Konya

Konya


Konya: İnsanlık tarihinin ilk yerleşim yerlerinden biri olan Çatalhöyük’ü bağrında barındıran Konya, tarihi akışı içinde, birçok medeniyetin izlerini taşımaktadır.

Konya

ULAŞIM

Ankara-Konya arası uzaklık: 258 km. İstanbul-Konya arası uzaklık: 668 km. İzmir-Konya arası uzaklık: 550 km. Antalya-Konya arası uzaklık: 323 km. Adana-Konya arası uzaklık: 356 km. Mersin-Konya arası uzaklık: 348 km. dir.

23 Ağustos 2011 tarihinde, Konya-Ankara arasında, hızlı tren seferleri başladı. Bu yüzden, sanırım Konya ilinin turizm potansiyeli zamanla artacak. Özellikle: Ankara insanının, Konya’yı tanıması, sık sık Konya şehrine gitmesi sağlanacak.  Bence, gerek ulaşım ve gerekse turizm açısından, büyük bir hamle. Mutlaka 1 gün zaman ayırın ve Konya’ya gidin, Konya gerçekten turizm açısından, yani gezilip-görülmesi gereken yerler açısından çok zengin.

Şehir merkezinden 15 km. uzaklıktaki otogardan şehir merkezine: dolmuş, otobüs, tramvay ve taksi ile ulaşmak mümkündür. Ama özellikle, tramvay kullanmanızı öneriyorum.

Konya’ya hava yolu ile de ulaşmak mümkün. Her gün karşılıklı olarak: İstanbul-Konya-İstanbul seferleri yapılmaktadır. Şehir merkezinden hava alanına, THY servisleri ve taksi ile ulaşabilirsiniz.

GENEL

İlin topraklarının büyük bölümü, İç Anadolu’nun yüksek düzlükleri üzerine rastlar. Güney ve güneybatı bölümleri, Akdeniz bölgesine dahildir. Nüfus yoğunluğu bakımından: Türkiye’nin beşinci büyük ilidir. Yüzölçümü bakımından değerlendirildiğinde ise: Türkiye’nin en büyük yüzölçümüne sahip olan ilidir. İl sınırları içinde: Türkiye’nin en büyük: aliminyum (boksit) ve magnezit yatakları bulunmaktadır. Rakım ortalama: 1011 metredir.

Konya

Konya, tarihi İpek Yolu’nun en önemli ticaret ve konaklama merkezlerinden biri olmuştur.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Konya Selçuk Üniversitesi 1975 yılında kurularak faaliyete geçmiştir. Bugün, Selçuk Üniversitesi bünyesinde: 16 Fakülte, 1 Devlet Konservatuvarı, 1 Yabancı Diller Yüksekokulu, 2 Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, 3 Sağlık Yüksekokulu, 25 Meslek Yüksekokulu, 4 Enstitü, 13 Araştırma ve Uygulama Merkezi ve 60.000 i bulan öğrenci sayısı ile, ülkemiz üniversiteleri arasında yer almaktadır. Üniversitenin kampüsü: Meram alanı içinde bulunuyor.

KONAKLAMA

Konya’da, iki adet beş yıldızlı otel, beş adet dört yıldızlı otel, altı adet üç yıldızlı otel ve ayrıca, çeşitli otel ve moteller, pansiyonlar bulunmaktadır.

TURİZM

Konya’ya: 2015 yılında, 1.500.000 ve 2016 yılında, 1.400.000 civarında turist gelmiştir. Gelen turistlerin büyük bölümü yerli turist olup, yabancı turistlerin oranı: yüzde 25 civarındadır. Özellikle: Japonlar, Koreliler ve Almanlar geliyorlar.

Konya

TARİHİ

Konya tarihi süreç içinde: Hitit, Frig, Lidyalılar ve daha sonra İskender’in istilasına uğramıştır. Daha sonraları ise, Anadolu’da Roma hakimiyeti sağlanınca, Konya İkonium olarak varlığını sürdürmüştür. Antalya’dan Anadolu’ya çıkan Hıristiyan azizlerden St. Paul ; önce Antiochia (Yalvaç) ve daha sonra İkonium (Konya)a gelmiş. Çünkü, bu dönemde: bölgede: Lystra-Derbe (Hatunsaray), Laodika (Ladik) ve Sille, önemli Bizans yerleşim yerleridir.

İslamiyet’in Anadolu’da yayılması ile Bizans’a Arap akınları başlar. Emeviler ve Abbasiler, bu akınları, Konya üzerinden yaparlar.

Roma döneminde: kent, Romalı Valiler tarafından yönetilir. Yerli halk, Roma egemenliği altında, yüzyıllar boyunca yaşar. Siyasal hakimiyet kurulduktan sonra, kent biraz büyür ve ek işlev kazanmaya başlar. Roma imparatorluğunun parçalanması ve Doğu Romanın Bizans ismiyle siyasal alanda boy göstermeye başlamasıyla, Konya garnizon olarak yıllarca idare edilir.

MS. 1077 yılında, Kutalmışoğlu Süleyman Bey tarafından, Bizans’ın elinden alınır. Daha sonra, 1097 yılında, I. Haçlı seferi sırasında İznik kaybedilince, başkent, Konya’ya taşınır. Böylece: İslam-Türk Medeniyeti Tarihi başlamış olur. Bunun sonucunda, şehirde, büyük bayındırlık etkinlikleri başlar, medreseler, camiler, kütüphaneler yapılır.

1190 yılında, 3.Haçlı seferinde, Alman imparatoru Friedrik Barbarossa, Konya’yı kuşatırsa da şehri ele geçiremez. Konya, Selçuklular tarafından ele geçirildiğinde, şehir, Alaaddin Tepesi ve civarındaki dar bir alanda bulunuyordu. Pazar yerleri, hanlar, ham madde satan dükkanlar ile bunları işleten sanatkarlar, işlevlerini bu dar alanda yürütüyorlardı. Şehir kısa zamanda gelişince, oturum alanları batıya doğru uzar ve şehrin savunması zorlaşır.

Takip eden tarihi süreçte: Konya, bir süre Karamanoğlu egemenliği altında kalır. Ancak: burayı ele geçirmek için mücadele eden; Karamanoğlu-Osmanlı çekişmeleri, burada, yüzyıllarca sürecek olan karanlık günlerin başlangıcı olur.

1387 yılında, Osmanlı Padişahı I. Murad, şehrin önlerine gelir. 1398 yılında oğlu Yıldırım Beyazıt, şehre girip, Karaman Devletine son verir. Ancak, 1402 Ankara Savaşı felaketinden sonra, Karamanoğlulları Beyliği, yeniden kurulur. Konya, Fatih Sultan Mehmet’in Karamanoğulları Beyliğini ortadan kaldırdığı 1465 yılına kadar Osmanlı-Karaman mücadeleleri devam eder.

Fatih, 1470 tarihinde, imparatorluğun 4’ncü eyaleti olarak, Karaman Eyaletini, merkezi Konya şehri olmak üzere kurar. Eyalete, ilk zamanlarda, Osmanlı şehzadeleri, vali olarak atanır. 17’nci yüzyılda, eyalet, 11 sancaklı ve 80 metre kare büyüklüğe ulaşır. Tanziman döneminde, eyalet için Karaman adı yerine “Konya” kullanılmaya başlar.

Anadolu-Bağdat demir yolu: 1895-1896 yıllarında Konya’ya ulaşır ve 1901 yılında, Avlonya’lı Ferit Paşanın Konya’ya vali olarak tayin edilmesiyle hız kazanır. Şehrin fiziki dokusu değişir. 1912 yılında, başlamak üzere, mimari tarzında çatılı ve kagir binalar inşa edilir. Ulaşıma atlı tramvay dahil edilir ve 1924 yılında, ilk elektrik fabrikası açılır.

1950 yılından itibaren şehirde yenilik hareketleri başlar. Şehrin sanayileşmesi ile bugünkü modern Konya’nın hazırlanmasına yardımcı olmuştur.

Bugün, Türkiye’nin sayılı büyük şehirlerinden olan Konya, milyonluk nüfusu, fabrikaları, köprüleri, yolları ile modern bir şehirdir.

KONYA HAKKINDA EFSANE: ŞEHRİN İSMİ

Bir zamanlar, bu şehre “Medüz” denilen bir canavar musallat olur. Tanrı Zeus’un oğlu Perse; Medüz’un başını keserek, şehri kurtarır. Şehir halkı da: Perse’nin bir heykelini, şehrin meydanına dikerler. Bundan sonra: şehrin ismi, “heykel şehri” demek olan “İkonium” olur. Konya ilinin Latincede adı: Iconium’dur.

NE YENİR

Konya’nın dışarı yemekleri olarak üç yiyecek dikkati çeker. Bunlar: Fırın kebabı, etli ekmek, peynirli pide. Bu üç yiyecek, Konyalıların olduğu kadar, yabancıların da ilgisini çeken yiyeceklerdir. Fırın kebabı: kilo ile satılıyor. Arzunuza göre: 100 gr. İsteyerek, tadına bakabilirsiniz, yanında kuru soğan ile servis ediliyor. Etli ekmek ise: üç türü var. Bunlar: içindeki malzemeye göre değişen: Bıçakarası, Mevlana, peynirli.

Bunun dışında yöreye has yemekler şunlardır: Bamya çorbası, Çebiç (kuzu etinden yapılır), su böreği, Sac arası (bir tür tatlı)

Hiçbir yiyecek, Konya’da etli ekmekle rekabet edemez. Her ne kadar ülkemizin çoğu yerinde, etli ekmek yapan bir kısım restoran açılsa da, Konya’da yapılanı inanın bir başka. Eğer kırmızı ete karşı sıkıntınız yoksa, Fırın Kebabı deneyin, aksi halde, etli ekmek. Ama; etli ekmek demelisiniz, etli pide derseniz, size ters ters bakarlar.

Konya

KONYA ŞEHİR İÇİ GEZİ PLANI

1.GÜN

Şehir gezimize: bulunduğunuz yerden, herhangi bir araç ile ulaşacağınız: Zafer Meydanından başlamalısınız. Zafer Meydanı: Konya’daki Selçuklu dönemi izlerinin en yoğun görülebileceği bir yer. Meydan: tamamen 12’nci yüzyıl eserleriyle dolu.

Bunlar

1. Alaaddin Camii.
2. Karatay Medresesi.
3. İnce Minare,
4. Selçuklu Köşk kalıntısı.

Meydanın tam ortasında: Alaaddin Camii var. Alaaddin Tepesinden şehre bakan caminin hemen alt tarafında, Selçuklu köşkü bulunuyor.

Konya Alaeddin Tepesi

ALAEDDİN TEPESİ

Konya, Selçukluların başkenti olunca, Sultan Alaeddin bir cami yaptırmak ister. Bunun için; şehir meclisi, şehrin ortasında bir tepe oluşturulmasını ve bu tepenin üzerine, cami yapılmasını kararlaştırır. Bu tepenin oluşturulması için: bir toprak vergisi konur.

Şehirde oturan herkes, hissesine düşen toprağı: çuval ve torbalarla getirir ve Alaaddin Tepesi ortaya çıkar. Caminin inşaatına başlanır. Bir gün, Sultan Alaeddin, tepeye çıkar ve şehre bakar. Şehir halkının evlerinin damlarında, yarı çıplak yattıklarını görür. Bunun üzerine: tepeye yalnız caminin yapılmasını, Sarayının ise, tepenin eteklerine yapılmasını ister.

Şehrin en merkezi yeridir. Dümdüz ovanın içinde, yapay bir tepedir. Eski kalenin ve Sarayın bulunduğu yer, kaleden kalma birkaç taş hala ayaktadır. İçerisinde, harika çay bahçeleri vardır.

