İstanbul Sarıyer

kalander-genel-1
İstanbul Sarıyer Kalender

 

Kalender

İstanbul Sarıyer; Yeniköy’den kuzeye Sarıyer’e doğru ilerlendiğinde, ilk olarak Kalender denen bölgeye gelinir. Bu köyde, bir zamanlar “Kalenderi dervişleri” nin tekkesi varmış. Sultan I. Ahmet döneminde, Kalender Çavuş isimli bir ileri gelen kişinin yalısı olması nedeniyle, bölgeye Kalender ismi verilmiştir.

Sultan 1’nci Mahmut, 1820’lerde çıkan Rus Savaşı için, Kalender’e “Sancak-ı Şerif” getirip, mekanı bir askeri karargaha dönüştürdü. Öte yandan, bu saygın emanetin burada bulunması, halkın bu yöreyi, saygın bir yer olarak kabullenmesine sebep oldu. Sancağın köşkte bulunduğunu bilen İstanbullular, yapının önünden geçerken, buraya asla arkalarını dönmezlerdi.

Burada ilk olarak Kalender Köşkü: 18 yüzyılda, ünlü Lale Devri Sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa yaptırmıştır.

huber-kosku-1
İstanbul Sarıyer Huber Köşkü

Huber Köşkü

Huber Köşkü ile ilgili ayrıntılı bir tanıtım yazım için.

buyukdere-00
İstanbul Sarıyer Büyükdere

 

BÜYÜKDERE

Büyükdere’ye varıldığında oldukça büyük bir vadiyle karşılaşılır. Burası yani Büyükdere çayırlıkları, Haçlı ordularının İstanbul’a saldırmalarından önce mola verdikleri yerdir. Rumlar buraya “Vatikolpos” derler. Bu kelimenin anlamı “Derin Körfez” demektir.

1096 yılındaki ilk haçlı seferinin Latin orduları, bu vadilerde, Büyükdere çayırlarında, yapacakları uzun yolculuk öncesi mola verip dinlenmişlerdir. O sıralarda İstanbul’da Bizans’ın başında İmparator II. Aleksios bulunuyordu.

Bu tarihi Büyükdere çayırları, Bahçeköy su kemerlerinin bulunduğu ağaçlık tepelere kadar uzanır. Eski kasaba, vadinin hemen ortasındaydı. Bizans döneminde, bu vadiden akan “Mega Reuma” yani büyük akarsu, Türkçeleştirilerek günümüzdeki yerleşimin adı olmuştur.

1630’lu yıllarda, Türklerin “Yedi Kardeş” dedikleri 7 adet ulu çınar, çayırı süsleyen anıtsal ağaçlar olarak göz kamaştırırdı. Aslında bu ağaç, tek bir gövdede birleşen yedi kollu dev bir çınardı. 1096 yılında, I. Haçlı seferi orduları, bu dev çınarların yanında beklemişlerdir. 1204 yılında, IV Haçlı seferi adıyla İstanbul’u işgal edip yağmalayan Latinler, kralları Bouillon komutasında yine bu çayırlarda kamp kurmuşlardı. Çınara da bu nedenle “Godefroi de Bouillon” denirdi.

Büyükdere köyünün tek ulaşım aracı, diğer köylerde olduğu gibi sandallarmış. Ve deniz araçlarının Boğaz içindeki seyirleri adeta bir cümbüşü andırıyormuş.

ali-bey-cesmesi-1
İstanbul Sarıyer Ali Bey Çeşmesi

Ali Bey Çeşmesi

Büyükdere iskelesi karşısındadır. Kitabesine göre: 1602 yılı yapımıdır. Mimari üslup: klasik Türk işçiliğidir. Ancak yol düzenlemesi sırasında, 1943 yılında caddenin gerisine alınırken orijinalliğini kaybetmiştir. Çeşmenin günümüzdeki mermerden ayna taşı ve teknesinin, klasik tarz ile hiçbir ilgisi yoktur. Şehrin çeşitli yerlerine dağılmış “Hamidiye çeşmeleri” tarzındadır. Ayna taşının üstündeki bordüründe, beyaz mermer bir plakette “Ali Baba Suyu” ibaresi vardır.

karakol-binasi-1
İstanbul Sarıyer Topçu Karakolu Binası

Topçu Karakolu Binası

Muhtemelen 1897-1911 yılları arasında yapıldığı düşünülmektedir. Günümüzde viran halde bulunan bina, son yıllarda uzun süre okul olarak kullanılmıştır.

sadberk-hanim-muzesi-3
İstanbul Sarıyer Sadberk Hanım Müzesi

 

Sadberk Hanım Müzesi

Vehbi Koç vakfı tarafından 1980 yılında Vehbi Koç’un eşi Sadberk Koç anısına kurulmuştur. Türkiye’nin ilk özel müzesidir.

1950 yılında Koç ailesi tarafından satın alınmış, 1978 yılına kadar yazlık olarak kullanılmış ve 1978-1980 yılları arasında ise müzeye dönüştürülmüştür. Bahçesiyle birlikte 4200 metre karelik bir alanı kaplayan yalı, 400 metre karelik alana oturmaktadır. Giriş katında: hediyelik eşya dükkanı ve bir çay salonu bulunur.

Ana girişin tavanı: eski Roma mimarisinden esinlenilerek yapılan kartonpiyer kasetlerle süslüdür. Ahşap merdivenlerle katlara çıkılır ve duvarlar mermer taklidi kalem işi boyalıdır. Giriş katının üstündeki birinci ve ikinci kat, orta ana salonları ve bunlara açılan odalar sergileme mekanı olarak kullanılmıştır. Çatı katında ise, eser depoları, çalışma odaları ve kitaplık bulunur.

Binanın dışı yüzünde: pencere aralarındaki ahşap süslemeler, binayı diğer yalılardan ayırır. Ayrıca bina yüzeyindeki kabaralar: halk arasında buraya “Vidalı Yalı” ismi verilmesine sebep olmuştur. Çünkü bu yalıda çivi kullanılmamış, söylenenlere göre ahşap vidalar kullanılmıştır.

Müzenin koleksiyonunda: geleneksel kıyafetler, işleme, tuğralı gümüş ve porselen gibi eserler vardır. 1983 yılında Türkiye’nin en büyük kolleksiyonerlerinden olan Hüseyin Kocabaş’ın kendi koleksiyonunu buraya bağışlamasının ardından: bu koleksiyondaki arkeolojik eserlerin sergilenmesi için mevcut binanın yanındaki yarı yıkık yalı da satın alınmış ve ön cephesi aslına uygun olarak restore edilmiş ve buraya “Sevgi Gönül” (Vehbi Koç’un kızının ismidir, 2003 yılında ölmüştür) ismi verilmiştir.

