İstanbul Ayasofya

İstanbul Ayasofya

İstanbul Ayasofya ; Ayasofya Meydanı; Bizans döneminde imparator Konstantinus’un annesi Helena adına yaptırılmış ve “Agusteion” olarak isimlendirilmiş. Bu meydanın; güneybatısında, Divanyolu başlıyor. Yolun başlangıcında ise; daha önce anlattığım üzere;” Million Taşı” var.

Evet; Ayasofya; kilisesi/camisi, müzesi.

Şu anki konumu: en son alınan kararlar gereği cami:

Ben tanıtım yazımda, Ayasofya’nın yapılışı ve mimari özellikleri hakkında aşağıda sizlere bilgi vereceğim. Ama, en son durumunu yani cami olduktan sonraki durumunu bilmiyorum. Pandemi nedeniyle İstanbul’a gitme şansım olmadı. Bu yüzden yazımda ysadece Ayasofya hakkında tarihsel geçmişe ait bilgiler vereceğim.

Ayasofya: sanat tarihi ve mimarlık dünyasının, günümüze ayakta kalmış en önemli anıtsal yapılardan biri. Daha ilk yapıldığı dönemlerde bile; mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü, iç süslemeleri ve işlevselliği yönünden; herkesi şaşırtmıştı. Doğu-batı sentezinin ortak bir ürünü. İlk yapıldığı dönemlerde; dünyanın sekiz harikasından biri olarak kabul edilmiş. Bu yaşta ve bu büyüklükte, günümüze gelebilmiş nadir eserlerden.

Orijinal adı: “Hagia Sofia”. Yani: burada yapılan ilk bazilika; “Kutsal Hikmet” e adanmış. Önceki döneme ait bir pagan (putperest ) mabedinin yerine yapılmış. Küçük ölçeklerde yaptırılan bu ahşap ilk yapı; 4’ncü yüzyılda; İmparator Konstantinus zamanında yapılır. Ancak; 404 yılında çıkan bir isyan sırasında yakılır.

Bizans imparatoru II. Theodosius; yanan eski Ayasofya’nın yerine, yapıyı ikinci kez; daha büyük ölçekli olarak yaptırır ve 415 yılında ibadete açtırır.

Ancak; 532 yılında; Hipodrom’da yapılan bir araba yarışı sonucu çıkan, kanlı “Nike Ayaklanması” sonucu, yine yakılır.

20’nci yüzyılda yapılan arkeolojik kazılarda; bu döneme ait (Theodosius Ayasofyası) yapının: giriş bölümü ve cephe mimarisine ait bazı elemanlar bulunur ve temsili bir resim çizilir. (Bahçede bulunuyor)

İmparator Justinyen (527-565) ; Nike isyanını zorlukla bastırır ve “ Adem’den beri hiçbir devirde görülmemiş ve görülmeyecek “ şeklinde söz ettiği, büyük bir ibadethane yapmak üzere harekete geçer.

Hıristiyanlık aleminin, o devirdeki bu en büyük kilisesi, yakılan bazilikanın kalıntıları üzerine, 532 yılında yapılmaya başlanır.

Mimarlar; matematikçi Miletos’lu İsodoros ve Trales’li (bugünkü Aydın şehrinden) Anthemios.

İmparator; hiçbir masraftan kaçınmaz ve devlet hazinesini bu mimarların önüne sunar.

Yapı: bazilika planlıdır. Yuvarlak yapıların üzeri; çok büyük bir kubbe ile örtülür. Orta mekana hakim bu kubbenin yüksekliği 56 m. ve çapının genişliği ise, yaklaşık 30 metredir. Dikdörtgen bir mekan üzerinde, dev ölçüde bir merkezi kubbenin yapımı; mimarlık tarihinde, ilk kez burada denenir.

İmparatorluğun hemen her yerinde bulunan, erken devir antik şehir kalıntılarından; çok sayıda değişik mermer parçalar, sütunlar, başlıklar, renkli taşlar, inşaatta kullanılmak üzere İstanbul’a getirtilir. Ancak; bu devşirme malzeme ve bilhassa sütunların kullanımı için bir sürü değişik orijin hikayesi uydurulur.

Mimari ihtişamı yanında, burada kullanılan mozaiklerin güzelliği de, yapının görsel muhteşemliğini arttırır.

Özellikle, iç narteks ve yan neflerde kullanılan bu mozaikler, altın yaldızlıdır ve geometrik, bitkisel motifler hakimdir.

Dış ve iç görünüşteki tezat ve iri kubbe; Roma mimarisinin mirasıdır. Eser; Bizans devrine ait olmasına rağmen, daha önce örneği olmayan ve sonraki devirlerde de taklit edilemeyen, roma mimari geleneklerine bağlı bir denemedir. Dış görünümü; zarif değildir. Ancak; iç görünümü, saray gibi göz alıcı ve görkemlidir.

