Edirne

Edirne

Haziran 2011 tarihi itibarıyla, UNESCO tarafından, Edirne’de bulunan ve Mimar Sinan’ın ustalık eserim dediği, Selimiye Camii ve Külliyesi: Dünya Kültür Mirası Listesine dahil edilerek, koruma altına alınmıştır.

Burada dikkat edilmesi gereken, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesine bir yapıyı alması için birçok kriter bulunduğudur.

Ben şahsen, böyle bir karardan mutlu oldum, çünkü, bundan böyle, Selimiye camii ve Külliyesi, tamamen olmasa  da, UNESCO’nun ilgili kurullarının kontrol ve denetiminde olacak ve yüzyıllar sonrasına, gelecek nesillere daha sağlam olarak ulaştırılacaktır.

Evet, gelelim Edirne şehri gezimize. Çarşıları, camileri, köprüleri, tarihi evleri ve özellikle de, muhteşem Selimiye ile, ülkemize gelenleri ilk karşılayan Edirne, kültürel mirasımızın en iyi hissedildiği bir şehir.

Edirne

 ULAŞIM

Edirne-İstanbul arası uzaklık: 225 km. dir. İstanbul’dan çıkışta, özellikle TEM Otoyolu bulunması, Edirne-İstanbul arasındaki ulaşım için büyük kolaylık ve rahatlık. Edirne-Tekirdağ arası uzaklık: 140 km. Edirne-Kırklareli arası uzaklık: 62 km. Edirne-Çanakkale arası uzaklık: 217 km. Edirne-Ankara arası uzaklık: 683 km. Edirne-İzmir arası uzaklık: 534 km.

Edirne’nin ilçeleri ile olan uzaklıkları ise şöyle: Edirne-Havsa arası uzaklık; 27 km. Edirne-Uzunköprü arası uzaklık: 64 km. Edirne-Keşan arası uzaklık: 112 km.

Edirne

TARİHİ

Edirne yöresinde bilinen en eski halk: Traklar soyundan gelen “Odrisler”dir. Bunlar tarafından: Meriç ve Tunca nehirlerinin kesiştiği ve bugünkü şehrin bulunduğu yerde, antik dönemlerde bir kent kurulduğu bilinmektedir. Bu kentin ismi olarak: Odris, Odrisia, Orestia, Orestas isimleri kullanılmıştır.

MS. 2’nci yüzyılda: Roma imparatoru Hadrianus: Orestia kasabasını görür ve burayı, stratejik önemine atfen, şehir yapar ve kendi adını koyar. Yani: şehir, Roma döneminde: Hadrianopolis, Hadrianupolis, Adrianupolis, Adrianapolis isimleriyle anılır.

Osmanlı dönemi başlarında: Edrinus, Edrune, Edrinabolu, Endriye isimleri kullanılır. 1476 yılında, Osmanlı kayıtlarında, kentin adı: Erdene olarak geçer. 16’ncı yüzyılın başlarında ise: Edirne ismi kullanılır.

Bu arada: şehir, 1361-1453 yılları ( 92 yıl ) arasındaki dönemde: Osmanlı Devletinin başkenti olmuştur. Şehir, bu yıllar içinde, tarihinin en görkemli günlerini yaşar.

Edirne: Osmanlı imparatorluğunun üniversite şehri olarak öne çıkar. 17’nci yüzyılda, dünyanın en büyük birkaç şehrinden biri olan Edirne, 18’nci yüzyılda gerileme dönemine girer. 1745 ve 1751 yıllarındaki yangınlar: Edirne’ye büyük tahribat verir.

22 Ağustos 1829 tarihinde ise, şehir Ruslar tarafından işgal edilir. Daha sonraki süreçte, Bulgarlar ve Yunanlılar da, şehri çeşitli dönemlerde işgal ederler. Tüm bu işgaller: 25 Kasım 1922 tarihinde sona erer.

Edirne

GENEL

Şehir; deniz seviyesinden, 41 metre yüksektedir. Tunca nehrinin doğusundan başlayarak, doğudaki tepelere doğru gelişir. Evet, Edirne denilince, Meriç ve Tunca nehirleri akla geliyor. Özellikle, büyük su adıyla ünlenmiş olan taşkında, nehre yakın mahallelerde, 1844 yılında, 1200 den fazla ev yıkılır.

İl topraklarının, yüzde 80’de tarım yapılır. Bunun sonucu olarak da: çalışan nüfusun yarısı, tarım sektöründe istihdam edilmektedir.

Edirne

Bulgaristan ile, 88 km. sınırı bulunuyor. Meriç ırmağı ise, Edirne’nin Yunanistan ile olan sınırını oluşturuyor. Irmağın doğu yakası Edirne, batı yakası ise Yunanistan. Edirne-Yunanistan sınırı uzunluğu ise: 204 km. dir. Bu sınır: Enez’de biter.

Edirne: Karadeniz, Ege ve Marmara denizlerinin etkisiyle, zaman zaman ve yer yer farklı iklim özellikleri gösterir. Kışları, Akdeniz iklimi etkisini gösterdiği zamanlarda: ılık ve yağışlı, kara iklimi gösterdiğinde ise, oldukça sert ve kar yağışlı geçer. Yazlar: sıcak ve kurak, bahar dönemi yağışlıdır.

Turizm: Edirne için önemli bir gelir ve istihdam kaynağıdır. Şehirde, turizm işletme belgeli olarak, 21 konaklama tesisi var. Bunların oda sayısı ise: 800, yatak sayısı: 1604. Bu turizm işletme belgeli konaklama tesislerinde, 2007 yılı rakamlarına göre: 243.316 kişi, 338.889 gece konaklama yapmıştır.

İl genelinde: Osmanlı-Türk kültürünü yansıtan: 612 eser var. Bu eserlerden bir bölümü (Selimiye Camisi, Üç şerefeli cami, Kervansaray, Meriç köprüsü, Eski cami) günümüze kadar sağlam olarak gelmiş olup, halen kullanılmaktadırlar. İl genelinde, ayrıca 29 Sit alanı ilan edilerek korumaya alınmış bölge bulunmaktadır.

Edirne Sınır Kapıları

SINIR KAPILARI-KAPIKULE-İPSALA-PAZARKULE 

Edirne, ülkemizin Avrupa’ya kara ve demiryolu ile bağlantısını sağlayan il olarak öne çıkar. İl genelinde: 5 sınır kapısı var. Özellikle: Kapıkule sınır kapısı: ülkemizin en büyük kara ve demiryolu sınır kapısı olarak öne çıkar. Bulgaristan üzerinden, Avrupa’ya açılan Kapıkule dışında, Yunanistan ile, Türkiye’yi birleştiren İpsala ve Pazarkule sınır kapıları var. Ayrıca: Uzunköprü’den, yine Yunanistan’a giden demir yolu sınır kapısı bulunuyor.

