Nemrut

Nemrut

Bu ülkede yaşayan ve tarihi yerlere ilgi duyan herkesin mutlaka görmesini önereceğim bir hazinedir.

Evet, ulaşım zor, gerçekten zor, ama unutmayın ki, bu tarih hazinesi doğanın tahribatına daha fazla dayanamayıp, günden güne ortadan kalkmakta ve güzellikler aşınmakta. Belki de, bir süre sonra, yok olacaktır.

Mutlaka gidip, bu güzellikleri görmek gerek, unutmayın oraya gittiğinizde, yerli gezginden çok, yabancı turist göreceksiniz, diğer tüm ören yerlerimizde olduğu gibi, o insanlar dünyanın birçok farklı bölgesinden bu güzellikleri görmek için geliyorlar.

Ama biz zahmet edip gitmiyoruz, bir zamanlar, anne ve babamı Kapadokya’ya: peri bacalarına ve kaya kiliselerine götürmüştüm, büyük bir heyecan ile “bizi bu taşları görmek için mi buraya getirdin ” dediler, koptum.

Yine de, buraya çıkmayı göze alıp ta çıkarsanız, bunların, buradaki anıtların yalnızca taştan ibaret olmadığını, onların ayrı bir ruh taşıdıklarını, güzellikleriyle bu ruhu dışa yansıttıklarını göreceksiniz.

Aslında:

Maalesef ülkemizin muhteşem bir antik geçmişi var ve bu geçmişle orantılı olarak zengin kalıntıları. Ancak: Osmanlı padişahları da, bu taşlara önem vermemişler, Almanlar tutup, koca bir tapınağın parçalayıp, söküp, yükleyip kendi ülkelerine götürmüşler.( Bergama sunağı)

Hani diyoruz ya, çalmışlar, hırsızlık diye, unutmayın gidenlerin bir çoğu da, özel izinle, hatta padişah izinleriyle yurt dışına gitmiştir.

Nemrut

Neyse, evet gelelim Nemrut gezimize

Yüzyıllar önce, iki dünya, doğu ile batı, Nemrut Dağında buluştular. Bir dinin doğuşu, zorlu savaşlar, büyük sevinç ve hüzünler, evet bunların hepsine tanıklık eden bir dağ.

Şimdi; görkemli tarihinin anılarıyla baş başa, gökyüzünü seyrediyor. Bir Alman gezginin güncesinde yazılanları bilmek ister misiniz? “Meşe ve çınar ormanları, tepenin yamaçlarını kaplıyor. Vadilerinde: incir, zeytin ve nar yetişiyor. Mısır; dünyanın başka hiçbir yerinde, bu kadar iyi ürün veremez”.

Sanki bir yeryüzü cenneti tasvir ediliyor. Bugün, bu topraklar, anlatılan o cennete ait ipuçları vermiyor. Yamaçları kapladığı söylenen o ağaçlar artık yok ve keçi sürüleri, bitki örtüsünün son yeşilliklerini tüketmekle meşgul. Keçi. Evet belki bu sevimli görüntüsünün altında, muhteşem bir yeşil yok ediciliği var. Gelişmiş ülkelerde asla keçi göremezsiniz.

Lütfen ilgililer bu konuya da el atsınlar demek istiyorum ama nafile sanırım. Keçi; tüm Mezopotamya’nın, tüm güneydoğu Anadolu’muzun ve Anadolu’da daha birçok yöremizin yeşilliklerini; yüzyıllardır yok etmiş ve yok etmeye de devam ediyor, ormanlık alanlarda, yeni sürgünleri yiyerek ve yok ederek beslenen bu hayvanın, ülkemizdeki kültürünün artık olmaması gerektiğini düşünüyorum.

Evet, ben yine konuya devam edeceğim. Nemrut bölgesinde başlatılan sulama kanalları mucizeler yaratacak ve verilen çabalar sonunda, bölge yeniden ağaçlanacak, çünkü toprak burada çok verimli ve sayısız dağ pınarı var. Ama; keçiler hala oraya buraya koşuşturdukça, bu faaliyetler nafile olmasın?

ULAŞIM

Nemrut Milli Park alanı: Pütürge’ye: 46 km. ve Malatya’ya ise: 94 km. uzaklıktadır. Nemrut’a ulaşmak için: Adıyaman’ın Kahta ilçesine kadar; şehirlerarası otobüslerle gelebilirsiniz. Kahta’ya 15 km. uzaklıktaki Adıyaman Havaalanı da kullanılabilir. Kahta-Adıyaman arası uzaklık: 34 km.

Nemrut Dağı ve Kommagene Krallığı eserlerini görmek için: Adıyaman ve Kahta’daki otellerden rehberlik ve ulaşım hizmeti alabilirsiniz. Gerektiğinde minübüs kiralayabilirsiniz. Kahta-Nemrut arası uzaklık: 34 km.

Eğer: Nemrut’a giderken yol kısa olsun diyorsanız, mutlaka Malatya üzerinden gidin. Ancak: Karakuş Tümülüsü, Cendere Köprüsü ve Arsemia şehrini görmek istiyorsanız, bu kez, Adıyaman tarafından gitmeniz gerek.

Ancak bu yol dar ve virajlı. Yarım saat içinde, suratınız bembeyaz olabilir ve mide bulantısından yol işkence haline gelebilir.

KONAKLAMA

Kahta, Adıyaman ve Malatya’da bulunan otel ve pansiyonları konaklamak için kullanabilirsiniz. Buradan; Nemrut Dağı’na, günü birlik ulaşabilirsiniz. Yoksa: Nemrut Milli Parkında, konaklama yeri yok.

NE YENİR

Kahta’da, baraj gölünün kıyısındaki restoranlarda; barajda tutulan taze balıklardan yiyebilirsiniz.

NE SATIN ALINIR

Bölgede: çok fazla hediyelik eşya bulunmamaktadır. Nemrut yolu üzerindeki otel ve kafeteryalarda, yörede dokunan kilim, tanrı heykelleri ve rehber kitapları bulabilirsiniz.

TARİHİ

Evet: tarihçe kısmını biraz uzun tuttum. Çünkü: Nemrut bölgesinin önemini kavrayabilmek için; tarihi süreci biraz ayrıntılı bilmek gerekiyor. Lütfen, tarihçe sizi sıkmasın ve bölgeyi gezmeden önce, mutlaka tarihçeyi okuyun.

Kommagene ismine;

İlk kez: MÖ.850 yıllarında, bir Asur kralının kayıtlarında rastlanmış. Bu kayıtlarda: halkın, krala yıllık vergi olarak: altın, gümüş ve sedir ağacından yapılmış tahtalar verdiği yazılı.

Belli ki o günlerde: değerli sedir ağaçları, yalnızca Lübnan’da değil, Kommagene topraklarında da yetiştiriliyordu. Bu dönem: Kommagene topraklarının, Asurluların bir uydusu haline geldiği dönem. Bu yazılı belgelerde: krallığın ismi “Kummuh” olarak geçer. Kommagene isminin anlamı: Yunancada: “Genler Topluluğu” dur.

MÖ.700 yıllarında: Kommagene kralı, Asurlulara başkaldırır. Asur kralı Sargon: çıkan savaşta, Kommageneleri yenir.

Asur kralı Sargon; yenilen Kommagene kralını şu sözlerle suçlar: “ Tanrılardan korkusu olmayan, tanrısız bir adam bu. Yalnızca, kötü planlar yapan bir hilekar. Karısını, oğullarını, kızlarını, malını ve hazinelerini aldım ve son olarak halkını aldım ve onları Mezopotamya’nın güneyine (bugünkü Irak) sürdüm.”

MÖ.600 yıllarında, Babilliler, Asurluları yener.

Sonradan: Kommagene’nin başkenti olacak olan: “Samosata” da savaşırlar. Bu savaşta, Mısır ordusu Asurlulara destek verir ve birlikte Babillileri yenerek yok ederler.

Kommagene halkı:

MÖ.550 yıllarında, önce Perslerin ve daha sonra ise Büyük İskender’in ordularının istilasına uğrar. MÖ.300’lerde, Büyük İskender’in ölümünden sonra, veliahtı olan Kral Seleukos 1. Nikator; bölgede hüküm sürmeye başlar. 1. Nikator; Kommagene krallarının Yunan atalarından biridir.

Eski çağlarda:

Komagene olarak anılan bu bölgede: antik dünyanın en güçlü ülkesi olan krallık; baba tarafı Pers krallarından “Krallar kralı olarak anılan Darius ve anne tarafı ise Makedonya Hükümdarı Büyük İskender ile akraba olan bir prensin oğlu; “Mithradates Kallinikos” tarafından, MÖ. 109 yılında kurulur.

Farklı topluluklardan meydana gelen ve ayrı inanç ve kültürlere sahip Kommageneliler arasındaki birliği sağlamak konusunda büyük başarı sağlayan “Mithradates” tanrılarla olan bağını kuvvetlendireceği ve böylece ulusunu barış içerisinde yaşatacağına inandığından, ülkesinin çeşitli yerlerinde tapınaklar yaptırır.

Farklı kültürleri ve gelenekleri olan, farklı diller konuşan insanlardı onlar. Doğal olarak kendilerini birleşmiş tek bir halk olarak görmüyorlardı. Onlar için aile ve kan bağı, Kommagene krallığı altında birleşmiş olmaktan daha önemliydi. Kral Mithradates; bu tavrı değiştirmek için çok çalıştı.

Örneğin: her yıl, atalarının onuruna, Kommagene krallığında Olimpiyat Oyunları düzenledi.

Bu oyunlar: Yunanlıların Olimpiyat Oyunlarıyla karşılaştırılabilecek nitelikteydi. Hatta, gençlik yıllarında, kral Mithradates: kendisin de bu oyunlara katılmış ve Kommageneliler arasında popüler olmayı başarmıştı. Yetenekleri sayesinde, pek çok ödül alan krala, bunun bir sonucu olarak “Güzellikle zafer kazanan” anlamına gelen “Kallinikos” adı verilmiş.

Mithradates;

Laodike adında bir Seleukos prensesiyle evlendi. 3 kızları oldu, dördüncü çocukları da kız olunca; çift, bir oğul sahibi olamamanın kaygısına kapılır. Bir oğula sahip olmak, krallığın kalıcılığı açısından çok önemlidir ve erkek evladı olmayan bir kralın veliahtı yok demektir. Takip eden süreçte, oğulları oldu, tattıkları mutluluk ve rahatlık sonsuzdu ve çocuğa; kraliçenin babasının adı: “Antiochos verildi.

Dönem, Kommagene krallığının dış tehditlerle uğraştığı bir dönemdi. Kral Mithradates; yardım almak amacıyla, tanrılarla bir antlaşma yaptı. Yapılan bu antlaşma; halk üzerinde olumlu etki yaptı. Başka köklerden gelen insanların, kendilerini birbirleriyle bağlantılı hissetmeleri güçtü. Ancak; tanrılarla yapılan bu antlaşmadan etkilendiler ve kendilerini, tanrıların korumayı kabul ettiği, seçilmiş insanlar olarak görmeye başladılar.

Böylece: kral Mithradates, krallığını meydana getiren halklar arasında, bir bağ oluşturabildi. Bu sözleşmenin onuruna; ülkenin her yerinde, “Temenos” denilen, küçük tapınaklar inşa ettirdi.

Nemrut
Temenos tapınakları;

Ülkenin en göze çarpıcı noktalarında kuruldu. Bu noktalardan: tapınakların en önemlisi olan, kutsal Nemrut Dağı’nın tepesindeki tapınağı görmek mümkündü. Bu tapınakların hepsinde: tanrılardan biriyle el sıkışan kral Mithridates’in tasvir edildiği: 5 tablet bulunurdu.

Mithridates, tanrılara: Yunanca ve Persçe olan isimler verdi. Bunlar: Apollo/Mithras, Artagnes/Herakles, Zeus/Oromasdes, Hera/Taleia, Helios/Hermes.

Mithradates’in; tanrılara her iki dilde isim vermesinin sebebi: krallığı oluşturan halkları, kendilerini tanrılara yakın hissetmelerini sağlamaktı. Bu taş tabletler; stel olarak da bilinir.

Bu steller sayesinde: Kral Mithradates: tebasını yalnıza onun sayesinde koruma altında olabileceklerine inandırdı. Temenos tapınaklarının; kralın tanrılarla yaptığı antlaşmanın şahidi olduklarına, halkını inandırdı.

Loos’un onuncu günü (14 Temmuz) “Yüce Tanrıların Tezahürü” günü olarak kabul edildi. O gün, kral Mithridates’in taç giydiği gün olarak da seçilmişti.

Her yıl, o gün Kommageneliler, köylerinin veya kasabalarının yakınındaki tapınaklarda bir araya gelerek kutlamalar yaptılar. Bu kutlu günde: kral, Nemrut Dağı’nın zirvesinde: Kommagene’nin asilzadelerini ve diğer önemli şahsiyetlerini bir araya getirir ve yüzlerce yurttaşının önünde, tanrıların temsilcilerini kabul ederdi.

Bu arada: kralın oğlu Antiochos; ailesinden Yunan ve Pers kültürü karışım bir eğitim almaktadır. Annesi kraliçe Laodike Büyük İskender’in soyundandı. Babası ise Perslerin “kralların kralı” dedikleri 1’nci Darius’un soyundan geliyordu. Antiochos; çok genç yaşta, babası kral onu Seleukos prensesi olan: İsias Philostorgos ile evlendirdi. Bu evlilik; tamamen politik bir amaç uğruna planlanmıştı ve aşkla pek ilgisi yoktu.

Derken;

Kral Mithradates, tahtını oğlu Antiochos’a bıraktı. Ama; yine birlikte hareket ettiler. Nemrut Dağı’ndaki tapınağı birlikte tasarladılar. Tapınak Mihridates’in temellerini attığı tanrılarla yapılan sözleşmenin; merkezi olacaktı.

Ama; Mitradates’e göre: tapınak öylesine etkileyici bir anıt olmalıydı ki, tebaası, sözleşmenin önemini anlamalıydı. Nemrut Dağı’nın bölgeye hakim konumu, tapınağın ülkenin her yerinden kolayca görülmesini sağlayacaktı. Oğlu Antiochos ise idealistti.

Ona göre: sözleşme, yeni bir dine beşik hazırlayacak ve Nemrut Dağı ise, bu yeni dinin merkezi olacaktı. Bu yeni din: Nemrut’tan, tüm medeni dünyaya yansıyacaktı.

Bir din yaratmanın verdiği güvenle olsa gerek; Antiochos, taç giyişinin hemen ardından, kendisine “Theos (tanrı)” adını verdi. Ve kendince bir efsane oldu.

Antiochos;

Babasına çok derin bir saygı duyar, ancak annesi Laodike’yi her şeyin üstünde severdi. Birçok yazıtta: kendisini “annesini seven kişi” olarak kaydettirmişti. Annesine, tanrıça anlamına gelen “Thea” ismini verdi.

Nemrut dağı tanrılarının heykelleri arasında; annesini, kendisiyle birlikte ölümsüzleştirdi. Tanrı Zeus’un soluna Kommagene kralı, Theos olarak kendisini, Zeus’un sağına ise Kommagene’nin anası, Thea, olarak annesi Laodike’yi yaptırdı.

Antiochos:

hayaline ulaşmak için; elinden gelen her şeyi yapar. Nemrut Dağı’nın: 2150 metre yükseklikteki zirvesinde yapımına başlattığı görkemli kutsal alan ve mezar anıtı; ne yazık ki ölümünden önce bitirilemedi.

Oğlu Kral, I. Antiochos’da bu yapıya devam etmedi ve mezar anıtı yarım kaldı. Kutsal alanın: doğu ve batı yamaçlarında, teraslar üzerinde yaptırdığı heykeller ise, Nemrut’un sert hava koşullarıyla boğuşarak yüzyıllarca ayakta kalmayı başardı.

Antiochos’un ölümünden sonra: fikirleri de unutuldu. Yaratmayı düşündüğü din, kendisiyle birlikte öldü. Ama yine de yaptırdığı heykellerle, kendisinden yüzyıllar boyunca söz ettirdi.

