunun doğusundaki kıyı çok derindir. Bu kısma tekneler yanaşır. Koyun denizi oldukça fazla temizdir. Koyda, yine sadece denizden ulaşılabilen bir restoran bulunmaktadır. Koyun ortasında, zeytin ve çam ağaçlarının arasından yukarı kıvrılan yolu çıkarsanız, tepede muhteşem bir manzara görebilirsiniz.

Çamlı Koyu:

Burada: Çamlıköy ucundan dar ve virajlı bir yoldan gidilir. Aracınızı otoparka park ettikten sonra, traktörler ile plaja gidiliyor. Gidiş ve geliş için 25 TL ücret alınıyor. Şezlong ve şemsiye için de ücret ödemeniz gerekiyor. Yeme için plajda bir işletme bulunuyor. Ancak fiyatların çok abartılı olduğunu unutmamak gerekir. Bence burayı ziyaret edecekseniz, yanınızda kendi yiyeceğinizi ve suyunuzu mutlaka götürün.

Çamlı koyunun arkasındaki tepeler, Fethiye Ölüdeniz’deki kelebekler vadisinin benzeri gibi binlerce kelebeği ağırlıyor.

Çamlı koyu, iki küçük tepenin arasına sıkışan 50 metrelik bir koydur.

Plajda: tuvalet, soyunma kabinleri ve duş vardır. Manzara muhteşemdir, denizde ise berrak ve temizdir, arkanızda yani plajın hemen bitiminde ise ormanlık alan vardır.

Çamlı koyu oldukça kalabalıktır. Çünkü araba ile gidilebilmektedir, koyun dışında ücretsiz otopark vardır.

Günübirlik tekneler ve Mavi tur tekneleri, burada yemek molası verirler.

Gelelim sonuca, burası oldukça güzel bir yer, ama burayı ziyaret edenlerin ortak şikayeti; işletmecilik yok, otoparkta aracınıza zarar verebiliyorlar, traktör ulaşımında sorunlar olabiliyor, ayrıca çok kalabalık, özellikle çocuklu aileler tarafından yoğun tercih ediliyor, yani kafa dinleme yeri değil, fiyatlar pahalı, tüm bunlardan sonra gidip gitmemek için tercih sizin.

AĞA LİMANI:

Kızıl Burnun 1 mil kuzeyinde olan Ağa Limanı, iki kol halinde karaya doğru girinti yapar.

Batıya doğru uzanan kısmına: Büyük ağa limanı, kuzey batıya doğru girinti yapan kısmına ise Küçük Ağa Limanı ismi verilir.

Küçük Ağa Limanı Sahili: Buradaki plaj çakıllıdır. Deniz derindir. Burası tekneler için geceleme durağıdır.

Büyük Ağa Limanı: Batıya doğru daralarak girer. Küçük ve çakıllı bir plajla sonlanır. Plajın önü aniden sığlaşır, fakat geri kalan kısmı oldukça derindir. Plajın alt kısmında, deniz içinde soğuk su kaynağı vardır. Bu yüzden, deniz bu kesimde oldukça soğuktur.

Yöre halkı, hafta sonlarında aileleriyle birlikte, dinlenmek ve piknik yapmak için buraya gelirler. Koyda tüm yıl boyunca açık olan bir kaynak vardır. Yabani hayvanlar da su içmek ve piknikçilerden kalan yiyecekleri yemek için sessiz olduğundan bu koya gelirler.

Plajın yanından başlayan yokuş bir patika ile, yukarıdaki Köyiçe denen yere ulaşılır. 800 metre uzaklıktaki burada Roma ve Bizans dönemlerine ait kalıntılar bulunmaktadır.

ŞEREFLER KÖYÜ:

Dalaman merkez ile Şerefler köyü arasındaki uzaklık 4 km dir.

Dalaman Klynda

Kalynda:

Dalaman-Fethiye yolu üzerindedir. Şerefler köyü sapağında ana yoldan ayrılmak gerekir. Ayrıldıktan sonra sadece 1 km ileridedir.

Kalıntılar: Şerefler köyü okulunun 200 metre yukarısında, tepe üzerindedir. Bu tepe üzerinden, Dalaman ovasının harika manzarasını izleyebilirsiniz.

Kent, bir Karia kentidir. Patara şehrindeki yol kılavuzuna göre: Telmessos şehrinden 34.5 km ve Kaunos şehrinden ise 19 km uzaklıktadır.

Heredotos’un yazdıklarına göre, kent başlarında kralları Damasithymos ile birlikte MÖ 5’nci yüzyılda Perslerle yapılan savaşlara katılmıştır. MÖ 480 yılında Salamis deniz savaşında Kalyndalıların gemisi batmıştır.

Attika-Delos deniz birliğinin tribut listelerinde, Kaunos’a bağlı bir kent olarak gösterilmiştir. Çünkü Kalynda şehrinin bir dönem Kaunos egemenliği altında kalmıştır.

Sonra Knidos’un desteğini alarak Kaunos’a karşı ayaklandığını, Kaunos kuşatması başlayınca, bu kere Rodos’tan yardım istendiğini belirtmiştir.

MS 141 yılındaki büyük depremde hasar gören kente, Rhodiapolis’li Opramoas’ın yardım ettiği, yazıtlardan öğrenilmektedir.

Kent son olarak Bizans döneminde iskan edilmiştir.

Kalynda şehri sikke basmıştır. Sikke üstünde: Zeus başı ve kanatları açık kartal kabartması vardır.

Kentten, günümüze kalan kalıntı yoktur. Sadece birkaç duvar parçası kalmıştır.

Dalaman Kille koyu

Kille koyu:

Boynuzbükü ve Taşkaya arasında kalan geniş bir koydur. Araçla ulaşmak için toprak yol bulunmaktadır. Ancak yolu oldukça bozuktur.

Koyun ortasında uzun plaj ve arkasında bir ova bulunur. Dağlar çam ağaçlarıyla kaplıdır. Ancak koyda hiçbir tesis yoktur, bu yüzden ihtiyaçlarınızı daha önce temin ederek bu koya gitmenizi öneririm.

Bu koyda, çam kokuları eşliğinde denize girebilirsiniz.

Deniz çakıllıdır. Plaj kıyısı toprak olduğundan deniz ilk girildiğinde, bulanık görülebilir ancak daha sonra berraklaşıyor.

Çam ağaçlarının gölgesinde, piknik yapmak da mümkündür.

Ancak yolunun kötü olması nedeniyle, koy oldukça bakir kalmıştır. Sessiz ve sakin bir kamp için uygundur. Ancak koyda su yok, herhangi bir tesis, tuvalet ve soyunma kabinleri yoktur.

Son bir not: 2020 yılında Dalaman Belediyesinden yapılan bir açıklamaya göre, MUÇEV (Muğla’ya Hizmet Vakfı ve Türkiye Çevre Koruma Vakfı ortaklığı ile kurulan Ltd Şirk.)  ile yapılan protokol gereği, Killi koyu 4 yıllığına Halk Plajı olarak kiralanmıştır.

Kira sözleşmesi gereği, halkın kullanabileceği duş, kabin, tuvalet ve şezlonglar konulacaktır. Hadi bakalım, yeni gidenler sonucu yorum olarak bildirsinler, bekliyoruz.

Dalaman Antik Demirciler Çarşısı

ANTİK DEMİRCİLER ÇARŞISI:

Dalaman merkeze bağlı 7 km uzaklıktaki Gürköy bölgesindedir.

Ancak Gürköy’den buraya ulaşmak için yaklaşık 30 dakikalık bir yürüyüş yapmak gerekiyor. Çarşı: 13’ncü yüzyıldan kalmadır, Rumlar tarafından yapılmıştır.