Edirne Kırkpınar

KIRKPINAR

Evet, Kırkpınar denilince, eminim ki, hepimizin aklına, güreş geliyor. Ama, bu spor, burada çok özel şartlarda yapılıyor. Kırkpınar: Edirne-Ortaköy (35 km. lik yol) üzerinde bulunuyor. Simavina ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan Savaşından sonra, Yunanistan’a bırakılan Nazif Ağa tarlası denilen çimenlik bir yerin adı.

Edirne Kırkpınar

Tarihi gelişimine bakacak olursak: Osmanlılar, 1356-1357 yılları arasında, Süleyman Paşa komutasında Rumeli’ye geçerler. Burada: yaptıkları akınlar sırasında: savaş yapmadıkları ve mola verdikleri günlerde, aralarında, çeşitli sporlar yaparak zaman geçirirlerdi.

Özellikle: bir keresinde, güreşe tutuşan 40 yiğit içinden, iki yiğit, tutuştukları güreşi, gece yarısına dek sürdürdükleri halde, sonuçlandıramazlar ve ikisi de, güreştikleri yerde, yığılıp kalır, ölürler. Arkadaşları: bu iki yiğidi, Edirne yakınlarındaki, güreş yaptıkları yerde bulunan bir ağacın altına gömerler ve Edirne’ye akınlarına devam ederler.

Zamanla: Edirne fethedilir. Edirne fatihleri: Ahırköy çayırlığına geldiklerinde: daha önce güreş tutarken ölen iki arkadaşını gömdükleri incir ağacının çevresinde: bir kaynaktan çıkan suyun, Kırkpınar çayırlığına doğru aktığını görürler. Bunun üzerine: biraz önce hatırlarsanız, 40 yiğidin güreşe tutuştuğundan söz etmiştim, buraya, “Kırkpınar” adını vermişler.

Edirne’nin alınmasından sonra: Sultan I. Murat zamanında: burada bir güreş tekkesi kurulmuş ve takip eden dönemde, her yıl, burada güreş müsabakalarının yapılması, gelenek haline gelmiş. Ancak: 1923-1924 yıllarından sonra, günümüze kadar olan dönemde,  yukarıda söz ettiğim yiğitleri anmak için, güreşler: Edirne’nin “Sarayiçi” denilen yöresinde yapılmaya başlanmış.

Günümüzde, güreşler bir “Kültür Etkinliği” olarak ve bir hafta süre ile düzenlenir. Şenlikler kapsamında: çeşitli folklor gösterileri, fuarlar, sergiler, güzellik yarışması ve yöresel yemek yarışmaları düzenleniyor. Şenliklere, yurt dışından çeşitli ülke gurupları da katılıyor.

Şenliklerin son 3 günü, güreşler yapılıyor. Büyük, orta, başaltı ve baş boylarında güreşen pehlivanlardan, baş güreşenlerin birincisine “Başpehlivan” deniliyor ve altın kemerle ödüllendiriliyor. Bu arada: şenliklerin vazgeçilmez simgesi “Kırkpınar Ağası”

Ortaya konan koça, açık arttırmada en fazla parayı veren kişi: Kırkpınar Ağası oluyor. Bir sonraki yılın güreşlerini organize ediyor, daha doğrusu finanse ediyor.

Evet, güreşler ne zaman yapılıyor?

Kırkpınar şenlikleri: her yıl, genellikle Haziran ayının son haftası ile Temmuz ayının ilk haftasını kapsayan günlerde düzenleniyor ve bir hafta sürüyor. Daha önce söylediğim gibi, ilk dört gün çeşitli etkinlikler düzenleniyor ve son üç gün ise güreşler yapılıyor. Haftanın son günü (pazar), başpehlivanlık güreşleri ve bir sonraki yıl için Kırkpınar Ağalığı ihalesi yapılıyor.

Edirne Trakya Üniversitesi

TRAKYA ÜNİVERSİTESİ

Trakya Üniversitesi: 20 Temmuz 1982 tarihinde kurulmuştur. Bir bölge üniversitesi olarak: 3 il, 16 ilçeye yayılmış, 8 fakülte, 3 enstitü, 4 yüksek okul, 1 konsertavuar, 20 meslek yüksek okulu, 14 araştırma ve uygulama merkezinden oluşmaktadır. Bölge üniversitesi olma niteliği açısından, Türkiye’nin ikinci büyük üniversitesidir. Trakya bölgesinin tümüne yayılmıştır. Aynı zamanda, Balkan ülkeleri ile de, yoğun ilişkiler içinde olan bir üniversitedir.

 

NE YENİR

BADEM EZMESİ

Bu muhteşem ve Edirne’ye has lezzetli badem ezmesinin her ısırığında, ağzınızda dağılarak, size bambaşka bir lezzet sunacaktır.

 

TAVA CİĞER

Yemek seçiminde, Edirne’de ilk sırayı verin. Edirne ciğerinin lezzetini, başka bir yerde bulmanız olanaksız. Çok pişmişi çıtır çıtır olur, az pişmişi bol vitaminlidir. Cacık veya ayranla beraber yemelisiniz. Mutlaka deneyin.

 

NE SATIN ALINIR

AYNALI SÜPÜRGE

Günümüzde, Edirne’de, bir el sanatı olarak varlığını sürdürüyor.

 

EDİRNEKARİ

Edirne’de, el sanatı ürünlere: “Edirnekari (Edirne işi)” adı verilir. Günümüzde, bu gelenek: ağaç ve oyma işlemeciliği ile devam eder. Sandık ve dolap gibi, ahşap malzemeler üzerine, boya ile yapılan desenlerle ortaya çıkar. Diğer el sanatı ürünleri ise şunlardır: Lake kap ve kutu yapımcılığı, çiçek ressamlığı, ciltçilik, hattatlık (özellikle talik yazı), ahşap oymacılığı ve mezar taşçılığı.

 

MİS MEYVE SABUNU

Turistik bir faaliyet haline dönüşmüş, geleneksel el sanatıdır.

Sevdiklerinize yada kendinize bir ev hediyesi almak isterseniz: Edirnekari veya Edirne hatırası mis sabunlarını mutlaka görmelisiniz. Mis sabunları, evinizdeki dekorasyona uyum sağlarken, ferahlatan kokusuyla da bulunduğunuz ortamın havasını değiştirecektir.