Betonarme olarak inşa edilen yalının ön cephesi ahşap kaplıdır. Yan tarafı ise, ahşap taklidi mermer sıvalıdır. Önden üç ve arkadan zemin dahil dört katlı olan binanın giriş katında: çok amaçlı bir salon ve laboratuvar vardır. Ana ve ara katlarda: kronolojik bir sıra içinde, arkeolojik eserler sergilenmektedir. Sergi salonları gün ışığına kapatılmış ve vitrinler, çağdaş bir aydınlatma ile modern bir müze hüviyeti kazanmıştır.

sadberk-hanim-muzesi-5
İstanbul Sarıyer Sadberk Hanım Müzesi

 

Günümüzde müzede: 18 bin civarında eser sergilenmektedir. Bunlar arasında: MÖ 6 bin yıllarından Bizans dönemine kadar olan süreye ait: Anadolu’da yaşayan uygarlıkların maddi kültür kalıntıları, Osmanlı ağırlıklı İslam eserleri, Osmanlı dönemi dokumaları, kıyafetleri ve işlemeleri sergilenmektedir.

En üst katta: MS. 3-4 yüzyıllara ait mozaik pano ve MÖ. 2000 ait kandillerin sergilendiği sekizgen vitrin ve paraların ışık oyunları kullanılarak sergilenişi, görülmeye değerdir. Ayrıca Rahmi Koç’un sünnet yatağı sergileniyor. Çanakkale seramiklerinin güzel örneklerinin sergilendiği yer de görülmelidir.

Azaryan Yalısı Sanat Tarihi Bölümü: Burada sikkeler, İslam sanatı ve Osmanlı dönemi kadın kıyafetleri, gelenek ve görenekleri sergilenir.

Sevgi Gönül Binası Arkeoloji Bölümü: Burada Anadolu uygarlıkları, İon ve Helen uygarlıkları, Roma uygarlığı, Bizans sanatı, kandiller, süs eşyaları, heykeltıraşlık eserleri ve mezar stelleri, cam eserler, boncuklar ve sikkeler sergileniyor.

sariyer-2
İstanbul Sarıyer

 

SARIYER

Sadberk Hanım Müzesinin ardından: elçilik binaları, yanan Kocataş Yalısı, bahçesinden çıkan Kocataş suyu, Sarıyer Öğretmenevi, ardından kasır, karakol ve Sarıyer Subay Orduevi ve Sarıyer iskelesi ile Sarıyer meydanına varılır.

Meydandan içerideki camiye doğru yürüdüğünüzde, Sarıyer’in en meşhur börekçilerini görebilirsiniz. Sarıyer’in en meşhur börekçisi “Karaköy Börekçisi” ismini taşır. Çünkü daha önce Karaköy’de meşhur olan bu börekçi, daha sonra Sarıyer’e yani buraya taşınmıştır. Sarıyer’in en meşhur lezzetlerinden olan kıyma, kuş üzümü ve fıstık ile yapılan Sarıyer böreğini denemelisiniz.

Sarıyer semtinin ismi: Maden Mahallesini oluşturan bölümdeki bakır madeni nedeniyle, toprakların sarı renginden dolayı almıştır. Ayrıca bölgede doğal yayılım gösteren “katır tırnağı” denen bir bitki türü, çiçeklendiği zaman tüm bölge belirgin şekilde sarı renge bürünmektedir.

Sarıyer semtinin ismine ait diğer bir söylenti: “Sarıyer ismi: fetih döneminde yaşamış ve halen mezarı İlk mektep denen okulun yakınlarındaki “Sarı Baba” veya “Sarı Er” isimli bir erenden gelmektedir ki bu kişi asker de olabilir. Ayrıca yine Helenistik dönemde, buradan geçen Büyük İskender: altın madenlerinin bulunması ve toprağın sarı sarı parıldaması nedeniyle buraya Sarıyer isminin verildiği de söylenir.

İstanbul’un fethinden sonra: Anadolu ve Adalardan getirilen göçmenler, buraya yerleştirilmiştir. 20 yüzyılın son bölümlerine ve hatta 1960’lı yıllara kadar, Sarıyer’in boğaz kıyısındaki yerleşim yerleri, daha çok yaz aylarında kalabalıklaşan sayfiye yeri niteliğindeydi.

Özellikle yeni yolların yapılması, sahil yolunun genişletilmesinin ardından, mevcut semtler gelişti ve semtler arasındaki boş alanlar, yerleşime açıldı. Kıyı kesiminde: daha çok üst gelir guruplarına ait konutlar ve köşkler bulunurken, sırt biçiminde uzanan yüksek alanların yamaçlarında ise gecekondu tipi yerleşimler görülür.

Sarıyer’in güneyinde: Büyükdere ve Yeni Mahalle arasında: Mesarburnu denen yer vardır. Semtteki yerleşim: Mesarburnu’nun üstündeki tepelerin yamaçlarından başlayarak, eski Sarıyer deresinin vadisi boyunca ve Yenimahalle’ye doğru uzanır.

kara-kethuda-camisi-1
İstanbul Sarıyer Büyükdere Camisi-Kara Kethüda Camii

Büyükdere Camisi-Kara Kethüda Camii

Aynı zamanda, ismi Kethüda Mehmet Ağa camisidir. 18 yüzyılda, Sultan III. Mustafa döneminde, saray kethüdası Mehmet Ağa tarafından 1785 yılında yaptırılmıştır. Caminin göz alıcı bölümü: gövdesinde zikzaklı motifleri bulunan taş minaresidir. Kagir olan cami, birçok onarımdan sonra özgün yapısını kaybetmiştir.

Çünkü günümüze gelene kadar pek çok değişikliğe uğramıştır. Kitabesinde “17 yüzyıl III. Mustafa dönemi” yazılıdır. Ancak Sultan III. Mustafa, 17 değil 18 yüzyıl sultanıdır ve 1717-1774 yılları arasında yaşamıştır. Büyük olasılıkla, Mustafa’lar yanlış belirtilmiş, II yerine III. Mustafa yazılmıştır.

Soyner Yalısı

İskelenin tam karşısında, sarı renkli, dört katlı yapı 1890 yılı yapımıdır. Son derece dikkat çekicidir.

rus-sefareti-1
İstanbul Sarıyer Rus Sefareti

 

Rus Sefareti

Sarıyer’de Meserburnu caddesindedir.