Konya Alaeddin Camii

ALAEDDİN CAMİİ

Anadolu Selçuklu Devrinde yapılmış, Konya’nın en büyük ve Selçuklulardan kalan en eski camisidir. Şehrin merkezinde, Alaaddin Tepesi üzerindedir.
Selçuklu Sultanı Rükneddin Mesud I. Döneminde başlanan inşaat, Sultan Alaeddin Keykubat I tarafından, 1221 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır.

Cami: İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilmiştir. Üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür. İçerisi: sütunlar ormanı gibidir. Bizans ve klasik devirlere ait: 41 taş mermer sütun kullanılmıştır. Caminin en ilginç yerlerinden birisi de: minberidir. Minber: abanoz ağacından, birbirine geçmiş olup, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örneklerindendir.

1155 yılında: Ahlatlı Mengum Berti tarafından yapılmıştır. Çinilerle süslü mihrabın önünde, çini süslü kubbesiyle örtülmüş bir saha var. Mihrap ve kubbelerin çinileri kısmen sökülmüş.

Konya Selçuklu Köşkü

SELÇUKLU KÖŞKÜ

Alaaddin Tepesini çeviren iç kalenin kuzey eteğindedir. Selçuklu Sultanı II. Kılıçaslan’a ait olduğu düşünülmektedir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat I. Zamanında genişletilerek, tamir ettirilmiştir.

Yapı: kare bir plan üzerine, harç ve tuğlalarla, iki kat olarak yapılmıştır. Günümüzde, Köşk: yalnızca harap olmuş bir duvar parçasından ibaret kalmıştır. 1961 yılında, bu tek duvar: beton şemsiye ile muhafaza altına alınmıştır.

Köşkün tam karşısında: Karatay Medresesi bulunuyor.

KARATAY MEDRESESİ/MÜZESİ

Karatay Medresesi: Emir Celaleddin Karatay tarafından, 1251 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlı döneminde de kullanılan medrese; 19’ncu yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.

Kapalı medrese tipinde, tek katlı medresenin giriş kapısı: Selçuklu devri taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir. Duvarları: turkuaz, lacivert ve siyah renkli mozaik kakma tekniğinde yapılmış çinilerle bezenmiştir. Ancak bu çinilerin bir bölümü dökülmüştür. Kubbesinin tam tepe noktası düzdür.

Anadolu Selçuklu dönemi çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi: 1955 yılında, “Çini Eserleri Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır. Karatay Müzesinde: Beyşehir Gölü çevresindeki “Kubat-Abad Sarayı kazı buluntuları arasında olan: duvar çinileri, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait seramik tabaklar, kandiller ve alçı buluntuları sergileniyor. Müzenin bir odasında: Celaleddin Karatay’ın sandukası bulunuyor.

Evet, Zafer Meydanı’nda, yürümeye devam ettiğinizde, usta işçiliği ve mimarisiyle, İnce Minareyi göreceksiniz.

Konya İnce Minare Medresesi (Taş ve Ahşap Eserler Müzesi)

İNCE MİNARE MEDRESESİ (Taş ve Ahşap Eserler Müzesi)

Evet, İnce Minare ve muhteşem kapısı sizleri büyüleyecek.
Selçuklu Veziri, Ata Fahreddin Ali tarafından, 1254 yılında yaptırılmış. Mimarı: Abdullah oğlu Kelük.

Taç kapısı: Selçuklu taş işçiliği şaheserlerinden biri. Üzerinde: kabartmalı geometrik ve bitkisel bezemelerle birlikte, “Yasin” ve “Fetih” sureleri yazılı.

Konya İnce Minare Medresesi

 

Binanın iç mekanları; avlu, eyvan, dershane ve öğrenci hücrelerinden oluşuyor.

Minare kaidesi: kesme taşla kaplı, tuğladan yapılmış. Ön cephede: akant yaprağı ile bezeli. Gövde köşeleri, mavi sırlı tuğladan yapılmış: çift şerefesi var. 1901 yılında, yıldırım düşmesi sonucu: birinci şerefeye kadar olan bölüm yıkılmış.

Bina: 1956 yılında, müze olarak hizmete açılmış. Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait taş ve ahşap eserler sergileniyor. Sergilenen eserler: avluda ve yapının içinde bulunuyor. Müzenin avlusunda: Selçuklu ve Karamanlı dönemi Konya Kitabeleri, mezar taşları ve mimari parçalar var.

Bu eserler arasında, Sultan I. Alaeddin Keykubat’ın 1221 yılında yaptırdığı Konya kalesinin sülüs yazılı mermer kitabeleri ve parçaları, Fatih Sultan Mehmet’in kaleyi 1467 yılındaki tamirine ait kitabı, Seydişehir’den getirilen 1237 tarihli mescit kitabesi, Konya Akıncı mescidinin 1210 tarihli kitabesi gibi eserler bulunuyor.

Avlunun batısında ise, Konya mezarlıklarından toplanmış Selçuklu ve Karamanoğullarına ait sanduka şeklinde mezar taşları bulunuyor. Selçuklu dönemine ait Nalıncı Baba Türbesinin portal süslemeleri ve kemer taşları da, burada bulunuyor.

Bunların arasında: İnce Minarenin mimarı olan Keluk Bin Abdullah’ın ismi yazılı mimari parçalar da dikkati çekiyor. Ayrıca: Medresenin içindeki mezar taşlarında, özellikle iki melek ve iki başlı kuş kabartmaları görülmeye değer.

Konya Mevlana Müzesi

 

Evet, buradan “Mevlana Müzesi” bölgesine geçiyoruz. Sırada: Mevlana Müzesi gezisi var. (Mevlana Müzesi, sitede başka bir sayfada ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Oradan inceleyebilirsiniz)

Mevlana Müzesi ayrıntılı tanıtımı yazıma ulaşmak için.

 

Konya Arkeoloji  Müzesi

2.GÜN

Evet, bugün sabah: Arkeoloji Müzesini gezin. Müzede: ünlü Herakles Lahiti ve Konya ve çevresinden çıkarılan birçok antik dönem eseri görebilirsiniz. Tek katlı bir yapı olan müze binası, küçük olduğu için, bahçesinde de eserler var.

Zafer tanrıçası Nike, Doğanhisar-Lystra-İconium yazıtları, muzur tanrı Pan kabartması, Müze Bahçesinde görebileceğiniz eserler. Ayrıca, müze bahçesinde, Roma dönemi lahitleri mermer işçiliğini görecek ve tek kelimeyle büyüleneceksiniz.

Özellikle: MS.250-260’lı yıllara ait Herakles Lahdi, sidamara tipinde. Yine lahidin kapağında, Herakles’in figürü bulunuyor. Ayrıca lahit çevresi, Herakles’in tanrılar tarafından verilen görevleri yerine getirişini gösteren figürlerle donatılmış. Muhteşem bir sanat ve işçilik örneği olarak orada duruyor. Gidin görün.

Konya Arkeoloji Müzesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

1962 yılında, bugünkü bulunduğu yerde hizmete girmiştir. Atatürk: 20 Mart 1923 tarihinde, bu müzeyi ziyaret etmiştir.

Müzede: Neolitik, Eski Tunç, Orta Tunç, Demir, Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler sergileniyor. Neolitik eserler: Çumra, Çatalhöyük, Erbaba ve Süberde kazılarında bulunmuş. Eski Tunç Eserler: Sızma ve Karahöyük kazılarında bulunmuş. Asur Ticaret Kolonileri eserleri: Karahöyük kazılarında ele geçirilmiş. Konya Alaaddin Tepesi kazılarında ise: Frig seramik kapları ile Konya Karapınar Kıckışla höyükte bulunan çeşitli Frig çağı kapları ve Lidya kapları da sergileniyor.

Arkeoloji Müzesinin görülmeye değer eserleri: Roma lahitleridir. Roma ve Bizans döneminde sunak, mezar stel ve Ostotekler, müze iç teşhirinde ve bahçede sergileniyor. Ayrıca: müzede, bir kısım taban mozaikleri de sergileniyor. Bunlar: Sille, Tatköy ve Çumra Alibeyhöyük’de bulunmuş ve MS 6’ncı yüzyıla ait.

Daha sonra: merkeze 10 dakika uzaklıktaki, Meram bölgesini gezeceksiniz. Yeşil alanı, mesire yerleri ile ünlü Meram: Aydın Çavuş Tepesine çıkmanızı ve orda yöresel yemeklerin tadına bakmanızı öneriyorum. Konya manzarası eşliğinde, inanın muhteşem bir yemek olacak.

MERAM

İl merkezine 8 km. uzaklıkta bir mesire yeridir. Yani: 10 dakikada ulaşılmaktadır. Sarı ovanın yeşil cennetidir. Yeşillikler bulacaksınız. Meram eskiden bağlık bir alanmış. Meram bağlarının bugüne ise yalnızca türküsü kalmış.

Bağların yerini, lüks yapıların ve villaların yükselmesine rağmen, Meram Çayı ve yeşil alanlar, hala güzelliğini korumaktadır. Meram Çayı’nın her iki yanını, çay bahçeleri ve lokantalar süslüyor. Çayın içinde, gezinti tekneleri var.

Burada: Selçuklular döneminden kalan bir köprü, Karamanoğulları döneminden kalan: Hasbeyoğlu Mescidi, Hamamı, Darülhufazı ve Tavus Baba Türbesi bulunmaktadır.

MERAM HAMAMI

Konya Meram

Meram mesireliğinde, tarihi köprü çıkışında bulunuyor. Beylikler döneminde yapılmıştır. Yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

AYDIN ÇAVUŞ TEPESİ

Buraya çıkarak, tüm Konya’yı kuşbakışı görebilirsiniz. Aslında, Konya güzelliklerini gösterme konusunda, Aydın Çavuş’a oldukça cömert davranıyor. Meram’a geldiğiniz takdirde, Konya’nın yöresel yemeklerini de, doğa eşliğinde tadabilirsiniz.

KONYA’NIN ÇEVRESİNDE GEZİLECEK YERLER

İlk ve mutlaka gidilmesini önereceğim durak: Sille Antik kentini, (Konya’nın 8 km. kuzeybatısında)

Konya Sille Aya-Elena Müzesi

SİLLE AYA-ELENA MÜZESİ

Sille; kent merkezinden 8 km. uzaklıkta, kuzeybatıda bir yerleşim yeridir. Erken Hıristiyanlık dönemine ait önemli bir merkezdir. Derin ve dar bir vadide kurulmuş. Aracınız ile dar bir yolda ilerlerken, dağların arasında unutulmuş bir yere gidiyormuşsunuz hissi veriyor.

MS.327 yılında: Bizans imparatoru Constantin’in annesi Helena: hac için Kudüs’e giderken, Konya’ya uğrar. Buradaki ilk Hıristiyanlık çağlarına ait oyma mabetleri görür. Bunların en göze batanı: Ak Manastır (Hagios St.Chariton)dur. Bu manastır, dünyada kurulmuş ilk manastırlar arasındadır. Geniş ve mağara gibi kayaya oyulmuştur. 6-7 şapeli ve birçok hücresi vardır. Bu manastırda bulunan Mikael Hommenos ve Makaeles oğlu Abaraham’a ait mezar taşları, Konya Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.

Evet: imparatorun annesi Helena, burada, Hıristiyanlar için; Sille’de bir mabet yaptırır. Yaptırılan bu kilise: asırlar boyu onarım görerek, günümüze kadar gelir. Kilisenin iç kapısının üstünde: Yunan harfleriyle yazılmış bir tamir kitabesi var. Bu kitabe: 1833 tarihlidir. Bu kitabenin üzerinde: kilisenin dördüncü tamirinin, Sultan Mecit döneminde yapıldığı yazılı.

