Demre Beymelek

İSİON-BEYMELEK:

İlk kez Periplus Maris Magni’de “Lamyros nehrinden İsian olarak adlandırılan kuleye 60 stadiadır. İsian kulesinden de Andriake’ye 60 stadiadır.” Diye anılır.

Spratt burada anılan yerin “İsion Prygos” adıyla Beymelek olduğunu belirtir.

Bugünkü lagünün de İsion günlerinde bir köy olduğunu söyler.

Bunun olamayacağını düşünen Helenkemper ve Hild gibi bilimciler de vardır.

Müller’e göre, kalenin yapımcıları Mısır tanrılarına izafeten burayı “Tanrıça İsis’in yeri anlamında “İsion” olarak adlandırmıştır.

Myra’nın ekstra urban savunma sistem ve yapılarının tamamı Helenistik Döneme tarihlenir.

Myra vadisi boyunca, Beymelek’ten Gürses’e kadarki yakın alanda Myra’nın güvenlik sistemini oluşturan kuleler, uç kaleler bulunmaktaydı.

Korunma taktiklerine bağlı ilişkileri ve yapım parçaları olarak yol kontrolü için, hem de yerel bir egemenin kendisini, arazisini ve ürününü korumak amacıyla inşa edilmiştir.

Tehlike anlarında, birbirlerini gören bu kulelerden hızlı bir haberleşme ağının kurulduğu da anlaşılmaktadır.

İsion kuleleri de bu dönemde muhtemelen MÖ 2 nci yüzyılda bir garnizon gibi yapılmış ve Roma döneminde de yine yol kontrolü için kullanılmıştır.

Savunma sisteminin varlık nedeni: Myra’nın savunulması, teritoryal toprak egemenliğinin korunması, yol ağının korunması, tarımsal üretimin ve üretim alanlarının korunması, ticaretin ve halkın korunmasıdır.

İsion’daki korumalı çiftliğin mimari yapılanması teknik ve planlamada Helenistik kulelere çok iyi bir örnek sunar.

Bosajlı bloklarla isodomik tarzda örülmüştür.

Doğu-batı doğrultusunda uzanan kademeli ana dikdörtgen bir plana oturtulan kule, kuzey ortada ve batı sondaki birer kuleyle desteklenmiştir.

Kuleler 3 katlıdır ve çoğunlukla korunmuş olarak günümüze ulaşmıştır.

Kırma çatıyla örtülmüş olması gereken kulelerin arasında kalan geniş avlu 2. Kata kadar yükselmektedir.

Kalenin ana girişi güney taraftan, doğrudan avluyadır.

Avlu tarafı üç katlı olduğu halde, arazinin eğimi nedeniyle kulelerin 2. Katına denk gelmektedir.

Kulelerin içerisinde de ahşap kat konstrüksiyonlarına ilişkin kiriş yuvaları ve konsollar gibi tüm izler görülebilmektedir.

Her katta ışıklandırma pencereleri bulunur.

Kalenin doğu yamacında başka yapıların duvarları görülür.

Kalenin çevresinde, özellikle de batı yanında yoğunlaşan zeytinyağı işlikleri bulunur.

En az 10 adeti görülebilin, ana kayaya oyulu işlikler buradaki çiftlikte yüksek kapasitede bir zeytinyağı üretimi olduğunu kanıtlar.

Kuzey kulesinin içinde ana kayaya oyulmuş olan büyük sarnıçta buradaki yaşamın ve üretimin örgütlenme modelinin açıklanmasında büyük kattı verir.

Kuzey taraftan gelen büyük kanal bu sarnıca yüzey sularını yönlendirmek için yapılmıştır.

Kale ve çevresindeki mimari kalıntılar, buranın oldukça önemli, korunaklı bir çiftlik olduğunu, muhtemelen yakınındaki köy yerleşiminin korunaklı merkezini oluşturduğu ve Helenistik dönemde Myra antik kentinin doğu egemenlik sınırında bir uç kalesi olduğunu göstermektedir.

Bizans dönemine ilişkin herhangi bir ize rastlanmamıştır.

Roma döneminde de kullanılmış olduğu anlaşılır.

Helenistik dönemde bu korunaklı kuleli konakların sahipleri olan zengin feodal beyler muhtemelen buradaki dar olanaklı ve kimsesiz kırsalda kalmıyorlardı.

Myra’daki daha rahat evlerinde kalıyorlar ve buraya da bir kahya bıraktığı düşünülebilir.

Roma Döneminde de zaten bu tür kuleli çiftlikler çok az görülmektedir.

Olanların da aynı durumda idare edilmiş olduğu düşünülür.

Beymelek adının kaynağı olduğu düşünülen Selçuklu Emiri Beğ Melek’in söz konusu olduğu Beylikler döneminde ise Türkler’in burayı kullandığına ilişkin bir iz görülmemiştir.

Oysa Myra Akropolündeki Orta Çağ kullanımı izlenmektedir.

 

YUKARI BEYMELEK:

Yukarı Beymelek, hem antik yerleşim hem de geleneksel Türk yerleşimi dönemlerinden kalma kalıntılarıyla dikkat çeker.

Beymelek’deki asıl antik yerleşim kalesi Yukarı Beymelekte’dir.

İsion ile bağlantılı görülmektedir.

Eski Beymelek (Yukarı Beymelek) içinden geçen yollar ve devamında yaya yürüyüşüyle ulaşılır.

Doğu-batı yönünde uzanan yaklaşık 150 m uzunluğunda hilal biçimli bir tepe üzerinde bulunur.

Denizden 600 m yükseklikteki tepenin kuzey tarafı sarp kayalıklardan oluşur.

Daha yayvan olan güney eteklerde yoğun konut kalıntılarına rastlanır.

Tepenin en yüksek yeri olan ortasında üçgenimsi doğal yapı koruma duvarlarıyla çevrelenmiştir.

