
Van şehri, birçok kez gittiğim, birkaç gün kaldığım bir yer. Şehir merkezi, özellikle büyük, modern ve yoğun bir yer olarak önem kazanıyor.
Birçok kez gittim. Güzel ve modern bir şehir. Aşağıda sözünü edeceğim üzere: kahvaltı salonları, Urartu tarihi, kedisi, gölünün güzelliğiyle öne çıkıyor.
Gittiğimde: Avrupa pazarında dolaşmaktan, Cumhuriyet caddesi üzerinde yürümekten ve dükkanların vitrinlerini izlemekten büyük keyif aldım.
Van gölü kıyısında, gölü seyrettim. Müzeyi, Urartu kalıntılarını gezdim, gördüm.
Yörede: İran’dan gelen yoğun ziyaretçi akını var. Ama, bunun yanında, bu tarih hazineleriyle dolu şehrimizin, ülkemizin diğer yörelerinden gelecek insanlar tarafından da, gezilip-görülmesinden yanayım. Çünkü: gerçekten gerek doğa ve gerekse tarih açısından, tam bir şehir.
ULAŞIM
Otobüs terminali il merkezine 4 km. uzaklıktadır. Ulaşım minibüsler ile sağlanıyor. Van-Bitlis arası uzaklık: 168 km. Van-Kapıköy İran sınır kapısı arasındaki uzaklık: 90 km. Van-Siirt arasındaki uzaklık: 265 km. Van-Ağrı arasındaki uzaklık: 232 km. Van-Ankara arasındaki uzaklık: 1238 km. Van-İstanbul arasındaki uzaklık: 1637 km. Van-İzmir arasındaki uzaklık: 1767 km.
Demir yolu ulaşımı: tren istasyonu, il merkezine yaklaşık 5 km. uzaklıktan geçmektedir. İstasyon ile il merkezi arasındaki ulaşım, minibüsler ile sağlanıyor.
Hava yolu ulaşımı: Hava alanı, il merkezine, 7 km. uzaklıktadır. Hava alanı ile il merkezi arasındaki ulaşım, THY servis araçları ile sağlanıyor.
Van gölü, deniz yolu ulaşımı: Feribot ile ulaşım sağlanmaktadır. Van iskelesi ve Tatvan iskelesi arasındaki karşılıklı ulaşım: yaklaşık 4 saat sürüyor.
TARİHİ
Van bölgesinin tarihçesi, her ne kadar MÖ. binlerce yıl öncesine kadar dayansa da, esas tarihi gelişim süreci “Urartular” ile başlamıştır.
Urartuların bölgede ilk görülmeleri: kral I. Sardur tarafından, Van gölünün doğu kıyısında, başşehir Tuşpa’nın özünü teşkil eden Van kalesinin kurulması ile başlar.
Van kalesinin güney kısmındaki, Sardur Burcu duvarlarındaki taş bloklarda bulunan “Kuruluş Kitabeleri”: Urartu tarihinin bilinen ilk yazılı kaynaklarıdır.
Urartuların, Van bölgesindeki egemenlikleri: MÖ. 6’ncı yüzyıl başlarına kadar devam etmiştir. MÖ.609 yılında ise, Urartu ülkesi, İskitler tarafından ele geçirilmiştir.
Bölge: İskitlerden sonra ise, Medler ve Persler tarafından ele geçirilir. MÖ. 323 yılında ise, İskender’in generallerinden Selevkius, bölgedeki hakimiyeti ele geçirir. MÖ.66 yılında Romalılar ve takiben, MS.200 yıllarında ise, Bizanslılar görülür. MS. 625 yılında, Hazar Türkleri bölgeye gelirler.
7.yüzyıl sonlarında: Ermeniler bölgeyi ele geçirirler. Daha sonra bölgedeki hakimiyeti ele geçiren Abbasiler, buraya “Ermeniye” ismini verirler ve vali olarak Ermeni prenslerini atarlar.
908 yılında ise: Ardzruni prensi Gagik’e, krallık ünvanı verilir. Vatsan adıyla, Gevaş’ı merkez edinen Vaspurakan prensliği: iç işlerinde serbest, dış işlerinde ise, Abbasilere bağlı olarak yaşamını sürdürür.
1018 yılından itibaren, Selçuklu akınları başlar. Bu sıradaki Vaspurakan kralı Senekerim, Bizans imparatoru ile anlaşarak, bölgeyi Bizanslılara terk eder ve 40.000 kişi ile, Sivas bölgesine göç ederek, oraya yerleşirler. Böylece: bölgede hüküm süren, Vaspurakan Ermeni krallığı sona ermiş olur.
1064 yılında, Sultan Alparslan’ın oğlu Melikşah tarafından, Van civarındaki birçok kale ve şehir ele geçirilir. 1534-1535 yılları arasında, İran seferi sırasında, Van, Osmanlı idaresine girer.
Evet, Van bölgesinin tarihi geçmişi hakkında, elbette uzun uzun şeyler anlatmak mümkün. Özellikle: Ermenilerin bölgede yaptıkları, hain planlar ve uygulamalar ve vahşet ile ilgili birçok örnek verilebilir. Ancak: bizim amacımız, bölgenin turistik özelliklerini irdelemek olduğundan, tarihi geçmiş konusunu daha fazla uzatmıyorum.
VAN ADININ KAYNAĞI
Van ismi, Urartuca “Biane” veya “Viane” den çıkmıştır. Tarihi kaynakların birçoğunda, Urartular, kendileri için “Bianili” demişlerdir.
GENEL
İl toprakları, ülkemiz topraklarının yaklaşık, % 2.5’ni oluşturur. Yüz ölçümü bakımından, Türkiye’nin 6’ncı büyük ilidir. İl topraklarının, % 53’nü dağlar oluşturmaktadır. Tarihi süreç içinde sürekli yerleşim görülen bölge, bunun sonucunda, tabii bitki örtüsünü ve özellikle orman varlığını yitirmiştir.
Şehir merkezi: Van gölünün doğu kıyısına, yaklaşık 5 km. içeride kurulmuştur. Denizden yüksekliği: 1725 metredir. Bir zamanlar, şehir nüfusunun neredeyse yarısı, Ermenilerden oluşuyormuş. Ancak, 1895-1896 olayları ve son olarak, 1915 yılı devamında, Ermenilerden geriye, şehirde, sadece ev yıkıntıları kalmış.
Van il merkezinde, karasal iklim hakimdir. Yazları: yağışlı ve sıcak geçer. Kışlar ise oldukça uzundur. Karlı ve yağmurlu geçer. Bunun yanında: yılın, 120 günü açık, 200 günü bulutlu ve 45 günü kapalı gün özelliği ile, Türkiye’nin en fazla güneş alan illerinden biri olarak öne çıkmaktadır. Zaten, Urartular döneminde, kente verilen “Tuşba” isminin, “Güneşi bol olan” anlamına geldiği biliniyor.

VAN GÖLÜ
Ülkemizin en büyük gölüdür. Yüksek dağların arasında, bir çöküntü gölüdür. 60 bin yıl önce, Nemrut volkanının patlaması sonucu, Muş ovasını da içine alan büyük bir su kütlesinin önünün, Tatvan’da kapanması sonucu, Van gölünün oluştuğu düşünülmektedir.
Van gölü, ülkemizin ve dünyanın en büyük sodalı gölüdür. Suyu: sodalı olmasının yanında, aşırı tuzludur. Tuzluluk oranı: % 019’dur. Bu nedenle: sabunsuz olarak köpük verir ve temizlik maddesi kullanılmadan suyunda, her şey yıkanabilir.
Göl üzerinden, Van-Tatvan arası uzaklık: 125 km. dir. Karadan uzunluğu: 430 km. Gölün en derin yeri: 451 metredir. Ortalama derinlik ise: 171 metredir. Denizden yükseklik: 1650 metredir. Ancak, göl seviyesi, iklime bağlı olarak yükselip, düşmektedir.
Kuzey kıyılarında: çok güzel ve geniş kumsallar var.

Gölün içinde: 4 tane de ada var. Bunlar: Akdamar, Adır, Çaranak ve Kuş adalarıdır. Akdamar Adası üzerindeki kilise, turistik açıdan büyük önem taşıyor. Zaten, adalar, arkeolojik Sit alanı ilan edilerek koruma altına alınmıştır.
Gölün en büyük özelliklerinden biri de: her mevsim ve her saatte, göl, farklı bir renk alır.
Tabii gölden söz edince, son yıllarda ortaya çıkan bir objeden söz etmeden de olmaz. Van gölü canavarı. Hani bu devirde, böyle bir şeye inanmak mümkün değil dense de, bunu gördüğünü iddia edenler var.
Bu arada: Van gölü o kadar büyük ki, bu göl üzerinden güneşin batışını izlemek, tam bir keyif. Ama, sanmayın ki, göl manzarası en iyi Van şehir merkezinden görülüyor. Hayır. Van gölünün en güzel manzarası, gölün birçok yerinden görülüyor.
Hatta, Van gölüne girmek için en iyi kumsal ve kıyı ise, Akdamar adasında bulunuyor. Yani, Akdamar adasına geziye gittiğinizde, mevsim uygunsa, yanınızda mutlaka mayo bulundurmanızı öneririm.
Akdamar adasının arka bölümünde çok güzel bir kumsal var. Ama, yazının başında da belirttiğim gibi, gölün sularının aşırı sodalı olması, sudan çıktığınızda, üzerinizde garip bir etki yaratıyor.
VAN OTLU PEYNİRİ
İçine: 25 çeşit mahalli otlar katılarak yapılıyor. Bu otlar: bahar gelince yeşerir ve araziden, köylü kadınlar tarafından toplanır. Çamurları su ile iyice yıkandıktan sonra, ince ince kıyılır. Sirmo otu, kıyıldıktan sonra, doğrudan salamuraya yatırılır ve daha sonra peynir yapımında kullanılır.
Heliz otu ise, daha sert ve odunumsudur. Aynı zamanda, boya verir. Kendisine has ve orijinal kokusu vardır. Sıcak suda kaldığı sürece, sarı renkte boya verir. Bunların dışında: peynir yapımında kullanılan başlıca otlar: Mendo otu ve Kekik otudur.
Bu otlar, koyun sütü ile birleştirildiğinde, güze kokulu ve son derece lezzetli, otlu peynir ortaya çıkıyor. Bu peynir: küplere basılarak, toprağa gömülen bu küpler içinde oluyor. Kış için, yazın hazırlanır. Büyük şehirlerimizde, bugün, otlu peynir bulmak mümkün.
Ama inanın, burada yani Van şehir merkezinde yiyeceğiniz otlu peynirin, çok farklı olduğunu hissedeceksiniz. Çünkü: sanırım büyük şehirlerde yapılan otlu peynir, içine birkaç ot katılmış bir tür peynir. Yani, tam olarak Van otlu peyniri olduğunu sanmıyorum. Bunun meraklıları, çeşitli ulaşım araçlarıyla, otlu peyniri, Van’dan getirttiriyorlar.

VAN KEDİSİ
Van kedisinin en belirleyici özelliği: farklı göz renkleri olmasıdır. Kedinin gözlerinden bir tanesi: turkuaz mavisi ve diğeriyse kehribar sarısıdır. Tüyleri ise, kar gibi bembeyazdır. Yörede, bu kediye “Pisik” ismi veriliyor.
Karakter olarak: çok uslu, sevimli ve uzun ömürlüdür. Temizliğine de özen gösteren nadir hayvanlardandır. Ancak, düşük rakımlı yerlerde yaşama şansı yok.
Bu kedilere, Van şehrinde sıkça rastlamak mümkün. Hatta, birkaç yerde, büyük boy heykellerini bile göreceksiniz.
Ben Van yöresine yaptığım seyahatlerde, Van kedisi görmedim. Ama, Van bölgesinde görev yapan bir dostum, oradaki görev süresi sırasında bir Van kedisi edinmiş ve görevi bitip bölgeden ayrıldığında, evinde yaşayan Van kedisiyle bizzat ve yakından tanışma şansım oldu.
Genelde, yabani ve insanlara kolay alışmayan bir kedi. Gözlerinin renkli olması, tüylerinin bembeyaz olması, kediye bir asalet katıyor. Ama, dedim ya, biraz huysuz gibi, kendini sevdirmiyor. Sevmek istediğinizde, pençelerini gösteriyor, yani biraz sevimsiz gibi.
KEDİ EVİ
Valilik ve 100.Yıl Üniversitesi işbirliğiyle, Üniversite kampüsü içinde, Van kedisi evi açılmış ve Van kedisinin korunması amaçlanmıştır. Arzu ederseniz, burayı gezebiliyorsunuz.

YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ
Üniversite: Van gölünün kuzey kıyısında ve Erciş yolu 15.km.dedir. Ulaşım: il merkezinden, özel halk otobüsleri ve dolmuşlarla sağlanıyor.
Üniversite: 1982 tarihinde kurulmuştur. Günümüzde, üniversite bünyesindeki Fakülteler: Diş Hekimliği, Eğitim, İşletme, Fen-Edebiyat, Güzel Sanatlar, İktisadi ve İdari Bilimler, İlahiyat, Mühendislik-Mimarlık, Tıp, Veteriner, Ziraat. Enstitüler ise: Fen Bilimleri, Sağlık Bilimleri ve Sosyal Bilimler Enstitüleri.
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van ve yöresinde tam bir bilim ocağı. Duyduğumu göre, yöredeki bilimsel araştırmalarda baş rolü oynuyorlar. Bu durum, gelişim açısından çok olumlu. Çünkü, unutmamak gerekir ki, bir yörenin gelişiminde Üniversitenin yeri ve önemi tartışılmayacak ölçüde büyüktür.

VAN TERS LALE
Van yöresinde, yaylalarda, hepimizin bildiği lale, ters olarak açıyor. Değişik bu görüntü, dünyanın başka bir yöresinde yok. Ters açan lale, değişik renkleri ve değişik görüntüsü ile, görenleri şaşırtıyor. Soğanlı bu bitkinin, şehir dışına çıkarılması yasak.

SAVAT
Bu, bir tür gümüş takı sanatı işçiliği. Anayurdu Kafkasya bölgesi, Dağıstan olan bir el işi. Osmanlı döneminde, bu el işçiliği, yaklaşık 150 yıl kadar uygulandı. Tarihi kaynaklarda, Osmanlı döneminde, 900 ayar gümüşe tuğra vurma yetkisi, İstanbul dışında, sadece Van’daki savat ustalarına verilmişti.
20.yüzyılın başında, Van’da, 120 dükkanda, yaklaşık 400 savat ustası bulunuyormuş. Ancak, özellikle Ermeni ustaların, Van yöresini terk etmelerinden sonra, savat işçiliği de yok olmuş. Savat, günümüzde, 100.Yıl Üniversitesi desteğinde, Van’da bir kısım yerde, aslına uygun olarak yapılmaya çalışılıyor.
İdeal olan 950 ayar gümüşe savat yapmakmış. Arapça “kara” anlamındaki “savad” kelimesi: aslen, gümüş üzerine, siyah süslemeler ile yapılan bir el sanatıdır. Ama, oldukça zahmetli olduğunu söylememek olmaz.
Tasarlanan şekil: gümüş objenin üzerine kurşun kalemle çizildikten sonra, bu taslağın üzerine, savat ustası tarafından, çelik uçlu kılcal kalemle, büyük bir titizlikle, ince kanallar açılıyor. Daha sonra, ölçüsü ustasına göre değişen bakır, kurşun, kükürt ve gümüş karışımı, 750 derece ısıtılarak, elde edilen savat çamuru soğutuluyor, sonra dövülüyor ve toz haline getiriliyor.
Toz halindeki savat, gümüş objenin üzerinde, daha önce açılan kılcal kanallara serpilerek veya boraks ile sulandırılarak oluşturulan çamur boşluklara sıvanarak dolduruluyor. Daha sonra, ateşe tutulmasından dolayı, tekrar eriyerek boşluklara iyice nüfus eden savat, son aşamada cilalanarak kullanıma hazır hale getiriliyor.
Yeniden yapılanma çalışmaları bünyesinde: aslına uygun olarak Van kemerleri, bilezikler, kolyeler ve gerdanlıklar yapılıyor. Bunları: şehir merkezindeki Avrupa pazarı ve Cumhuriyet caddesi üzerindeki kuyumcularda bulabilirsiniz.
RUS PAZARI
Burası, Van şehir merkezinde “Avrupa Pazarı” adı altında kurulan bir yer. Burada: hediyelik eşya satın alabilirsiniz. Çarşıdaki dükkanlarda, özellikle: İran yapımı ve istenmeyen tüylere karşı kullanılabilen “karınca yağı yumurtası” bulmak mümkün. Hani, sadece bu değil, elbette burada satılan birçok obje var.
Satılanların en büyük özelliği ise: İran, Hindistan ve Çin mahreçli ve fiyatlarının nispeten ucuz olması. Dükkanların bulunduğu sokakların üzeri kapatılmış ve bu dükkanlarda, söylediğim gibi, özellikle dış mahreçli yani yurt dışından getirilen, yüzlerce çeşit hediyelik eşya satılıyor. Bir zamanlar, özellikle: ülkemizde yurt dışından ihracatın kısıtlı olduğu dönemlerde, buraların çok revaçta olduğu kesin.
Çünkü: ihracatın kısıtlı olduğu yıllarda, yurt dışında bulunan ve ülkemizde bulunmayan birçok cins ve çeşit malı, burada bulmak mümkündü. Hatta, uygun fiyatlarla bulmak mümkündü. Günümüzde ise, burada satılan malların birçoğu, diğer şehirlerimizde de bulunabiliyor. Ama, dedim ya, buradaki fiyatlar nispeten daha uygun.
Bir de, özellikle İran ve Pakistan kökenli mallar, burada gerek çeşit ve gerekse fiyat olarak cazip. Tüm bunların yanında: Çin mahreçli ve kalitesiz malların, taklit malların varlığı da, alışverişte dikkatli olmanızı gerektiriyor.
Yani, çok değerli bir İran yapımı ürün satın alırken, bilmeden, bir Çin taklit ürünü satın alabilirsiniz. Bir de tabii bu tür yerlerden alışverişlerin baş koşulu olan: pazarlık olayını unutmamak gerek. Yani, pazarlık yapmaz iseniz, aldığınız malın size herhangi bir karının olmayacağı kesin, ayni uygun fiyata satın almak gerek.
Son olarak: Avrupa pazarında, savat denilen gümüş süsleme takılarını da bulabileceğinizi söylemeliyim.

İNCİ KEFALİ
Van gölünden yakalanmaktadır. Van gölünün sodalı suyunda yaşayabilen bu balık, bol havyarlı olması ile, ayrı bir lezzet sunuyor. Aynı zamanda, az kılçıklı olması da, tercih edilmesinin en büyük sebebi. Bu lezzetli balıktan, mutlaka tadın.
İnci kefali: büyük bir balık değil. Ama hamsi kadar da küçük değil. Ortalama: 20 cm. boya ve 70 gr. Ağırlığa sahip. Üremek için sürüler oluşturarak, akarsulara göç ediyor.
Gölde, akarsu ağızlarında, büyük sürüler oluşturan inci kefallerinin vücutlarında, akarsulara alışmak için bir takım değişiklikler oluyor, balıklar, akarsulara girerek yumurtalarını bırakıyorlar ve sonra yeniden göle dönüyorlar. Derelerde, yumurtalardan çıkan yavrularda, birkaç hafta içinde, göle dönüyorlar.
Geçmiş dönemlerde, gölde balıkçılık bilinmediğinden, bu balık, sadece üremek için akarsulara girerken, yöre halkı tarafından avlanırmış. Üreme zamanı avlanan bu yumurtalı balıklar: kış boyunca tüketilmek üzere: tuzlanır, kurutulur ve salamuraya yatırılırmış.
Zamanla, göldeki bu balık varlığından haberdar olan Karadenizliler, teknelerini kamyonlara yükleyerek buraya gelirler ve gırgır ağları ile, Van gölünde, inci kefali avcılığını başlatırlar. Taze balık tüketimine olan ilginin artması sonucu, gölde avcılık yapan tekne sayısı da artar.
Ancak, 1995 yılından sonra, göldeki balık varlığının azalmaya başlaması ile, bu teknelerin sayılarında azalma başlar.
Günümüzde: inci kefallerinin yumurtlamak üzere akarsulara geçtiği dönemlerdeki avcılığı azalmıştır. Zaten, bunun azalması için tedbirler alınmıştır. Sonuçta: bu gölde yaşayan, mucize balık, inci kefalinin yok olması önlenebilmiştir.
Evet, yazının başında da belirttiğim gibi, Van yöresini ziyaretinizde, mutlaka inci kefali tatmalısınız.
VAN KAHVALTI
Şehirde, yaylalarda, doğal yollarla üretilen yiyecek maddelerinin sunulduğu kahvaltı salonları var. Bu kahvaltı salonlarının en önemli özelliği, sunulan ürünlerin tamamen doğal olması.
Kahvaltı salonlarında sunulan başlıca yiyecekler: hakiki Van balı, yoğurt kaymağı, süt kaymağı, yayık tereyağı, cacık, otlu peynir, örme peynir, beyaz peynir, kavurmalı-sucuklu yumurta, zeytin, murtuğa, kavut, gencirük. Bu yiyeceklerin yanında: taş fırınlarda pişirilen lavaş ekmeği ve Van çöreği ve taze demlenmiş semaver çayı sunuluyor.
NE YENİR
Van denilince veya Van’da ne yenir diye düşünüldüğünde, ilk akla gelen, elbette: kahvaltı ve kahvaltılıkları. Yöreye özgü kahvaltılık çeşitlerinden öne çıkanlar: murtuğa ve cacık.
Yemek türleri ise: ilitme, ekşili, senseger, keledoş.
Bunların yanında: yöreye özgü peynir türünü elbette duymuşsunuzdur: otlu peynir.
Tüm bunların yanında: yörede, “İnci kefali” yemelisiniz. İnci kefalinden yapılan “Tandır Balığı” yemeği yiyebilirsiniz.
NE SATIN ALINIR
Merakınız varsa, Van ve çevresinde dokunan: Van kilimlerinden satın alabilirsiniz. Bunların ünü, yurt dışına kadar taşmıştır. Şehir içinde, bol miktarda: halı ve kilim galerileri var. Ama, kaçak olarak satılan İran ipek halılarını da görebilirsiniz.
Bunun dışında, Savat yani gümüş işlemeli el sanatları ürünleri de satın alabilirsiniz.
GEZİLECEK YERLER