Konya

 

Evet: kilise, düzgün kesme Sille taşı ile yapılmış. Avlusunda: kayalara oyulmuş odalar ar. Kilisenin kuzeye açılan kapısından: dış nartekse giriliyor. Burada: kadınlar mahfeline çıkan, iki yönlü taş merdivenler bulunuyor.

Kilisenin ana kubbesi: dört fil ayağı üzerine oturtulmuş. Kilisenin içinde: ahşaptan alçı süslü vaaz kürsüsü ve apsisle ana mekanı ayıran ahşap alçılı kafes; tam bir sanat şahaseri.

Kubbe geçişlerinde ve taşıyıcı ayaklarda: Hz. İsa ve Meryem ile havarilere ait resimler bulunuyor.

Konya

 

Sille antik kentine giderseniz, süzülmüş ayrandan içmeden dönmeyin. Sille Konağı: 353 yıllık bir Rum evi. İki katlı bu taş yapı, bir kilise papazının eviymiş. Restore edildikten sonra, 2003 yılında restoran olarak faaliyete geçen bu mekanda, yöresel ızgaralar, bamya çorbası, etli sarma, su böreği, ekmek salması ve tava çeşitleri yiyebilirsiniz.

Konya

Evet, ikinci durak ve mutlaka görmenizi önereceğim yer ise, Çatalhöyük. Çumra ilçesinin 10 km. doğusunda. Sitede, Çumra adı altındaki sayfada, Çatalhöyük ile ilgili ayrıntılı bilgiyi bulacaksınız. Çatalhöyük: bugüne kadar bulunmuş en eski ve en büyük neolitik şehirlerden biri. İlk bakışta, birkaç tümsekte çalışan arkeologlar ve ekipleri göreceksiniz. Büyük bir yerleşim alanı görmeyi beklemeyin. Çünkü, kazı çalışmaları milim milim ilerliyor.

Bölgenin her santimi titizlikle kazılıyor. Bina 5 denilen yer bugün sergiye açık. 1 ana oda ve 4 küçük odadan oluşan yapı hakkında ipuçları veriyor. Kazı çalışmalarını yakından görmek için bölgeyi gezebiliyorsunuz. Yerli ve yabancı birçok üniversiteden, kazı ekiplerini burada dönem dönem görmek mümkün.

Çatalhöyük’teki en eski kazı alanı: 16-17 kattan oluşan, Güney Kazı Alanı. Her kat, en az 100 yıllık bir dilime denk geliyormuş. En alt katın, sadece küçük bir alanı açılmış. Diğer yerler kat kat kendini ele veriyor. Çatalhöyük’te bulunan birçok eser, bugün Konya Müzesinde sergileniyor.

Evet, Çatalhöyük’ten sonra: İvriz Kaya Anıtını görmenizi öneriyorum. Yolunuz Karapınar üzerinden geçecek ve Türkiye’nin çölleşme tehlikesini gözlerinizle göreceksiniz. Dışarıdan yüzünüze vuran kızgın rüzgarın sersemletici etkisiyle, çölleşen kumulları göreceksiniz. Buranın insanlarına, kurnazlıkları sayesinde “çöl şeytanı” deniliyormuş.

O kadar kurnazlarmış ki, şeytanla yaptıkları antlaşmada onu kandırabilmişler. Yolunuzun sağ yanında: Meke, sol yanında ise, Acısu krater göllerini göreceksiniz. Meke, krater gölünün tam ortasındaki büyük tümseği ile eşsiz bir manzara sunuyor. Göl, 12 metre derinliğinde.

Konya Meke Gölü

MEKE GÖLÜ

Sitede, ayrı bir başlık altında ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Oradan okuyabilirsiniz.

Meke gölü tanıtımı hakkındaki ayrıntılı yazım için.

Evet, yola devam ediyorsunuz. Yeşillikleri görmeye başlayınca, Karapınar’dan ayrılıp Ereğli’ye geldiğinizi hissedeceksiniz. Çölün yerini ağaçlar alıyor. Ereğli, Konya’ya 2 saat uzaklıkta. Karapınar ne kadar çorak ve çölse, Ereğli’de o derece yeşil ve bereketli. Yol kenarında meyve ağaçları ve soğuk su kaynakları göreceksiniz.

Gelişmiş kent mimarisine sahip Ereğli’den Halkapınar’a İvriz Kabartmasına yönelin. İvriz Kaya Kabartması, dünyada ilk tarım anıtı olma özelliğinde.

İVRİZ KAYA ANITI

Sitede, ayrı bir başlık altında ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Oradan okuyabilirsiniz.

İvriz kaya anıtları ayrıntılı tanıtım yazıma ulaşmak için.

Konya Selçuklu Kulesi ve İş Merkezi

KONYA VE ÇEVRESİNDE, DİĞER GEZİLECEK YERLER

SELÇUKLU KULESİ VE İŞ MERKEZİ

Konya eski otogarı yerine yapılmıştır. 163 metre boyunda ve 42 katlı bir gökdelendir. Konya’nın ve İç Anadolu Bölgesi’nin en uzun gökdelenidir. Türkiye’nin ise altıncı sırada yüksek gökdelenidir. Konya’nın resmi araç plakasının 42 olması nedeniyle, 42 katlı olarak inşa edilmiştir.

En üst iki katı, alt katlardan farklı olarak, daire biçimindedir. Bu 41 ve 42’nci katların restoran olarak değerlendirilip, kendi ekseni çevresinde dönmeleri planlanıyor. Ayrıca: Konya’nın engebesiz yapısı nedeniyle, bu uzun bina, şehrin her yerinden görülebilmektedir.

MÜZELER

SIRÇALI MEDRESE (MEZAR ANITLARI MÜZESİ)

Sırçalı Medrese, Selçuklu dönemi eserlerinden olup; 1242 yılında, Bedreddin Muslih tarafından yaptırılmıştır.

Çinilerle süslü avlulu medreselerden biridir. Açık avlulu, iki eyvanlı ve iki katlı olan medresenin, geometrik ve rumi motifleriyle bezeli bir portalı bulunmaktadır. Giriş kapısından sonra: beşik tonozlu bir eyvan bulunur. Ortası havuzlu, dikdörtgen avlulu medrese üç yönden revaklarla çevrilidir. Duvarları sırlı tuğla ve çinilerle kaplanmıştır.

1960 yılından bu yana müze olarak ziyarete açık. Konya şehrinde kamulaştırılan mezarlardan toplanan tarih ve sanat tarihi yönünden değerli mezar taşları, dönemlerine göre tasnif edilerek, burada sergileniyor. Sergilenen mezar taşları: sanat yönünden çok zengin Selçuklu Beylikler ve Osmanlı dönemlerine aittir.

ETNOĞRAFYA MÜZESİ

Bina: üç katlı. Müzenin depolarında: özellikle Selçuklu halı örnekleri bulunuyor. Ayrıca: Konya ve Türkiye sınırları içinde kalan meşhur halı-kilim dokuma bölgelerine ait halılar ve kilimler var. Teşhir salonunda: satın alma, hediye ve başka müzelerden devir yolu ile bu müzeye kazandırılan ve genelde Konya ve çevresine ait olan Etnografik eserler sergileniyor.

ATATÜRK MÜZESİ

Atatürk caddesinde bulunuyor. 1912 yılında yapılmış. 1928 yılında, Konyalılar tarafından Atatürk’e bağışlanmış. 1954 yılında ise, Müze olarak hizmete açılmış. Müzede: Atatürk’ün kullandığı elbise ve eşyaları ile Konya’nın kurtuluş savaşındaki yerini anlatan belge, fotoğraf ve gazete küpürleri sergileniyor.

İPLİKÇİ CAMİİ

Alaeddin Caddesi üzerindedir. Şemseddin Altınoba tarafından, 1201 yılında yaptırılmıştır. Cami: İplikçiler Çarşısında bulunduğu için, İplikçiler Camii adını almıştır. 1951-1960 yılları arasında, Klasik Eserler Müzesi olarak kullanılan cami, 1960 yılında yeniden ibadete açılmış.

SADRETTİN KONEVİ CAMİİ VE TÜRBESİ

Konya’nın Şeyh Sadrettin mahallesindedir. 1274 yılında yapılmıştır. Giriş kapısındaki kitabede: adı geçen Sadrettin Konevi, aslen Malatyalı olup, Konya’ya yerleşmiş, zamanın tanınmış bilginlerindendir.

Mevlana’ya derin bir sevgi ile bağlanmıştır. Türbesi, caminin doğusundaki avludadır. Açık türbeler tipinde, ayakta kalan tek örnektir. Türbenin şekli, Selçuklu kümbetlerine benzer. Gövde açık, kaidesi mermer işleme olan türbenin üzerinde, köşeli bir tambura oturan kafes şeklindeki ahşap bir külah vardır.

SELİMİYE CAMİİ

Mevlana dergahının batısındadır. İnşaatına, Sultan Selim II. Nin şehzadeliği zamanında başlanmıştır. Cami: Osmanlı klasik mimarisinin Konya’daki en güzel eserlerindendir. Kuzeyinde: altı sütuna istinat ettirilmiş, yedi kubbeli son cemaat yeri ve basık kemerli cümle kapısı var. Ahşap kapı kanatlarından, sağdakinde “Mesciti Mümin, suda balık gibidir.” İbaresi yazılıdır. Son cemaat yerinin sağ ve solunda, tek şerefeli iki minare var.

AZİZİYE CAMİİ

Konya çarşısının tam ortasındadır. Muntazam kesme taş ile yapılmıştır. Son Osmanlı mimarisinin güzel eserlerinden biridir. 1671 yılında, Şeyh Ahmet tarafından yaptırılan cami yandığı için, 1867 yılında, Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevnihal adına yeniden yaptırılmıştır. Türk baroku üslubundadır. Altı mermer sütuna oturan, üç kubbeli son cemaat yerinin, iki ucunda kaideleri şadırvanlı iki minaresi dikkat çekiyor. Üzeri ferah bir kubbe ile örtülü.

ŞERAFETTİN CAMİİ

Hükümet konağının güney cephesindedir. İlk kez: 12’nci yüzyılda, Şeyh Şerafettin tarafından yaptırılmıştır. 1336 yılında ise yıktırılarak, Mehmet Bey tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Gövdesi: kesme taştan, büyük bir kubbe ile örtülüdür. Kubbeyi 10 fil ayağı tutmaktadır.

Güneyinde bir yarım kubbe ile desteklenmektedir. Cami içi: yazı ve nakışlarla dekorize edilmiştir. Mermer işlemeli minber ve mihrabı güzel sanat eserleridir. Tek şerefeli minaresi, sonradan ilave edilmiştir.

ŞEMS-İ TEBRİZİ CAMİİ VE TÜRBESİ

Şerafettin Camii kuzeyinde, eskiden mezarlık olan Şems Parkının içindedir. 1510 yılında, Emir İshak Bey tarafından genişletilmiştir. İlk yapının, 13’ncü yüzyılda yapıldığı ileri sürülüyor. Ancak, kim tarafından yapıldığı bilinmiyor. Türbe: eyvan şeklinde. Duvarlarında herhangi bir bezeme yok. Tavanı geometrik motiflerle bezenmiş.

Üzeri örtülü sandukanın altında, önceleri kuyu bulunduğu söyleniyorsa da, araştırmalar sonucu burasının kuyu değil, mumyalık olduğu anlaşılmış. Gövdesi taştan tambur ve külahı ise tuğladan yalpan türbe, 1977 yılındaki onarım sırasında, orijinalliğini kaybetmiş.

KAPU CAMİİ

Konya’da merkezde, sarraflar caddesi üzerindedir. Konya kalesinin kapılarından birinin çevresinde bulunduğu için, Kapı camii adını almıştır. İlk kez;1658 yılında, Pir Hüseyin Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Bir süre sonra yıkılan cami, 1811 yılında Konya Müftüsü Seyyid Abdurrahman tarafından yenilenmiştir. 1867 yılında, bir yangın cami ile birlikte, bu civarda vakıf dükkanlarını da yok etmiştir.