İç kalenin girişi, güney taraftan, 10’dan fazlası sayılabilen kaya basamaklarıyla verilmiştir.

Çevresinde ikinci bir koruma duvarı olduğu yer yer kalıntılardan anlaşılır.

Doğal su kaynağı olmadığından kaledeki su ihtiyacı 10’a yakını görülebilin sarnıçlarla karşılanmıştır.

Kalenin batı ucunda bir Bizans kilisesi bulunur.

Kalenin güney yüzünün doğu kesiminde ilk teras duvarından sonra lahitlere rastlanır.

Kuzeye doğru 4 tanesi sayılabilmektedir.

Kalenin güneyinde tarım alanları görülür.

Burada Beymelek’in Türk yerleşiminden kalabilen geleneksel mimarlık örneklerini de anmak gerekir.

Yukarı Beymelek’te yokuşa çıkan toprak yol boyunca yerleşmiş olan yaklaşık 50 evden oluşmaktadır.

Erken Cumhuriyet döneminde, önceden burada alaçık çadır gibi geçici konutlarda yaşayan Türkler, bu yerel geleneksel yapıları inşa ederek yakın zamana kadar da kullanmışlardır.

Bazılarında hala yaşayanlar vardır.

Denizden yaklaşık 200 m yüksekteki Beymelek yamaçlarındaki harika doğal doku içinde birbirini kesmeyecek kotlarda ve açılarda, lagüne bakacak biçimde yerleşmiş evler, yerleşimin doğadan ortak yararlanma üzerine kurgulandığını gösterir.

Az sayıdaki ev iki katlı ya da birden fazla odalıdır.

Duvarlarında ise yüklükler ve boy düzeyi üstünde raflar bulunmaktadır.

Bir kapıyla girilen tek odayı 1-2 pencere aydınlatıp havalandırır.

Pencerelerde cam yoktur.

Ahşap kanatlar açıldığında arkada yarıya kadar yükselen ahşap korkuluk bulunmaktadır.

Bu tek oda, tuvalet ve banyo gibi ihtiyaçları dışında, ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılar.

Aynı odada yemek pişirilip yenmekte, oturulmakta ve yatılmaktadır.

Her evin yanında ya da önünde bir sarnıç vardır.

İnşaat malzemesi taş, çamur ve ahşaptır.

Arada çok az antik devşirme malzemeye de rastlanır.

Bu malzeme yaşlıların anlattıklarına göre Yukarı Beymelek antik yerleşiminden taşınmıştır.

Toprak düzdamla örtülmüştür.

Taşınan beyaz toprakla katlanıp silindirik taşla sıkıştırılarak her yıl evlerin damları yenilenmektedir.

Bugün kısmen beton direklerle ve çatıyla, özü bozan bir dönüşün geçirmektedir.

Çoğunlukla terk edilmiş ve bazıları harabe olmuş bu özel yerleşim korunmalı ve değerlendirilir.

Üstelik geleneksel mimarlık eserlerinin neredeyse hiç kalmamış olduğu Demre için örnek bir yerleşimi, elde kalabilen son konutlarla temsil etmesi açısından önemlidir.

Bu bölge henüz sit alanı olmadığı gibi evler de tescilli değildir.

Korunmuş olmaları sadece yerel duyarlılığa bağlı gerçekleşmiştir.

 

BELOS-BELEN TEPESİ-BEYMELEK:

Demre Beymelek sınırları içindedir. Antik çağda Myra-Finike arasındaki ulaşım yolu üzerinde, Myra’ya 10 km uzaklıktadır. Beymelek’ten gelen ve zikzaklar yaparak yamaca tırmanan antik yol, Belos’a ulaşmakta, sonra da Bondo üzerinden Finike’ye ulaşmaktadır.

Tepede küçük bir klasik kale vardır. Kalenin doğu eteklerinde de konutlar ve sarnıçlar gözlenir. Konutlar oldukça iyi korunmuştur. Bu kalıntılar arasında bir de kilise bulunur.

Yerleşimin mezarlığı, kuzeyden kente bağlanan yolun iki yanı boyunca düzenlenmiştir. Roma döneminde karakteristik olan yol boyu mezarlığıdır. 12 lahit bulunduğu anlaşılmaktadır. Lahitlerin ikisinde yazıt bulunur. Yazıtta ne yazık ki yerleşim adı geçmez. Mezar cezasının kutsal kasaya ödeneceği yazar.

Lahitler dışında nekropol uzağında bir de kaya mezarı bulunmaktadır. Belos çevresinde bazı küçük çiftlik kalıntıları da vardır.

 

BELEN KULELİ ÇİFTLİK VE KIRSALDA EŞKİYALIK

Geyikbayırı Beldesini Feslikan Yaylasına bağlayan asfalt yolun, Antalya’dan 26. km de, kuzeye yönelen orman yolundan 1.3 km sonra Belen’e varılır. Doyran Vadisinin güneyinde, doğu-batı doğrultusunda uzanan ağaçlık bir tepe üstünde bulunan Belen, tüm çevre kentlerini görebilecek konumdadır. Doğuda: Neapolis, güneyde Sivridağ/Trebenna, kuzeybatıda Kelbessos ve kuzeyde İn Önü’yü görür.

Tepenin güneydoğu eteklerinde ve güneyindeki büyük tarım düzlükleri, günümüzde hala kullanılmaktadır.

Tepenin kuzey kesimi sarp kayalıklardan geçit vermez. Güney kesimi ise tarım arazilerine doğru, topoğrafyaya bağlı olarak 3 ana terasla kademelendirilmiş, bu teraslara birbirlerine bağlı yapılar yerleştirilmiştir.

