İstanbul Harbiye-Maçka

harbiye.genel.1
İstanbul Harbiye-Maçka

Harbiye semti ismini: burada 1841 yılında yapılan ve 1853 yılındaki yangında yanan ve ardından tekrar yapılan “Mekteb-i Harbiye” den almıştır. Mekteb-i Harbiye: Sultan II. Mahmut tarafından 1834 yılında kurulmuştur.

Bölgedeki sivil yerleşim: 1870 yılında Beyoğlu yangınından sonra, evsiz kalan gayrimüslimlerin burada inşa edilen kagir binalara taşınmasıyla başlamıştır. Bu dönemde burada yapılan zarif köşkler ve ahşap konaklar ardından yıkılarak günümüzdeki beton yığınları oluşmuştur.

istanbul radyo evi.1
İstanbul Harbiye-Maçka İstanbul Radyo Evi

İSTANBUL RADYO EVİ

1930’lu yıllara kadar Elmadağ’a olan kısımda: Pangaltı Ermeni Mezarlığı olarak isimlendirilen büyük bir mezarlık bulunuyormuş. İçinde bir okul ve ahşap Surp Krikor Lusaroviç kilisesinin de bulunduğu mezarlık, 1932 yılında kamulaştırıldı ve mezarlık kaldırıldı.

1949 yılında: Harbiye Orduevinin hemen yanına, 4 katlı “Türkiye Radyo ve Televizyon Binası” yaptırılmıştır. İstanbul Radyo evi: 19 Kasım 1949 tarihinde dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından açılarak hizmete girmiştir.

Toplamda 13 stüdyosu bulunan binada, tüm stüdyolar binanın iç kısmına bakacak şekilde konumlandırılmıştır. Tüm bina, içindeki tek seyircili stüdyo olan A Stüdyosu çevresinde yükseliyor. Binadaki bazı stüdyolar: Mesut Cemil, Nida Tüfekçi gibi TRT sanatçılarının isimleriyle anılıyor. Ankara Stüdyolar Dairesinden gelen mühendisler tarafından stüdyonun kullanımına özel hesaplar yapılarak duvarlara ses tutucular yerleştirilmiştir.

Avrupa’da ilk üç içinde olan binada, zamanlama da çok önemli ve bu yüzden özellikle koridorlarda ve stüdyo içlerinde sıkça dijital saatlere rastlanmaktadır. Son aldığım bir habere göre: Radyo evi, TRT tarafından satılacak, Birleşmiş Milletler veya bir otel olarak kullanılacakmış ki, kesinlikle doğru olduğunu düşünmüyorum, çünkü burası anıt niteliğinde bir yapıdır ve gerek binanın ve gerekse TRK mülkiyetinin korunmasının gerekliliğine inanıyorum. Buradan çıkarılan bir sonuç ta; okurların burayı en kısa zamanda ziyaret etmesidir, çünkü yakın zamanda belki de böyle bir imkan bulunmayacaktır.

askeri müze.00
İstanbul Harbiye-Maçka Harbiye Askeri Müze

HARBİYE ASKERİ MÜZESİ

Askeri Müze, ilk kurulduğunda “Aya İrini” de hizmet vermiştir. İstanbul’un fethinden sonra, Aya İrini kilisesi: değerli silah, araç ve gereçlerin toplandığı Cebehane olarak düzenlenmiştir. 1726 yılında Cebehane’deki tüm malzemeler, yeni bir düzen verilerek “Dar-ül Esliha” adıyla yeni bir kuruluşta toplanmıştır.

Aya İrini kilisesinde: 1846 yılında Tophane Müşiri Ahmet Fethi Paşanın girişimleriyle, revakların araları camekanla kapatılarak sergileme mekanları haline dönüştürülmüştür. Bu mekanların bir kısmında eski harp silah, araç ve gereçlerinden oluşan koleksiyonlar, diğer bölümlerinde ise arkeolojik eser koleksiyonları sergilenmiştir. Böylece: Türk müzeciliğinin temeli atılmıştır. Ahmet Fethi Paşanın ardından, Aya İrini’de bulunan bu koleksiyon: ilk defa “Müze” ismini alarak “Müzeyi Hümayun” olarak isimlendirilmiştir.

Ardından koleksiyondaki eser sayısı artınca, arkeolojik eserler, Çinili köşke taşınmış ve bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesinin temeli atılmıştır. 1940 yılına kadar Aya İrini’de faaliyetlerini sürdüren Askeri Müze, II. Dünya savaşının Türkiye’ye sıçrayabileceği düşünülerek bir süre kapatılmıştır. Savaş tehlikesinin ardından ise, 1949 yılında Maçta Silahhanesinde depolanan eserler 1959 yılından itibaren Harbiye Mektebi Jimnastikhanesi binasında yeniden sergilenmeye başlamıştır.

Ancak bu binanın zamanla askeri müze koleksiyonları için yetersiz kalması üzerine: 1966 yılından itibaren restorasyon çalışmaları sürdürülen eski Harbiye binasının Askeri Müze olarak kullanılmasına karar verilmiş ve 10 Şubat 1993 tarihinde yapılan düzenlemenin ardından ziyarete açılmıştır. Müze ve Kültür Merkezi olarak kullanılan yapı: 1966-1991 yılları arasında Prof. Dr. Nezih Eldem tarafından düzenlenmiştir.

askeri müze.atatürk sınıfı.1
İstanbul Harbiye-Maçka Harbiye Askeri Müze

Müze binası

Müzenin bulunduğu binada: daha önce “Mekteb-i Harbiye” bulunuyordu. Bina: 1864 yılında Sultan II. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Mekteb-i Harbiye’nin en ünlü öğrencisi 1899-1905 yılları arasında burada okuyan “Mustafa Kemal Atatürk” tür ve okuduğu sınıf: orijinal haliyle korunmaktadır. Burada: Atatürk’ün okul fotoğrafları ve belgeleri sergilenmektedir.

Harbiye Mektebi: I. Dünya savaşının sonuna kadar eğitimi sürdürdü. Bu yıllarda öğrencilerin büyük bölümü “Milli Mücadele” ye katılmak için Anadolu’ya geçtiğinden kapandı ve 1923 yılında yeniden açıldı. Cumhuriyetin ilanından sonra, Harbiye, 1936 yılında Ankara’ya taşındı ve müzenin bulunduğu bina, bir süre çeşitli askeri birlikler tarafından karargah olarak kullanıldı. 1966 yılında ise, binanın tarihi ve mimari özellikleri korunarak bir askeri müzeye dönüştürülmesine karar verildi. 1993 yılında, Askeri Müze, burada ziyarete açıldı.

askeri müze.müzenin içi.1
İstanbul Harbiye-Maçka Harbiye Askeri Müze
askeri müze.müzenin içi.2
İstanbul Harbiye-Maçka Harbiye Askeri Müze

Müze koleksiyonları

Müzede zengin bir silah ve zırh koleksiyonu vardır. Müzenin koleksiyonundaki eser sayısı 55.000 civarında olup bunlardan 5.000 tanesi sergilenmektedir. Bunlar: dönemlerine ve konularına göre tasnif edilmiş ve gayet güzel bir şekilde sergilenmektedir.

Özellikle görmenizi önereceğim parçalar şunlardır: Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim tarafından kullanılan kılıçlar, 1526 yılında Mohaç Savaşında yeniçerilerin kullandıkları davullar (timbal), Fatih Sultan Mehmet’in 1473 yılında yendiği Uzun Hasan’a ait zırh koleksiyonu, Jön Türklerden Talat Paşanın 1921 yılında öldürüldüğünde üzerinde bulunan kanlı gömlek, Sadrazam Mahmut Şevket Paşanın 1913 yılında öldürüldüğü arabası, Fatih’in İstanbul’u fethi sırasında, gemileri Haliç’e indirmesini gösteren maket, canlandırma sahneleri ve modeller ile, gemilerin Haliç’e indirilmesini önlemek için Sarayburnu-Kadıköy arasında gerilen zincirin bir parçası, Osmanlı padişahlarının savaşlarda kullandıkları muhteşem işlemeli otağlardır.

Müzede dikkati çekecek tablolar bulunuyor. Bunların çoğunluğu Harp Okulu öğrencileri tarafından yapılmıştır. Ayrıca yabancı konuklar tarafından, devlet başkanlarına ve komutanlara hediye edilen eserler de burada sergileniyor. Kara Harp Okulundaki spor faaliyetlerinde kazanılar kupalar da sergilenen objeler arasındadır. Özellikle kazanılan ilk basketbol kupası ilgi çekiyor.

askeri müze.mehter konseri.1
İstanbul Harbiye-Maçka Harbiye Askeri Müze

Müzenin Atatürk Salonunda, her gün “Mehter” in tarihçesinin anlatıldığı bir multivizyon gösterisi düzenlenir ve ardından saat: 15.00-16.00 arasında dünyanın en eski bandosu olan Mehter Takımı Konseri yapılır.

Müzenin salonlara göre yerleşim durumu

Giriş Salonu: burada sitenin maketi ve müze koleksiyonundan seçme bazı objelerin bulunduğu “Tanıtım Vitrini” bulunmaktadır.

Tanıtım Salonu: Burada: müzenin tarihi: 1846 yılından günümüze kadar olan süreç, çeşitli fotoğraflar ve belgelerle anlatılmaktadır.

Atıcı Silahlar Salonu: Bu salonda: okçuluk ve ok ile ilgili objeler sergilenmektedir. 17 ile 19’ncu yüzyıllar arasından kalan, Osmanlı yay ve okları, muhafazaları, hedefleri, yay germe araçları, ok yatakları, yayı gererken parmağa takılan objeler sergilenmektedir.

Binicilik Salonu: 19 ile 20’nci yüzyıllara ait, binicilikle ilgili malzemeler sergilenmektedir. Eyerler arasında: Türk, Alman ve İngiliz tipi eyerler görülebilir.

Fatih ve Yavuz Köşesi: Fatih Sultan Mehmet ve Yavuz Sultan Selim’in atlı mankenleri ve İstanbul’un fethinde Osmanlı gemilerinin karadan Haliç’e indirilmesini gösteren panoramik maket görülür. Ayrıca: Ateşli Silahlar Salonu, Top maketleri ve küçük çaplı top teşhir salonu, Somali-Bosna-Kosova iç güvenlik salonu, Askeri kıyafetler salonu, Bayrak ve sancaklar salonu, Çadırlar salonu, Şehitler galerisi, Meşrutiyet Salonu, I. Dünya savaşı salonu, Çanakkale savaşı salonu, Kurtuluş Savaşı Salonu olmak üzere, toplam 28 salon bulunmaktadır.

hasan rıza.1
İstanbul Harbiye-Maçka Harbiye Askeri Müze

Hasan Rıza

Askeri Müzede: savaş sahnelerinin bulunduğu çok sayıda tablo bulunmaktadır. Ama bunlardan en ilgi çekenleri: Hasan Rıza tarafından yapılmış 1526 yılı Mohaç Savaşı ve 1529 yılı Viyana kuşatması tablolarıdır. Ayrıca: 1899 yılında, tarih kitaplarında sıkça karşılaşılan, Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı’dan İstanbul’a girişinin betimlendiği tabloda: Fatih’in bindiği kıratın hemen yanında, elinde tüfek olan yeniçeri muhafızı ise tabloyu yapan ressam Hasan Rıza’dır. Bu tabloda kendini resmederek gösterdiği espri anlayışı, Hasan Rızanın son derece renkli kişiliğinin de yansımasıdır.

Bunları yapan Hasan Rıza: Üsküdar doğumludur, Deniz Harp Okulunda okurken: son sınıfta okuldan gönüllü olarak ayrılmış ve 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşına katılmıştır. Er olarak Rus sınırındaki bir alaya gönderilen ressama, savaşı yakından izleyip resimlemekle görevli İtalyan bir gazetecinin muhafızlığını yapması görevi verilir. Gazeteciden çok etkilenen Hasan Rıza, bir gün yaşlı gazetecinin kara kalem portresini yapıp kendisine gösterir.