Bugünkü yapının taç kapısı üzerindeki kitabede, yapım yılı olarak 1868 yazılıdır.
Bu cami: Konya’da bulunan Osmanlı dönemi camilerinin en büyüğüdür. Doğu ve batı yönlerinde birer kapısı vardır. Cami: kesme taşlardan inşa edilmiş olup, üzeri dıştan çatı, içten büyüklü-küçüklü sekiz kubbe ile örtülüdür. Taş mihbarı ve ahşap minberi sadedir.

TAHİR İLE ZÜHRE TÜRBE VE MESCİDİ

Beyhekim mahallesindedir. Türbe halk hikayelerine geçmiş: Tahir ve Zühre’ye aittir. Tuğla örtülü bir kubbe olarak yapılmıştır. Mescidin doğusunda, tuğla mozaiklerle küçük portale ve oradan da çapraz kubbeli bir dehlize ve oradan da bir kapı ile mescide geçilir. Türbenin alçı relyeflerle süslü bir mihrabı var.

ÇEVREDEKİ ÖREN YERLERİ

KARAHÖYÜK

Konya il merkezine: 15 km. uzaklıkta, güney-doğuda, Harmancık mahallesindedir. Belediye otobüsü ile ulaşabilirsiniz.

1953 yılında başlayan kazılar, hala devam etmektedir. Yapılan araştırmalarda: höyüğün; MÖ.3000 yıllarında iskan edildiği anlaşılmıştır. Höyük üzerinde: 27 yerleşim katı bulunmuştur. Höyük: Konya bölgesinin, MÖ.3000 ve 2000 yıllarının tarihine ışık tutması açısından önem taşıyor.

Eski Anadolu’nun, en önemli şehir harabeleri arasındadır. Gaga ağızlı testiler, fincanlar, yonca ağızlı testiler, üzüm salkımı biçimli kandiller ve diğer buluntular ve özellikle at nalı şeklindeki atkılar, dönemin karakteristik özelliklerini gösteren eserlerdir. Buluntular: Konya Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.

KİLİSTRA ANTİK KENTİ

Konya’nın 34 km. güneybatısındaki, Hatunsaray Bucağının 16 ncı km. de Gökyurt Köyü sınırları içindedir. Yapılan çalışmalarda: burada, MÖ.3’ncü yüzyıla kadar yerleşim olduğu anlaşılmıştır. Listra’dan (Hatunsaray) gelip, Mistiya’ya (Beyşehir) doğru devam eden tarihi “kral yolu” üzerinde bulunuyor.

Kent’te : MS.7’nci yüzyılda, Kapadokya benzeri, yumuşak kayaların oyulmasıyla bir çok kaya yerleşmesi oluşturulmuş. 1998 yılında yapılan çalışmalarda: haç planlı şapel, Sümbül Kilise, Büyük Su Sarnıcı ve Şırahanelerde temizlik ve restorasyon çalışmaları yapılmış. Haç planlı şapel: MS.8’nci yüzyıla tarihlenmekte olup içi ve dışı, yekpare kaya oyuğu olması nedeniyle, eşine az rastlanan niteliktedir.

Sümbül Kilisede: MS.8’nci yüzyıla ait olup, Bizans devrine ait süslemelere sahip. Büyük Su Sarnıcı ise: karşılıklı, yekpare kayaya oyulmuş, dörder payeye oturan, 3 nefli plan gösteriyor.

Çiftli Şırahane ise: karşılıklı yekpare iki kaya içine oyulmuş, çevresiyse bir kompleks halindedir. Doğu Şırahanenin giriş kapısı eşiğinde: MÖ.1’nci yüzyıla ait, kentin adını veren bir yazıt bulunmuş. Bizans devrine ait kaya oyuğu iki ev ortaya çıkarılmış.

Kent: oldukça büyük bir alana yayılmış, kaya oyuğu yerleşmeleri şeklindedir. Gelecek yıllarda yapılacak kazı ve temizlik çalışmaları sonucu, buranın: Ürgüp, Göreme gibi bir turistik yer olması bekleniyor.

İLÇELERDEKİ GEZİLECEK YERLER

AKŞEHİR: Nasrettin Hoca mezar ve türbesi, Batı Cephesi Karargah Müzesi..
ILGIN: Sahip Ata Kaplıcası.
BEYŞEHİR: Eflatunpınar Hitit Anıtı, Kubad-Abad Sarayı,
ÇUMRA: Çatalhöyük.
EREĞLİ: İvriz Kaya Anıtı,
KARAPINAR: Meke gölü.

HADİM

HADİM YERKÖPRÜ KARASU ILICASI

Göksu nehrinin kaynaklarına sahip bulunan Hadim ilçesinin, Yerköprü Hidroelektrik Santrali yakınında, Karasu Mevkiinde bulunuyor. Kış mevsiminde sıcak, yazın soğuk akan kaynağın suları: cilt hastalıklarının tedavisinde yararlı olmaktaymış. Suyunda kükürt minerallerine de rastlanan Karasu Ilıcası, hem şifa dağıtmakta hem de sahip olduğu tabiat zenginliğiyle, eşsiz bir dinlenme yeri olarak hizmet vermektedir.

Konya Hadim Yerköprü Şelalesi

 

YERKÖPRÜ ŞELALESİ

Orta Torosların yaylalarından doğan kaynaklarla beslenen Göksu ırmağı: bazen yüzeyde ve bazen de yer altındaki yolculuğuna: güneye akarak Akdeniz’e dökülene kadar devam eder. Göksu nehri, ilçenin Yerköprü bölgesinde oluşan şelalesiyle, doyumsuz bir güzellik sergilemektedir.

SEYDİŞEHİR

Konya Seydişehir Tınaztepe Mağarası

 

TINAZTEPE MAĞARASI

Konya-Seydişehir-Manavgat kara yolunda, Seydişehir’den 35 km. uzaklıkta bulunuyor. Toplam uzunluğu: 1650 metre ve derinliği 65 metredir.

Mağara: Tınaztepe’nin güneybatı yamaçlarındadır. Fosil ve aktif olmak üzere, iki bölümden oluşuyor. Fosil bölümünde: bahar aylarında girecek olursanız, sayısı 5’i bulan göllerin: botla geçilmesi gerekir. Sonbahar aylarında, suların azalması sonucu aynı galeri yürüyerek geçilebilir. Beşinci gölden sonra, mağarada 30 metrelik inişle, Büyük Salona geliniyor. Bu salon: gölle son buluyor.

SONUÇ

Konya gerçekten büyük bir yer. Yukarıda: Konya şehir merkezinde, sizlere 2 günlük bir gezi planı, gezi rotası önerdim. Bu gezi planında: şehir merkezinde, önemli sayılabilecek yerleri göreceksiniz. Bunun dışında: şehir merkezinde, zamanınıza göre, gezmenizi önereceğim yerleri de belirttim, zamanınıza göre, kalan yerler arasından tercihinize göre, beğendiklerinizi gezebilirsiniz.

Konya’nın ilçelerinde görmenizi önereceğim diğer yerleri ise, yine ayrı ayrı belirttim. Siz: bölgede bulunduğunuz zamana göre, kendinize göre bir plan yapabilir ve bu güzellikleri görebilirsiniz. Ama çevrede özellikle görmenizi önereceğim yerler şunlar: Çatalhöyük, Sille Antik Kenti, İvriz Kaya Anıtı, Nasrettin Hoca Türbe ve Mezarı, Meke gölü, Eflatunpınar Hitit Anıtı ve ilginizi çekerse, Ilgın Sahip Ata Kaplıcaları.

 

 

Konya Mevlana Müzesi

Konya Mevlana Müzesi

Konya Mevlana Müzesi: Mevlana Müzesini gezmek isteyen ziyaretçilerin; özellikle Aralık ayı içinde yapılan “Şeb-i Aruz” törenlerinin olduğu dönemde gitmeleri gerekir.

Çünkü: bu törenler sırasında; Mevlana ile ilgili her türlü etkinlik düzenleniyor ve de özellikle: kapalı salondaki sema gösterileri muhteşem. Bu gösteriler: gerçekten muhteşem.

GENEL

Konya Mevlana Müzesi: Mevlana; bugünkü Afganistan’da bulunan, eski büyük Türk kültür merkezi olan, Belh şehrinde, 30 Eylül 1207 tarihinde doğdu. Asıl adı: Muhammed Celaleddin. Babası: alimler sultanı olarak tanınır, adı; Muhammed Bahaeddin Veled.
Moğol istilası üzerine, Bahaeddin Veled; aile fertleri ve dostları ile birlikte, 1212-1213 yılları arasında; Belh şehrinden çıkarak, Bağdat’a gelirler.

Oradan ise; Malatya, Erzincan ve Karaman’a uğrarlar. Karaman’da bir süre kaldıktan sonra, nihayet Konya’ya gelirler ve buraya yerleşirler.

Evet; Konya’da geçen süre içinde; zamanla Mevlana’nın babası vefat eder. Mevlana’nın; Konya’da verdiği dersler ve yaşam felsefesinin ünü, çevrede hızla yayılır.

Anadolu’da kendisine; Mevlana Celaleddin Rumi adı verilir. Kelime anlamları değerlendirildiğinde; Mevlana; efendimiz ve Rumi ise Anadolu anlamını taşımaktadır.

Bugün, müze olarak kullanılan yer; zamanında, Selçuklu sarayının ” gül bahçesi ” olan yer. 1231 tarihinde vefat eden, Mevlana’nın babası, Sultanü-l Ulema’nın gömülmesi için; Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat tarafından hediye edilmiştir.

Bu defin; babasının sağlığında sık sık gezintiye geldiği gül bahçesine yapılan ilk defindir.

Konya Mevlana Müzesi: Bu mütevazi kabir, daha ilk günden itibaren ziyaret edilmeye başlanır. Selçuklu Sultanı, Mevlana’ya müracaat ederek; “babasının mezarı üstüne, bir türbe yaptırmak istediklerini ” söylerler. Mevlana ise, cevaben;” Mademki senin yaptıracağın kubbe, feleklerin yapacağı kubbeden daha güzel olmayacaktır, o halde, bırak da onun mezarı, bu gök kubbesi ile kalsın, bundan vazgeç ” diyerek, bu isteği kabul etmez.

Mevlana; 17 Aralık 1273 tarihinde vefat eder. Babasının başucunda hazırlanan kabre gömülür. Oğlu Sultan Veled’in rızası alınarak, mezarı üstüne, güzel bir türbe inşa edilir. Bu türbe; mimar Bedrettin Tebrizi tarafından yaptırılır.

Eyvan tarzında, üzeri yıldız tonozla örtülü, tipik bir Selçuklu türbesidir. Doğu, batı ve güney cepheleri kapalı, kuzey cephesi ise açıktır. Naaş; türbenin mahzeninde gömülüdür. Onu; üst katında, Selçuklu ahşap sanatının, muhteşem örneklerinden olan görkemli bir sanduka sembolize ediyor.

Konya Mevlana Müzesi: Onun bu sandukası, günümüzde babasının mezarı üzerindedir. Çünkü; Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman, sonraki yıllarda (1565 yılında) Mevlana ve oğlu Sultan Veled’in mezarları üzerine, yeni birer mermer sanduka yaptırır ve bunun üzerine, ahşap sanduka, sandukası olmayan Mevlana’nın babasının mezarı üzerine konur.

Oğlu Sultan Veled; 1312 tarihinde ölünce, babasının sağ ayak ucuna gömülür.