Roma İmparatorluk döneminde sağlanan güvenlik nedeniyle savunma amaçlı kalelere/birimlere ihtiyaç kalmadığı yaygın bir görüştür. Çok sayıda Klasik, Helenistik ve Bizans dönemleri savunma yapısının ele geçtiği Lykia, Pamphlia, Kilikia gibi bölgelerde Roma Dönemine ilişkin, bu konuda fazla bulgu olmayışı, bu durumu destekler.

EŞKİYALIK DÖNEMİ:

Özellikle Augustus ile birlikte planlı bir şekilde yapılan yollar, askeri koloniler ve ekonomik önlemlerle İmparatorluğa huzur ve güven hakim olmuştur. Güvenli yaşam kısa sürmüş, 3. yüzyılın ortasından sonra savaşlar ve salgınlarla İmparatorluk düşüşe geçmiştir. Bunun sonucunda eyaletlerde karışıklık ve başkaldırılar başlar. Özellikle kentlerin uzağında bulunan kırsal bölgelerdeki küçük birimlerde yerel güvenlik sorunu artar. Özellikle MS 3. yüzyılla birlikte artan güvensiz ortama, büyük kentlere gücü yetmeyen eşkiyalar genelde gözden uzak, küçük yerleşimlere zarar vermekteydi.

Belen ve Kelbessos çiftlikleri arasındaki derin Doyran Vadisinin iki yakası boyunca bugün görülmeyen kırsal yollarda, askerler, köylüler, seyyahlar ve tüccarlar geçmiştir. Aynı yollarda tarım alanlarında elde edilen hasat, çiftliklerdeki depolara ve çiftliklerin ihtiyaç fazlası da oradan bağlı olduğu, Trebenna gibi kent merkezlerine taşınmıştı. Eşkiya ve çapulculara da yol veren bu yollar, tehlikeyi de beraberinde taşıyordu. Bu güzergahlar boyunca uygun yerlerde konumlanmış bulunan irili ufaklı yerleşimler, teritoryumdaki arazilerin ekilip-biçilip değerlendirilesi konusunda önemli rol oynuyordu. Bunlardan tahrimatlı olanların özellikle ve sadece Lykia-Psidia sınırını oluşturan vadi boyunca dizili olanların ise birincil tarım işlevi ötesinde ulaşım ağının kollanmasında da rol üstlenmiş olmaları muhtemeldir.

Helenistik dönem örneklerinin iyi bilindiği Lykia’nın çok bilinmeyen Roma dönemi kırsal güvenliğinin nasıl olduğu konusu bu bölgedeki bulgularla biraz daha aydınlatılmıştır. Roma İmparatorluğuyla birlikte değişen siyasi yapının yerel güvenlik sorunlarını çok değiştirmediği benzer kaygılarla yerleşim ve çiftliklerin benzer savunma unsurlarıyla tahkim edildiği anlaşılmaktadır.

 

KULE:

Tepenin merkezinde iyi korunmuş bir kule bulunur. Kulenin yöneldiği doğu kesimde yapılar uzanır. Tamamı, doğu, güneydoğu cephelidir. Kule ile batısındaki tek hacimli büyük dikdörtgen yapı arasındaki geniş düzlük güneyde, girişlerin de bulunduğu doğu-batı doğrultulu bir duvarla sınırlandırılmıştır. Kesme taş bloklarla örülen duvarda kapı söveleri halen görülmektedir.

Kalıntıların bulunduğu tepenin en yüksek noktasına, ana kayadan düzleştirilmiş bir platforma yerleştirilmiş olan kulenin genişliği 6.10 m, uzunluğu ise 6.25 m dir. İki katlı olduğu açıkça anlaşılan kule, alt katta tek hacimden oluşur. En çok 5 m yüksekliğe kadar korunabilmiş duvarların tamamı büyük kesme taşlarla örülüdür. Güneydoğu duvarının ortasındaki kapının lentosu ve söveleri büyük tek bloklardan oluşmaktadır. Sövenin iç ve dışında görülen silindirik mil yuvaları ve kilit yuvaları kapının hem içte hem de dışta kanada sahip olduğunu gösterir.

Çevresindeki dokudan bağımsız değerlendirildiğinde kulenin benzerleri bölgede bulunmaktadır. Kelbessos Çiftliğindeki kule ve Lyrboton Kome kulesi buna örnektir. Kulenin kendi yapısallığı ve taş işçiliği Roma dönemin kuleleri ve diğer yapılarıyla benzerdir.

Trebenna, Neapolis ve Kelbessos çevresindeki yerleşimlerde, Doyran Vadisinin iki kıyısında bulunan iki örnek dışında, başka bir çiftlik kulesinin bulunmaması dikkat çekicidir. Bunun nedeni, Doyran Vadisinin dağlardan düzlüğe inen ana güzergahı oluşturmasıdır. Ve dağ eşkiyasının en hızlı iniş-çıkışı sağladığı bu güzergahta bulunan Moryer, Şehit Beleni, Badırık Tepe gibi yerleşimlerin diğerlerine göre savunmalı yapılmış olmasının nedeni bu olmalıdır. Çevredeki yerleşimler içerisinde sur duvarı bulunan savunmaya yönelik bir dağ kalesi niteliğindeki Kelbessos’un da tüm vadiye egemen bu noktada bulunması savunmalı diğer yapıların aynı hatta bulunmalarının tesadüften öte bir anlam taşıyabileceğini gösterir.

TÜNEL

Kulenin, bölgede benzeri olmayan en özgün yanı, arka duvarı dibinde yer altından giriş/çıkış veren gizli bir geçittir. Kule içinde dar başlayan (0.55 m) yer altı tüneli, batıya-dışa doğru 3.80 m ilerler ve kule içinden 2 m kadar aşağıya inmiş olur. Basamaklı tünelin yüksekliği 0.84 m dir. Gizli geçidin kule içindeki başlangıcının kapılı olduğu lento ve sağ sövedeki kilit ve mil yuvalarından anlaşılmaktadır. Gizli bir kaçış tüneli olduğu rahatlıkla öne sürülebilir. En azından bu tünelin normal, günlük ihtiyaçlara yönelik yapılmamış olduğu kesindir.