İtalyan gazeteci çok şaşırır ve aralarında başlayan dostluk, savaş sonrasında da devam eder. Savaştan sonra, Heybeliada’daki okuluna dönen Hasan Rıza, aynı adada yaşamakta olan İtalyan gazeteciyi sık sık ziyaret ederek resim konusundaki bilgisini arttırır. Ardından İtalyan gazetecinin teşvikiyle İtalya’ya gider. 10 yıl süresince, çeşitli resim atölyelerinde eğitim görür. Sonra Mısır’a geçer ve orada da 2 yıl eğitim görür. Ardından Türkiye’ye döner ve kendisini tamamen resme verebilmek için, Edirne Karaağaç’ta bir atölye kurar.

Ünlü kişilerin portrelerini ve tarihi olayları anlatan tablolarının çoğunu, Karaağaç’taki sakin ortamda resmeder. Özellikle, Osmanlı tarihindeki önemli olay ve savaşları betimlediği tablolardan oluşan bir seri yapmak için kolları sıvar. Konusunu tarihten alan çok sayıda tablo, kısa sürede ustalıkla tamamlanır. Ancak bu seriden günümüze çok az sayıda tablo ulaşabilmiştir.

1’nci Balkan savaşı sırasında, 1912 yılında Edirne Hastanesinde çalışmıştır. Bulgarlar, Edirne şehrine girdiklerinde, eserlerini kurtarabilmek için evine dönmeye çalışırken öldürülmüştür. Ardından atölyesindeki resimlerin bir kısmı parçalanır ve yağmalanır. Bazıları Sofya’ya götürülür. Daha sonra birkaç eseri Viyana Müzesinde ortaya çıkar. Kurtulabilen eserlerinin bazıları İstanbul’a getirilir. Günümüze kadar ulaşan eserlerinden bazıları “Viyana Müzesi” nde sergilenmektedir.

notre dame de sion.000
İstanbul Harbiye-Maçka Notre Dame De Sion

NOTRE DAME DE SİON

Radyo evinin karşısındadır.

7 Ekim 1856 tarihinde, İstanbul’a gelen 11 rahibe: Pangaltı semtinde, adını yanında bulunan kiliseden alan ve o güne kadar “Filles de la Charite” ler tarafından idare edilen “Maison du Saint-Esprit” adlı yatılı okulun yönetimini devralmış ve böylece 27 Kasım 1856 tarihinde, Notre Dame de Sion yatılı okulu: ülkemizde resmen açılan ilk kız lisesi olmuştur. Adının anlamı “Sion’un Meryemi” dir.

Önceleri sadece yatılı Hıristiyan öğrenciler kabul edilmiş bir dönem sonra ise Yahudi öğrenciler de alınmaya başlamıştır. 1863 yılında ise İmparatorluğun önde gelenlerinin teklifi sonucu, Padişahın onayı ile Müslüman kız öğrenciler de alınmaya başlamıştır. Böylece: farklı dinlerden ve ortamlardan gelen öğrenciler, bir çatı altında başkalarına saygı, farklılıklara açık olmayı ve hoşgörüyü öğrenmişlerdir.

1’nci Dünya savaşı sırasında, Fransız rahibelerin ülkeyi terk etmeleri üzerine okul kapanmış, önce Mühendislik okulu ve daha sonra ise rahibelerin çalıştığı bir hastane olarak kullanılmıştır. 1919 yılında tekrar açılan okul, Cumhuriyetin kurulmasıyla Türk Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmıştır.

Atatürk’ün 3 manevi kızı (Rukiye, Nebile, Afet) da burada eğitim görmüştür. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Çalıkuşu romanındaki Feride de burada okumuştur.

Zamanla toplumun tüm kesimlerinden, gündüzlü öğrenciler de kabul edilmeye başlamıştır. İlkokul bölümü 1971 yılında, yatılı kısmı 1972 yılında kapanmıştır. Rahibeler görevlerine devam etmesine rağmen, okula 1989 yılında laik bir müdür getirilmiştir. 1996-1997 öğretim yılında ise, 140 yıl Kız Lisesi olarak eğitim veren okul, karma eğitime geçmiş ve erkek öğrenciler kabul edilmeye başlanmıştır.

Gelelim günümüze, çok güzel mimarisi bulunan okulun, muhteşem bir de konser salonu bulunuyor. Burada birçok klasik müzik konseri düzenleniyor.

st esprit kilisesi.1
İstanbul Harbiye-Maçka St Esprit Kilisesi-Katedrali

St Esprit kilisesi-Katedrali

İstanbul’da Latin cemaatinin en önemli yapısı, okulun hemen arkasında, Türk dostu olması nedeniyle “Papa Roncali” isim verilen sokaktaki “St Espirit Kilisesi”; 1845 yılında: İstanbul şehrinde Papa’nın temsilcisi olan Hillereau tarafından İtalyan mimar Guiseppe Fossati tarafından yapılmıştır. Mimar Fossati: başta Rus elçiliği olmak üzere, Hollanda Konsolosluğu ve Galata’da bulunan San Paulo Pietro Kilisesinin de bulunduğu pek çok bina inşa etmiştir.

O yıllarda bu bölgede: 1837 yılında inşa edilen Ermeni Katolik Surp Agop Hastanesi, 1838 yılında inşa edilen Artigiana Düşkünler Evi bulunuyordu ve kilise, bölgenin üçüncü önemli yapısı oldu. Kilisenin buraya gelmesiyle, cemaat de çevresine toplanmaya başladı. Yani: St Esprit kilisesi, Taksim’in ötesinin yerleşime açılmasında önemli rol oynadı. Ama öncesinde, kiliseyi yaptıran ruhani lider Hillerau: ıssız bir yerde kilise kurdurmak istemesi nedeniyle eleştirilmişti.

Cephesi: Norte Dame ve Sion Fransız Lisesi tarafından kapatılmıştır. Çünkü ilk yapılan bina kompleksinin papaz semineri için tasarlanmış kısmı, günümüzde Notre Dame de Sion Lisesi olarak kullanılmaktadır.

Kilisenin en etkileyici bölümü, kilise yaptırılırken: Saint Esprit’e inananların defni için bir de yer altı mezarlığı hazırlanmıştır. 1927 yılına kadar defin işlemleri sürdürülen yer altı mezarlığında, Osmanlı Sarayının ünlü müzisyeni ve aynı zamanda Mızıka-yı Hümayun kurucusu Giuseppe Donizetti’nin ve kilisenin kurucusu Hillereau ve İstanbul Latin cemaatinin pek çok üyesinin mezarları bulunmaktadır.

Mezarlığa gitmek için, önce karanlık koridorlardan geçerek aşağıya inmek gerekiyor. Bu koridorlar, sonsuza dek bitmeyecek, dünya böyle dar ve uzun yollardan ibaret kalacak gibi iken, karşıya bir kapı çıkar. Arkasından: havaya: neme ve çürümüşlüğe benzeyen bir koku karışır. Sağ bölümde: mermer bir katafalk üzerinde bir büst görülür. Bu mermer büst: boş gözlerle, ölülerin arkalarında bıraktıklarını ve varlıklarını kazımak için hayata kazımaya çalıştıkları izleri seyrediyor gibidir. Altında “Francesco Della Suda” yazılıdır.

Diğer ismi Faik Paşa olan bu kişi: Sultan Abdülaziz döneminin ünlü eczacısıdır. Bugünkü İstiklal caddesinin birkaç yerinde eczaneleri vardı. Paşanın büstünün hemen çaprazında: Cenova kökenli Parma ailesinin aile mezarlığı vardır. Yukarıda söz ettiğim gibi, Donizetti Paşa’da burada gömülüdür ve katafalkının önünde portresi durur. Mezarlıkta: St Esprit’in kurucusu Hillereau ve 40 kadar rahibenin mezarları da bulunuyor.

Ancak depremlerde yıkılan orijinal yapı, 1864 yılındaki depremde çatısı adeta yıkılacak gibi çatırdayınca kilisenin tekrar yapılmasına karar verildi. Bu kez mimar Pierre Vitalis idi. Ancak bu inşa döneminde kolera salgını başladı ve mimar Vitalis, hastalıktan korkarak Büyük Ada’ya kaçtı. Bunun üstüne, binanın mimarlığı da papaz Antoine Giorgiovitc’e kaldı. Bitirilen kilise, 1876 yılında katedral ilan edilerek ibadete açıldı.

1922 yılında, İtalya’daki Fermo şehrinde dökülmüş 3 yeni çan eklendi. 1980 yılında, kilisenin içindeki bütün resimler yenilendi.

Barok üslubuna yakın özellikler gösteren yapı, üç nefli, dikdörtgen bazilikal planlı yapı: beşik çatı ile örtülüdür. Kilisenin ana girişindeki iki sütun, orgun bulunduğu galeriyi taşır. Altı sütundan oluşan, iki diziyle, mekan üçe ayrılır. Sağdaki, dördüncü sütun üzerinde vaaz kürsüsü bulunur. Sağdaki nef “Altınağızlı Aziz Hrisostomos” a adanmıştır. Vaftiz Şapeli de, buradadır. Sunak bölümü, son derece görkemlidir.

Batı cephesinin iç kısmında Papa XVI. Benedictus’un İstanbul ziyareti içi hazırlanan madalyonun çok büyük boyutlarda bir kopyası, hatıra levhası olarak yerleştirilmiştir.

Kilisenin avlusunda: barışçıl olarak bilinen Papa XV. Benedictus heykeli bulunmaktadır. Heykelin kaidesi Medici ve heykelin kendisi Quattrini tarafından yapılmıştır. Üzerinde makamının kıyafetleri olan Papa, sol elinde adil barışı simgeleyen bir kağıt rulosu tutmaktadır. Sağ elini ise, kutsamak için kalabalıklara uzatmıştır. Heykelin açılışına 1921 yılında Şehzade Abdülmecit’de katılmıştır.

Okulun arkasında ise Vatikan Konsolosluğu bulunur. Zaten uzun süre bakımsız kalan kilise, Vatikan temsilcisi Marovitch’in üstün çabaları sonucu temizlenmiştir.

notre dame şapeli.1
İstanbul Harbiye-Maçka Notre Dame de Sion Şapeli

Notre Dame de Sion Şapeli

Bu küçük kilise yani şapel: 1856 yılında kurulan okulun iç avlusunda, 1905 yılında inşa edilmiştir. Çünkü eskiden okulda öğretim elemanı ve görevli olarak çok sayıda rahibe bulunuyordu. Şapel, bu rahibeler ve okuldaki Hıristiyan öğrencilerin ibadet etmesi için yapılmıştır. Ancak rahibeler ve Hıristiyan öğrencilerin sayısı azalınca, şapel atıl kalmış ve 20 yıl önce kapatılmıştır.

Okulunun kuruluşunun 150’nci yılına denk gelen 2009 yılında restore edilmiştir. 20 yıldır kaderine terk edilmiş yapı onarıldı, salon ve sahne düzenlendi, sonra tavana geçildi, gotik tarzın zarif örneklerinden biri olan tavanı, ikinci bir sahne olarak kullanılması düşünüldü. Bunun için de tavanı rengarenk led ışıklandırmayla donatıldı.

Böylece, ortaya Türkiye’de türünün tek örneği olan bir dekorasyon çıktı. Günümüzde 150 yıllık bu şapel: 558 kişi kapasiteli konser ve tiyatro salonu olarak kullanılmaktadır. Burada düzenlenen konserlere, özellikle İstanbul’da yaşayan yabancılar rağbet etmektedir.

hilton oteli.1
İstanbul Harbiye-Maçka İstanbul Hilton Oteli

İSTANBUL HİLTON OTELİ

1955 yılında açılmıştır. İstanbul ve Türkiye’nin ilk 5 yıldızlı otelidir. Şehrin ana yerleşimini belirleyen Prost planına göre, park olarak belirlenen alana yapılmıştır. Otel Emekli Sandığı tarafından, Amerikalı bir mimarlar gurubunun Sedad Hakkı Eldem kontrolünde hazırladığı tasarıma göre yapılmıştır. Dikdörtgen prizması şeklindeki otelin boyutları, 21 x 100 metredir.

