Gezici misafirlerimiz için Hamburger ile ilgili küçük bir not.
Yurt dışında bir çok ülkede, malum Türk yemek kültürüne alışmış bizler için, tamamen farklı yemekler gündeme gelmekte.
Özellikle, yediklerimiz içinde gerek dini ve gerekse sindirim sistemimizin kabul etmediği domuz eti ve yan ürünlerinin bulunup bulunmadığını öğrenebilmek, bizler için büyük handikap ve çoğu zaman bunu tam olarak öğrenme şansımız olmuyor ve yediklerimiz sindirim sistemimizi olumsuz olarak etkiliyor ve gezilerimiz felakete dönüşüyor.
Domuz eti bulunup bulunmadığın soruyoruz, yok deniyor, ama domuz yan ürünleri örneğin domuz yağı oluyor ve elbette sindirim sistemimiz alışkın olmadığından tatilin bir bölümünü tuvalette geçirmek zorunda kalıyoruz.
Bu yüzden: yurt dışında bence en sağlam öğün dünyaca ünlü zincir marketlerin bayilerinde hamburger yemektir. Çünkü bunlarda temel ilke olarak asla domuz eti ve yan ürünlerinin kullanılmadığını duydum. Çünkü Yahudiler de domuz eti ve ürünlerini asla yemezler.
Evet: Vatikan, dünyanın en küçük bağımsız ülkesidir ki, toplam yüzölçümü, yalnızca 4 km. karedir. Yani: 2 x2 km. lik bir yüzölçümü bulunmaktadır.
Devlet başkanı “Papa” dır. Yüksek duvarlarla çevrili alan içinde bulunan Vatikan devleti toprakları içinde yaklaşık 5000 kişi yaşamaktadır ve bunların çoğu din ağırlıklı insanlardan oluşmaktadır.
Öte yandan: dünya üzerinde kişisel geliri en yüksek ülkelerden birisidir, çünkü dünya üzerinde bütün Katolik toplumlarında: her yıl, kişiler gelirleri ölçüsünde kiliseye para yardımında bulunmaktadırlar ki, bu yardımların büyük bölümü Vatikan’a aktarılmaktadır.
Evet, burası, bir köy gibi düşünülebilir: marketler, okullar, lojmanlar bulunur.
Hatta: konsolosluklar bulunmaktadır ki, Roma şehrinde, her ülke: İtalya ve Vatikan için iki konsolosluk bulundururlar.
Ofislerde ve resmi binalarda çalışanlar her gün Vatikan’a girip-çıkarlar ancak yabancı ziyaretçiler yani turistler, yalnızca iki yere: Sen Pietro Kilisesine ve Vatikan Müzesine girebilirler.
Eğer tur acentası ile gitti iseniz: Manastırın bahçesinin hemen yanında, kapalı bir otoparka bırakılan otobüslerden inip, yürüyen merdivenlerin de bulunduğu, kısa bir yürüyüş yaparak, önce Manastırın bahçesine geliyorsunuz.
Burada: uzunca bir kuyruğa-sıraya girmeniz gerekiyor ki, bu sıra: güvenlik kontrol sırasıdır. Buraya giderken, yanınızda büyük çanta-koli gibi eşyalar bulunmamasına dikkat etmenizi öneririm, çünkü içeriye sokmuyorlar, ama ücretsiz emanet dolapları var, boş emanet dolabı bulabilirseniz, bu tür, içeri sokulmayan çanta-kolilerinizi koyabiliyorsunuz.
Öte yandan: eğer kafile ile gitti iseniz: içeri girerken, ücreti karşılığı mikrofon-kulaklık seti almanız gerekiyor.
Rehber, mikrofon ile bir şeyler söylediğinde, aranızdaki mesafenin bir anlamı olmadan, söylediklerini kulaklığınızdan duyabiliyorsunuz.
Bu kulaklıklar hakkında duyduklarıma göre: kulaklık ihalesi yalnız bir firmaya verilmiş ve firma, yine söylenenlere göre, bu kulaklıkların kiralanması ihalesinden, yıllık, milyonlarca dolar para kazanıyormuş ve bu paranın bir kısmının Vatikan idaresiyle paylaşıldığı söyleniyor.