Rus sefaretinin çok geniş bir koruya sahip olan eski yüzlü binaları ilgi çeker. Sefaretin yazlık konutları: 1840 yılı yapımıdır. Geniş bir bahçe içindeki Rus Elçiliği yazlığının mimarı bilinmemektedir. 19 yüzyıl başlarına ait, Sultan II. Mahmut dönemi Bostancıbaşı Defterlerinde bu yalıdan “Kurbinde Rusya elçisinin kebir yalısı” diye söz edilmektedir.

Yalının iki yanında da Rus elçilik mensuplarına ait yapılar bulunmaktadır. İstanbul’da kaldığı 1784-1802 yılları arasında, birçok kere Boğaziçi’ni betimleyen Melling gravürlerinde, Rus elçiliği yazlık sarayı açıkça görülmektedir.

Bu gravürde: saray denize dik konumda, iki yan kanat ve bunları birleştiren bir orta bölümden oluşmaktadır. Bugünkü sarayın orta bölümü, gravürdeki halinden farklıdır ki, bu da orta bölümün sonradan yapıldığına işaret eder.

Ön yüzünde, ilginç aslan maskları vardır. Söylenenlere göre: Rus sefiri İgnatiev’in hayaleti, bu konakta dolaşırmış. O yüzden buraları pek bakımsız kalmıştır. Ama Boğaziçi’ndeki emsalsiz yeşil doku içinde, bu elçilik günümüze kadar ulaşmıştır. Günümüze kadar ulaşmış, en erken tarihli elçilik binalarından birisidir.

sariyer-orduevi-3
İstanbul Sarıyer Karakolhane Binası-Sarıyer Orduevi

 

Karakolhane Binası-Sarıyer Orduevi

Meserburnu caddesi üzerinde, vapur iskelesinin hemen yanındaki bu yapı: 20 yüzyıldan kalmadır. Sekiz satırlık kitabesi ve tuğrası: yapının 1911 yılında, Sultan Mehmet V. Reşat ve Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa zamanında yapıldığını göstermektedir.

Yapı 2 katlıdır. 80 cm kalınlığındaki taş duvarları, iki küçük kulesi, kuleleri arasındaki terası ve üst mazgalları ile yapının asayişini korumak için inşa edildiği açıkça görülmektedir. Yapı: dıştan dışa 17 x 17 metre ebatlarındadır. Giriş ve yan pergolası ile ön saçağı, gazino yapıldığı dönemde yapıya sonradan eklenmiştir.

koc-universitesi-2
İstanbul Sarıyer Koç Üniversitesi

 

Koç Üniversitesi

Koç Üniversitesi, 2000 yılında İstinye’de bulunan geçici kampüsünden, Rumeli Fenerindeki daimi kampüsüne taşınmıştır. Koç üniversitesi öğrencileri, balık yemek veya hava almak istediklerinde yakınlardaki Rumeli Kavağını tercih ederler.

rumeli-kavagi-1
İstanbul Sarıyer Rumeli Kavağı

 

RUMELİ KAVAĞI

Boğaziçi’nin en kuzey ucunda, Anadolu Kavağının karşısındadır. Sarıyer’den buraya ulaşmak için araba ile yaklaşık 10 dakikalık bir yolculuk gerekir.

Burası, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde, Boğaz’ın Karadeniz girişinde, önemli bir stratejik yer olarak değerlendirilmiş ve kalelerle tahkim edilmiştir. Daha fazla geriye, antik döneme gidilirse, yine burasıyla ilgili anlatılan bir söylenti vardır. Buna göre: “Antik Yunan mitolojisine göre, Argo gemisi lideri Jason ve Arganotlar, Karadeniz girişinde, dalgalı, fırtınalı ve akıntılı hırçın Karadeniz’in nasıl aşılacağını, buradaki bir balıkçı köyünde yaşayan yaşlı bir adama sormuşlar ve sonra yollarına devam etmişlerdir”

Yörenin Bizans dönemindeki ismi “Hieron Romelias” tır. Bu isim: kalenin bulunduğu yerdeki mabetten gelir. Bir söylentiye göre: yörenin isminin çarşı içinde bulunan ve anıt hüviyetindeki çınar ağaçlarından gelmektedir. Çünkü çınar ağacı, burada kavak ağacı olarak isimlendirilir.

Bu ağaçlardan biri: köy içinde, kalenin giriş kapısı yanındadır ve yaşının 750-800 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Diğer iki anıt ağaç ise, yeni yapılan Ulu caminin önündedir ve bunların da yaşlarının 500-550 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

Yörenin ilk yerli halkı, Rumlardan oluşmuştur. Ancak Osmanlı döneminde Rum nüfus azalır. Çünkü Osmanlı-Rus savaşı (93 Harbi) sırasında başlayan büyük göçte, Rumeli Kavağına birçok göçmen yerleştirilmiş ve burası büyük bir köy halini almıştır.

Günümüzde bölgenin büyük kısmı askeri bölge olarak kullanılmaktadır. Hatta 1960 yılına kadar, buraya yabancıların girmesine izin verilmemiştir. Askeri bölgeler dışındaki yerlerde ise, Altınkum ve Elmaskum isimli iki plaj bulunmaktadır.

Bu plajlar, İstanbul yakınlarında denizin temiz olduğu nadir yerler olarak önem kazanır. Bu yüzden yaz aylarında özellikle hafta sonlarında çok kalabalıktır. Ayrıca yine sahil boyunca ucuz balık (özellikle dil balığı) ve midye yenen lokantalar vardır. Buranın inciri de ünlüdür. Rumeli Kavağının girişinde, midye çarşısından midye satın alabilirsiniz.

telli-baba-turbesi-2
İstanbul Sarıyer Telli Baba Türbesi

 

Telli Baba Türbesi

Rumelikavağı girişindedir.

Buradaki mezar: yıllar önce Hacı Nimet Abla tarafından onarılarak türbe haline getirilmiştir. Hacı Nimet Abla: ünlü piyango bileti satıcısı olarak hatırlanır.

Aslında bu mezarda: bir Türk balıkçısı delikanlıya aşık olan Rum rahibe kıza ait olduğu söylenir. Rahibe kız: Rumelikavağı’nda bulunan manastırdan kaçarken, bindiği kayığın batması sonucu boğularak ölmüş, cesedi burada kıyıya vurmuş ve hemen üst taraftaki bu mezara gömülmüştür. Ardından mezarın üstüne de gelin teli konulmuştur.