Ancak; eşsiz ve üstünlüklerine rağmen; yine de, yapının hayati önem taşıyan hataları vardı. En önemli sorun: kubbenin iriliği ve yan duvarlara yaptığı basınçtı. Böylesi büyüklükte bir kubbenin ağırlığının, temellere aktarılması için gereken teknikler tam olarak gelişmemişti.

Yapı, beş yılda tamamlanır ve 537 yılında ibadete açılır.

İstanbul Ayasofya : Açılış töreninde, heyecanına hakim olamayan imparator, atların çektiği arabası ile içeriye girer ve tanrıya şükür ederek; “ Süleyman Peygambere üstün çıktığını “ haykırır. Zamanla; bazilika çevresinde çeşitli binalar yapılır ve burası, büyük bir dini merkez olarak gelişir.

558 yılında; kubbenin yanlarındaki duvarlar, dışa doğru eğilir ve kubbe yıkılır. İkinci kubbe yapılır. Hem de daha yüksek, ancak daha küçük çaplı. Bu kubbe de; 10 ve 14’ncü yüzyıllarda, iki kez çöker. Her seferinde; büyük paralar harcanarak, Ayasofya ayakta tutulmaya çalışılır.

Evet, Ayasofya bittikten sonra, finans zorlukları ve teknik yetersizlikler nedeniyle, 1000 yıllık süreçte, bu mimari ölçüler aşılamaz. Burası: efsane olarak görülür. Böyle bir yapının; ancak, kutsal kuvvetlerin yardımıyla yapılabileceğine inanılır.

1453 yılında, Türk’ler tarafından şehir ele geçirilince; Ayasofya harap haldedir. Camiye çevrilerek, yapı kurtarılır. Türk mimar, Koca Sinan; 16’ncı yüzyılda; yapıya, payanda duvarları ekler.

İçerideki, 7.50 m. çaplı, dev yazı levhaları; 19’ncu yüzyılda yapılarak buraya yerleştirilir. Özellikle; Sultan Abdülmecit döneminde, İsviçreli Fossetti kardeşler tarafından, ciddi restorasyonların yapıldığı görülür.

Bu çalışmalarda; mihrabın yanına, hünkar mahfili gibi ilaveler yapılır. Mihrap çevresi: Türk çini sanatı ve Türk yazma sanatının en güzel örnekleriyle süslenir.

Bunların yanında; Sultan II. Selim, Sultan III. Mehmet, Sultan III. Murat ve bazı şehzadelerin türbeleri; Sultan I. Mahmut’un şadırvanı, Sıbyan Mektebi, İmaret, Kütüphane, Sultan Abdülmecit’in hünkar mafili gibi eserler; Ayasofya’daki Türk yapı örnekleridir. Türbeler; iç donanımları, çinileri ve mimarileriyle; klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerindendir.

1930-1935 yılları arasında; mozaiklerin bir kısmı ortaya çıkarılmış ve temizlenmiştir. Bu mozaikler; Bizans’ın önemli sanat eserleri arasında yer alır. Bu dönemde: kubbenin demir kuşak ile çevrilmesi, takip eden dönemlerde yıkılmaması için alınan önemli bir önlemdir.

İstanbul Ayasofya ; 2000’li yıllarda; yapıya eklenen madeni iskele; restorasyonların daha seri ve kısa zamanda yapılabilmesini sağlar.

MÜZEDE GEZİ GÜZERGAHI-GEZİ YOLU-GEZİ PLANI

İstanbul Ayasofya ; Aşağıdaki satırları okurken, lütfen Ayasofya cami olmadan önce yazıldığını hatırlayınız. Cami olduktan sonra İstanbul’a gidip yeni düzeni görme şansım olmadığı için, yeni bilgiler veremiyorum.

Evet, Ayasofya müze iken olan uygulama şudur:

Öncelikle bilmelisiniz ki, Ayasofya’nın ziyaretçileri daima çoktur ve kapısının önünde, bilet için uzun kuyruklar oluşur. Bu yüzden: Ayasofya’yı gezmek için uzunca bir zaman ayırmalısınız ki zaten zamanınızın büyük bir bölümü, kapıdan içeriye girmek için oluşan uzun kuyrukta geçecektir, ama elbette beklediğiniz ve sabrettiğiniz süre, içeride göreceğiniz güzelliklere değecektir.

Batı yönündeki, orijinal kapıdan, müzeye gireceksiniz. Burada: tahmin ettiğiniz gibi, ücret gişeleri bulunmakta olup, müze kartınız varsa, bu zahmete katlanmadan, müzeye giriyorsunuz. Ancak; Müze içinde, gerek Harem ve gerekse Hazine dairesine girebilmek için, ilave ücret ödemek gerekiyor.