Yöre halkı tarafından “Demirciler Çarşısı” olarak isimlendirilir.

Halen aktif olarak kullanılan çarşıda: tarihi dokular ve ustalıkla yapılmış birçok ürün bulunmaktadır. Bu ürünler: demir, bakır, alüminyum ve çelik el sanatları örnekleridir. Buradan hediyelik eşyalar satın alabilirsiniz.

Geçmişten kalan: demir parçaları, örsler ve çekiçler görebilirsiniz. Bir rivayete göre: dükkanlardan çıkan çekiç ve örs sesleriyle dövülen demirlerden çıkan kıvılcımlar uzak köylerden görülür ve duyulurmuş.

KAPUKARGIN MAHALLESİ:

Kapukargın Mahallesi, Dalaman merkeze 11 kilometre uzaklıktadır.

Dalaman Kapukargun Kükürt Kaplıcası

Kapukargın Kükürt Kaplıcası:

KApukargın köyü yol kavşağından, kaplıca alanına kadar olan 1200 metrelik yol asfalttır. Tesis girişinde 800 yıllık bir zeytin ağacı vardır.

Ayrıca, kaplıca içerisindeki göllerin çevresine, yapay plajlar yapılmıştır.

Kükürt havuzları: 42 dönümlük arazi üzerindedir. Yaklaşır yaklaşmaz, hissedeceğiniz kükürt kokusuna alışkın olmayanlar için başta rahatsız edici gelebilir ama kısa sürede alışılıyor.

Dalaman Kapukargun Kükürt Kaplıcası

Bölge, bir mesire alanı olarak düzenlenmiştir. Kükürt havuzu ile birlikte piknik alanı bulunmaktadır. Ayrıca: spor alanları, aile çay bahçesi, restoran, tuvaletler ve otopark vardır.

Havuz çevresinde: konaklamak için çadırlı kamp ve karavan alanları bulunmaktadır. Çadır kurabilirsiniz.

Dalaman Kapukargun Kükürt Kaplıcası

Kükürt Havuzu Özellikleri:

Kükürt havuzunda bulunan suda: 17 farklı mineral bulunmaktadır. Doğal su, bütün yıl boyunca 28 derece çıkar. Bu mineralli suyun: sedef hastalığı, kas ve diz ağrılarına iyi geldiği söyleniyor.

Ayrıca: cilt hastalıklarına da iyi geliyor. Güzellik iksiri olarak bilinen çamur da suyun çıkmasıyla doğal olarak oluşuyor.

Kocagöl:

Halk arasında “Alagöl” olarak da isimlendirilir. Lagün gölüdür. Göl, Sarsala koyu yolu üzerindedir, hatta bölgeyi bilmeyenler yol üzerinde birden bu büyük su birikintisiyle karşılaşınca Sarsala koyuna geldiklerini sanırlar.

Kocagöl’ü geçtikten sonra nefes kesen görüntüsüyle Salsala koyu görünür. Gölün suyu kükürtlü ve acı sudur. Gölün çevresi, yemyeşil ormanlarla kaplıdır. Göl çevresinde: kamp yapılabilir, doğa yürüyüşü yani trekking yapılabilir ve piknik yapılabilir.

Dalaman Salsala koyu

Salsala Koyu:

Kocagöl’ü geçtikten sonra virajlı bir yoldan buraya ulaşabilirsiniz. Kapukargın-Sarsala koyu arasındaki 4 km lik yol asfaltlanmıştır. Dalaman merkeze 12 km uzaklıktadır.

Dalaman yöresinde, karayolu ile ulaşılan tek koy burasıdır. Ancak bu karayolu oldukça kötüdür. Yine de, yaz aylarında yani sezonda aşırı kalabalık olur.

Fethiye körfezinin batı ucunu oluşturan Kapıdağ yarımadasında irili ufaklı birçok koy bulunuyor. Bu koylar, mavi yolculuk teknelerine ev sahipliği yapıyor.

Dalaman tren istasyonunun yapımı için kullanılan malzemeler, Fransa’dan gemilere yüklenerek buraya gelmiştir.

Salsala koyundan denize doğru baktığınızda: sanki denizle bağlantısı olmayan büyük bir koy ve çevresi adalarla çevrilmiş bir koy görüntüsü verir.

Koy: iki kısma ayrılmaktadır. Bu kısımlar:

1-Büyük Salsala koyu.

2-Küçük Salsala koyudur.

Küçük Salrsala koyu ise, yatlar ve tekneleri ağırlamaktadır. Yani: mavi yolculuğa çıkan tekneler mutlaka buraya uğrarlar.

Büyük Salsala koyu: plajıyla ziyaretçilerin gözdesidir.

Koyda hiçbir yapılaşma yoktur. Bu yüzden bakir doğasını koruyarak günümüze ulaşmıştır.

Plaj:

Plaja giriş ücretlidir. Şezlong ve şemsiyeler de ücretlidir. Plajda: restoran, duş ve soyunma kabinleri bulunmaktadır.

Deniz:

Deniz taşlıktır. Ancak suyu soğuk değildir.

Dalaman Akkaya Garden

AKKAYA GARDEN:

Atakent, Akkaya mevkiindedir. Buraya “Gizli Vadi” de denilmektedir.

Dalaman merkeze 12 km uzaklıktadır. Yolu uzun ve virajlıdır, restoran villaların dibindedir. Ormanın içinde, doğallığı fazla bozulmadan yapılmış güzel bir mekandır.

Yemyeşil ağaçların altında, merdivenle çıkılan asma katlar yapılmış, kuş yuvası benzeri veya ağaç köşkler denebilir. Bunlar 4-8 kişiliktir. Bu köşklerde isterseniz bir şeyler yiyebilir veya içebilir ve hatta isterseniz köşklerde uyuyabilirsiniz.

Dalaman Akkaya Garden

Vadide: botanik bahçesi, restoran ve at binme yeri bulunmaktadır. Atlarla gezi turu yapılmaktadır. Restoran ise, uzun yıllardır buradadır ve oldukça büyüktür, toplam 250 kişi kapasitelidir.

Dalaman Akkaya Garden

Ayrıca: gölde tekne turu, konu turu yapılabilir. Ata binmek de mümkündür çünkü bir at çiftliği bulunuyor.

Dalaman Hippokome

HİPPOUKOME:

Dalaman merkeze 30 km uzaklıktaki, Çöğmen köyü ve İt Asarı Mevkiinde kayalık bir tepe üzerindedir.

Şehrin ismi Hippoukome: “At köyü, Aygır dağı, Aygır dibi” gibi isimlerden üretilmiştir.

Dalaman Hippokome

Kentin ismi, iki tane edebi yazıt ve bir tane edebi kaynak aracılığıyla günümüze ulaşmıştır. Bunlardan ilki: İnhisar’da ele geçmiş ve MÖ 2 ya da 1’nci yüzyıla tarihlenen bir vakıf yazıtıdır. Bu yazıt: Hippoukome kentinin boule ve demos’unun aldığı bir karar metnidir. Buna göre: Hippoukome kentinde, ortak bir hamam yapısının inşa edilmesi ve yazıtın bulunduğu stelin Loanda tanrılarının kutsal alanına dikilmesine karar alınmıştır. Bu hamam yapısı için toplanan bağış miktarı ve bağış yapanların isimleri de bu stele işlenmiştir.