Neyse: biz gezimize devam edelim Vatikan bölgesine kendi başınıza giderseniz, metro hattını tercih edip, kısa bir yürüyüş ile gerek kilisenin ve gerekse müzenin bulunduğu yere ulaşabilirsiniz.
Güvenlik kontrolünden geçtikten ve mikrofon-kulaklıkları teslim aldıktan sonra kilisenin içine giriliyor.
Vatikan San Pietro ManastırıVatikan San Pietro ManastırıVatikan San Pietro Manastırı
SEN PİETRO MANASTIRI
Hz. İsa, Kudüs şehrinde Roma askerleri tarafından çarmıha gerildikten sonra, Aziz Sen Paul ile birlikte, oradan ayrılarak Roma’ya gelen, Hıristiyan dininin ruhani lideri ve aynı zamanda Hz. İsa’ya vaftizci Yahya ile birlikte ilk inanan olan; Aziz Petrus: burada Hıristiyanlığı yayma faaliyetlerini sürdürürken, yine Romalı askerler tarafından yakalanır ve MS.64 yılında; kendi isteği üzerine, baş aşağı çarmıha gerilir.
Çünkü: kendisinin İsa’dan daha değersiz olduğunu düşünmektedir. Ama, aynı zamanda, Katoliklerin ilk papası olarak kabul edilir. Bunun sebebi: biraz önce söylediğim gibi, İsa’ya ilk inanan olması ve beraberindekilerin en yaşlısı olmasıdır.
Takip eden süreçte: Hıristiyanlığın kabulü ile: Roma İmparatoru Konstantin: buraya yani Aziz Petrus’un çarmıha gerildiği yere, bir kilise yaptırır. Ancak: bu küçük kilise, zamanla yıpranır, harap olur ve yıkılır.
Bunun üzerine: Ortaçağ’a gelindiğinde: Papaların güç kazanması ile birlikte, Avrupa’daki tüm bağışlar toplanıp zenginleşilince, 1500’lü yılların başında, buraya yeni ve büyük bir kilise yaptırılmak istenir.
1506 yılında, dönemin Papası: yeni bir kilise yapımı için bir proje yarışması açar ve yarışmayı mimar “Bramente” kazanır. Bramente’nin ilk planı: yapının “Latin Haçı” şeklinde inşa edilmesidir. Latin Hacı: bildiğimiz “T” harfi şeklindedir ve Yunan haçından farklıdır. Çünkü: Yunan haçı: yani Ortodoksların kullandıkları haçın altı kısadır.
Latin Haçı şeklindeki dini yapılara: yukarıdan kuşbakışı bakıldığında: ancak, haç şekli görülebilir. Yapı: düzdür, kubbe tam ortadadır ve kubbenin iki kenarından yanlara doğru koridorlar açılır. Yunan ve Bizans dini yapılarında ise: kuşbakışı yukarıdan bakıldığında “+” işareti görülür, yani uzun kenar bulunmaz.
Özellikle: İstanbul-Ayasofya yapısında, Ortodoks özellikleri taşıması nedeniyle, uzun koridor bulunmaz. Ancak: her ne kadar Sen Pietro kilisesi, dünyanın en büyük dini yapısı ve kubbesi, dünyanın en büyük desteksiz kubbesi olarak bilinse de, unutulmamalıdır ki, Ayasofya, kubbesi daha dar ve alçak olmasına rağmen, bu yapıdan 1000 yıl önce yapılmıştır ve süreç, Ayasofya’yı önem bakımından öne çıkarmaktadır.
Bramente’nin planında: Latin Haçı kullanılacak şekilde düzenlenmiştir. Ancak: ölünce yerine mimar olarak Moderno atanır. Moderno: planları değiştirir ve kilisenin alt yani giriş koridorunu, Latin Haçı şekline uygun olarak uzatır, böylece dünyanın en büyük dini yapısı ortaya çıkar.