Edirne

GEZİLECEK YERLER

GEZİ PLANI

Edirne gezinize: önce Selimiye Camisinden başlayın. Bulunduğunuz yerden, bir şekilde Selimiye camisine ulaşın ve bu muhteşem mimari harikayı keşfedin. Daha sonra, caminin hemen arka bölümünde bulunan Müzeye gidiyoruz.

Müze gezisinden sonra, tekrar Selimiye camisinin önüne geçiyoruz ve hemen karşısındaki eski caminin yanında bulunan Rüstempaşa Kervansarayı geziliyor.

Sonra, Talatpaşa Asfaltını, batı yönünde takip ederek, Üç şerefeli camiye ulaşıyoruz. Camiyi gezdikten sonra, hemen karşısındaki Alipaşa Kapalı Çarşısını geziyoruz.

Tekrar batıya doğru devam ediyoruz, Tunca nehri üzerindeki Beyazıt Köprüsünden geçerek, II. Beyazıt Külliyesine varıyoruz. Burayı da gezdikten sonra: kuzeye doğru ilerliyoruz, Saray-ı Cedit, Adalet kasrı ve Sarayiçi görülüyor, sonra, şehir merkezine geri dönüyoruz.

Edirne Selimiye Camisi

SELİMİYE CAMİSİ

Sultan II. Selim tarafından, Mimar Sinan’a yaptırılmış. Sinan’ın 80 yaşında iken yaptığı ve “ustalık eserim” dediği önemli bir başyapıt.

Caminin kapısındaki kitabeye göre: yapımına, 1568 yılında başlanmış. Ancak: II. Selim’in ölümünden sonra: 1575 yılında ibadete açılabilmiş.

Günümüzde: şehir merkezinde bulunan caminin bulunduğu alanda: Edirne’nin ilk sarayı (Saray-ı Atik) ve Baltacı Muhafız Kışlası varmış.

Peki: neden Edirne’ye bu ölçüde büyük bir cami yapılmış? Caminin yapıldığı yıllarda, İstanbul’da, büyük boyutlu yeni bir camiye ihtiyaç bulunmuyormuş. Edirne, Osmanlı egemenliğinin, Rumelide ki merkezi konumu ve Sultan Selim’in gençlik yıllarından itibaren, bu şehre aşırı sevgi beslemesi: bu boyutta büyük bir caminin, Edirne’ye yapılmasına neden olmuş.

Edirne Selimiye Camisi

Yapı özellikleri de dikkate değer. Cami: bir tepe üzerinde bulunuyor. Bu caminin yapımında: daha önce hiçbir camide ya da antik çağ mabedinde kullanılmayan, bir yapım tekniği kullanılmış. Daha önceki kubbeli yapılarda: asıl kubbe, kademeli yarım kubbeler üzerinde yükselmekte iken, Selimiye camisi: tek bir kubbe ile örtülmüş. Bu kubbenin yüksekliği: 43.25 metre, çapı ise: 31.25 metredir. Kubbe: 8 sütuna dayanan bir kasnak üzerine oturtulmuştur.

Kubbe: mimaride, evreni temsil eden bir simgedir. Tüm inanç sistemlerinde, bu yüzden, dini yapıların çoğunda kubbesel yapılar tercih edilmiştir. Hıristiyan dünyasının hakim olduğu Avrupa’da, kubbe mimarisi, özellikle İtalya’da, hakim olmuştur.

Ancak, bu eserleri ortaya çıkaran mimarlar, Mimar Sinan’dan farklı olarak, üst üste iki kubbe sistemini benimsemişlerdir. Mimar Sinan ise, inanılmaz bir cüretle yükselttiği tek kubbe ile, hem mekanı örtmüş, hem de dış görünüşün ana hatlarını belirlemiştir.

Avusturyalı İslam ve İran Sanat Tarihi Uzmanı Prof. Dr. Ernst Diez’in yorumu şöyledir.” Selimiye’deki mekan büyüklüğü, yüksekliği, topluluk ve ışık etkisi; yer yüzündeki bütün yapılardan üstündür.”

Minarelere gelince: caminin dört köşesinde, dört minare var. Her minare: 3 şerefeli. Çapları ise: 3.80 metre. Yükseklikleri:  70.89 metre. Üzerlerinde bulunan alemleriyle birlikte yükseklikleri ise: 84-85 metre civarında. Öndeki iki minarenin taş oymaları çukur, ortadaki minarelerin ise, oymaları kabarıktır. Minarelerin kubbeye yakın olması: camiyi, göğe yükseliyormuş gibi gösterir.

Caminin: mermer, çini ve hat işlemeciliği de önemlidir. İçi: İznik çinileriyle süslenmiştir. Çinilerin bir kısmı: 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında, Rus generali Skobelef tarafından sökülerek, Moskova’ya götürülmüştür.

Edirne Selimiye Camisi

Yapının: kuzey, güney ve avluya açılan, toplam 3 kapısı var. İç avlu: revaklar ve kubbelerle süslü. Avlunun ortasında, mermerden yapılmış bir şadırvan bulunuyor. Dış avluda ise: günümüzde çocuk kütüphanesi olarak kullanılan “Sıbyan mektebi”, müze olarak kullanılan “medrese” bulunuyor.

Yapıldığı dönemde, cami, meşalelerle aydınlatılıyormuş. Meşalelerden çıkan is, hava akımı oluşturmak üzere, özel olarak yapılan bir  delikten dışarı çıkıyormuş.

Evet, Selimiye Camisinin en önemli özelliği, Edirne’nin her tarafından görülebilmesidir.

Edirne Arkeoloji ve Etnografya Müzesi

EDİRNE ARKEOLOJİ VE ETNOĞRAFYA MÜZESİ

Selimiye camisinin yanında. Halen bulunduğu binaya: 1971 yılında taşınmış. Müze: 2 bölümden oluşuyor ve pek çok eser sergileniyor.

Girişte: solda, Edirneli bir şahsın hediye ettiği, tuğralı gümüş eserler ile, diğer ev eşyalarından oluşan aile yadigarı bir koleksiyon bulunuyor. Bunun yanında, Selimiye camisinin mihrabına serilmiş olan, Gördes tipi halı seccade ile, 19’ncu yüzyıla ait Şarköy kilimleri sergileniyor.

Aynı sıradaki üç vitrinin, birincisinde: Osmanlı padişahları döneminde basılan sikkeler, ikincisinde temel hafriyatları sırasında çıkan defineler, üçüncüsünde ise, yurt dışına kaçırılırken gümrük kapılarında yakalanıp müzeye getirilen sikkeler bulunuyor.