 

MEZAR ODASI:

Yerleşkenin ortasında, kulenin hemen doğu önünde, 2.45 x 2.80 m ölçülerinde dikdörtgen planlı tonozlu mezar odası vardır. Bu mezar, Belen’in asıl egemeninin mezarıdır ki kulenin tam önünde ve yapıların odağında ayrıcalıklı olarak yerleştirilmiştir. Kompleksin doğu ucunda konut kalıntıları devam eder.

DEPO YAPISI:

Kulenin 18.50 m kadar batısındaki bir düzlükte depo yapısı vardır. 400 metre kare avlusu, kuleyle ve duvarlarla çevrelenmiştir. Avludan açılan kapısı doğu yönde kule tarafına bakmaktadır. Yapıda pencere izine rastlanmamış olması güvenliğe bağlı bir uygulama gibi görünür. Yapının iki katlı olduğunu gösteren bir bulguya rastlanmamıştır.

 

ŞARAP İŞLİĞİ:

Alanın güneybatısındaki kayalıkta, ana kayaya oyulmuş yamuk dikdörtgen formlu ezme teknesiyle bir işlik görülür. Açık alanlarda ana kayaya oyulmuş ezme/pres teknesine sahip işliklerin şarap üretimine yönelik oldukları saptanmıştır. Belen işliğinde trapetum ve orbis gibi zeytinyağı işliklerinde kullanılan elemanların bulunmaması, işliğin şarap üretiminde kullanıldığını gösterir. Bölgede genellikle silindirik formlu ağırlık taşlarında karşılaşılan taş ağırlığa bağlı vida preslerine yeni bir örnek daha eklenmiştir. Şarap işliğinin ana kayaya oyulmuş toplama kabı, bölgedeki örnekler içinde en büyük olanıdır. Dolayısıyla üretim kapasitesi yüksek bir işliğe sahip olan Belen yerleşiminin buna paralel çevresindeki oldukça geniş tarım alanlarına egemen olduğu anlaşılır. Yerleşimin güneyindeki geniş tarım düzlükleri ile etrafındaki yamaçlar bu beklentiyi destekler. En yakınındaki benzer örnek Kelbessos yamacında bulunmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

Trebendai-Gürses-Sion Manastırı

TREBENDAİ-GÜRSES

Myra’nın 6 km kuzeybatısında ve denizden 510 metre yükseklikteki bir tepe üzerindedir.

Myra’dan Kaş’a giden yolda, Sura antik kentinden 2.5 km sonra ulaşılan küçük bir yerleşimdir.

Myra’ya bağlı küçük bir kale yerleşimidir. Tipik bir Klasik Lykia yerleşimidir.

Teimusa’da bulunan bir mezar yazıtına dayanarak, Trebendai’nin Myra’nın yanında ve politik olarak da Myra’ya bağlı bir yerleşim olduğu anlaşılmıştır.

Adının sonundaki “nda” takısı nedeniyle kelime kökeni Luvi dillerine iner. Ancak Trebe’nin ne anlama geldiği bilinmez.

Trebendai’nin İmparatorluk Döneminde Myra ile sympoliteia (antik Yunanistan’da siyasi örgütlenme için bir tür anlaşma) yaptığı, burada ele geçen bir mezar yazıtından anlaşılır.

Helenistik dönemde birlik sikkeleri darp eden Trebendai’nin Myra’dan bağımsız bir kent olduğunu düşünmek zordur.

Çünkü Trebendai’nin bu dönemde darp ettirdiği sikkeler ile Myra sikkeleri arasında kalıp ilişkisi tespit edilmiştir.

Evet, ince uzun formlu sur içi yaklaşık 780 metre kare, yamaç yerleşimiyle bilikte de yaklaşık 14 bin metre kare alan kaplar.

Küçük bir tepenin üzerinde, küçük bir kral kalesi ve güney yamaçlarında teras yapıları ve etekle başlayan düzlükte nekropoller ve sonra da tarımsal düzlükler bulunur.

Yakın çevresinde daha küçük yerleşimler ve çiftlikler vardır.

Bunlar Kocaorman yerleşimleridir.

Kuzeyde Myros vadisine bakarlar.

 

Günümüze ulaşan kalıntılar:

Sur duvarları, yapı kalıntıları, nekropol ve işlik kalıntıları bulunmaktadır.

En erken buluntu yüzeyde ele geçen bir taş baltadır.

Klasik başlangıçlı akropol Bizans dönemine kadar kullanılmıştır.

Doğu-batı yönünde uzayan dar alanlı tepenin sunduğu yaklaşık 60-70 metre uzunlukta ve 15-20 metre genişlikteki tepe üstü alanı surlarla çevrilmiş ve korunaklı bir kral yerleşimi oluşturulmuştur.

Batı ve doğuda birer kuleyle berkitilmiştir.

Batı kulesi 12 x 7 metre doğu kulesi 10 x 7 metre ölçülerindedir.

Trapezodial biçimli bloklarla örülmüştür.

Kuzey ve güney sur duvarlarının daha sonra revize edildiği, içerisinde kulelerin döneminden devşirme olarak kullanılmış trapezodial bloklardan anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla iki dönem yapılaşmanın Klasik evresinde doğu kule ve sarnıç bulunmaktadır.

Kalenin ana girişi güneybatı köşedendir.

Ortasında 5 x 4 metre ölçülerinde ana kayaya açılı bir sarnıç bulunur.

İç bölümlere ve yapılara ilişkin bazı duvarlar görülebilir.

Akropolün güney eteklerinde konutlara ait kalıntılar bulunur.

Bunların bir kısmı hibrit yapıların kaya tabanlarıdır.

Konut alanını güney ve doğudan nekropol çevreler.