VAN MÜZESİ
Van Müzesi, 1972 yılında kurulmuştur. Dünyanın en büyük, Urartu eserleri müzesidir. Türkiye’deki, en büyük 23 müzeden biridir. Pazartesi hariç, her gün ziyarete açıktır. Müzede, toplam 48.000 Urartu ağırlıklı eser bulunuyor. Ancak, bunlardan sadece 1200 eser sergilenebiliyor. Geri kalan eserler ise, depolarda bekletiliyor.
Yapı: bahçede taş eserler bölümü, müzenin zemin katında arkeolojik eserler salonu ve iç avludan oluşmaktadır.
Müze Bahçesi: Urartu dönemine ait, çivi yazılı zafer stelleri, kitabeler ve Tanrı Teişeba kabartması, Akkoyunlu ve Karakoyunlular dönemine ait koç ve koyun şeklindeki mezar taşları ve Selçuklulara ait mezar taşlarından oluşan: zengin bir taş eserler koleksiyonu var.
Arkeolojik Eserler Salonu: Burada: Tilkitepe ve Kızdamı bölgelerinde bulunan: obsidyen ve kemik aletler sergileniyor. Bunlar: MÖ. 3000 yıllarına ait aletler ve seramiklerdir. Ancak, bu salonun asıl önemli eserleri: Urartular dönemine ait kalıntılar ve buluntular.
Bunlar: pişmiş topraktan çanak ve çömlekler, bronzdan miğferler, kılıçlar, kemerler, mutfak kapları ve duvar mozaikleri. Buranın bir köşesinde: Osmanlı sultanları 3. Mustafa ve 4. Murat’ın orijinal fermanları sergileniyor. Ancak, bu fermanların “Türkçe” çevirisinin bulunmaması bir eksiklik.
Avluda: Taş eserler salonu olarak adlandırılıyor. Burada: kaya resimleri, çivi yazılı kitabeler ve Gevaş Türk Mezarlığından getirilen, taş sandukalar sergileniyor.
Etnografik Eserler Salonu: Burada: yöresel kilimler, dokuma eserleri koleksiyonu, gümüş kemerler, bilezikler, tepelikler, küpeler, gerdanlıklar, tütün tabakaları, değişik malzemelerden yapılmış tespih ve ağızlıklar, bronzdan yapılmış mutfak kapları var.
Ermeni Katliamı Seksiyonu: Burası: Van’ın kurtuluş yıl dönümü nedeniyle, 2 Nisan 1990 tarihinde açılmıştır.
Burada, 1915 yılında, Ermeni çetelerinin desteğiyle Van şehrini işgal eden Rus askeri güçlerinin yaptığı katliamlarda şehit edilen Türklere ait iskeletler ve katliam ile ilgili buluntular sergileniyor.
Erciş-Çavuşoğlu Samanlığında yapılan katliamda şehit edilen Türklerin iskeletleriyle, Zeve köyünde gerçekleştirilen ve yaklaşık 2500 Türk’ün şehit edilişini anlatan: belge, kitap ve fotoğraflar vitrin içinde sergileniyor.
Özellikle: Müzenin bu bölümünü mutlaka ziyaret edin, çünkü tam bir ibret abidesi. Eğer, ülke olarak güçsüz olursak, başımıza nelerin gelebileceğinin en büyük örnekleri, burada sergileniyor.

ALTINTEPE
Urartu krallığının başkenti Tuşpa şehrinde: 200 yıl boyunca: kale bölümünde: saraylar, tapınaklar, resmi yapılar bulunuyordu. Tepenin eteklerindeki ve düzlükteki geniş alanda ise: halkın oturdu yerler vardı.
Krallar ve yakınları: kale içindeki görkemli mezar odalarında gömülüyorlardı. Ancak, şehirde yaşayan, kalabalık halk kitlesinin ölüleri: yani Urartu nekropolü: şehir yapısının 2 km. kuzeyinde, Altıntepe bölgesindedir. Buradaki mezarlar: MÖ. 8. ve 7. yüzyıllardan kalmadır.
Bugün, bu nekropol bölümü: buğday tarlaları ve Altıntepe Mahallesinin yapılaşmasının altında kalmıştır. Ancak, kaçak kazılar son hızı ile sürdürülmüştür.
Hatta, büyük olasılıkla şaşıracağınız bir şey söylemek istiyorum ki, buranın “Altıntepe” olarak isimlendirilmesinin en büyük nedeni: kaçak kazılar sonucu mezarlardan bulunan altın objeler. Evet, Urartu altınları, buraya “Altıntepe” isminin verilmesine neden olmuş.

ESKİ VAN ŞEHRİ BÖLGESİ
Burası: I. Dünya Savaşı öncesine kadar yerleşim yeri olarak kullanılıyormuş. Ancak, Ruslar, bölgeyi işgal ettiklerinde, gerek Ruslar ve gerekse Ermeni çeteleri, buradaki evleri ve yapıları yakıp-yıkmışlar ve bölge tamamen boşaltılmış.
Yerleşim olduğu dönemlerde, büyük bir alana yayılan eski şehrin yeri, günümüzde sadece birkaç kalıntı ile iki caminin bulunduğu yer kalmış. Gerisi bomboş. Hüsrev Paşa camisi ve Kaya Çelebi camisi ile ikiz kümbet ayakta kalmış. Diğerlerinin ise, duvarlarının bir kısmı günümüze kadar dayanabilmiştir.

HÜSREV PAŞA KÜLLİYESİ
Eski Van şehri bölgesinde bulunan külliyede: cami, medrese, han, sıbyan mektebi, türbe, misafirhane ve imaret var. Bu yapılardan, sadece cami günümüze ulaşmıştır.
Cami: Mimar Sinan’ın eseri. Yaptıran ise: Van Beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa. Yapım yılı: 1567. Cami: kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Kubbelerinde ise tuğla kullanılmıştır. İbadet mekanı, kare planlıdır.
Üzeri bir kubbe ile örtülmüştür. Kuzeybatı köşesinde bulunan minare: iki renkli taştan yapılmıştır. Kare kaide üzerinde, yuvarlak gövdeli minarenin: mukarnaslı şerefesi ve korkuluk levhaları ile birlikte, petek kısmı yıkıktır.
Caminin en güzel yönünü ortaya koyan, duvarlardaki 2 metre yüksekliğe kadar olan bölümlerde bulunan çiniler: Rus işgali sırasında yerlerinden sökülerek, Rusya-Leningrad Müzesine götürülmüş. Yapının dış cephesindeki, renkli taş işçiliği de dikkati çekiyor.

KAYA ÇELEBİ CAMİSİ
Eski Van şehri bölgesindeki Osmanlı dönemi yapısıdır. Günümüzde halen cami olarak kullanılmaktadır. Caminin yapımına: 660 yılında, Kaya Çelebizade Koçi Bey zamanında başlanmış, ancak Koçi Bey’in idam edilmesi üzerine, 663 yılında, Cem Dedemoğlu Mehmet Bey zamanında tamamlanmıştır.
Cami yapısı: 1993 yılında restore edilmiştir. Cami: iki renkli, kesme taştan, kare planlı olarak yapılmıştır. Üzerinde bir kubbe ile örtülmüştür. Kuzeyinde, beş bölüm halinde, son cemaat yeri bulunmaktadır. Caminin, kuzeybatı köşesindeki minaresi, kare kaide üzerinde, tek şerefeli ve silindirik gövdelidir. Bu yapı, günümüzde: eski Van bölgesinde, ibadete açık olan tek camidir.

ULU CAMİ
Şehrin, eski şehir bölümünde: Tebriz kapı ve İskele kapı bölümlerinin arasındadır.
Van gölü çevresinde hakimiyet kuran Ahlatşahlar’dan I. Sökmen ve II. Sökmen zamanında yapıldığı tahmin edilmektedir.
Cami: dikdörtgen planlı olup, mihrap önü, kubbeli ve destekli camiler gurubuna girer.
Kuzey tarafına, Osmanlı döneminde bir bölüm eklenmiştir. Caminin süslemeleri: tuğla ve alçıdan yapılmıştır. Günümüze kadar ulaşan minaresi: kuzeybatı köşededir. Tuğladan, silindirik gövdeli olup, şerefeden sonrası yıkılmıştır.
Ulu caminin bezemelerinde, çini malzeme kullanılmıştır. Gerek tuğla yapım tekniğine ve gerekse bezemelerine göre, Ulu cami, Selçuklu geleneğinin Anadolu’daki bir uzantısı olarak görülmektedir.
Bu caminin en büyük özelliği: Van bölgesindeki diğer camilerden farklı olarak bir kubbe ile değil, konik bir çatı ile üst örtüsünün örtülmüş olmasıdır. Cami yapısı günümüze tamamen harap olarak ulaşmıştır.