Fakat, zamanla söylentiler değişmiş ve “Telli Gelin”: “Telli Baba” olmuştur. Yine bir başka söylentiye göre: Telli Tabya denen yerde balıkçılık yapan bir ermiş, ölünce buraya gömülmüş ve türbesi “Telli Baba” ismiyle ün kazanmıştır. Yine bir söylenti: Fatih zamanında ordu imamı olan ve savaş sırasında ölen İmam Abdullah Efendi: buraya gömülmüş, yıllar sonra hasta bir genç kız onun mezar yerini rüyasında görmüş ve bunun üzerine mezar yeri bulunmuştur.

Kız, o günden sonra iyileşmiştir. Yine bir söylentiye göre: burada yatan kişi, Osmanlı imparatorluğunun 18 yüzyılda yaşamış bir bomba imha uzmanıdır. Uzun yıllar bomba imha locasının piri olarak görev yapmıştır. Kendi düğününe yetişebilmek için, acele ettiği Rumeli Kavağındaki son görevinde yanlış teli kesince ölmüş ve gidemediği düğününün ziyaretçilerine kısmet olmasını dilemiştir.

Günümüzde: burası özellikle yeni evlenen çiftlerin uğrak yeridir. Uğur getirmesi amacıyla, düğün günü Telli Babayı ziyaret ederler ve gelinler: çiçeklerine takılı tellerinden birazını türbeye bırakırlar. Ayrıca, evlenmek zere olan genç kızlar da bu türbeyi ziyaret ederler, dileklerini diler ve orada bırakılan tellerden bir parça alıp saklarlar.

Ne kadar kısa tel kesip alırlarsa dileklerinin o kadar tez olacağı söylenir. Eğer dilekleri kabul edilirse, tekrar türbeye gelerek gelin teli bırakırlar. Yine inanışa göre, Telli Babayı ziyaret eden çiftlerin çocukları sağlıklı olmaktadır.

rumeli-feneri-4
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri

 

RUMELİ FENERİ

Anadolu ve Rumeli fenerlerini birleştiren çizgi: İstanbul limanının kuzey sınırını oluşturur.

Garipçe köyüne 5 dakika uzaklıktadır. Sarıyer ise 12 km uzaklıktadır. Özel aracınızla giderseniz, rampayı tırmanıp sağa ayrılan Garipçe Köyü-Rumeli Feneri istikametine devam etmeniz gerekir. Yol üzerinde, seyir tepesi benzeri bir burunla karşılaştığınızda, buradan ağaçları seyrederek aynı zamanda boğaza tepeden bakma fırsatı bulursunuz. Muhteşem panorama mutlaka ilginizi çekecektir.

Adından da anlaşılacağı üzere, burada bir fener vardır. Fenerin bulunduğu köyün adı: antik çağlarda “Panium” ve “Panyum Burnu” olarak bilinmektedir. Bizans döneminde ise “Fanaraki” ve “Fanariyan Burnu” yani “Avrupa Feneri” veya “Küçük Fener” olarak isimlendirilmiştir.

Fenerin ilginç bir öyküsü vardır. Köye ismini veren fener: Sarı Saltuk Hazretlerine ait olduğuna inanılan türbelerden birisi üstündedir. Gemiler, fener yapılmadan önce, türbeye dikilen mumların, içinde yakılan fenerlerin ışığından yararlanarak yollarını bulurmuş.

Balıkçılar denize açılmadan önce türbeyi ziyaret ederlermiş. Cami cemaati, sabah namazından sonra türbeye topluca giderek dua ederlermiş. Köydekiler: 1856 yılında Fransızlar tarafından yapılan fenerin inşası sırasında, kulenin birkaç kez yıkıldığını anlatırlar.

Burada bir yatır olduğu düşünülünce, Fransızlar önce türbe onarılmış ve fener inşaatının temelleri içine alınarak, 30 metre yükseklikteki fener kulesi inşa edilmiştir.  Eskiden: Moskova’dan İznik’e kadar birçok yerde adına türbe bulunan Sarı Saltuk’un kabrinin başındaki kandilin yağı tükendiğinde, fenerin de karanlıklara gömüldüğüne inanılırmış.

Köyde: mavi kayalar, ağlayan kayalar, koca taş ve kör taş adını alan dev kayalıklar hakkında da bir öykü anlatılır.

Buna göre: Altın postu arayan, Antik dönem Yunanlı Argonotlar: kıyıdan 100 metre kadar açıkta bulunan ve çarpışan kayalar diye bilinen “Simplegat” kayaları: aralarından geçen gemileri birbirlerine çarparak yutarlarmış.

Arganotlar, bu kayalardan geçmek için yanlarında getirdikleri şarap renkli güvercin kuşlarını, kayalara yaklaşınca serbest bırakırlar ve Tanrıça Athena’nın yönlendirdiği kuşların hareketinde çarpışan kayalar, bir daha açılarak birbirlerine vurmak üzere iken, bu kısa andan yararlanan Arganotlar gemilerini kayaların arasından geçirirler. Bu sırada ozan Orefus’un çaldığı lirden de etkilenirler.

Bu fikri onlara: Garipçe de oturan ve lanetlenmiş kral Phineas, Harpilere karşı kendisini savundukları için vermiştir.

Evet, bu kayalar, birbirlerinden ayrılmış, beş büyük kayadan oluşmaktadır. Bunlara Osmanlı döneminde “kanlı kayalar” ve sonrasında ise “kocataş, körtaş, mavi kayalar ve kızılkaya” isimleri verilmiştir.

Günümüzde bu kayalara “Öreke” ve “Roke” ismi veriliyor.

Bizans döneminde, kayaların en büyük ve yüksek olanının üstünde, gemilere yol göstermesi için dikilmiş bir sütun bulunuyormuş. Hatta kayaların en büyüğünün üstünde, bir de “Apollo Tapınağı” bulunduğu söyleniyor.

Bu kayalara o dönemde “Symplegades” deniyormuş ve hareket ettikleri, birbirlerine yakınlaştıklarına inanılıyormuş. Büyük olasılıkla bu inanış: gel-git sonucu oluşan göz yanılmasıdır.

Evet, günümüzde görülen fener Kırım savaşı sırasında, Fransız ve İngiliz gemilerinin boğazın ve Karadeniz’in girişini görebilmeleri için 15 Mayıs 1856 tarihinde: hemen karşı kıyıdaki fenerle birlikte Fransızlar tarafından yapılmıştır. Ancak, daha önce de burada bir fener olduğu bilinmektedir.