Mezarlar: MÖ 6 ncı yüzyıldan Roma’ya kadar tarihlenir.

Nekropolde 13 lahit sayılabilirken aralarında biri kapağındaki mezar sahibi çiftin büstleri, aslan ve boğa başları kabartmalarıyla dikkat çeker.

Yerleşimin en önemli mezarı olan dikmenin bugün asıl yeri bilinmez.

Profilli alt ve üst kısımlar dışında 3.60 metre yüksekliğindedir.

Yaklaşık 90 cm kenarları olan dikmenin mezar odasına denk gelen son 42 cm lik kısmında kabartma kuşağı vardır.

Yan yana dizili figürler ve tahta oturan bir figür ve arkasında hizmetliler vardır.

Diğer yüzde ay sahneleri işlenmiştir.

Lykia dikmelerinin tipik ikonografisi söz konusudur.

En yakın benzeri olan Trysa’da olduğu gibi MÖ 6 ncı yüzyılın sonuna tarihlenir.

Trebendai’de tapınım gören tanrılarla ilgili olarak, küçük bir ağırlık taşı üzerinden sadece Eleuthera Trebendatike bilinir.

Erken bazilika kalıntısı içindeki geç dönem şapeli ve türünün en güzel örneklerinden olan kayaya oyulmuş işlik, yerleşimde dikkat çeken diğer kalıntılardır.

 

Gürses Çiftliği:

Gürses bölgesinde Kocaorman içinde bulunan bazı yerleşimlerden biri anılmaya değerdir.

Demre’den Kaş’a giderken 9.5 km den sağa, kuzeye orman yoluna dönülür.

Bu 2 km kadar ilerlendiğinde konut kalıntılarıyla karşılaşılır.

Vadinin kuzeyinde küçük bir kaya tepede asıl kalıntılar görülür.

Tepenin kuzey yamacında zeytinyağı işliği vardır.

Tepenin çevresi ve üstünde oldukça iyi korunmuş ve çevresinde işlik elemanları olan konut kalıntıları bulunur.

Yapılardan iki odalı olan biri dikkat çekicidir.

Her odaya ayrı kapıdan girildiği gibi oda arasında da bir kapı açıklığı bırakılmıştır.

Doğudaki odanın ortasında bir dikmenin varlığı kült yapısı olduğunu düşündürür.

Tepenin batısında bulunan nitelikli işçilikle örülmüş iki katlı yapı, asıl beyin konağı olmalıdır.

Tepedeki az sayıda yapı grubu bir koruma duvarıyla çevrelenmiştir.

Bu tepenin doğusundaki tepede bir kule kalıntısı, çevresinde de dağınık durumda bazı lahit kalıntıları izlenir.

Kuzeyde görünen Myros Vadisinin kuzey sarp yamacında bugünkü karayoluna kadar zikzaklar yaparak çıkan antik yol güzergahı izlenir.

Kuzey yönde yükselen tepe üzerinde Muskar Kulesi bulunur.

 

TRAGALLASOS-MUSKAR-BELÖREN:

Helenistik bir yazıtta anılan “Tragallasos ile Arykanda arasında yapılan Symmakhia Anlaşması” nedeniyle, Arykanda yakınlarında burası muhtemelen Tragallaos’dur.

Doğu Asarcık’taki  ilk yerleşimdir.

Helenistik dönemden itibaren kalıntılar barındıran ve 9 ncu yüzyılın ikinci yarısında piskoposluk merkezi olan Tragallasos’un bu konumuna en uygun kalıntılar Muskar’dakiler olabilir.

Sionlu Nikolaos, seyahatinin ilk kurbanını burada yani Asarcık’a en yakın olan yerleşimde kesmiştir.

Kendisini tutuklanmaktan kurtaran Tragallasoslular’a 2 öküz kestirerek şükran kurbanı adamıştır.

Bu bölgedeki yerleşimlerin Myra’ya bağlı oldukları bilinmektedir.

Bugünkü asfalt yol kıyısında görülen Bizans kalıntıları kilise ve başka birkaç yapıdan kalmadır.

Anlaşılan tepedeki erken yerleşim bu dönemde aşağıya inmiştir.

Muskar içindeki orman binasından sola ayrılan ve ancak arazi aracıyla ilerlenebilen orman yolu tepeye çıkmaktadır.

Halkın, Asar Tepesi olarak adlandırdığı tepeye 15 dakikalık bir yürüyüşle varılır.

İlk rastlanan kalıntılar vadi başındaki lahitlerdir.

Lahitlerin sıralanış biçimi bu kesimde Muskar Tepesinden inip Myros Vadisine yönelen antik yol güzergahını gösterir.

Vadiden zikzaklar yaparak inen antik yolun büyük bölümü görülebilmektedir.

Tepeye çıkmak için orman yolunu izlemek ve tepenin güney yüzünden çıkmak gerekir.

Tepenin doğu yamacındaki kayalıklarda ilk görülen anıt, bir kaya mezarıdır.

Geleneksel Lykia mezarlarının küçük bir örneğidir.

Üzerindeki ayı avı sahnesi dikkat çekicidir.

Kaya mezarının daha yukarısında, yamacın tepeye yakın kesiminde çok nitelikli bloklarla örülmüş bir yapı bulunur.

Her birinin ayrı girişi bulunan hibrit yapı inşaat açısından da dikkat çekicidir.

Öndeki sarnıç ağzında kullanılmış kabartmalı iki bloktan birinde tahtında oturan baba tanrı Zeus görülür.

Tepenin eteklerinde tarım terasları bulunur.

Yamaç yükseldikçe teraslarla biçimlenmiş arazide yapılaşmalar artar.

Yapılar arasında yine lahitlere rastlanır.

Asıl kalıntılar tepededir.

Doğal topoğrafyaya göre biçimlenmiş olan bir sur duvarı kaleyi çevreler.

