İskenderiye, Roma dönemi

İskenderiye

Roma ve Constantinopolis’ten sonra İskenderiye, Antakya ve Kartaca; Antikçağda iki başkentten sonra Akdeniz havzasının en büyük kentleriydi.

Eskiçağ kentlerinin nüfus rakamları üzerinde ihtiyatlı bir inceleme: İskenderiye’nin 200.000 ile 400.000, Antakya’nın ise 150.000-300.000 arasında bir nüfusa sahip olabilecekleri düşünülür.

İskenderiye ve Kartaca’nın iki başkente tahıl sevkiyatının yapıldığı limanlar olması tesadüfi değildir.

Bu olgu, sayısız denizci, tüccar, hamal, nakliye işletmecisi, gemi sahibi, bürokrat ve iş adamı için garantisi anlamındaydı.

Onun için her iki kent devasa ticaret ve hizmet merkezleriydi.

Ayrıca bu kentlerden her yıl büyük miktarlarda tahıl geçmesi, her iki kentin ağır kıtlıkla karşılaşmayacağı ve diğer liman kentlerinden çok daha büyük olan kendi kent nüfuslarını besleyebilecekleri anlamına geliyordu.

Ammianus, 370 yılında bir kıtlık anında, Roma’ya gönderilecek tahılın bir kısmını Kartaca halkına satan Afrika Valisi Hymetius örneğini aktarmaktadır.

Geç Roma dönem İskenderiye’si: fevkalade düzensizdir.

Erken Kilise Babalarının bıraktığı zengin yazılı kaynaklar sayesinde, dinsel politikalar hakkında, papirüs belgeler sayesinde ise idari uygulamalar üzerine çok iyi bilgi sahibi olunmasına rağmen, İskenderiye’nin ilk kiliselerinden günümüze hiçbir şey kalmamıştır.

Doğrudan bu kentten gelen hiçbir papirüs belge olmadığı gibi çok az yazıt vardır.

Kent, VII yüzyıldan önce hiç savaş alanı veya askeri bir faaliyetin merkezi olmadı, ya da büyük bir kuşatmaya maruz kalmadı.

Bundan dolayı, o dönemin tarihçilerinin eserlerinde, sadece ara sıra ortaya çıkmaktadır.

İskenderiye’nin sosyal ve ekonomik tarihinin çoğu kara bir delikte kayboldu.

Kıyıya yakın Pharos adası tarafından korunan iki liman, kentin Nil deltasının batı ucundaki yerleşim yeri, Yunan-Roma dünyasının en bereketli ve üretken zirai bölgesi olan Nil vadisiyle, Akdeniz suyolu arasında  doğal bir değişim noktası yaptığı için seçildi.

Büyük bir kanal, İskenderiye’yi ve limanlarını, Nil’in batı ucuyla birleştiriyordu ve güneydeki Mareotis gölünün sığ suları, İskenderiye’yi çölden ayırıyordu.

Kentin büyük Serapis tapınağıyla birleşen yarım km uzunluğundaki hipodromu, Nil kanalının kavisiyle çevriliydi.

Kent, doğudan batıya 5 km uzunluğunda ve 2 km genişliğindeydi ve 15 km lik bir savunma sur sistemiyle çevriliydi.

Doğudan batıya uzanan ana cadde boyunca kazılar, kent planının merkezi adalarından birisini tespit etmiştir.

MS I ve II yüzyıla ait geniş evler, III yüzyılda büyük oranda zarar görmüş ve erken IV yüzyılda terk edilmiştir.

Bunların yerini ayni yüzyılın ortalarına doğru kamu yapıları almıştır.

Bu yapılar arasında küçük bir tiyatro, ders salonu olarak belirlenen iki dinlenme salonu ve bir halk hamamı binası vardı.

VII yüzyıla kadar muhafaza edilen bu yapılar, İskenderiye’nin meşhur olduğu kültürel ve eğitim faaliyetlerinin bir kısmının ortamı olmalıydı.