Günümüze kadar geçen sürede; naaşların gömülü bulunduğu mahzen, mahzenin gövde ayaklarının kemerleri, yıldız tonozlu örtü ve bunu örten kubbenin içte kalmış bölümü ilk yapıdan kalmış, diğer kısımlar büyük değişiklik görmüştür.

Türbenin, Kubbe-i Harda (Yeşil Türbe) diye anılmasını sağlayan, yeşil çinilerle kaplı, dilimli ve külahlı muhteşem gövdesi, ilk türbenin üzerine, Karamanoğlu Ali Bey tarafından yaptırılır. Dört fil ayağı üzerine, yüksekliği 25 metredir. Sikkeli, hilalli külah alemi ise, 2.72 m. boyundadır ve altın suyu ile kaplıdır.

Dergah bölümüne; yapılan değişiklikler, 19’ncu yüzyılın sonuna kadar devam eder. Osmanlı sultanlarının bir kısmı, Mevlevi tarikatına bağlı oldukları için, türbeye özel önem vermişler ve iyi korumuşlardır.

Konya Mevlana Müzesi: Evet; Mevlana Dergahı olarak uzun yıllar faaliyet sürdüren bu yapı; çıkarılan kanunla kapatılmış ve 1926 yılından itibaren, günümüze dek (Konya Asar-ı Atika Müzesi olarak hizmete başlamış) Müze olarak faaliyetini sürdürmüştür. 1954 yılında ise, Müzenin teşhir ve tanzimi yeniden gözden geçirilmiş ve müzenin adı; Mevlana Müzesi olarak değiştirilmiştir.

Müze alanı; bahçe ile birlikte 6500 metrekare. Son olarak düzenlenen gül bahçesiyle birlikte, toplam alan 18 bin metre kareye yükseldi. Kültür Bakanlığının, en çok gelir getiren müzeler sıralamasında, ikinci.( Birinci İstanbul Topkapı Müzesi) Yani, her yıl çok sayıda turist müzeyi ziyaret etmekte.

2007 yılı UNESCO tarafından, ” Dünya Mevlana Yılı ” ilan edilince, özellikle bu yılda, Mevlana, bütün dünya üzerinde çeşitli etkinlikler ile anılır. Bunun üzerine; müzeye gelen yabancı turist sayısında büyük artış olur. Müzenin yıllık ziyaretçi sayısı; 1,5 milyon kişiyi geçer.

MESNEVİ

Konya Mevlana Müzesi: Mevlana; sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde, daima Mesnevi’yi söylemeye devam eder. Bazen öyle olur ki; akşamdan başlayarak, gün ağarıncaya kadar, birbiri ardına söyleyip, yazdırır.

Çelebi Hüsameddin’de, bu söylenenleri hızla yazar ve yazdıktan sonra, hepsini yüksek sesle, Mevlana’ya okur. Cilt tamamlanınca, Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirir, gereken düzeltmeleri yapar ve tekrar okur.

Bu şekilde, dikkatlice, 1259-1261 yılları arasında yazılmaya başlanan Mesnevi; 1264-1268 yılları arasında tamamlanır. Evet, bu muhteşem eserin orijinal suretini; burada görebileceksiniz.

MEVLANA’NIN SEMA ETMESİ

Konya Mevlana Müzesi: Mevlana; bir gün kuyumcular çarşısında, bir dükkanın önünden geçmekte imiş. İçeride; varak yapmak için, çekiçle altın dövmekte olan kuyumcu Şeyh Selahattin ve çırakları var.

Çekiç darbelerinden çıkan sesleri duyan Mevlana, o hoş seslerin ahengi ile cezbelenir ve kendisinden geçip, ilahi aşka dalarak, sema etmeye başlar. Şeyh Selahaddin, Mevlana’nın dışarıda çekiç darbelerinin ahengine ve ritmine uyarak sema ettiğini anlayınca, altının zayi olmasını düşünmez ve çıraklarına, çekiç darbelerine devam etmelerini söyler.

Kendisi de, dışarıya fırlar ve Mevlana’nın ayaklarına kapanır.

ŞEB-İ ARUZ TÖRENLERİ

Konya Mevlana Müzesi: Konya’da, şeb-i aruz törenleri, her yıl 10-17 Aralık tarihleri arasında yapılır. Bu tarihler arasında bölgeyi ziyaret ederseniz, çeşitli etkinlikler yanında, özellikle toplu sema gösterilerini izleyebilirsiniz. Bunun dışında bölgeyi ziyaret ettiğinizde ise, sema gösterisi izleme şansınız bulunmuyor.

KONYA HATIRASI-MEVLANA ŞEKERİ

Toz şeker, su ve limon tuzundan yapılıyor. Her yıl, yaklaşık 2 ton şekerin satıldığı söylenmekte. Konya’nın en önemli hediyelik objeleri arasında. Fiyatı uygun, tadın ve satın alın.

Küçük ve beyaz Mevlana şekeri, ağza alınınca dağılıyor, içi beze kıvamında. Şekerin; bergamutlusu, çikolatalısı, muzlusu, çileklisi vs. var. Peynir şekeri olarak da biliniyor.

Leblebiyle yenildiğinde tadına doymak mümkün değil. Tek başına da yenebiliyor. Ama; İran mahreçli, hurma şekeri denilen şeker, buraya has değil. Mevlana şekeri almanızda yarar var. Çünkü, buraya özgü.

KONYA YEMEK KÜLTÜRÜ

Konya Mevlana Müzesi: Konya’ya Mevlana Müzesini ziyarete geldiğinizde, buraya has ve ” etli ekmek ” olarak isimlendirilen bir tür pideyi mutlaka tadın. Bildiğiniz mayalı ekmek hamurundan yapılan bir çeşit pide.

Bezelere ayrılan hamurun üzerine, kıymalı harçtan konuluyor. Fırına verilmeden önce, hamur iyice uzatılarak 80-100 cm. boyuna getiriliyor. Etli ekmeğin özelliği, hamurunun incecik ve çıtır çıtır olması.

Üzerine konulan malzemeye göre, üç çeşidi var. Yazın közlenmiş sivri biber, kışında doğranmış turp ve ayranla servis ediliyor. Mutlaka denemenizi tavsiye ediyorum, muhteşem güzel bir tat.

FIRIN KEBABI

Koyunun muayyen yerlerinden alınan parçalar, iki aşamadan geçirilip, fırında pişirilerek hazırlanıyor. Kilo ile satılmakta. Yanında kuru soğan veriliyor. Güzel bir tat, bunu da denemenizi tavsiye ediyorum. Tercih sizin.

MÜZE GEZİ PLANI

Evet, tüm bunları söyledikten sonra, gelelim müzeyi gezmeye. Müze mahalline geldiğinizde; büyük ve çiçeklerle bezeli bir bahçe içinden geçilerek, müze kapısına geliniyor ve cümle kapısından içeriye giriliyor.

Tabii, bu kapıdan girmeden önce; kılık-kıyafetin uygun olması çok önemli. Özellikle; bayanlar için kıyafet dikkat edilmesi gereken bir konu. Erkekler için; nispeten uygun olduğunu düşündüğünüz kıyafetle gitmenizde yarar var, özellikle türbeye girerken, yanında başı kapatmak için herhangi bir örtü bulunmayanlar için, kapıda örtü de temin edilebiliyor.

Evet, devam ediyorum. Bu kapının diğer ismi: dervişan kapısı. Dergah zamanında, dervişler, bu kapıdan girip çıkarlarmış. Günümüzde: kapının her iki yanındaki derviş hücreleri idari hizmetler için kullanılıyor.

Sağ yandaki kapıda bilet gişesi var, biletimizi aldıktan sonra, turnikelerden geçerek içeriye giriyoruz. Bu arada; müze kartı olanlar, bilet almıyorlar.

Evet; turnikelerden içeriye giriyoruz. Tam karşımızda; türbe binası giriş kapısı var. Sol yanımızda; bilet aldığımız yerin hemen karşısında, iç avluya bakan bölümde; derviş hücrelerinin bulunduğu bölüme giriş var. Buraya; Türbe binasını gezdikten sonra geleceğiz.

Şimdilik burayı pas geçiyoruz. Evet, sol yanda; Şadırvan ve hemen arkasında selsebil görülüyor. Bunların arkasında ise, derviş hücrelerinin bulunduğu uzun sıra bölüm var. Bunları da, türbe çıkışına bırakıyoruz.

Sağ yana baktığımızda ise; çeşmeli küçük bir havuz (şeb-i aruz havuzu) ve onun arkasında da, matbah (mutfak) bölümü var. Bunları da; çıkışta ziyaret etmek üzere; önce Türbe bölümüne, yani doğru ileri doğru yürüyoruz.

Türbe kapısı önünde; ayakkabılarımızı çıkarıyoruz. Büyükçe bir alan var, buraya koyuyoruz. Lütfen ayaklarımıza naylon galoş giymeyi ihmal etmeyelim. Özellikle; yaz aylarında, türbe içinde, gerçekten buraya hiç mi hiç yakışmayan, kötü kokular ortaya çıkıyor.

Buranın mistik ve manevi havasına hiç yakışmayan, kötü koku. Lütfen galoş giyelim. Kıyafetimize de dikkat edelim, sonuçta burası kutsal bir mekan. İtalya’da Vatikan’da insanları yine uygun kıyafeti olmadan, içeriye sokmuyorlar.

Evet, türbe bölümüne; içeriye giriyoruz. Önce; Tilavet odası denilen yer var, sonra gümüş kapıdan geçiliyor ve dahil-i uşşak bölümü. Sonra: post kubbesi ve devam ettiğimizde ise; Kıtabü-l Aktab, Kıtabü-l Hadra bölümleri var.

Sonra; gümüş kafes ve gümüş eşik, sonra Türbe. Devamında; sola döndüğümüzde, semahane ve sonra mescit bölümleri karşımıza çıkıyor. Mescit bölümünden sonra ise; gümüş kapı ve çıkış kapısından çıkıyoruz.

Sağa dönüp, turnikelerin yanındaki kapıdan, derviş hücrelerinin bulunduğu bölüme giriyoruz, gezerek, koridorlarda ilerliyoruz. Çıkışta; selsebil ve şadırvanı görüyoruz. Şadırvanda su içerek, biraz dinleniyoruz ve devamında; tam karşıdaki; şeb-i aruz havuzu ve hemen arkasındaki kapıdan matbah bölümüne giriyoruz.

Matbah bölümünü de geziyoruz ve sonra; yine turnikelerin bulunduğu kapıdan çıkarak, Müze gezimizi tamamlıyoruz.

Evet; gezi planımız bu. Konya; Mevlana Müzesi bu. Bu planda belirttiğim yerlerle ilgili ayrıntılı bilgi dökümünü; aşağıda bulabilirsiniz.

DIŞ KAPILAR

Müzenin; dört yönde, dışa açılan birer kapısı var. Günümüzde, ziyaretçilerin kullandıkları kapı, Dervişan kapısı. Dervişler, buradan girip çıktıkları için, bu isim verilmiş. Bunun dışında: güneyde hamüşan kapısı, doğuda pir kapısı ve kuzeyde ise çelebi kapısı var.

HEDİYELİK EŞYA SATIŞI

Müze bahçesinin arka kısmında, Konya ve Mevlana simgeleri taşıyan, hediyelik anı eşyaları, semazen bibloları, Mevlana işi dokumalar, gravür, resim gibi hediyelik eşyaların satıldığı dükkanlar var. Mevlana ve semazenlerin yer aldığı kabartma resimlerden almanızı öneriyorum.

TİLAVET ODASI VE GÜMÜŞ KAPI

Tilavet; Arapça bir kelime. Kuran-ı Kerim’i; ” güzel sesle ve usulüne uygun okuma “anlamına geliyor. Geçmiş dönemde, bu odada, sürekli olarak kuran-ı kerim okunduğu için, buraya bu isim verilmiş. Türbe ve mezarların bulunduğu, kapalı mekana girişi sağlayan oda.