Osmanlı deniz haritalarının en eskilerinden biri olan 1567 tarihli Ali Macar Reis haritasında bu fenerin yeri işaretlidir. Rumeli fenerinin 1583 yılında onarıldığı eski kayıtlarda yazılıdır. 1616 yılında İstanbul’a gelen gezgin Wegner: fener hakkında söz ederken, fenerin yüksek haşmetli bir kule ve üstünde ve çepeçevre duvarlarında yüksek pencereleri büyük camlarla korunmuş, ortada büyük bir demir levha durduğundan söz eter. İçine fitiller ve levhanın içine de yağ konur ve geceleri tutuşturulurmuş, gemiciler bunu çok uzaktan görürmüş.”

Böylece bölgenin simgesi olmuştur. Fransızlara verilen 100 yıllık işletme hakkı, 1933 yılında iptal edilmiş ve tamamen Türklere geçmiştir.

Rumeli feneri: Boğazın karşı kıyısındaki Anadolu fenerinden 2 deniz mili uzaklıktadır. Deniz seviyesinden 58 metre rakımdaki fenerin, kule boyu 30 metredir. Işığı 18 deniz mili uzaklıktan görülebilmektedir.

Fener kulesi: üç kademelidir. Lambası, ilk yapıldığında, asetilen ile çalışıyordu. Günümüzde ise genelde elektrik enerjisi ve gerektiğinde bütan gazı kullanılmaktadır. Fenerin bulunduğu tepenin altında ise balıkçı barınağı vardır.

Rumeli fenerine geldiğinizde: burada sürekli ağlarını onaran balıkçılar göreceksiniz. Günümüzde, burada konaklama tesisi bulunmuyor. Özellikle: butik tarzı otel ve pansiyonlara büyük ihtiyaç duyulan köyde, en yakın konaklama tesisi Marmaracık koyundadır.

rumeli-fener-kalesi-0
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri Kalesi
rumeli-fener-kalesi-1
İstanbul Sarıyer Rumeli Feneri Kalesi

 

Rumeli Feneri Kalesi

Kale: Rumeli feneri köyünün üst kısmında, Garipçe-Fener yolunun alt tarafındadır. Kaleyi gezmek isterseniz, ki, buraya kadar gitmişken gezmenizi öneririm, özellikle Karadeniz’in soğuk rüzgarlarına karşı tedbirli olmanızı ve iyi giyinmenizi öneririm.

Kale; gümrük noktalarını kontrol altında tutmak için, 12 yüzyılda, Bizans imparatoru I. Manuel Kommenos tarafından yaptırıldığı söylenmektedir. Kalenin benzeri, 100 yıl kadar sonra, karşı kıyıda, Anadolu Kavağında yaptırılmıştır. Karşılıklı iki kalenin amacı: karşıdan karşıya zincir çekerek ticaret gemilerinin geçişini engellemek ve gümrük parası almaktır.

Kaleye: Polikhion kalesi, Asomaton kalesi ve İmros kalesi isimleri verilmektedir. Kale: 14 yüzyılda Cenevizliler ve daha sonra Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Osmanlı döneminde, kaleye “Ceneviz kalesi” ve “Eski kale” isimleri verilmiştir.

Bu kalenin hemen yanında, deniz kıyısında bulunan ve günümüzde de kullanılan kale ise: 1624 yılında Sultan IV. Murat tarafından yaptırılmış; 1783 yılında ise yine aynı yerde, Sultan I. Abdülhamit döneminde ise Fransız mimar Tuson’a iki yeni kule yaptırılmıştır.

1807-1808 yılları arasında, Sultan IV. Mustafa tarafından kale tamir ettirilmiş ve kale “Kavak Hisarı” ismiyle anılmıştır. Tarihi süreç içinde, buranın en önemli dönemi: Sultan III. Selim’in tahttan indirilmesine sebep olan Kabakçı Mustafa isyanının bu kaleden yani Kavak Hisarından başlamış olmasıdır.

Kabakçı Mustafa: Rumeli kavağında muhafız olarak görev yaparken, çevresine topladığı bir kısım yeniçeriyle birlikte, isyan bayrağı açar ve kaleden çıkarak “Çayırbaşı” denen büyük çayırlıkta ordugah kurar. Ardından burada toplanan yeniçerilerle birlikte, saraya yürür ve yaptıkları büyük baskılar sonucu yenilikçi Sultan III. Selim tahttan indirilir ve yerine Sultan IV Mustafa geçirilir.

Bu olayın ardından, Kabakçı Mustafa: “Turnacıbaşı” rütbesiyle Boğaz Nazırlığına atanır. Alemdar Mustafa Paşa: olayı öğrenince ordusuyla gelir ve Sultan III. Selim’i yeniden tahta çıkarmak ister, ancak Saraya girdiğinde Sultanın cesediyle karşılaşır. Bunun üzerine, ordusunun bir kısmını Rumeli feneri köyündeki köşkünde istirahat etmekte olan Kabakçı Mustafa’ya karşı gönderir ve Kabakçı Mustafa Rumeli Kavağı Boğaz Nazırlığı konağında idam edilerek öldürülür.

Yığma taşla inşa edilen kale, 55 x 70 metre boyutlarındadır. Kemer ve kubbesinde tuğla kullanılmıştır. Doğu ve batı duvarlarında, sekizgen planlı iki kule bulunur. Avlunun güneyinde bir sarnıç ve yine bazı temel kalıntıları vardır. Kaleye: kemerli bir kapıdan girilir.

Ancak bu kemer bir hayli hasar görmüştür. Zaten kaleyi çevreleyen sur duvarlarında da, aynı hasar görülmektedir. Yerlerinden düşen tuğlalar, kapı kemerinde ve sur duvarlarında boşluklar oluşmasına sebep olmuştur. İki kule olduğundan söz etmiştim. Batıdaki kule, özgün formunu korurken, doğudaki kulede büyük tahribatlar görülmekte, kuleye çıkan merdiven basamakları yok olmuştur. Hatta, kulede yabani bitki oluşumu fazla seviyededir.

Doğu kulesinin merdivenleri kısmen sağlam olsa da basamak kayıpları vardır ve orijinal formunu kaybetmiştir. Sonuç olarak, kalenin acilen restorasyonuna ihtiyaç vardır. Günümüzde “Kavak Hisarı” denilen kale: halen çok amaçlı olarak kullanılmaktadır. Kalenin bir yanına: sonradan askeri kullanım için betonarme bir bina yaptırılmıştır. Kalenin meydanında bulunduğu söylenen cami günümüzde yoktur.