Antikçağ boyunca İskenderiye’nin okulları ve yeri hiçbir zaman tespit edilemeyen ünlü kütüphanesi, yeniyetme filozofları, halk hatipleri, ilahiyatçıları ve doktorlar için bir mıknatıstı.

Kent, hem pagan hem de Hıristiyan gelenekte kültürel bir dinamoydu.

İskenderiye, I Theodosius döneminde augustalis makamı tesis edilinceye kadar, Mısır praefectusunun ikamet yeriydi.

Bilindiği kadarıyla kenti ziyaret eden tek Geç Antikçağ İmparatoru, Yukarı Mısır’da ve Etiyopya’da Roma idaresini yeniden tesis etmek ve Domitius Domitianus’un yol açtığı iç isyanı bastırmak için sefer düzenleyen Diocletianus idi.

Eskiçağ dünyasının bilinen diğer kalabalık merkezlerine nazaran bu bir güç boşluğu anlamına geliyordu.

Aşağı Mısır’da bulunan Roma garnizonlarının askeri müdahaleleriyle bastırılmak zorunda olan kent içi huzursuzluklar, isyan ve diğer büyük rahatsızlıklar, İskenderiye tarihinin depreşen bir niteliğiydi.

Kilise liderleri, teolojik ve diğer davalarına destek sağlamak için toplumsal ağları harekete geçirebiliyorlardı ve IV ve V yüzyıllarda büyük dinsel çatışmalar vardı.

Ptolemaios hanedanı tarafından inşa ettirilen ve Severuslar döneminde Romalılar tarafından genişletilen Yunan-Mısır tanrısı Serapis’in devasa tapınağı, güneybatı köşesinde kentin inşa edildiği alçak tepelerin birisini işgal ediyordu.

Kuzeye heptastadion diye bilinen yere doğru çıkan yol boyunca, 1 km uzunluğunda dolgu yol, batı limanını doğudan ayırıyordu.

Tapınak alanında tek bir uzun sütun üzerinde, Roma gücünün bir odak noktası olarak görülen Diocletianus’un bir heykeli yükseliyordu.

 

Ammianus Marcellinus, Serapis tapınağını şöyle betimlemiştir.

“Görkemi öyleydi ki sadece kelimelerle anlatmak haksızlık olurdu, fakat büyük sütunlu salonları ve sahici gibi duran heykellerin çokluğu ve diğer sanat eserleri, bu tapınağı, çok eskiden beri Roma’nın ölümsüzlüğünün sembolü olan Capitolium’dan sonra bütün dünyadaki en muhteşem yapısı haline getiriyordu.”

 

Serapis Tapınağının tahrip edilmesi, Eskiçağ paganizminin çökertilmesine ilişkin Hıristiyan anlatıda iz bırakan anlardan birisidir.

İskenderiye Piskoposu Theophilus, 391-92 yılında kentteki bir Dionysos tapınağını kiliseye dönüştürme izni için, İmparator Theodosius’a başarılı bir müracaatta bulundu.

Hıristiyan bir güruh, tapınağın en kutsal alanına saldırdı ve orada buldukları falluslar ve diğer pagan sembolleri eğlence konusu yaptılar.

Paganlar, Hıristiyanların bazılarını öldürerek, yaralanan bazılarını da davarla çevrili Serapis tapınağına kapatarak çok sert tepki verdiler.

Bunu bir kuşatma takip etti.

Dışarıdaki Hıristiyanlar, Roma askerlerinin kumandanı olan dux Aegyti’den ve prafectus Euagrius’dan destek aldılar.

Kuşatma altındaki paganlar, pagan dini simgelerinin tahrip edilmesinin gökyüzünde ikamet eden kadim tanrıların gücüne zarar vermediğini izleyicilerine anlatan Filozof Olympius tarafından cesaretlendiriliyorlardı.

Hıristiyan kayıplarının raporları, İmparator Theodosius’a ulaştırıldığı zaman, İmparator onları şehit ilan etti ve paganları suçlayan fermanının giriş sözleri, Hıristiyan kalabalık tarafından coşkulu tezahüratlarla selamlandı.