Evet
Moderno tarafından inşaat çalışmaları sürdürülürken, dönemin papası: Floransa’da ününü duyduğu Mighael Angelo’yu Vatikan’a çağırır ve kendisi için, bir mezar-lahit yapmasını ister. Ancak: Michael Angelo ile Moderno; anlaşamazlar ve aralarında çatışma yaşanır.
Moderno: Papayı “ölmeden mezarını yaptırmasının uğursuzluk getireceği” konusunda ikna eder ve bunun üzerine, Papa: Michael Angelo’yu: bu kez, Kilisenin arkasındaki “Sistine Şapeli” nin tavanını boyamakla görevlendirir.
Duvarları daha önce yine ünlü bir ressam olan Rafaello tarafından boyanan şapelin: kubbeler şeklindeki girintili-çıkıntılı tavanı, Michael Angelo tarafından, 4.5 yıllık süreçte ve tamamen yatarak boyanır.
Ancak: sanatçı, daha önce hiç fresk yapmamıştır ve Floransa şehrine giderek, arkadaşlarından bu yeni tekniği öğrenir. Fresk tekniğinde: resim yapılacak yüzey önce ince bir tabaka alçı ile sıvanır ve bunun üzerine, azami 7 günlük bir süre içinde: resim yapılmak zorundadır ve böylece: alçı su yerine boyayı içine çeker ve renkler ve renklerin canlılıkları yüzyıllarca korunmuş olur.
Evet: Michael Angelo: Sistine şapelinin tavanında, uzun uğraşlar sonucu, dünyanın en büyük eserlerinden birini ortaya çıkarmıştır. (Vatikan Müzesi’nin sonunda bulunan şapel: müze ziyaretçileri tarafından gezilebiliyor, Müze bölümünde ayrıntılı bilgi vereceğim)
Bu muhteşem güzellik üzerine: Papa, Michael Angelo’yu yeniden kilise inşaatında görevlendirmek ister, yalnız, kilise bitmiştir ve sadece kubbesi kalmıştır. Angelo: bu muhteşem kubbeyi yapmaya giriştiğinde, gözleri kördür.
Sistine Şapelini yaparken: tavandaki boyaların gözlerine damlaması sonucu, gözleri yüzde 95 oranında görmemektedir ki, zaten 1575 yılında öldüğünde, kubbe öğrencileri tarafından bitirilmiştir.
Vatikan San Pietro ManastırıVatikan San Pietro Manastırı
Evet, kilisenin en önemli özellikleri: kubbesi ve büyüklüğüdür.
Kubbe: biraz önce söz ettiğim gibi: Michael Angelo tarafından inşa edilmiş ve yüzyıllar boyunca; dünyanın en geniş çaplı ve desteksiz kubbesi olarak ayakta kalabilmiştir. Çapı: 57 metredir. Yerden yüksekliği ise, en tepedeki haç baz alınarak, 138 metredir.
Baş aşağı çarmıha gerilerek öldürülen Aziz Sen Paul’un mezarı: kubbenin üstündeki demir haçın, yere izdüşümü olan bölümde, toprağın birkaç metre altındadır. Arkeolojik çalışmalarda bu durum teyit edilmiştir.
Büyüklüğe gelince: bazilika, günümüz itibarı ile, dünyanın en büyük ibadet binasıdır. Ama, bunu değerlendirirken, kompleks yapılar değil de, yalnızca tek bina olarak değerlendirmek gerekir. Tek bina olarak düşünüldüğünde, dünyanın en büyük ibadet binası olarak önem kazanmaktadır. Çünkü: giriş kapısından itibaren, binanın sonuna kadar olan mesafe: 187 metredir.
Evet; 125 yıllık sürecin ardından, 1641 yılında kilisenin inşaatı tamamlanır.
Vatikan San Pietro Manastırı
Yapıyı dıştan incelediğimizde: Romanesk tarzın biraz yumuşatılmış halinin mimari de kullanıldığı görülür. En yukarıda: Hz. İsa ve her iki yanında 12 havarisinin heykelleri görülmektedir.