Salonun diğer önemli bir yeri ise, sünnet ve gelin odasını yansıtan kısım. Sünnet yatağı: 22 adet bindallı bohçanın bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş. Üzerine de, 18’nci yüzyıla ait Atlas üzerine işlenmiş değerli bir yatak takımı serilmiş.

Sünnet ve gelin odasında bulunan, 17’nci yüzyıl sonuna ait Edirnekari yüklük dolabı kapağı muhteşem güzellikte.

İç salon bölümüne girilince, vitrinlerde: sarayda kullanılmış stil örtüsü kahve takımları, kaşıklar (deniz kaplumbağası kabuğundan yapılmış), tombak ibrikler, nargile takımları (billurdan) ve 19’ncu yüzyıl, Edirne erkek ve kadın kıyafetleri, mankenler üzerinde sergileniyor. Buradaki oturma odası ile, Edirnekari tekniğiyle yapılmış para çekmeceleri, yazı çekmeceleri ve sandıklar da ilgi çekiyor.

El sanatları bölümüne geçmeden olan bölümdeki vitrinlerde, Atatürk’ün Edirne’ye geldiği zaman kullandığı battaniyesi ve Balkan Harbinde kullanmış olduğu harita bulunuyor.

Arkeoloji Bölümü

Girişte, duvar boyunca sergilenen taş eserler: üç bölüm. Bunlar: yazıtlar, mimari parçalar ve steller. İlk vitrinde: pişmiş topraktan yapılmış kadın başları sergileniyor. Antik çağdan günümüze kadar, kadınların saç modellerini göstermesi açısından ilginç. Kaçak eserler vitrininde, yurtdışına kaçırılırken yakalanan, çeşitli dönemlere ait eserler sergileniyor.

Trakya kült belgesi vitrininde: harp sanatında ve binicilikte gayet yetenekli olan ve öldükten sonra tanrılaştırılan Trakya süvarilerinin betimlendiği, süvari stelleri bulunuyor.

Duvar boyunca, yine Roma dönemine ait heykeller sergileniyor.

Fosil vitrinlerine geliyoruz. Burada: yörede işletilen kum-çakıl ocakları ile kömür ocaklarından çıkan ve günümüzden bir milyon yıl öncesinden başlayıp, 30-35 milyon yıl öncesine kadar değişik dönemlere tarihlenen, çeşitli hayvanlara ait fosil parçaları sergileniyor.

Büyük bir Trak kabilesi olan Odrislerin Edirne’nin 5 km. kuzeybatısında kurdukları ilk şehir yerleşmeleri, Odrisia’ya ait Prehistorik eserlerden taş baltalar, elle yapılmış kaba hamurlu çentik bezemeli çömlek parçaları, taç el değirmeni salonun ortasında bulunan vitrinde  sergileniyor.

Müzenin bahçesinde; İon, Aiol, Korinth, Bizans sütun başlıkları, çeşitli mimari parçalar sergileniyor. Bunlar dışında, üzeri mitolojik varlıklarla süslü Roma dönemine ait ve üzeri Eros kabartmalı sunak ile Lalapaşa Hacılar Köyünden getirilmiş dolmen ve menhirler ilgi çekiyor.

Edirne Türk-İslam Eserleri Müzesi

EDİRNE TÜRK-İSLAM ESERLERİ MÜZESİ

Selimiye camisi avlusunda, medrese içinde bulunuyor. 1569-1575 yılları arasında, Mimar Sinan tarafından yapılan medresenin, 14 odasında ve avluda: Osmanlı dönemine ait birçok eser sergileniyor.

Müzenin içindeki bu 14 odanın düzenlemesi şöyle:

Pehlivanlar Odası: Kırkpınar güreşlerinde, baş pehlivan olmuş güreşçiler ile, Kırkpınar Ağalarının resimleri sergileniyor. Ayrıca mankenler üzerinde bir güreşçi ve Kırkpınar Ağası canlandırılmış.

Tekke Eşyaları Odası: Müzenin en önemli odalarından biridir. Tekke kapatıldıktan sonra, bir araya getirilen eşyalar burada sergileniyor. Duvarlarda asılı olarak el yazması hat örnekleri, II. Beyazıt Camisinin kündekari tekniği ile yapılmış 2 adet kapı kanadı, II. Selim’in Selimiye Camisine hediye ettiği, el yazması Kur’an-ı Kerim ile çeşitli eşyalar burada sergileniyor.

Çorap Odası: Yurdun çeşitli yörelerinden toplanmış el örgüsü yün çoraplar sergileniyor.

İşleme ve Levha Odası: Atlas üzerine ipekle işlenmiş levhalar, kumaş üzerine aplike edilmiş pul koleksiyonları, nişler içinde Osmanlıca yazı işlemeli peşkirler, çevreler ve örtüler sergileniyor.

Silah Odası: 17.yüzyıl sonu ve 18.yüzyıla ait Osmanlı çakmaklı tüfekleri, zırhlar, miğferler, süvari kılıçları, teberler, kalkanlar, kolçaklar, oklar, kamalar ile mankenler üzerinde yeniçeri kıyafetleri sergileniyor.

Balkan Harbi Odası: Balkan savaşında kullanılan kanlı sancak, süpürge tohumundan yapılmış ekmek ve Edirne Müdafii Şükrü Paşa’nın resimleri sergileniyor.

Çini ve Seramik Odası: 18’nci yüzyıl sonu ile 19’ncu yüzyıl başına ait, Çanakkale seramik ve testileri, erken Osmanlı seramikleri ve Osmanlı duvar çinileri sergileniyor.

Sarayiçi Odası: 1973 yılında Sarayiçinde yapılan kazıda ortaya çıkan ve Edirne Sarayına ait olan duvar çinileri sergileniyor.

Edirne Misafir Odası: Kristal ayna ve konsol, koltuklar ile duvarlarda ipek böceği kozasından yapılmış resimlikler sergileniyor.

Mutfak Eşyaları Odası: Edirne sarayında kullanılan mutfak araç ve gereçleri sergileniyor.

Ölçü Aletleri Odası: El kantarları, astronomi ile ilgili yükselti tahtaları, kum saati, okka ve arşınlar sergileniyor.

Ağaç İşleri Odası: Edirnakari tekniğiyle yapılmış olan ahşap eserler sergileniyor.

Galeri: 15’nci yüzyıldan sonra yok olmuş, yıkılmış Edirne Camilerinin, hanlarının, hamamlarının, çeşmelerinin ve sebillerinin yazıtları ile, 19.yüzyıl sonlarında yapılmış Edirne evlerinin tavan göbekleri sergileniyor.