Antiochos:

bu kutsal alanı; teraslar halinde tasarlamıştı. Kutsal kabul edilen teraslarda yer alan heykellerin sırası; hep aynıydı. Bu tanrılardan her biri; hem Doğu ve hem de Batı tanrılarını temsil ediyor ve bu yüzden iki ayrı isimle anılıyordu.

Yani: her heykelin hem doğulu ve hem de batılı isimleri vardı.

Yüzleri: doğuya ve batıya çevrili: Pers ve Yunan tanrıları, Kral Antiochos’un bu iki kültürü birleştirme amacını da simgeliyordu.

Antiochos: yaptırdığı heykellerin arka yüzüne: 200 satırdan oluşan vasiyetini yazdırdı.

Yazıtta: kendisinden sonra gelecek kralların, tapınağı güzelleştirmek için görevlendirdi. İbadet için gelenleri övdüğü gibi, kötü niyetle gelenlere beddua ediyordu. Antiochos; kutsal alanı ziyarete gelenlerin en iyi şekilde ağırlanmasını istedi.

Bu amaçla: rahiplere, gelen ziyaretçiler için en iyi şarapları sunmalarını istedi. Hatta; törenlerin çok renkli geçmesi için, müzisyenleri bile görevlendirdi. Ama: Antiochos’un, bütün bu titizliğine rağmen, vasiyette yazılanlar yerine getirilmedi.

Tarih; bölgede birçok krallığı ele geçirerek buraya ilerleyen Romalıların sahneye çıkmasıyla, yeniden şekillenmeye başladı.

MÖ.69 yılında: Kommagene’nin başkenti “Samosata” kuşatıldı. Ancak; hiç umulmadık bir şey oldu ve Roma savaş makinesi durdu. Romalı askerler, daha önce görmedikleri bir şeyle bombalanıyorlardı. Romalı tarihçi Plinius: “ onun vurduğu asker; silahıyla beraber yanıyordu” yazar.

Anlaşılan; Kommagene dışında bilinmeyen bu silahın sebep olduğu korku çok büyük olmuştu. (Bir an aklıma geldi, bu silah belki de, bölgede topraktan çıkan petrol ile yapılan bir silah olmasın?) Samosato düşmedi.

Roma konsülü Lucullus ile kral Antiochos; özel bir görüşme için bir araya geldiler. Bu görüşmenin sonucunda, Roma ordusu geri çekildi.

Ancak; takip eden dönemde, Kommagene için tehlike yine süregeldi. Bir yanlarında sömürgeci ve savaş tutkunu Romalılar, diğer yanlarında ise güçlü Part ülkesi vardı. Ancak: Kral Antiochos; Partlarla ilişkisini güçlendirmek için, kızı Laodike’yi Park kralına eş olarak verir.

Böylece: Partların düşmanlığı engellenir. Romalılarla bu dönemde sürekli yapılan savaşlarda, Romalılar başarılı olamazlar ve geri çekilirler.

Bu olaylardan kısa bir süre sonra: Antiochos ölür ve Nemrut Dağına, tahminen, babasının yanına gömülür.

Antiochos’tan sonra tahta: oğlu 2. Mithridates geçer. Ama: bu dönemde, Kommagene’nin Roma imparatorluğuna karşı olan gücü azalmaya başlar.

Kral 2.Mithridates döneminde: Kommagene Suriye’nin bir eyaleti haline gelir. Part kralının yerine, oğullarından biri geçer ve bu acımasız hükümdar, tahtını tehlikeye atacağına inandığı, Laodike ve onun çocuklarını öldürür.

Kral 2. Mithridates;

Kız kardeşi Laodike’yi: Kommagene topraklarındaki “Karakuş Mezar Tepesi” ne gömer. Laodike’nin mezarının üzerine “ o tüm kadınların en güzeliydi” yazan, çok güzel bir taş yazıt koydurur.

Annesi İsias, diğer kız kardeşi Antiochis ve onun kızı Aka’da orada yatmaktadır. Kral; Karakuş’u; Kahta Çayının kıyısında yaptırmıştır.

Yazlık malikanesinin terasından, derin çaya inen baş döndürücü vadiyi ve Karakuş’u seyrederken, böylelikle ölümlerinden sonra da sevdiklerini yanında hissedebiliyordu.

Bu dönemde, Roma’da sürgündü yaşayan, kıskanç kardeş 2. Antiochos, Kral 2. Mithradates’i tahttan indirmek istemektedir. Bu nedenle; Roma Senatosu; 2. Antiochos’u ölüm cezasına çarptırır. MÖ. 29 yılında, kardeş 2. Antiochos, Roma’da idam edilir.

Evet: tarihi süreç devam eder ve kral 4. Antiochos döneminde, MS. 71 yılında, Kommagene ordusu, Roma ordusuna yenilir ve bağımsızlık biter.

Gelecekte çıkabilecek isyanlara önlem olarak Kommagene krallığının yüceliğini hatırlatan binalar ve heykeller, Romalılar tarafından yıkılır.

Kutsal Nemrud Dağı’ndaki tapınakta yıkılır.

Kommagene devrinin kapanışıyla, Nemrut, yalnızca dağ rüzgarlarının ve yolunu kaybeden çobanların ziyaretiyle irkileceği, uzun uykusuna dalar.

Nemrut

GENEL

KOMMAGENE KRALLIĞINDA SANAT

Kommagene’nin tamamen kendine özgü bir sanat geleneği vardı. Bu gelenek: Yunan ve Pers sanatlarının eşsiz bir senteziydi. Antiochos; sanata destek verdi. Meclisinde; sanatçıları ve bilginleri toplardı. Bunlara “kralın arkadaşları” anlamına gelen “phioi” denirdi.

Kral Mithridates zamanında: sanatta doğu etkisi ağır basarken, Kral Antiochos dönemi sanatında: daha doğacı ve daha az geleneğe uygun bir üslup öne çıktı. Antiochos: Yunun kültürünü tercih etmiş ve kendisine “Yunanlıların ve Romalıların dostu” adını vermişti. Dağın zirvesindeki heykeller: Kommagene sanatının ihtişamını belgeler.

Orada: doğu ve batı, tam bir uyum içinde kaynaşır. Batı terasındaki: Antiochos; başında formu bozabilecek tüm ayrıntılardan arındırılmış, çok güzel bir örnektir.

Heykelde: süslü bir sakal, takı ya da başka bezemeler yoktur. Sade ve dinamik bu eser, bugün bile, ebedi güzelliğiyle, görenleri heyecanlandırıyor.

NEMRUT DAĞININ BULUNUŞU

Genç yaşta ülkesini terk ederek, Anadolu’da yol yapımı için güzergah belirleyen bir İngiliz grubun aşçılığını yapan “Karl Sester”.

Sester: Nemrut Dağındaki harabelerle ilgili söylentiler duymuş ve merakını yenemeyerek dağa çıkmaya karar vermiş. Dağa çıktığında ise, gördükleri karşısında adeta dili tutulan Sester; yalnızca bir merak sonucu başlayan bu keşif hikayesinde: Nemrut Dağı’nın gizli tarihinin ortaya çıkmasına yardımcı oldu.

ZENGİNLİK

Kommagene: kömür, demir, altın ve petrol gibi mineral ve madenleriyle ünlü ve çok verimli bir bölgeydi. Bu zenginliklerin bir kısmı; bugün yeniden keşfedilmiş durumda. Örneğin: 1960’lı yıllarda; arkeologlar, Fırat nehrinden altın çıkarmayı başarmışlar.

Diğer bir keşif de, petrolde yaşanmış. Son birkaç yıldır, bölgede yaygın olarak ham petrol sondajları yapılıyor. Her yerde, TPO’nun, kara altın çıkaran petrol çıkarma şantiyelerini göreceksiniz.

NEMRUT DAĞI MİLLİ PARKI

Kommagene krallığının, bir antik kentini barındıran milli park ve ören yeridir. Milli parkın ana özelliğini: Nemrut Dağı ve Kommagene Kralı Antiochos’a ait Tümülüs ve kutsal alan oluşturur. Milli park alanı içinde: Antiochos’un tümülüsü ve dev heykelleri: Arsameia (Eskikale), Yenikale, Karakuş Tepe ve Cendere Köprüsü var. Nemrut dağı doruğundaki kalıntılar; yerleşme yeri değildir. Burada: yalnızca, Antiochos’un tümülüsü ve kutsal alanlar var.

kartal kafası heykeli.2
Nemrut Kartal-Aslan Heykelleri

KARTAL-ASLAN HEYKELLERİ

Antiochos: Nemrut Dağının terasları üzerine yaptırdığı heykel dizilerinin sağ ve sol başlarına: kraliyetin cennet ve asaletin sembolleri olan kartal ve aslan heykelleri diktirdi.

DÜNYANIN SEKİZİNCİ HARİKASI

Nemrut Dağındaki kutsal alanda: heykellerin dışında, birçok kabartma da bulunuyor.
Batı terasında: burada bulunanlardan ilginç olan biri de “aslan” kabartmasıdır. Gezegenlerin dizilişi incelendiğinde; bunun, Kommagene’nin I. kralı Mithradates’in taç giydiği geceye; MÖ.109 yılının Temmuz akşamına denk geldiği ortaya çıkıyor.

UNESCO-DÜNYA KÜLTÜR MİRASI

Dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçilerin; görmek için geldiği Nemrut Dağı; 1987 yılında, UNESCO’nun kültür mirası listesine alınmış. Çünkü: Platform oluşturmak için, dağın tepesinden 200.000 metreküplük kütle, elle yontulmuş.

Bu platform üzerinde: 150 metre çapında, matematiksel bir koni inşa edilmiş. Uzak bir vadiden çıkartılan ve her biri 6 ton ağırlığındaki taş bloklar; dağın tepesine taşınmış ve her biri 10 metre yüksekliğinde, 10 anıt yontulmuş. Dünyanın en büyük horoskopu buradadır.

Bu Horostop: Ay’ın, üç gezegenin ve Leon’un 19 yıldızının 2100 yıl önceki konumlarının betimlendiği 2 x 2.5 metre büyüklüğündeki taş bir plakaya oyulmuş, dünyanın en eski horoskopu olan “Aslanlı Horoskop” tur.

Kral 1. Antiochos’un mezarının Tutankhamon’un mezarı kadar zengin olduğu sanılmaktadır.

500 metreden daha uzun yazıtlarda, bir krallığın öyküsü anlatılmaktadır. Eşsiz, sanat üslubu, eski Yunan ve Pers etkilerini yansıtıyor. Evet; varlığı bilinmekle beraber, mezar henüz keşfedilememiş. Ama: buranın UNESCO tarafından, Dünya Kültür Mirası Listesine alınması için, gerçekten yukarıda saydığım gibi, birçok sebep var.

Dünyanın sekizinci harikası olarak nitelendirilen Nemrut Dağı; yeryüzünde, güneşin doğuş ve batışının gözlendiği, en güzel yerlerin başında.

Yüzyılı aşkın bir süredir, ayakta kalmak için çabalayan devasa heykellerin bazıları, artık zamana yenik düşmüş. Şu sıralarda; dağda bir faaliyet var. Bu güzel eserlerin, daha fazla tahrip olmasını önlemek ve kopan parçaları yerine koymak için, çalışmalar yapılıyor. 2002 yılında başlayan bu çalışmalar ile, tonlarca ağırlıktaki heykellerin konservasyonu ve korunması amaçlanmış.

Nemrut Bölgenin gezilmesi

BÖLGENİN GEZİLMESİ

NEMRUT DAĞININ GEZİLMESİ

Evet, Nemrut bölgesindeki gezimize başlıyoruz. Nemrut Dağı: 2206 metre yüksekliğinde. Bölgeye tamamen hakim bir konumda. Hangi yönden bakarsanız bakın, dağın zirvesini görebiliyorsunuz.

Ancak: yalnızca yaz aylarında ulaşıma açık ve yılın geri kalan bölümünde; kar ve buzla kaplı. Yani: burayı ziyaret etmek isteyen ziyaretçilerin; iklim şartlarına mutlaka uymaları ve yalnızca temmuz ve ağustos aylarında burayı ziyaret etmeleri öneriliyor.

Kommagene krallığı:

MS.72 yılında Romalılar tarafından yıkılınca; Nemrut Tapınağı da terk edildi. Takip eden 2000 yıl boyunca, burada yatmakta olan kralları, yalnızca rüzgarların uğultusu rahatsız etti.

Sonradan; bölgeye yerleşen Hıristiyan ahali; tapınağın başlangıcı hakkında tamamen bilgisizdiler.

Onun; kutsal Ahit’te adı geçen efsanevi Nimrod’un eseri olduğuna inandılar. Bu nedenle, ona, dünyanın ilk büyük hükümdarı olan “Nemrut” adını verdiler.

Nemrut Dağı: 19’ncu yüzyılda: Alman bilgin “Karl Sester” tarafından keşfedildi. Sester’in bu muhteşem tapınak karşısında duyduğu şaşkınlık, tapınağın o güne dek çizilen hiçbir Küçük Asya haritasında gösterilmemiş olmasından duyduğu şaşkınlıktan daha az olmuştu.

Keşfi takiben: Türk arkeolog Osman Hamdi Bey: dağdaki ilk kazıyı başlatır.

Şimdi: dağdaki geziye başlayalım. Evet: dağda 3 teras var.

Doğu, batı ve kuzey teraslarıdır. Bu terasların yeterince geniş olabilmesi için, Kommagene inşaatçıları, dağın tepesini, neredeyse tamamen kesmişler.

O kadar ki, yalnızca Doğu Terası için, 1500 metre küp masif kaya tıraşlanmış. Batı terasındaki: zirvenin solunda bulunan 10 metre yüksekliğindeki yontulmuş kaya yapıları, işin büyüklüğü hakkında size bilgi verebilir.

nemrut dağı.teraslar.5 kralın bulunduğu teras.3
Nemrut Doğu Terası

DOĞU TERASI

Evet, Kommagene ülkesinde, güneşin doğuşunu ilk gören yer burası. Sert kayalara oyulmuş ve yıpranmış bir merdiven: sizi Doğu Terasına ulaştırır.

Burası: tanrılar galerisi, atalar galerisi ve sunaktan oluşuyor. Meydana vardığınızda göreceğiniz ilk tablo; yüksekte kurulmuş tahtlarında, yan yana oturan, 5 devasa heykel ve hemen önlerinde yatan: kopmuş başları olacaktır.

Devasa tanrı heykelleri, anıt mezara sırtını dönmüş biçimde sıralanmış.

Grek ve Pers isimleriyle tanrılar, soldan sağa şu şekilde sıralanmıştır:

Apollon/Mithras/Helios/Hermes- Tanrıça Kommagene- Zeus/Oramasdes- Tanrı/Kral Antiochos1 – Artagnes/Herakles/Ares –

Tanrıların: alışılmışın dışında, ayakta değil de, tahtlarında oturur halde anıtlaştırılmasının sebebi: Nemrut Dağının, tanrıların evi olarak görülmesi olsa gerek. Kral Antiochos; “Burada: göksel tahtlar kuruludur” demektedir.

Heykel boylarının, başlangıçta: 8-10 metre olduğu sanılıyordu.

Şimdi; donuklaşmış ve yıpranmış kireçtaşından bu dev cüsseli heykellerin, güneş altında, düz ve kaygan gövdelerinin çok uzaklardan etkileyici bir şekilde görüldüklerini hayal etmek zor değil.

Heykeller: kayadan kesilerek oluşturulmuş iki platform üzerinde yükseliyor. Altta: dördünde kralın tanrıları buyur ettiği, ötekinde bir horoskopun tasvir edildiği, beş adet stel bulunuyor.

Bu steller; günümüzde: oldukça kötü durumdalar. Ancak: Batı Terasındaki stellerin iyi korunmuş olduğunu göreceksiniz.