Kolonların üzerindeki bölümde ise: burası yapılana kadar yaşamış olan 374 aziz ve azizenin heykeli bulunmaktadır.
Bu heykellerin yanında: dört atlı, bronz heykel görülüyor. Bu heykel: 1204 yılında: İstanbul’a yapılan haçlı seferinde, İstanbul’un Latinler tarafından talan edilmesi sırasında çalınarak buraya getirilmiştir.
Ayrıca; binanın önünde, Papanın ayinini dinlemek üzere gelenler için ayrılmış bir sürü oturma sandalyesi var.
Binanın hemen önünde, iki büyük aziz heykeli var. Bunlardan bir tanesi Tarsuslu Azize ait bir heykel: elinde iki anahtar bulunduruyor ki, bir tanesi cenneti, diğeri cehennemi simgeliyor.
Vatikan San Pietro Manastırı
Gelelim meydana: meydan: mimar Bernini ve Michael Angelo tarafından tasarlanmıştır. Bernini: çok önemli bir Rönesans sanatçısıdır. Ancak: ağırlıklı olarak, yapının dışının tasarımında çalışmış ve Roma şehrindeki birçok havuzu yapmıştır.
Meydanda bulunan kolon dizileri: gelenleri kucaklıyormuş gibi bir izlenim yaratmaktadır. (her iki kolon bölümünü, iki kol olarak düşünmek mümkündür) Kuşbakışı, yüksekten kilise ile birlikte meydana bakarsanız: yapının şemasının bir “anahtarı” andırdığı görülür.
Çünkü: Aziz Petrus: aynı zamanda “cennet” in anahtarını elinde tutan havaridir. Yani: cennete girişleri o belirler.
Meydanda: yapının önündeki alanda: yine “Bernini” şaheseri bir havuz bulunuyor. Havuzun yanında ise, bir obelisk yani dikilitaş var.
Vatikan San Pietro Manastırı Bronz döküm Kapı
Meydanda, merdivenlerden çıkarak, döküm bronz kapıdan kilisenin içine girdiğinizde ise; en büyük ilgi çeken yer:
Yine Michael Angelo’ya ait bir heykeldir. Dünya sanat tarihinde: 3 heykel öne çıkmaktadır. Bunlar: Floransa’da bulunan “Davut” heykeli, Roma’da bulunan “Musa” heykeli ve burada bulunan “La Piyette” yani “Merhamet” heykelidir.
Kiliseden girdiğinizde, hemen sağda bir cam arkasında görülen heykel: Hz. İsa çarmıha gerildikten sonra, Meryem ananın ona gösterdiği üzüntü ve merhameti yansıtması açısından büyük önem taşımaktadır.
Bu sahne-tema: dünya üzerinde pek çok sanatçı tarafından, aynısı olmasa bile, benzeri şeklinde kopyalanmıştır.
Burada ise, büyük ziyaretçi kalabalıklarından yaklaşarak, orijinalini görebilirsiniz.
Aynı zamanda: bu heykel, Michael Angelo’nun üstüne imzasını attığı tek heykeldir, yekpare tek parça mermerden yapılmıştır.
Vatikan San Pietro Manastırı içi Meryem Ana çocuk İsa heykeli
Ancak: Hıristiyanlık dininde, böyle bir sahne yani Meryem ananın, İsa’yı kucağına aldığı bir sahne gerçekleşmemiştir. Bu yüzden: koyu Katolikler, bu heykeli sevmezler. Heykelin yapılış öyküsünü: aşağıda ayrıntılı anlatacağım.
Peki niye camlı koruma
Yıllar önce, Hıristiyanlık dininde böyle bir sahnenin yaşanmadığına inanan bir koyu Katolik: heykelin üzerine boya atmıştır, bu tür saldırıların engellenmesi için heykelin önüne, cam koruma yerleştirilmiştir.