İç avlu artık yok olmuş durumda. Vaka-i Hayriye olayını, zarar görmeden atlatabilmiş ve zamanımıza kadar gelebilmiş olan yeniçeri mezar taşları koleksiyonu ise, ayrı bir önem taşıyor.

Edirne Rüstem Paşa Kervansarayı

RÜSTEM PAŞA KERVANSARAYI

Günümüzde, bir kısmı otel olarak kullanılmaktadır. 1554 yılında yapılmıştır. Bu binada yapılan restorasyon çalışmaları, 1980 yılında, “Ağa Han” ödülüne layık görülmüştür.

Edirne Üç Şerefeli Cami

ÜÇ ŞEREFELİ CAMİ

1443-1447 yılları arasında, Sultan II. Murat tarafından yaptırılmıştır. Merkezi kubbenin çapı: 24 metredir. Kubbe: 6 dayanağa oturmaktadır. Yanlarda: daha küçük ikişer kubbe ile örtülü, kare bölümler var. Yapı: bir yenilik olarak, enine dikdörtgen planlıdır. Bu planı: Mimar Sinan, İstanbul camilerinde daha gelişmiş biçimi ile uygulamıştır.

Ayrıca, Osmanlı mimarisinde, revaklı avlu: ilk kez bu camide kullanılmıştır. Avlunun dört köşesine, minareler yerleştirilmiştir. Bu yapı özellikleriyle, daha sonra yapılan camilere örnek  teşkil eder.

ALİPAŞA KAPALIÇARŞISI

Üç şerefeli caminin hemen karşısındadır. İçeriye doğru adım attığınızda: kendinizi uzun bir tünelde sanacaksınız. Geçmişte, burada, altın, gümüş satan esnaf bir arada toplanır ve bunların dükkanları 100 bekçi  tarafından korunurmuş. Evet, Ali Paşa’daki gezinizde, siz de, yazın sıcaktan, kışın ise soğuktan korunarak, gezinebileceksiniz.

Edirne II Beyazıt Külliyesi

II.BEYAZIT KÜLLİYESİ

Sultan II. Beyazıt tarafından, 1484-1488 yılları arasında, Mimar Hayreddin’e yaptırılmıştır. Sultan II. Beyazıt, Akkirman seferine çıkarken, 1484 yılında, temelini attığı, yapılar topluluğu, 4 yıl kadar kısa bir süre içinde bitirilerek hizmete açılmıştır.

Şehir merkezinden, 2 km. uzaklıkta, Tunca nehri kıyısındadır.

1682 yılında, Edirne’yi ziyaret eden Evliya Çelebi: “Orada bir Darüşşifa vardır ki, dil ile tarif edilmez, kalemler ile yazılmaz” diye söz etmiştir. Bu: o dönemlerde, Osmanlının en iyi hastanelerinden biri olan, II. Beyazıt Külliyesindeki Darüşşifadır.

Külliyede: cami, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam, mutfak ve erzak depoları bölümleri bulunuyor.

Özellikle: cami çok büyük. Kubbesinin çapı: 21 metre ve 2 minaresi bulunuyor. Yanlarında: dokuzar kubbeli, kapıları dış yöne açılan tabhane (kitap basımevi) var. Hünkar mahfili: mermerden ve oldukça güzel. Mihrap ve minber ise: sade bir üslupla yapılmış.

Külliyenin, cami hariç bölümleri: Trakya Üniversitesi ele Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında yapılan bir protokol sonucu, Trakya Üniversitesine devredilmiştir. Trakya Üniversitesinin yoğun restorasyon çalışmaları sonucu, Külliyenin Darüşşifa ve Medrese bölümleri hizmete açılmıştır.

Bu külliye: 1997 yılından bu yana, Sağlık Müzesi olarak hizmet veriyor. 2004 yılında, “Avrupa’nın En İyi Sağlık Müzesi” ödülüne layık görülmüştür. Medrese ise, Trakya Üniversitesi tarafından, halka hizmet veren bir sağlık birimi olarak kullanılmaktadır.

Edirne II Beyazıt Külliyesi Sağlık Müzesi

SAĞLIK MÜZESİ

Müzede: hekimliğin geliştirilmesi ve değişik sağlık hizmetleri hakkında, geniş bilgileri içiren bölümler var.

Edirne Sarayı

EDİRNE SARAYI

Kırkpınar Yağlı Güreşlerinin düzenlendiği, Sarayiçi semtindedir. Burada, ilk saray: Sultan I. Murat zamanında yaptırılmıştır. 1450 yılında ise, büyük Edirne Sarayının inşaatına başlanır. Ancak, Sultan I. Murat’ın, 1451 yılında ölümünden sonra, oğlu Fatih Sultan Mehmet tarafından saray tamamlanır.

Sultan III. Ahmet’in, 3 Ekim 1718 tarihinde İstanbul’a dönmesi sonucu, Edirne Sarayı terk edilişi yaşar. Bir daha, Osmanlı sultanlarından hiçbiri bu saraya uğramaz. Tabii, saray kullanılmayınca, bütün binalar çürür ve harap olur. 1750 depremi ise, sarayın birçok yapısının zarar görmesine neden olur.

Osmanlı döneminde kullanılan saraydan, günümüze, adaletin timsali olan “Adalet Kasrı” haricinde bir yapı gelmemiştir. Çünkü: Osmanlı-Rus savaşında (93.Harbi), burası cephanelik olarak kullanılmış ve kentin Ruslar tarafından ele geçirileceği anlaşılınca, cephaneler, Rusların eline geçmesin diye, havaya uçurulmuştur. Bu patlamadan sonra, yalnızca “Adalet Kasrı” denilen kısım sağlam kalmıştır.

Evet, Edirne’de gezebileceğiniz diğer yerler, aşağıda. Zamanınız ölçüsünde, buralardan tercih edeceğiniz yerleri gezebilirsiniz.

Edirne Barış Parkı-Suni Gölet

BARIŞ PARKI-SÜNİ GÖLET

Burada: bir suni gölet yapılmış. 425 bin TL. mal olduğu söyleniyor. Aslında, Edirne’de iki tane barış parkı var. Burası daha çok gölet olarak biliniyor.

Edirne Lozan Anıtı ve Müzesi

LOZAN ANITI VE MÜZESİ

Burada: Lozan ve İsmet İnönü belgeleri sergileniyor. Lozan Barış Antlaşması ve Karaağaç’ın bu anlaşmayla kazanılması anısına, Trakya Üniversitesi ile Edirne Belediyesinin öncülüğünde 1998 yılında yapılmıştır. Üç yüksek sütundan oluşmaktadır. Yanında, bir de Lozan Müzesi bulunmaktadır.