Meydan başlangıçta beyaz taş levhalarla döşenmişti. Bu levhalardan birkaçı kazılar sırasında bulunarak, Batı Terasındaki Aslanlı Horoskop’un önüne yerleştirilmiştir.

Meydanın diğer tarafında: dev heykellerin karşısındaki alanda; basamaklı bir platform vardır ve bu restore edilmiş bir ateş sunağıdır.

nemrut dağı.teraslar.5 kralınbulunduğu teras.2
Nemrut Zeus Heykelinin Arkası

Heykelleri arkanıza alarak durduğunuzda; solunuzda ve sağınızda stellerden geriye kalanların oluşturduğu uzun bir kaide sırası göreceksiniz. Stellerin her birinde, Antiochos’un atalarından biri tasvir edilmiş. Soldaki sırada: krallar kralı Darius 1’in lideri olduğu Pers atalara, sağda ise, Büyük İskender’in hükmettiği Yunan atalara yer verilmiş.

Zeus heykelinin arkasında:

Nomos, yani kral Antiochos’un kutsal kanunları var. Nemrut’un kült yazıtı: Antiochos’un vasiyeti olarak görülüyor.

Antiochos: insanları yönlendirmek amacıyla, Nomos’u başlatmıştır. Antiochos; eğitiminin bir parçası olarak, gençliğinde atalarından Büyük İskender’in, İndus ırmağı kıyısında kurduğu “Buchepala ve Alexandra” gibi bazı şehirlere uzun yolculuklar yapmıştı.

Bu geziler sırasında: Buda felsefesini tanımış ve onun kutsal kanunlarından esinlenerek, kendi kült yazısını (Nomos) yazdığı ve geliştirdiği düşünülüyor.

Ancak: sebebi ne olursa olsun, tüm Kommagene tapınaklarında, Nomos’lar kazınmıştı. Nemrut Dağında da Nomoslar, dev heykellerin arkasına yazılmıştı.

Antiochos;

Nomoslarda, halkına nasıl ve ne zaman tanrıların onuruna sahip olduklarını söyler. “Bu Nomos, benim tarafımdan ilan edildi, ancak kanunları yapan tanrıların gücüdür” demektedir.

Kommageneliler ve yabancılar, krallar, hükümdarlar, özgür insanlar, köleler ve insanlığı oluşturan tüm insanlar; yalnızca doğumları ya da kaderleriyle farklılaşırlar” derken, yaptığı kanunların amacını belli etmiştir.

nemrut dağı.teraslar.5 kralınbulunduğu teras.1
Nemrut Heykeller

Antiochos; herkesin bu kanunlara göre davranmasının ve gelecek nesillerin de, bunu devam ettirmeleri gerektiğini “sonsuz zamanlarda bu toprakların sahibi olacak gelecek nesiller de bu kutsal kanunlara uysunlar” sözleriyle belirtmiştir.

Antiochos’un gelecek nesillere seslenmesi dikkate değerdir.

Çünkü, o kendinden ve halkından sonra, aynı topraklarda başka insanların yaşayacağının bilincindeydi. Ne kadar mütevazi ve ne kadar bilgece.

Nemrut’daki Nomosta:

Yaşamın sonu için hazırladığı vasiyetnameyi okuyabilirsiniz. “ Saf ve adil olmanın, yalnızca en hakiki mülkümüz olmakla kalmayıp, aynı zamanda duyabileceğimiz en derin sevinç olduğu kanaatine vardım.

Bu kanaat benim başarı kazanmamı ve onu hayırlı yönde kullanmamı sağladı.

Yaşamım boyunca, beni tebaamın önünde, tanrılara olan saygısı en güçlü silahı olan bir insan kıldı.

İşte bu sayede, beklentilerin tersine ve tüm tehlikelere rağmen, tahmin edilemeyeni başardım ve nice senelerimi mutluluk içinde geçirdim.”

Tarihsel gerçekler de Antiochos’un sözlerini doğrular. Kommagene batıda Roma ve doğuda Part tehlikesine açık bir bölgede kurulmuş, küçük bir krallıktı. Antiochos’un hükümdarlığı altında, Kommagene bu iki gücün amansız saldırılarına rağmen, yıllarca bağımsızlığını koruduğu gibi, en bayındır dönemini de ulaşmayı başarmıştı.

genel.2
Nemrut Kuzey Terası

KUZEY TERASI

Nemrut dağındaki tapınağı ziyarete gelen hacılar: dağın eteğindeki vadilerde toplandıkları zaman, rahibin hizmetkarları onlara su ve yiyecek getirirlerdi.

Dağın eteğinden tapınağa çıkan: iki alay merdiveni vardı. Her iki merdivenin sonlarına doğru; tapınağa yakın bir yere yerleştirilmiş stellerde, Antiochos hacılara, kutsal toprağa ayak basmakta olduklarını hatırlatır ve davranışlarına dikkat etmelerini söyler.

teraslar. en güzel resim.
Nemrut Kuzey Terası

Güneydeki alay yolu: Kommagene soyluları içindi ve Batı Terasında son bulurdu. Kuzeydeki patika, halk içindi ve kuzey terasına ulaşırdı.

Kuzey terasında: tapınağın önündeki meydanda, halk, tanrıların huzuruna çıkmadan önceki son hazırlıklarını yaparlardı. Dikkatli bakarsanız, güçlükle de olsa, hacıların Kuzey Terasına giriş yaptıkları bu yıpranmış yokuşu bulabilirsiniz.

Ziyaretçiler, Batı Terasındaki tapınaktan ayrılan 85 metre uzunluğundaki steller dizisi boyunca, kortej halinde ilerleyerek, Doğu Terasına ulaşırlar. Bu stellerde, yazıt yoktur, zira Antiochos, onları varisleri için hazırlatmıştır.

genel.3
Nemrut Batı Terası

BATI TERASI

Tümülüs’ün çevresinde ilerlemeye devam edin, Nemrut dağının en kutsal yeri kabul edilen Batı Terasına ulaşacaksınız. Bu terastan, medeniyetimizin beşiği Mezopotamya ovasını, göz alabildiğine seyredebilirsiniz. Güneş, Ay ve Zodyak’ın tüm yıldızları, solunuzdan doğup, tam karşınızda zirveye varacak ve sağınızdan batacaklardır.

Evet; Batı Terası halka açık değildi. Soyluları; bu terasa ulaştıran kortej yolu, terasın kuzeyindeki açık alanda son bulurdu. Burası: terasın girişiydi.

Girişi: 3 başlı, dev bir aslan heykeli gözlerdi. Aşağı doğru yürüdüğünüzde, onu, şimdi yüzü toprağa gömülü yatar vaziyette görürsünüz.

Batı Terasındaki heykeller:

Doğu Terasındakiler ile aynı karakterleri temsil ederler. Ancak, işçilikleri çok daha güzeldir. Konum olarak: Doğu Terasında, insanlara tepeden bakıyormuş izlenimi veren yüksek kaidedeki heykellere göre daha alçaktırlar.

kartal kafası heykeli.1
Nemrut Batı Terası

Heykellerin kopmuş başları; gövdelerinin önüne bırakılmıştır. Antiochos ve tanrı Apollon/Mithras başları arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Apollon/Mithras; kral Antiochos’un rahibine, ayinlerini yapmasına izin verdiği tek tanrıydı. Peki, bu tanrıyı, bu kadar özel kılan neydi?

Apollon/Mithras;

Yunan güneş tanrısı Apollon ile Pers tanrısı Mithras’ın bir birleşimiydi. Tanrı Mithras; adına ilk kez MÖ.1400 yıllarına ait bir Hitit antlaşmasında rastlanılıyor. Daha sonra Hint Vedas’ında, insanların bir dostu olarak nitelendiriliyor.

O; insanlarla tanrılar arasında bir aracıydı. Vedas’da: “Mithras. Ölümlü. Bu onurlu ve dost Mithras, bilge bir hükümdar olarak doğmuştu” yazar.

Evet: her bir tanrı, Kommagenelilere, başka bir nimet sunardı. Bugün, bögede çıkarılan petrolün de, Mithras’ın hediyelerinden biri olduğuna inanılır.

Romalı askerler, Mithras’dan o denli etkilenmişlerdir ki; onu, en gözde tanrı olarak kabul etmişlerdi. Bu hayranlıklarını gittikleri her yere taşımışlardı. Hatta: İngiltere’de bile, bazı yer altı tapınaklarında Mithras’a tapınanlar olmuştur.

kartal kafası heykeli.4
Nemrut Kartal Heykeli

Heykellerin karşısında:

Üzerinde Antiochos’un Yunan atalarının stellerinin durduğu, uzun bir sıra kaide göreceksiniz. Bu sıranın sağ köşesinden başlayarak, bir başka sırada ise, Pers atalarının tasvir edildiği steller var.

Stellerden: Darius ve Xerxes’e ait olanlar iyi durumda. Her stelin önünde; küçük bir sunak var. Bu sunaklardan ikisinde yazıt bulunuyor. Daha erken dönemlere ait bu yazılar, büyük ölçüde yıpranmış durumdalar.

antiochos ve arka planda ünlü aslanlı horoskop.1
Nemrut

Evet: aynı atalar, aynı sıra ile Doğu Terasında da tasvir edilmişlerdi. Kabartmalarda kullanılan kumtaşı, dağın eteklerindeki taş ocağından taşınmış.

Kabartmalar

Devasa kompleksin tamamıyla zıtlık oluşturmaktalar. Ne yazık ki, yumuşak kumtaşı Antiochos’un yazıtlarda dediği gibi, “yok olmaz” olmanın çok dışındaydı. Bu malzeme: belki Samosata şehri için uygun olabilirdi, ancak dağın tepesinde hüküm süren sert mevsimlere karşı asla.

tanrı heykelleri. zeus-oromasdes. batı tarafından.1
Nemrut

Heykellerin yanında, beş adet büyük stel var. Bunlar: Doğu Terasındaki aşağı kaidelerle aynıdır. Kabartmaların dördünde, kral Mithridates 1. Kallinikos; tanrıları buyur ediyor. Soldan sağa: Kommagene tanrıçası, Apollon, Zeus ve Herakles. Tanrıların isimleri, kabartmaların arkasına yazılmış. Arkeologlar, bu isimlerin eski bir metnin üzerine kazındığını ortaya çıkarmışlar.

Selamladığı tanrıları onore etmek için;

Kral, o tanrıya adanmış bitkinin stilize edilmiş yapraklarını, tiarasına takmış olarak tasvir edilmiş.

Kommagene Tanrıçası için: nar, Apollon için: defne, Zeus için: çınar ve Heraklas için: asma yaprakları takmıştır. Herakles kabartmasının yanındaki beşinci stel; Aslanlı Horoskop olarak bilinir.

Aynı Antiochos’un beş tanrı heykelinde olduğu gibi, Mithridates’in de beş steli dizisinin her iki ucuna: bir kartal ve bir aslan heykeli yerleştirilmiş.

aslanlı horoskop.2
Nemrut Aslanlı Horoskop

ASLANLI HOROSKOP (Horoskop: yıldız haritası)

Batı terasındadır. Nemrut Dağının, 2150 metrelik zirvesindeki “aslanlı horoskop” ; bilinen en eski horoskoptur.

1.75 x 2.40 metre boyunda ve 0.47 metre kalınlığında, bir taş kabartmadır. Sağa doğru yürümekte olan bir aslanı betimler. Aslanın gövdesinde: 16 ışın ve 3 yıldız var.

Bu yıldızlar: Mars, Merkür ve Jüpiter gezegenlerini temsil ediyor. Üstlerine bunların Yunanca isimleri kazınmış. Her yıldız: sivri uçlu, sekiz ışından oluşuyor.

Bu yıldızlar; Eratostenes’in Ephemeris’inde tasvir ettiği “Aslan Konstelasyonu”nu temsil ediyor.

Aslanın boynunda: yeni Ay’ın sembolü: hilal var. Hilal’in hemen üstünde: Regulus (kral) yıldızı parlıyor. İnsanlık tarihi boyunca: Regulus yıldızı, krallarla özdeştirilmiş. Kopernik “Rex”e ithafen, bu yıldıza “Regulus” adını vermiş.

Bu Ptolemeus’un; “Basileos”u ile aynıdır. Aynı yıldız, antik Akad’da, Amil-gal-ur (Gökkubbenin kralı); Babil’de Shau (kral) ve antik Pers’te dört kraliyet yıldızının lideri kabul edilmiş ve “Miyan” merkez adını almıştır.

aslanlı horoskop.1
Nemrut Aslanlı Horoskop

Aslanlı horoskop:

Adı geçen gök cisimlerinin bir anlık konumlarını tasvir ediyor. Peki ama hangi addır bu? Jüpiter’in yörüngesini tamamlaması için 12, Mars’ın ve Merkür’ün bir yıla ihtiyacı olduğunu, Ay’ın ise: yörüngesini bir ayda tamamladığını bildiğimize göre: horoskoptaki yavaş gezegenlerin, yani Jüpiter ve Mars’ın yılı; Merkür’ün ayı ve Ay’ın da günü gösterdiği ortaya çıkıyor.

Seçimde, ilk olarak Jüpiter’in Aslan Konstelasyonu’nda yer aldığı yıllar belirlenmiş ve bunlar arasında, Mars’ın da yörüngenin aynı tarafına doğru ilerlediği yıllar seçilmiş. Aynı hesaplar, Merkür için de yapılmış. Kullanılan ikinci kriter: gezegenlerin Aslanlı Horoskop’a göre: Mars-Merkür-Jüpiter şeklinde dizilmiş olmalarıdır.

Sonuç olarak: MÖ.109 yılının 14 Temmuz günü, konstelasyon seçilmiştir.

Normal şartlar altında: Merkür’ün, dünyadan çıplak gözle görülmesi mümkün değildir. Ancak, bu özel günde, Merkür güneşten en uzak konumuna alıştığı için, yeryüzünden kolaylıkla seçilebiliyordu. Güneşin doğuşu ile, Ay’ın batışı arasındaki zaman farkı: yaklaşık 17 dakikaydı.

Eğer; Ay-Kral Yıldızı buluşması, dağın tepesinden görülebildiyse, bu ancak çok kısa bir süre için, Ay’ın gerçek yerel saatle; 19.37’de batmasından hemen önce olmalıydı. Yani; yıldız ve gezegenlerin, Aslanlı Horoskop’da betimlenmiş konumlarını almalarından, yalnızca birkaç dakika önce.

Bu özel ve istisnai fenomen; yalnızca konstelasyonun oluştuğu tarihi değil, aynı zamanda kesin saati de (19.37) hesaplama imkanı veriyor ki, bu müthiş şaşırtıcıdır.

Evet, özetlemek gerekirse:

Aslanlı horoskop: gök cisimlerinin bir anlık konumunu gösteriyor. Önümüzdeki: 25.000 yıl içerisinde, bir daha yaşanmayacak bir ana tanıklık edilir. Güneşin; etkisi azalan ışığının altında çıkan yeni ayın ve onun hemen üzerinde, “kral yıldızı” olarak bilinen “Regulus” yıldızının güçlü pırıltısı, yüzleri aydınlatır.

Önceki gecelerde, Jüpiter, Merkür ve Mars; gökyüzünde adeta krallara layık bir geçiş töreni sergilerler. Tüm bu seramoni bittikten sonra; Kommagene halkı, tanrılarının yeni krallarını ziyarete geldiklerine inanarak, evlerine dönerler.

selamlaşma kabartmaları.1
Nemrut Selamlaşma Kabartmaları

SELAMLAŞMA KABARTMALARI

Kum taşından yapılmışlardır. I. Antiochos’un: Herakleş, Zeus, Kommagene ve Apollon ile selamlaşmasını sembolize eder. Tanrıların isimleri: kabartmaların arkasına yazılmıştır.

tümülüs en güzel resmi.1
Nemrut Üç Kral Mezarı

ÜÇ KRAL MEZARI-ANTİOCHOS TÜMÜLÜSÜ

Küçük kırma taşların yığılması ile oluşturulmuş olan tümülüs, 2150 metre yüksekliktedir. Kendi yüksekliği ise 50 metre ve çapı: 150 metredir. Yapılışı: MÖ.1’nci yüzyıla tarihleniyor. Antik tören yolu; tümülüsün çevresinden dolanıyor.