Kentin demos’unun yanında bir bolue’sinin olması, söz konusu kararın alındığı sırada, polis statüsüne sahip olduğunu ve diğer kentlere göre daha gelişmiş olduğunu gösterir. Çünkü bu yazıt Lykia bölgesinde ulaşmış en eski boule yapısının varlığını ortaya koyuyor.

Tüm bunların yanında yazıt, aynı şekilde Lykia bölgesinde hamam inşasını gösteren, ele geçmiş en eski epigrafik kaynaktır.

Hamam binasının inşa edildiği yer için, bizzat Hippoukome’nin kaynağı ya da bir sarnıç bulunmamasından dolayı, uygun bir ortam değildi. Muhtemelen hamam Glaukos Potamos’un çevresindeki bol kaynak suyu bulunan ve günümüzde hala dinlenme tesisi olarak kullanılan bir yerde olmalıdır. Bu yere Çöğen istikametine giderken rastlanılabilir. Yazıt ise günümüze kadar korunamamıştır.

Kentin isminin geçtiği 2’nci epigrafik kaynak Patara Yol Anıtıdır. Anıtta Lyrnai’den Hippoukome’ye ve Hippoukome’den Symbra’ya olmak üzere iki yol güzergahı verilmiştir. Böylelikle bu anıt kentin konumunun İnhisar dolaylarında olduğunu doğrulamaktadır.

Sonuncusu: MS 6’ncı yüzyılda kentin ismini anan Stephanos Byzantinos’un Ethnika eseridir. Bu yerleşimin isminin geçtiği tek edebi kaynaktır.

Stephanoz Byzantinos: kentten bahsederken, Hippoukome’nin Lykia’da bir köy olduğundan bahseder. Ayrıca Stephanos kentin oraya giden insanların, atlarının ölmesinden dolayı bu şekilde adlandırıldığını yazar. Bundan ;kentin konumunun yol güzergahında eskiden beri yer aldığı anlaşılır.

Patara Yol Klavuz anıtına göre, şehir Kadyanda ile Kalynda arasında yer elır.

Günümüzdeki adı “Atasarı” eskiden beri gelen isim anlamın korumaktadır.

MÖ 1’nci yüzyılın yazıtı kent meclisinin bir hamam yaptırdığını ve hamama kimlerin yardım ettiğini anlatmaktadır. (Yukarıda bundan söz etmiştim)

GÜNÜMÜZE ULAŞAN KALINTILAR:

Hippoukome’deki antik harabeler, dik bir tepe üzerinde kentin akropolisindedir.

Tepe üzerinde geç antik ve Bizans dönemlerine tarihlenebilen birkaç yapı izi bulunur. Bu kalıntılar arasında ev temelleri, basamaklar ve uzun bir Bizans duvarı seçilmektedir.

Tepenin geç döneme tarihlenen sur duvarları hala ayaktadır.  Muhtemelen o dönemlerde tepenin tam etrafını çevreliyordu. Tepe üzerinde yapılan araştırmalarda, bir blok taş üzerinde İmparator ailesine atfedilen bir onur ya da ithaf yazıtı olarak değerlendirilen bir yazıt bulunmuştur. Ayrıca muhtemelen Caracalla’nın onuruna yazılmış olabileceği düşünülen profilli heykel kaidesinin üzerindeki başka bir onur yazıtı parçası da bulunmuştur.

Akropolis üzerinde kare bir sarnıcın varlığından söz edilir.

Kentin güney yamacı nekropolis alanı olup, kaya mezarları bulunmaktadır. Tepe etrafını çevreleyen bir gurup kaya mezarı, farklı boyut ve şekildedir. Şüphesiz bu mezarlar arasında en dikkat çekici olan tapınak cepheli kaya mezarıdır. Bu mezar Dor düzenine sahiptir ve ön kısmında iki tane sütun bulunur. Mezar üzerindeki yazıtın harflerini ayırt etmek oldukça güçtür. Diğer mezarların mimarisinde sütun olmayıp daha küçük ve basit formludur. Bazı mezarların ortak karakteristik özelliği tympanumlarında kalkan betimlemelerinin yer almasıdır.

Tepede küçük ve basit bir kaya mezarı başka bir yazıt taşır. Bu yazıtın sol tarafı zaman içinde deforme olduğundan dolayı çek not okunamaz. Sağ tarafı net bir şekilde okunmaktadır.

Tepenin civarında da birkaç adet devrilmiş kaya mezarı vardır.

 

LYRNAİ:

Patara Yol Anıtında, kent Hippoukome ile Kalynda arasındaki yol güzergahında anılır. Ancak iki kentle arasında olan mesafeler günümüze ulaşmamıştır. Bu yüzden kent Hippoukome ve Kalynda kentleri arasında kalan ve Lyrnai için en uygun antik yerleşim alanı sayılabilecek Kayadibi/Kızılkaya’da bulanan antik kalıntıların bulunduğu alana yerleştirilmiştir.

Kayadibi/Kızılkaya yerleşim alanı, Göcek’in 8 km kuzeyinde ve Fethiye’nin yaklaşık 24 km kuzeybatısındadı.

Sonuç olarak, kentin kuzeyinde Oktapolis, güneyinde Kalynda, kuzeybatısında Hippoukome ve doğusunda Symra antik kentleri bulunmaktadır.

Kentte: bugün hiçbir antik ya da Bizans dönemi eseri bulunmaz. Kentin ismi sadece iki tane epigrafik kaynakta geçer.

Birinci kaynak:

Helenistik dönem tarihli Hippoukome kentinden çıkan hamam yazıtında rastlanır. Hamam kuruluşu için bağışçıların yer aldığı listede kentin vatandaşlarının anıldığı ethnikonu kentin geç Helenistik dönemindeki mevcudiyetini gösterir.

İkinci kaynak:

Kent, MS 46 yılına tarihlenen Patara Yol Anıtında Oktapolis bölgesi içine yerleştirilerek verilmiştir. Anıtta Kalynda’dan Lyrnai’ye ve buradan da Hippoukome’ye giden iki yol verilmiştir.

 

GÜNÜMÜZE KALAN KALINTILAR:

Burada bulunan antik kalıntılar, Klasik Dönemden Bizans dönemine kadar uzanır. Kuzeyde kalan sarp bir kayalık üzerinde üç kaya mezarı görülür. Bu mezarlardan iki tanesi tapınak cepheli mezardır ve diğeri ise daha küçük bir boyutta bir kaya mezarı formundadır. Tapınak cepheli mezarlar birbirlerine çok yakındır ve iyi korunmuştur. Mezarların Lykia tipi olduğu ileri sürülür.

Diğer antik kalıntılar; güney tarafta kalan bir tepe üzerine serpilmiştir. Tepe üzerinde yaklaşık 5 metre uzunluğunda Bizans duvarı kalıntısı görülür. Bu duvar: kırma taşlardan harç ve tuğla kullanılarak yapılmıştır ve iki kısımdan oluşur. Civarda bu tarz duvar işçiliği gösteren yapı ve konut kalıntıları da vardır. Duvar kalıntılarının iç kısımlarında parçalanmış lahitler bulunur. Tüm bunların yanı sıra yamaçta teras kalıntıları arasında çok sayıda devşirme parçalara rastlanır.

 

SYMBRA;

Kent günümüzde Muğla ilinin Fethiye ilçesine bağlı Arpacık köyü (Nif köyü) mevkiindedir.

Ptolemaios burayı Karagos çevresindeki kentler arasına yerleştirmiştir. Symbra’nın konumu Patara Yol Kavuz Anıtının keşfine kadar bilinmiyordu. Patara Yol Klavuz Anıtında, kentin ismi Hippoukome ile Kadyanda arasındaki yol güzergahında anılmaktadır. Hippoukome’den Symbra’ya yaklaşık 24 km ve Symbra’dan Kadyanda’ya 13 km lik yol bilgisi verilmiştir.