BALKAN SAVAŞI MÜZESİ

Balkan savaşının zor ve acı dolu günlerini anlatan bir müzedir. 2000 yılında ziyarete açılmıştır.

KALEİÇİNDE BÜYÜK SİNAGOG

Bunun, Türkiye sınırları içinde en büyük Sinagog olduğu söylenir. Günümüzde kullanılmamaktadır, restorasyon bekliyormuş.

SARAÇLAR CADDESİ

Edirne’nin sıcak insanını tanımanın en kolay yoludur. Bir aşağı, bir yukarı dolaşabilirsiniz. Saraçlar caddesinde, bir dükkana girdiğinizde: esnaf, sizi tüm doğallığı ile karşılar, hiç bir şey almasanız bile, güler yüzle uğurlar.

Edirne Gazi Mihal Köprüsü

GAZİ MİHAL KÖPRÜSÜ

En eski köprü: Tunca nehri üzerindedir. Yapım tarihi: 1420 yılı olarak düşünülmektedir.

TUNCA KÖPRÜSÜ

Kent merkezinden, Karaağaç’a giderken, yol üstünde ilk karşılaşılan köprüdür. 1615 yılında yapılmıştır.

MECİDİYE KÖPRÜSÜ

Edirne’nin en görkemli köprüsüdür. Meriç üzerinde yapılmıştır. 1842 yılında yapıldığı bilinmektedir.

Edirne Evleri

EDİRNE EVLERİ

Bu evler: taş duvar ve sıvalarla örülmüştür. İskelet sistemi ise, ahşaptır. Muhteşem bir simetriye sahiptir. Bütün evlerde “hayat” denilen bölümler bulunmaktadır. Oda kapılarının açıldığı yer olan bu bölüm, doğrudan evin bahçesine bakan yönde: 1.5-2 metrelik direkler üzerine dayandırılmıştır.

YILDIRIM BEYAZIT CAMİSİ

Edirne’nin en eski camisidir. Şehir merkezine, 3 km. uzaklıktadır. 1400 yılında, burada bulunan bir Roma kilisesinin temelleri üzerine, Yıldırım Beyazıt tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Hacı Alaaddin’dir. Yapı: çok kubbelidir.

Edirne Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Çeşmesi

MERZİFONLU KARA MUSTAFA PAŞA ÇEŞMESİ

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştır. Selimiye camisinin yanındaki arastanın karşısındadır.

Tekirdağ tanıtımı.

Kırklareli tanıtımı.

Çanakkale tanıtımı.

 

İstanbul Üsküdar

İstanbul Üsküdar

İstanbul’un Anadolu yakasında; Paşalimanı ile Salacak arasındadır. Gerek siyasi ve gerekse ticari açıdan, büyük önem taşıyor. Osmanlı döneminde, idari açıdan dört kadılığa bölünen İstanbul’un kadılarından biri: Üsküdar’da oturuyormuş. Bu durum: semtin önemini ortaya koyması açısından önemli.

İstanbul Üsküdar

Evet: Üsküdar, tarih boyunca Anadolu ile organik bir bağın başlangıç noktası olmuş. Hac ve doğuya yapılan askeri seferler gibi büyük yolculukların çıkış noktası, hep Üsküdar olmuştur. Ancak: Anadolu-Bağdat demir yolunun yapımından sonra, Anadolu ticaret yolunun son noktası olma özelliğini de; Haydarpaşa’ya kaptırmıştır. Bu uç noktada: Barok ve Neo-klasik mimarinin çok güzel örneklerinden biri olan: Haydarpaşa Garı bulunuyor.

İstanbul Üsküdar Haydarpaşa Garı

HAYDARPAŞA GARI

Alman mimarlar: Otto Ritter ve Helmuth Cuno tarafından yaptırılan ve 1908 yılında hizmete giren yapının dış cephesi, yakın zamanda restore edilmiş. Yapımına: 30 Mayıs 1906 yılında başlanılan bina, 19 Ağustos 1908 tarihinde bitirilerek hizmete açılmış. Neo-Rönesans stilinde olup, klasik bir Alman mimarisi örneğidir. Denize bakan yönünde, iki başta tabandan çatıya doğru, kademeli olarak daralan kuleler var. Garda: 7 yol ve 4 peron bulunuyor.

Gar lokantası: kendine has müdavimleri olan tarihi bir restoran. Haydarpaşa garı bir süre önce bir yangın sonucu hasar gördü ve şu an kullanılmıyor, tarihe ışık tutan bu muhteşem güzel mimari yapıyı sadece uzaktan görebilirsiniz.  Bir zamanlar, birçok kişinin İstanbul’a ilk ayak bastığı bu tren garının umarım en kısa zamanda, yine tren garı olarak hizmete açarlar.

İstanbul Üsküdar İskele

İSKELE

Haydarpaşa Garının hemen yanında. Mimar Vedat Tek tasarımı. 1915-1917 yıllarında Denizcilik İşletmeleri (Seyr-i Sefain) için yapılmış. İskele binasının dış cephesinde: çini süslemeler ve eski yazı ile yazılan “Haydarpaşa” yazısı görülüyor.

İstanbul Üsküdar

ÜSKÜDAR GEZİ PLANI

Evet, gezimize, Üsküdar Meydanından başlıyoruz. Üsküdar Meydanının önündeki İskeleden, Eminönü ve Beşiktaş’a kalkan şehir hatları vapurları ile biraz ilerideki iskeleden, Beşiktaş’a çok yüksek sayıda yolcu taşıyan dolmuş motorları var. A sınıfı 25 metre ve B sınıfı 18 metre olmak üzere, 40 tekneden oluşan modern bir filo var. Saat: 06.00 ile 02.00 arası, sürekli olarak Üsküdar-Beşiktaş arasında yolcu taşınıyor.

Evet: gezimize devam edelim. Biraz da tarihi sürece ait bilgiler vermekte yarar var. Üsküdar’da: çok sayıda saray, cami, mescit, tekke, hamam, kervansaray, imaret ve han bulunuyormuş. Ancak, bunların birçoğu günümüze ulaşamamış. 1873 ve 1921 yıllarında büyük yangınlar çıkıyor. Osmanlı mimarisinin özelliklerini taşıyan köşkler ve özellikle sarayların hepsi yok oluyor.

İstanbul Üsküdar III Ahmet Çeşmesi

Üsküdar. 18’nci yüzyılda yeniden yapılandırılıyor. İskele meydanında bir çeşme göreceksiniz. Bu çeşme: Sultan 3’ncü Ahmet Çeşmesidir.