En son aldığım bir habere göre: bu kale Bakanlık tarafından restorasyonu da yapılmak şartıyla 20 yıllığına özel sektöre kiralanacakmış.

garipce-koyu-3
İstanbul Sarıyer Garipçe Köyü
garipce-koyu-7
İstanbul Sarıyer Garipçe Köyü

 

GARİPÇE KÖYÜ

Sarıyer merkezinden 10 km uzaklıktadır. Bu küçük köy: Rumeli Kavağı ve Rumeli Feneri arasındadır. Köyün meydanında: bir cami ve semt pazarı bulunur. Bu semt pazarında, ev yapımı ürünler satılıyor. Köyün tek geçim kaynağı balıkçılıktır. Burayı ziyaret ettiğinizde, açık büfe köy kahvaltısı ve balık yemelisiniz.

Zaten köyün sahilinde: küçük bir meydan, balıkçı tekneleri ve iki restoran bulunuyor. Köyün girişinde de bir restoran vardır. Bu restoranlarda özellikle Karadeniz kültürü yemekler, başta mısır ekmeği ünlüdür.

garipce-kalesi-1
İstanbul Sarıyer Garipçe Kalesi

Garipçe Kalesi

Kalenin Cenevizlilerden kaldığı söyleniyor. Köy meydanının solunda, yaklaşık 5 dakika uzaklıktadır. Kalenin 550 yıllık olduğu söyleniyor. Mahzenlere giden basamaklar, tuğla duvarlar, tabya ve çöplüğe dönmüş, bakımsız bir tarihi eserler karşılaşılıyor. Başkaca bilgi yok. Zaten günümüzde çöplüğe dönmüş durumdadır. Sadece, tepeden boğaz manzarasını seyretmek için bu kaleyi ziyaret edebilirsiniz.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Baltalimanı

genel-1
İstanbul Baltalimanı

Sarıyer ilçesine bağlı, Boğaziçinde bir semttir. Emirgan ve Rumelihisarı semtleri arasındadır. Kaynağını Levent çiftliğinden alan bir derenin ağzındadır.

Antik dönemde: Kral Barbys’in “Phaidaliae” isimli kızı: burada bulunan bir kayanın üzerinden atlayarak intihar etmiştir. Günümüzdeki Baltalimanı olan bölgedeki bu kayaya ve kayanın çevresindeki yerlere “Sinus Phidailae” deniyordu. Ayrıca yine buraya “Portas Muilerum” (Gynaikon limen yani kadınlar limanı) ismi de veriliyordu.

Adını: Fatih Sultan Mehmet döneminde, Osmanlı donanmasının başında bulunan Kaptan-ı Derya Baltacıoğlu Süleyman’dan almıştır. Çünkü: Baltacıoğlu Süleyman İstanbul’un fethinde gemileriyle büyük katkılar sağlamış ve gemileri hazırladığı liman olan bu bölge, Baltacıoğlu ismiyle anılır olmuştur. Kaptan-ı Derya Süleyman Bey: 70 parça kadırgayı, Baltalimanı deresinden karaya çıkarmış, bir kısmını bugünkü Fenerkapı’dan ve bir kısmını da Sütlüce’den Haliç’e indirmeyi başarmıştır.

Baltaoğlu Süleyman Bey: 1449 yılında Midilli seferinde bulundu ve Callone kalesini aldı. Sultan II. Murat döneminin sonlarında Kaptan-ı Deryalığa atandı. 1451 yılında Fatih’in İstanbul kuşatması sırasında, Bizans’a denizden gelebilecek yardımı önlemek ve Haliç’teki Bizans gemilerini dışarıda bırakmak için, Gelibolu’da hazırlayıp getirdiği donanmayı, günümüzde kendi adıyla anılan Balta limanında tuttu.

Bu kuşatma sırasındaki en büyük başarısı Adaları ele geçirmesiydi. Adaların alınmasından iki gün sonra, 20 Nisan 1453 günü, Bizans’a yardıma gelen dördü Papalığa ait beş Ceneviz ve Rum gemisinin Haliç’e girmesine engel olamadı.

Lodosun ve akıntının yardımı yanında, Sarayburnu ve Tophane arasındaki kalın zincirin Bizanslılarca gevşetilmesiyle gemilerin Haliç’e girmesini önleyemediğini, Galata sırtlarında izleyen ve öfkesinden atını denize süren Fatih tarafından görevden alınarak kara ordusuna geçti. Fetih sırasında, Haliç’e indirilen meşhur yassı tabanlı gemiler burada yapılmıştır.

Takip eden dönemde: Baltalimanı: Reşit Paşa zamanında köşklerin kurulduğu ve Lale Devrinde ise yurt dışından gelen konukların ağırlandığı bir semt olarak öne çıkar.

Sonradan: Baltalimanı ve Emirgan arasında, Reşit Paşa arazisi denen yerde, bir kısım yer ayrılarak “Reşit Paşa” adlı bir mahalle kuruldu.

TABYA

1821 yılında, Sultan II. Mahmut tarafından liman ağzında yaptırılan savunma amaçlı bir tabyadır.

SABUN FABRİKASI

Bu eski sabun fabrikası, faaliyetini uzun süre önce durdurmuş olmasına rağmen, kalıntıları ve yüksek bacası günümüze kadar ulaşmıştır.

baltalimani-camisi-1
İstanbul Baltalimanı Camisi-Serhazin Süleyman Ağa Camii

 

BALTALİMANI CAMİSİ-SERHAZİN SÜLEYMAN AĞA CAMİSİ

Emirgan caddesi üzerinde ve deniz tarafında, Baltalimanı deresinin doğu tarafında, ağzındadır. Süleyman Bey: Paşmakçı Şücaeddin Efendiye: kendi adı ile anılacak bu camiyi yaptırmıştır. Paşmakçı Şücaeddin Efendinin mezarı: mihrabın önündedir. Ancak mezar, 1826 yılında Zahire Nazırı Arif Efendi tarafından yaptırılan tadilatta yok edilmiştir. Caminin minberi: Sultan III. Ahmet’in “İmam-ı Sultani Hacı İmam” diye tanınan imamı: Seyyid Mehmet Efendi tarafından yaptırılmıştır.

Caminin namazgah ve çeşmesi ise: Hazerpare Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1648 yılında yapılan bu inşaat sırasında, bahçede bir de kuyu açtırılmıştır.