Nif havzasının ekilebilir verimli bir alan ve bereketli topraklara sahip olduğu söylenir. Nif köyü, Nymphaion ile özdeştirilmiştir. Nif ismi Türkçe değildir ve Türkçeye Eski Yunanca Nymphaion ya da Nymphe isimlerinden geçmiştir. Böylece bu mevkii, Nympheler için kutsal ve özel bir yer olarak kabul edilmiş olmalıdır.

Buna göre, Troia savaşının Lykia’lı kahramanları Glaukos bedeninin Telandros civarında bir yere getirilmesinden ve Nymphe’lerin burada Glaokos olarak adlandırılan bir nehir yaratmasından bahsetmeleri üzerine, Nif civarında bulunan kalıntılar bazı araştırmacılar tarafından Telandros kentine atfedilmiştir. Çünkü Nif çayı, Glaukos Potamos’un bir koluydu.

Symbra’nın kendi bulduğu teritoryum içinde, kente ait hiçbir yazıt ya da sikke ele geçmemiştir. Bu yüzden kentin ismini ve geçirdiği tarihi sürecin çok az bir kısmının diğer kent yazıtlarından belirlemek mümkün olmuştur. MÖ 425 yılının Atina Vergi Listesinde kentin isminin anılmış olduğuna dair bilgiler bulunur. Symbra’nın ethnikonunun anıldığı 3 farklı kente ait yazıt daha ele geçmiştir.

Birincide:

Kaonos kentinde bulunan Helenistik dönem tarihli bir yazıt içeriğindeki bağış listesinde kentin ismine rastlanır. Thiasos (şenlik) için epangelia listesi içeren bu yazıtta Kaunos’un bilinen birkaç demos’unun anılmasının yanı sıra, Symbra kendi vatandaşlarının ethnikonunun da anılması sonucunda Bean, bu dönemde kentin Kaunos’a bağlı bir yerleşim olup olmadığı konusu gündeme gelmiştir.

Ayrıca, Symbra Kaunos’un demosları arasında değildir ve yabancı şehirleri arasında yer alıyordu. Nitekim Symbra eğer Kaunos’un bir demos’u olsaydı, Kaunos topraklarının çok geniş bir alana yapılmış olması gerekirdi. Ancak bu pek mümkün gözükmez.

İkincisi:

Epigrafik belgede, Symbra’nın ethnikonu, Rhodos kentine ait ve Geç Helenistik döneme tarihlenen yazıtta bir derneğin isim listesinde kentin adı ethnikonuna sahip bir hayırhahın ismi de yazılıdır.

Son olarak:

İdymma kentinde MS 2’nci yüzyılda inşa edildiği düşünülen bir mezar Symbralı bir kadına aittir.

Kentin isminin Patara Yol Anıtında ve Ptolemaios’da anılması, Roma İmparatorluk döneminde kentin bağımsızlığının bir göstergesi olabilir. Bu da onun Lykia Birliğine üye olabileceğini düşündürür. Ayrıca: Opramoas’tan hasarlar için bağış alınması, Lykia Birliği kentleri arasında olduğunu desteklemektedir. Ancak birliğe ne zaman katıldığına dair net bir şey söylemek mümkün değildir çünkü kaynak yoktur.

GÜNÜMÜZE KALAN KALINTALIR:

Günümüzde Symbra kentinin antik kalıntıları Arpacık/Nif köyünün güneyinde kalan bir tepe üzerinde ve bu tepenin güney ve doğusundaki vadilerdedir. Bu kalıntıları duvar parçalarından bir teras ve iyi korunmuş bir binadan oluşuyordu. Vadinin doğu yamacında, muhtemelen mezar soyguncularından oldukça tahrip olmuş halde duran mezarlar bulunur. Bu mezarlar üzerinde kalkan, miğfer ve yunus kabartmaları bulunmaktadır.

Akropolis tepesi üzerinde sur duvarları kalıntılarına rastlanmıştır. Tepenin güneydoğu tarafındaki kaya parçalarının bir tanesinin üzerinde sol elinde bir sopa, sağ elinde ise bir nesne tutan erkek figürü (muhtemelen Herakles ya da yerel bir vatandaşın kabartması) yer almaktadır. Ayrıca çok az sayıda seramik parçaları görülür.

Dalaman Oktapolis

OKTAPOLİS-MYRNAİ-LORNAİA:

Dalaman merkeze 43,6 km uzaklıktaki  Bozbel beldesindedir. Fethiye’ye uzaklık 51 km dir.

Burası: Kragos dağı eteklerinde bir bölgenin adadır.

Şehrin ismi, mezarlardaki kitabelerden okunmuştur ve “Oktapolis” yani “Sekiz Şehir” dir. Şehrin ismi “Oktapolis” bölgede bulunan yazıtlarda ve kaynaklarda yoğunlukla geçer. Ortaçağ’da şehrin ismi “Lornaia” dır.

İlk olarak, Kızılkaya’da bulunan iki mezar yazıtında görülür.

Günümüze kadar bilinen 7 kent, Oktapolis’in üyeleridir. Bu kentler: Hippokome, Setos, Pallene, Kastanna, lyrnai, Loanda ve Myndos’tur. Loanda şehrinde tanrılar adına dikilmiş bir stelde: Oktapolis’in kurucularının isimleri geçmektedir.

Aynı zamanda Hippokome şehrinden geçen yol, Symbra şehrine kadar devam etmektedir ve bu kentin de Oktapolis’in içinde yer aldığı düşünülür.

Bu sekiz şehirden en önemlisi ise Hippokome “At Şehri” dir.

Antik kentin içinde ve dışındaki yamaçlarda, günümüzde kaya mezarları görülür. Mezarlar sarp kayalar üzerine yapıldığından çıkmak ve yaklaşmak oldukça zordur.

Mezarlar: Likya dönemi yapısıdır. Şehrin diğer kalıntıları ise Roma ve Bizans dönemlerine aittir. Kayadibi köyünün içinde, yer yer sur kalıntıları görülebilir. Bu surlar, Oktapolis şehrinin sınırlarını oluşturmaktadır. Surlar içinde kiler ve konut kalıntılarına rastlanılır.

Dalaman Deliklikavak

DELİKLİ KAVAK:

Dalaman merkeze 47 km uzaklıktadır. Elcik ve Bozbel arasındadır. Belli bir yere kadar kendi aracınız ile gidebilirsiniz ve sonrasında köylülerin traktörleriyle buraya ulaşabilirsiniz. Tepenin güney ucunda: dev bir kaya mezarı bulunmaktadır. Önündeki düzlükte ise, bir tane kaya mezarı vardır. Güney, batı ve kuzey taraflarında ise: sur kalıntıları görülür.

 HİSAR;

Gürleyik köyünden sonra yaklaşık 1 saatlik bir yürüyüşle buraya ulaşılır. Dalaman ilçe merkezine 56 km uzaklıktadır.

Gürleyik köyünün üst kısmında bulunan yerleşimdeki evler, birbirine yapışık gibi yakındır. Her evin yan tarafında: kiler, ahır ve şaraphane bulunur.

Hisar isimli bu yerleşim yeri, Bizans döneminden bu yana yani günümüze kadar yerleşim görmüştür. Özellikle şarap imalathanesi olarak kullanılmıştır. Günümüzde sadece evlerin taban kalıntıları ve şarap testilerinin konulduğu çukurlar görülebilmektedir.