VAN KALESİ-TUŞPA
Van gölünün batı kıyısında Van ilinin yaklaşık 5 km batısında yer alır. Eski Van şehrinin hemen yanındadır. Bölgenin batısı ve kısmen kuzeyi Van gölü, doğusu ise 2000 m yüksekliğinde dağlarla çevrilidir.
Bölgenin güney kısmında Güneydoğu Torosların yüksek uzantıları yer alır. Doğu kısmında ise Başkale dağları ve uzantıları bulunur.
Bu doğal özellikleriyle başkentin bulunduğu Van Gölünün doğusunda kalan bölge güney, batı ve kısmen doğu yönlerinden gelecek saldırılara karşı korunaklıdır.
ÖNEMİ:
Evet, bu kale, Urartu kalelerinin en görkemlisidir.
Urartular başkentlerini Tuşpa olarak adlandırırlar. Tuşpa ise Van Gölü Havzasındaki en büyük yerleşim olan Van Kalesiyle eşitlenir.
Başkent Tuşpa, yaklaşık 16 hektarlık sitadel alanıyla, krali kentler arasında en büyük sitadel alanına sahiptir. Sitadelin 70-80 m kuzeyinde bulunan Van kalesi höyüğü, kentin aşağı yerleşmesini oluşturur. Aynı zamanda, kayalığın güneyinde yapılan sondajlardan elde edilen Urartu seramikleri, burada Urartu varlığına işaret eder.
Günümüz verileriyle başkentin tam olarak ne kadarlık bir alana yapıldığı bilinmemektedir. Fakat başkentin Van kayalığının kuzeyinde bulunan höyük ve güneydeki Eski Van şehrinin bulunduğu alanla birlikte en az 80 hektarlık bir alana sahip olduğu söylenebilir.
Van kalesinde krallığa ait izler, kayalığın hemen hemen her yerinde görmek mümkündür. Bunlardan Sardurburcu/Madır Burç, Yeni Saray alanı, çok odalı kaya mezarları, Menua’nın Şirşinisi, Hazine Kapısı/Analıkız ve Kayalığın birçok yerinde bulunan yazıtlar ve nişler önemli kalıntılar oluşturur.
KALENİN İNŞA SÜRECİ:
Van kalesinin inşa süreci Kral I.Sarduri ile birlikte başlar. I Sarduri döneminde inşa edilen Sardurburcu/Madır Burç olarak adlandırılan yapı, kayalığın kuzeybatı eteklerindedir. 47 x 13 m boyutlarında olup dikdörtgen planlıdır. Büyük kalker bloklarla inşa edilen yapının blokları üzerinde 6 tane inşa yazıtı vardır.
Birbirlerinin tekrarı olan yazıtlarda, Lutipri oğlu Sarduri’nin bu taşları Alniunu şehrinden getirttiğinden bahsedilir. Fakat yazıtlarda yapının işlevi hakkında bilgi verilmez. Yapının işlevi hakkında tapınak temeli, liman seti, rıhtım, su kaynaklarını koruyan tahkimat yapısı gibi farklı öneriler vardır.
Yapının işlevi tam olarak bilinmese de, üzerinde barındırdığı yazıttan krallığın en erken dönem yatırımlarından biri olduğu anlaşılır.
KALENİN SAYISAL ÖZELLİKLERİ:
Kale yapısının genişliği: 20-120 metre ve uzunluğu: 1800 metre, yüksekliği ise: 100 metredir. Doğal bir kayalık üzerine kurulu olup, güney tarafı sarp ve dik, kuzey tarafı ise, daha az eğimlidir.
KRALLIK SARAYI:
Urartu yazılı metinlerinde, kralın kalabalık bir saraylı ve hizmetli gurubuyla birlikte yaşadığından bahsedilir.
Toprakkale’de bulunan bir tablet üzerinde, krala hizmet eden kişilerin listesi tutulmuştur. Bu kişiler arasında muhasebeci, hadım ağaları, dokumacılar, harem ağaları, sakiler, köpek bakıcıları, hizmetçiler, müzisyenler, silahlı ve silahsız adamlar dikkat çeker.
Bir başka yazıtta ise kralın haremine yeni kadınlar getirildiğinden bahsedilir. Bu nedenle kralın çevresindeki kişilerin sayısının değişken olduğu söylenebilir.
Evet, sözünü ettiğim bu yazılı metinlerden, kraliyet sarayında yaşayanlar kısmen öğrenilse de sarayım mimarisi hakkında bilgi bulunmaz. Sitadel de yapılan kazılarda iki ayrı alanda muhtemel bir saraya ait olabilecek kalıntılar ortaya çıkarılmıştır. Bu kalıntılara bakılarak, en yüksek kısmını oluşturan alan Eski Saray, kayalığın batı kısmında bulunan yer ise Yeni Saray alanı olarak değerlendirilir.
KALEYE ÇIKMA-GEZME:
Evet, Kaleye çıkmayı düşünürseniz, şartlarınız uygunsa, mutlaka bir Perşembe günü çıkın. Çünkü: Perşembe günleri, evlenecek kızlar, maniler söyleyerek, kaleden aşağıya kayıyorlar.
Ayrıca: mutlaka akşam üstü çıkın çünkü kaleden, güneşin Van gölü üzerinde barışını izlemelisiniz. Ardından, kale eteğinde çay bahçelerinde, güzel bir dinlenme molası verebilirsiniz. Takı dükkanından, ucuz ve değişik takılar satın alabilirsiniz.
Kaleye: giriş kapısından giriyorsunuz ve karşınıza: Eski Van evlerinin bir örneği ve lokanta ile hediyelik eşya satılan dükkanlarını bulunduğu bir park çıkıyor. Parkın içinden geçin ve kuzey yönünde, hafif rampayı takip ederek, kaleye çıkabilirsiniz.
Ancak: biraz önce sözünü ettiğim parkta, eski Van evini ziyaret edebilirsiniz. İki katlı olan bu ev, eski Van evlerinin bire-bir kopyası. Evin içinde, Van yöresine ait yaygılar ve giysiler de sergileniyor.
Kaleye doğru tırmanmaya başladığınızda ise, yörede bolca bulunan çocuklar, size mihmandarlık yapmak için, sürekli ısrarla yanınıza yaklaşıyorlar. Bu çocuklar: İngilizceden Japoncaya kadar, birçok dil bildiklerini söylüyorlar, ama sanırım, bu dilleri, sadece belli başlı terimler halinde biliyorlar. Çünkü: anlattıkları hep aynı.
Evet, kaleye çıkıyoruz. Tuşpa adıyla, 300 yıl Urartu devletine başkentlik yapmış kaledeyiz.
Kale: Urartu kralı I. Sarduri tarafından, MÖ. 840-825 yılları arasında kurulmuş.
Kale: aşağı ve yukarı kale olmak üzere, iki bölümden oluşmaktadır.
KALENİN BÖLÜMLERİ:
İÇ KALE BÖLÜMÜ-ESKİ SARAY ALANI;
Eski Saray’ın bulunduğu İç Kale: sitadelin üzerinde bulunduğu kayalığın en yüksek alanını oluşturur. Yani kayalığın en yüksek kısmıdır.
Çevresi sur duvarları tarafından çevrelenen alanda, Urartu sonrasında yoğun yapılaşma olduğu için tahribat fazladır. Burada yapılan sondajlarda 3 sıra halinde kesme taşla yapılmış, yüksekliği 2.20 m ye ulaşan Urartu dönemine ait duvar kalıntısına rastlanır. Bu yapının işlevini anlayabilmek amacıyla duvarın batı kısmında kazı çalışmaları yapılır. Bu çalışmalar sonucunda duvarın saray yapısına ait bir platform olduğu ileri sürülür. Fakat bu kalıntıların bir saraya ait olup olmadığı kesin değildir.
İç kale, aynı zamanda çift cellalı tapınağın bulunduğu yerdir. Krali kentlerde Urartu tapınaklarının tek bir yapı halinde inşa edilmediği daha önce bilinmektedir. Bu tapınakların çevresinde çeşitli yapıların bulunduğu bir kompleks olarak tasarlandığı anlaşılır. Bu durumda İç Kalede saray olarak değerlendirilen yerlerin olası bir tapınak kompleksine ait mekanlar olabileceği de muhtemeldir.
İç kalede, dikkat çeken yapılardan biri: iki odalı olduğu anlaşılan bir mekandır. Bu yapıdan günümüze sadece ana kayaya oyulmuş temel izlerinin kaldığı görülür. Bu izlere göre mekanın ilk odasına 1.20 m genişliğinde bir kapıyla geçilir. Oda 4.80 x 3.80 m ölçülerindedir. İkinci odaya, birinci odanın güney duvarında bulunan 0.90 m ölçülerinde kapıyla ulaşılır. Fakat odanın ölçüleri tam olarak ölçülemez. Bu mekan, konumu ve ölçülerine bakılarak, çift cellalı tapınak olabileceği düşünülür ama somut bir veri yoktur.
YENİ SARAY ALANI:
Yeni saray alanı, sitadelin batı kısmında bulunur. Alanın doğusu batı hendeği, batısı I.Argişti kaya mezarının bulunduğu açıklıkla sonlanır. Güney kısmı ise uçurumdur. Burada yapılan kazılarda en az 12 odalı bir yapının ana kaya üzerindeki temelleri ortaya çıkarılmıştır. Sarayın odaları olduğu düşünülen I.Nolu oda: 6.40 x 12.50 m ölçülerindedir. Bu mekan pitosların bulunduğu depo odası olarak düşünülür. 5, 6, 7 ve 8 Nolu odalar, drenaj sistemine sahip olması bakımından önemlidir. Bu odaların tabanlarında kuzey ve güney yönlerde uzanan ana kayaya oyulmuş atıksu kanalları ortaya çıkarılmıştır. Bu yüzden bu odaların saraya ait mutfak ve banyo mekanları oldukları ileri sürülür.
12 Nolu mekanın, güney ve doğu duvarında 3 adet adak diski/levhası ana kayaya oyulmuş yuvalarında ele geçirilmiştir. Benzer şekilde adak/disk levhalarına Altıntepe, Aznavurtepe, Toprakkale’de tapınak temellerinde ve Ayanis tapınağına açılan kapının köşe temellerinde rastlanmıştır. Bu durum, bu alanın, saray veya önemli bir yapı gurubuna ait olduğu iddiasını desteklemektedir.
MEHER KAPI;
Burası bir kutsal alandır. Kelime anlamı “aydınlatan” dır.
Urartu başkentinin dini bir merkez olarak ön planda olmadığı söylenebilir.
Kapı, kayaya oyularak yapılmış ve iki dikey dikdörtgen çerçeve içine alınmış ve yüzeyinde Urartu çivi yazılı bir yazıt bulunan, bir kalker kaya nişidir.
Kaya nişinin, MÖ 810 yılında Urartu kralı İspuini döneminde Tanrı Haldi adına yapıldığı sanılıyor. Bu nedenle Uraktu dinine ait en güzel bilgiler, burada verilmiştir.
Yazıtta: Urartu ülkesi için kutsanan tüm tanrılar ve tanrıçalar, bunlara sunulan günlük kurban listesi, kutsal sayılan dağlar, nehirler ve kentler yazılmıştır.
Evet kaya nişinin içinde; Urartu Tanrılarına kurban edilecek hayvanların listesi bulunur. Zaten yazıtın bulunduğu nişin hemen önünde, kayaya oyulmuş bir kurban sunağı vardır.
Bu listeye göre: başkent Tuşpa kentinin tanrısı, Ardini/Muşaşir ve Qumenu şehirlerinden sonra 3’ncü sıradadır.
Fakat başkentin dini bir merkez olarak ön plana çıkması burada tapınak olmadığı anlamına gelmez.
Van kayalığının doğu kısmında Tebriz Kapı olarak bilinen yerde, anakaya üzerinde dikdörtgen pano içerisinde Menua-İşpuini’ye tarihlenen yazıt bulunur.
Yazıtta, Tanrı Haldi adına yaptırılan susi inşasından bahsedilir.
Evet: Urartular tarafından, bu kapıdan Tanrı Haldi’nin bir ışık demeti içinde çıkacağına inanılıyormuş. Ama günümüzde, duvarlara yazılan yazıları ve çevrenin pisliğini gördüğünüzde, eminim ki sizde benim gibi düşünecek ve Tanrı Haldi’nin bu pisliğe asla gelmeyeceğini düşüneceksiniz.
KALENİN HAZİNE KAPISI-ANALIKIZ ALANI:
Van kalesinde Hazine Kapısı, diğer bir adlandırmayla Analıkız alanı olarak bilinen alan kutsal mezar olarak düşünülür. Bu alan sitadelin kuzeydoğu yamacındadır. Buradaki kayalığın cephesinin düz bir şekilde boydan boya tıraşlanarak düzleştirildiği anlaşılır. Böylece cephede düz bir duvar oluşturulurken, aynı zamanda 40 m genişliğinde teras/platform elde edilmiştir.
Bu platformun düz cephesine yan yana olacak şekilde iki büyük niş yapılmıştır. Nişlerin üst kısımları kemerli şekilde biçimlendirilmiştir. doğu kısımdaki niş 5.70 x 2.70 m ölçülerinde olup 2.20 m derinliğindedir. Batıdaki niş ise 6.80 x 2.60 x 2.30 m ölçülerindedir. Nişlerin duvarlarında ve içlerine koyulan stellerde, Kral II Sarduri’nin yaptığı yıllık icraatlar yazılmıştır. Ayrıca bu nişlerin sağ ve sol kısımlarında duvar boyunca uzanan oturma sekileri vardır. 1918 yılında yapılan kazılarda nişlerin içerisindeki bazalt steller ortaya çıkarılmıştır. Alanda dikkat çeken bir diğer ayrıntı, düz platformun kuzeybatı kısmında anakaya üzerine oyulan yamacın aşağısına doğru uzanan kanaldır. Burası kurban kanlarının akıtıldığı kanal olarak değerlendirilmiştir.
KAYA MEZARLARI:
Van kalesinde bulunan kaya mezarları, Urartu Krallığından günümüze ulaşan en önemli anıtsal yapı guruplarından biridir. Bu anıtsal mezarlar eyalet ve aşiret merkezlerinde görülen çok odalı kaya mezarlarının esin kaynağıdır. Uzman işgücü gerektirdiği anlaşılan kaya mezarları, aynı zamanda sosyal statü göstergesidir. Dolayısıyla Van Kalesinde bulunan mezarlar, Neft kuyu mezarlarında olduğu gibi 90 m kareyi aşan ana oda büyüklüğüyle, krallık coğrafyasında görülen kaya mezarlarının en muntazam örneklerini oluşturur.
Birçok araştırmacı, Van Kalesinde bulunan bu anıtsal mezarların kral ve aileleri için inşa edildiği konusunda hemfikirdir. Fakat bu mezarlardan sadece Kral I. Argişti’ye ait olan mezar tam olarak tarihlenmiştir. Diğer mezarların hangi kral ve aileleri için yapıldığı tam olarak bilinmemektedir.
Urartu kaya mezarı yapma geleneğinin ne zaman başladığı bilinmez. Ancak Menua döneminden itibaren ana kayanın oyularak kaya mekanı oluşturduğunu söylemek mümkündür.
MENUA’NİN ŞİRŞİNİSİ:
Bu yer ana kayaya oyulmuş dikdörtgen planlı bir kaya mekanıdır. Sitadelin kuzey kısmında bulunan kaya mekanına ulaşım, bir rampayla sağlanır. 2.80 m genişliğinde bir açıklıkla girilen mezan, 25 x 7.60 m yüksekliğindedir. Girişin sağ tarafında, ana kaya üzerinde Menua’ya ait yazıt bulunur. Yazıtın içeriği nedeniyle buranın kurbanlık hayvanların konulduğu ahır olduğu ileri sürülür. Fakat ahır amacıyla böylesi işçilik gerektiren bir mekanın sitadelde bulunması şüphe uyandırır. Ayrıca sadece bir kısmı açık bu yerin kış günlerinde hayvanların barınması için uygun olmayacağı da gerçektir.
DİĞER KAYA MEZARLARI:
Van kalesinin dikkat çeken kalıntılarından birini oluşturan kaya mezarları Sitadelin dik bir uçurumla sonlandığı güney kısmında bulunur.
Horhor Mağarası-I Argişti Mezarı:
Büyük Horhor Mağarası ( I. Argişti Mezarı) olarak adlandırılan mezara, ana kayaya oyulmuş 25 basamaklı bir merdivenle inilir. Merdivenin 10 ve 14’ncü basamakları arasında kuzey yönünde 1.30 x 1.60 x 0.90 m ölçülerinde bir odacık bulunur. Merdivenin yan duvarlarında bulunan yazıt mezar girişine kadar uzanır. Yazıtta: I Argişti’nin yıllık icraatlarından bahsedilir. Bu nedenle bu mezar Kral I Argişti ile ilişkilendirilir.
Kralın kaya mezarı, kuzey-güney doğrultuda yapılmıştır. Bir ana salon ve 5 yan odadan oluşur. Ana salon: 10.40 x 6 m ölçülerinde olup dikdörtgen planlıdır. Odanın yüksekliği 3.5 m dir. Duvarlarında 10 tane niş bulunur. Ana salondan geçilen yan odalar, birbirlerine yakın ölçülerde yapılmıştır. Batı yan oda hariç diğer odaların duvarlarında dörder niş bulunur. Batı yan oda, hem duvarlarında 3 niş bulunması hem de kuzey duvarından geniş bir odaya açılmasıyla diğer odalardan farklıdır. Odanın kuzey duvarına açılmış bir kapıyla 5 x 5.40 m ölçülerinde diğer bir odaya geçilir. Tabanı moloz dolu odanın duvarlarında 9 niş vardır.
Neft Kuyu Mezarı:
Bu kaya mezarı, kayalığın güney kısmında, doğu hendeğinin batısındadır. Mezarın önünde 20 x 7 m ölçülerinde, bir platform oluşturulmuştur. Ayrıca mezarın giriş cephesinin bulunduğu ana kaya tıraşlanarak düzleştirilmiş ve çerçeve içine alınmıştır. Bu çerçevenin orta kısmında mezarın ana kapısı bulunur. Ana kapı 3.5 x 1.62 x 1 m ölçülerindedir. Üst kısmı kemerli şekilde biçimlendirilen kapının üzerinde, dikdörtgen bir pencere yapılmıştır. Benzer şekilde ana kapı üzerinde pencere benzeri açıklıklar bulunur.
Evet, Neft kuyu kaya mezarı: bir ana salon ve 4 tane yan odadan oluşur. Ana salon dikdörtgen planlıdır. Tavanı beşik tonoz şeklindedir. Tonozlu tavanın yan duvarlarla birleştiği yerde iki hat şeklinde fisto bezemeli korniş bulunur. Ana salonun batı duvarının güney kısmında bir yan odaya geçilir. Dikdörtgen planlı odanın tavanı düz şekilde biçimlendirilmiştir. Ana salonun doğu duvarından düzgün plan göstermeyen yaklaşık 2 m karelik bir odaya geçilir.
Ana salonun kuzey duvarında bulunan odalar görünüm bakımından diğer odalardan daha işçiliklidir. Kuzey duvarı doğusunda bulunan ilk odaya, basamaklı bir kapıyla girilir. Kapının kenarı bir silmeyle çevrelenir. Oda dikdörtgen planlıdır. Yükseklik 4 m dir. Tavanı düzdür.
Ana salonda olduğu gibi fisto bezemeli korniş bulunur. Odanın batı duvarında kuzey-güney uzantısında büyük bir niş vardır. Odanın kapısında silme ve fisto bezemeli korniş olması, oda içerisinde ölü yatağı olarak değerlendirilen büyük niş bulunması nedeniyle mezarın bu odası diğerlerinden farklıdır.
İç Kale kaya mezarı:
Yukarıda söz edilen Neft kuyu mezarıyla aynı terastadır. Mezarın girişi doğu yönüne bakmaktadır. Ana kapının bulunduğu kaya yüzeyi, Neeft kuyu mezarında olduğu gibi tıraşlanarak düzleştirilmiş ve çerçeve içine alınmıştır. Mezar, iki büyük salon ve bu salonlardan ulaşılan beş ayrı yan odadan oluşmaktadır. Mezarın ana kapısı tahrip olmuştur.
Ana salon dikdörtgen planlıdır. Yüksekliği 6 m olan salonun tavanı beşik tonoz şeklindedir. Salonun kuzey ve güney duvarlarından geçilerek ulaşılabilin iki yan odası vardır. Batı duvarından ise başka büyük bir salona geçilmektedir. Ana salon gibi bu salonun da kuzey ve güney duvarlarından ulaşılan iki yan oda bulunmaktadır. Odanın kuzey duvarında içi oyulmuş tekne biçiminde bir platform vardır. Bu nedenle burası krali gömü odası olarak düşünülmektedir.
Doğu odaları kaya mezarı:
Doğu odaları olarak adlandırılan kaya mezarı, doğu hendeğinin 40-50 m doğusundadır. Mezarın girişine ana kayaya oyulmuş 26 basamaklı bir merdivenle inilir. Diğer çok odalı kaya mezarlarında olduğu gibi mezar girişinin önünde geniş bir platform vardır. Platformun kuzeyinde bulunan 5 basamaklı bir merdivenle mezarın ana kapısına ulaşılır. Mezar bir ana salon ve bu salonun doğu, batı ve kuzey duvarlarından geçilerek ulaşılan üç ayrı odanan oluşur.
YAZITLAR:
Van kalesi, krali kentler arasında en fazla yazıtın bulunduğu yerdir. Yazıtların en az 15’i ana kaya üzerindedir. Yazıtlar bağlamında bakıldığında, başkentte en erken yatırım I Sarduri döneminde başlar. Yatırımlar İşpuini-Menua dönemlerinde tapınak, depo ve şirşini yapılarıyla devam eder. I Argişti döneminde ise Horhor Mağarası/I Argişti mezarı inşa edilir. Yazıtlar başkentteki yatırımların II Sarduri döneminde sona erdiğini gösterir.
URARTU İSKANI:
Van kalesindeki yoğun Ortaçağ iskanı, Urartu kalıntılarının büyük oranda tahrip edilmesine neden olmuştur. Bu nedenle Urartu döneminden günümüze çoğunlukla doğal şartların ve insan faktörünün tahrip edemediği ana kaya üzerindeki temel izleri ve kaya işçiliği kalmıştır. Kaya işçiliğinin en muntazam örneklerinden birini oluşturan kaya mezarları, krali kentler arasında sadece başkentte bulunur.
Dolayısıyla başkentin krallar için yönetim merkezi olmasının yanında kralların burada gömülmeleri başkentin önemini daha da arttırmış olmalıdır. Bu önem dönemin yazılı belgelerine de yansımıştır. Krallar yazıtlarında başkenti kendileriyle ilişkilendirmişlerdir. Yani yazıtlarda, egemenlik söylemleri arasında başkent Biainili ülkesinin kralı unvanından sonra Tuşpa kentinin kahramanı unvanını kullanarak başkente atıfta bulunmuşlardır.
KUZEY YAMACI
Burada: II. Sarduri’nin açık hava tapınağı, Menua ve Sarduri’ye ait mezar odaları, mağaralar ve su sarnıçları ile çeşitli odalar var.
GÜNEY YAMACI
Burada: eski Van şehrinin kalıntıları bulunuyor.
Van Toprakkale
TOPRAKKALE-RUSAHİNİLİ-QİLBANİKAİ
Başkent Tuşpa’nın 5.5 km batısında yer alan Toprakkale, Zimzim Dağının güney eteklerinde kuzeydoğu-güneybatı uzantılı kayalık üzerinde kuruludur. Urartu krallığının ikinci başkentidir.
Sitadelin üzerinde bulunduğu kayalığın doğu, batı ve güneyi, sarp bir eğimle sonlanır. Kuzey kısmı ise, bir boyun ile daha yüksek olan Zimzim Dağına bağlanır.
Toprakkale’nin sitadel alanı, yaklaşık 400 m uzunluğunda, 60-70 m genişliğinde bir alan üzerine kuruludur. Yükseklik 200 m dir. Van şehrine hakim bir konumdadır. Kale MÖ 735 yılında kurulmuştur. Urartu kralı Rusa tarafından kurulmuştur. Bu yüzden kaleye “Rusahinili” yani “Rusa’nın kurduğu kent” adı verilmiştir.
Sitadele ulaşım, kayalığın kuzey kısmının Zimzim Dağına bağlandığı boyun kısmından yapılır.
Yapılan kazılarda tapınak, depo odası, kaya mekanı ve işlevi belli olmayan çeşitli mekanlara ait olabilecek izler ortaya çıkmıştır.
SURLAR:
Kalenin çevresi, iri kalker bloklardan oluşturulmuş surlarla çevrilidir. Kalenin iki girişi vardır. Batıdaki girişten girildiğinde, tapınak ve sarayların bulunduğu yere ulaşılır. Kuzey taraftaki girişten girilince ise, atölye, depo binaları ve diğer mekanlara ulaşılır.
BARAJ:
Kurulan bu yeni başkentin su ihtiyacını karşılamak için, Erek dağının doğusunda bir baraj yaptırılır. Urartu sulama tesislerinin en gelişmiş örneğini oluşturan bu baraj yapısı, iki yarı gövde duvarından oluşmaktadır. Bu Rusa barajının hemen yanında dikilen çivi yazılı andezit stel taş üzerinde, Kral II Rusa’nın barajı ve Rusahimili şehrini nasıl yaptırdığı ve ekili toprakları nasıl işlediği anlatılmaktadır.
Ancak, bu stel taş da, ülkemdeki diğer talan edilen birçok tarihi eser gibi: 1899 yılında Almanlar tarafından çalınarak kaçırılmıştır. Bugün bu kalıntı, Berlin-Pergamon Müzesinde sergileniyor.
TAPINAK:
Sitadelin orta kısmında merkezi bölgede yer alan tapınak, erken dönem kazı çalışmalarında ortaya çıkarılmıştır.
Tapınağın köşelerinde yer alan temel plakaları sayesinde tapınağın kesin ölçüleri belirlenir. Tapınağın 13.80 x 13.80 m ölçülere sahip olduğu anlaşılmıştır. Güney yönden girilen cella alanı ise 5.30 x 5.30 m boyutlarındadır.
Ayrıca tapınak alanında drenaj kanalı bulunur. Kanalın üzeri taş levhalarla örtülüdür. Bu durum Toprakkale’de diğer krali kentlerde görüldüğü gibi bir drenaj sisteminin varlığına işaret eder.
DEPO ODASI:
Sitadelin güney kısmında yapılan kazılarda, 3 sıra halinde 14 adet pitosun bulunduğu bir depo odası ortaya çıkarılmıştır. Burada bulunan pitosların üzerlerinde hacimlerini belirten ölçek işaretleri yer alır.
TABLETLER:
Toprakkale’de bulunan ve dönemi bilinmeyen 3 ayrı tablet parçası üzerinde sayıların bulunduğu görülür. Yine başka bir tabletin ön ve arka yüzünde boğa, inek, koyun ve ev listesi tutulmuştur. Muhtemelen tabletlere yansıyan bu kayıtlar depo odalarıyla ilgilidir.
Benzer şekilde, Bastam’da bulunan bulla üzerinde yer alan 7 satırlık yazıda: “Toprakkale’den marangoz istendiği yazılıdır.” Pitoslar üzerinde ölçekler, tablet ve bullalar diğer krali kentlerde olduğu gibi, depoların kayıtları tutularak belli bir sistem dahilinde doldurulduğunu gösterir.
KAYA İŞÇİLİĞİ:
Tapınağın 13 m kuzeydoğusunda 7.30 x 5 m ölçülerinde bir platform bulunur. Bu platformun kuzey kısmında 3.70 x 3.70 m ölçülerinde kare planlı ana kayaya oyulmuş bir mekan vardır. Duvar yüksekliği 1.80 m ye yaklaşan bu alanın girişinde geniş bir platform bulunur. Kaya üzerindeki izlerden yola çıkılarak, duvarların önünde kerpiçten ikinci bir duvar olabileceği düşünülür.
Böylelikle nemin engellendiği ileri sürülür.
İlk bakışta plan bakımından tapınak cellasını andıran bu mekanın işlevi bilinmemektedir.
Sarnıç:
Bir diğer kaya işçiliği, sarnıç olarak değerlendirilen yapıdır. Kayalığın güneybatı kısmında ana kayaya oyularak yapılmıştır. 20 x 10.5 m ölçülerindedir. Mekana 2 m genişliğinde, 56 basamaklı bir tünelle ulaşılır.
Odanın kuzey, güney ve batı duvarları boyunca uzanan yüksekliği 0.40/1 m genişliği ise 0.50/60 ile 1.40/1.50 m ölçülerinde değişen, ana kayaya oyulmuş sekiler bulunur.
Mekanın batı duvarı önünde, 1 m derinliğinde bir çukur bulunur. Bu çukurun doğusunda 0.50 m genişliğinde zeminden 50 cm kadar daha alçak bir seki yer alır. Çukurun kuzeybatı köşesinde, 3 basamaklı merdiven vardır.
Kaya mekanına, güney kısımda bulunan açıklıktan ahşap borularla su getirtildiği, banyo ve sarnıç olarak kullanıldığı ileri sürülür. Yaz döneminde mekanın 5 dereceyi aşmadığını düşünülerek Çavuştepe’de bulunan sarnıçlar gibi soğuk hava deposu veya su sızıntılarıyla beslenen bir sarnıç olabileceği düşünülür. Fakat sadece kaya işçiliği nedeniyle Urartu kültürü olarak görülen bu yapının Toprakkale dışında hiçbir krali merkezde örneği yoktur.
BULUNTULAR:
Toprakkale’de erken dönem çalışmalarında tapınak ve çevresinde önemli buluntular çıkarılır.
Bu buluntular arasında yer alan çivi yazılı kalkanlar, kazanlar, bronz taht parçaları, fildişi eserler, tapınağa ait olduğu anlaşılan bazalt sunak taşı dikkat çekicidir.
Ayrıca: yine arkeolojik kazılarda, gümüş testi, altın madalyon, bronz ayaklı şamdan ve kalkan, 2 adet çivi yazılı tablet ve tablet parçaları ve ok ucu gibi çeşitli madeni eşyalar bulunmuştur.
KENTİN KURULUŞUNA DAİR İNŞAAT YAZITLARI:
Toprakkale’de yapılan araştırmalarda kentin kuruluşuna dair ipucu verecek bir inşa yazıtına rastlanmaz. Erken dönem kazılarında tapınağın bazalt bloklarında yazıt olmadığı görülür. Bu durum Toprakkale’nin kim tarafından kurulduğuna dair tartışmalara neden olur.
Toprakkale’de ele geçen çivi yazılı buluntularda Argişti oğlu Rusa ve Erimena oğlu Rusa olmak üzere, iki ayrı kralın adı geçer.
Argişti oğlu Rusa adı çivi yazılı bir tablet ve bronz bir kalkan parçası üzerinde görülür.
Erimena oğlu Rusa adı ise, 10’un üzerinde bronz kalkan, kalkan parçası, rozet ve bronz friz parçası üzerinde görülür.
Toprakkale’nin kuruluşuyla ilgili yazıt, Toprakkale yakınlarında bulunan Keşiş Gölünden gelir. Yazıta göre: kralın baraj kurduğu, barajdan yine kendi kurduğu Rusahinili adındaki kente kanal açtırdığı, kentin önünde bağlar, bahçeler ve tarlalar kurduğu anlaşılır.
Yine Bastam’dan ele geçirilen bulla üzerinde “Argişti oğlu Rusa’nın Qilba Dağı karşısındaki Rusabinili şehrinde taht kurduğu o yıl” ve Toprakkale’den çıkarıldığı belirtilen tablette “Qilba Dağının karşısındaki Rusabinili” ifadeleri bulunur.
Bu nedenle Toprakkale, II Rusa’nın kurduğu Rusahinili olarak adlandırılmaya başlanır.
Aynı zamanda II Rusa’nın inşa projelerinin bir parçası olarak görülerek, ihtiyaçlara karşılık veremediği ileri sürülen başkent Tuşpa’ya alternatif ikinci başkent olarak düşünülür.
Yakın zamanda Keşiş Gölü yakınlarında Gövelek Köyünde bulunan Erimena oğlu Rusa’ya tarihlenen stel parçasının Keşiş Gölü stelinin parçaları olduğu anlaşılır. Böylece eksik parçaların tamamlanmasıyla Keşiş Gölü stelinde bahsedilen Rusahinili kentinin II Rusa tarafından değil Erimena oğlu Rusa tarafından inşa edildiği anlaşılır. Nitekim Erimena oğlu Rusa, Toprakkale’de ortaya çıkarılan birçok bronz eser üzerinde görülür. Bu eserler arasında bulunan adak kalkanları üzerinde Erimena oğlu Rusa için “Tuşpa şehrinin kahramanıdır” ifadesi bulunur. Bu durum Toprakkale’nin başkent olarak inşa edilmediğini gösterebilir.
ŞEHRİN YIKILIP SONA ERMESİ:
Evet bu güçlü şehir, MÖ 7’nci yüzyılın başlarında, doğudan gelen İskit akınları sonucu yakılıp-yıkılmış ve yok olmuştur.
Van Aşağı Anzaf Kalesi
AŞAĞI ANZAF KALESİ
Başkent Tuşpa şehrinin yani Van şehir merkezinin: 11 km. kuzeydoğusundadır. Yukarı Anzaf kalesinin yaklaşık 800 m kuzeyindedir.
Günümüzde: Van-İran kara yolunun hemen kıyısındadır.
Yapıldığı dönemlerde: savunma açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü: İran ve Transkafkasyadan gelerek Tuşpa şehrine inen tarihi kara yollarının birleşim noktasında yapılmıştır.
Yapılan kazılarda, kalenin: MÖ. 830-810 yılları arasında: Urartu kralı İşpuini tarafından yaptırıldığı ortaya çıkmıştır. Kale: 62 x 98 metre büyüklüğünde, dikdörtgen bir yapıdadır. Deniz seviyesinden 1900 metre yüksekliktedir.
Fazla yüksek ve engebeli olmayan, kayalık bir tepe üzerinde bulunmaktadır. Kalede bulunan 6 inşaat yazıtında da, Kral İşpuini, çok güçlü bir kale yaptırdığından söz etmektedir. Gerçekten de, kalenin anıtsal sur duvarlarına, Urartular tarafından bölgede yaptırılan başka kalelerde rastlanılmamıştır.