Burada, uzun yıllar sanat adına mücadele eden Michael Angelo hakkında da: kısa bilgi vermek istiyorum ki, bu kişinin nasıl büyük bir sanatçı olduğu daha iyi anlaşılabilsin. Kendisi: Floransalıdır. Yaratıcı ve hümanisttir. 90 yaşına kadar yaşamış ve memleketindeki bütün trajik gelişmeleri izlemiştir.
Ancak, bu gelişmeler, onun eserlerini de etkilemiştir. 1498 yılında, Pietra yani Merhamet heykelini yapar. Eser: heykel sanatının en güzel örneklerinden biri olarak ortaya çıkar. Meryem ana: kucağında, ölü İsa’nın figürünü taşımakta ve sadece cansız düşmüş İsa’nın eline bakışı, bütün duygularını yansıtmaktadır.
Pietro’da gösterdiği ustalık, dahi sanatçının, sonsuzluğa giden yolunu açmıştır. Çünkü: düşmanları bile, onun teknik mükemmelliğini kabul ederler.
Ancak, yukarıda da söz ettiğim gibi: her şeye rağmen, annenin yani Meryem ananın, oğlu İsa’dan daha genç olmasının doğal olmadığını kabul ederek eleştiride bulunurlar. Sanatçı ise, bu eleştirilere verdiği cevapta: “güzellik ve adalet hiç bir zaman yaşlanmaz” demiştir.
Vatikan San Pietro ManastırıVatikan San Pietro ManastırıVatikan San Pietro Manastırı
Evet, kilisenin içindeki gezimize devam ediyoruz. Kilise sivil görevlileri tarafından, topluluk sağ yandan içeri girdiğinde, belli bir koridor takip ederek, sol yandan dışarı çıkıyor.
Giderken, geri dönüp bir kez daha heykele bakmak istediğinde, korumalar izin vermediler.
İçerde, birçok bölüm altın kaplamalar ile düzenlenmiş.
Duvarlarda mermer papa heykelleri var, bunların altında ise, mezarları yani lahitleri bulunuyor. Ama burada mezarı bulunan en önemli kişinin: kubbenin üstündeki haçın hemen altına denk gelen bölümde, yerin metrelerce altında bulunan Sen Pietro’nun mezarıdır.
Kilisenin büyüklüğünü göstermek için: kubbenin altındaki bölümde: dünya üzerindeki bazı dini yapıların büyüklükleri verilmiş ve aradaki fark ortaya konulmuştur.
Elbette, bunlar arasında Ayasofya’da yazılmış, ancak unutuyorlar ki, Ayasofya: buradan 1000 yıl önce yapılmıştır.
Vatikan San Pietro Manastırı
Geziye devam ettiğimizde: tam karşıdaki camlı bölüm üzerindeki güvercin temasının İsa’yı betimlediğini öğreniyorum.
Daha sonra: sağ yanda, önceki papaların giysilerinin sergilendiği “Basilica” ve “koro” bölümü var. Buradan sonra ise, kilisenin dışına çıkılıyor.
Hemen sol yanda: bir nöbetçi kulübesi içinde ilginç giysisi ve elinde yine ortaçağdan kalma uzun bir mızrak ile, bir temsili koruma askeri görülüyor.
Bunlar: aslında İsviçreliler ve Vatikan’da ordu veya polis gücü bulunmadığından, koruma hizmeti, İsviçreli bu askerler tarafından yürütülüyormuş.
Söylenenlere göre, belki şaka yollu olacak ama: Vatikan yani Papalık, muhteşem büyük para varlığını İsviçre bankalarında tuttuğu için, buranın korumasını İsviçreliler üstlenmişler. Dedikodu, inanıp inanmamak siz okuyuculara kalıyor.
Bir zamanlar Michael Angelo tarafından kıyafetlerinin tasarlandığı söylenen bu İsviçreli muhafızları da gördükten sonra: meydanın sağ yanından ilerleyerek yürüyoruz. Burada, uzun bir kuyruk görürseniz, tuvalet bulunduğunu anlamalısınız.