Nemrut Tümülüsü’nün altında: gizli bir mezar odası bulunduğu bilinmektedir. Mezar odasını bulmak için: Romalılardan günümüze kadar, defalarca Tümülüste tüneller açılmış, ancak bugüne kadar, hiçbir girişim Kommagene krallarının mezarının bulunmasını sağlayamamıştır.

Bunun sebebi: mezar odasının, Tümülüsün içinde değil, Tümülüsün altında kalan masif kayanın içine oyulmuş olmasıdır.

Kralın kemiklerinin ya da küllerinin, ana kayaya oyulmuş olan bir odaya konulduğu ve düşünülüyor.

Yani: kralın mezarı tam olarak ortaya çıkarılmış değil. Yani. Efsanevi Kommagene kralı I. Antiochos’un mezarı kayıp.

Bir söylentiye göre:

Birkaç basamakla başlayan ve dağın içine doğru bir eğimle devam eden kayaya oyulmuş bir tünel, mezar odasına açılmaktadır.

Mezar hücresinde, yan yana üç mermer lahit vardır. Bir yanında babası Mithridates, diğer yanında başka bir kral olmak üzere, ortadaki mezarda kral Antiochos yatmaktadır.

Naaşların iyi durumda oldukları sanılmaktadır. Mezar odası: ölçüleri: 5×9 metre ve yüksekliği ise: 2.4 metredir.

Yazıtlara göre; mezar odasına girenleri, büyük tehlikeler beklemektedir. “Bir şeytanın sureti burayı bekler, buraya giren ne onu yenebilir ne de ondan kaçabilir.”

Tümülüs’ün girişi kuzeydedir. Çevresinde ise; Kral I. Antiochos’un şerefine düzenlenen törenlere mahsus; üç teras vardır.

YÜCE TANRILARIN GÖRÜNMESİ

Kommagene’de, her yıl, iki önemli kutlama yapılırdı. 16 Aralık/Ocak tarihinde kral Antiochos’un doğum günü ve 14 Temmuz tarihinde ise kral Antiochos’un taç giyme töreni ve aynı zamanda “Yüce Tanrıların Görünmesi” günü olarak kutlanırmış.

Kutlamalar süresince: iki gün, Kommagene’de hayat durur, halk Nemrut Dağındaki ya da kral Mithridates 1’in bölgede yaptırdığı diğer tapınaklardaki şölenlere katılırlarmış.

Şenlikler, kral Antiochos’un Doğu ve Batı Teraslarında yaptırdığı Nomos’ta ayrıntılı olarak kaydedilmişti.

“Vakit gece yarısına geliyordu.

Kommageneliler, ellerinde meşaleleriyle dağa tırmanmaktaydılar. Işıktan bir kurdela dağa dolanmakta. Yüzlercesi, Kuzey Terasında toplanmışlar.

Ve sıra halinde, Doğu Terasına yürüyorlar. Alanın, iki yanında yerlerini alıyorlar.

Meydanı: dolunayın yumuşak ışığı aydınlatıyor. Ay usul usul Tümülüs ardında kaybolurken, tanrılar, yüksek tahtlarından insanlara bakmakta.

Üçayak sehpalara oturtulmuş, büyük metal çanaklarda ateş yakılmış. Tanrılar ve insanların bedenlerinde, gölgeler titreşiyor.

Tam sessizlik. Kral, ateş sunağında, ayakta tanrıları bekliyor. Rüzgar saati işlemekte. Heyecan artıyor. Aniden, açık ve güçlü bir trompet sesi. Dağ titriyor. Sanki tanrılar tahtlarından kalkmış da kütlesel bedenleri yıldızları gölgeliyor.

Birkaç saat sonra, güneş her yeri, altınla kalaylıyor. Tören bitiyor. Kommageneliler, evlerine dönüyorlar. Mutlular. Tanrıların korunmasına layık olduklarına bir kez daha tanık oldular.

KRAL MİTHRADATES’İN TAÇ GİYMESİ

Yazıtlardan öğrendiğimize göre: 14 Temmuz, Kommagene’de, Kral Mithradates’in taç giydiği gün olarak kutlanmıştı. Bu özel tarih, çok önceden belirlenmiş ve taç giyme töreni için uygun bulunmuştu.

Kral ve meclisi; Nemrut Dağının tepesinde toplanırlar. Mithradates ve babası, Kral Samos II.; Batı Terasında güneşin batışını izlerler. Güneşin hızla kaybolan ışığında; yeni ayın gümüşi zarif hilalini ve onun hemen üzerinde de; Kral Yıldızının güçlü pırıltısı görülür.

Kral Yıldızı (Regulus) hilalin yeni Kommagene ülkesinin üzerinde parıldamaktadır. Bundan daha güzel bir sembol olabilir mi?

Önceki gecelerde, Kommagene halkının ilerleyişlerini ve Regulus’un üzerinden geçişlerini izledikleri Jüpiter, Merkür ve Mars’ta görülmekte. Kommageneliler; tanrıların yeni krallarını ziyarete geldiğine inanmaktadırlar.

Ve; güneşin son ışıkları da kaybolur.

Sıra; Ay’ın yükselişine gelmiştir. Ay; peşindeki kral yıldızı ile birlikte, Torosların arkasında kaybolur. Samos’un oğluna, diademi teslim edişine yalnızca gökteki tanrılar şahit olurlar o gün. Tören biter.

Artık Kommagene’nin kralı, Mithradates 1 Kallinikos’dur. O tanrıların çocuğu ve halkı için bir nimettir.

Mithradates, taç giydiği günün anısına, Aslanlı Horoskop’u ve tanrıları selamlamasını betimleyen kabartmayı yaptırır. Bu beş kabartmanın her iki yanında, bir kartal ve bir aslan heykeli nöbet tutar.

Kral Mithradates’in oğlu Antiochos, babasının yaptırdığı kabartmadaki tanrıların tıpatıp heykellerini yaptırır. Bunlar: Apollon, Kommagene Tanrıçası, Zeus ve Herakles’dir. Ve yine, bu dev heykeller, sırasının iki ucunda bir kartal ve bir aslan heykeli yer alır.

Antiochos’un yaptırdığı heykeller, babasınınkinden çok daha büyüktür.

“Atalarımın yaptırttığı tapınaklardan daha büyük ve daha güzellerini, arkamda bırakmakta kararlıyım” diyen Antiochos’un sözünü tuttuğunu görüyoruz.

NEMRUT MİLLİ PARKI İÇİNDE, DAĞ BÖLGESİ DIŞININ GEZİLMESİ

Karakuş Tümülüsü; gezimizin ilk durağıdır.

kadınlar için yaptırılmış anıt mezar.1
Nemrut Karakuş Tepe Tümülüsü

KARAKUŞ TEPE TÜMÜLÜSÜ (KADINLAR ANIT MEZARI)

Milli Parkın güneybatısında, Adıyaman-Kahta girişindedir. Arsameia şehrinin 10 km. güneydoğusundadır. Tümülüsün yüksekliği: 21 metredir. Kommagene kralı II. Mithradates tarafından, annesi İsas adına yaptırılmıştır.

Burada: kral II. Mithridates’in annesi İsias, kız kardeşi Antiochis ve kız kardeşinin kızı Aka yatmaktadır.

Anıt mezar; sütun üzerindeki kartaldan dolayı, Karakuş Tümülüsü olarak anılmaktadır. Tümülüsün üzerindeki taşlar: dere yatağından toplanarak getirilmiş ve büyük bir tepe oluşturulmuş. Tümülüsün hemen önünde, bir sütun var.

Bu sütunun üzerinde bir kartal heykeli var. O yüzden, halk arasında, burası Karakuş Tümülüsü olarak anılıyor.

Doğu, batı ve güney yönlerde, dörder sütun varken, günümüzde doğuda iki, batıda ve güneyde birer sütun kalmıştır. Doğu sütun üstünde; aslan ve kartal heykeli kalıntıları, batıdaki sütun üstünde: tokalaşma steli, yerde aslan heykel parçası var.

Nemrut Dağı giriş noktası olarak belirlenen Karakuş Tümülüsü; Milli Park koruma alanı içindedir.

ARSAMEİA (NYMPHAİOS ARSAMEİA’SI) ŞEHRİ

Arsameia ören yeri: Adıyaman’a 60 km. uzaklıktadır. Kahta çayının doğusunda yer alır. Kommagene krallığının yazlık başkenti ve idare merkeziymiş.

Eski Kahta Köyü yakınlarındadır. MÖ.2’nci yüzyılın başlarında kurulmuş. Kalıntılar oldukça yıkık durumda.

Güneydeki tören yolunda: Mitras’ın kabartma steli, ayin platformu üzerinde: Antiochos-Herakles tokalaşma steli ve bunun önünde; Anadolu’nun bilinen en büyük Grekçe yazıtı var.

Yazıtın bulunduğu yerden başlayan; 158 metre derine inen bir tünel ile, yazıtın batısında, benzer bir kaya dehlizi var.

Tepe üzerindeki platformda: Mithradathes Callinichos’un mezar tapınağı ve sarayı var. Yapılan saray kazılarında; çok sayıda heykel parçası, bir kraliyet ve Antiochos başı bulunur.

Saray dendiğine bakmayın, ortada bir şey yok. İki adet mağara var. Mağaralardan birisinde Herakles ile kralın tokalaşma sahnesi var.

Mağaranın üzerinde: krallığın yasalarının yazılı olduğu büyük bir bölüm var. Anadolu’daki en büyük Grek yazıtıymış. Aşağıdaki mağara çok derinlere kadar iniyormuş.

Mağara içinde, bir süre sonra, oksijen azlığından ilerlemek mümkün değil. Bu mağaraların; karşıdaki kale ile bağlantılarının bulunduğu söyleniyor.

Burada: Mithridates’in kutsal alanı bulunmaktadır.

YENİ KALE

Adıyaman’a 60 km. uzaklıkta, Kocahisar köyü yakınlarında, sarp kayalar üzerine kurulmuştur. Kommageneler tarafından inşa edilen kale; karşıdaki Arsameia ile birlikte kullanılmıştır.

Romalılar ve ardından Memluklar tarafından restore edilen kale; en son 1970’lerde onarılmıştır.

Kale içinde; çarşı, cami, zindan, su yolları, güvercinlik kalıntıları ve kitabeler bulunmaktadır. Kale’den; Nymphois’e inen su yolu: bir tünelle Arsameia’ya bağlanmıştır. 80 metreyi bulan bu yolla; halen suya ulaşmak mümkündür.

cendere köprüsü.2
Nemrut Cendere Köprüsü

CENDERE KÖPRÜSÜ

Adıyaman’a 55 km. uzaklıkta ve Karakuş Tümülüsü’nün kuzeydoğusundadır. Kahta çayının en çok daraldığı kesimde; iki ana kaya üzerinde, 92 iri kesme taştan yapılan bir büyük kemer ve doğu tarafındaki küçük bir tali kemerden oluşur.

Dünyanın halen kullanılmakta olan, en eski köprülerinden biriymiş. Kahta ve Sincik’i birbirine bağlıyor.

Köprünün aşağısına, Cendere çayına inmek mümkün, inin ve çayın serin sularında ellerinizi yıkayabilirsiniz.

Samsat’ta karargah kuran, 16’ncı Roma Lejyonu tarafından, MS.200’ün başında inşa edilen köprünün: giriş ve çıkışlarında sütunlar bulunmaktadır.

Köprü ve yapımı hakkında bilgiler içeren kitabelerden: köprünün Roma hükümdarı Septumus Severus’a ve Romalılar tarafından askerlerin anası olarak anılan eşi Julia Donma adına yaptırıldığı anlaşılmaktadır.

Arsameia şehrinin 10 km. güneydoğusundadır.

Şanlıurfa

Şanlıurfa

Evet, Şanlıurfa; buraya vardığınızda, gerçekten hayallerinizin ötesinde, modern bir şehir ile karşılaşacaksınız. Ben birçok kereler gittiğim bu şehirde, gerçekten güzel zamanlar geçirdim.

İlk kez; 1977 yılında gittim. Son olarak ise: Mayıs 2023 tarihinde gittim.

Şehir, bu süreçte muhteşem gelişme gösterdi. Öncelikle: Balıklı göl, kale, İbrahim Peygamberin doğduğu ve Eyüp Peygamberin çile mağaraları, Göbeklitepe olmak üzere, Buyurun, muhteşem bir gezi.

Şanlıurfa

ULAŞIM

Şanlıurfa’nın belli-başlı merkezlere uzaklığı: Şanlıurfa-Adana arası uzaklık; 345 km. Şanlıurfa-Mersin arası uzaklık: 414 km. Şanlıurfa-İskenderun arası uzaklık: 450 km. Şanlıurfa-Ankara arası uzaklık:822 km. Şanlıurfa-Atatürk Barajı arası uzaklık: 65 km. Şanlıurfa-Bursa arası uzaklık: 1180 km.

Şanlıurfa-Diyarbakır arası uzaklık: 181 km. Şanlıurfa-Harran arası uzaklık: 47 km. Şanlıurfa-Gaziantep arası uzaklık: 138 km. Şanlıurfa-İstanbul arası uzaklık: 1274 km. Şanlıurfa-Hasankeyf arası uzaklık: 350 km. Şanlıurfa-Nemrut Dağı arası uzaklık: 190 km. Şanlıurfa-İzmir arası uzaklık: 1245 km. Şanlıurfa-Karacadağ Kayak Merkezi arası uzaklık: 190 km. Şanlıurfa-Mardin arası uzaklık: 185 km.

Şanlıurfa’ya havayolu ile de ulaşmak mümkün. İldeki havaalanı, 1988 yılında hizmete girmiştir. Şehir merkezine, 30 km. uzaklıktadır. Özellikle son yıllarda havayolu ulaşımı yaygınlaşınca, her gün Ankara ve İstanbul’dan Şanlıurfa havaalanına birer uçak gelmektedir.

Şanlıurfa

TARİHİ

Şehrin tarihi, çok eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Kazılarda: MÖ. 7250-5500 yıllarına ve sonrasına ait çok sayıda değerli eser ele geçirilmiştir.

Daha sonraki tarihi süreçte: şehirde; Sümer, Akad, Hitit, Babil, Kalde, Hurri, Mitani, Aram, Asur, Med ve Pers hakimiyetleri görülür. Şehir: Ur, Kalde Ur’u, Harran Ur’u, Orhei, Orhay, Vurhai, Edessa, Diyar Mudar, Ruha, Reha ve Urfa adlarını almıştır. Edessa ismi, “Suları bol” anlamına gelmekte olup, Makedonlar tarafından verilmiştir. En son: Şanlıurfa olmuştur.

Makedonya kralı Büyük İskender; doğu seferi sırasında, Urfa’ya hakim olur. Daha sonra: MÖ.132 yılında Asraane krallığı şehre egemen olur. MS.250 yılına kadar süren “Osroane” krallığı dönemi; Hıristiyanlık açısından büyük önem taşır.

O dönem Osroane kralı Abgar Ukomo: dünyada Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk krallardan biridir. Hz. İsa ile mektuplaşmış ve Hz. İsa’yı, Hıristiyanlık dinini yaymak üzere, Urfa’ya davet etmiştir.

Bu davet üzerine: Hz. İsa; yüzünü sildiği mendile çıkan resmini ve Urfa’yı kutsadığına dair bir mektubu, kral Abgar’a gönderir. Bu yüzden: Urfa, Hıristiyanlar tarafından, günümüzde bile “Kutsal Şehir” olarak kabul edilmektedir.

Hıristiyanlık aleminde, kutsal sayılan bu mendilin: uzun süre, Urfa’yı düşmanlarından koruduğuna inanılır.

Şanlıurfa

MS.994 yılında, Bizans imparatorunun doğudaki komutanı İoannes Kurkuas; Urfa üzerine yürür ve Hz. İsa’nın, bu mucizevi resmi de bulunan mendilini almayı başarır ve bu mendili büyük bir törenle: İstanbul’a götürür.