Kalının ana girişi güney yüzdeki kapı kalıntılarından anlaşılır.

Hemen kapının doğu yönünde agora kalıntıları vardır.

Agoranın bir üst kotunda yerleşimin en önemli yapısı bulunmaktadır.

Doğu, güney ve batıdan açılan kapılarla girildiği anlaşılan bu alanın kuzeyi akropol kayalıklarıyla sınırlanmıştır.

Alanın ortasında bir dikmeye ait altlık bulunur.

Bu alanda bulunan Helenistik yazıt tarihleme konusunda yardımcı olur.

Başka bir yapıdan taşınarak buraya geldiği anlaşılan yazıt bir tapınağa aittir.

Muhtemelen Artemis Eleuthera’nın adı anılmaktadır.

Tepedeki küçük alanı çevreleyen iç kale duvarlarının batısında kalan Geç Helenistik sur duvarları kalıntılarının da doğruladığı üzere Karabel kulesiyle aynı tarihte buradaki kale de inşa edilmiştir.

Kalenin batısı ucundaki en önemli yapı bir tapınaktır.

Ante tapınağın duvarlarından birkaç sıra korunabilmiştir.

Tapınağın önünde yerlerinden yuvarlanmış 3 adet büyük altlık bulunur.

Yukarıda bahsedilen yazıt da muhtemelen bu tapınaktan taşınmıştır.

 

KARABEL:

Myra’nın 11 km kuzeybatısındadır.

Muskar’dan kuzeye giderken yol üstünde Karabel mevkiisinde bir kule çiftlik ve çevresinde de bazı kalıntılar bulunur.

Bugün etkileyici doğası ve geleneksel köy evleriyle dikkat çeken köyün içinde dağınık duran kalıntıların en önemlisi bir kuledir.

Ana kaya düzeltilerek oluşturulan alt yapının üstünde iki katıyla yükselen kulenin pseudoisodom duvar örgüsü, bölgedeki benzerleriyle kıyaslandığında Geç Helenistik olduğu anlaşılır.

Bozuk bir kare form veren kulenin ölçüleri 6.50 x 6.60 metredir.

Kulenin çevresinde zeytinyağı işlikleri bulunur.

Kulenin güneybatısında bir alt terasta moloz taşla örülmüş başka bir yapı kalıntısı vardır.

Karabel’de başka yapı kalıntısı görülse de konutlar dışında diğerleri belirsizdir.

PHARROA-SİON MANASTIRI-ASARCIK

Karabel Helenistik kalıntılarının 2 km kuzeyindeki 1000 m rakımlı Asarcık Tepede yakın aralıkla konumlanmış iki yapı topluluğu bulunur.

Nikoloas’un Vitasında adı geçen ve büyük çoğunluğu henüz lokalize edilememiş olan 43 yerleşimden hangisinin burada bulunduğu net olarak bilinmez.

Çünkü topografya ve mimari yerleşim benzerliği yeterli farklılıkta ipucu vermez.

Kalıntıları ilk tanıtan Harrison, Sion Manastırı olduğunu ileri sürer.

Asarcık’daki yapı topluluklarının kapsamlı, erken ve nitelikli bir manastır olması, içinde Nikolaos yazıtı ve mersin yağı akıtma oluklu lahitlerin bulunması Asarcık’ı güçlü aday yapmaktadır.

Vita’da anılan kayaya oyulu apsis değinisi ve yol klavuz anıtı güzergah değerlendirmelerine göre, buranın Alacahisar Kilisesine benzetilmesi de güçlü olasılıktır.

Buranın Akalissos kenti ve kalıntılarının da Aziz Johannes Manastırı olduğu da öne sürülür.

En yakın seçeneği Pharroa olarak görünmektedir.

Bölgedeki varlığına kuşku yoksa da kilisenin hangisi olduğu yine de kuşkuludur.

 

Sionlu Aziz Nikolaos:

Aziz 6 ncı yüzyılın ilk yarısında yaşamış, öldükten sonra aziz mertebesine yükseltilmiş önemli bir dini kişiliktir. 4 ncü yüzyılda Myra (Demre) Piskoposu olan Aziz Nikolaos gibi yaşamı boyunca mucizevi bir şekilde hastaları iyileştirme özelliğine sahipti. Hayatının anlatıldığı Vita’ya göre: Sionlu Aziz Nikolaos’un Myra’nın dağlık alanında kurmuş olduğu manastır, kısa sürede şifa arayan insanların ziyaret mekanı haline gelmiştir. Vita’ya göre manastır, Pharroa Vadisinde, Tragallasos köyü yakınında, küçük bir tepe ya da dağda, Myra’dan tepeye doğru giden yol üzerinde ve Arneai’den çok uzak olmayan bir yerde konumlanır.

Vita’daki tanımlamalara göre Demre ile Ameai arasında olması gereken Sion Manastırı için önerilebilecek en uygun yer Karabel’in 1 km kadar kuzeyinde kalan Asarcık tepesindeki kalıntılardır.

Yine Vita’da yazdıklarına göre: “Kutsal Sion Manastırı, yekpare kayadan bir yapı ve bütün dağ güneş gibi parlak idi” ifadeye göre Sion Kilisesinin yekpare taştan inşa edilmiş olduğu sonucuna varılır. Buradaki kilisin bema kısmı da yekpare kayaya oyularak oluşturulmuştur.