Cami: 1826 yılında Zahire Nazırı Arif Efendi tarafından yaptırılan tadilat sonrası günümüzdeki halini almıştır. Caminin kuzey duvarındaki kitabesinde 1826 tarihi yazılıdır. Ancak, 1960 yılındaki onarım sonrasında, cami eski özgün karakterini tamamen kaybetmiştir.

japon-bahcesi-1
İstanbul Baltalimanı Japon Bahçesi

 

JAPON BAHÇESİ

Bu park alanı, Japonya ile Türkiye arasındaki işbirliği sonucu 2003 yılı Kasım ayında kurulmuştur. 2003 yılında İstanbul ve Japonya’nın Yamaguchi Eyaleti Shimonoseki şehri kardeş şehir olmuştur. Ancak Ertuğrul Fırkateyni kazasının 125 yılında yani 2015 yılında park alanı yeniden restore edilmiştir.

Buradaki park alanında: iki kardeş şehrin sembolü olan Marmara Boğazı ve Shimonoseki Boğazından esinlenilerek yapılan giriş kapısı, Çay odası, Şelale, Gölet, Çardak gibi yerler bulunmaktadır. Bahçenin Japon kültürünü yansıtan iki kapısı, bir çeşmesi ve kuru bahçesi vardır. Bahçe, çok sayıda doğal taştan yapılmış fenerle aydınlatılıyor. Bahçenin çevresi ise, Japon stili bir duvarla çevrilmiştir.

Toplamda, bahçede 4850 ağaç ve bitki bulunmaktadır. Ağaçların bir kısmı Japon kamelyası, Japon kiraz ağacı, Japon Akça ağacı, Japon kayını, Karaçam, Alev ağacıdır. Ama özellikle Sakura yani Japonya’nın simgesi olan kiraz ağaçları ilgi çekmektedir.

Burayı ziyaret ederseniz, Boğaziçi’ne bakan müthiş bir yerde konumlanmış bahçede yürüyüş yapabilirsiniz.

sahilhane-0
İstanbul Baltalimanı Sahil Sarayı-Mediha Sultan Sahilhanesi

 

BALTALİMANI SAHİL SARAYI-MEDİHA SULTAN SAHİLHANESİ

Kemik Hastanesinin hemen yan tarafındadır. Kemik hastanesiyle bir bütün teşkil eder.

Yapı: 1840 yılında, Tanzimat döneminin ünlü devlet adamı Mustafa Reşit Paşa tarafından, ünlü mimar Serkis Balyan’a yaptırılmıştır.

Sahilhane: neoklasik üslüpla yapılmış, iki katlı ve kagir bir yapıdır. Geniş bir avlu içindedir ve bahçesinde havuz ve diğer birimler bulunur. Mermer sütunlu ve mermer kaideli bahçe ve sandal girişleri, neoklasik üslubun hissedildiği başlıca yerlerdir. Yapının uzunluğu: doğu-batı yönünde 55 metre, güney-kuzey yönünde ise 42 metredir. Yan cephelerden, masif kolonlarla dışarı taşırılmıştır. Giriş katında 22 oda, 1 büyük orta hol, 12 servis odası bulunur.

İkinci katında: 11 salon, 7 sofa ve 7 servis odası vardır. Giriş katı ortasındaki sofanın duvarları aynalarla kaplanmıştır. Yalının zemin katından, üst kata çıkan üç merdiven vardı. Bu merdivenlerden biri: birinci katın holüne çıkan ana merdiven, ikincisi ana merdivenin sahanlığından havuza inen merdiven, üçüncüsü de servis merdivenidir.

Yalının havuzunun üstü yakın geçmişte kapatılmış ve özelliğini yitirmiştir. Bu havuzun üzerindeki ikinci kat damına kadar yükselen piramidal bir camekanla kapatılmıştır. Günümüzde bu camekanlı bölüm halen mevcuttur. Yalının rıhtımında, açık yüzme havuzu ile kapalı bir deniz hamamı vardı. Bahçesinde bulunan Hünkar Köşkü ile arkasındaki tepenin yamacındaki hamam: önünden geçen yolun genişletilmesi sırasında yıktırıldı.

Buranın en büyük özelliği, geçmişte uğursuzlukları ile bilinmektedir. Çünkü: Osmanlı döneminde, hanedandan dört damadın başını yemiştir. Bu damatlardan biri boğulmuş, biri zindanda ölmüş, biri tifo hastalığından ölmüş ve yalının son damadı Damat Ferit Paşa: Türk tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

Reşit Paşa: 1854 yılında, oğlu Galip Paşayı, Sultan Abdülmecit’in kızı Fatma Sultan ile evlendirdi ve bu sarayı kendilerine tahsis etti. Yeni evli çiftin ilk çocukları olan Cemile, birkaç günlük iken sarayda öldü. Galip Paşa ise, 1858 yılında bir davetten yalısına dönerken kayıktan denize düştü ve boğularak öldü. Paşa ve sadık uşağının birbirlerine sarılmış cesetleri, günler sonra Boğazın uzak bir köşesinde bulundu.

Mustafa Reşit Paşa, Hariciye Nazırlığı sırasında, bu yalıda 3 Ağustos 1838 tarihinde Belçika ve 16 Ağustos 1838 yılında İngiltere ile birer ticaret anlaşması imzaladı.

Rusya ile 1 Mayıs 1849 tarihinde, Eflak-Boğdan Beylikleri hakkında anlaşma imzalandı. Son olarak ise, Osmanlı devletinin mali alanda çöküşüne zemin hazırlayan  “Balta-Limanı Ticaret Antlaşması”nı imzaladı. Çünkü Mustafa Reşit Paşa, İngilizlere yakın kişiliğiyle tanınıyordu. Reşit Paşa, Mısır meselesinde İngilizlerin yardımını temin bahanesiyle, Baltalimanı’ndaki yalısında, dört gün süren ve çok gizli tutulan pazarlıklar sonucunda, 16 Ağustos 1838 tarihinde Osmanlı-İngiliz ticaret anlaşmasını imzaladı. Anlaşma, 8 Ekim 1838 tarihinde Kraliçe Victoria ve bir ay sonra da Sultan Mahmut tarafından onaylandı.

Bu anlaşma ile, emperyalistler önündeki engeller kaldırılarak, ekonomik sistemimiz felce uğratıldı. Ayrıca iç ticaret, Osmanlı vatandaşlarına ait olmaktan çıkarılıp istisnasız bir şekilde İngiliz tüccarlarına veriliyordu. Öte yandan, Osmanlı tüccarları bir yerden bir yere mal götürüp satarken yüzde 12 vergi verirken, İngiliz tüccarları yüzde 5 vergi ödeyeceklerdi. Sonuç olarak: Osmanlı hazinesi önemli gelir kaynaklarından mahrum kaldı. Benzer anlaşmalar, Avrupa’nın diğer ülkeleriyle de yapıldı.