Evet, Hıristiyanlığı ilk yıllarında kabul eden Urfa, Müslümanlığı da, ilk yıllarında kabul eder. (MS.639) Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın 1071 yılında, şehri kuşatması öncesinde, birçok siyasi ve dini hareketlerin olduğu şehirde, bağımsız bir haçlı kontluğu kurulur.

1144 yılında, İmadeddin Zengi, 1182 yılında ise Selahattin Eyyübi, şehre hakim olurlar.

1240 ve 1250 yıllarındaki iki Moğol yağmasından sonra, 1260 yılında, Hülagü Han, şehri yakıp-yıkar. 1404 yılında, Akkoyunlular, 1514 yılında Safeviler şehre egemen olurlar. 1517 yılında Osmanlı imparatorluğu topraklarına katılır.

24 Mart 1919 tarihinde İngiliz, 30 Ekim 1919 tarihinde Fransızlar tarafından, şehir, işgal edilir. Fransızlara karşı başlatılan direniş ve savaş, 11 Nisan 1920 tarihinde şehir halkının zaferiyle, Fransızların kaçmasıyla sonuçlanır.

Urfa Milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı, Urfa ilinin adının “Şanlıurfa” olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi, TBMM tarafından, 12.06.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.

NE SATIN ALINIR

Şanlıurfa’da: kürkçülük yaygın el sanatı olup; kuzu derisinden yapılan kürkler ve yelekler, Kürkçü Pazarında imal edilerek satılmaktadır. İlginizi çekerse, bir yelek alabilirsiniz. Ayrıca: kuyumculukta, yaygın el sanatlarındandır.

Yüzük, bilezik, gerdanlık ve küpe gibi, altın ve gümüş takılar imal edilmektedir. Bu sanatla ilgili ürünler: Yıldız Meydanı civarındaki ve Pamukçu Pazarındaki kuyumcu dükkanlarında bulunabilir.

Son olarak: “Çulha” denilen dokuma tezgahlarında dokunan “Yamşah” ve “Puşu” denilen baş örtüleri, Urfa’da en yaygın ürünlerdir. Bu ürünler: “Gümrük Han”ı yakınlarındaki “Bedesten”de satılmaktadır.

Buraya yolunuz düşerse, bakırcılar çarşısını da mutlaka görmelisiniz, burada ellerindeki tokmaklarla çalışan ustaları görebilirsiniz. Güzel bir kulplu tepsi fiyatı 45-65 TL. arasında değişmektedir.

Ancak: çarşı içlerine girerseniz, bunları daha uygun fiyata bulabilirsiniz. Çarşının cadde üzerindeki dükkanlarında fiyatlar pahalı oluyor. Ayrıca: yine buradan ünlü ishot biberi, biber salçası, nar ekşisi ve çay satın alabilirsiniz.

Şanlıurfa Çiğ Köfte

NE YENİR

Urfa denilince: akla genellikle, baharatı bol yani acı lezzet arz eden yemekler geliyor. Bunların başında ise: çiğ köfte geliyor. Köftelik bulgur, dövülmüş yağsız kara et, isot, soğan, maydanoz ve salça ile hazırlanan karışımın, uzun süre yoğrulmasıyla ortaya çıkan, gerçek bir lezzet.

Bunun dışında: kıyma ve ceviz içi ile yapılan ağzı yumuk, dövülmüş yağsız kara et ve köftelik bulgur ile yapılan aya köftesi, yine köftelik bulgur ile yapılan içli köfte, mercimekli köfte sayılabilir.

Kebapları da unutmamak gerek. Urfa kebabı, patlıcan kebabı var.
Tatlılardan ise: şıllık tatlısı, peynirli künefe.
Tüm bunları beğenmeyenler için: muhteşem lahmacunlar tercih sebebi olabilir.

Şanlıurfa

GENEL ÖZELLİKLERİ

Mezopotamya’nın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Şanlıurfa, su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı, tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. Kentin, 11 bin yıllık tarihi bir geçmişi vardır. Merkeze bağlı: Örencik Köyü sınırları içinde yer alan: Göbekli Tepe de yapılan kazılarda ele geçen buluntular, bu tarihi geçmişi kanıtlamaktadır.

Binlerce yıllık tarihe ev sahipliği yapılan kentte, her dönem olduğu gibi, günümüzde de kültürel ve sanatsal etkinliklerin en yoğun yaşandığı kentlerin başında gelir. Şöyle ki, kentte 1 sanat galerisi olup, 1999 yılı içinde 45 sergi açılmış ve bu sergiler 68 bin sanatsever tarafından gezilmiştir.

Yine 2000 yılı içinde, 18 kültürel ve sanatsal amaçlı kurs açılmıştır. Tüm bunlar, ilin kültürel zenginliğini arttırmaktadır. Bu bağlamda: günübirlik gelenler hariç, 2001 yılı içinde, İl’e; 223 bin yerli, ve 42 bin yabancı turist gelmiştir. Bu sayı: günübirlik gelenlerle birlikte, 400 bin civarındadır.

Şanlıurfa; bugün de, mimari dokusunun zenginliğiyle, Anadolu’nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı “Müze Şehir” adıyla da tanınmaktadır. İl merkezinde, Kültür Bakanlığınca tescil edilmiş; 180 tarihi ev, 32 cami ve mescit, 5 kilise, 7 medrese, 9 han, 8 hamam, 8 kapalı çarşı,6 köprü, 13 çeşme, 2 sebil, 1 su kemeri, 2 anıt, şehir surları ve iç kale bulunmaktadır.

KARAKOYUNLU DERESİ

Urfa’nın kuzey batısından doğan, şehir içinden geçerek Harran Ovasında, Cüllap Irmağıyla birleşen Karakoyunlu deresi, günümüzde kurumuş bir durumda. Bugün burası bir semt olarak anılmakta ve lüks yapılar ile dikkati çekmektedir.

Şanlıurfa

HARRAN ÜNİVERSİTESİ

Evet, Şanlıurfa’da; Harran Üniversitesi kurulmuş. Üniversitenin ilk birimi: 1976 yılında, Şanlıurfa Meslek Yüksek Okulu olarak açılmış. Son olarak: 2007 tarihinde, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu kuruluş.

Harran Üniversitesi ismi ise, 1992 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmış. Tesisleri: Şanlıurfa-Mardin kara yolunun 18’nci km. de. Bir kısım tesis ise merkezde.

Üniversiteye bağlı: Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İlahiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Tıp Fakültesi, Veteriner ve Ziraat Fakülteleri ve bir kısım Yüksek Okul bulunuyor. Yani: toplam 9 fakültesi, 3 yüksek okul, 10 meslek yüksek okulu, 3 enstitü, 10 araştırma ve uygulama merkezi bulunuyor.

Şanlıurfa

PEYGAMBERLER ŞEHRİ: URFA

Efsanelere göre: Adem ile Havva’nın yeryüzüne ayak bastıkları ilk topraklar: Harran ovasıdır. İlk çift, burada sürülmüş, İbrahim Peygamber burada doğmuş, putları kırmış ve ateşe atılmıştır. Eyyüb Peygamber, hastalığına burada sabır göstermiş ve vefat edince, bu topraklara gömülmüştür.

Hz. İsa’nın kutsal mendili, burada muhafaza edilmiştir. Hz. Davut, burada yaşamış, Hz. Şuayp, Şanlıurfa yakınlarındaki Şuayp Şehrini kurmuştur.

Hz. Musa ise, Soğmatar Şehrinde yaşamıştır. Bunlardan dolayı; Şanlıurfa’ya Peygamberler Şehri de denir.

URFA’DA YAŞADIĞINA İNANILAN PEYGAMBERLER

HZ. İBRAHİM

MÖ.20’nci yüzyılda yaşamış dini şahsiyettir. Musevilik ve Hıristiyanlığa göre, din büyüğü, İslam’a göre peygamberdir. İshak ve İsmail’in babasıdır. Bu nedenle: Yahudiler ve Arapların atası olduğuna inanılır. Kur-anda birçok ayette ismi geçer.

Allah, kendisine samimiyetinden dolayı “Halil” yani “dost” sıfatını vermiştir. Günümüzde, Halil İbrahim söylemi buradan gelmektedir. Özellikle, bu yörede, insanlar dualarında “Evine Halil İbrahim bereketi düşe” diyerek dua ederler.

Böylece: o yüce peygamberin: cömertliği, misafirperverliği, sofrasının adı ve bereketi her an anılmaktadır. İslam’da, İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i kurban etmesinin istenmesi konusundaki imtihanı, önemli bir yer tutar ve her yıl Kurban Bayramında, bu olay yad edilir.

Evet, biz şimdi, İbrahim Peygamber’in Urfa yöresindeki hayat hikayesine gelelim. Yörenin hakimi, Urfa Kralı Nemrut Bin Ke-an, bir gün rüyasında: “ hükümdarlığının elinden gittiğini “görür.

Bunun üzerine kahinlere başvurur. Kahinler: “ Bu yıl bir çocuk doğacak, senin putperest dinini ortadan kaldıracak ve krallığına son verecek” şeklinde, kehanette bulunurlar.

Bunun üzerine, kral Nemrut; o yıl doğan ve doğacak olan tüm çocukların öldürülmesini emreder. Hz. İbrahim’e hamile olan annesi Nuna Hatun, hamileliğini herkes den gizleyerek, Hz. İbrahim’i bir mağarada dünyaya getirir ve doğumun ardından her gün gizlice gelerek onu emzirir.

Allah’ın emriyle bir ceylanın, her gün mağaraya gelip mucizevi bir şekilde Hz. İbrahim’i emzirdiği, 15 ay kaldığı mağarada 15 yaşındaki bir genç görünümünü aldığı rivayet edilir.

Hz. İbrahim, bu mağarada, 15 yaşına kadar, gizlilik içinde yaşar. 15 yaşından sonra, mağaradan çıkarak, baba evine gelir. Zaman içinde büyür ve kral Nemrut ile halkının taptığı putlarla mücadele etmeye başlar. Gerçek tanrının putlar değil, bütün kainatı yaratan “Allah” olduğunu anlatmaya çalışır.

Bunun üzerine, kral Nemrut, Hz, İbrahim’i yakalatır, Urfa kalesinin bulunduğu tepeden, aşağıda yakılan büyük bir ateşe attırır. O anda Allah tarafından ateşe “ Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emri verilir. Ateş: su, odunlar ise balık olur. Hz. İbrahim; sağ-salim olarak bir gül bahçesinin içine düşer.

Onun düştüğü yerde: oluşan Halil-ür Rahman ve Aynzeliha gölleri içindeki balıklar, günümüzde dünyanın her yöresinden gelen insanlar tarafından ziyaret edilmektedir.

Ayrıca: Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, bu göllerin yakınındaki “Mevlid-i Halil Camii” içinde olup, ziyarete açıktır.

HZ. EYYÜB

Allah, Urfa’da yaşayan Eyüb Peygamberin, kendisine bağlılığını göstermesi için; önce mallarını ve çocuklarını elinden alır. Daha sonra ise, kendisine ağır bir hastalık verir. Hasta yattığı mağarada, bütün vücudunu kurtlar kaplar.

Eyüb Peygamber; bütün bunlara rağmen Allah’a isyan etmez. Allah’a ibadetten geri kalmaz, sabır ve şükür gösterir. Allah; onun bu sabrına karşılık olarak, sağlığını ve mallarını geri verir. Hz. Eyüb; bu nedenle, “Sabır” örneği olarak kabul edilir.

Hz. Eyüb’ün; hastalık çektiği mağara ve kutsal suyu ile yıkanarak şifa bulduğu kuyu; günümüzde Urfa’nın Eyüb Peygamber semtinde, ziyarete açıktır.

Hz. Eyüb’ün mezarı ise: Urfa’nın Viranşehir ilçesine 20 km. uzaklıktaki Eyüb Nebi köyündedir. Bu köy: bir peygamberler köyü gibidir. Eyüb Peygamberin Türbesi, hanımı Hz. Rahme’nin Türbesi ve Elyasa Peygamberin vefat ettiği yer buradadır.

HZ. ELYASA

Elyasa Peygamber; Eyüb Peygamberi ziyaret etmek ister. Uzun yıllar arar, sonunda bulunduğu yere yaklaştığını fark etmez. Karşısına; şeytan çıkar.

Eyüb Peygamberin, daha çok uzaklarda olduğunu söyler. Elyasa Peygamber yaşlanmıştır. Dua eder, Allah ruhunu alır. Halbuki, Eyüb Peygambere ulaşmasına yalnızca 1 km. kalmıştır. Ona ulaşamadan vefat eder.

HZ.ŞUAYB

Şuayb Peygamberin, Urfa’nın 85 km. doğusundaki tarihi Şuayp Şehrinde yaşadığı rivayet edilmektedir. Bu tarihi kent kalıntıları arasındaki bir mağara ev; o’nun makamı olarak ziyaret edilmektedir.

HZ.NUH

Tufandan sonra, Hz. Nuh’un gemisinin, Urfa ile Ceylanpınar arasındaki Cudi Dağına indiğine inanılmaktadır. Bu dağ: deniz dalgalarını andıran, çok değişik bir yüzey şekline sahiptir. Yöre halkı, bu konuda çok kesin inanıştadır.

Bu yer: Soğmatar ve Şuayb şehri ile aynı mevkidedir. Ancak; başka bir Cudi dağı’nda, Urfa’nın güneyinde, Nemrut’un tahtına 20-25 km. uzaklıktadır.

HZ.MUSA

Günümüzde, Yağmurlu Köyü olarak bilinen, tarihi Soğatar kenti içinde, Hz. Musa’nın kuyusu ve Asasının izi diye ziyaret edilen, iki makamı var.

HZ.LUT

Hz. İbrahim’in kardeşi, Harran’ın oğludur. Lut, Hz. İbrahim ile birlikte göç etmiş ve peygamberlik ile görevlendirileceği “Sodom şehrine” gitmiştir.

Urfa’da, doğmuş ve ilk çocukluğu, Hz. İbrahim ile birlikte, burada geçmiştir. Onunla beraber, Harran’da yaşamıştır.

HZ.YAKUP

Urfa’nın güney batısında: Deyr Yakup-Nemrut’un tahtı denilen yapıda, misafir kalmıştır. Bu yer, şehre 10 km. uzaklıktadır.

ŞANLIURFA’DA EFSANELER

URFA ADI VE NEMRUT EFSANESİ

Urfa’da, yüzyıllar önce; Nemrut isminde bir hükümdar yaşarmış. Nemrut; çok zalim ve Allah’a isyan eden biriymiş. Allah; Nemrut’un zayıf bir kul olduğunu göstermek için, en aciz mahluklardan sivrisinekleri kendisine göndereceğini bildirir.

Nemrut; harp etmek için ordusuyla karşı çıksa da, sivrisinekler asker ve hayvanların; göz, kulak ve burunlarına girerek, hepsini püskürtür. Nemrut: kendisini odasına zor atar ve kapıyı, bacayı ve bütün delikleri kapatarak saklanır.

Topal bir sivrisineğin, Allah’a “Yarabbi, ben gazaya yetişemedim, topallığım mani oldu” diyerek yalvarması üzerine, Allah da, ona “ Seni de Nemrut’un helakine memur ettim, git onu bul ve helak et “ diye emir buyurur.

Bu topal sivrisinek, Nemrut’u bulur ve odasının anahtar deliğinden girerek saldırır. Nemrut’un, burnundan girer, beynini kemirmeye başlar. Nemrut; başının ağrısından kurtulmak için, türlü çarelere başvurur. Ama, kurtulamaz.

Bunun üzerine; keçeden yaptırdığı tokmaklarla, başına vurdurmaya başlar. Bu tokmaklar; ızdırabını gideremeyince, tahta tokmaklarla vurmalarını emreder.

Nemrut’un kafasına tokmakla vuruldukça, Nemrut “Vurha, Vuhra” diyerek can verir. Nemrut’un bu bağırmalarından dolayı, memleketin adına “Urfa” denildiği söylenir.