Çevresi boş olması nedeniyle adeta şehri ve boğazı kucaklayan konumdadır. Otel, yapımının ardından büyük ilgi görmüş ve birkaç yıl sonra genişletilerek kullanılmaya başlamıştır. İlk önce 278 odası bulunurken bu genişletmenin ardından 1966 yılında otele 150 oda daha eklenmiştir. Günümüzde oda sayısı 499 adettir.

Otelin yapımıyla ilgili bir söylentiden söz etmek istiyorum. II. Dünya savaşında, savaştan kaçarak İstanbul’a sığınan Macar güzeli Zsa Zsa Gabor: büyük bir İstanbul hayranı olarak 1942 yılında evlendiği Conrad Hilton’a şehri anlatmış ve o dönemde pek popüler olmayan, Avrupa şehirleri dururken İstanbul şehrine Hilton oteli açılmıştır. Yani, buraya Hilton otelinin açılması, bir aşkın eseridir. İstanbul Hilton, Hilton oteller zincirinin Amerika dışında dünyadaki 3’ncü otelidir.

cemiz topuzlu.0
İstanbul Harbiye-Maçka Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu

CEMİL TOPUZLU AÇIK HAVA TİYATROSU

Harbiye semtinde, Dolmabahçe vadisinde, İstanbul Hilton oteliyle Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı arasındadır. Şehircilik uzmanı Henry Prost’un 1930’larda yaptığı şehircilik imar planında yer almıştır. 1946-1947 yılları arasında inşa edilmiştir. Mimarlar Nihat Yücel ve Nahit Uysal’dır. Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar tarafından temeli atılmıştır. Tiyatro ismini: 1912-1920 yılları arasında İstanbul Belediye Başkanlığı yapmış ve daha da önemlisi Türkiye’de modern cerrahinin ve Tıp Fakültesinin kurucusu olan Cemiz Topuzlu’dan alır.

Tiyatroya bu isim, 1958 yılında verilmiştir. Tüm eksiklikleri tamamlanarak, 1950 yılında hizmete girmiştir. Cephe kaplamaları için: küfeki ve Uzunköprü taşı karıştırılarak renk nüansı sağlanmıştır. Döşemeleri Uzunköprü taşından yapılmıştır. Sahne 200-300 sanatçının serbest hareket edebileceği kadar büyüktür. Geçit ve kapılar, sahnenin birden boşalmasını sağlayacak şekilde düzenlenmiştir.

Açık hava tiyatrosu, yaklaşık 4000 seyirci kapasitelidir ve İstanbul şehrinin en büyük açık hava tiyatrosudur. Ancak burada genellikle konserler düzenlenir. Gelelim tiyatro hakkındaki son duyumlara: bir dönem, tiyatronun üstünün açılır kapanır tavan yapılacağı söyleniyordu. Hatta: 2020 Olimpiyat oyunlarına aday olan İstanbul şehrini incelemeye gelen Olimpiyat uzmanları, burayı gördüklerinde çok beğenirler ve üstünün kapatılması durumunda, halter yarışmalarının burada yapılabileceğini bildirirler.

Hemen ardından, buranın yıkılıp yeniden yapılması için tüm izinler alınır. 2012 yılından sonra aradan 4 yıl geçince, Olimpiyat olasılığı da kalmamasına rağmen, buranın tamamen yıkılacağı ve yerine daha modern ve 7000 seyirci kapasiteli bir salon yapılacağı söyleniyor. Elbette: zaman içinde hasar gören, kullanımı zor ve tehlikeli hale gelen, yetersiz kalan tesislerin yıkılıp yenilerinin yapılması olağandır ama bence, burası yıkılmamalı, sadece onarım yapılarak kullanım sıkıntısı yaşanan yerleri yenilenmeli, kapalı bir salon yapılmak isteniyorsa, şehrin başka bir yerine yapılmalıdır. Evet, sizler gidip burayı gördüğünüzde, hangi görüşü destekleyecek gözle bakacaksınız bilmiyorum, ama bir ihtimal, yıkılıp yerine başka bir tesis kurulursa, işte bu sorunun cevabı çok net değil?

lütfi kırdar.000
İstanbul Harbiye-Maçka Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı

LÜTFİ KIRDAR KONGRE VE SERGİ SARAYI

Prost planı uyarınca: kapalı salon, spor karşılaşmaları ve açılacak sergiler için yaptırılan Spor ve Sergi Sarayı olarak planlanmış ve 1948 yılında Vietti Violi, Şinasi Şahingiray ve Fazıl Aysu tarafından hazırlanan projeye göre yapılmıştır.

7000 seyirci kapasiteli salon: uzun yıllar boyunca İstanbul halkına konser, sergi ve sempozyumların düzenlenmesinde hizmet etmiş ve ardından: 1995-1996 yılları arasında yenilenerek “Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı” olarak hizmete açılmıştır. Lütfi Kırdar: 1940’lı yıllarda İstanbul Vali ve Belediye Başkanıdır. Yeni düzenlenen kongre merkezi: Haziran 1996 tarihindeki “Habitat II Konferansı” ile hizmete açılmıştır. 3 binadan oluşmaktadır.

Ana Bina: Toplam 45 salonun, 27 tanesi buradadır. Birçok farklı organizasyon için tasarlanmış, farklı kapasitedeki salonları, geniş ve gün ışığı alan fuayesi, son teknolojiye sahip teknik donanımı ile her türlü ihtiyacı ve talebi karşılayacak kapasitededir. 20.000 kişiye kadar olan organizasyonlarda, beş yıldızlı yiyecek ve içecek hizmetini, uluslar arası standartlarda vermektedir. İstanbul’un en gözde mutfağına sahip olan A la Carte restoranı, Boğaziçi Borsa Restoranı da buradadır.

Rumeli Binası: İki kattan oluşur, 7000 metre karelik toplam alanı, gün ışığı alan fuayeleri, bölünebilir salonları ve kendine ait girişi ile tek başına ya da Ana bina ile birlikte kullanılmaktadır. Burası daha çok bir fuar ve sergi mekanı olarak kullanılmaktadır. Tek başına kullanılacağı gibi, Ana bina ile birlikte de ikinci bir girişle bağlandığı için kullanılabilir. 2000 yılında hizmete giren burası, İstanbul’un en büyük balo salonu unvanına sahiptir.

Maçka Terası: İstanbul’un benzersiz boğaz manzarasına ek olarak, seçkin menü seçenekleri ile akşam yemekleri, kokteyller, düğünler ve diğer açık hava etkinlikleri için ideal ortam sunar.

Günümüzde, boğaz manzaralı ve gün ışığı alan salonları, İstanbul’un şık restoranlarının, lüks mağazalarının ve modanın kesiştiği noktadaki konumu ile kongrelerden fuarlara, konserlerden sergilere, her çeşit etkinliğe ev sahipliği yapabilecek kapasitededir.

Son bir not: İstanbul Lütfi Kırdar Uluslar arası Kongre ve Sergi Sarayı: dünyada sadece 28 kongre merkezinin sahip olduğu “AIPC Kalite Standartları Ödülü”nü 2015 yılında kazandı. Bu ödüle layık görülen, ülkemizdeki tek kongre merkezidir. Bağımsız denetim tarafından incelenen saray: müşteri hizmetleri, tesislerin kalitesi, koruma ve güvenlik gibi toplam 10 farklı kategoride yer alan standartlarını, sertifika ile tescillendirerek bu ödülü almaya hak kazandı.

istanbul kongre merkezi.1
İstanbul Harbiye-Maçka İstanbul Kongre Merkezi-ICC

İSTANBUL KONGRE MERKEZİ-ICC

Eski Harbiye Tiyatrosu ile Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosunun arasındaki bölgeden geçen Taşocağı caddesinin yer altına alınmasıyla kazanılan geniş alanda: önemli bir kısmı yer altında bulunan kongre merkezi, 2009 yılında hizmete girmiştir.

8 katlı merkezde: uluslar arası kongre, etkinlik, sergi, zirve, toplantı ve gösteriler düzenlenmektedir. Binada 3500 kişilik çok amaçlı kongre salonu ile birlikte, 15 tane farklı büyüklükte toplantı salonu, çeviri kabinleri, canlı yayın odaları, ışık ve ses odaları, çok sayıda ofis, yeme içme alanları, mutfaklar, baskı merkezleri, sağlık merkezleri, basın ve halkla ilişkiler odaları ve sanatçı odaları bulunur. Bu yapı nedeniyle, Açık Hava Tiyatrosunun önünde bulunan alan, araç trafiğine kapatılarak yayalaştırılmıştır. Burada 485 metre tünel ve 772 metre servis yolu yapılmıştır.

cemal reşit rey.1
İstanbul Harbiye-Maçka Cemal Reşit Rey Konser Salonu-CRR

CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU-CRR

Cemal Reşit Rey: çok sesli müziğin öncülerindendir. Besteciliği yanında eğitimci, piyanist, orkestra yöneticisi ve İstanbul Şehir Orkestralarının kurucusu olarak Türk müzik tarihine geçmiştir. Halk türküleri ve oyun havalarını armonize ederek, ilk çok seslilik örneklerini sunmuştur. 1982 yılında “Devlet Sanatçısı” unvanını alan Rey, 1985 yılında ölümüne kadar İstanbul Devlet Konservatuvarında kompozisyon öğretmenliği yapmıştır.

Gelelim konser salonuna:

İstanbul şehrinde, özellikle konserler için tasarlanmış ilk yapıdır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmış ve 1989 yılında hizmete açılmıştır. Giriş ve üst fuayenin oditoryumundaki ahşap kaplamalarda, cephe vitraylarında, asma tavanda, ana merdiven korkuluklarında, fuaye aplikleri ve benzer alanlarda, 13’ncü yüzyıl Selçuklu bezeme sanatından esinlenilerek geometrik desenler kullanılmıştır.

915 kişilik seyirci kapasitesiyle İstanbul’un klasik müzik anlamında tek konser salonudur. Sahne: 17 x 7 metre boyutlarındadır. Sahnenin önünde, orkestra çukuru bulunmaktadır. Akustiği, modern teknik donanımları ile konserler ve çeşitli kültür sanat etkinliklerine ev sahipliği yapmaktadır.

harbiye orduevi.1
İstanbul Harbiye-Maçka Harbiye Orduevi

HARBİYE ORDUEVİ

Hilton ve Harbiye Askeri Müzesinin yakınındadır. İstanbul’da bulunan orduevlerinden en büyük olanıdır. Harbiye Orduevi: daha önce bu yakınlarda bulunan eski Mekteb-i Harbiye binasının bir bölümünde hizmet veriyordu. Bu binanın yapılmasıyla Mekteb-i Harbiye binası, Askeri Müze olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Mevcut bina, 1981 yılında tamamlanmıştır ve 21 katlıdır. Buradan prosedür gereği sadece subaylar, emekli subaylar ve aileleri yararlanmaktadır. Çünkü: bu durum her ne kadar bazı çevreler tarafından tenkit edilse de, unutulmamalıdır ki, buranın belli bir kapasitesi vardır ve bu kapasite zaten genellikle yeterli olmamaktadır. Ben bir askeri şahıs olarak, birkaç kez burada kalmak üzere müracaat ettiğimde “yer yok” kelimesini sık duydum.

Bunun bir sebebi de burada: dış ülkelerden gelen askeri heyetlerin kalmasıdır. Yani: Nijerya, Gana, Mozambik ordusu askeri şahısları ülkemizi ziyarete geldiklerinde, burada misafir edilmektedirler. Çünkü, burası gerçekten güzel ve modern bir tesistir ve özellikle boğaz manzarası her şeyden güzeldir. Fiyatlar ise, bazı çevrelerin dillendirdiği kadar ucuz değildir. Çünkü bir süre önce orduevlerinden askerlerin büyük bölümünün çekilmesi nedeniyle kadrolar sivil personelle doldurulmuş ve orduevlerinin tüm giderlerinin kendileri tarafından karşılanmasıyla ilgili sisteme geçilmiştir ve böylece bu giderlerin tümü, burada verilen hizmetlere yansıtılmaktadır, yani fiyatlar söylenildiği kadar ucuz değildir.