Evet, tuvaletin önünde uzun bir kuyruk vardı. Sonra ise, birkaç hediyelik-anı-hatıra eşya satış dükkanı ve sonrasında, tur ile geldiyseniz, tekrar kapalı otoparka giriliyor.
Kendi başınıza geldiyseniz, meydanın hemen karşısından, sütunlu caddede ilerleyerek, Tiber nehri üzerindeki köprüden karşıya geçip, şehir merkezine doğru yürüyebilirsiniz.
Vatikan Müzesi Yaradılış Resmi
VATİKAN MÜZESİ
Her tarafı altınlarla kaplı, Hıristiyanlık tarihine ait bir çok eserin bulunduğu bir müze burası. Girişte, dedektörlerle arama yapıyorlar.
Ayrıca, bazı günler giriş 10 Euro, bazı günler 14 Euro. Girişten sonra, mısır medeniyetine ait eserlerin bulunduğu bölüm var. Burada, iki mumya bulunmakta ve ilgi çekmekte.
Daha sonra, roma dönemine ait bolca ve muhteşem heykeller, duvar halıları, resimler ve sona doğru çağdaş sanat eserleri var. Ben buraya girerken, Michel Angelo’nun tavana yaptığı, iki elin parmaklarının bulunduğu resmi (yaradılış resmini ) merak ederek girdim.
Müzede yol boyunca bu resmi aradım. Bulamayıp, müze çıkışına yaklaştıkça da, acaba kaçırdım mı diye hayıflandım. Hayır, en sonda.
‘Capella Sistina’ şapeli denen bir bölüm var.
Bu bölüm: 1508-1512 yılları arasında, Michel Angelo tarafından yapılan, Rönesans dönemi resimlerinin bulunduğu bir yer.
Papa II Julius Vatikan’da Sistina Capellası içinde resimler yaptırmak istemektedir. Bu iş, Michelangelo’ya verilir.
Fresko tekniğini çok iyi bilmediğini düşünen, fakat yine de teklifi kabul eden sanatçı, önceden hazırlanmış olan 30 metrelik iskelenin tepesinde, dört yıl boyunca ve yatarak çalışır ve 1512 de fireskoyu bitirir.
48-13 metrelik tavanı, toplam 524 metre kare ölçülerinde bir yeri fresklerle doldurur. 343 insan yüzü ve figürü tek başına çizer.
Hastalanmış ve boynu yamulmuş olarak iskeleden iner.
Freskte: ışığın karanlıktan ayrılması, güneş ve ayın yaratılması, suyun kuraklıktan ayrılması, ademin yaratılması, Havva’nın yaratılması, Nuh ve tufan sahneleri yer alır.
Ademin yaratılması sahnesinde, yaratıcı (tanrı) uçarak, elbiseleri şiddetle dalgalanan bir melek korosu ile birlikte yaklaşır.
Yaratma parmak ucunun dokunması ile oluyor. Dağ yamacında yatan adam, Michelangelo’nun en büyük buluşlarından biridir.
Kendisi, burada gizli bir kuvvetle, zavallılığı birleştirmiştir. İnsan, bu yatan adamın, kendi kendine kalkamayacağını biliyor.
Uzanan elin, cansız parmaklarında her şey söylenmiş olup, ancak başını döndürebilmiştir. Bununla beraber, hareketsiz vücutta büyük bir kuvvet ve hareket kabiliyeti saklıdır.
Yukarı çekilmiş bacak ve kalçaların döndürülmesi, bunu ifade ediyor. Gövde tam cepheden, alt kısımlar profilden gösterilmiştir.
Burada; Adem’in yani yaratılanın yüzünde öyle bir masumiyet çizilidir ki, Michelangelo, bu masumiyeti; şöyle ifade eder: yaradan, yarattığı canlıya, hiç bir kötülük vermez, bu yüzden yarattığı anda çok masumdur, insan ancak yaratıldıktan sonra kötülük ile tanışmıştır.