HALİL-ÜR RAHMAN VE AYNZELİHA GÖLÜ EFSANESİ

Nemrut, zulmü ile çevresine korku ve dehşet saçan bir hükümdardır. Bir gece gördüğü rüyayı yorumlatır. Doğacak çocuklardan birinin, kendisini öldüreceğini öğrenir. Hemen o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder.

Nemrut’un askerleri emri uygulamaya başlarlar. İbrahim Peygamberin annesi Sara, kaçarak bir mağaraya gizlenir. Çocuğunu bu mağarada doğurur ve çocuğunu burada bırakıp evine döner. Çocuğu, bir dişi ceylan emzirir.

Aradan zaman geçer, askerler İbrahim’i mağarada bulurlar. Nemrut’un huzuruna getirirler. Hiç çocuğu olmayan Nemrut, ondan hoşlanır ve İbrahim’i yanına alarak büyütür.

Nemrut’un zulmü, haksızlığı ve putlara tapışını, halkın da putlara tapmaya zorlanışını gören İbrahim, insanların kendi elleriyle yaptıkları bu putların tanrı olamayacağını söyler. Halka, bu düşüncesini aktarır. Halk, korkudan ağzını açamaz.

Bir tören günü: herkesin törene gittiği bir anda, İbrahim sarayın putlar bölümüne girer ve bir balta ile bütün putları kırar, baltayı da en büyük putun üzerine bırakır. Törenden dönenler, endişeyle Nemrut’a haber verirler.

Görevliler; Hz. İbrahim’e kızdıklarından bunu onun yapabileceğini öne sürerler. Hz. İbrahim yargılanır, kendisine sorular sorulur ve cevabı “ görüyorsunuz ya işte, balta büyük putun ellerinde, her halde o bu işi yapmıştır “ der.

Öfkelenen Nemrut; “bir taş parçası baltayı eline alıp, bu işi nasıl yapar” diye haykırınca, Hz. İbrahim, “ işte benim anlatmak istediğim de budur. Siz kendi ellerinizle yaptığınız bu taş parçalarından medet umuyor, sizi kötülüklerden korumasını bekliyorsunuz.

Tanrı diye ona tapıyor, adak adıyor, başınız daralınca ona koşuyorsunuz. Bu gerçekten tanrı ise, neden böyle bir işi yapamaz “ deyince, şaşkınlık geçiren Nemrut, İbrahim’in ateşe atılarak cezalandırılmasını emreder.

Her taraftan toplanan odanlar, bugünkü “Halil-ül Rahman Göl” ünün bulunduğu yere yığılır. Ateş yakılır ve bugünkü kalenin bulunduğu tepenin üzerinden, İbrahim peygamber mancınıklar ile, ateşe fırlatılır.

Nemrut’un kızı, Zeliha yalvarmasına rağmen, babasının yüreğini yumuşatamaz. İbrahim peygamber, ateşe düştüğünde, burası bir göl ve gül bahçesine dönüşür. Yakılan odunlar ise balık olur.

Bu göle, daha sonra “Halil-ür Rahman Göl” ü adı verilir. Hz. İbrahim’in ardından kendisini ateşe atan Nemrut’un kızı Zeliha’nın, düştüğü yerde ise , bugünkü “Aynzeliha Göl”ü oluşur.

Halkın inanışına göre: bu göller ve içindeki balıklar, kutsal sayılmaktadır. Bu balıklara dokunanların başına bela geleceğine inanılır.

ABGAR VE KUTSAL MENDİL EFSANESİ

Abgar efsanesine göre: V.Abgar Ukkama, ilk Hıristiyan kraldır. Hz. İsa’nın tebliğinden hemen sonra, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve kendi halkına da benimsetmiştir. Bu konu ile ilgili olarak efsane şöyledir:

‘ Edessa kralı, V.Abgar Ukkama, o sıralar cüzam hastalığına yakalanır ve bundan dolayı çok ızdırap çekmektedir. Kral, Hz. İsa’nın hastaları iyileştirdiğini duymuştur.

Ancak, çok hasta olduğundan, bizzat Kudüs’e gidemez. Ona inandığını ve yeni dinini öğrenmek istediğini belirten bir mektup yazarak, Hannan isimli elçisiyle birlikte gönderir. Bu elçi: aynı zamanda becerikli bir ressamdır.

Hannan ; Hz. İsa’ya getirdiği mektubu sunduktan sonra, yüzünün resmini yapmayı dener. Ancak, başarılı olamaz. Bunu sezen Hz. İsa, yüzünü yıkar ve kendisine uzatılan mendile yüzünü silip, mendili Hannan’a verir.

Hz. İsa’nın yüzünün aynısı, mendile çıkar. Hannan, bir mektupla birlikte, mendili de alarak, Edessa’ya döner.

Hz. İsa, Edessa kralı V.Abgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta, şunları yazmıştır: “ Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine. Ne mutlu, beni görmeden bana inanmış olan sana. Çünkü; sana devamlı sağlık bahşedilecektir.

Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince, bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum her şeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir.

Sana ızdıraplarını iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirmemeyi sağlamak üzere, havarilerinden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz İsa’nın mektubu.”

Edessa kralı V.Abgar; Hz.İsa’nın yüzü görünen kutsal mendili (Hagion Mandylion) yüzüne sürerek sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek, kentin giriş kapısında, bir niş içine koydurmuştur.

Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-İslam ilişkilerinde, önemli ve büyük rol oynamıştır. Ayrıca, bu mektubun nüshaları çoğaltılarak, muska şeklinde, Urfa’ya gelen ziyaretçilere verilmiştir.

Kutsal sayılan mendil, uzun süre saklanır. İslam dini yöreye egemen olunca, kutsal mendil, Müslümanların eline geçer.

Bizanslılarla yapılan bir savaşta, Müslümanların bir kısmı esir düşer. Bizanslılar, esirlerin geri verilmesi için kutsal mendilin kendilerine teslim edilmesini şart koşarlar. Sonunda, kutsal mendil verilir ve esirler de geri alınır.

Mendilin düşürüldüğü kuyu, Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mendilin düşürüldüğü günün her yıldönümünde, geceden oraya gidilir, adaklar adanır, törenler yapılır. Kuyu başına yalınayak gitme gerektiğine inanılır. Bu yıldönümü, inanışa göre Paskalya Yortusunun 20’nci günüdür.

Efsaneye göre, günümüzde İbrahim Peygamber’i ateşe fırlatan mancınıklar olarak bilinen sütunlar, aslında bu kuyu ve mendilin anısına dikilmiş anıtlardır. Birinin altında bitmeyen altın, diğerinin altında ise bitmeyen su hazinesi yerleştirilmiştir. Biri yıkılırsa Urfa suya, diğeri yıkılırsa altına boğulacaktır.

ÇİĞ KÖFTE EFSANESİ

Çiğ köftenin geçmişi, Hz. İbrahim devrine kadar uzanır. Efsaneye göre: Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşe atmak için, şehirdeki tüm yakacakları toplar ve ateş yakmayı yasaklar. Halk ne yapacağını düşünür. Bu arada: Urfa’da, bir avcı bir ceylan vurur.

Hanımı, kocasının vurduğu ceylan etini pişirmeden, yalnızca döverek ve bu etin içine ilaveten bulgur ve isot biberi katarak, bir yiyecek hazırlar. Kocası bu yiyeceği beğenir ve zaman içinde çiğ köfte olarak gelişerek günümüze kadar ulaşan bir yemek kültürü oluşur.

Bir zaruretten doğan bu yemek, binlerce yıl öncesinden günümüze kadar geliştirilerek yaşatılmaktadır.

NEMRUD’UN TAHTI VE KAZANE KÖYÜ EFSANESİ

Urfa kalesinin güneyindeki dağların arasında, yüksekçe bir tepe var. Burası: kral Nemrut’un yaylağı ve taht merkeziymiş. Tepenin üstü geniş ve düz kayalık. Buraya: Nemrut’un Tahtı deniliyor.

Kayalığın doğusunda, kayalara oyulmuş odalar, Nemrut’un yaz sıcağından korunmak için yaptırdığı dinlenme yeridir.

Tepeye 1 saat uzaklıkta, Harran ovasındaki Kazane Köyünde pişen yemekler, elden ele geçirilerek, buraya taşınırmış. Köyün adı da mutfaklarındaki kazanların bolluğundan, günümüze kadar “Kazane” olarak gelmiş.

TIFINDIR TEPESİ EFSANESİ

Urfa, 639 yılında, İyad Ganem komutasındaki İslam Ordusu tarafından, Bizanslıların elinden, savaşsız olarak alınır. Efsaneye göre: “ İslam ordusu kente girer, aylardan Ramazan olduğundan herkes oruçludur. Ordu, adı geçen tepenin üzerinde konaklar ve iftarını açar.

O tarihten sonra bu tepeye, iftar tepesi anlamına gelen Arapça “Tell Futur” adı verilir. Bu isim, günümüze “Tılfındır” olarak gelmiştir.

ŞANLI URFA’DA DOĞAL HAYAT

Şanlıurfa Kelaynak Kuşları

KELAYNAKLAR

Dünya’da, yalnızca Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde ve kuzey Afrika’da bulunan Kelaynak kuşlarının, 1956 yıllarına kadar, sayıları binlerle ifade ediliyordu. Ancak: yasak avlanma, tarım ilaçlarının düzensiz ve aşırı kullanımı, bu kuşların neslinin tükenme tehlikesini gündeme getirdi.

25-30 yıl yaşayabilen bu kuşlar, Şubat ayı ortalarında Birecik’e gelip, kayalıklara yerleşir, üremelerini yapıp, Temmuz ortalarında yavrularıyla birlikte, Birecik’ten ayrılırlar.

Kelaynaklar, 1977 yılında, Orman İstasyonunda koruma altına alınmışlardır. Kelaynak kuşlarına yörede “Keçelaynak” denilmektedir.

Yörede, bolluk ve bereketin sembolü olarak görülen ve kutsal sayılan kuşlar adına, 1984 yılında bu yana “Kelaynak Festivali” yapılmaktadır.

Şanlıurfa Ceylanlar

CEYLANLAR

Anavatanı: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dır. Türkiye’de, yalnızca Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesi ve çevresinde bulunmaktadırlar. 1940-1960’lı yıllar arasında, Ceylanpınar’da ve Suruç-Cizre arasındaki topraklarda, 500-1000 başlık sürüler halinde dolaştıkları görülmüştür.

Zamanlı zamansız avlanma, yavrularının toplanması, tuzaklar, yırtıcı kuş ve köpeklerle yapılan avlanma sonucu, neslinin tükenme tehlikesi söz konusudur. 1970’li yıllarda koruma altına alınmışlardır. Ceylanpınar Tarım İşletmesi bünyesinde, 26 hektarlık alan çitle çevrilerek, koruma sahası oluşturulmuştur.

Şanlıurfa Kuşçuluk

KUŞÇULUK

Şanlıurfa’da halk uğraşları arasında: kuşçuluk başta gelir. Kuşçuluk; zevk için yapılmakla birlikte, kendine özgü özellikleri olan bir meslek olarak da görülmekte ve halk dilinde kuş besleyip uçuranlara “Kuşçu” denilmektedir.

Evlerde beslenen kuşların sayısı, yaklaşık 25 bin civarındadır. Şanlıurfa’da kuşçuların buluştuğu “Kuşçu Kahvehaneleri” vardır. Şanlıurfa halkının, kuşa verdiği değer mimariyi de etkilemiştir.

Bu evlerin avluya bakan pencerelerinin üst kısmında, “Kuş Takaları” denilen kuş evleri bulunur. Şanlıurfa’daki kuş türleri arasında: ev kuşları (angut) , kafes kuşları, evlere alışmış yabani kuşlar (güvercin), halis kuşlar ve yapışan kuşları (taklacı) sayılabilir.

Şanlıurfa’da gökyüzünde, sık sık bu kuşları görebilirsiniz ki hatta: bir ses duyarsanız şaşırmayın, kuşların birinin ayağında minik çıngırak bağlanmaktadır.

Şanlıurfa Keklik

KEKLİK

Keklik, Şanlıurfa’da en sevilen kuşlardan biridir. Tektek dağları olmak üzere, Urfa’nın çeşitli dağlarında çayır ve süpürge otları arasında, çıplak kayalıklarda ve taşlıklarda yaşar. Tektek dağlarında yaşayan Akkeklik çok değerlidir.

Tuzak kurulmak yoluyla canlı olarak yakalanan keklikler “Çardaklı Kahve” denilen kuşçu kahvesinde, özel kafesinde sergilenerek meraklılarına satılır.

Şanlıurfa Atlar

ATLAR

Ortadoğu’da, en makbul at ırkı; Arap atıdır. Türkiye’de 3000 baş saf kan Arap atı olduğu bilinmektedir. Bunun, üçte biri, yani 1000 kadarı, Şanlıurfa’dadır. Bunlardan; 400 kadarı, damızlık kısraktır.

Genel olarak; Şanlıurfa’daki at sayısı: 20,000 civarındadır. Sahip olsun olmasın, Urfalılar atı uğur sayarlar. Bu işi bilenler; “Eğer at beslemeye gücün yetmiyorsa, komşunun duvarından bir delik aç, hiç olmasa evine atın soluğu girsin” derler. O ev ve çevresindeki yedi evin, bundan nasiplendiğine inanılır.

Türkiye’de, resmi at yarışları yapılan 6 ilden biri Şanlıurfa’dır. 750 dönümlük arazi üzerine kurulu Şanlıurfa Hipodromu, her türlü gelişmeye uygun bir konumdadır.

 

GEZİLECEK YERLER

Şanlıurfa Müzesi

ŞANLIURFA MÜZESİ

Şehitlik semtindedir. Bu müzede: 20048 adet arkeolojik eser, 2645 adet etnoğrafik eser, 48203 adet sikke, 1283 adet mühür tableti, 9 adet el yazması kitap, 1 adet arşiv vesikası olmak üzere, toplam: 72199 adet eser bulunmaktadır.

Müzenin giriş katında: ilk salonda Asur, Babil ve Hitit çağlarına ait, taş eserler sergileniyor. Bu eserler arasında: Harran’da bulunan ve Babil kralı Nabonid dönemine tarihlenen ve üzerinde Nemrud’un ay, güneş ve yıldız tanrılarına dua edişini gösteren steli, mutlaka görmeniz gerek.

Müzenin ikinci ve üçüncü salonlarında: Neolitik Çağa ait; çakmak taşından kesici ve delici aletler, taş idoller, kaplar, pişmiş topraktan yapılmış boyalı ve boyasız seramikler, mühürler, pithosar, kolyeler, mühür baskılı küp parçaları, silindir ve damga mühürleri, figürinli kap parçaları, hayvan figürleri, madeni eşyalar, takılar, idoller gibi eserler sergileniyor.

Müzenin üst katında: yöreye ait giysiler, gümüş ve bronz takılardan örnekler, süslemeli ahşap kapı ve pencere sanatları, hat eserleri, el yazması Kuran-ı Kerimler ve cam eşyalar sergileniyor.

Müze bahçesinde ise; Roma ve Bizans dönemlerine ait mozaikler ve çeşitli dönemlere ait taş eserler sergileniyor. Bu sergilenen eserler ilginizi çekerse, müzeyi ziyaret edebilirsiniz.

Şanlıurfa Devlet Resim ve Heykel Müzesi

DEVLET RESİM VE HEYKEL MÜZESİ

Bünyesinde, Devlet Güzel Sanatlar Galerisinin de yer aldığı Şanlıurfa Devlet Resim Heykel Müzesinde: periyodik sergiler açılıyor. Bu sergilerdeki koleksiyonlarda; çeşitli plastik eserler sergileniyor.

Burası, daha ziyade, geleneksel Urfa ev planını ve yerleşimini görmek açısından orijinal. Geleneksel bir Urfa ev planını görmek isterseniz, burayı ziyaret edebilirsiniz.