III. AHMET ÇEŞMESİ

Günümüzde: Üsküdar İskele Çeşmesi olarak da anılıyor. 1728 yılında yapılmış. Yapıldığında deniz kenarında imiş. Sonradan, meydan açılırken, çeşme ve haziresi, sökülerek bugünkü yerine getirilmiş. Mermer yalakları, sebilleri, sulukları kırılmıştı. Suyu kesilmişti. Geri çekme işi yapılırken, bunlar tamir edilmiş.

İstanbul Üsküdar III Ahmet Çeşmesi

Bu çeşme: çeşme mimarisindeki değişimlerin habercisi, anıtsal bir mekan. İşlevsel olmaktan öte, dekoratif değer taşıyan bir çeşme. Ahşap çatılı. Osmanlı Barok tarzının en güzel örneklerinden biri. Hattatlık, taş işçiliği ve şiir sanatının bir şahaseri. Çeşmenin dört yüzünde: dönemin şairlerinden: Nedim, Rahmi ve Şakir’in şiirleri var.

Ön cephesindeki kitabesinin ise: Sultan III. Ahmet ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın müştereken hazırladıkları ve iyi bir hattat olan Sultan Ahmet tarafından yazıldığı söylenmekte. Köşelerde: gömme halinde işlenmiş burma sütuncuklar görülür. Muslukların yanlarını: içlerinde güller bulunan kabartma vazolar, geometrik şekiller süslüyor. Çeşme: günümüzde, İstanbul’un en güzel çeşmelerinden biri olarak öne çıkıyor.

Çeşmenin hemen arkasında, İskele Meydanında: bölgenin çok önemli ve o derece de muhteşem görsel yapısı olan: Mihrimah Sultan Külliyesi var.

İstanbul Üsküdar Mihrimah Sultan Külliyesi

MİHRİMAH SULTAN KÜLLİYESİ

Mimar Sinan tarafından, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan için yapılmış. Yapıldığı dönemde: hemen deniz kıyısında, bir set üzerinde planlanmış: cami, medrese, imaret, misafirhane ve handan oluşuyormuş. Ancak: günümüzde, imaret ve han artık yok. Medrese ise, bir tıp merkezi olarak kullanılıyor. Bu yapılar topluluğu içinde bulunan Mihrimah Sultan Cami, Sinan’ın sürekli yenilik arayışına, güzel bir örnek oluşturuyor. Ana kubbe: üç yarım kubbe ile çevrili. Ön tarafta, pencereler kullanılmış.

Evet, bunları gördükten sonra: sahil yolundan yürümeye devam edin. Şemsi Paşa Burnunda bulunan tütün fabrikası kaldırılarak, Harem’e kadar olan Üsküdar-Harem Sahilyolu ile, Üsküdar ve Harem birleştirilmiş. Tam bu burunda; deniz kıyısında, Mimar Sinan’ın bir başka yapıtı: Şemsi Paşa Külliyesi var. Yolun hemen karşısında ise: Şemsi Paşa Caddesi üzerinde, yamaçta bulunan: Rum Mehmet Paşa Cami ve Türbesi, en eski Osmanlı yapılarından biri olması nedeniyle önem taşıyor.

Üsküdar sahilinden görülebilen bir cami var: Ayazma Camii.

İstanbul Üsküdar Ayazma Camii

AYAZMA CAMİ

1760 yılında, III. Mustafa tarafından annesi Mihrişah Emine Sultan ile kardeşi Şehzade Süleyman adlarına yaptırılmıştır. Mimarbaşı Mehmet Tahir Ağadır. Caminin bulunduğu yerde, daha önce Ayazma Sarayı ve bahçesi olduğundan, bu ismi almıştır. Kız kulesinin arkasındaki yamaçta, İstanbul’u seyrediyor.

Gözden ırak değil ama yoldan uzak. Kız kulesinin arkasındaki yamacın üstünde, bu cami güzel bir görüntü veriyor. Üsküdar iskelesinden, Doğancılar caddesi geçilerek, imrahor’a gelindiğinde, Ayazma Mahallesini sorun ve buraya ulaşabilirsiniz.

Yapının dış yüzeyinde görülen aşırı süslemeler, Barok tarzının belirgin özelliklerini yansıtıyor. İç mekan da ise, çini yerine renkli panolar kullanılmış. Kubbe, dört kemer üzerine oturtulmuş. Dış duvarlarda ilginç kuş evleri ile bir de güneş saati bulunuyor. Bu güneş saati de ilginç.

Zamanında, zamanı belirleyen kişilere “Muvakkit” deniliyormuş. Genellikle, büyük camilerin yanında, muvakkitlerin çalıştığı ve aletlerinin bulunduğu ve Muvakkithane denilen yerler de yapılıyormuş. Günümüzde, bu güneş saati işlevini yitirmiş, dış duvarda asılı duruyor, kim bilir hangi muvakkit bunu yaptı?

Üç kapılı avludan, camiye merdivenle çıkılıyor. Minaresi tek şerefelidir. Tabanı mermerle döşenmiştir. Güney cephesinde: Sultan III. Mustafa’nın türbesi var.

Bu caminin en büyük özelliklerinden biri de şu: Antik çağın Aspendos Tiyatrosu gibi, Ayazma Camisi de, olağanüstü bir akustiğe sahip. Elinizdeki bir kağıt parçasını, parmaklarınızın arasında kırıştırın, avucunuzun içinde buruşturun, kağıdın hışırtısı caminin duvarından geri dönüyor. Çıtınız çıksa, duvarlar “çıt” diyor. İnanılmaz bir ses düzeni. Hesaplanarak mı yapılmış bilinmiyor. Böyle bir hesap tutsa, sanırım her cami de yapılırdı. Nasıl olmuş, anlamak mümkün değil.

Meydanın aşağısında: Uncular ve Hakimiyet-i Milliye Caddeleri arasında kalan bölümde: Yeni Valide Külliyesi var.

İstanbul Üsküdar Yeni Valide Külliyesi

YENİ VALİDE KÜLLİYESİ

Sultan III. Ahmet’in annesi Emetullah Gülnuş Valide Sultan adına yaptırılan külliye, 1708-1710 yılları arasına tarihleniyor. Avluda: Valide Sultan’ın türbesi, zarif bir sebil ve Barok bir şadırvan görülüyor. Avlu duvarını süsleyen kuş evleri de, muhteşem güzellikte.

Hakimiyet-i Milliye Caddesinin çatallaştığı yerden, bu kez Topbaşı Caddesinden yukarı doğru yürüyün. Burada karşınıza: Atik Valide Cami gelecek.