Bu yüzden, Adem’in yüzünde, muhteşem bir masumiyet ifadesi var. Ayrıca; resimlerde hep çıplaklığı tercih etmiştir. Bunun sebebi olarak ise; gerek insan vücudunun muhteşemliğini görüntülemek, ortaya koymak ve gerekse yaratılış esnasındaki çıplaklığı ortaya çıkarmak içindir.
Son olarak
Şapelde, mihrap duvarında, fresk olarak, mahşer sahnesi tasvir edilmiştir. Tavanın kenarında, peygamberler arasında kadın figürleri olarak beş sibil (Eskiçağda geleceği haber veren kadınlara verilen isimdir) yerleştirilmiştir.
Bunlardan, Delf sibili, en çok dikkat çekendir.
Büyük bir kilise düşünün, tüm duvarları ve tavanı, muhteşem resimlerle süslenmiş. O meşhur resim de burada, tam tepede. Yerden 20 metreden fazla olan bir yükseklikte, böyle muhteşem bir resmin yapılmış olması, Michel Angelo’nun sanat dehasının en büyük göstergesi.
Bu bölümde, şapel içinde, tüm müzede serbest olmasına rağmen, resim, video çekmek yasak. Hatta, gürültü yapmak, sesli konuşmak bile yasak. Görevliler sürekli halkın arasında dolaşıyorlar.
Yine de, bazı turistler özellikle tavandaki resmin fotoğrafını çekiyorlar.
Mutlaka görülmesi gerek bir yer. Şapelin kenarlarındaki tahta sıralarda oturun ve resimleri keyifle seyredin.
Vatikan Sant Angelo Köprüsü ve Kalesi
SANT ANGELO KÖPRÜSÜ VE KALESİ
Köprü, Bernini’nin heykelleri ile nefis görüntülü. Ayrıca, Tiber nehri de görülmeye değer. Nehrin kıyısındaki, beton blok üzerine çıkın ve bir süre, nehri, köprüyü ve uzaktan kalesi izleyin, doyumsuz görüntü.
Kale, öncelikle Vatikan’ın savunması için yapılmışsa da sonradan Bernini’nin stüdyosu olarak bile kullanılmış. Bizim Cem Sultan da, burada kalmış ve öldürülmüş. Kale ile St. Piyer arasında, 800 metre uzunluğunda, gizli yol ve geçitler olduğu söyleniyor.
Papa’nın güvenliği için bu düzen kurulmuş. Kale silindirim bir yapıda. İlk zamanlar, Roma İmparatoru Hadrian ve ailesinin mozolesi olarak yaptırılmış. Daha sonra, MS.4’ncü yüzyıl civarında, uzun yıllar kale ve bir süre de hapishane olarak kullanılmış.
Roma’yı büyük ölçüde etkileyen veba salgını sırasında, zamanın Papası tarafından, veba salgınının bitmesi için ayin yapılırken, kalenin tepesine bir melek indiği ve bunun Papa tarafından görüldüğü rivayet ediliyor.
Bunun üzerine, Roma şehrindeki veba salgını son bulur. Bunu ifade etmek üzere, Rafael tarafından yapılan bir melek heykeli kalenin üstüne konulmuş, çok uzaklardan görülebiliyor.
Romalılardan önce, bölgede yerleşik toplumun kralının çok güzel ve Reina Sofia isimli bir kızı vardır. Kral: kızını, genç yaşta, rahibe olması için: dönemin en önemli tanrısı “Mars” ın (Yunan mitolojisinde Zeus karşıtı) ; Vesta Tapınağına verir.
Vesta Tapınağında: 7 tane bakire rahibe görev yapmaktadır ve bunların insanlarla görüşmesi, erkeklerle ilişki kurması yasaktır. Bunlar: tapınaktaki kutsal ateşin sönmemesi için bulunurlar.
Günlerden bir gün:
Sofia isimli kral kızının hamile olduğu öğrenilir ve kız: ikiz erkek çocuk doğurur. Rahibelerin erkeklerle ilişki kurmaları yasak olduğundan, bunun cezası diri diri gömülmek suretiyle ölümdür. Ancak: Sofia’nın tanrı Mars tarafından hamile bırakıldığı öğrenilince, canı bağışlanır, ikiz bebeklerin öldürülmesine karar verilir.