ÇAMLIK PARKI

Şanlıurfa kent merkezinde bulunan Çamlık Parkında, 1979 yılında Müze Müdürü Osman Öçmen tarafından yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, alanın Roma dönemi Nekropolü olduğu tespit edilmiştir.

Yapılan kazı çalışmaları sonucunda, 7 adet kaya mezarı bulunmuş, bunlardan birinde bulunan döşeme mozaiğinin ise, Osrhoene krallarından Mano oğlu Abgar Ukomo ailesine ait olduğu anlaşılmıştır.

Sanat değeri oldukça yüksek olan, çok renkli ve kitabeli bu mozayikte: ortada sırtında peleriniyle, VIII. Abgar ve çevresinde bir kadın, üç erkek olmak üzere, ailesinden dört kişi tasvir edilmiştir.

 

HALEPLİ BAHÇE

Kent içinde bulunmaktadır. Toplam 12 hektarlık bir alanda: fuar, lunapark ve diğer açık hava alanları kullanımı, ŞURKAV (Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı) tarafından projelendirilmiştir.

Günümüzde burada büyük bir proje yürütülmektedir. Bu proje gereğince: Balıklı Göl’ün kapısındaki bu park alanında: Edessa Arkeoloji Müzesi Haleplibahçe Mozaik Müzesi, Hamam kalıntıları, Yeme-içme birimleri, Otopark alanı ve yeşil alan olarak düzenlenmektedir.

Söylenenlere göre: Haleplibahçede: “Amazon kraliçelerinin av ve savaş sahnelerinin” tasvir edildiği mozaiklerin bulunduğu Haleplibahçe Mozaik Müzesi ile Edessa Arkeoloji Müzesi ve Arkeopar’ın yer alacağı 57 bin metre kare üzerinde toplam 36 bin metrekare kapalı alan, Türkiye’nin en büyük müze komplekslerinden biri olacaktır.

Buradaki savaşçı amazon kraliçeler mozaiği ise, mozaik tekniği, sanatı ve Fırat nehrinin orijinal taşlarından yapılması gibi özellikleriyle uzmanlar tarafından dünyanın en kıymetli mozaikleri olarak kabul ediliyor.

Müzede, yurt dışına kaçırıldıktan sonra bulunduğu ABD’deki Dallas Müzesinden getirilen “Ozanların babası Orpheus” un müziğiyle vahşi hayvanları uysallaştırdığını betimleyen mozaik te sergilenmeyi bekliyor.

Şanlıurfa Kalesi

URFA KALESİ

Uzaktan baktığınızda, gayet heybetli bir görünümü var. Ayrıca: iki uzun sütun parçasını görecek ve bunların ne olduğunu merak edeceksiniz. Evet, kaleye gidelim.

Günümüzde, kentin ortasında kalan: Halil-ür Rahman ve Aynzeliha göllerinin güneyindeki, tepe üzerinde kuruludur. Doğu, batı ve güney yanları, kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilidir. Kuzey tarafı ise, sarp kayalıktır. Hz. İbrahim, Nemrut tarafından, bu tepeden ateşe atılmıştır.

İç kale: Kale’nin Roma imparatorluğu zamanında, MÖ.4-5’nci yüzyıllarda Şanlıurfa’da hüküm süren, Abgarlar döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Damlacık dağının güney eteğinde, yüksek bir düzlük üzerinde ve yuvarlak planlı olarak yapılmış.

Düzgün kesilmiş kalker taşından yapılmış olan kalenin: doğu, batı ve güney tarafları, kayadan oyma derin hendeklerle çevrili. Kuzey tarafı ise, sarp kayalık. Kalenin içine: batıya açılan kapıdan giriliyor. Dağın içinden, kayaya oyulmuş basamaklı kaleye çıkan yol, son yıllarda bulunmuş ve temizlenerek ziyarete açılmış.

Kale içinde, bugün yalnızca iki sütun ayakta kalmış. Kale üzerindeki korint başlıklı bu iki sütundan: doğuda olanının kente bakan kuzey cephesindeki Süryanice olan kitabede: “ Ben Eftuhayım, güneşin oğluyum.

Bu sütunlar ve üzerindeki heykeli, kral Mano’nun kızı Shalmet için yaptırdım.” Yazılıdır. Kral Mano, MS.240-242 yıllarında hüküm sürmüştür. Kitabede belirtilen heykel, bugün yerinde bulunmamaktadır.

Kale’de, Roma devrinden başlamak üzere, Bizans ve İslami devirlere ait, temel halinde çok sayıda yapı kalıntısı bulunmaktadır. Ancak, burada ayrıntılı arkeolojik kazı çalışmaları yapılmamıştır. Kalede: bir kıl çadırda, günübirlik tesis oluşturulmuş.

Dış Kale (Surlar): Kale’nin dış surları, dikdörtgen şeklinde olup, çevresi 4 km. kadardır. Surların, MS.812 yılında Hıristiyanların Arap akınlarına karşı kenti korumak amacıyla yaptırdıkları bilinmektedir.

Şanlıurfa Surlarında; Harran Kapısı, Bey Kapısı’na ait Mahmutoğlu Kulesi, yer yer bazı duvar ve burç kalıntıları, günümüze kadar ulaşabilmiştir. Ancak, büyük ölçüde yıkıntı halindedir.

Şanlıurfa Balıklı göl

BALIKLI GÖL

Şanlıurfa denilince balıklı göl, Balıklı göl denilince Şanlıurfa akla gelir. Diğer adı: Halil-ül Rahman Gölü.

Dünyada eşi benzeri bulunmayan kocaman bir akvaryum. Anlamı çok büyük.

Üç dininde atası sayılan, Hz. İbrahim’in ateşe düştüğü yer. Bu iki gölle ilgili hikayeyi öğrenmek için, üstte yazılı olan efsaneler bölümünü okuyabilirsiniz.

Şanlıurfa Balıklı göl

İç turizmin gözde mekanı, dış turizmin yeni gözdesi bir yer. Balıklı göl denilince Şanlıurfa, Şanlıurfa denilince balıklı göl akla geliyor. Ancak: burada, yine de kötü manzaralara rastlanıyor. Şöyle ki: çimlere oturup piknik yapmak burada çok doğal olmuş. Olmamalı, burası turistik bir mekan.

Bölgede: dilenciler, yan kesiciler dolmuş. Buranın anlamını anlatayım diyen, yarım yamalak İngilizce konuşmaya çalışan çocuklar: peşinizi hiç bırakmıyor, öyle ki 15-20 civarındaki bu çocuklar o ölçüde rahatsız ediyorlar ki, an geliyor, çok sıkıcı bir hale geliyorlar.

Dilencisi, simitçisi, cevşen satıcıları, çevrenizde sürekli birileri dolaşıyor. Yani: bu mistik havayı, sessiz ve sakince gezmeniz mümkün değil. Siz yine de, balıklı göldeki balıklara, mutlaka yem verin. Göl kıyısında: taslar içinde yem satanlar var.

Bunlardan alacağınız yemleri: havuza attığınızda, zaten gözle görülen, büyük boyutlu ve yüzlerce balık, attığınız yemlere büyük bir iştahla saldırıyorlar ve havuzda güzel bir görüntü ortaya çıkıyor.

Şanlıurfa Balıklı göl

Mutlaka deneyin. Ha bu arada; aklınıza gelir elbette, bu balıkları tutan yok mu acaba diye. Kesinlikle, bu balıklar yöre halkı tarafından kutsal olarak kabul ediliyor.

Balıklı gölü gezdikten sonra; Aynzeliha gölünü görmek isteyeceksiniz, ama nafile, çünkü çevresi tamamen çay bahçeleri ve bu bahçelerin masa ve sandalyeleriyle donatılmış. Çimlerin üstünde yan gelmiş uzanmış insanlar.

Aynzeliha gölünü, balıklı göle bağlayan kanallarda: boş pet şişeler, kirlilik. Her tarafta, çöpler atılmış. Güller: ya açmış koparılmış, ya da bakımsızlıktan açmaz olmuş. Çimlerin üstünde: yemek atıkları, pet şişe ve bardaklar atılmış.

Tezgah açanlar, bisiklete binenler, oyuncak satanlar, motosikletle gezenler. Top oynayanlar, dondurma satanlar, pamuklu şeker satanlar, kolunu sallayıp içeri girmiş eşya satanlar. Zabıta ve polis otoları içeri giriyor ve araçla geziyorlar, ama bunlara müdahale etmiyorlar.

Yetkili makamlara seslenmemek mümkün değil, burası gerçekten ülkemizin değerlerinden, buraya sahip çıkmak, temiz bulundurmak, bakımlı bulundurmak, gelen ziyaretçilerin huzur içinde buraları gezmelerini sağlamak, yetkililerin görevi.

 

HALİL-ÜL RAHMAN CAMİİ

Halil-ül Rahman Gölünün güneybatı köşesinde bulunmaktadır. Medrese, mezarlık ve Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü yerdeki makamdan oluşan bir külliyeden ibarettir. Cami; Melik Eşref emriyle, 1225 yılında yaptırılmıştır.

Caminin yapımından önce, aynı yerde: 504 yılında, Bizans döneminde yaptırılan Meryem Ana Kilisesinin bulunduğu öğrenilmiştir.

Minare süslemeleri ve şerefedeki sütunların akantüs yapraklı başlıkları, Bizans devri süsleme özelliklerini yansıtmakta ve minarenin 504 tarihli Meryem Ana Kilisesinin çan kulesi olabileceği ihtimali akla gelmektedir.

Caminin doğusundaki harim kapısı üzerinde bulunan kitabede: “ Peygamberlerin atası Halil-ül Rahman’ın makamı olan bu cami, 1225 yılında yapılmıştır.” yazılıdır. Caminin batısına bitişik makam kısmının kapısı üzerindeki 1871 tarihli kitabede: “ Hz. İbrahim’in ateşe atılması ile ilgili ayet-i kerime yazılıdır.” Eyyübiler döneminde inşa edilen cami, 1810 yılında, temelden başlanarak önemli değişiklikler geçirmiştir.

Halk arasında: “Döşeme Cami” veya “Makam Cami” isimleriyle anılan bu camiden, Evliya Çelebi de “İbrahim Halil Tekkesi” olarak söz eder. Şöyle devam eder.” Tekkenin içinde bir kaynak vardır ki, Nemrut, Hz. İbrahim’i atmak için yaktırdığı ateşin olduğu yerden çıkmıştır.

IV. Sultan Murat; Bağdat Seferine giderken, bu tekkeyi ziyaret edip, iki balık yakalatarak, kulaklarına birer altın küpe takmıştır.

Bir adam yedi gece, yedi gün bu tekkeyi beklerse, muradı olur derler. Saf suyundan içenler, Allah’ın emriyle çarpıntıdan kurtulur. Bunun için Urfa halkında çarpıntı olmayıp sağlam olurlar.”

Şanlıurfa Rızvaniye Camii

RIZVANİYE CAMİİ

Halil-ül Rahman Gölünün kuzey kenarı boyunda bulunur. Harim kapısının üzerindeki kitabede: “Osmanlıların Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından, 1736 yılında yaptırıldığı yazılıdır.” Cami avlusunun üç tarafı, medrese odaları ile çevrilidir.

Cami, Bizans dönemine ait St. Thomas Kilisesi yerine inşa edilmiştir. Enine, dikdörtgen planlı yapı, mihrap duvarı boyunca sıralanan üç kubbe ile örtülüdür. Üç gözlü, son cemaat yeri, önde iki sütuna, yanlarda duvarlara oturan üç kubbe ile örtülüdür. Yanlardaki kubbeler, yarım kubbeyle örtülmüştür.

RIZVANİYE MEDRESESİ

Balıklı göl kıyısında yürüyerek ilerlediğinizde, medreseye ulaşırsınız. Rızvaniye camii avlusunu çevreleyen, önleri revaklı odalardan oluşmaktadır. Avlunun kuzeyindeki dershane-mescidin güneye bakan cephesi üzerindeki kitabede: “ Medresenin Ahmet Paşa tarafından, 1736 yılında yaptırıldığı yazılıdır.”

Rızvaniye camiinin harim kapısı üzerindeki kitabede de, caminin 1736 yılında yapıldığı yazılıdır. Yani; cami ve medrese, aynı tarihlerde yapılmıştır.

Medresede, inşa malzemesi olarak kesme düzgün taş kullanılmıştır. Avlunun kuzey kenarı ortasındaki kubbeli dershane mescit hariç, medresedeki tüm odalar, beşik tonozlarla örtülüdür.

Avlunun güney kenarındaki caminin sağında, beşik tonozlu üç oda, solunda büyük bir oda var. Avlunun doğu kenarında, 7 oda var. Kuzey kenarında, ortada eyvan, eyvanın doğusunda 7 oda, dershane mescidin batısında 8 oda var.

Tüm odalar: ocak nişlidir. Medresenin mutfağı, avlunun kuzeybatı köşesinde, tuvaletleri kuzeydoğu köşesindedir.

Cami ve dershane mescit arasındaki seki, yazlık namazgah olarak yapılmıştır. Sekinin güneyine bitişik kare bir havuz var. Medrese avlusu, çiçeklik ve bahçe olarak dekore edilmiştir.

Şanlıurfa Mevlid-i Halil Camii

MEVLİD-İ HALİL CAMİİ

Mevcut kitabeler, onarım devirlerine ait olup, yapının inşa tarihi net olarak bilinmemektedir. Külliyedeki kitabelerin en eskisi: İbrahim Peygamberin doğduğu mağaranın giriş kapısı üzerindeki, 1808 tarihli kitabedir. Ancak, daha 1523 yılında, burada bir zaviyenin bulunduğu bilinmektedir.

Mevlid-i Halil Camii, İbrahim Peygamberin doğduğu mağaranın batısına bitişik olarak yapılmıştır. Harim kapısı üzerindeki kitabede: caminin, 1852 yılında, Mahmut Ağa tarafından onarıldığı yazılıdır. Avlunun güney doğusundaki iki odadan biri, 1855 yılında Ahmet Bican Paşa tarafından, diğeri 1885 yılında Derviş Musa tarafından yaptırılmıştır.

HZ.İBRAHİM PEYGAMBERİN DOĞDUĞU RİVAYET EDİLEN MAĞARA

Şehir merkezinde, Mevlid-i Halil Camii yanındadır. Şanlıurfa’nın en çok turist çeken ve Dergah da denilen bu mağaranın yakınında: mescit, hücre ve havuzlarla birlikte, küçük bir cami ve önünde havuzlu avlusu bulunmaktadır. Burada: Hz. Muhammed’in sakalından bir teli saklanmaktadır.

Ayrıca: Hz. İbrahim’in doğduğu mağara içinde bulunan su, ziyaretiler tarafından ve özellikle yerli halk tarafından şifalı olduğu düşüncesiyle içilmekte ve hatta şişelere doldurulup götürülmektedir. Dergah, dini turizm potansiyeli açısından önemlidir. Mağara, zaman içinde yapılan düzenlemeyle, Mevlid-i Halil Cami avlusu içine alınmıştır.

İçinde, su da olan mağaranın: sinir ve ruh hastalarına iyi geldiği de öne sürülmektedir. Bir kapıdan bu mağaraya girmek mümkündür. Buraya girdiğinizde: mağara içinde bir su kaynağı göreceksiniz.

Buraya: zincirlerle bağlı su kapları ile akan çeşmeden su içebilirsiniz. Ama: diğer çeşmede olduğu gibi burada da herkes tarafından kullanılan kupalar var. Buraya giren zaten yardım parası veriyor, buraya plastik bardak alınsa sanırım iyi olur. Bu suyu mutlaka için, gerek tadı ve gerekse mistik havası ve geçmişe dayalı efsanelerdeki gücü nedeniyle, bu sudan mutlaka için.

Şanlıurfa Fırfırlı Camii-Kilise

FIRFIRLI CAMİİ( KİLİSE)

Vali Fuat Bey caddesin üzerindedir. Halk arasında: Fırfırlı Kilise olarak da anılmaktadır. Yapının esas adı ise; On iki Havari Kilisesidir. Kitabesi bulunmadığından, yapılış tarihi bilinmemektedir.