Son bir not: Burası gerçekten çok güzel ve dışarıdan görenler tarafından imreniliyor ve hatta kıskanılıyor. Ama unutmamak gerekir ki burada kalan insanların birçoğu, buraya gelmeden önce ülkemizin birçok mahrumiyet yerinde, hatta imrenenlerin haritada yerini gösteremeyeceği yerlerde görev yapmışlar, yaşamışlar ve hatta aileleri, çocukları da yaşamıştır, yani burası o kişilere bir hak olarak değerlendirilmelidir.

maçka.genel maçka caddesi.1
İstanbul Harbiye-Maçka

MAÇKA SEMTİ

Maçka, İstanbul’un nezih semtlerinden biridir. Nişantaşı-Teşvikiye hattının ucunda, Dolmabahçe Sarayının üst kısmına gelen tepededir. Maçka isminin, Rumcada “Matsouka” dan geldiği düşünülür. Bu kelime, Latince “Maxuca” yani “kalın sopa” demektir ve Rumcaya çevrilmiştir.

Semtin ismine ait bir diğer söylentiye göre ise, buradaki Nişantaşı ile ilgili olan “Maçugah” ın Nişantası kelimesinden geldiğidir. Semtin isminin Maçka olmasının bir diğer sebebi ise: Trabzon’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından, Trabzon şehir merkezindeki halkın büyük bölümü buraya yerleştirilmiştir.

Maçka Parkı:

Parkın resmi ismi “Maçka Demokrasi Parkı” dır. Park: Dolmabahçe-Maçka-Nişantaşı-Harbiye arasında geniş bir bölgeye yayılmıştır. Özellikle hafta sonlarında şehir kalabalığından kaçmak isteyenler tarafından tercih edilmektedir. Parkın içinde: kafeler, süs havuzu ve spor alanları ile çocuk oyun alanları vardır. Ayrıca yine park alanı içinde: Maçka-Taşkışla teleferik hattı ve Küçükçiftlik parkı bulunmaktadır.

İstanbul Harbiye-Maçka Telerferiği

Maçka teleferiği

1993 yılında hizmete giren teleferik hattı: Taşkışla ve Maçka arasında hizmet vermektedir. Demokrasi parkı ve Beyoğlu evlendirme dairesinin üstünden geçer. Hat uzunluğu 347 metredir. 2 istasyon vardır. Sefer süresi 3.5 dakikadır. Teleferiği kullanırsanız, İstanbul’un güzel manzarasını izleyebilirsiniz.

Küçükçiftlik Parkı:

Burada ünlü sanatçılar konser veriyorlar.

maçka palas.1
İstanbul Harbiye-Maçka Palas

Maçka Palas

Maçka caddesindedir.

Yapı: 1922 yılında Osmanlı imparatorluğunda demir yolu müteahhitliği yapan Vincenzo Calvano tarafından, İtalyan mimar Giulio Mongeri’ye yanan Münire Sultan Sarayı’nın yerine yaptırılmıştır. Söylentilere göre: Calvano: Edirne’de çalıştığı sırada bir kömür madeni bulur. Buradan çıkardığı kömürleri, işgal yıllarında İtalyan gemilerine satar ve çuvallarla altın kazanır ve bu binayı, o para ile yaptırır. Burayı seçmesinin en büyük sebebi: o yıllarda tam karşıda inşa edilmekte olan İtalyan Büyükelçilik binasıdır.

Çünkü bu binanın yapılış amacı: İtalyan elçiliğinde çalışanlara kiralamaktır. Ancak İtalyan elçiliğinin Ankara’ya taşınmasıyla birlikte bu plan uygulanamamıştır. İtalyan elçiliği olarak kullanılan bina, günümüzde Maçka Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi olarak kullanılmaktadır. Calvano: bulduğu yaratıcı yöntemlerle, inşaatı çok hızlandırır ve binayı çok kısa sürede (11 ay) 1922 yılında bitirir. Burada kalan ünlü kişiler arasında: eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar, romancı Kerime Nadir, Galatasaray kalecisi Turgay Şeren sayılabilir. Duvardaki plaket ise, şair Abdülhak Hamit Tarhan’ın, 1937 yılında burada yaşaması anısına konulmuştur. Bu plakette “Ünlü şair Abdülhak Hamit Tarhan, 11 yıl oturduğu bu dairede gözlerini kapadı. 13 Nisan 1937” yazılıdır.

Vincenzo Calvano: 1967 yılında ölünce, Maçka Palas’ın idaresi oğlu Achille Calvano tarafından devir alınır. Ancak oğlu bina ile fazla ilgilenmez ve giderek bina yıpranır. İlk olarak Necmi Rıza Çiçekçi Dükkanı açılır. 1972 yılında, arka bahçe ve tenis kortu satılır ve buraya bir apartman inşa edilir. Tenis kortu otopark olur. 1978 yılından sonra iyice harap olan binayı 1994 yılında özel bir Holding satın alır.

64 daire kısa sürede boşaltılır ve 1996 yılında restorasyona başlanır. 1997 yılında zemin katlar dükkan, üst katlar ofis olarak hizmete alınır. Üst katlar daha sonra otele çevrilir ve otelin işletmesini özel bir şirket üstlenir. Evet, bu oldukça sade ve ciddi görünümlü yapı, günümüzde son derece lüks bir otele ev sahipliği yapmaktadır.

teknik ve anadolu meslek lisesi.1
İstanbul Harbiye-Maçka Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi

Maçka Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi

Maçka Palas’ın hemen karşısındadır. Mimar Giulio Mongeri tarafından 1920 yılında İtalyan Sefareti olarak tasarlanmış, neo-rönesans türünde bir yapıdır. Bu yapının, Maçka kışlasına yakın olması nedeniyle,  dönemin Padişahı tarafından sefaret olarak kullanılmasına izin verilmediği söylenir.

Diğer bir söylentiye göre: I. Dünya savaşının çıkmasıyla yarım kalan bina, zaman içinde hasar görmüş ve savaştan sonra İtalyanlar, konsolosluklarını Beyoğlu’nda bulunan eski Venedik Sarayında açmayı tercih etmişlerdir. Böylece: Mongeri tarafından yapılan yapı, bir süre tütün deposu olarak kullanılmış ve 1970’li yıllarda ise, restore edilerek okula dönüştürülmüştür.

Milli Reassürans Binası

Maçka Palas’a yakın bu bina, 1990’larda yapılmıştır. Mimarları Şandor Hadi ve Sevinç Hadi’dir. Cumhuriyet dönemi mimarlığının en başarılı ve modern eserlerinden birisidir. Mimarlar: binayı Maçka caddesinden geriye çekip, önünde halkın kullanımına açık olan güzel bir plaza yaratmışlardır. Ancak yapı komşusu Maçka Palas ile uyum sağlamamaktadır.

Kıyık Pastanesi

Maçka Palas’ın hemen karşısındaki bu mekan Rum vatandaşlarımız tarafından işletilmektedir. Temizliği ve ürünlerinin lezzetiyle ünlüdür.

Şenlik Dede Camii

Vişnezade Mahallesinde Şenlik Dede sokaktadır. Maçka Mescidi veya Maçka Teknesi olarak da bilinir. Burası bir Şabani tekkesidir. Yapım tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, muhtemelen 1680 tarihinde yapılmıştır. Tuğlada yapılmış minaresinin kitabesi ise, yapım tarihi olarak 1799 yılını gösterir. Tek şerefelidir ve mermer şerefe korkuluklarında yıldız kabartmaları bulunur. Ayvansaraylı Hafız Hüseyin Efendi’nin yazılarına göre, caminin banisi: Kastamonulu Şeyh Mustafa Efendidir.

Şenlik Dede isminin kaynağı meçhuldür. Hatta yine bir söylentiye göre, bina: Valide Sultan’a aittir ve sonradan Şenlik Dede Efendi tarafından camiye çevrilmiştir. Bina: düz bir platform elde etmek için, günümüzde imam evi olarak kullanılan bir alt yapı üzerine yapılmıştır. Binanın içi 8 pencere ile gün ışığı alır, bunlardan 3 pencere uzun duvarlarda, 2 pencere kıble duvarındadır.

Camiyi yaptıran “Şenlik Dede” nin mezarı: caminin son cemaat yerinden aşağıya inen, taş merdivenli dar bir hücrenin içindedir. Kapısındaki kitabeye göre, 1898 yılında yenilenmiştir.

Armani Maçka Rezidans Evleri

Hüsrev Gerede caddesinde bulunan bunlar 170 daireden oluşmaktadır. Evlerin projesinde: güneşlenme terasları, spa, açık ve kapalı yüzme havuzları, Türk hamamı, spor salonları, sauna ve çocuk oyun alanları bulunuyor.

teşvikiye.genel.1
İstanbul Harbiye-Maçka Teşvikiye

TEŞVİKİYE SEMTİ

Maçka’nın kuzeyinde kalan yer “Teşvikiye” semti olarak bilinir. Bu semt, günümüzde Türkiye’nin en zenginlerinin yaşadığı semt olarak bilinir.

Burada: ilk yerleşim 18’nci yüzyılın sonlarına doğru Sultan III. Selim döneminde başlamıştır. Ancak semtin ve çevresinin asıl önemi: Sultan Abdülmecit zamanında yükselir. Dolmabahçe Sarayını yaptıran padişah, Nişantaşı ve çevresinde yollar açtırarak, konaklar yaptırarak halkı orada ev yaptırmaya teşvik etmiştir. Günümüzde Nişantaşı Karakolu yanında, Valikonağı Caddesinin köşesinde bulunan ve “Eser-i Avatıf-ı Mecidiye-Mahalle-i Cedide-i Teşvikiye” (anlamı: Abdülhamit’in karşılıksız iyilikseverliğinin eseri Teşvikiye mahallesi) yazılı kitabeler bunu kanıtlamaktadır. Yani: burada bir mahalle kurulması, Padişah tarafından teşvik edilmiştir. Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) bir avlanma ve nişan sahası olarak kullanılan anıt, günümüzde Teşvikiye camisinin avlusundadır.

teşvikiye camii.0
İstanbul Harbiye-Maçka Teşvikiye Camii

TEŞVİKİYE CAMİİ

Caminin bulunduğu yerde yani “Haseki Tarlası” denen mevkide, daha önce 1794 yılında Sultan III. Selim tarafından yaptırılan bir mescit bulunmaktaydı.

Ancak zamanla harabe haline gelen bu mescit yıkılmış ve yerine 1853 yılında Sultan Abdülmecit tarafından günümüzde görülen cami yaptırılmıştır. Yapı: küçük kubbesi, tek minaresi ve zarif merkez revağı ile dikkat çeker. Avluda: iki orijinal nişan taşı bulunur. Bunlar günümüzde İstanbul şehrindeki 55 nişan taşından iki tanesidir. Bunların üzerinde, Osmanlı yazıtları görülür. Birinin tarihi Sultan III. Selim dönemine ve diğerinin tarihi ise Sultan II. Mahmut dönemine aittir. Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmut, tüfekle buraya nişan almışlardır.

Bu caminin ilginç bir hikayesi vardır. İzmirli Sebatay Sevi isimli Yahudi bir din adamı, kendisini “mesih” ilan eder. Ancak kısa süre sonra: yerel yetkililer tarafından İslamı seçmesi için zorlanır ve Selanik’e sürgün gönderilir. Burada: İslamı seçer ve müritlerine, halk arasında “dönmeler” denir. 1923 yılında Yunanistan-Türkiye arasındaki mübadelede, Selanikliler olarak adlandırılan bu gurup yani dönmeler Türkiye’ye gelirler ve bunların birçoğu Teşvikiye camisi çevresine yerleştirilirler.