Vita’nın 39’ncu bölümünde anlatılanlara göre, Tragallasos’ta bir tepe üzerinde inşası süren Sion Manastırının inşasını bir kaya engeller. Arneai’den gelen yerel taş ustaları da taşı yerinden oynatamayınca, Sionlu Nikolaos’un kardeşi Artemas Tragallasos köyünden 75 kişiyi yardıma çağırır. 75 kişinin kaldıramadığı taş bloğu, Kudüs’ten yeni dönen Nikolaos, ilahi bir güçle ve sadece 12 kişinin yardımıyla yerine oturtur. Bahsedilen olaydan anlaşıldığı üzere, çok büyük taş bloklarla inşa edilen Sion Manastırı, Tragallasos köyünün yakınında kuruluydu. Monolitik kelimesi muhtemelen büyük taş blokları tanımlamak için kullanılmış olmalıydı. Vita’daki bu bilgilere rağmen, yayınlarda Sion Manastırının yakınında olması gereken Tragallasos’un yeriyle ilgili sağlam bir kanıt ortaya konulamamıştır.

Evet: Sion Manastırını anlatmaya devam edelim.

Manastırın niteliği, rolik lahitleri ve özellikle vaftizhanesindeki Nikolaos yazıtı bunu doğrular.

Sionlu Nikolaos, manastırının inşa aşamasında, üç kez kutsal toprakları, bir kez de Mısır’ı ziyaret etmiş, muhtemelen kurduğu kilisenin biçiminin oradaki örnekleri ile benzer özelliklere sahip olmasını istemiştir. Belki de bölgede ilk olması ve yeterince yapı malzemesinin bulunmasından dolayı, oldukça büyük olan alanın ahşapla örtülmesi tercih edilmiştir.

Nikolaos’un kardeşi Artemas; manastırda vekil olarak görev yapmakta ve iaşe sorumlusu olarak da çalışmaktaydı.

Manastırda 12 rahip yaşadığı halde fazlaca mekan bulunması da hac ve şifa/sağlık yeri olmasına bağlanır.

Yerleşim: Batı ve Doğu Asarcık adıyla iki ayrı korunaklı alan olarak tanımlanır.

 

Batı Asarcık:

Batı Asarcık’taki ünlü Sion Manastırıdır.

Bölgenin bu en nitelikli, muhteşem kilisesi, İustinianus (527-565) döneminde, Myra’lı Aziz Nikolaos’tan sonra yaşamış olan ünlü Sionlu Aziz Nikolaos’a aittir.

81 x 98 metre ölçülerindedir.

Kumluca’da bulunan ünlü definenin de ait olduğu kilisedir.

Sionlu Nikolaos’un MS 564 yılında ölümünden sonra keşişlerden biri tarafından yazılan yaşam hikayesi (Vita) çevredeki yer adları, sosyo-ekonomik yapı ve manastır yönetimi hakkında bilgiler içerir.

Rahiplerin sosyal ilişkileri güçlü olan ve tarımsal üretim yanında ticaret de yapan kişiler olduğu da Vita’dan anlaşılır.

534-4 yıllarında yaşanan büyük veba nedeniyle dağlardan sahile, Myra’ya ticaret yasaklanmışsa da çevredeki halkın ihtiyacı olan gıdanın temininde manastır kaynakları önemli rol oynamıştır.

Yasak nedeniyle, Myra’nın durma noktasına gelen ticareti nedeniyle Myra Piskoposu Sionlu Aziz Nikolaos suçlanmıştır.

Manastır çevresindeki tarım arazileri ve işlikler manastır halkının hem geçimini hem de ticaretini sağlıyordu.

Ticaret malları içinde şarabın önemli bir yeri vardı.

Yapı kompleksinin güney kesiminde üç yapraklı yonca biçimli kilise, bitişik vaftizhane, rolik şapeli ve mezar odası yanında, kompleksin kuzeyinde kapı ve galerilerle birbirine bağlanan 12 mekandan oluşan yapı topluluğu vardır.

 

Mezar odası:

Sion Manastırı kilisesinin güneyinde, Röliker Şapeline batıdan bitişiktir.

Mezar odası ve içindeki üç lahit, konumları, biçimleri ve bezemeleri bakımından ilgi çeker.

Bizans sanatı içindeki yeri tartışmasızdır.

Lahitlerin kapakları Lykia bölgesine özgü mahya kirişli ve semerdam çatılıdır.

Lahitler üzerinde herhangi bir yazıt bulunmamasından dolayı hangi dönemde ve kimin için yapıldıkları bilinmez.

Kapaklarının yüzeyindeki yaprak ve haç motiflerinin işleniş tekniği Bizans döneminde 6 ncı yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olabileceklerini gösterir. Bizans döneminde kiliselerdeki mekanların içine yerleştirilmek üzere üretilen lahitlerin, azizler, önemli din adamları, İmparatorlar ya da soylu insanlar için yapılmış oldukları bilinmektedir. Bu nedenle buradaki lahitlerin de din adamlarına veya önemli kişilere ait olmaları gerekir. Nitelik 1 ve 2 numaralı lahitlerin yüzeylerindeki kaliteli işçilikle oluşturulan haç bezemeleri, bu görüşü destekler. Öte yandan Bizans döneminde bölgede yaşayan daha sıradan insanların lahitler yerine yerleşim alanlarının yakınlarında bulunan basit toprak çukur mezarlara gömüldükleri bilinir.

 

Evet, Sion Manastırı hakkındaki anlatıma devam ediyorum.

Yapı kompleksi ve çevre duvarı arasında güney ve doğu kesimde bahçe alanları bırakılmıştır.

Kiliseyle birlikte planlanmış yapılar genellikle ibadetle ilişkilidir.

Bazıları da konut ve yemekhane-kiler gibi günlük ihtiyaçları karşılamaktadır.

Bu planlama kompleksin manastır olduğundan kuşku bırakmamaktadır.

Rölik şapelindeki lahitin üstündeki delikler kutsal yağ kültüyle açıklanmaktadır.

Bu deliklerden akıtılan yağ kutsal rölike değerek lahitten dışarıya akar ve burada toplanıp şişelenerek ziyaretçilere dağıtılırdı.

Ziyaretçilerin yoğunluğu nedeniyle manastır büyük servete kavuşmuştu.

Kumluca’da bulunan Sion Hazineleri bu zenginliğin en somut tanıklarıdır.