Yapı: apsise dikey üç nefli bazilikal plandadır.

Orta nef: dört tromplu kubbe, yan nefler dörder çapraz tonozla örtülüdür. Yan neflere nazaran daha geniş tutulan orta nefin girişten itibaren üçüncü kubbesinin kasnağı, 24 adet pencerelidir.

Yapıdaki kubbe ve tonozlar, ortada bazalt taşından yapılmış mukarnas başlıklı yuvarlak sütunlara, yanlarda duvara bitişik olarak kesme taştan yapılmış yarım sütunlara otururlar. Yarım sütunlar dış cephelerde de birer dekorasyon unsuru olarak görülür.

Apsis, camiye çevirme işlemi sırasında doldurularak pencereye dönüştürülmüştür. Apsisi ve iki yanında bulunan pastoforion hücreleri dışarıdan çıkıntı halindedir. Batı cephesindeki giriş kapısı; içeriden yarım kubbeli, dış cepheden sivri kemerli olup, pembe mermer taşından yapılmıştır.

Kapının üzerindeki Dabbakhane Camindeki mürebbireyi andırır biçimde, üç cepheli ve üç pencereli bir balkon var. Urfa’daki diğer kiliselerde rastlanılan nartheks ve gynakaion bölümleri, bu yapıda yok.

Yapının, özellikle batı cephesindeki ve köşe kulelerindeki muhteşem taş işçiliği dikkat çekici. Kilise, camiye çevrilirken, güneydeki pencerelerden biri, mihrap haline getirilmiş ve güney duvarının ortasında bulunan yarım sütunun önüne, taş minber yapılmış.

Mihrap üzerinde yer alan kitabede; “Kilisenin, 1956 tarihinde camiye çevrildiği “ anlaşılmaktadır. Kilise, camiye çevrilmeden önce, bir süre cezaevi olarak da kullanılmıştır.

Şanlıurfa Eyyüp Peygamber Mağarası ve Kuyusu

EYYÜP PEYGAMBER MAĞARASI VE KUYUSU

Sabır Peygamberi Hz. Eyüp’ün hastalık çektiği mağara ve kutsal suyundan yıkanarak şifa bulduğu kuyu, Urfa şehir merkezinin Eyüp Peygamber semtinde bulunuyor. Şanlıurfa’nın bilinen adak yerlerinden biridir.

Eyüp Peygamber, bu mağarada, 7 yıl, şiddetli bir hastalık çekmiştir. MS. 460 yılında: Piskopos Nona tarafından, Eyüp Peygamber kuyusunun, cüzamlı hastaları iyileştirdiğinin keşfedilmesi üzerine, hastalar, bu kuyunun suyu ile yıkatılarak sağlıklarına kavuşturulmuşlardır.

Bu kuyunun batısında, kayalara oyulmuş ve Hamam diye anılan bir mekanın bulunması da; burada bir tedavi merkezi olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. İsa’nın Urfa Kralına gönderdiği mucizevi mendili, bir hırsız tarafından çalınarak Eyüp Peygamber kuyusuna atılmıştır.

Bu olay: 1145 yılında, Urfa’yı alan İslam Komutanı İmadeddin Zengi’ye, Süryani Kilisesinin reisi Basil Bar Şumana tarafından, şöyle anlatılır.” Urfa’yı ziyarete gelenlerden birisi, Hz. İsa’nın mendilini çalar ve cebine koyar.

Kosmas Manastırında geceleyen ziyaretçinin cebindeki bu mendil, karanlıkta ışık ve nur saçmaya başlar.

Yanmaktan korkan hırsız, mendili Eyüp Peygamber kuyusuna atar. Kuyudan, güneş misali bir ışık çıkar, kuyunun içini-dışını aydınlatır. Böylece, mendil bulunarak kuyudan çıkarılır ve manastırdaki yerine iade edilir.”

Halk arasında, bu olay Ulu Camideki kuyular için de anlatılmaktadır.

Şanlıurfa Hasan Padişah Camii

HASAN PADİŞAH CAMİİ

Akkoyunlu Devleti hükümdarı Sultan Uzun Hasan tarafından yaptırılmıştır. Uzun Hasan, bir süre Urfa’da kalmıştır. Bu camiyi: 1470’li yıllarda, Toktemur Camiine bitişik olarak yaptırmıştır. Çok kubbeli camiler gurubuna giren bu cami, kıble duvarı boyunca sıralanmış tromplu 3 büyük kubbe ile örtülüdür.

Dikdörtgen bir plana sahiptir. Son cemaat yeri, önde payeler üzerine oturan çapraz tonozlarla örtülü, sekiz gözlüdür.

Doğu baştaki göz: Toktemur Mescidi önüne rastlar. Avlunun kuzeyinde bulunan minare; 1859 tarihinde, Halil Bey tarafından tamir ettirilmiştir. 1960’larda, avlu kemerli ihata duvarı ile çevrilmiştir.

Şanlıurfa Ulu Cami

ULU CAMİ

Ulu camideki mevcut kitabeler: onarım devirlerine ait olup, inşa tarihi tam olarak bilinmemektedir.

Nurettin Zengi tarafından tamir ettirilerek, bugünkü şeklini alan “Halep Ulu Cami” ile benzer bir plan gösteren Urfa Ulu Caminin Zengiler zamanında yaptırılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Urfa şehir merkezindeki en eski camilerdendir.

Şanlıurfa Hızmalı Köprü

HIZMALI KÖPRÜ

Karakoyunlu deresi üzerindedir. Urfa’daki köprülerin en güzellerindendir. Halk arasında anlatıldığına göre: Karakoyunlu Türk Beyliği hükümdarlarından birinin kızı Sakine Sultan tarafından, hac yolculuğu sırasında yaptırılmıştır.

Köprünün orta ayağının doğu cephesindeki kitabede: “ 1843 yılında tamir ettirildiği yazılıdır.” Sakine Sultanın ve çocuğunun mezarı, dere üzerindeki su kemerinin kuzeyindedir.

YOL GÖSTEREN ÇEŞMESİ

Şehir merkezindedir. İpek yolu ile Diyarbakır yolu kavşağındaki park içindedir. I. Dünya Savaşında Çanakkale’de savaşan Urfalı askerlerin anısına, 1917 yılında yaptırılmıştır.

Abidenin üzerinde: Kafkas yolu, Ankara yolu, Bağdat Demiryolu ve şehir merkezine giden Mustafa Kemal Paşa caddesini gösteren kelimeler bulunmaktadır. Abidenin alt kısmı; dört cepheden çeşme olarak kullanılmaktadır.

Şanlıurfa Harb-ı Umumi Şehitler Abidesi

HARB-I UMUMİ ŞEHİTLER ABİDESİ

Şehir merkezindedir. Hükümet konağı önündeki kavşakta görülebilir. I. Dünya Savaşının bütün cephelerinde, savaşa katılmış Urfalı şehitler ve gazilerin anısına, 1917 yılında yaptırılmıştır.

Şanlıurfa Urfa Evleri

URFA EVLERİ

Urfa evlerinin gelişiminde: iklimin, kalker taşının, İslami inanışların, Urfa aile hayatının, yaşamının tamamını evinde geçiren kadına, onun sıkılmayacağı geniş ve ferah bir ortam yaratılması düşüncesiyle ve sosyal gelenekler değerlendirilerek yapılmıştır.

Urfa’nın sıcak iklime sahip olması: evlerin avlulu, kışlıklı ve yazlıklı, eyvanlı, odaların kalın duvarlı ve tonoz örtülü toprak damlı yapılmasında etkili olmuştur. Çevredeki dağlardan kesilen taşlar işlemeye elverişlidir. Bu yüzden, mimaride, hakim malzeme olarak bu taşlar kullanılmıştır. Yakın çevrede; yüzlerce yıldan bu yana işletilen antik taş ocakları bulunmuştur.

Müslümanlığın getirdiği yaşam tarzına uygun olarak, evler: haremlik ve selamlık olarak iki bölümden oluşur. Selamlık bölümünde: küçük bir avlu, bir veya iki oda, eyvan, konukların ve hayvanların barınacağı büyük bir ahır ve tuvalet bulunur.

Haremlik bölümünde: bu bölüm oldukça zengin planlanır. Avlusunun kuzey tarafında: cephesi güneye bakan ve kış aylarında güneş alan kışlık eyvan ve iki yanında birer oda bulunur. Avlunun güney tarafında: cephesi kuzeye bakan ve yaz aylarında güneş almayan yazlık eyvan ve iki yanında odalar bulunur.

Avluyu çevreleyen mekanlar arasında: kiler, mutfak ve hamam bölümleri bulunur. Geleneksel Urfa evlerinde: hayat denilen avlunun önemli bir yeri vardır. Düzgün kesme taş döşeli hayatın ortasında; mermer bir havuz, kuyu, yalak ve içinde: incir, dut, nar, portakal, kebbat, annep, zakkum, asma gibi ağaçlardan biri veya birkaçı bulunan çiçeklik var.

Çiçeklik, aynı zamanda çöpe atılması günah olan sofradaki ekmek kırıntılarının silkelendiği yerdir. Avluyu çevreleyen duvarların dama yakın kısımlarında, dikdörtgen nişler şeklinde yapılan kuş evlerinde yaşayan kuşlar, çiçeklikte bulunan bu ekmek kırıntılarıyla beslenirler.

Bu özellik taşıyan evleri görebileceğiniz yerler şunlar: Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, Şurkav Kültür Evi, Sabık’ın Köşkü ve Halepli Bahçesi.

Şanlıurfa Bedesten-Kapalı Çarşı

BEDESTEN (KAPALI ÇARŞI)

Gümrük Hanın güneyine bitişik, bir çarşıdır. Bu çarşıda: mahalli kadın ve erkek giysileri, yaşmak, puşu gibi baş örtüleri satılmaktadır.

SİPAHİ PAZARI

Bedestenin batısına bitişik, kapalı bir çarşıdır. Bu çarşıda: halı, kilim, keçe gibi yaygılar ile kürk ve heybe gibi geleneksel el sanatları ürünleri satılmaktadır.

MİLLET HANI

Şehir surlarının Samsat kapısı dışındadır. Şehre gelen kervanların şehre henüz girmeden konaklamalarını sağlamak amacıyla inşa edilmiştir. İnşa tarihi bilinmemektedir. Kapladığı alan bakımından, Türkiye’nin en büyük hanlarındandır.

Kesme taşlardan inşa edilmiş olan yapımın geniş avlusunun çevresinde, ortasından kalın payelerle bölünmüş, birbiriyle bağlantılı, çapraz tonozlarla örtülü, arka duvarlarında yemlikler bulunan geniş mekanlar var.

Tavanda: zikzak biçiminde havalandırma delikleri var. Bu mekanlar: yer yer aralarında duvarlara bölünerek odalara dönüştürülmüş. Avlunun güney kenarının doğu kesimi yıkılmış olup, toprak dolguludur.

“Alman Yetimhanesi” olarak kullanılan yapının, eski fotoğraflarında, iki katlı olduğu ve güney cephesinin batı köşesindeki portal üzerinde bir kitabe ve bunun sağında ve solunda birer aslan kabartmasının bulunduğu görülüyor. İkinci kat: günümüzde tamamen yıkılmış.

Şanlıurfa Göbekli Tepe

GÖBEKLİ TEPE

Şanlıurfa’nın 20 km. doğusunda, Örencik Köyü yakınlarındadır. Evet, Nisan 2013 tarihinde buraya yaptığımız ziyarette: bu muhteşem arkeolojik alanda, sadece yaşlı bir yöre insanının bulunduğunu görünce hayretler içinde kaldım.

Hoş: büyük boyutlu taşların taşınması, çalınması gibi bir durum söz konusu olamaz diye düşünüyordum, peki ya zarar verilirse? İnanılır gibi değil, tam bir tarih hazinesi. 12 bin yıllık geçmiş, burada kaderine terk edilmiş gibi, umarım bir yetkili bu satırları okur ve Göbekli tepe de önlem alınır,  kalıntılar koruma altına alınırlar.

Değerli okurlarım: bu satırları yazmamın üzerinden bir yıl geçti ve ben: Mayıs 2014 tarihinde yine Göbekli Tepe’ye gittim. Öncelikle burada yani kazı yapılan alanda gerekli tedbirler alınmış. Çevreye tel örgü çekilmiş, alanın üstü kapatılmış, ören yeri girişine resmi bir görevli konulmuş.

Umarım; ben ve benim gibi gezginler, buraları gezdikçe ve aksaklıkları tespit ettikçe ve buralarda yazdıkça, yetkililer önlem alacaktır ve arkeolojik hazinelerimiz, Osmanlıdan gelen “taş bunlar, sadece taş” mantığından kurtulacak, talan edilmekten kurtulacaklardır.

Evet: Göbekli Tepe ile ilgili en son ve güncel bilgilerimi, notlarımı, yorumlarımı okumak isterseniz: yine bu sitede, tamamen buraya ait bir yazımı bulabilirsiniz.

Şanlıurfa Göbeklitepe

Şanlıurfa Soğmatar Harabeleri

SOĞMATAR HARABELERİ

Şehre, 35 km. uzaklıktadır. Şanlıurfa-Mardin karayolunun 35’nci km. sinde, Mercihan Nahiyesinin ilerisinde, sağa ayrılan 30 km. lik şose yol, Tektek Dağları arasından sizi Soğmatar kentine götürür. Kentin, Şanlıurfa kentine toplam uzaklığı: 65 km. dir.

Sumatarla (Yardımcı) Soğmatar kelimelerini, birbiriyle karıştırmamak gerekir. Sumatar, Şanlıurfa-Akçakale yolu üzerinde, 29’ncu km. Şanlıurfa’dan uzaklıkta, ilin güneyine düşer. Soğmatar ise, Şanlıurfa-Mardin istikametindedir.

Şanlıurfa Soğmatar Harabeleri

Soğmatar: MS.1 ve 2’nci yüzyıllarda: Süryaniler tarafından iskan edilen bir höyük ve bunun üzerinde, MS.11’nci yüzyıla ait: kale, burç ve kalıntılarıyla, köy içerisinde dini yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Kökü, Harran Sin kültürüne dayanan Sabiizmin ve baş tanrı Marilaha’nın kültür merkezi olarak biliniyor. Buranın en önemli kalıntısı: baş tanrı ve mukaddes gezegenlere ibadet edilerek, kurban kesilen açık hava mabedi.

Kayadan oyma, diğer bir mağara mabedin duvarlarında, o dönemden kalma yazılar ve gezegenleri tasvir eden insan rölyefleri var. Ayrıca: kalenin batısında bulunan açık hava mabedi üzerindeki kayalarda: tanrıları tasvir eden insan rölyefleri ve Süryanice yazıları işlenmiş. Soğmatar’da, Roma dönemine ait çok sayıda kaya mezarı bulunmaktadır.

Bunlardan en önemlisi: anıt mezar özelliği taşıyan, üç tanesi köyün kuzey batısındadır.

KARAALİ KAPLICASI

Şanlıurfa Valiliğinin yaptırdığı jeolojik raporlara göre: kaplıca suyunun sıcaklığı: 41-49 derece arasındadır. Yüksek sıcaklıktan dolayı, su kaplıca tesislerinde ısısı düşürülerek kullanılmaktadır. Kaplıca tesislerinin yanında bulunan seralar, bu su ile ısıtılmaktadır.

Yapılan araştırmalarda, büyük bir sera alanının ısıtılabileceği ortaya çıkmıştır. Sıcak su eşanjör sistemiyle ısıtmada kullanılıp, kaplıcaya verilmektedir. Kaplıca suyu: özellikle, romatizmal hastalıklar, deri hastalıkları ve böbrek taşlarında etkili olmaktadır.

Özel İdare tarafından yaptırılan tesiste: 32 oda ve 100 yatak kapasitesi bulunmaktadır. Ayrıca, yapımı tamamlanan 54 odalı apart otel, hizmete başlamıştır.