Günümüzde; hat dairesi olarak kullanılıyor. Osmanlı döneminin ünlü hattatlarının nadide eserleri, Sultan II. Mahmut’un yazdığı altın kabartma bir levha ve müzelik eşyalar sergileniyor.

Buradan; gümüş kapı ile ” Kademat-ı Pir ” denilen bölüme geçiliyor. Mevlevi kültüründe, önemli bir yeri olan gümüş kapı; Sokullu Mehmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa tarafından yaptırılarak, 1599 yılında, dergaha hediye edilmiş.

Hat ve tezyinat ile bezeli. Üzerindeki bir farsça beyitte; ” Bu makam aşıkların Kabesi oldu. Buraya noksan gelen tamamlanır ” yazılı.

DAHİL-İ UŞŞAK BÖLÜMÜ-KADEMAT-I PİR BÖLÜMÜ

Tilavet odasından, ana bölüme girilen yerde. Gümüş kapıdan, doğrudan doğruya, Mevlana’nın türbesine kadar uzanan mekanda. Güneyinde; paralel olarak, Kitab-ul Aktab denilen bölüm var.

Kuzeyinde; mescit, horasan erlerinin mezarları ve semahane var. Burada: iki vitrin içinde, Mevlana’nın meşhur eserlerinden, Mesnevi’nin en eski ve orijinal nüshaları sergileniyor.

Üzeri üç kubbe ile örtülü. Üçüncü kubbeye ” post kubbesi ” deniliyor ve Mevlana’nın türbesinin altındaki yeşil kubbeye, kuzey yönünden bitişik.

TÜRBE SALONU

Türbe salonu; doğudan, güneye ve kuzeyden, yüksekçe bir set ile çevrili. Kuzeyde; iki parça halinde yer alan yüksek setlerde, altı horasan erinin sandukaları var. Bunlar; Mevlana ve ailesiyle birlikte, Konya’ya göçen dervişlerin mezarları.

Horasan erlerinin hemen ayak ucunda ise, İlhanlı Hükümdarı Ebu Sait Bahadır han için yaptırılmış, nisan taşı sergileniyor.

Yine, burada yer alan iki levhada, Mevlana’nın felsefesini ve düşünce sistemini açıklayan ifadeler var. Bunlardan birinci levhada; ” Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol ” yazılı.

İkinci levhada ise;” Gel, gel, ne olursan ol, gel. İster kafir, ister mecüsi, ister puta tapan ol, gel. Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” yazılı.

Yeşil kubbenin tam altında, Mevlana’nın ve oğlu Sultan Veled’in mezarları var. Türbe; Sultan Veled ve Çelebi Hüsameddin zamanında yaptırılmış. Türbenin mimarı, Tebriz’li Bedrettin. Mevlana’nın mezarı üstündeki ahşap sanduka ise, Abdulvahit adlı bir sanatkar tarafından 1274 yılında yapılmış.

Bu ceviz sanduka, Selçuklu oymacılık sanatının muhteşem bir örneği olarak görülebiliyor. Mezarların üzerindeki, iki bombeli mermer sandukayı, 1565 yılında, Kanuni Sultan Süleyman yaptırmış. Sandukaların üzerinde bulunan, yer yer altın sırma tellerle işlenmiş puşi ise, Sultan Abdulhamit II. tarafından, 1894 yılında yaptırılmış.

Halen, Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled’in mezarı üzerinde bulunan ve bazı kişilerin ” Oğlu gelince, babası ayağa kalktı ” dedikleri ahşap sanduka daha önce Mevlana’nın mezarı üzerinde idi. Bu ahşap sanduka; yere yatık değil, duvara dayalı durmaktadır. (Sanırım bu yüzden, ayağa kalktı sözü kullanılıyor, sanduka başı yukarı, ayak kısmı aşağıya doğru duruyor) Sultan Süleyman, Mevlana ve oğlunun mezarları için, 1565 yılında, yeni birer mermer sanduka yaptırınca, ceviz ahşap sanduka Mevlana’nın mezarı üzerinden kaldırılarak, sandukası olmayan babasının mezarı üzerine konulmuş.

KITAB-UL AKTAB BÖLÜMÜ

Kutupların kubbesi anlamına gelen bir mekan. Mevlana’nın yakınlarının ve ünlü Mevlevilerin sandukalarının bulunduğu yer. Genişçe iki kubbe ile örtülü. Duvarları hat ve motiflerle süslü. Sandukaların üzerinde sikke olanlar erkeklere ait.

GÜMÜŞ EŞİK-GÜMÜŞ KAFES

Kuzeyi açık, eyvan tarzında. Mevlana türbesinin, kuzey yönünde. İki fil ayağı arasındaki mermer şebekelerin ortasında. Gümüşle kaplı olduğu için bu isim verilmiş.

Önünde; gümüş eşik ve basamaklar var. Bunların altında ise, türbenin mahzenine inişi sağlayan merdivenler var. Ama, mahzen kapısı kapalı, örülü durumda. Gümüş kafes; Mevleviler tarafından son derece önemseniyor.

Muhteşem zarif ve tam bir sanat eseri. Bu gümüş eşikten çıkınca; Mevlana ve yakınlarının, oğlu ve babasının mezarları var.

SEMAHANE

Mescidin, doğu bitişiğinde. Mimari yönden; 16 ncı yüzyıl, Kanuni Sultan Süleyman devri özelliklerini taşıyor. Üzeri; geniş ve ferah bir kubbe ile örtülü. Altında bulunan geniş mekan, 1926 yılına kadar, sema yapılan ” Meydan-ı Şerif ” imiş. Doğu ve kuzeyinde, Sultan II. Abdulhamid’in inşa ettirdiği, iki katlı yerler var.

Bunların alt kısımları: misafirlere, üst kısımları ise hanımlara ait, sema gösterilerini izleme yerleri. Semahanede yer alan: naat kürsüsü ve müzisyenlerin oturdukları, ahşap ve yerden yüksek mutrib hücresi (burada resim ile müzisyenlerin oturuşu tasvir ediliyor) , orijinal haliyle korunuyor.

Müze olduktan sonra, buraya armağan edilen değerli objeler, vitrinlerde sergileniyor.

MESCİT

Dahil-i Uşşak’ın kuzeyinde. Aslında, burası dergah iken namaz kılınan yer. Semahane ile müşterek yapılmış. Her iki yerin yapımı da, Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a tarihleniyor.

Üzeri; yüksek, geniş ve ferah bir kubbe ile örtülü. Mermer kürsüsü ve mihrabı, dikkat çekecek zerafette.

Günümüzde: cam vitrinler içinde; sakal-ı şerif, nadide yazma eserler ve müzelik değeri büyük olan eşyalar sergilenmekte. Özellikle; çok değerli halı, kilim, hat, kitap vb. gibi eserler sergileniyor.

SELSEBİL

Avluda. Derviş hücrelerinin önünde, şadırvanın arkasında. Hemdem Sait Çelebi tarafından yaptırılmış.

ŞADIRVAN

Avluda. Batıda. Ortasında, yekpare mermer havuz var. Kütahya’dan hediye olarak gönderilmiş. Şadırvanın yapımında, buraya yerleştirilmiş. Şadırvanın suyu ise; 1512 yılında, Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim tarafından getirilmiş. Buna dair kitabe var, güney yönünde. Zaman içinde, çeşitli onarımlar yapılmış. Üzeri; sayvanla örtülmüş.

DERVİŞ HÜCRELERİ

Osmanlılar döneminde yaptırılmış olan küçük odacıklar olan bu mekanlar, dergah zamanında, tarikat mensuplarına tahsis edilmiş. Dergahın ön avlusunun batı ve kuzey yönünü çevreleyen, her birinde, birer küçük kubbe ve baca bulunan yerler bunlar. Bu hücreler; Osmanlı padişahı III. Murat tarafından, 1584 yılında yaptırılmış.

Ayrıca; dergaha gelen ziyaretçilerin kalmaları için de, birkaç hücre ayrılmış. Toplam hücre sayısı: 18. Bu rakam önemli, çünkü Mevlevilik’te, 18 rakamı, önemli ve saygın ve sembolik bir sayı.

Bu hücrelerin, giriş kapısının sağında kalan dört tanesi, halen gişe ve idare binası olarak kullanılıyor. Girişin solunda kalan, 13 hücrenin, baştan iki tanesi ise, orijinal eşyaları ve temsili mankenler ile görülebilir.

Diğer 12 hücre, ara duvarları kaldırılarak, birbirine bağlı,

iki büyük koridor elde edilmiş. Bu koridorlardan iki tanesinde, Anadolu’nun çeşitli yörelerine ait halı ve kilimler sergileniyor. Bu hücrelerin; koridorlara açılan pencere ve kapı boşluklarına yapılan vitrinlerde ise; tarihi nitelikteki eşyalar ile son derece değerli ” Bursa kumaşları ” sergileniyor.

ŞEB-İ ARUZ HAVUZU

Batı avluda. Mutfak ve Meydan-ı Şerif’in hemen önünde. Eski takvim ile, Mevlana’nın vefatının yaz mevsimine rastladığı yıl dönümlerindeki törenler, müzenin dergah olduğu dönemlerde, bu havuzun çevresinde yapılırmış. Aslanağzı bir mermer oluktan, havuza su akıyor. Diğer kısımlar da mermer. Altıgen şeklinde.

MEYDAN-I ŞERİF

Güneybatı köşesinde, mutfağın bitişiğindedir. 1867 yılında inşa edilen, bu son derece önemli salonun tavanı, motiflerle süslü. Herkesin girmesi uygun olmayan bir mekan olarak kullanılmış.

Yalnızca, şeyh ve davet ettiği şahıslar girebiliyormuş. Osmanlılar zamanında, imparatorluğun dört bir yanına dağılmış olan, yüzü aşkın dergah şubesinin işlemleri, buradan görülürmüş. Yönetimle ilgili işler, bu saygın ve mahrem mekanda ele alınarak, karara bağlanırmış.

MATBAH-I ŞERİF (MUTFAK) BÖLÜMÜ

Meydan-ı Şerif’in güneydoğu köşesinde. Avlunun ise, güneybatı köşesinde. 1584 yılında, Osmanlı padişahı Sultan III. Murat tarafından yaptırılmış. 1990 yılında yapılan onarımlar sonrasında; bu bölümün, teşhir ve tanzimi, mankenler ile yenilenerek yapılandırılmış. Asıl işlev olan yemek pişirmek ve somat denilen sofrada yemek yemek adabı; mankenler ile anlatılmaya çalışılmış.

Mevleviliğin en önemli bölümüdür. Buradaki asıl işlev; yemek pişirmek ve yemek. Dergahın kapatılmasına kadar, yemek ihtiyacı buradan karşılanmış. Bunun yanında ise; Mevlevi adaylarının 1001 günlük çile süresi içinde, en çok eğitim gördükleri yer burası.

Bu nedenle; Mevleviler, matbaha için ” İnsanın pişirildiği yer ” derler. Burada: gürültü edilmez, yüksek sesle konuşulmaz, gülünmez idi. Hatta; matbahın kapısından geçilirken dahi, selama durulurdu.

Matbah, iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısım: üzeri beşik tonozlu ve kireç sıvalıdır. Bu kısmın; kuzeydoğu köşesinde, yerden 60 cm. yükseklikteki zemine, ” saka postu ” serilmiş seki var.

Mevleviliğe girmek isteyen aday, önce abdest alır ve sonra yapılan işleri görmesi ve kararını bir kez daha gözden geçirmesi için, üç gün, iki dizi üzerinde, bu saka postunun bulunduğu sekide oturtulurmuş.