MANASTIR TEPESİ:

Gürköy-Karaağaç köyleri arasında, Manastır tepesi olarak bilinen tepenin batı eteklerinde, bir manastır kalıntıları görülmektedir. Buraya ulaşmak için: Dalaman-Gürköy yolunu takip etmeniz ve Gürköy’e ulaştıktan sonra, yaklaşık 45 dakikalık bir yaya yürüyüşü gerekir.

Ancak, burada, gözle görülür belirgin bir yapı yoktur. Çünkü: Bizanslılardan kaldığı düşünülen bu yapının, 13’ncü yüzyılda, güney bölümüne Rumlar yerleşmiş, Kurtuluş Savaşının ardından yapılan mübadelede ise, bölgeyi terk eden Rumlar tarafından, bu manastırın yıkıldığı tahmin edilmektedir.

 

OİNOANDA-İNCEALİLER:

Kuzey Likya’da 1400 m yüksekliktedir.

Kent, Termessoslu kolonistler tarafından kurulmuştur.

1884 yılında Diogenes yazıtının keşfiyle kente ilgi artmıştır.

Kentin en özel yanı, ünlü filozof Diogenes’in MS 2’nci yüzyılın ikinci yarısında yazdığı aforizmaların kazılı olduğu blokların bulunmasıdır

Kentte, Roma döneminde: Pilii, Epil ve Metti gibi soylu aileler bilinmektedir.

Ayrıca: Lykia’nın en iyi bilinen birkaç aristokrat ailesinden biri “Licinni” ailesidir. Spartale Kleandros’un soyundan gelen Licinni ailesinin anıt mezarı, kentin en görkemli mezarıdır. Mezarın, günümüzde sadece dağınık blokları görülür. Bu anıtta ele geçen yazıtlar: kentin en önemli epigrafik belgeleridir. Bu yazıtlarda, kentin ünlü ailelerinin soy ağaçları ve yaptıkları işler anlatılmaktadır.

Diğer ünlü isim ise “Demosthenes” tir. Kendi adına yarışlar düzenleyecek kadar önemli bir ad olarak Oinoanda tarihinde öne çıkar.

Oinoanda’da yapılan bir festivale yapılan yardımların bir listesini veren bir yazıt da Lykia’da köy yerleşimlerinin kentlerin yaşamlarındaki önemini anlatır. Burada, köylerde komai, mülk merkezleri, çiftliklerden de monogriai olarak bahsedilmektedir.

Seki yaylasının büyük tarım arazilerine Oimoanda aristokratları sahipti.

Kentte bugün çoğunlukla ayakta olanlar: etkileyici kent surları ve kulelerdir. Aaquadukt Seki, tarım arazilerinin sulanmasında kullanılırdı. Aynı zamanda günlük akıttığı 1000 metre küp su kapasitesiyle kentin su ihtiyacı karşılanırdı. İki büyük hamam da buna bağlı olarak yapılmıştır.

Tepelerin orta yerindeki sırt düzlüğünde, üst örtüsü dışında tamamen ayakta olan bir hamam, onun devamında da çok sayıda yazıtlı blok ve altlığın bulunduğu Stoa uzanır.

İki hamam, aquadukt, tiyatro, tapınak ve şehir kapıları gibi kimliği tanımlanabilen, birçok önemli yapıya karşın, işlevleri anlaşılamayan, daha pek çok önemli yapı ve yapı gurupları bulunur.

Merkezi meydanı oluşturan “Coultno” stadium olarak önerilebilir. Ancak 1200 m yi aşmayan uzunluğu buna yetmez.

Esplanade’nin kuzeybatı köşesinde, hamamın kuzeydoğu bitişiğinde, Dor düzeninde bir tapınak bulunur.

Alanın batısında, heykel altlıkları dizilidir.

Kentte bulunan Hadrianus mektubunu içeren yazılı blok ve çok yazıda, yazıtlı kaidesinden, burada festivaller ve kurban törenlerinin düzenlendiği anlaşılmıştır.

Yarışmalar ise, belli ki Antoninler ve Flaviuslar dönemi hamamları arasındaki düzlük meydanda yapılıyordu. Spor yarışmalarında asıl branşlar: güreş, boks ve pankreasdı. Ayrıca köpek dövüşleri ve gladyotör gösterileri de düzenlendiği, yine yazıtlardan anlaşılır. Euresteia Festivallerinin baş tanrısı “Apollon” dur.

Termannos ve teras duvarlarıyla izlenebilen tapınağın ise, neden kent içinde değil de, eteklerindeki bir düzlükte yer aldığı, tapınak alanına girince hemen anlaşılır. Düzlüğün hemen yamacında, bugün de halen hafifçe akmaya devam eden bir su kaynağı vardır.

MÖ 2’nci yüzyıldan önceki tarihi bilinmemesine rağmen, Hitit metinlerinde geçen, şarabı-üzümü bol anlamındaki “Wianawanda” nın burası olduğu sanılmaktadır.

Bölge kentlerinin İmparatorluk çağı sikkeleri olmasına rağmen burada sikke bulunmaması şaşırtıcıdır. Ele geçen tek sikke, Birlik Dönemine aittir.

Kentte çok sayıda ve çeşitli mezarlar bulunur. Bu mezarlar, özellikle erken surun çevresinde ve kentin batı yamacında yer alır. Kimi zaman bir Kibyratis aslanıyla taçlanan lahit kapakları, kimi zaman yalın bir kaya mezarıyla ölüler kenti canlanır. Bazen bir lahitte kabartılmış duacı eller, şiddetle öldürülen bir adamı, bazen de bir yazıt içerde yatanı kimliklendirir.

 

Diogenes Yazıtı:

MS 2 nci yüzyılın 2 nci yarısında yazılmıştır. Yazıtın taşıyıcısı olan yapı henüz tam olarak bilinmemekle birlikte, muhtemelen büyük bir stoadır. Ve yazıtın bulunduğu kamusal mekanla ilişkisi henüz bilinmemektedir.

Anadolu’nun en uzun yazıtlarından biridir ve en etkileyici içeriklerden birini taşır. 1250 kelimelik bölümü elde olan ve daha da bulunması beklenen, felsefe içerikli ünlü yazıtın bulunuş hikayesi 1884’lere kadar iner.

Daha önce bulunan 51 bloğa 38 yenisi eklenmiştir. Bugün dağınık durumda ve pek çoğu daha bulunmayan yazılı blokların, kent duvarı boyunca uzandığı düşünülür.

Oionoanda vatandaşı, ünlü Dioogenes’in söylevidir. Ondan çok şey öğreniriz. Yaşam sürdükçe tartışma konusu olmaktan asla çıkmayacak birçok etkileyici konuyu çarpıcı bir anlatımla bu taşlardaki söylevde buluruz.

“Yaşamın gün batımında oluşan ve kaleme alınan özgün düşünceler kazınmıştır” taşlara. Bilimsel bakışın dünden çok daha ileride olduğu bugün bile çoğunun ulaşamadığı akıl düzeyini göstermektedir.

“Sağlıklı bir beden olmadan hiçbir şey olmayacaktır. Bu nedenle bedenlerinizi onurlandırmalıyız. Hiç bir mutluluk temelde kötü değildir. Ama bazı mutluluklara ulaşmanın yolu, onların değerini kat kat aşan kargaşadan geçer.

Gerçek mutluluk yaşamın lükslerinde değil bilimdedir. …… benliğimizi saran ölüm ve tanrılardan korkmak gereksizdir. Tanrının daha önce nerede yaşadığımı bilmek isterim.

Başkalarının peşinden giderek gerçeklik asla bulunmaz. Beden ruh tarafından örselenir ve kötü yola sürüklenir. Ruh bedenden ayrılıp varlığını sürdürmez O’nun bir parçasıdır.”