İstanbul Ayasofya ; Evet; girişten sonra, girişin hemen yanında, önceki yani ilk Ayasofya yapısına ait kalıntıları göreceksiniz. Sonra; dış koridor ve sonra 5 kapı ile iç koridora açılan bölüme geliyorsunuz.

Burası, yani iç koridor; 9 kapı ile, kilisenin esas kısmına açılıyor. Ortadaki yüksek kapı: imparatorluk kapısı. Bunun üzerinde göreceğiniz mozaik pano: 9’ncu yüzyıl sonunda yapılmış. Ortada: taht üzerinde bulunan pantokrator’da (mozaik resim); İsa’dan bir imparator şefaat istemekte.

Apsis ve kubbenin yanlarındaki madalyonlarda ise; çocuk İsa, Meryem Ana ve Beş Melek mozaiklerinin bulunduğu portreler var. Karşı duvardaki bir başka melek figürü tahrip olmuş. İç koridor ve yan neflerin tavanındaki figürsüz mozaikler ise; İmparator Justinyen dönemine ait.

Evet, içeri giriyorsunuz. Yapının ana kısmında: sizi, görkemli ve muazzam bir mekan karşılıyor. İçeriye girdiğiniz ilk andan itibaren; kubbenin büyüklüğü, sizi mutlaka etkileyecek. Kubbe; sanki havada durmakta ve bütün binayı kaplamakta. Duvarlar ve tavanlar; mermer ve mozaiklerle kaplı ve rengareng bir görünüm var. Kubbe mozaikleri; üç değişik renk tonu ile yapılmış.

Bu renk tonları; aslında, burada yapılan tamiratların eseri, yani orijinalde, bu renk tonları yokmuş. Tamiratlarda, aynı rengi tutturamadıklarından, renk tonları ortaya çıkmış. Yapılan tamiratlar; kubbeyi tam bir çember olmaktan da uzaklaştırmış.

Günümüzde; tam bir çember değil. Kuzey-güney yönündeki çapı: 31.80 metre ve doğu-batı yönündeki çapı ise: 30.87 metre Yükseklik: 55.60 metre.

Kubbenin dayandığı dört pandifte; yüzleri kapatılmış dört kanatlı melek figürü var.

İstanbul Ayasofya ; Orta mekan, yanlarda sütunlarla ayrılmış bölümlerde, karanlık nefler yani bir tür yollar uzanıyor. Orta mekanın boyutları: 74.67 x 69.80 m. Alt katta ve galerilerde; toplam 107 sütun var. Sütun başlıklarının süslemeleri ; Klasik 6’ncı yüzyıl, Bizans süsleme sanatını örneklerini yansıtıyor. O döneme ait diğer bir özellik ise; derin oyulmuş mermerler.

Bunlar; güzel bir ışık ve gölge oyunları yaratıyor. Ortalarında: imparator monogramları bulunuyor. Orta sütunlar; beyaz mermerden yapılmış. Köşelerde bulunan sütunlar ise; yeşil Selanik mermerlerinden yapılmış. Zeminde yer alan, renkli mermer parçalarından yapılmış kare kısım; imparatorların taç giyme mahal.

Büyük bir imparatorluğun baş kilisesi olduğu dönemlerde; apsis önündeki bölmeler ve kilisenin diğer birçok bölümü; altın ve gümüş levhalarla kaplı, fildişi ve mücevherlerle süslü imiş. Bir kısım kapı bile; böylesine kıymetli madenlerle kaplı imiş. 1204 yılındaki Latin istilasında, haçlılar; bütün bunları ve diğer bazı mimari parçaları sökerek, Avrupa’ya kaçırmışlar.

Galeriler seviyesinde; duvarlara asılı, deri üzerine işlenmiş, 7.5 m. çapındaki büyük diskler ve kubbedeki yazıt: buranın bir zamanlar cami olarak kullanıldığını hatırlatıyor. Bu eserler; 19’ncu yüzyılın ortalarında, dönemin büyük ustaları tarafından yazılmış. Yuvarlak tablolarda: Allah, Hz. Muhammed, 4.Halife ve Hasan-Hüseyin isimleri yazılı. Apsis içine yerleştirilmiş cami mihrabı, mihrap üstündeki vitraylar, yanındaki minber ve mevlithan balkonları, ana yapıya, Türk dönemi eklentileri.

İstanbul Ayasofya : Evet; orta mekanın giriş yanlarında; mermerden yapılmış, iki küresel kap var. Antik orjinli bu kaplar; 16’ncı yüzyılda, Bergama’dan getirtilmiş. Binanın, kuzey köşesinde; terleyen sütun var.