Dul kalan Fatma Sultan, altı ay sonra Mabeynci Mehmet Nuri Paşa ile evlendi. Ancak, Nuri Paşa: 1881 yılında Sultan II. Abdülhamit tarafından tutuklattırıldı ve idama mahkum ettirildi. Çünkü amcası Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve öldürülmesi hadisesine karıştığına inanılıyordu.

Padişah cezayı müebbet hapse çevirdi ve Paşa diğer mahkumlarla (bunlardan birisi de Mithat Paşa) birlikte Arabistan’a sürgün edildi, Taif kalesine kapatıldı ve 9 yıllık zindan hayatı sonunda, 1890 yılında yine orada çıldırarak öldü. Hatta Taif yolunda aklını yitirdiği de söylenmektedir. Sultan II. Abdülhamit’e kin tutan Fatma Sultan, kardeşi V. Murat’ın tahta geçmesi için çalıştı. Fakat casuslar, yazışmaları ele geçirdiler. Fatma Sultan, burada yalıda göz hapsine alındı. Bu arada, Fatma Sultan, 3 çocuğunu da erken yaşta kaybetti. Ve tüm bunlara dayanamayarak, henüz 44 yaşında iken, 1884 yılında öldü ve saray hazineye kaldı.

Bir süre bakımsız kalan yalı, Sultan Abdülmecid’in kızı Mediha Sultan’a tahsis edildi. Mediha Sultan, 1879 yılında Paris Sefareti katibi Sami Paşazade Necip Beyle evlendi ve yeni evli çift, Baltalimanında bulunan sahil sarayında yaşamaya başladı. Bir süre sonra damat Necip Paşa: tifoya yakalandı ve 1885 yılında hastalıktan öldü.

Mediha Sultan, ikinci evliliğini, 1886 yılında Londra Sefareti Katibi Ferit Paşa ile yaptı. Mütarekeden sonraki dönemde (1918-1923) siyasi ve milli mücadele aleyhine olan görüşmeler, hürriyet ve itilaf birliği toplantıları burada düzenlendi. Ayrıca, yine gösteriş düşkünü Damat Ferit Paşa tarafından, yalıda: müzikli davetler, yemekler ve İstanbul’daki üst düzey diplomatların katıldığı toplantılar düzenliyordu.

Damat Ferit Paşa, bu toplantılara, smokin ile katılıyordu. Mediha Sultanı ise, yine bu davetlere dekolte giysilerle katılmaya zorluyordu. O dönem, Damat Ferit Paşa için “alafrangılıkta Frenkleri bile geçmiş” deniyordu. Yalıdaki hayat lüks ve ihtişam içinde olsa da, ülke karanlıktaydı.

Ferit Paşa: 1922 yılında İstanbul şehrinin işgalden kurtulmasından birkaç gün önce: karısı ve karısının ailesini de yanına alıp, bir tekneyle, Avrupa’ya kaçtı ve sürgündeki bir yıllık yaşamın ardından; Türk ordusunun İstanbul’a girdiği gün, yani 6 Ekim 1923 tarihinde Fransa Nice şehrinde hastalıktan öldü. Mediha Sultan: 1928 yılında, Fransa-İtalya sınırındaki Menton kasabasında sona erdi.

Baltalimanında boş kalan saraya ise, devlet el koydu ve içindeki eşyalar ile Damat Ferit Paşanın zengin kütüphanesi: 1925 yılında müzayede ile satıldı. Böylece önemli bir koleksiyon yok edilmiş oldu.

Cumhuriyet döneminde bir süre boş kalan binanın: tavan dokusu, yaldızlı ve işlemeli yüzeyleri harap oldu, sıvaları düştü, sahil ve rıhtım korunakları parçalandı ve salon süsleri bozuldu. Daha sonra, bina: önce Balıkçılık Enstitüsü ve sonrasında ise Harem kısmı 1943 yılında Sağlık Bakanlığına devredildi ve Kemik Hastalıkları Hastanesi oldu. Selamlık kısmı ise, İstanbul Üniversitesi Sosyal tesisleri oldu.

baltalimani-hastanesi-3
İstanbul Baltalimanı Metin Sabancı Baltalimanı Kemik Hastalıkları Hastanesi

 

METİN SABANCI BALTALİMANI KEMİK HASTALIKLARI HASTANESİ

Sahil Sarayının Harem kısmı: 1943 yılında Sağlık Bakanlığına devredilen yapı: 1944 yılında “Kemik ve Mafsal Hastalıkları Hastanesi” olarak hizmete girdi. Ancak 1990’lı yıllarda: fiziki alt yapısı ve teknik donanımların yetersizliği nedeniyle kapatılma tehlikesi yaşandı ve hatta, yapının özel sektöre kiralanması gündeme geldi.

1999 yılında yapı depremde hasar görünce, 2000 yılında Sakıp Sabancının katkılarıyla kapsamlı bir yenilemeye tabi tutuldu ve özellikle tavan işlemeleri, büyük ölçüde orijinal şekline kavuşturuldu. İlkel koşullarda hizmet veren birçok birim ve idari üniteler, iki katlı ve modern geniş yönetim binasının inşasıyla birlikte, buraya taşındı.

Hastanenin poliklinik binası ile yalı arasındaki bahçede: büyük çiçekli bir manolya ağacı anıt gibi durmaktadır. Ağaç kışın yapraklarını dökmez. Parlak yeşil, cilalı yapraklarıyla dikkat çeker. Ancak Mayıs ayında, kreme çalan beyaz büyük ve güzel çiçekleri açmaya başlar. Hastaneyi ziyaret ederseniz, bu asırlık anıt ağacı mutlaka görünüz.

genel-4
İstanbul Baltalimanı İstanbul Üniversitesi Baltalimanı Sosyal Tesisleri

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ BALTALİMANI SOSYAL TESİSLERİ

1933 yılında, uzun yıllar boş kalan yalı: izbe haldeyken Atatürk tarafından İstanbul Üniversitesine veriliyor.

Sahil Sarayının Selamlık bölümünde bulunan İstanbul Üniversitesi Sosyal Tesislerinde üyelerin yararlandıkları bir restoran bulunuyor. Öğretim üyesi veya öğrenci olmak, girişi engellemiyor. Hatta diğer kamu personeli de girebiliyormuş. Ancak yine öğrendiğime göre, üyelere indirimli hizmet veriliyormuş. Burayı ziyaret ederseniz, bahçedeki çınar ağacını görmenizi öneririm. Bu ağaç 5 metrelik çevresiyle anıt ağaç statüsündedir. Yine bu ağacın yanında bulunan iki at kestanesi ağacı ve Lale ağaçları da asırlık anıt ağaçlardır.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.