İstanbul Üsküdar Atik Valide Camii

ATİK VALİDE CAMİİ

Sultan II. Selim’in karısı ve III. Murat ile III. Ahmet’in annesi, Nurbanu Sultan adına yaptırılan cami, Sinan’ın belki de en güzel külliyelerinden biridir. Dört duvar payesi ile iki sütun üzerine oturan, altı sivri kemerin taşıdığı kubbenin örttüğü mekan, ana kubbeyi taşıyan beş yarım kubbeyle de genişletilmiştir. Çok güzel süslemelere sahip olan yapı, ayrıca çok geniş bir sundurmaya sahip.

İstanbul Üsküdar Selimiye Kışlası

Evet, Üsküdar’ın diğer önemli yapılarını: sıradan anlatmak istiyorum. İlginizi çekecek yapıları, gidip görecek şekilde kendinize bir rota çizebilir, plan yapabilirsiniz.

SELİMİYE KIŞLASI

Sultan III. Selim’in Nizam-ı Cedit için, Harem sırtlarında, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan eski Kavak Sarayını yıktırarak yaptırdığı kışladır. O dönemde, bölgenin askeri ve stratejik önemini vurgulamaktadır. Nizam-ı Cedit Ordusu için: talim ve barınma yeri olarak yaptırılmıştır. Yapı: kesme taş bir kaide üzerinde ahşap olarak inşa edilmiştir.

Yapıldıktan kısa bir süre sonra, yeniçeri isyanı sonucunda, Nizam-ı Cedit dağılır ve 1807 yılında kışla da yakılır. Bugün görülen yapı: Sultan II. Mahmut döneminde, mimar Krikor Balyan tarafından kagir olarak yeniden yapılır. Sultan Abdülmecid zamanında ise iki defa yenilenen kışlanın, dört köşesine, yedişer katlı birer kule ilave edilir.

Buranın büyüklüğü konusunda bir rivayet var. Söylentiye göre: Baba-oğul, aynı yerde askerliğini yapmış, askerlik süreleri boyunca, birbirlerini hiç görememişlerdir.

İstanbul Üsküdar Selimiye Kışlası

Selimiye Kışlası, Kırım savaşında: kışla İngilizler tarafından hastane olarak kullanılmıştır. Modern hemşireliğin kurucularından olan lambalı kadın lakabıyla anılan Florence Nightingale, 1854 yılında kışlaya gelerek altı ay boyunca yaralı İngiliz askerlerinin tedavisinde görev alır. Florence Nightingale ve beraberindeki hemşirelerin kaldığı kulelerden birindeki oda, günümüzde müzeye dönüştürülmüş.

Cumhuriyet döneminde bir süre tütün deposu olarak kullanılan bina; 1959-1963 yılları arasında: Selimiye Askeri Ortaokulu olarak kullanılır. 1963 yılında, büyük bir onarımdan geçirilmiş ve sonrasında 1’nci Ordu Komutanlığı Karargahı Merkez Binası olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kışlanın ortasında: 200 x 267 metre ölçülerinde, büyük bir avlu bulunmaktadır. Boğaza doğru eğimli bir arazi üzerinde kurulduğundan, her yönden bodrum katı sayısı değişiktir. Bodrum katlarının üzerinde, üç kat bulunuyor.

SELİMİYE CAMİİ

Selimiye Kışlasının hemen bitişiğindedir. III. Selim’in adını taşıyan bu cami, Barok mimarinin güzel örneklerinden biridir.

İstanbul Üsküdar Zeynep Kamil Hastanesi

ZEYNEP KAMİL HASTANESİ

Kavalalı Mehmet Ali Paşanın kızı Zeynep Hanım ile eşi Sadrazam Yusuf Kamil Paşa tarafından, 1860 yılında yaptırılmıştır. Yapı: 1898 yılında yenilenir. Yapılış amacı: hastalara ücretsiz hizmet vermek. Sağlık hizmetini günümüze kadar sürdürebilmiş, en eski sağlık kuruluşudur.

Bir diğer özelliği de, İstanbul’un ilk özel hayır kurumu olmasıdır. Zeynep Hanım ve Kamil Paşa, ölümlerinden sonra, Hastanenin bahçesinde yaptırdıkları türbeye defnedilmişlerdir. Hastane günümüzde, kadın ve çocuk hastalıklarının tedavisinde kullanılmaktadır.

İstanbul Üsküdar Karacaahmet Mezarlığı

KARACAAHMET MEZARLIĞI

Üsküdar’ı anlatırken, burayı es geçmek mümkün değil. 14’ncü yüzyılda oluşmaya başlamış ve İstanbul’un fethinden sonra da, tamamen Müslüman mezarlığı olmuş bir yer. Yüzyıllar boyunca, buraya çok fazla insan gömülmüş. Türkiye’nin en büyük, dünyanın sayılı büyük mezarlıklarındandır.

750 dönümlük arazi kaplar. İstanbul’un yalnız en büyük değil, aynı zamanda en eski mezarlığıdır. İlk olarak: İstanbul’un Araplar tarafından kuşatılması sırasında, şehit olan askerlerin buraya gömüldükleri sanılıyor. Mezarlık adını: İstanbul’a Hacı Bektaş-ı Veli tarafından, İslam dinini yaymak üzere gönderilen Karaca Ahmet’ ten alır.

Mezarlıkta: şahideler ve lahitler, değişik türdeki başlıklarıyla önemli bir sanat özelliğidir. Şahidelerin üzerindeki kitabeler, eğer bir hattatın elinde hazırlanmışsa, sanat değeri taşımaktadır. Başlıklar mezarda yatan kişinin: cinsiyeti, mesleği, rütbesi, sosyal mevki, ailesi, felsefi ve dünya görüşü, ölüm şekli ve yaşadığı dönemle ilgili bilgiler verir. Bu özelliği nedeniyle, şahideler, birinci dereceden belge niteliği taşımaktadırlar.

Mezarlığın tam ortasında bulunan: Karacaahmet Sultan Türbesi, saray mutfağı memuru Ziya Bey tarafından, karısı için 1866-1867 yıllarında yeniden yaptırılmıştır. Türbenin içinde: Alevi-Bektaşi büyüğü olduğuna inanılan, Karacaahmet yatmaktadır. Son zamanlarda, yanına bir de Cemevi yaptırılmıştır.

İstanbul Üsküdar Kız Kulesi

ÜSKÜDAR KIZ KULESİ

Yine bu sitede, ayrı bir başlık altında bulabilirsiniz.

İstanbul Kız Kulesi tanıtımı hakkındaki yazım için.