Batı Asarcık Manastırı 6-9 ncu yüzyıllar arasında kullanılmıştır.

 

Doğu Asarcık Yapı Topluluğu:

Batı Asarcık’ın yaklaşık 100 m kuzeydoğusundadır.

Tüm yapı topluluğu yaklaşık 100 x 75 m ölçülerindedir.

Doğu Asarcık yerleşimi merkezde ve en yüksek kotta bir kilise çevresinde plansız ama sıkışık yerleştirilmiş mekanlardan oluşur.

Bu durum, buranın bir manastırdan çok, bir köy yerleşimi olduğunu düşündürür.

Zaten manastırdan beklenen vaftizhane, mezar, mutfak, kiler, toplantı salonu gibi zorunlu mekanlar da bulunmaz.

Konutların bazıları Roma Döneminde yapılmıştır.

Sonraki dönemlerde de onarılarak kullanılmıştır.

Çoğunlukla iki katlı olduğu anlaşılan konutların alt katları servis ve depo, üst katları da yaşama mekanları olarak kullanılmıştır.

Bizans Döneminde de Hıristiyanlıkla birlikte, MS 5 nci yüzyıl sonunda yapıların arasına bir kilise inşa edilmiştir. Kilisenin içindeki sarnıç da Roma döneminden kalmadır.

200-300 kişilik bir köy özellikleri gösterir.

Doğu Asarcık yerleşiminin Tragallasos olduğu düşünülür.

Asarcık yerleşimleri 12 nci yüzyıldan sonra Bizans varlığının bitmesiyle birlikte artık kullanılmamış yok olmuştur.

Eski Olympos-Hadrinopolis-Musa Dağı

“Toros’un yamaçlarında hem Olympos Dağı hem de aynı adı taşıyan müstahkem bir yerleşim Zeniketes’in karargahı olarak kullanılmaktaydı ki oradan büyüt Lykia, Pamphylia, Pisidia ve Milyas gözetlenebiliyordu. Fakat bu dağ Isauricus tarafından ele geçirilince Zeniketes kendini ailesiyle birlikte ateşe verdi. Korykos, Phaselis ve Pamphyia’nın birçok bölgesi onunda. Ama Isauricus hepsini ele geçirdi. ” (Strabon)

Evet, bu şehir, Roma döneminde önemini yitirinceye kadar bölge kentlerine egemen olabilecek kadar güçlü bir dağ yerleşimiydi. Roma döneminde sahilde Olympos (Korykos) limanı geliştiğinde konum ve önem değiştirmişlerdir.

Olmpos’tan itibaren Çillidere boyunca 750 m yükseğe çıkıldığında ulaşılır.

Arazinin doğal yapısına uygun biçimlenmiş yerleşim, sur duvarlarıyla çevrilidir. Ana kayalığın çok sarp olduğu kesimlerde dahi duvar örülmüştür. Yer yer erozyonla akan duvarlar doğu ve kuzeyde daha iyi durumdadır. Kalenin ana girişi güneydoğu köşededir. Sur duvarlarının taş işçiliği bölgede örnekleri bilinen Geç Helenistik karakter gösterir. Ana girişten itibaren başlayıp kenti kateden ana cadde boyunca önemli yapılar konumlanmıştır. Bazı ara sokaklar da ana aksa bağlanmaktadır.

Merkezi konumdaki agora, kenti biçimlendiren planın odağındadır. Revakla çevrili yapının batı kesiminde dükkanlar dizilidir. Tapınak bölgesinde bulunan yazıt, kentte Zeus yanında Artemis e de tapınıldığını gösterir. Çoğunlukla Helenistik Dönemden kalan yapılar içinde Roma dönemi kalıntıları da vardır.

Bunlardan biri muhtemelen safran depolamak için kullanılmış olması düşünülen magazin yapısıdır. Yapının cephesinde bulunan yazıtta “Tanrı Olympios’a Epaphrodettos oğlu Arrianos ve falanca kızı İthia bu binanın dış cephelerini Agathopous’un sıva ustalarına iş takipçiliği yaptığı dönemde şükran borcu olarak adadılar” Bu yazıtla Zeus Olympios’a tapınıldığı anlamı yanında, daha da önemlisi ve az bulunan bir yazılı bilgi olarak bölgede bir inşaat ustaları, sıvacı firmaları olduğunu belgelemiştir.

Yerleşimin ana giriş güzergahına yönelen yamaçlarında nekropol bulunmaktadır. Görünen mezarlar anıtsal oda mezarlarıdır.

Musa Dağı:

MÖ 77 yılında savaşta canına kaybedinceye dek Roma Komutanlarına direnen Zeniketes’in korunaklı kalesiydi. Zeniketes, buradan tüm bölgeyi kollayabiliyor ve Yeni Olympos’taki önemli liman sığınağını koruyabiliyordu.

Cicero “Roma generali Servilius’un nasıl bir yiğitlikle Olympos’u teslim aldığını ve ganimetleri taşıdığını ve Zeniketes’in de kalesini terk etmediğini ve ölümü seçtiğini” anlatırken, aslında MÖ 2’nci yüzyılın ilk çeyreğinde İmparatorluk gücüne karşı duran bir korsan kralın cesaretini anlatıyordu.

Zeniketes’in kalesinin neresi olduğu tartışılmaktaydı. Örneğin: birçok araştırmacı sahildeki liman kalesi olduğunu öne sürmüştür. En son olarak: Eski Olympos’un varlığını ve Musa Dağının Zeniketes’in kalesi olduğu söylenir. Zeniketes’in kalesi, sığınağı Musa Dağıdır. Akdeniz’e korku saldığı gemilerinin sığınağı ise Yeni Olmpos limanıdır. Dodona Zeus Tapınağına demir strigilis adayan Zeniketes, Kiliklayı bir demircidir veya yerli birisi olarak kabul görür.