Bu sütunun alt kısmı; bronz bir kuşak ile çevrilmiş. Aman dikkat edin. Burada: parmak sokulabilecek büyüklükte bir delik var. Buraya; dilek sütunu adı verilmiş. Bu deliğe, parmağınızı sokarak dilekte bulunursanız, dileğinizin olacağı rivayet ediliyor. Denemenizi tavsiye ederim.

Binanın üst galerilerine: binayı dışarıdan destekleyen payandaların, kuzeyde bulunan ilkinin içindeki rampadan çıkılıyor. Buradan, yukarı çıktığınızda: binayı üç yönden kuşatan galeriler var. Bu galerilerden; iç mekan, daha başka güzel görünüyor. Bu galerilerin bulunduğu bölüm: imparatorluk kadınları için ayrılmış. Kilise toplantıları da burada yapılıyormuş.

Kuzey kanatta bir ve güney kanatta ise üç mozaik pano var. Güney kanatta; yanındaki pencereden; üzerine gün ışığı süzülen, Bizans mozaik panosu muhteşem bir sanat eseri. Burada işlenen konu ise: çok geniş, son mahkeme sahnesinin tam ortasında bulunan ve Diesis diye bilinen, üçlü figür.

Ortada: İsa, onun sağında Meryem ve solunda ise Hz. Yahya var. Arka fon mozaikleri: figürlerin güzelliğini daha da arttırmış.

Yüz ifadeleri; muhteşem ve gerçekçi. Güney galerinin dibinde, başka bir mozaik pano daha var. Bu pano: 12’nci yüzyılda yapılmış. Meryem Ana ve çocuk İsa, İmparator II. Komnenus, imparatoriçe İrene, yan duvarlarda ise, hasta Prens Aleksios resmedilmiş.

Burada; resimde görülen, takdim edilen rulo kiliseye bağışları, deri kese ise altın yardımlarını ifade ediyormuş. Macar asıllı imparatoriçe İrene; ırk özellikleri gereği açık ten ve açık saç rengi ile betimlenmiş.

Burada bulunan ikinci panoda: tahta oturmuş İsa, yanında imparatoriçe Zoe ve üçüncü kocası İmparator Konstantin Manomakhos görülüyor. Konstantin’in kafası üzerindeki yazıt; kazınıp, sonra yeniden yapılmış. Bu pano: imparatorluk ailesinin, kiliseye şükran ve bağışlarını sembolize ediyor.

Evet; müze gezimiz bitiyor. İç koridordan, müzeyi terk edeceğiz. Burada, yani iç koridorda; 10’ncu yüzyıldan kalma bir mozaik pano var. Bozuk perspektifli figürler; ortada Meryem ana ve çocuk İsa, yanlarda ise şehir maketini sunan, büyük İmparator Konstantin ve Ayasofya maketini sunan İmparator Justinyen tasvir edilmiş.

Çıkışta; muazzam bronz kapılar göreceksiniz. Bunlar: kısmen zemine gömülü ve MÖ. 2’nci yüzyılda; Tarsus’dan, belki de bir pagan (putperest) mabedinden getirildiği sanılıyor. Müze bahçesinde; değişik dönemlerde inşa edilmiş, Türk sanat eserleri var.

Yukarıda bunları anlatmıştım. Bazı sultanların türbeleri, okul, saat ayar evi ve şadırvan var. Doğu cephesindeki iki minare 15’nci yüzyılda, batı cephesindeki iki minare ise 16’ncı yüzyılda eklenmiş.

Evet; bu eşsiz sanat eserinden çıktınız. Dışarıdan çok sade görünen bu yapı, içine girildiğinde, aynen bir saray yapısı ihtişam ve görkemini sunuyor. Kesinlikle, bu tezata şaşırdığınıza eminim. Ama şu var ki; buradan ayrılırken, bu muhteşem yapı hakkında, yukarıda yazılı bilgiler ışığında, çok güzel zaman geçirdiğinize inanarak ve memnun ayrılacaksınız.

Çünkü; gerçekten, büyük bir mimari harika. Mutlaka gidin, buradan birkaç saatten önce ayrılmanız mümkün değil, bol zaman ayırın ve doya doya gezin.

Evet: bu yapı: 916 yıl kilise ve 447 yıl cami olarak kullanıldıktan sonra, Atatürk’ün emriyle; 1935 yılından bu yana; 74 yıldır müze olarak korunmakta. Aynı Tanrı’ya inanan, iki değişik dinin hizmetinde bulunması gerçekten ilginç.

Evet, Ayasofya müzesi, Pazartesi günleri hariç, her gün ziyarete açık. Mutlaka gidin. Ülkemizin, en çok ziyaret edilen, ilk üç müzesinden biridir.

Son bir not: Temmuz 2020 tarihinde Ayasofya cami olarak kullanılmaya başlandı.