Aday; yemek, tuvalet ve ibadetten başka bir iş için, saka postunu terk edemez, bir şey okuyamaz ve konuşamaz imiş. Bu adaya; aday adayı ismi verilirmiş. Buradaki mankenler ve orijinal malzemeler, gerçekten tam bir seyir keyfi yaşatıyor.

Aday adayı, bir taraftan mutfakta yapılan işleri izlerken, bir yandan da burada görev yapan dedeler tarafından, sözle uyarılırmış. Şöyle ki ” dervişlik zordur, çileyi kırmak ise hiç iyi değildir.

Dervişlik, ateşten gömlek, demirden leblebidir. Aç kalmak, haksız yere söz işitmek vardır. Kısacası, dervişlik ölmeden önce ölmektir. Bunlara tahammül edebileceksen çileye soyun, yoksa yol yakın iken çek git. İkrardan dönenin, mahşer günü yüzü kara olur ” derler.

Üç günün sonunda, 1001 gün çileye soyunmak istediğini beyan ederse, yani ikrar verirse, kendisi can, yani aday olarak isimlendirilir ve 1001 gün sürecek çile başlar imiş.

Aday adayının oturduğu saka postu makamı yükseltisinin hemen altında, ayakkabıların konulduğu yer göreceksiniz. Ayakkabılar, buraya burnu içeriye, topukları dışarıya bakacak şekilde konur.

Eyer, ayakkabılar kapı önüne konursa, bu defa, burnu kapıya yönelik olarak konur. Derviş adaylarından sorumlu dede, bu ayakkabıları çevirirse, yani ayakkabının topukları kapıya yönelik olursa, bu durumda, aday için ” çık git, dergahı terk et, bir daha gelme ” anlamına gelir imiş.

Güneybatı köşede, büyük bir aydınlık pencere ve pencerenin hemen altında, mermer aynalı bir çeşme ve yalak var. Bu çeşmeye su, 16’ncı yüzyılda, Yavuz Sultan Selim tarafından, Dutlukkırı bölgesinden buraya getirtilmiş ve dergaha vakfedilmiş.

İkinci kısım. Birkaç basamak merdivenle çıkılıyor. Zemin döşemesi ahşap. Burada; hem yemek yeniliyor, hem de sema yapılıyor. Yaşam tarzı, mankenlerle ifade edilmeye çalışılmış. Sema çıkarmak için, Mevlevi adayları, burada talim yaparlarmış. Mekanın ahşap zemininin döşemesi üzerine, sarı pirinçten, tepesi parmağı kesmeyecek şekilde pürüzsüz ve yuvarlak olan sema talim çivisi çakılı ve etrafında dairevi bir yuvarlak açılmış.

Sema talimleri, burada yapılıyormuş. Sema talimine yeni başlayan aday; önce çıplak ayakla sema talim çivisinin yanına gelir, selam verir, sonra sol dizini yere koyar, sağ dizini bükerek çöker. Çiviyi öper, sonra bir miktar tuzu, parmaklarının arasını pişirsin ve yara olmasın diyerek, çivinin bulunduğu yere dökermiş. Sonra ayağa kalkar, sol ayağının baş parmağı ile, yanındaki parmağının arasına, talim çivisini yerleştirir.

Direk denilen sol ayak, yerinde hiç kaldırılmaz ve diz hiç bükülmez. Çark denilen sağ ayak ise, direğin etrafında, çivi merkez olmak üzere, sağ ayağını, sol dizinin hizasına kadar kaldırdıktan sonra, sol ayağı merkezde kalmak üzere, vücudunu 360 derece döndürür ve sağ ayağını, yine kaldırdığı aynı yere gelmek üzere, yere basarmış.

Böylece, vücut, kendi ekseni etrafında bir tur atmış olur ki, buna çark atmak denirmiş.

Çark atarken, sağ el yukarı sol el ise aşağıya dönük. Ellerin bu duruşu; ” biz bir vasıtayız. Allahtan alır, kula naklederiz ” veya ” göğe açarız, yere yağarız ” demektir.

Evet; daha fazla ayrıntıya girmek istemiyorum. Ama, biraz da olsa, yemek adabı ile ilgili uygulamalardan söz etmek istiyorum. Şöyle ki; Mevlevilerin yemek yedikleri sofra, yuvarlak ve büyük bir tahtadır. Sofrayı; yerden 25-30 cm. yükseltebilmek için, sofranın altına özel iskemble konuyor.

Sofranın etrafında da, yemek yiyecek dervişlerin üzerine oturmaları için, postlar seriliyor. Kaşıklar, sofraya yüzleri sola ve yere, sapları ise sağa gelecek şekilde konur. Kaşığı bu şekilde koymanın sebebi: kaşığın içindekilerin görünmesinin istenmemesi.

Ayrıca; oturan kişilerin dizlerinin üstünün örtülmesi için, bir örtü seriliyor. Dervişler; selam vererek içeriye sağ ayakları ile giriyorlar. Son olarak şeyh geliyor ve sofraya hep birlikte oturuluyor. Önce; çorba, sonra yenilecek yemekler, sıra ile geliyor.

Yemek bir kaptan yeniyor. Yemekte: konuşulmaz, sohbet edilmez. Yemek yenirken, ağız şapırdatmak, sağa-sola bakmak ve başkasının önünden yemek yemek hoş karşılanmaz.

ÇELEBİ DAİRESİ

Güneyde. Camekanlı ve genişçe bir mekan. Meşhur ” niyaz penceresi ” burada. Niyaz penceresinin kemeri üzerinde bir resim var ve bunun üzerinde Mevlana’nın şu rubaisi yazılı.

” Ey keremden nur saçan…. Güneş, ay ve yıldızlar senin kölendir. Garip aşık, senin kapından başka bir kapıya yol bulmasın diye, bütün kapılar kapanmıştır.”
Dergah zamanı, Çelebi Efendi tarafından, görüşme ve misafir salonu olarak kullanılmış bu mekan. Günümüzde ise, müdür odası ve müze ihtisas kütüphanesi olarak kullanılıyor.

Konya Karatay tanıtımı.

Şeb-i Aruz törenleri tanıtımı.

Konya Şeb-i Aruz

şebi aruz.1
Konya Şeb-i Aruz

Konya Şeb-i Aruz: Konya denince ilk akla gelen elbette Mevlana’dır. Ünlü Türk felsefecisi Mevlana’dan söz edince: onunla ilgili ilk akla gelenler “Mesnevi” ve günümüze kadar ulaşan bir gelenek “Şeb-i Aruz” törenleridir.

Burada: Mevlana’nın kimliği, yaşamı, düşünceleri hakkında uzun uzadıya konuşmak mümkün, ancak ben sizlere her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında, Konya’da düzenlenen “Şeb-i Aruz” törenlerinden söz etmek istiyorum.

Törenlerin yapılış şekli, törenlerde görev yapanlar, giysileri, hareketleri ve bunların anlamları hakkında bilgi sahibi olmak, bu törenlere gidip katılmayı düşünenler için mutlaka yararlı olacaktır. Bu yazıyı okuduktan sonra Şeb-i Aruz törenlerini kolaylıkla anlamak mümkün olacaktır.

Konya Şeb-i Aruz: Öncelikle Mevlana ve yaşam öyküsü hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. Çünkü: Şeb-i Aruz törenlerini anlamak için, Mevlana ve öğretilerini tanımak gerekir.

Asıl ismi “Muhammed Cemaleddin” olan bu ünlü felsefeci, 1207 yılında günümüzde Afganistan ülkesi sınırları içinde kalan Horasan eyaletinin Belh şehrinde doğdu. Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden ve “Bilginlerin Sultanı” ünvanı bulunan Bahaeddin Veled’tir.

Muhammed Cemaleddin: çok küçük yaşta, babasından felsefe, din ve filoloji dersleri almaya başladı. 1213 yılında, yaşadıkları bölgedeki siyasi olaylar ve Moğol istilası nedeniyle aile ve bazı dostları hep birlikte Belh şehrinden ayrıldı ve 1214 yılında Bağdat ve ardından 1218 yılında Karaman iline geldiler.

Bu yıllarda, Anadolu’nun büyük kısmı “Selçuklu devleti” hakimiyetindeydi ve Konya, bu devletin başkentiydi. Bu yüzden: şehir sanatkarlar ve bilim adamlarıyla doluydu ve sanat eserleriyle donatılmıştı.

Bahaeddin Velet ve yakınları, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine, 1228 yılında Konya şehrine gelip yerleştiler. Bahaeddin Veled, 1231 yılında vefat etti ve Selçuklu Sarayı gül bahçesine gömüldü.

Konya Şeb-i Aruz: Ardından: Muhammed Cemaleddin, buradaki medrese de dersler vermeye başladı. Öğrencileri ve sevenleri tarafından, kendisine “Mevlana” yani “Efendi” lakabı takıldı. Batıda bulunan Anadolu Selçuklu topraklarına Rum diyarı denildiğinden, isminin sonuna “Rum-i” yani “Rum diyarında yaşayan” eki konuldu.

Mevlana, öldüğü güne kadar aşktan başka hiçbir şey konuşmamıştır. Sevgiyi, hoşgörüyü, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, hiç kimseyi ayırmadan insanlara sevgi, saygı duyan, yaratılan her şeyi Allah’tan dolayı seven bir kişidir.

Bu yüzden: ölümü bir son değil, gerçek alemde bir başlangıç olarak görür. Ölüm gününü: dünya gurbetinin son bulduğu gece, insanın aslına rücu ettiği, nihayet evine kavuştuğu gece olarak kabul eder.

“Kardeşim benim mezarıma sakın defsiz gelme, çünkü Allah sevenlere, O’nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yakışmaz” der. Cenaze neyler çalınarak, davullar ve kenarları zilsiz defler dövülerek, besteler okunarak ve sema edilerek götürülür ve bu gelenek daha sonraki cenazelerde de devam eder.

Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyen Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde vefat eder. Bu yüzden: Şeb-i Aruz törenleri her yıl 17 Aralık tarihinde düzenlenmektedir.

şebi aruz.2

ŞEB-İ ARUZ

Konya Şeb-i Aruz: Şeb-i Aruz: kelime anlamı “Düğün gecesi” demektir. Mevlana: bu geceyi Rabb’ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğünden “Düğün gecesi” olarak kabul etmiştir.

Yani ölüm günü: Mevlana için “Hakk’a vuslat” yani “Yaratana kavuşma” günüdür. Ölümü: cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçması olarak kabul eder. Zaten Müslümanlık öncesinde, Türkler de ölüm bu şekilde tasvir edilirdi.

ŞEB-İ ARUZ TÖRENLERİ

Törenler, her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında yapılır. Alaaddin Keykubat Tepesi yakınlarında, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin buluştuğu yer olarak kabul edilen noktaya: Mahracel Bahreyn (iki denizin buluşması) kandili yerleştirilmiştir. Törenler, burada bulunan kandilin yakılmasıyla başlar ki buna “kandil uyandırma merasimi” denir.

SEMA TÖRENLERİ

Sema törenleri: 10 bin seyirci kapasiteli Konya Kongre Merkezinde: gündüz ve gece seansları olmak üzere yapılır. 6 yaşından küçük çocuklar törene kabul edilmez. Tören başladıktan 5 dakika sonra salona girilmez. Ayrıca: törenler sırasında: flaşlı fotoğraf çekimi ve sesli kayıt aletlerinin kullanılması yasaktır.

Sema törenleri: genellikle öncesinde Türk tasavvuf müziği orkestrası eşliğinde Ahmet Özhan konseri ve ardından, onların eşliğinde yapılan sema gösterileriyle devam eder ve ortalama 1.5 saat sürer.