YUKARI ANZAF KALESİ
Başkent Van kalesinin yaklaşık 13 km kuzeydoğusundadır. Aşağı Anzaf kalesinin 900 metre güneyindedir.
İşpuini oğlu Menua tarafından kurulan kentin, sitadel alanı kabaca oval planlı bir yükseltinin üzerindedir. MÖ 810-786 yılları arasında kurulmuştur. Deniz seviyesinden 1995 m yüksektedir. Kayalık bir tepe üzerinde kurulan kale, günümüzde ülkemizin ikinci yüksek rakımlı kazı alanını oluşturur.
Çevresi surlarla çevrili sitadel alanı, yaklaşık 6 hektarlık bir alanı kaplar. Sitadel bölümüne giriş, kuzeydoğu yönünde yer alan kuzey ve güney kapı olarak adlandırılan iki kapıyla sağlanır. Kapılar güvenlik bakımından 11 x 8 m ölçülerinde bir kule tarafından desteklenir. Bu kapılardan güney kapı tapınak ve saraya, kuzey kapı ise atölye, depo ve çeşitli mekanlara geçit verir.
Aşağı Anzaf kalesinden: 10 kat daha büyüktür. Diğer bir farklılık olarak ise: tarımdan elde edilen ürünlerin depolandığı, önemli bir üretim merkezi konumundadır. Erken dönem Urartu kalelerinin kale duvarlarının güzel örneklerini yansıtmaktadır.
Aynı zamanda, Urartu krallığının kült merkezlerinden biridir.
Tanrı Haldi adına yaptırıldığı düşünülen, en eski kare planlı tapınak, bu kalenin sınırları içindedir. Bu tapınağın batısında: tanrıya adanan eşya ve silahların bulundurulduğu küçük bir odada bulunan adak kalkanı üzerinde: Urartu tanrıları betimlenmiştir.
Zaten, Yukarı Anzaf Kalesinin en ayırt edici özelliklerinin başında: kurulduğu tarihten, yıkılışına kadar sürekli bir yerleşime sahip olması ve sürekli olarak genişlemesidir.
Ortaya çıkarılan çivi yazılı inşaat yazıtları ile, tunç eşya ve silahlar üzerindeki yazıtlar: Urartu krallarının, yaptırdıkları yeni mimari yapılardan ve kurdukları silah depolarından söz etmektedir.
Bu nedenle, Yukarı Anzaf kalesi, 9.yüzyılın son on yılından, 7.yüzyılın sonlarına kadar, Urartu kale mimarisinin gelişimini canlı bir şekilde yansıtmaktadır.
Bugüne kadar, kale yapılarından: MÖ.830-685 yılları arasında hüküm süren krallara ait, 29 adet çivi yazılı eşya ve silah ortaya çıkarılmıştır. Bronz eşya ve adak silahları üzerindeki ilginç ve birbirinden değerli yazıtlar, Urartu tarihi ve yazıt bilimine, çok büyük katkılar sağlamıştır.
Burada görülebilecek yapılar: doğu kapısı, depo yapıları, büyük kule, kuzey ve güney kapıları, mutfak yapıları, Haldi Tapınağı. Yukarı Anzaf Kalesi, bölgede üretilen tarım ürünlerinin depolandığı bir yer olarak da öne çıkmaktadır. Sitadel surlarının batı kısmında sur duvarlarına bitişik inşa edilmiş depo ve çeşitli mekanlar bulunur. Çok katlı olduğu anlaşılan bu mekanların giriş kapıları yoktur. Muhtemelen bodrum kısımları görülen bu depolara giriş üst kısımdan merdivenle sağlanır.
Tapınak Kompleksi:
Tapınak kompleksi sitadelin en yüksek alanını oluşturan güney kısımdadır. Yukarı Anzaf’ın tapınak kısmı diğer kentlerde görülen, avlu ve mekanlardan oluşan bir tapınak kompleksi olarak planlanmıştır. Fakat Ortaçağ döneminde yapılan tahribat, kompleks planının tam olarak anlaşılmasını engeller. Tapınağın duvarları üzerinde birbirlerinin tekrarı olan 4 adet taş blok üzerinde inşa yazıtı bulunur. Yazıtta; İşpuini oğlu Menua’nın Tanrı Haldi adına bir kale ve susi yaptırdığından bahsedilir.
Saray Kompleksi:
Yöneticiye ait saray kompleksi, tapınağın kuzeybatısındadır. Bu alan yükseklik bakımından tapınak alanından yaklaşık 15-20 m daha aşağıdadır. Yapılan kazılarda saray kompleksinin depo odaları, kabul salonu, odalara ulaşım sağlayan koridorlar ve bazı mekanlar ortaya çıkarılmıştır.
Sarayın depo odaları, kuzeybatı kısımda bulunur. Büyük salona isi ana koridorun batı bitiminde açılan bir kapıyla ulaşılır. Salonda 7 tane sütun kaidesi bulunmuştur. Salonun kuzey kısmında 5 küçük oda vardır. Bu odalardan 6, 7, 8 ve 9 nolu mekanlar, büyük salonda olduğu gibi kuzey duvarlarından daha büyük 4 ayrı odaya geçit verir.
Odalar kuzey-güney doğrultusunda olup dikdörtgen planlıdır. Odaların en batısında yer alan mekan ve doğusunda bulunan mekan depo işlevi görür. Depolar içerisinde boğazlarına kadar gömülü pitoslar ortaya çıkarılmıştır. Depolarda bulunan bazı pitosların üzerinde çivi yazısı, damga ve ölçek işareti bulunur. Pitoslar üzerinde ölçek ve mühürlerin bulunması bu depoların bir sistem dahilinde doldurulduğunu gösterir. Nitekim depo yapıları ortaya çıkarılamayan Aznavurtepe ve Körzüt kentleri dışındaki tüm krali kentlerde; bulunan pitoslar üzerinde ölçek ve çivi yazısına rastlanır.
Saray kompleksinin ana koridorunda yapılan kazılarda 1 adet kil tablet ve üzerinde 4 satır yazı ve mühür bulunan bulla ortaya çıkarılmıştır. Kil tablette isimleri verilen 16 kişiye dağıtılan ok, yay ve mızrakların listesi bulunur. Tam olarak okunamayan bulla üzerinde ise Gulili ve Alispia adındaki görevlilere verilen talimatlar yer alır.
Sarayın önemli mekanlarından biri; büyük kabul salonu olarak adlandırılan sütunlu salondur. Kuzey-güney yönünde uzanan salonun dikdörtgen planlı olduğu anlaşılır. Kuzey duvarı iki ayrı odaya geçit verir. Salonun odaya açılan duvarlarında beyaz şerit üzerine kırmızı boya sıva olduğu görülür. Kuzeybatı duvarında ise salona ulaşan büyük bir kapı bulunur. Kapı milinden kapının tek kanatlı olduğu anlaşılır. Salona ulaşan bir diğer kapı ise ana koridorun batı bitimindedir. Salona açılan kapının eşik taşı 50 cm genişliğinde tek parça ve pürüzsüzdür. Yapılan kazılarda salonun 10 tane yuvarlak sütun kaidesi ortaya çıkarılmıştır. 70-80 cm çaplarında olan bu kaidelerin bazıları çivi yazılıdır.
ANZAF BARAJI
Kalenin, 850 metre doğusundadır. Baraj yapısı, kuzeyinde bulunan geniş ve bereketli topraklarda yapılan tarımın, su ihtiyacını karşılamak için yapılmıştır. En büyük özelliği ise, günümüzde hala etkinliğini sürdürebiliyor olmasıdır.