Bebekler: bir sepet içinde, cellada teslim edilir. Cellat: Tiber nehri kıyısına gider, çocuklara kıyamaz ve sepeti, nehir kıyısına bırakarak ayrılır. Nehir suları yükselince: sepet Tiber nehrinde sürüklenmeye başlar ve bir süre sonra kıyıya çıkar. Burada, bir dişi kurt: ikiz erkek çocukları bir süre emzirir.
Çocuklar belli bir yaşa gelince, bu kez bir çoban tarafından bulunurlar ve büyütülürler. Bu arada küçük bir not: Napoli-Pompei gezisine katılırsanız, antik şehrin en iyi korunarak günümüze ulaşmış olan “genelev” bölümünde: duvarlarda kurt resmi kurulur ve Geneleve: “dişi kurdun evi” denir, çünkü antik dönemde, bu efsaneye dayanarak, babası belli olmayan çocukların doğduğu yere bu isim verilmektedir.
Çocuklar genç delikanlı olduklarında:
Çoban, onlara gerçek hayat hikayelerini anlatır. Zaten, aynı dönemde, anneleri Reina Sofia; kendi erkek kardeşi yani dayıları kral Amuilius tarafından öldürülmüş ve taht ele geçirilmiştir. Romus ve Romulus çobanlık yaparken, bir gün kral Amulius’un askerleriyle bir tartışma yaşarlar ve bunun üzerine, askerler Romus’u yakalayarak saraya götürürler.
Sarayda: dedeleri Numitra Romus’u tanır ve kardeşinin de hayatta olduğunu öğrenince, onlarla işbirliği yaparak, kral Amulius’u devirirler ve dede Numitor kral olur.
Bunun üzerine, iki genç delikanlı: kaderlerinde yazılı olan şehri kurmaya karar verirler. Fakat: şehri kimin kuracağına dair tartışmaya başlarlar ve sonra da tanrılardan yardım isterler. Kurdun, onları bulduğu kayaya gidip otururlar.
Bu sırada: Romus’un başının üstünden 6 kuş geçer ve Romulus’un başının üstünden ise 12 kuş geçer. Böylece kurucu belli olur ve başının üstünden daha fazla kuş geçen Romulus: Roma şehrinin kurucusu olur.
Romulus:
Bir inek ile, “Palatino Tepesi” denilen yerde; şehrin sınırlarını çizer ve sur yapmaya başlar. Kardeşi Romus: bu surların şehri koruyamayacağını söyler. Romulus: bunu kabul etmez ve bu surları geçen her kim olursa olsun öldüreceğini söyler. Bir süre sonra: Romus, bir gün surları geçer ve şehre girer, bunun üzerine Romulus; daha önce söylediğini hatırlayarak kardeşini öldürür.
Şehir nüfusunu arttırmak için gönüllü Maceraperestleri çağırır ve komşu krallık olan Sabinelerin kadınlarını kaçırır. Romulus’dan sonraki öneme imza atan Etrüsklü krallar, Roma da demokratik temeller oluşturarak, Roma’nın birkaç yüzyıl içerisinde topraklarını sürekli olarak genişleten, lider bir kuvvet olmasını sağlamışlardır.
Sonuç olarak:
Roma Şehrin kuruluş efsanesi; Günümüzde İtalyan Üniversitelerinde yapılan “DNA” araştırmalarına göre: takip eden dönemde, Roma şehrinde egemenlik kuran ve teknolojik-bilimsel yönden dönemine göre gayet ileri durumda olan Etrüsk’lerin: Anadolu kökenli bir toplum olduğunu ortaya koymuştur.
Söylenenlere göre: bunlar, Anadolu’da Truva savaşının ardından, buraya gelerek yerleşen Truvalılardır. Hatta: bu dişi kurt efsanesi: Türklerin Orta Asya’dan çıkışları için kullanılan “Ergenekon” efsanesiyle bağdaştırılmaktadır.