Zaten bu yüzden: söylentilere göre Sebatayistlerin ve Masonların cenaze namazlarının Teşvikiye Caminde kılındığı söyleniyor. Hatta bazı yazarlar: caminin altında Sebetay Sinegogu bulunduğunu, caminin mimarisinde Sabetayist ve Masonik sembollerin bulunduğunu iddia ederler. (Bunlar tamamen iddiadır, bunların doğruluğunu kanıtlayacak delil yoktur)

Caminin bir diğer özelliği ise, toplumun tanınmış kişilerinin cenaze törenlerinin burada yapılmış olmasıdır. Bu ünlü kişiler arasında: Erdal İnönü, Türkan Saylan, Atlantik Plak kurucusu Ahmet Ertegün sayılabilir. Teşvikiye camisinden defnedilmek önemli bir statü ve saygınlık sembolüdür.

milli resünanj çarşısı.1
İstanbul Harbiye-Maçka Milli Reasürans Çarşısı

MİLLİ REASÜRANS ÇARŞISI

Teşvikiye camisinden 50 metre uzaklıktadır. Özel bir bankanın mülkiyetindedir. Çünkü Milli Reasürans TAŞ, bir özel bankanın iştirakidir. Mimarlık dergisinin anketinde modern mimari ödülü kazanmıştır. Bir tarafı Teşvikiye, diğer tarafı Abdi İpekçi caddesine bakar.

İçinde: birbirinden değişik ve lüks ve pahalı barlar, cafeler ve mağazalar vardır. Özellikle eğlence sektörünün önemli bir durağıdır. Öğle yemeği saatlerinde, burada birçok ünlü tanıdık simaya rastlamak mümkündür. Biraz da pasajın içinde gezinti yapalım. Burada: ilk dikkat çeken yer, Çarşambaları yapılan karaoke gecesinde tıklım tıklım dolu olan “Nişantaşıon” dur.

2001 yılında açılan bu mekanın en büyük özelliği, Nişantası yöresinde Türkçe müzik çalınan ilk mekan olmasıdır. Ağırlık Türkçe müzik geleneğine uygun devam ettiriliyor. Çarşının üst katında, kalabalık gurupların eğlenmeyi tercih ettiği mekan “Therapy” dir. Pasajın alt katında bulunan “Ballare” mekanı ise, yine cazip adreslerden biridir.

Evet: genel anlamda güzel müzik dükkanları ve kafe, bar gibi mekanlar bulunur. Alt katında bir sanat galerisi vardır.

narmanlı apartmanı.0
İstanbul Harbiye-Maçka Teşvikiye Apartmanları

TEŞVİKİYE APARTMANLARI

Teşvikiye semtinin tam merkezinde, yapıldıkları 1932 yılında tek tük binalar bulunan bölgenin en güzel yapılarıdır. Burada hepsi gayet büyük olan evler, kiralanacağı zaman dost, akraba ve tanıdık tasviyesiyle yeni sahiplerine verilmektedir.

narmanlı apartmanı.1
İstanbul Harbiye-Maçka Teşvikiye Apartmanları Narmanlı Apartmanı

Narmanlı Apartmanı

Hem Teşvikiye ve hem de Hüsrev Gerede caddesi boyunca uzanır. Çevresine sardığı korku nedeniyle “Kara” lakabı takılan Kara Tahsin Paşa’nın dillere destan konağı, yıkıldıktan sonra konağın arsası, o dönemlerde Rus işgali nedeniyle Erzurum’dan kaçarak İstanbul’a yerleşen Hacı Mustafa Efendi tarafından satın alınır. Hacı Mustafa: Erzurumlu bir fes tüccarıdır ve ticaretten kazandığı bütün parayı meydanlara hakim ve köşe konumdaki binalara yatırırdı. Teşvikiye’nin merkezindeki bu arsayı satın aldıktan sonra: 1932 yılında her katında irili ufaklı dört daire bulunan, bir taraftan Teşvikiye ve Hüsrev Gerede caddelerini, diğer taraftan ise Dolmabahçe vadisi üzerinden tüm Marmara’yı seyreden, altı katlı, güzel bir bina yaptırır.

Dönemin mimari estetik özelliklerini de yansıtan yapı, sonradan Hacı Mustafa’nın soyadı da olacak olan “Narmanlı” ismiyle anılır. Tarihi Narmanlı Apartmanında, geçmişten günümüze kadar olan süreçte pek çok sanatçı, tarihçi, yazar ve önemli devlet adamı yaşamıştır. Bu tarihi bina, aynı zamanda yazar Ayşe Kulin’in kitaplarında sıkça söz ettiği “büyüdüğü dairenin olduğu” binadır. Ayşe Kulin, bu apartmanın 3’ncü katında doğmuştur.

ralli apartmanı.1
İstanbul Harbiye-Maçka Teşvikiye Apartmanları Ralli Apartmanı-Belveder Palas

Ralli Apartmanı-Belveder Palas

Tarihi Ralli Apartmanı günümüzde Suriye Konsolosluğunun bulunması nedeniyle, Suriyeli göçmen kalabalıkları yaşamaktadır. Buranın aslında geçmişiyle ilgili bir söylenti vardır. Söylenenlere göre, bir zamanlar Başbakan Adnan Menderes’in sevgilisi olduğu iddia edilen kadın, kadına gönderilen bir bavul para, ancak paranın teslim edildiği kapıcı tarafından kadına teslim edilmemesi, kapıcının sonradan büyük bir patron olması gibisinden dedikodular var. Ayrıntıya girmek istemiyorum, çünkü bunlar kanıtlanmış dedikodular değildir.

izmir apartmanı.1
İstanbul Harbiye-Maçka Ralli Apartmanı İzmir Palas

İzmir Palas

Yapı: İzmirli iş adamı Şerifzade Ahmet Süreyya Bey tarafından, 1925 yılında mimar Bernardini’ye yaptırılmıştır. 1’nci Ulusal Mimarlık tarzının son örneklerinden birisi olarak kabul edilir. Diğerlerinden farklı olarak en üst katın pencereleri kubbelidir. Burada bir mabet olduğu söylenmektedir.

Yine söylenenlere göre “En üst pencereler, gül ve haç için de, masonlar için de çok önemli olan ışık ve aydınlık anlamına gelen “nur” pencereleri, kandil penceresidir.” Bu pencerelerin şekline dikkatli bakıldığında mum ışığı şekli görülür. Apartmanın önündeki gül bahçeleri de, yine söylentilere göre “gülhaç” örgütüyle ilgilendirilmektedir. Binanın avlusu, çinileri ve bahçesi muhteşem güzeldir.

teşvikiye palas.1
İstanbul Harbiye-Maçka Ralli Apartmanı-Teşvikiye Apartmanı

Teşvikiye Apartmanı

Caminin hemen karşısında bulunan son derece etkileyici yapı: 7 katlıdır. Esas cephesindeki küçük balkoncuklar, aslında bir işleve cevap vermemesine rağmen, binayı süsleyen dekoratif öğeler olarak kullanılmıştır.

hüsrev gerede anıtı.2
İstanbul Harbiye-Maçka Hüsrev Gerede Anıtı

HÜSREV GEREDE ANITI

Teşvikiye Palas Apartmanı yanında, bir milletvekili ve diplomat olan Hüsrev Gerede (1886-1962) anıtı vardır. Anıt uzun yıllar yaşadığı caddeye anısına 16 Mayıs 2001 tarihinde dikilmiştir. Anıtın mimarı Erhan İşözen’dir. Atatürk’ün deyimiyle: Hüsrev Gerede: İlk devrimci ve zor gün dostu olarak tanınmaktadır.

Gerede: Samsun’a çıktığı andan itibaren, Kurtuluş Savaşı sonuna kadar Atatürk ile beraberdir. Ayrıca savaşın stratejisinin oluşturulduğu Sivas ve Erzurum kongrelerine de katılmıştır. Gerede isyanında, isyancılara esir düşmesine rağmen, halk ona hürmet gösterdi ve Gerede halkının bu nezaketinden dolayı Atatürk’ten kendisine “Gerede” soyadının verilmesini istedi.

maçka kışlası.İTÜ maden fakülkesi.1
İstanbul Harbiye-Maçka  Kışlası-İTÜ Maden Fakültesi

MAÇKA KIŞLASI-İTÜ MADEN FAKÜLTESİ

Maçka’nın tam ortasındadır.

Bu bina: Sultan Abdülaziz döneminde, mimar Simon ve Sarkis Balyan kardeşler tarafından karakol ve cephanelik olarak yapılmıştır. Bu görkemli ve büyük binaların açılışı: Pertevniyal Valide Sultan tarafından yapılmıştır. Bina: 3 katlıdır. Osmanlı döneminin sonlarında Jandarma kumandanlığı olarak hizmet vermiştir. Cumhuriyetin ilanından sonra ise: Jandarma Okulu olarak kullanılmıştır.

Bina: 1955 yılında İstanbul Teknik Üniversitesinin kullanımına verilmiş olup günümüzde: İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi olarak kullanılmaktadır. Ayrıca burada bulunan üniversite kampüsünde: İTÜ Sosyal tesisleri vardır. Sosyal tesislerde: otel, lokanta, tenis kortları ve açık yüzme havuzu bulunur. Taşkışla ve Maçka kampüsleri arasındaki bağlantı ise teleferik hattı ile sağlanır ve teleferik özellikle öğrenciler tarafından yoğun kullanılır.

maçka mezarlığı.1
İstanbul Harbiye-Maçka Mezarlığı

MAÇKA MEZARLIĞI

Maçka kışlası binalarının hemen karşısındadır. 5 dönüm arazi üzerine kuruludur.

Geçmişi 17’nci yüzyıla kadar uzanan bu mezarlıkta son dönem Osmanlı sultanları dahil birçok ünlü kişi gömülüdür. Bunlar arasında: Sultan II. Mustafa’nın kızı Safiye Sultan ve ailesi sayılabilir. En son defin tarihi 1935 yılıdır. Bu tarihte Atatürk’ün manevi kızı Zehra defnedildikten sonra, buraya defin yapılmamıştır.

Bu tarihe kadar, daha çok Tophane civarındaki dergahların ileri gelenleri ve Bektaşi Mevlevileri defin edilmiştir. Yani buraya bir anlamda Osmanlı Şeyhler mezarlığı da denilmektedir.

Mezarlık sakinleri, hatırı sayılı kişiler olunca, kazılmadık mezar kalmamış görünüyor. Yani, günümüzde mezarlık görünümü içler acısıdır. Şehrin orta yerindeki bu mezarlık yok olmaya bırakılmıştır. Hatta mezarlık bazı kişiler ve hayvanlar tarafından barınak olarak kullanılmaktadır.

Mezarların mermerlerini parçalayıp, barınak haline getiren meçhul kişiler kendilerine yaşama alanı yapmışlardır. Hatta mezarlık içinde yürürken yerlerde karşınıza insan kemikleri çıkabilmektedir. Söylenenlere göre, bu ilgisizliğin sebebi, Maçka mezarlığının dönmelerin bir kolu olan “Yakubilere” ait olmasıdır.

Maçka mezarlığıyla ilgili bir söylentiden söz etmek istiyorum. Çünkü bu mezarlıkta gömülü bulunduğu söylenen Atatürk’ün manevi kızı Zehra Aylin’in mezarı, tüm aramalara rağmen, bu mezarlıkta bulunamamıştır. Zehra: Kurtuluş savaşı sırasında büyük kahramanlık gösteren bir yüzbaşının kızıdır ve babası ölünce, Atatürk tarafından himayesine alınır.

Zehra: 1933 yılında eğitim için Londra Saint Hilda College’ne gönderilir. Bir dönemlik eğitimin ardından, tatilini geçirmek için yurda dönerken 18 Kasım 1935 günü, Victoria garından Calais-Paris trenine biner. Ancak Türkiye’ye ulaşamaz, çünkü söylenenlere göre Calais-Paris ekspresinden düşerek ölmüştür. 18 yaşındaki Zehra’nın ölümü, büyük yankı uyandırır. Hatta Zehra’nın derslerinin kötü olması nedeniyle intihar ettiği söylenir ama öte yandan bu söylentiler yalanlanır.

Sonuç olarak: her ne kadar ölüm sebebi net olarak bilinmese de Zehranın cenazesi İstanbul’a getirilir ve 21 Kasım 1935 günü Maçka Mezarlığına gümülür. Ancak, Zehra’nın günümüzde mezar yeri bulunmamaktadır.

taşlık.1
İstanbul Harbiye-Maçka Taşlık

TAŞLIK

Swis Otelin arkasındaki park alanıdır.