PLATANE-KÖRİSTAN:

Tlos’tan Girdev’e çıkan dağ yolu üzerinde, Kayacık köyü, Çobanlar Mahallesindedir.

Anadolu halkının mezarlar için kullandığı “Köristan” kelimesiyle adlandırılmıştır. Stadiasmus Patarensis’te ise “Platane/Platasa” olarak anılır.

Küçük bir kaledir. Dikmen yerleşimine bakar. Aralarında antik yolla oluşan bir bağ ve güvenlik ilişkisi vardır. Uç kalesi gibidir. Yüksekçe bir kayalık tepe ve onun uzantısındaki daha küçük bir kayalık üzerine kurulmuştur.

Kale çıkışında, yanından geçilerek kayalık burundaki nekropolde 8 lahit ve 2 kaya mezarı ve arkosol mezar vardır. Mezarlar içinde, biri, tüm cephesini kaplayan kare formlu kapının mekanizmasıyla ve tavanından üstündeki kaya odasına açılan iç kapı açıklığıyla oldukça farklıdır.

Lykia’da benzeri yoktur.

Aynı kayalıkta, atel ve lahitler yerleştirmek için basamaklı kaya platformları oluşturulmuştur.

Nekropol kayalığından kaleye çıkışta, doğu kayalıkta bir Kakasbos kabartması görülür. Kalenin güneyinde, anıt mezarlara ait kalıntılar bulunmaktadır. En nitelikli mezar: kalenin batı sınırındaki Heroon’dur. Termenosla çevrili mezar, basamaklı bir podyum üzerine inşa edilmiştir. Mezarın güneyindeki kaya kütlesi üzerinde bir Kakasbos kabartması bulunur.

Kayalık tepe kurulu kale, çevresi köşeli kesme taş bloklar ve polygonal taşlarla örülü ve kulelerle desteklenmiş bir sur duvarıyla çevrilmiştir. Duvarların içinde ve dışında, planları tam olarak anlaşılamayan yapı kalıntıları vardır. Çoğunlukla hibrit karakterli yapıların ana kayaya oyulu kısımları kalmış, duvarla tamamlanmış bölümleri yıkılmıştır. Eğimli ana kayadan yararlanarak çok katlı yapılarak inşa edilmiştir. Kalenin yanındaki yamaçlarda tarım terasları bulunur. Köristan halkının tarım ve hayvancılıkla geçindiği anlaşılmaktadır.

 

ERİKLİ:

Tlos’un doğu dağında Gırgıl Yaylasında, 1400 rakımlı bir tepede konumlanmıştır. Güneyde Arsada, batıda Pınara, kuzeybatıda Tlos ve doğusunda Atkuyruk Salmaz Tepesi görülür.

Askeri amaçlara uygun olarak birbiriyle bağlantılı iki tepede kuruludur. Tüm araziye egemen, 20 x 50 m ölçülerindeki ilk tepe, 1.80 m kalınlığında sur duvarlarıyla çevrilidir. İçeride güçlü bir gözetleme kulesi de bulunmaktadır.

4.20 x 4.20 m ölçülerindeki Heroon, yerleşimin en önemli kalıntısı mahiyetindedir. Duvarındaki asker kabartması yerleşimin Akseki karakterini perçinler. Alt kotta, ikinci tepede konutlar yer alır. Doğu yamaçta da tarım terasları kademeli yükselir. Nekropole rastlanmaması, yeraltı mezarlarının varlığını düşündürür.

 

ZİNDAN:

Tlos’un 17 km kuzeyindedir. Kayacık köyü Kozağacı sınırlarında askeri bir garnizon işlevi de olan kırsal bir yerleşimdir.

Asal yerleşimle bağlantılı ilk tepe, bir koruma duvarı ile çevrilmiştir. Ön gözetleme amaçlıdır. Vadideki patika izlenerek kayalık tepelerin arasındaki dev çanağın içindeki Zindan’a ulaşılır. Alanın tamamında yapı kalıntıları vardır. Ortak özellikleri, tamamen defineciler tarafından tahrip edilmiş olmasıdır.

Yerleşim çanağının batısındaki kayalık yükseltide 1.5 m kalınlıkta duvarla çevrili yaklaşık 15 x 15 m. ölçülerinde temenos içinde bir tapınak vardır. Temenos içinde ve çevresindeki kült amaçlı olabilecek kaya döşemeleri gözlenir. Alanda bulunan Likçe yazıt, Helenistik dönem yapılanmasını doğrular.

Kale içi yapıların tamamen tahrip edilmiş olması nedeniyle yapıların işlevlerini anlamak zor olsa da iki terasın çoğunlukla hibrit teknikte inşa edilmiş konutlara ayrıldığı söylenebilir.

Yerleşimin batı yamacında mezar kalıntıları bulunur. Genellikle podyumlu lahitler oldukları anlaşılmaktadır. Mezar kalıntıları üzerine kline sahneleri ve aslan betimlemeleri gibi kabartmalara rastlanır.

Konumlandığı güvenli topoğrafya, çevresindeki savunma duvarları ve kalıntılarıyla yüzey seramik gözlemleri, buranın güçlü savunması olan ve Helenistik dönemden Roma’ya dek kullanılmış küçük bir kırsal yerleşim olduğunu düşündürür.

 

 

 

Muğla Kavaklıdere

Muğla Kavaklıdere


Deniz kıyısına uzak. Muğla’nın deniz kıyısında ve turistik özellikleri ön plana çıkan ilçelerinin yanında, bu yüzden, biraz daha sakin, sessiz ve geride kalmıştır. Kavaklıdere denince, aklıma ilk gelen: bakır ve mermer. Özellikle, yörede bakır el sanatları o kadar yoğun ve çeşitli ki, inanın Bakırcılar çarşısına girdiğinizde, mutlaka satın alacak bir şeyler bulabilirsiniz ki, mutlaka girin.

Öte yandan: Kavaklıdere denildiğinde, Muğla ilinin bu ilçesi yanında, birçok Kavaklıdere buluntusu çıkıyor. Özellikle: Ankara’nın Kavaklıdere semti ile ilgili aramalarda da, burası karışıyor.

Muğla Kavaklıdere

ULAŞIM


Muğla-Aydın karayolunun 24’ncü kilometresinde, ana yoldan sapın ve Yatağan-Bozdoğan karayolunun 26’ncı kilometresinde, buraya ulaşabiliyorsunuz.
Kavaklıdere-Bozdoğan arasındaki uzaklık: 40 km. dir. Kavaklıdere-Yatağan arasındaki uzaklık: 28 km. Kavaklıdere-Muğla arasındaki uzaklık: 55 km.

 

TARİH


Yörenin kuruluşuna ve ilk yerleşimcilerinin kimliğine ait yapılan araştırmalarda: bölgede göçer durumda yaşayan Yörüklerin, buranın uygun bitki örtüsüne ve iklim şartlarına sahip olması, çevredeki küçük derecikler ve çevresinin dağlarla çevrili olması nedeniyle, güvenli ve güzel bir yerleşim olarak görülüp, kabul edildiği ve zamanla yerleşik hayata geçildiği anlaşılmıştır.

Zaten, bölgenin bu özellikleri nedeniyle, Kavaklıdere olarak isimlendirildiği söyleniyor. Bölgede, 19’ncu yüzyılda, Belediye teşkilatı kurulmuştur.
1919-1921 yılları arasında, yöre, İtalyan birlikleri tarafından işgal edilmiş, 1921 tarihinde işgal sona erdirilmiştir.
1956 yılında, bölge bucak haline gelmiş, 1990 yılında ise ilçe yapılmıştır.