YONCA TEPE KALESİ VE NEKROPOLÜ
İl merkezinin 9 km. güneydoğusunda, Yukarı Bakraçlı köyü sınırları içindedir. Yoncatepe: kurak Van bölgesinde: Varak ve Erek dağlarındaki zengin su kaynaklarına ve otlaklara giden yolları denetleyen stratejik bir noktada kurulmuştur.
Kalenin bulunduğu tepenin: kuzey ve batı kesimleri dik değil. Ancak: güney ve güneydoğu kesimleri, bir uçurumu andırırcasına dik ve derin bir vadiye açılmaktadır.
Erken Demir çağında kurulduğu düşünülmektedir. Ancak, Urartular döneminde de önemini korumuştur. En önemli özelliği ise: Van bölgesinde Varak ve Erek dağlarındaki zengin su kaynaklarını ve otlaklara giden yolları denetleyen stratejik bir noktada kurulmuş olmasıdır. Zaten kalenin hemen 800 metre kuzeyinde, Harabe Barajı bulunmaktadır.
Yoncatepe bölgesinde: akropol, yerleşim yeri ve nekropol alanlarında, arkeolojik kazılar yapılmıştır.
Akropol Alanında: oda duvarlarının iç kısımlarında, kilden yapılmış, 3 mm. kalınlığında sıva tabakalarına rastlanmıştır. Bu sıva tabakasının bazı bölümlerinde ise, beyaz badana kalıntıları görülmüştür. Mekanın büyük bölümünde ise, şiddetli bir yangın izleri hakimdir.
Kazı alanında bulunan depo odası ise: yerleşmenin niteliği konusunda, ençok bilgi veren yer olmuştur. Bu depo odasının genişliği: 4.50 metre, uzunluğu: 9.45 metre, yüksekliği: 2.80 metredir.
Buraya, 1.35 metre genişliğindeki bir kapı açıklığından girilmektedir. Kapının tek kanatlı olduğu anlaşılmıştır. Odanın içinde, omuzlara kadar toprağa gömülü, birbirine paralel sıralanan 13 adet küp ortaya çıkarılmıştır.
Ağız çapları 35-68 cm. arasında değişen küplerin yükseklikleri: 85 cm. ile 1 metre arasındadır. Küplerin hemen yanında: büyük bölümü, küplerin gövdesine yaslanmış, çok sayıda,dikey kulplu, yonca ağızlı testi bulunmuştur. İkinci katın çökmesi sonucu: deponun orta kısmındaki küp ve testiler, çok fazla hasar görmüş, duvarların kenarlarında bulunanlar ise çok az hasar görmüşlerdir.
Nekropol Alanında: burada, çok sayıda mezar bulunmuştur. Mezarların içinde ise: iskeletler, mezar hediyeleri, ölü yemeği olarak konulmuş küçükbaş ve büyükbaş hayvan iskeletleri, arpa, buğday, yulaf gibi tahıl taneleri ve üzüm çekirdekleri, çok sayıda köpek iskeleti bulunmuştur.
Bunların dışında: mezarların içinde: kama, hançer ve küçük bıçaklara rastlanmıştır. Tunç mezar hediyeleri ise azdır. Nadir olarak da, altın takılara rastlanmıştır.
HARABE BARAJ YAPISI
Yonca tepe ile aynı yerdedir. Kalenin 800 metre kuzeyinde bulunan, Harabe Barajı yani sulama tesisi, Doğu Anadolu bölgesindeki baraj yapılarının en eski örneklerinden biri olarak öne çıkmaktadır.
Erek dağı çevresindeki zengin su kaynakları ve bitki örtüsü: hem binlerce küçük baş hayvanın su ve ot gereksinimini karşılamış, hem de geniş ve bereketli topraklara sahip olmasına rağmen, su yönünden fakir olan Van ovasında yapılan tarıma hayat vermiştir.
Urartu kralları tarafından büyük önem verilen su kaynaklarını değerlendirmek için, Varak ve Erek dağlarının yakın çevresine, 12’den fazla, baraj ve gölet yapılmıştır.
Aynı zamanda, bu barajın 1.5-2 metrelik duvarları, yıkılmadan günümüze kadar ulaşmıştır. 30 x 30 cm. büyüklüğündeki savağı, bugüne değin bulunan baraj savaklarının en küçük örneğini oluşturmaktadır. Sadece baraj alanının içi toprak dolduğu için, son 80 yıldan bu yana tarla olarak kullanılmaktadır. Burası: Urartu barajlarının ilk örneğini yansıttığı için, çok büyük bir önem taşımaktadır.
KARAGÜNDÜZ HÖYÜĞÜ
İl merkezinin 35 km. kuzeydoğusunda: Erçek gölünün 6 km. kuzeyindedir. Özalp yöresinden gelen ve Van şehrine ulaşan ticaret yolunun, bu düzlükten geçtiği ve höyüğün Van yöresinin en büyük höyüğü olduğu bilinmektedir.
Höyük boyutu: 75 x 50 metredir. Yüksekliği: 8-9 metredir. Oval bir tepe üzerinde kurulmuştur. Höyüğün üzerinde, mermerden işlenmiş 145 cm. boyutunda, 107 cm. genişliğinde ve 53 cm. yüksekliğinde bir taş var.
Burada: höyük: su yükselmesi nedeniyle, 1890 rakımlı Erçek gölünün kuzeydoğu kıyılarında, bir ada durumunda kalmıştır.
Burada yapılan kazılar sonucu bulunan mezarlar: oda mezarlarıdır. Ancak, dikdörtgen planlı bu oda mezarlarının tavanları çökmüştür. Bu odalara, mezarın boyutlarına göre: 20-80 civarında insan gömülmüştür.
Yeni ölü gömüleceği zaman, diğerleri geriye doğru toplanarak odada yer açılmıştır. Bu tür gömme yöntemi: Urartu mezarlarında görülmektedir.
Mezarlardaki buluntular: çok sayıda çanak-çömlek bulunmuştur. Ayrıca: mezar hediyeleri arasında: demirden süs eşyaları, silahlar, çok sayıda boncuk var. Ayrıca: oğlak-kuzu türü hayvanlara ait omurga parçalarına rastlanmıştır.
Mezarlar dışında, höyükte yapılan kazılarda ise: 7 yapı katı tespit edilmiştir. En üstteki iki tabaka, Ortaçağ’a aittir. 4.yapı katı ise, Urartulara aittir.