Taşlık denen bu arazi: Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Bektaşi Karaabalı Mehmet Baba’nın isteği üzerine, Kanuni Sultan Süleyman tarafından vakfedilmiş ve buraya bir cami yaptırılmıştır. Ancak zamanla yıkılıp yok olan caminin yerine, Sultan Abdülaziz döneminde, 1874 yılında yeniden bir cami yapılması için çalışmalar yapılmıştır.

Sultan Abdülaziz (1861-1876) bu camiyi kendi adını yaşatmak üzere, dört minareli olarak yaptırmak istemiştir. Yaptırdığı bütün büyük yapılarda, şehrin kuzey tarafını tercih eden Abdülaziz, kendi camii için Marmara’dan gelindiğinde, Boğaz girişine hakim bu yeri seçmiştir.

Caminin yapımı için Saray mimarı Sarkis Balyan’a görev verilir.

Caminin yapım masraflarını karşılamak için bir de vakıf kurulur ve Akaretlerdeki Sıra evler yaptırılır.

Sarkis Balyan, 1874-1875 yıllarında; Maçka sırtlarına yapacağı cami için, taş döşeyerek düzlük bir alan yaratır ve caminin kubbesini taşıyacak dört büyük fil ayağının konacağı yerlerin temellerini atar. Zamanın Vakıflar İdaresi tarafından caminin yapımında kullanılmak üzere, buraya taş ve mermerler getirilmiştir.

Ancak Sultan Abdülaziz, Aziziye adı verilecek caminin duvarlarının yapımına başlanmadan önce tahttan indirilir ve hapis edildiği Feriye Sarayında vefat eder ve caminin inşaatı da yarım kalır. Aziziye camisinin taş temelleri, İnönü Stadyumunun yapılacağı 1947 yılına kadar harap haldedir ve buradaki tek yapı, salaş bir kahvehanedir.

Böylece, ortada kalan taşlardan dolayı buraya “Taşlık” ismi verilmiştir. Yalnız burada caminin yapılmamasına ait bir ayrıntıdan söz etmek istiyorum. Burası Dolmabahçe Sarayının tam arkasındadır ve ondan yaklaşık 30 metre yüksektedir. Cami yapıldığı takdirde, minarelerdeki şerefeler daha yüksekte olacak ve ezan okuyan müezzin, oradan padişahın harem dairesini görebilecektir. Cami yapılmamasının bir sebebinin de bu olduğu söylenmektedir.

İstanbul için Henri Prost tarafından hazırlanan nazım planında, Dolmabahçe’den Maçka’ya yükselen Kadırgalar Vadisini, büyük bir park haline getirmeyi önerir. 1940’lı yıllarda İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı olan Lütfi Kırdar: Prost planı doğrultusunda, Taksim Meydanı ve Taşlık arasındaki 30 hektarlık bölümde şehir içi park oluşturur.

Prost Planında, 2 Nolu park olarak adlandırılan bu park yapılırken, Aziziye Camisine ait taşların da kaldırılmasına karar verilir. Bu taşların bir kısmıyla, 1940 yılında, daha sonra Fahrettin Aslan tarafından işletilecek meşhur Maçka Taşlık Gazinosu yapılır. Gazino: Aziziye Camisinin temellerinin olduğu taşlık alanda inşa edilir.

Taşların bir kısmı ise, 1945-1949 yılları arasında yapılan Şişli Camisi inşaatında kullanılır. Park alanına: meşe ve kestane ağaçları yanına, ıhlamur, kavak, gürgen, meşe, akasya ve şimşir gibi ağaçlar dikilir.

taşlık.şark kahvesi.1
İstanbul Harbiye-Maçka Taşlık Kahvesi

1948 yılında Prof. Sedat Hakkı Eldem tarafından “Taşlık Kahvesi” yapılmaya başlanmış ve 1950 yılında kahvehane tamamlanmıştır. Çünkü muhteşem Sarayburnu, Boğaziçi manzarası ve Dolmabahçe ile Yıldız Saraylarına yakın konumuyla, İstanbullular kadar Batılı gezginlerin de şehri seyretmek için tercih ettikleri bir manzara terasına dönüşür.

Halk bu yeni kamusal alanı çok sever, gençler burada buluşur, bebek arabaları burada gezdirilir. Aziziye Camisinin temeline ait taş blokları, zaman içinde dağılsalar da, çok belirgin şekilde, 1930’lu yılların sonuna kadar bölgeye hakim olmaya devam ederler. Ancak bir süre sonra Taşlık Gazinosu ve çay bahçesi yıkılır ve Dolmabahçe sarayının  hemen arkasına, Swis Otel inşaatı başlar.

taşlık.ismet inönü heykeli.1
İstanbul Harbiye-Maçka İsmet İnönü Heykeli

İsmet İnönü Heykeli

Taşlık parkının içindedir. Heykel: Maçka caddesinden deniz yönüne doğru yürürken, İnönü’lerin villasını geçince sol tarafta kalır.

taşlık.inönü evi.
İstanbul Harbiye-Maçka İsmet İnönü Heykeli

İsmet İnönü, parkın hemen yanında küçük bir arazi satın alır ve buraya boğazı gören iki katlı modern bir yazlık ev yaptırır ama bu evde oturması mümkün olmaz. İnönü evi, günümüzde bir inşaat şirketine kiraya verilmiş durumdadır.

Heykel: 1940 yılında Taksim Gezi parkına dikilmek üzere Alman heykeltıraş Rudolf Belling’e sipariş ediliyor. Çünkü 1943 yılında şehircilik uzmanı Henry Proust’un yapmış olduğu projeye uygun olarak zamanın Valisi ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar tarafından: gezinti yeri ve park olarak düzenlenen yere “İnönü Gezintisi” ismi verilmiştir.

Gezinin, Etap Marmara Otelinin karşısına gelen kenarına da İnönü’nün heykelinin dikilmesi düşünülmüş ve heykelin üstünde durduğu taştan yapılmış kaidesi konmuştur. Kaide için 1943 yılında bir yarışma açılmış ve Feridun Akozan ve M. Ali Handan’ın önerisine birincilik verilmiştir. Bu arada bir husustan söz etmek istiyorum, İnönü heykelinin Taksim’e dikilmek istenmemesinin bir sebebi de, bu heykel buraya dikildiğinde, Taksim meydanındaki Atatürk ve Cumhuriyet anıtının bunun yanında küçük kalacağı düşüncesidir.

Ancak bu kaide uzun yıllar orada beklemiş, kaidenin iki geniş yüzünde kabartma harflerle yazılmış yazılar, görülmesin diyerek üzerleri tahta kapaklarla kapatılıp çivilenmiştir. Bu olay, dönemin Demokrat Parti yöneticilerinin, İsmet İnönü’ye karşı duydukları kinin açık bir ifadesi olarak uzun yıllar devam etmiştir. Heykelin parçaları uzun süre Mecidiyeköy Tekel Likör Fabrikası bahçesinde bekletilmiş, ardından İstanbul Belediyesinin Edirnekapı atölyelerinde bekletilir.

Taşlık alanı, Maçka parkına dönüştürülünce, Taksim’deki kaide, şimdiki yerine taşınır, kaide üzerindeki tahtalar sökülür ve 40 yıllık bekleme süresi sonunda 1982 yılında günümüzdeki yerine dikilir. Anıt 7.5 metre yüksekliğindeki bir kaide üzerinde 5 metre yüksekliktedir. İnönü, bronz bir at üzerindedir. Kaidenin önüne, 3 metre yüksekliğe genç bir erkek figürü yerleştirilmiştir. Heykelin kaidesinin bir yüzünde: Atatürk’ün 2’nci İnönü zaferini kutlamak için gönderdiği telgraf metni vardır.

taşlık.çay bahçesi.1
İstanbul Harbiye-Maçka Taşlık Çay Bahçesi

Taşlık Çay Bahçesi

1950’lerde işletilen bu çay bahçesinin yerinde günümüzde Swis otel bulunmaktadır.

Maçka Taşlık Gazinosu

Maçka’da, Bayıldım Caddesi üzerinde Demokrasi Parkındadır. Mekan yemekli 120 kişilik ve kokteyl için 200 kişilik kapasitesiyle eğlence dünyasının içindedir. Yalnız bu gazino, daha önce buraya yapılmış, Taşlık Gazinosu değildir, burası sonradan yapılmıştır.

bezmi alen çeşmesi.3
İstanbul Harbiye-Maçka Bezmialem Vailde Sultan Çeşmesi

BEZMİALEM VALİDE SULTAN ÇEŞMESİ

Eski ismi Spor caddesi, şimdiki ismi ise Süleyman Seba caddesi üzerinde Maçka’ya çıkarken sağdadır. Çeşme ve namazgahın banisi: Sultan Abdülmecid’in hayır işlerine çok düşkün annesidir. (Kendisi Vakıf Gurebe Hastanesinin de banisidir) Çeşme ve namazgahın yapım tarihi, 1839 yılıdır. Bu çeşme, kendisinin İstanbul’da inşa ettirdiği 12 çeşmeden biridir. İstanbul dışında da birçok eseri vardır. En önemlileri: Medine’de iki sebil ve Karbela’da ki sebildir.

Çeşme: altın varak yazıtları ve o dönemde çok moda olan batı tipi emperyal süslemeleri temsil eden çelenk ve çiçek oymalarla süslenmiştir. Çeşmenin üzerinde: dışa taşkın düz çatısının altında, dal motifli oval bir rozette Sultan Abdülmecid’in bir tuğrası ve Besmele içeren kitabesi vardır. Tuğranın iki yanında da hayat ağacı motifli yatay bir süsleme görülür. Cephe köşeleri, üst üste 12 taş dizisinden oluşan sütunlarla sınırlandırılmıştır.

Ayna taşları ve kitabelerin yanlarında birer oluklu sütun yerleştirilmiştir. Dikdörtgen çerçeveli ayna taşları; ampir üsluplu kabartma çarpraz meşaleler ve yaprak motifleriyle süslenmiştir. Çeşmenin dikbükey teknelerinin üstündeki musluklar: süslü kabartmaların ortalarından çıkarılmıştır. İki yandaki sütunların altında bulunan yatay dikdörtgen konsollar da ortasında rozet olan bitkisel motiflerle bezenmiştir. Önceleri II. Mahmut Bendinden gelen suyla beslenen çeşme, sonradan Hamideye suyuna bağlanmıştır.

Çeşme: 1985 yılında TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı tarafından tamir ettirilmiştir. Çünkü 1984 yılında çeşmenin önünde bomba patlamış ve oldukça hasar görmüştür.

Çeşmenin hemen yanındaki ağaçlık alan ise, Bezm-i Alem Valide Sultan Namazgahıdır. Namazgah: yolcuların dinlenmek ve namazlarını kılmaları için yapılmış açık hava camileridir. Burada kıble belirtir bir taş dikilmiş ve etrafı demir parmaklıklarla çevrilmiştir.

İstanbul Çubuklu

geziyorum-cubuklu-1
İstanbul Çubuklu

Çubuklu: İstanbul Boğazının ortalarında, yeşillikler arasında bir semt olarak dikkat çekmektedir.

Bizanslılar, buraya sakin bir yer anlamında “Eiranaion” demişlerdir. Burası önemini, burada kurulan bir manastırdan almıştır. Bu manastırda: çok az uykuyla yetinen, gece-gündüz İncil okuyan ve kendilerine “Akemetoi” denen bir takım keşişler bulunuyormuş. 4’ncü yüzyılda: Bizans da, Hıristiyanlığın kabul edilmesinin ardından: Ortodokslar ile çok tanrılı dine tapınmaya direnenler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar sırasında: büyük olasılıkla din mücadelesi uğruna şehit olan Aziz Aleksandros’un kutsal kabul edilen kalıntıları, 450 yılına kadar burada korunmuştur.

Çubuklu isminin kaynağına gelince: buna ait Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen iki söylenti vardır.

Birinci söylenti: buradaki çubuk (eski dönemlerin piposu) lüleleri imaline dayandırılmaktadır.