Kalabalık, kapıdaki korumalara saldırmak için harekete geçti ve tapınağı zorla ele geçirdi.

I Theodosius’un son yıllardaki dinsel hoşgörüsüzlüğünün zirvesini temsil eden Serapis tapınağının yıkılması, pek çok pagan entellektüelini İskenderiye’den kaçmaya zorladı.

Bir kuşak sonra, İskenderiye Piskoposluğunda Theophilus’un halefi olan yeğeni Cyrillus’un kışkırtmasıyla, aynı vahşi sahneler yankılandı.

Cyrillus, taraftarlarını önce 414’de Yahudilere karşı ve ondan sonra kentteki pagan entellektüellerine karşı harekete geçirdi.

Yahudiler, Şabat günü tiyatro gösterilerine katılarak düşmanlıkları kışkırtmışlardı.

Yahudiler, Cyrillus’un karışıklık çıkarma heveslisi bir destekçisi tarafından şiddete zorlandılar.

Mısır praefectusu Orestes, provokatörü tutuklattı.

Olayın akışı sırasında iddiaya göre, Yahudiler bir kiliseyi yakmak için kumpas kurdular ve Cyrillus karşı hamle olarak, vali Orestes’in gözünü korkutmak ve Yahudi Sinegoglarına Hıristiyan saldırılarını organize etmek için bu fırsatı kullandı.

Çok sayıda Yahudi öldürüldü.

Yahudilerden en azından bir kısmının Cyrillus ile Orestes arasındaki güç mücadelesinin istemsiz kurbanları olduğu anlaşılmaktadır.

Ertesi yıl, 500 kişilik bir keşiş gurubu, prafefectusun at arabasının yolunu kesti ve onu taşa tuttu.

Diğer İskenderiyeliler praefectusu kurtarmak için yardıma koşup olayın faallerinden birisini ele geçirerek sorgu sırasında ölümüne işkence ettiler.

Ertesi yıl Hıristiyan vahşeti en meşhur kurbanlarından birisi olan Filozof Hypatia’yı aldı.

Hypatia, Serapis tapınağı yıkıldığı zaman İskenderiye’yi  terk eden Platoncu Theon’un kızıydı.

Hypatia, vali Orestes’in güvenilir sırdaşlarından birisi olmuştu ve bundan dolayı valinin kendisi de pagan olmakla suçlanıyordu.

Bir kilisede okuyucu olan Petrus adlı birisinin liderlik ettiği Hırıstiyan çete, Hypatia’yı zorla arabadan indirerek, eski imparatorluk tapınağının üzerine inşa edilmiş kentin ana kilisesine sürükledi.

Hypatia’yı orada kırık kiremit yağmuruna tutarak öldürdüler.

Hypatia’nın cesedi parçalandı ve yakıldı.

Kilise tarihçisi Socrate, bu vahşeti eserinde proteste etmekteyse de Cyrillus büyük oranda suçsuz bulundu ve kurtuldu.

İskenderiye’deki bu hadiselerin tarihsel anlatıları, olayların nedenleri hakkındaki pek çok soruyu açık bırakmaktadır.

Fakat olayların sosyal bağlamına ilişkin açık bir anlam sunmakta ve mahalli politikaların acımasızlaşmasını göstermektedir.

Kent piskoposları, proletarya arasındaki eğitimsiz destekçilerinin yardımına başvurabiliyorlar ve bunlar fanatik bir davada aşırı şiddet kullanmakta tereddüt etmiyorlardı.

Eğitimli bir azınlık olan İskenderiye kent konseyinin üyelerinin 416 yılında piskoposun destekçi çetesi parabalaninun vahşetine karşı imparatora müracaat etmeleri anlamlıdır.

II Theodosius sadece, gelecekte parabalaninun sayısının beş veya altı yüz kişiyle sınırlandırılmasını emrederek karşılık verdi.