Tasavvuf Müziği

Sema, bu müzik dinlenirken yapılır. Çünkü, müzik insan kalbinin atış ritmini takip eder. Mevlana’nın: müzik olmadan sema yaptığı, hatta çarşıda, sokakta, camide sema yaptığı söylenir. Müzik yapanlara “mutriban” denir. Bu heyet içinde, derviş olmayan kişiler de bulunabilir. Önemli olan tasavvuf müziği makamlarını bilmek ve bunları seslendirebilmek ve çalabilmektir.

Semahane

Mevlevilerin sema yapması için düzenlenen yerlerdir. Sema yapanların her yere ve herkese aynı mesafede olması için, semahaneler daire şeklinde düzenlenir.

Semazenler

Sema eden kişilere “semazen” denir. Toplu sema törenlerine, dervişler yani tarikat öğrencileri katılır. Ancak tarikat dışındaki kişiler de sema yapabilir. Her Mevlevi, mutlaka sema yapmasını bilir. Meşk edip sema etmeyi öğrenmeye “sema çıkarmak” ve sema öğrenmiş kişiye “semazen” denir.

Semazen olmak için yapılan eğitimlerde: yuvarlak bir tahtanın ortasına, sabit bir şekilde sema yapmaya alışmak için bir çivi çakılır. Çivinin bulunduğu yere “tuz” dökülür. Sol ayak; başparmağı ve ikinci parmak arasına, bu çivi sokulur ve çark atılır. İlk başlarda 18 çark atılırken, daha sonra her gün sayı arttırılır.

Bu sırada: bakıldığında “1” sayısı gibi gözükmek için eller çapraz şekilde omuzlarda kavuşturulur. Böyle durulmasının amacı: “Allah’a şehadet ediyorum” demektir. Atılan çarklar fazlalaştıkça, yavaşça kollar açılır, belli bir süre sonra tennure giyilir.

Mevlevi olmadan semazen olunmaz. Çünkü sema, Mevleviliğin bir bölümüdür. Sema “aç karnına” yapılır. Önemli olan dönerken “Allah’ı” düşünmektir.

Sema

Sema kelime anlamı “dönmek” değildir, yani Mevlevilikte “dönmek” tabiri yoktur. Sema kelimesi “evren, gök” anlamına gelir. Mevlevilikte sema “evrenin sesini işitmek”, Allah’ın yaptıklarının sesini duymak ve bu sese cevap vermek demektir.

Sema: tek başına veya toplu olarak yapılabilir. Toplu halde yapılan semaya “Sema töreni” denir.

Sema’nın düzenli olması çeşitli kurallar konulmuştur ve böylece törenin Farsça “Mukabele” ye dönüşmesi sağlanmıştır. Sema törenleri: Mevleviler tarafından yapıldığı için törene “Mevlevi Mukabelesi” denir.

Mevlana zamanında, belli bir düzen olmadan,  din ve tasavvuf coşkusuyla yapılan sema Mevlana’nın ölümünden sonra oğulları tarafından bir disiplin içine alınmıştır, öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Sema törenleri, son şeklini ise, Pir Adil Çelebi zamanında, 1460’lı yıllarda almıştır.

Sema hareketleri

Sema hareketleri, sembolik olarak kainatın oluşumu, alemde insanın dirilişi ve Yüce Yaratıcıya olan aşk ile harekete geçişi ve kulluğunu idrak edip insanın bilgi ve olgunlaşmaya doğru yönelişini ifade eder.

şebi aruz.3
Konya Şeb-i Aruz

Sema törenleri hakkında bilinmesi gerekenler

Postniş

Semahane içinde, kapının tam karşısında bulunur. Kuzu veya ceylan derisinden yapılır. Diğer dervişlerin postlarıyla karışmaması için kırmızı renklidir.

Postnişin

Mevlevi tarikatı şeyhini yani “makamı” temsil eden kişidir. Bu makamdaki kişi, tarikat içinde zamanla kıdem alır ve çeşitli görevlerden sonra buraya gelir. Bu kişinin kullandığı başlığa “postnişin sikke” denir. Kahverengi keçeden yapılan ve yaklaşık 40 cm yüksekliğinde, silindir şeklindeki bu başlığın tepesi ovaldir. Üzerinde 3 şerit, yeşil kuşak bulunur.

Semazenbaşı

Semanın düzenli yapılması için görevlendirilen kıdemli derviştir.

Dervişler

Tarikat üyelerine “derviş” denir. Dervişler “sikke” denen başlık takarlar. Kahverengi keçeden yapılan, yüksek silindir külah şeklindeki bu başlığın tepesi düzdür. Bu başlığa tasavvufta “mezar taşı” denir.

Dervişler “tennure” denen giysi giyerler. Tennure: gömlek, yelek, kuşak, pantolon ve etekten oluşur. Beyaz renkli bu giysi, pamuklu kumaştan yapılan bir tür tören kıyafetidir. Bu kıyafete tasavvufta “kefen” denir.

Mevlevilerde şeyhler ve halifeler “destar” denen sarık sararlar. Eğer şeyh peygamberimiz Hz Muhammed soyundan ise destarı yeşil yoksa beyaz renklidir. Halife ve çelebiler, bakılınca siyah görünecek mor renkli destar sararlar. Çelebiler destarı alttan sikke yani başlık görünmeyecek şekilde, çelebi olmayanlar ise destarı alttan sikke yani başlık görünecek şekilde sararlar.

Dervişler, tabanı yumuşak bir tür patik yani “mes” giyerler. Bunlar siyah renklidir ve kuzu derisinden yapılır.

Tennure denen giysi üzerine giyilen, siyah veya kahverengi hırka, ayak bileğine kadar uzanır. Tasavvufta hırka anlamı “mezarı örten toprak” demektir.

Hırka ve Post öpülmesi geleneği

Dervişlerin oturdukları post “bu dünyayı yani hayatı” simgeler. Sırtlarına aldıkları hırka ise “öbür dünyayı yani ölümü” simgeler. Hayata ve ölüme duyulan saygı nedeniyle: dervişler yaşadığı için postu, öleceği için hırkayı öperler.

Sema törenleri öncesi

Baş semazen (semaya katılacak ekibin sorumlusu): Semahaneye girer, meydana selam verir, meydanın sağ tarafına gider ve Post’u yere serer. Post başında: bağışlama duası okunur.

Sonra meydanın sol tarafından devam ederek, meydana çıkar. Saz heyeti ve ayine katılacaklar, Semahanede yerlerini alırlar.

Semazenbaşı eşliğinde, tüm semazenler, sema meydanını selamlayarak Post’un sağ tarafındaki yerlerine geçerler.

Ardından “Postniş” sema meydanına girer, sema meydanını selamlar ve Hatt-ı İstiva (Semahane kapısından, postun olduğu yere giden manevi çizgi) üzerinden Post’a yürür, selam vererek Post’a oturur.

1.Bölüm

Hz Muhammed ve diğer Peygamberler ve her şeyi yaratan Allah’ı metih eden “Nat-ı Şerif” yani “övgü şiiri” okunur. (Nat-ı Şerif: Mevlana tarafından yazılmış, kainatın yaratılmasına vesile olan, yaratılmışların en yücesi Hz Muhammed’i öven bir şiirdir.)

2.Bölüm

Kudüm denen küçük davulu çalan “Kudümzenbaşı” birkaç darbe vurur ve bu vuruş “Allah’ın alemleri yaratışındaki kün/ol emrini yani yaratılışı temsil eder.

3.Bölüm

Neyzenbaşının görevlendirdiği bir neyzen, her şeye “Hay” ismiyle hayat veren nefesi temsil eden “ney” taksimine başlar. Buna “Post Taksimi” denir.

Taksim bitince Postniş ve semazenler, sağ ellerini sertçe yere vurarak ayağa kalkarlar. Semazenler, ayakta hırkalarını düzeltirler ve sağa doğru, birbirlerine yanaşırlar.

4.Bölüm

Postniş, postun üç adım önüne çıkar, eğilerek selam verir. Bu üç adım, şeriat, tarikat ve hakikat yani bilgiyi simgeler. Tüm ekip, topluca selamlamaya katılır. Ardından “Devr-i Veled” başlar. Postnişin önünde, semazenler birbirlerine üç kere selam verirler, dairevi bir yürüyüş yaparlar ve yerlerini alırlar.

5.Bölüm

Postnişin ve semazenler, topluca selam verirler ve hepsi hırkalarını çıkarır. Tekrar topluca selam verilir, Semazenbaşı, Postnişin yanına gelir, eğilerek selam verir, Postnişin karşısına geçilir ve topluca selamlama yapılır. Semazenbaşı, semazenlere “destur” verir ve semazenler Postnişin elini öper, sema izni alır ve sema başlar.

Semazenlerin duruş ve hareketlerinin anlamı

Semazenler, semaya kalkmadan önce, Postnişten onay beklerken: kollar kapalı, sol ayak sağ ayağın üzerinde dururlar. Bu duruşun anlamı: “Elif” harfi ve “1” rakamıdır. Tasavvuftaki anlamı “Allah’ın birliği” dir.

Semazenler, sema yaparken kollarını iki yana açarlar. Sağ el yukarı ve sol el aşağıya dönüktür. Bu hareket: “Hak’tan alıp halka dağıtmak” anlamındadır. Tasavvuf anlamı ise: “sağ elle Hak’tan alınan bilginin, sol elle halka dağıtılması” demektir.

Çünkü dervişler dünyevi hayatla ilgilenmezler ve Hak’tan alabilecekleri maddi yani dünyevi olmaz, Hak’tan sadece bilgi alırlar.

Semazenlerde: genel olarak başın dik olması, kolların tam olarak iki yana açık olması ve ellerin dengeli şekilde yukarı-aşağı dönük olması uygundur. Zihin ve akıl Sema’nın içsel yükseliş aşaması olan “ölmeden ölmek” fikrine kanalize olur.

Sema törenlerinin yapılışı

Sema törenleri dört bölümdür.

1.Bölüm

Bu bölüm Selamlamadır. Bu bölüm: insanın kendi kulluğunu anlama bölümüdür. Saz heyeti ilahiyi tamamlar, sema kesilir, semazenler oldukları yerde durur, geriye çekilir ve en yakınındaki semazene yanaşarak en az iki kişi olarak toplanırlar. Bunun anlamı, hayatta hiçbir şey “tek başına” değildir.

Semazenler yavaşça postların bulunduğu yere gelirler. Bu sırada, Semahanenin Hatt-ı İstiva (bu çizginin sağ tarafı bu dünyayı ve canlıları temsil eden dünyevi bölüm, sol tarafı ise öbür dünyayı, ruhları temsil eden ahiret bölümüdür) çizgisini geçerken eğilerek selam verirler.

2.Bölüm

Bu bölümün anlamı: Allah’ın kuvvet ve kudreti karşısında hayranlık duymaktır.

3.Bölüm

Selamlama olarak isimlendirilen bu bölüm: insanın rabbine olan hayranlığının aşka dönüşmesi ve aklın aşkta yok olmasıdır.

4.Bölüm

İnsan manevi yolculuğunu tamamlar, yaratılışına uygun olarak makamların en yücesi olan “kulluk” makamına geri döner. Bu bölüm başlayınca, hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan Postnişde semaya katılır.

Postundan, sema meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek posta gider. Buna “Post seması” denir. Postnişin posttaki yerini almasının ardından, sema biter ve semazenler yerlerini alırlar, toplu selamlama yapılır.

Ardından: makamına uygun olarak Kur’an okuma yapılır. Daha sonra, Postniş, bütün Peygamberlere, alimlere, şehitlere ve tüm Ümmet-i Muhammed’e dua eder.

Postniş “Hu” sözüyle bir “gülbank” (bu tören için özel yapılan bir tür dua) okur, sonra “El Fatiha” denir ve son selamlama yapılarak sema töreni biter.

Mevlana Müzesi ayrıntılı tanıtımı hakkındaki yazım için.