Diğer söylenti: Sultan II. Beyazıt, oğlu Yavuz Sultan Selim’i (bir sonraki padişah olan I. Selim) şehzadeliğinde, aksi davranışlarından ötürü sekiz kızılcık sopası ile dövmüş ve sonra da o haylazlıklarını hatırlasın, bundan bir ders alsın diye, o çubukları buraya diktirmiştir. Bu durum, bir kısım tarihçi tarafından şu şekilde anlatılır: Sultan II. Beyazıt, oğlu Selim’e sekiz adet kızılcık çubuğu verir ve “bunları toprağa dik, bekle sekiz yıl sonra bunların meyvesini yiyeceksin” der.

Selim’de çubukları alıp Boğaz’ın bu en güzel yeşil köşesindeki uygun bir yere diker ve “Yarabbim inşallah bu çubuklar ağaç olur ve meyvelerini verir” diye dua eder. Aradan geçen süre içinde, çubuklar yeşerir ve sekiz yıl sonra meyve verirler. Sonrasında da, burası “Çubuklu” olarak anılır ve “Kızılcık” çubuklarıyla ünlenir.

Daha sonra: Yavuz’un sekiz yıl süren sultanlığı da yediği bu sekiz kızılcık sopasına bağlanmıştır. Çubuklu ve tepesinin sık ağaçlarla kaplı koruluğu, yüzyıllar öncesinden yakın geçmişe kadar, İstanbul şehrinin önemli avlak alanlarından birisi olmuştur.

Gerek Bizans imparatorları ve gerekse Osmanlı padişahları burada sık sık avlanmaya çıkmışlardır. Hatta: buradaki büyük bir alan “Padişah Bahçesi” ne dönüştürülmüştür. Ancak Çubuklu, en güzel dönemini, suyu ve yeşili seven padişahlardan Sultan III. Ahmet döneminde yaşamıştır.

Burada, Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa tarafından, büyük bir havuz ve bir çeşme yaptırılmış, dere boyunca çınar ağaçları dikilmiştir. Ardından, Çubuklu “Feyzabad” ismiyle Anadolu yakasının en gözde mesire alanlarından biri haline gelmiştir.

1700’lü yılların sonlarına doğru, saraydan gelen emirler doğrultusunda Çubuklu’da “Hasbahçe” kaldırılmış, burası eski dönemlerde olduğu gibi, kıyı kısmında balıkçı ve kayıkçıların oturduğu, iç kesimlerde ise tarımla uğraşan insanların yerleştiği sakin bir köy olarak varlığını sürdürmüştür.

Çubuklu ilçesinde en önemli eser “Çubuklu/Hidiv Kasrı” dır. Ayrıca: Üsküdar yakasında geniş toprakları bulunan ve birçok çeşme yaptırmış olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa: 16 yüzyılda burada barok stilde bir çeşme yaptırmıştır.

geziyorum-cubuklu-hidiv-kasri-1
İstanbul Çubuklu
geziyorum-cubuklu-hidiv-kasri-2
İstanbul Çubuklu
geziyorum-cubuklu-hidiv-kasri-3
İstanbul Çubuklu

Çubuklu/Hidiv Kasrı

Çubuklu ilçesinin günümüzdeki en güzel eseri: tepelerde küçük bir orman arazisi içinde bulunan “Hidiv Kasrı” dır.

Yapı: 1907 yılında Mısır’ın son hıdivi (Osmanlı döneminde Mısır Valisine Hidiv deniliyordu) Abbas Hilmi Paşa tarafından, İtalyan mimar Delfo Seminati’ye yaptırılmıştır. Bunu yaptırma sebebi: Aslında Abbas Hilmi Paşa, annesiyle birlikte Bebek Sahilindeki yalıda yaşamaktadır. Ancak, Avustralyalı bir kadınla evlenir ve annesi, bu evliliği ve gelini kabul etmez ve bunun üzerine Hilmi Paşa, Anadolu yakasına geçer ve Çubuklu’da bu yalıyı yaptırır, yeni hanımı ile birlikte bu kasra yerleşirler. Hilmi Paşa, Boğazı ve mehtabı seyrederken kahve içmek için yapılmış olan rasat kulesi ise, aslında daha yüksek olacakmış. Ancak Sultan II. Abdülmecit izin vermez ve sebep olarak şöyle der “İstanbul semalarında, minareden daha yüksek bir yapı görmek istemiyorum”

Hidiv Abbas Hilmi Paşa: henüz yirmili yaşlarının başında Mısır’a vali tayin edilmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda makamını kaybetmiştir. 1940’lı yıllara gelindiğinde ise: gayri Müslimlere uygulanan “Varlık Vergisi” kapsamında, borçlarına karşılık, bu saray yavrusu yapıyı satmak zorunda kalmıştır. Kasır: Vali Muhittin Üstündağ tarafından, çok küçük bir bedelle alınmıştır. Böylece: 175 dönümlük koca orman, kıyıdaki eski yalı binaları, güney taraftaki büyük ahır binası, kuzey girişteki şato benzeri kapı ve sarayın kendisi: İstanbul şehrinin malı olur. Hidiv ise, Türkiye’yi terk eder, İsviçre’ye yerleşir ve orada ölür.

Sultan Abdülaziz: sık sık, sadece kuş sesi dinlemek ve huzur bulmak için Hidiv Abbas Hilmi Paşanın bu korusuna gelirmiş.

Yapı: dönemin mimari modasına uygun olarak art nouveau tarzında inşa edilmiştir. Yani: neo-klasik, neo-İslam ve neo-Osmanlı tarzlarının ögeleri bir arada kullanılmıştır. Şato biçimindeki bina “D” şeklinde dizayn edilmiştir.

Yuvarlak mermer sütunlar, teraslar, Hidiv’in yatak odası, kule, mermer, ahşap ve kristal salonların hepsi, ayrı bir güzellik taşımaktadır.

Bakımlı ve temiz bahçeden içeriye girildiğinde, adeta bir saray yavrusu ile karşılaşılır.

Dış kapı girişi: tamamen altın yaldızlı çiçek figürleriyle süslenmiştir. Ayrıca kapısının üstünde; arma haline getirilerek yerleştirilen ay-yıldızlı “Hidiv Tacı” bulunmaktadır.

Kasrın ana girişinin ortasında: mermerden yapılmış ihtişamlı anıtsal bir çeşme vardır. Çeşmenin vitrayla kaplı dış cephesi çatıya kadar yükselir. İçeride de çeşitli yerlerde zarif çeşme ve havuzlar bulunmaktadır. Zaten, bina: plan olarak havuzun çevresinde bir daire çizmekte, salonlar arasında bağlantılar bulunmaktadır. Bu daire, sadece giriş holünün bulunduğu yerde kesilmektedir.

Bu holdeki tarihi asansör önemlidir. Çünkü: elektrikle kullanılan bu asansör, İstanbul şehrinde kullanılmaya başlayan ilk asansördür ve günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir. Osmanlı topraklarında, elektriğin henüz kullanılmadığı dönemlerde, Abbas Hilmi Paşa, Sultan Abdülhamid’den aldığı izinle: itfaiyenin bulunduğu yerde bir jeneratör tesisatı kurdurmuş ve buradan sağladığı elektrikle, hem yapının hem de Çubuklu camisinin aydınlatılmasını sağlamıştır. Asansörün elektriği de bu şekilde sağlanmıştır.

Üst katta: özel odalar vardır.

Yapının içinde kullanılan mermer ve ahşap işçiliği, muhteşem bir zenginliği göstermektedir. Çiçek, meyve ve av hayvanlarının resimleri: duvarlara, sütun başlıklarına ve tavanlara işlenerek Avrupa mimarisi özellikleri kullanılmıştır.

Yapıda, dillere destan ve 152 basamaklı bir merdivenle çıkılan kule vardır. Bu kuleden, özellikle gün batımı muhteşem izlenir.

Bu önemli kasır: 1930-1970 yılları arasında kapalı kalır ve uzun süreli bakımsızlık nedeniyle izbelik bir yer haline dönüşür. Ancak 1980’lerde özel bir firma tarafından restore edilerek otel olarak kullanılmaya başlanır. Bir süre sonra Belediye tarafından geri alınan yapı: günümüzde ise, burası lokanta ve sosyal tesis olarak kullanılıyor.

Kasrın büyük gül bahçeleri, İstanbul şehrinin en güzel bahçelerinden birisidir. Tarihi iç mekanda ise düğün gibi organizasyonlar düzenleniyor. Arka bölümdeki korulukta bulunan yürüyüş yolu ise: spor ve yürüyüş yapanlar tarafından tercih ediliyor.

İstanbul Horhor

horhor-cesmesi-1
İstanbul Horhor

Fatih ilçesinin bir semtidir. Aksaray’da: Saraçhane’den Aksaray’a inen geniş bulvarın sağ tarafındadır. Horhor caddesi diklemesine inen bir caddedir ve Marmara’yı Haliç’e bağlayan bu cadde, Bizans döneminden günümüze kadar olan süreçte, sürekliliğini ve güzergahını değiştirmemiştir. Bu cadde yani yol: Bizans ve Osmanlı dönemlerinde önemini korumuş ve sürekli kullanılmıştır.

Burası, İstanbul’un en eski mahallelerinden biridir. Bir zamanlar bu çevrede gürül gürül akan bir çeşme bulunuyormuş. Horhor isminin bundan kaynaklandığı söyleniyor. Horhor su savakları, Bozdoğan su kemeriyle ilişkilidir. Bozdoğan su kemeriyle İstanbul’a getirilen su ve Fatih Camisi çevresindeki Kirmastı Mahallesinde çıkan yer altı su kaynakları: künklerle savaklar kurularak günümüzdeki Aksaray ve Laleli bölgelerine temiz su aktarılıyordu.

Bu savaklar, bölgedeki saray ve dini yapılarla Saraçhane Çarşısına düzenli su sağlamıştır. Bu su savağında toplanan suların oluşturduğu sesin getirdiği horhor diye tanımlanan gürültü sesi, sebebiyle de semte Horhor isminin verildiği söyleniyor. Bu horhor su sistemine ait bir kısım yapı parçaları, 1999 yılında İlahiyat Fakültesi temel kazısı sırasında ortaya çıkarılmıştır.

Semtin ismine ait bir diğer söylenti ise: Fatih Sultan Mehmet, burada yürürken, yerin altından su sesleri duyar ve yanındakilere “Burada bir çeşme yapın, baksanıza hor hor su sesi geliyor” der. Böylece yapılan çeşme “Horhor Çeşmesi” ve semtin adı da “Horhor” olarak kalır. Çünkü horhor kelimesinin anlamı “gürleyerek akan su” demektir.

1908 yılındaki Çırçır yangını, semtin kültürel mirasının günümüze kadar ulaşmasını engellemiştir.

Günümüzde: Horhor ve Sofular sokakları boyunca yan yana sıralanmış birçok kebapçı dükkanı bulunmaktadır. Çünkü burada özellikle Hatay ve Şanlıurfa yöresinden gelenler ikamet etmektedirler. Hatta burada “Kebap Festivali” bile düzenleniyor. Semtin bir diğer özelliği ise antikacılarıdır.

suphi-pasa-konagi-1
İstanbul Horhor

ABDÜLLATİF SUPHİ PAŞA KONAĞI

Burası semtin tarihi konaklarından birisidir. Semtin sınırları bitişiğinde yer alır. Yani aslında Saraçhane konaklarından birisidir. Günümüzde, Fatih ilçesinde kalabilmiş, nadir konaklardan birisi olarak önem kazanmaktadır.

Bu güzel konak: Hamdullah Suphi Tanrıöver’in babası olan Suphi Paşa’dır. Kendisi 1818 Mora doğumludur. 1867 yılında Maarif Nazırı olmuştur. Sultan II. Abdülhamit döneminde, evkaf, maarif, maliye, ticaret nazırlıklarında bulundu.

Ticaret Lisesi ve Sanayi Nefise Mektebi kurulmasında öncülük yaptı. Suphi Paşa: bu arazide bulunan 40 odalı ahşap köşkü Sadaret Kethüdası Hadi Efendi’den satın almıştır. Bu ahşap köşkün yanına: selamlık olarak bu konak yaptırılmıştır. 1845 yılında, bir misafirin nargilesinden düşen kor ateş sebebiyle, ahşap konak yanmış ve yerine bir İtalyan mimar tarafından bu kagir konak inşa edilmiştir.