AYANİS/RUSABİNİLİ-EİDURUKAİ
İl merkezine 34 km. uzaklıkta, Ağartı köyünün kuzeybatısındadır.
II Rusa tarafından inşa edilen kenet Rusahinili Eidurukai yani Eiduru Dağının önündeki Rusahinili olarak anılır.
Kale, MÖ 651 yılında Kral II Rusa tarafından yaptırılmıştır. Kral II Rusa’nın saltanatı sırasında yaşayan olaylara ait tek yazılı belge, Ayanis kalesinde bulunan Suşi Tapınağının cephesinde, 16 m uzunluktaki yazıttır. II Rusa, kendisinden önce veya sonra hiçbir kralın yapamadığı sayıda kale inşa ettirmiştir. Bu kalelerin bir kısmına da kendi adını vermiştir. Yaptırdığı kalelerin 3 tanesi, başkent Tuşpa yakınlarında, başkentin savunma sistemini güçlendirmek için yapılmıştır.
Evet, şimdi gelelim Ayanis kalesi hakkında bilgeler vermeye:
Kentin sitadel kısmı surlarla çevrili 400 x 150 m karelik bir alanı kapsar. Tepenin Van gölünder yüksekliği 250 m dir.
Aşağı yerleşme ise bu alanın kuzey ve güney yamaçlarından başlayarak doğuya doğru uzanan 80 hektarlık bir alandan oluşur.
Kentin sitadel kısmı ve aşağı yerleşmesiyle birlikte 80 hektarın üstünde bir alana sahip olduğu anlaşılır.
Ayanis sitelinin çevresi kalınlığı 2 m ye ulaşan ve payendelerle güçlendirilmiş sur duvarlarıyla çevrelenmiştir. Yapılan arkeolojik kazılarda bu surların doğu ve güney yönlerini kuşatan kısımları ortaya çıkarılmıştır. Kuzey ve batı surlarında ise çalışmalar devam etmektedir. Doğu kısımdaki surların temel kısımlarında kireç taşı kullanılırken, güney kısımda işçilikli andezit taş bloklar kullanılır. Ayrıca sitadelin sarp kesimini oluşturan batı kısmında, sur duvarlarının altında drenaj kanallarına rastlanır.
Sitadel alanına giriş, surların güneydoğu köşesinde bulunan 3 m genişliğinde bir kapıyla sağlanır. Kapı geçidi doğu ve batı kenarında yer alan iki kuleyle desteklenir. Ayrıca bu kısımda kapıyla bağlantılı mekanlar bulunur.
Yazıt:
Doğu kulesi önünde bulunan yazıt, kentin kuruluşuyla ilgili bilgi verir.
Yazıta göre: Argişti oğlu II Rusa, Eiduru Dağının önüne kimsenin daha önce dokunamadığı, hiçbir şeyin olmadığı yere bir kutsal alan ve bir kale inşa eder, bağ ve bahçeler yaparak bir kent kurar.
TAPINAK KOMPLEKSİ:
Ayanis kentindeki tapınak kompleksi, kara planlı tapınak, çevresinde 10 tane paye ile taşınan yarı açık avlu ve mekanlardan oluşur.
Alana kuzeydoğu köşede yer alan bir kapıyla geçilir. Kapının iki kenarında gömülü şekilde bulunan iki disk üzerinde tapınağı II Rusa tarafından yaptırıldığı yazar.
Tapınak avlunun içerisinde arka duvarı avlunun doğu duvarına bitişik olarak inşa edilmiştir. Köşeleri rizalitli şekilde inşa edilen tapınağın dış ölçüleri 12.75 x 12.75 m dir.
Tapınak yazıtı ön cephenin iki kısmı ve cella alanına ulaşan koridorun kenarlarına kadar uzanır. Yazıttan tapınağın ve kentin Argişti oğlu Rusa tarafından inşa edildiği anlaşılır.
Kentin yapımında düşman bölgeler olarak tanımlanan Muşki (Frig), Etiuni (Gökçe Göl), Kainaru, Tablani, Hate (Hitit), Şilukuni ve Asur’dan tehcir edilen insanlar çalışırdı.
Tapınağın cella alanı andezit bloklar üzerinde oyma tekniğiyle yapılmış bezemelerle süslüdür. Ayrıca cella alanının iç duvarlarında ve içeride bulunan podyum üzerinde taş mozaik, altın varak ve motifler bulunur.
Tapınağa ait depo mekanları tapınak alanının kuzeyindedir. Burada tapınağa adanan çok sayıda kalkan, kılıç, sadak, miğfer gibi eşyalar bulunur. Bu depolarda günlük kullanıma dair eşyalar bulunmaz. Ayanis’te sitadelin ihtiyacını karşılamak amacıyla inşa edildiği anlaşılan depo odaları, sitadelin batısındadır. Depolar doğu-batı uzantılı, taş temelli duvarın güney ve kuzeyi boyunca uzanan, 10 adet mekandan oluşur. Bu odalarda üçer sıra halinde pitoslar vardır. Pitosların üzerinde çivi yazılı ile ölçek bulunur.
Ayrıca 6 nolu oda içerisinde bulunan 2.10 m uzunluğunda kireç taşından yapılmış 4 parçalı bir künk ortaya çıkarılır. Künk tek basamaklı bir merdivenle çıkılan bir platform üzerindedir. Güneye doğru eğimle devam eden künkün parçalarının aralarının sızdırmazlık için erimiş bir madenle izole edildiği anlaşılır. Muhtemelen künk, pitosların doldurulması veya boşaltılmasına hizmet eder.
Doldurulan pitosların ağızları kalın bir kumaşla örtülüdür ve bu pitoslar bullalarla mühürlenerek güvenceye alınır.
Bullalar üzerinde bulunan yazılardan; malların hangi bölgeden kim tarafından hangi miktarda yollandığı anlaşılır. Bu durum diğer krali merkezlerde olduğu gibi pitosların kente gelen vergi ve haraçlar neticesinde doldurulduğunu gösterir. Dolayısıyla bullalarla sağlanan kayıt sistemiyle kente gelen vergiler kayıt altına alınır.
Ayanis’te bulunan bulla ve tabletlerden üzerinde hiyeroglif ve çivi yazısı bulunanlar dikkat çeker. Bu tür mühürler motif ve tasarım açısından kraliyete ait resmi mühürlerle büyük benzerlik gösterir. Benzerlerine Toprakkale, Bastam ve Karmir-Blur’da rastlanır. Bu tür arasında üzerinde kral tasviri olan ve Ar-gis-te-hi-ni-i yazılı olan mührün krali bir otorite tarafından kullanıldığı anlaşılır.
PAYELİ SALON:
Sitadelin doğu kısmında payeli salon bulunur. Burası depo işlevi olan anıtsal bir mekandır. Dikdörtgen planlı salon 36 x 26.5 m ölçülerindedir. Yapının üst örtüsünü 14 adet kesme taş blokla yapılmış payeler taşır.
Salonun güney ve doğu kısmında depo odaları bulunur. Odalardan çok sayıda pitos ve iyi işçilikli seramik ve tunç kap ortaya çıkarılmıştır. Pitosların üzerinde içerik bildiren yazıt ve ölçek veya bulla bulunmaz.
Fakat yukarıda bahsedilen batı odaları olarak bilinen depo yapısında pitoslar üzerinde bulla, yazıt ve ölçek vardır. Bu yüzden bu depoların dini görevi olan tapınakla ilişkili kişiler tarafından kullanıldığı sanılır.
Payeli salonun Kef Kalesindekindeki salon gibi payeli olması ve burada bulunan bulla üzerinde “alibusi yapısı inşa edildiği yıl” ifadesinden yola çıkılarak buranın “alibusi yapısı olduğu” ileri sürülür. Fakat Kef kalesinde ortaya çıkarılan alibusi yapısı olarak bahsedilen yapının depolarında bulunan pitoslar üzerinde yazıt ve ölçek bulunur.
EVSEL MAKANLAR;
Tapınak kompleksinin batısında evsel mekanlar olarak adlandırılan yapı gurubu vardır. İki katlı olduğu düşünülen bu mekanların tapınakla doğrudan bağlantısı yoktur. Odalar dikdörtgen ve kare planlıdır.
Bu alandan genellikle evsel ihtiyaca dair buluntular ele geçirilir. İçerisinde arpa, buğday kalıntısı bulunan depolama kapları, küçük küpler, kalın saz dallarından örülerek yapılmış sepet, lenger, tekneler ve öğütme taşları bulunur. Ayrıca üst kattan düştüğü anlaşılan kılıç, çekiç, mobilya parçalarına rastlanır.
Yine 10 nolu mekanda bulunan altın yelpaze sapı lüks tüketimi gösterir. Yelpaze sapının üzerinde bulunan yazıttan, eşyanın II Rusa’nın eşi Kakuli’ye ait olduğu anlaşılır.
Muhtemelen evsel mekanlar olarak adlandırılan bu yapı yönetici ve ailesinin ikamet ettiği yapıya ait hizmet ve depo odalarıdır.
AŞAĞI YERLEŞİM:
Ayanis’in aşağı yerleşimine ait çalışmalar Pınarbaşı ve Güneytepe alanlarında yürütülmüştür. Yapılan çalışmalarda, aşağı yerleşimi çevreleyen bir sur duvarına rastlanılmaz. Buradaki yapıların daha çok arazinin topoğrafyasına uygun şekilde teraslar üzerine inşa edildiği görülür.
Güneytepe’de sitadeli çevreleyen surlara yakın kısımda mimari bakımdan kalın duvarlara sahip bazıları avlulu taş döşeli binalar vardır. Aynı zamanda bu yapıların temellerinin anakaya kesilerek oturtulduğu anlaşılır.
Yapıların mimarisi, bu yapıların sitadel ile ilişkili görevli ve hizmetlilerin yaşadığı yapılar olduğunu düşündürür. Nitekim bulunan kil bullalar, taştan mühürler, fibula, demir ve tunç eşyalar bu durumu destekler.
Sitadelin kuzeydoğusunda bulunan Pınarbaşında sivil konutların yanı sıra devlet eliyle yapıldığı anlaşılan binalar yer alır. Bu kısımda bazı binalar payandalarla desteklenmiş kalın dış duvarlara sahiptir.
Çok katlı olduğu düşünülen bu yapılar mimari bakından bakıldığında sıradan konutlardan kolaylıkla ayrılır.
KALENİN SONA ERMESİ:
Kale, MÖ 645 yılına kadar varlığını sürdürmüş ve bu yıllarda nedeni belli olmayan büyük bir yangın sonucu tamamen tahrip olmuş bir daha yerleşilmemek üzere terk edilmiştir. Ancak Ayanis kalesindeki yangın, Medlerin saldırıları sonucu da gerçekleşmiş olabilir.
Ancak bu da şüphelidir. Çünkü Ayanis kalesinde hiç iskelete rastlanmamıştır. Yani bir yağma olayı yoktur. Ayrıca kalede ele geçen çok miktardaki değerli silah ve eşyaların bulunması, düşman tarafından kalenin yağmalanmadığının en büyük göstergesidir.
Son olarak, Ayanis kalesinde, Kral II Rusa’dan sonrasına ait herhangi bir buluntu olmaması, Urartuların bu tarihten sonra mı yıkıldıkları konusunda soru işaretleri ortaya koyar. Yani, sonuç olarak Ayanis kalesinde yapılacak resmi arkeolojik araştırmalar, Urartuların yıkılışına büyük ölçüde açıklık getirecektir.