Muğla Kavaklıdere

GENEL


Yörenin denizden yüksekliği: 800 metredir. Yüzölçümü: 363 km. karedir. İlçe merkezi, yapı olarak tepelere ve yamaçlara kurulmuş, tipik bir yerleşim yeridir. Yörenin en yüksek yeri, güneydeki Göktepe’dir.
Coğrafi konum olarak, bölgenin birçok yeri, ormanlarla kaplıdır. Bu oran: yaklaşık % 70 kadardır. Ancak, bu ormanlarda çok sayıda yaban domuzu yaşadığı biliniyor ve zaman zaman bunlar avlanıyorlar. Yani, yörede domuz avcılığı yapılmaktadır.

Yerleşim yeri, deniz seviyesinden yüksek olduğundan, çevredeki diğer yerleşimlere göre, iklim nispeten daha serttir. Yaz aylarında havalar serindir.
Yörede, Yörük kültürü hakimdir ve bu kültür: özellikle düğünlerde ve yayla şenliklerinde öne çıkmaktadır.

Muğla Kavaklıdere

BAKIRCILIK


Yörede, insanların en büyük geçim kaynağı: bakırcılık ve kalaycılıktır. Buna bağlı olarak: her türlü bakır mutfak eşyaları yapılmaktadır. Zaten, bölgenin büyük kısmının mutfak eşyaları, çelik kullanılmaya başlayıncaya kadar, bu yöreden sağlanmıştır. Yöredeki bakırcılık geçmişine bakıldığında ise, Türkmen bakırcılığının 400-600 yıllık bir geçmişe dayalı olduğu görülür. Tarihi süreç içinde, bakır ticaretiyle uğraşanlara ise “Kayaf” ismi verilmiştir.

Tüm bunların yanında, yörede yaşayan bakırcılar, kendi aralarındaki konuşmalarda kullandıkları, özel bir bakırcılık dili geliştirmişlerdir. Bakırcılar çarşısında, bu konuşmaları duyup anlayamadığınızda, bu yazdıklarımı hatırlayın, çünkü gerçekten değişik bir dil geliştirmişler ve konuşmalarında sıkça kullanıyorlar.

Günümüzde, bakır işçiliği, mutfak eşyalarından ziyade, hediyelik ve süs eşyalarının üretimi şeklinde yürütülüyor ki, Bakırcılar çarşısında, mutlaka hoşunuza gidecek bir şeyler bulup satın alabilirsiniz. Günümüzde, yörede: hediyelik eşya olarak 3, mutfak eşyası olarak 6, antik çalışma olarak 2, dekorasyon olarak 2 işyeri olmak üzere, toplam 13 işyeri hizmet vermektedir.

Özellikle: ağırlığı 100-300 kg. arasında değişen bakır çerez tavaları yapılmaktadır. Bunlar, leblebiciler tarafından kullanılıyor.

 

BAKIR VE MERMER FESTİVAL


Her yıl, Ağustos ayının 2’nci haftasında yapılmaktadır. Festivalin amacı: yörenin el sanatları, yaylalarının tanıtımı, kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetler ve yarışmaların yapılması, belde halkının eğlendirilmesidir.

 

NE YENİR-NE İÇİLİR


Bu yörenin; kestanesi, cevizi, elması ve pekmezi öne çıkmaktadır.

Muğla Kavaklıdere

NE SATIN ALINIR


Buralara yolunuz düşerse, yöresel el sanatlarından “bakır” süs eşyalarından satın alabilirsiniz. Hatta: yine buraya has, yöresel el sanatlarından olan “halı” da satın alabilirsiniz.

Muğla Kavaklıdere

GEZİLECEK YERLER

 

Muğla Kavaklıdere

KAMİL AĞA KONAĞI


İlçe merkezinde, turistik özelliklerin ön plana çıkarıldığı, ilçeye hakim bir tepede kurulmuş bir yapıdır. Yapının bodrum katında: mutfak, zemin katta: oda, kütüphane, yöresel ürünler sergisi, üst katta ise, misafirler için yatak odası ve konuk odası bulunmaktadır.

 

BAKIRCILAR ÇARŞISI


İlçe merkezindeki bu otantik çarşıyı gezmenizi öneririm. Buranın sanatkarlarının: bakır işlemeciliği ve kalaycılık konusunda, ülkemizde hatırı sayılır bir yeri var.

 

GÖKÇUKUR YAYLASI


Deniz seviyesinden 1700 metre yüksekliktedir. Yayla, tamamen ormanlarla kaplıdır. Burada, ayrıca Orman İşletme Müdürlüğüne ait bir konaklama tesisi bulunuyor.

Muğla Kavaklıdere

YERKÜPÜ YAYLASI


İlçe merkezine 15 km. uzaklıktadır. Menteşe yaylasına ise, 2 km. uzaklıktadır.
Bölgenin en tercih edilen yaylasıdır. Denizden yükseklik 800 metredir. Burada: asırlık çınar ağaçları ve kaynak suları var. Geniş çayırlıklarda, ayrıca bir çağlayan ve mağara da bulunuyor. Her yıl, Haziran ayında, burada: güreş şenlikleri düzenleniyor. Bu şenliklerde, ayrıca: çeşitli konserler de düzenleniyor ve yerli-yabancı turistler tarafından ilgi görüyor.

Mağara: hemen alanın girişinde görülüyor. Yani: Menteşe kasabasının 2 km. güneyindedir. Mağaranın hemen yanından: Kavaklıdere-Menteşe-Çamyayla köyü yolu geçmektedir.
Mağara ziyarete açıktır. 100 metre uzunluğunda ve tek galerilidir. Genişlik: 3-10 metredir. Tavan yüksekliği: 2-8 metredir. Tabanında, çakıl ve kum yığınları bulunmaktadır.

Giriş ve çıkış arasındaki 17 metrelik yükseklik farkı, mağarayı ilginç hale getiriyor. Mağara içinde: sarkıt, dikitler, damlataşları ve küçük su havuzları görülüyor. Özellikle havuzlar ilginç görünüme sahiptir. İçleri su dolu olan havuzların boyutları ve derinlikleri, bulunduğu bölgeye göre değişmektedir. Mağaranın üst kesimi: piknik ve dinlenme alanı olarak düzenlenmiştir. Biraz önce sözünü ettiğim güreş şenlikleri de, burada yapılmaktadır.

 

MENTEŞE BELDESİ


Burası, ilçe merkezine bağlı, bir Yörük yerleşimidir. İlçe merkezine 5 km. uzaklıkta, güneydoğudadır. Coğrafi konum olarak: Kocaçay’ın aktığı vadinin dik yamaçlarına kurulmuştur. 1955 yılında burada büyük bir yangın çıkmış olmasına rağmen, günümüzde, burada tarihi evlerin bir kısmını görebilirsiniz.

Muğla Kavaklıdere

 

Muğla Kavaklıdere

HYLLARİMA ANTİK KENTİ 


Kavaklıdere-Yatağan yolu üzerinde, Çayboyu köyünden geçip, Derebağ köyüne ulaştığınızda: bu antik kentin bir tepe üzerine yayılmış kalıntılarına ulaşabilirsiniz. Yani, ilçe merkezine 15 km. uzaklıktadır. Yöre halkı, buraya kale diyor.
Antik kalıntılar: tüm görkemiyle, geniş bir alana yapılmış ve çoğu çalılar ve toprak altındadır.