Yöredeki bütün yapıların tamamı ahşap iken, buranın kagir yapılması binanın önemini ortaya koymaktadır. Zaten bu yüzden çevrede “Taş Konak” olarak anılırdı. Bu tür konakların içinde, ahşap dekorasyonlar bulunur. Bu yapıda “kündekari” üslubu kullanılmıştır. Yani hiç çivi kullanılmamıştır.

Yapı: 1854 yılında yapılmıştır. Günümüzde bu konağın sadece harem kısmı durmaktadır. Selamlık kısmı büyük bir yangında harabeye dönmüştür. Bir zamanlar okul olarak kullanılan yaveran dairesi de harabeye dönmüş ve civarda olan ahır binaları da zamanla yok olmuştur.

Günümüzde 3 katlı konak “İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Tarihi Müzesi” olarak kullanılmaktadır. 1966 yılında Hamdullah Suphi Tanrıöver öldükten sonra konak İstanbul Üniversitesine geçmiştir.

Girişindeki kemerli kapıda: süs olarak iki tane gizli İonik sütun kabartması bulunur.

Giriş katındaki sofada, Fatih Sultan Mehmet’in bir büstü bulunur. Üst kata çıkan çift merdivenler ceviz ağacından yapılmıştır.

En üst kata çıkıldığında ise, “Tıp Müzesi” olarak kullanılan etkileyici bir salon vardır. Salonun çevresindeki odalar hekim odalarıdır. Salonda: camekanlar içinde: eski tıp aletleri, ilk ilaçlar, şişeler, kavanozlar, ilk doktorların büstleri ve çeşitli yayınlar sergilenmektedir.

antikacilar-carsisi-1
İstanbul Horhor
horhor-antikacilar-carsisi-1
İstanbul Horhor

 

HORHOR ANTİKACILAR ÇARŞISI

Çeşmenin ilerisindedir. 1981 yılında İlkokul olarak inşa edilen binaya, aynı yıl Kuledibi Bit Pazarındaki antikacıların yerleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Yapı 7 katlıdır ve 200 kadar dükkan bulunmaktadır. Bu dükkanlarda: her türlü antika ve eskitilmiş eşya bulup satın alabilirsiniz.

Antika tutkunlarının İstanbul şehrindeki ilk durağı olan bu çarşı içinde: İngiliz şövalyelerinin giydikleri zırhlardan, Fransız aristokratlarının devasa koltuklarına kadar pek çok obje satılmaktadır. Parfüm şişesinden el yazmasına kadar çok farklı fiyat aralıklarında ürünler vardır. Ayrıca Horhor’un nam salmış ustaları: eskilerinizi elden geçirdikleri gibi, size Osmanlı tarzı birçok eşyanın bire bir kopyasını da üretebiliyorlar. Ancak burayı “Bit Pazarı” olarak değerlendirmemek gerekir, çünkü fiyatlar yüksektir.

kizilminare-camii-1
İstanbul Horhor

KIZIL MİNARE MESCİDİ-KİREMİTÇİBAŞI CAMİ

Horhor caddesi üstünde, Halil Efendi Sokaktadır. Şehirdeki en eski Osmanlı yapılarından birisidir.

Banisi: Fatih Sultan Mehmet’in Kiremitçibaşısı Pir Mehmet bin İlyas’dır. 1521 tarihinde yapılmıştır. Önceleri düz çatılı iken günümüzdeki yapı kubbelidir. Mehmet bin İlyas’ın kabri ise Bursa’dadır. Oğlu Sinan Bey’in kabri ise, caminin ihata duvarı önündedir.

Yapı: 1718 yılındaki yangın sonucu tahrip olmuş ve Halil Ağa isimli hayırsever bir kişi tarafından yeniden yaptırılmıştır. Ancak bu kere, minber konularak Cuma namazı kılınmaya başlanmıştır. Böylece cami “Halil Efendi Camisi” olarak anılmaya başlanmıştır.

1965 yılında ise: mahalle halkı tarafından ciddi bir tamir yapılmış ve cami, caddeye doğru büyütülerek, minaresi haricinde, yapının tüm dönemsel özellikleri değiştirilmiştir.

Tombul minare: kırmızı tuğla ile inşa edilmiştir ve bu özelliğinden dolayı, halk arasında camiye “Kırmızı Minare Cami” denilmektedir. Minarenin 18 yüzyıl özellikleri taşıyan şerefesi, ilk devir özellikleri taşıyan külahının biçimi nedeniyle: orijinalliğini korumuş nadir İstanbul minarelerinden biri olarak önem kazanmaktadır.

BABA HASAN ALEMDAR CAMİİ

Horhor caddesinde, Baba Hasan Alemi sokaktadır. İsmail Ağa-Oruç Gazi mescidinin önündedir. Antikacılar çarşısı binasının bitişiğindeki alandadır.

Mescit: 1460 yılında, Fatih Sultan Mehmet’in Alemdarı Baba Hasan Ağa tarafından yaptırılmıştır. Yarı kagir, dört duvar üzerinde, ahşap çatılıdır. 1930 yılında kadro dışı kalan mescit, 1956 yılında Atatürk Bulvarı açılırken, yola denk gelmemesine rağmen ahşap çatılı ve değersiz denilerek yıktırılmıştır.

Günümüze, mescidin banisinin mezarı ve yıkık duvar kalıntıları ulaşmıştır. Hasan Babanın mezarı: caminin önündeki sokakta bir evin bahçesindedir.

horhor-aci-cesmesi-1
İstanbul Horhor

HORHOR ACI ÇEŞMESİ

Horhor caddesi ve Kavalalı Sokağın birleştiği köşe başındadır. Üzerinde ahşap bir ev vardır. Fatih semtinde yer alan üç tarihi çeşmeden birisi olarak önem kazanmaktadır. Günümüzde çeşme, tek cephede iki gözden oluşur. Üzerinde sadece bir satırlık “Tarih-i tamir-i Çeşme 1293” ibaresinden başka yazı bulunmaz.

1876 yılına ait bu tamir kitabesinde, tamirin kim tarafından yaptırıldığı yazılı değildir. Çeşmenin üstündeki ahşap mesken, 2008 yılında yıktırılmıştır. Çeşme günümüzde faal değildir. Çeşmenin yanına yeni bina yapıldığında çeşmenin suyunun kesildiği söylenir. Bazı kaynaklara göre: tarihi Horhor çeşmesi budur veya bazı kaynaklara göre ise, Hindular Tekkesi yanındaki çeşmedir.

horhor-cesmesi-00
İstanbul Horhor

HORHOR ÇEŞMESİ-KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN ÇEŞMESİ

İstanbul şehrinde, günümüzde mevcut en önemli beş çeşmeden birisidir. Saraçhane Arkeoloji Parkından, Horhor’a inişte, Horhor caddesiyle Kırma Tulumba sokağının kesiştiği yerdedir.

Muhtemelen Bizans döneminde yaptırılmış bu çeşme: Osmanlı döneminde, Kanuni Sultan Süleyman Vakfı’na eklenmiştir. Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a tamir ettirilen Kırkçeşme su şebekesinin: şehir içindeki en önemli su tesisidir. Likus deresi ve Şehzade ve Beyazıt’dan gelen tüm suları birleşerek, tonoz içinde Marmara’ya aktığı kavşak burasıdır.

Kubbesi, yan tarafında bir akarcası ve iki köşesinde iki açık pencereli kulesi dikkat çeker. Muazzam taş eserin kulelerinden: horhor (dehlizlerden gürce akan) su sesleri işitilirdi. Öte yandan, yine bu çeşmenin tarihi süreçte dikkat çeken özelliklerinden söz edilebilir.

Bu çeşmenin önünde bekleyen yeniçerilerden korkula korkularak bahşiş karşılığında su alınıyormuş. Çünkü: duvara kazınan üç servi ağacı motifi; bedava su alınamayacağını anlatıyormuş.

Orta sakaların su çektiği çeşme: günümüzde de tüm ihtişamı ile ayaktadır. Halen çeşme üzerinde, sert cisimle kazıma suretiyle yazılmış saka isimleri görülmektedir.

Çeşmenin muazzam haznesi, sırtını, Hinduler Tekkesi bahçesine, ahşap derviş hücrelerine vermiştir. Çeşmenin önü ve güneyi Aksaray meydanına bakmaktadır.

Çeşme ile ilgili yine bir anı: Sultan II. Mahmut tarafından 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılması kararının ardından, Yeniçeri kışlası kuşatılmadan önce meydana gelen en büyük çarpışma bu çeşme önünde gerçekleşmiş ve ardından yeniçerilerin yenilmesi sonucu kışlaları kuşatılmıştır.

HORHOR HAMAMI-HAS ODABAŞI HAMAMI

Aksaray hamamı sokağındadır. Has odabaşı hamamı diye de bilinmektedir. Hindular tekkesinin yanındadır. İkinci derece küçük ölçekli bir hamamdır. Çifte hamam olarak kullanılmakta iken, kadınlar kısmı 1990 yılında kapatılmıştır.

Hamamın zemini toprak seviyesi altında kalmıştır ve 8 basamaklı bir merdivenle inilir. Soyunma mekanı 3 katlıdır. İlk ve ikinci kat erkeklere ait olup, harem denen üçüncü kat ise kadınlara aittir. Ancak günümüzde kadınlara kapatıldığından, bu üçüncü kat kullanılmamaktadır.

Kanuni Sultan Süleyman dönemi Has Odabaşılarından Behruz Ağa Vakfında gösterilen hamamın içi: zaman zaman yenilenmiştir. Özellikle yakın geçmişte yapılan onarımlar sonucu orijinal mimari yapısı tamamen değişmiştir. 1975 yılında büyük bir onarım geçirmiştir. Günümüzde faal durumdadır.

hindular-tekkesi-1
İstanbul Horhor

HORHOR TEKKESİ-HİNDİLER-HİNDULAR TEKKESİ

Gureba Hüseyin Ağa mahallesinde; Aksaray Murat Paşa camisi yakınındadır.

Tekke, Fatih döneminde kuruluşundan kapatılıncaya kadar Hindistan’ın İstanbul şehrindeki elçiliği görevini yapmıştır. İstanbul şehrinin ilk Nakşibendi Tekkesidir.

Fatih Sultan Mehmet döneminde: Buharalı Hoca İshak Buhari Hindi adındaki Nakşibendi dervişi için yaptırılmıştır. Muhtemel yapılış tarihi 1451-1481 yılları arasındadır. Tekkenin varlığı, 1453 yılında kaleme alınan bir kaynakta da geçmektedir. Fatih tarafından yaptırılan tekkenin giderleri padişahın vakfından ödenmiş, yönetimi tekke şeyhlerine bağlanmıştır.

1783 yılında Halil Hamit Paşa tarafından yeniden yaptırılmıştır.

Tekkenin son şeyhlerinden Şeyh Hintli mücahit Abdurrahman Riyat Babur: 1923-1945 yılları arasında, tekkenin ikinci katında oturmuştur.  Tekkenin harap durumda olan mescidi ve İshak Buhari türbesi Belediye tarafından 1933 yılında Belediye tarafından yıktırılmıştır.

Geriye kalan ahşap yapılar da yakın tarihe kadar kimsesiz ve yaşlı kadınların barınağı olmuştur. Nakşi ve Kadiri tekkesinden, günümüze sadece ahşap ve harap şeyh meşrutası ve bahçesindeki kabirler ve taşlar ulaşmıştır. Tespit edilen on adet mezardan biri avlu kapısından girişte sağda, biri mescit tevhidhanenin güneybatı köşesindedir.

Sekizi de, aynı mekanın doğu duvarının önünde sıralanmaktadır. Mezar taşlarından birisi, 1788 yılında burada elçi iken vefat eden Serdar Mehmet’e aittir. Bu mezar taşının serpuşu: elçi şapkası şeklindedir. Tuğla örgülü mescidin mihrap duvarı, günümüzde de görülmektedir.  Tekke binası son yıllarda ayrıntılı restorasyondan geçirilmiştir. Tekkenin hemen arkasında Horhor Medresesi ve Hamamı bulunur.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.