YEDİ KİLİSE (VARAK VANK MANASTIRI)
İl merkezine 9 km. uzaklıktaki, Erek dağının batısında, Yukarı Bakraçlı köyündedir. Eski bir Ermeni manastırıdır. Söylentilere göre: 3.yüzyıl sonlarında, Azize Gayene ve Hripsime: Hz. İsa’nın gerildiği haçın bir parçasını buraya getirmişlerdir.
Bu haçın bir parçası: bir keşiş tarafından, Varag dağında bulunmuş ve Varagavank Manastırına götürülmüştür. Ancak, 7.yüzyıldan sonra, bu haç parçası kaybolmuştur. Kral Serekerim’in, bu manastırı genişleterek yenilemesi de, bu haça bağlanmaktadır.
Yedi ayrı kilise ve yapıdan oluşan kompleks: değişik zamanlarda, birbirine eklenerek oluşturulmuştur. En eski kilise ise: St. Sophia kilisesidir.
Bu kilise: 8.yüzyılda yapılmıştır. Ancak, günümüze sadece apsisi gelmiştir. İkinci kilise: bunun kuzey duvarına bitişik inşa edilen ve yine günümüze yıkık olarak ulaşan, St. John kilisesidir. Bu iki kilise yapısı, yapıların birinci gurubunu teşkil etmektedir.
İkinci gurup yapılar ise: 1003-1021 yılları arasında yapılan: Meryem Ana kilisesi ile başlamıştır. Dıştan, doğu-batı doğrultusunda, içten dörtlü yonca planlı olarak inşa edilmiştir. Ancak, kubbesi yıkılmış olarak günümüze ulaşmıştır. 1849 yılında: St. Sion kilisesi eklenmiştir.
Burada, kilise yapılarından başka: keşiş hücreleri, sosyal tesisler ve başkaca bir takım binalardan oluşmaktadır.
Bu bölge, kutsal içeriği yanı sıra, I. Dünya Savaşı öncesinde siyasi etkinlikleriyle de ün yapmıştır. Ancak, manastırın büyük bölümü, günümüze ulaşmamıştır. Evet, tüm bunların yanında, yedi kilise bölgesinin hemen yanına, 1997 yılında yapılan cami, köye yeni caminin bitirilmesini müteakip yıkılacakmış.
Çünkü: buraya her yıl, yaklaşık 10 bin civarında turist geliyormuş.

ADIR ADASI- LİM MANASTIRI
İl merkezine bağlı, Yaylıyaka köyü, döşeme mezrası yanında, Van gölü içindeki bir adada bulunmaktadır. Adır adası: Van gölü üzerindeki en büyük adalardan biridir.
Adanın güney kısmındaki Lim manastırı: 11.yüzyılda yapılmış olup, 1305 yılında tamamlayıcı bazı bölümler ilave edilmiştir. Manastır: St. Georges Kilisesi, St. Sion Şapeli, Jamaton ve diğer binalardan oluşmaktadır.
Keşiş odaları gibi bazı bölümler ise, 1766 yılında yapılmıştır. Kilise, 1918 yılına kadar faaliyetlerini sürdürmüştür. Bu tarihten sonra ise kullanılmadığından, definecilerin yağmalamasına uğramıştır. St.Georges Kilisesinin büyük kısmı yıkılmış olup, jamaton ve şapel mevcuttur.
Kiliseye gidebilmek için, Yaylıkaya köyünden, on dakikalık bir motor yolculuğu yapmak gerekiyor.

ÇARPANAK ADASI VE KİLİSESİ
Çarpanak adası: İl merkezine yakın, ibekdüzü köyü burnu açıklarında. Buraya ulaşmak için: köy sahilindeki motorlardan veya Van iskelesinden kalkan teknelerden yararlanabilirsiniz.
Adanın kuzey ucunda, bir manastır kilise var. Bu yapı: St. Jean’a adanmış. Kuzeyinde şapel ile birleşince bir kompleks oluşturuyor. Yapılış tarihi ise: 9.yüzyıl olarak tahmin ediliyor.
Buraya gittiğinizde: manastır bölgesini gezdikten sonra, adanın güzel kumsalında denize yani göle girmeyi sakın ihmal etmeyin.