Tiyatronun bulunduğu yerin, deniz seviyesinden yüksekliği: 800 metredir. Kentin tarihi geçmişine bakıldığında, Luvi soyundan gelen Karyalılara ait bir kent olduğu tahmin edilmektedir.
Tiyatro: tek kademelidir. İzleyicilerin oturdukları bölüm, sahne binasının çevresinde, 180 derece dönmektedir. Ancak, tiyatroda, resmi kazı çalışmaları yapılmamıştır. Orkestranın bulunduğu bölüm: 20 metre civarındadır. Seyircilerin oturduğu bölümlere ise, 6 merdiven yolu ile çıkılabilmektedir. Tiyatronun 1200 seyirci kapasiteli olduğu tahmin edilmektedir.

Tiyatro dışında: bölgedeki surlar görülebilir. Surlar: kaba işlenmiş, dikdörtgen taş bloklarından yapılmış olup, kalınlıkları yer yer 2 metreyi bulmaktadır. Kente girişi sağlayan batı yönündeki kapı ise, gayet iyi korunarak günümüze ulaşmış olup, MÖ.400 yıllarında yapıldığı düşünülmektedir. Kentin diğer yapılarında kullanılan taşlar ise, daha sonraki dönemlerde yapılan yapılarda kullanılmıştır.

Kentin Nekropol alanı ise, delik deşik görüntü vermektedir ki, defineciler tarafından soyulan bir bölüm olarak görülmektedir.

Evet, buraya giderseniz, günümüzde burada görebilecekleriniz: Roma dönemine ait bir tiyatro, kaya mezarları ve sur kalıntılarıdır. Burayı özellikle tarih meraklıları ziyaret edebilirler.

Muğla Kavaklıdere

KYON ANTİK KENTİ


Menteşe beldesi yakınlarında, Çamyayla (Bellibal) köyündedir.
Kelime anlamı, Helencede “köpek mezarı” dır. Bizans döneminde ise, buraya: Paliapolis denir. Yörede arkeolojik kazı çalışmaları yapılmadığından ve yazılı kaynaklarda, buranın yalnızca ismi zikredildiğinden, antik şehir hakkında ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır.

Buradaki antik kent kalıntıları içinde, günümüzde görebilecekleriniz: Roma dönemine ait bir tiyatro ve çeşitli sunak taşları kalıntılarıdır. Ancak, Roma döneminde sikke basıldığı bilinen şehrin: sonuçta, nadir sikke basan önemli şehirlerden biri olduğu düşünülmektedir. Antik kalıntılar içinde en öne çıkanı, tiyatrodur.

Tiyatro: tepeye yaslanmıştır ve evlerin arasındadır. Oturma sıraları taşlarının işçiliği: komşu kent Hyillarima tiyatrosunun sıraları ile benzerlik göstermektedir. Ama, bu sıralardan, yalnızca 13 sıra, günümüze ulaşmıştır. Orkestra çukurluğu altta kalmış ve birkaç sıra üstüne, günümüzde kullanılan Belediye otoparkı yapılmıştır.


Bu arada, bir not iletmek istiyorum.

Bölgeye gittiğinizde, burayı tanıtan herhangi bir levha görmeniz pek mümkün değil. Aynı zamanda, bölge insanı, burayı ziyarete gelenlere, pek hoş davranmıyor. Sanırım, kaçak define avcılığının önlenmesi mi demeli, veya bilemiyorum başkaca ne amaçları olabilir, ama dediğim gibi, bu antik kentin ziyaret edilmesine pek anlamlı bakmıyorlar ki, buna kesinlikle hakları olmadığı kesin.

Çünkü: bu tür antik kalıntılar, yörenin insanının değil, bu ülkenin insanınındır ve her kez burayı rahatlıkla ziyaret edebilmelidir, ama sanırım burada suç, yörenin insanından öte, resmi makamların gerekli ilgi ve alakayı göstermiyor olmaları denilebilir mi?

Sonuç olarak, biraz sıkıntılı bir geziye katlanacaksanız, gidin, bu antik şehrin kalıntılarını gezin-görün. Aksi halde, gitmemek te tercihiniz olabilir.

Muğla Kavaklıdere

İNCE KEMER KÖPRÜSÜ


Çavdır-Kurucova köyleri arasındadır. Eski Aydın-Muğla karayolu buradan geçmektedir. Köprü: mitolojideki adı “Marsyas çayı” olan “Çine çayı” üzerindedir.
Köprünün, Roma döneminde, karşıdaki bir yerleşim yerine, borularla su götürülmesi amacıyla yapıldığı düşünülmektedir.

Ancak, köprü, her yapılışı ardından, sel gelir ve yıkılır. Bu dönemde, burada yaşayan bir kralın çok güzel bir kızı vardır. Kral: köprüyü, yıkılmayacak şekilde yapacak ustaya, kızını vereceğini söyler. Bunun üzerine, genç bir usta, yardımcılarını yanına alarak, gece-gündüz çalışarak, günümüzdeki ince kemerli köprüyü yapar. İçme suyu boruları, köprü üzerine döşenerek, karşı yakaya geçirilir.

Köprü, aradan geçen sürede, yağmur ve seller olsa da yıkılmadan kalır. Ancak: kızını, ustaya vereceğini söyleyen kral, sözünde durmaz. Bunun üzerine, köprüyü yapan usta, bir gece kazmasını alır ve köprüyü yıkmaya çalışır. Bu durumu haber alan kralın adamları: köprüye gelirler ve ustayı köprüden aşağıya atarak öldürürler.

Ancak, usta ölmeden önce, kralın kızı için “mutlu olmaması, köprüden geçtiği takdirde evlat yüzü görmemesi” şeklinde beddua eder. Bu yüzden: aradan yüzyıllar geçmesine rağmen, yörede yaşayan genç kızlar: köprü üzerinden geçmezler ve yöre insanı, köprüye “gelin geçmez” köprüsü ismini verir.

Son bir not

Çay üzerinde yapımı sürmekte olan Çine Barajı bitirildikten sonra, bu köprü, barajın su göletinin içinde kalacaktır. Bu yüzden, bu yakınlarda burayı ziyaret etmenizi öneririm, yoksa bir daha görme şansı kalmayacaktır. Bu arada, ilginç gelişmeler yaşandığını duydum.

Söylenenlere göre: İzmir Anıtlar Kurulu, köprünün başka yere taşınması yönünde karar alırken, Muğla anıtlar kurulu: baraj sularının 50 yıl sonra çekileceği ve köprünün yine, bulunduğu yerde ortaya çıkacağını ifade ederek, köprünün başka yere taşınmasına engel olmuşlardır.

Yıllarca sular altında kalacak köprü, ne kadar sağlam kalarak gelecek nesillere aktarılır, bilemiyorum, umarım bu yönde karar alanlar, işin bilimsel yönünü biliyorlardır ve köprünün, sular altında geçecek 50 yıllık süreçte herhangi bir zarar görmeyeceğini düşünüyorlardır, yoksa öte yandan, 50 yıl sonrasının belirsizliği kimseyi ilgilendirmiyor mu?

Öte yandan, bugüne kadar: ömrünü tamamlayıp, suları çekilen baraj gördünüz mü? Ülkemizdeki iki resmi kurumun, kendi arasında farklı görüşler öne sürmesi sonucu, 2300 yıllık köprü sular altında kaldı.

Evet, güncel bir not: ince kemer köprüsü, yörede inşa edilen “Adnan Menderes Barajı” nın su gölet alanı içinde kalarak, kaybolmuştur. 2300 yıllık geçmişi olan köprü, bir kalemde gözden çıkarılıyor. İşte, tarihe ve tarihi kalıntılara bakış açısı.