Şanlıurfa Göbeklitepe

Şanlıurfa Göbeklitepe

Şanlıurfa Göbeklitepe; Ülkemiz turizmi açısından, dünya tarihi açısından büyük önemi olan Göbeklitepe, gün geçtikçe daha bilinmekte ve gün geçtikçe daha çok merak uyandırmaktadır. Bu yüzden: daha önce birkaç kez gittiğim, Göbeklitepe hakkında, gerek geçmişi ve gerekse kazıların ardından yaşananlarla ilgili güzel ve yeterli bir yazı aşağıdadır. Mutlaka ve mutlaka gidin burayı görün.

Evet: Şanlıurfa şehir merkezinden: Harran Üniversitesi istikametinde şehir merkezinde ilerlerken: bir süre sonra sola dönmeniz gerekiyor. “Göbekli Tepe” tabelalarının bulunduğu bu dönüşte, ayrıca göbekli tepenin simgesi olan “T figürlü taşlar” dan oluşan küçük bir park alanı yapılmış.

Evet burayı da gördükten sonra, yine tabelaları takip ederek anayoldan ilerlediğinizde ( bu sırada, büyük bir sulama kanalı üzerinden geçeceksiniz, bu sulama kanalının büyüklüğü buraya yapılan devlet yatırımlarının büyüklüğünü görmek açısından önemli, bir de suyun rengine dikkat ederseniz “turkuaz” rengi göreceksiniz) yine anayoldan bir süre sonra sapacaksınız ve 4 km. daha ilerlediğinizde, Göbekli Tepe’ye ulaşacaksınız.

Bu yol: gayet güzel ve asfalt yani ulaşım konforludur.
Yani, Göbeklitepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık 17 km. doğusunda bulunuyor.

Göbekli Tepe ören yerine ulaştığınızda, ilk olarak yolun solunda, yeni yapılmakta olan bir yapı ile karşılaşacaksınız. Üzerinde “Türkiye’nin Hazineleri” yazısı bulunan bu yapının “müze” olarak düzenlendiğini öğrendim, ama henüz yapım çalışmaları devam etmektedir.

Burayı geçtikten sonra, toprak yoldan devam ediyorsunuz ve kısa süre sonra ören yerinin otopark bölümüne ulaşıyorsunuz. Ancak, anladığım kadarı ile, biraz önceki yapının bulunduğu yere kadar olan bölüme bahçe duvarı gibi bir duvar yapıyorlar, sanırım bir süre sonra: araçlar buraya park edecek ve buradan sonra yürüyüş yolları takip edilerek ören yeri gezilecektir. Şimdilik: araçlar ören yerinin kapısına kadar gidebiliyorlar.

Ören yerinin kapısına ulaştığınızda

Aracınızı park ettikten sonra, herhangi bir kulübesi olmayan ve bir sandalye üzerinde duran görevliden 5 TL. ücret karşılığında giriş bileti (müze kartı geçerlidir) alıp, ören yerine girebiliyorsunuz.

İlk anda

bölgede yoğun bir zift kokusunun hakim olduğunu görüp şaşıracaksınız. Bu zift kokusu, yürüyüş yolu yapımında kullanılan tahta parçalarının sanırım çürümemesi için ziftlenmeleri nedeniyle oluşuyor, hoş değil, insanı rahatsız ediyor ama sanırım bir süre sonra, yürüyüş yolları bittiğinde bu da biter.

Yine, hemen bu giriş yerinde: ören yerinde uyulması gereken kuralları hatırlatan bir tabela ile karşılaşıyorsunuz. Bu tabelada yazılı olanlar şunlardır:
“Milattan önce 10 ve 9. bin yıla tarihlenen, taş devrinin kutsal tepesi: 1’nci derece arkeolojik SİT alanı, güneşin doğuşu ve batışı arasında her zaman ziyaret edilebilir. Arkeolojik SİT alanı içerisinde piknik yapılmaz ve mangal kullanılmaz. Yüzeyde bulunan her türlü arkeolojik malzemenin toplanması yasaktır, ziyaretiniz sonrasında alanda hiçbir atık ve çöp bırakmamaya lütfen dikkat ediniz.

Ziyaretçi yolları henüz hazırlık aşamasındadır. Kazı alanına girmek yasaktır. Kendisine verilen “Göbekli Tepe” adının da açıkladığı gibi, taş devrinin kalıntılarını barındıran tepe, görkemli yuvarlak formu ile kireçtaşı platonun en yüksek mevkiinde yer alır. Alanda 1995 yılında Şanlıurfa Müzesi başkanlığı ve Alman Arkeoloji Enstitüsü katılımı ile arkeolojik kazı çalışmaları başlamıştır. “
(Hemen altında metnin Almanca ve İngilizce tercümeleri de bulunuyor)

Bu kuralları da okuduktan sonra: ören yerine girmeden önce: size, burası hakkında ve buranın keşfedilmesi ve arkeolojik çalışmaları hakkında bilgiler vermek istiyorum. Çünkü: buraya gelmeden önce bir nebze olsun hazırlık yapmakta yarar var. Yoksa: herhangi bir bilgi sahibi olmadan burayı gezmeye kalkarsanız: burada göreceğiniz çok sayıda taş ve ahşap kalas parçası size hitap etmeyecek, belki de bunca yolu geçip geldiğiniz için pişman olacaksınız.

Ancak: biraz sonra söylediklerimi okuduktan sonra burayı ziyaret ederseniz, inanın buranın havasına kendinizi kaptırıp, belki de günümüzden 12.000 bin yıl öncesini rahatlıkla hayal edebilecek ve o günün insanlarının hangi şartlarda yaşadıklarını bir nebze olsun kafanızda canlandırabileceksiniz. Aksi halde, biraz önce de söylediğim gibi: burası şu anda tam kazı çalışmaları yapılmadığından: taş, kaya, kalas yığınları ile dolu bir görünüm sunuyor.

Bu yüzden: ben burayı gezerken bir yanda, yabancı olduğu belli 4 kişilik bir turist gurubu, dakikalarca kaldılar, ancak bilgi sahibi olmadıklarını düşündüğüm Ankaralı bir otobüs dolusu yerli turist gurubu ise, yaklaşık 5 dakika burada kaldılar ve Mardin’e gitmek üzere hızla ayrıldılar.

Burayı ziyaret ederseniz: burayı önceden tanımalısınız ki, ziyaretinizden keyif alasınız.

Bu yüzden: işte Göbeklitepe ve arkeolojik çalışmalar hakkında ayrıntılı bilgiler:

ÖNEMİ

Göbekli tepe: avcı-toplayıcılıktan, çiftçiliğe, besin üretimine dayalı bir yaşam tarzına geçiş döneminde yapılmış ve dünya üzerinde eşi-benzeri olmayan, emsalsiz anıtları barındırmaktadır.
Burada: günümüzden 12.000 yıl öncesine tarihlenen “Dünyanın En Eski Tapınağı” bulunuyor. Mezopotamya bölgesindeki en eski olarak bilinen bu tapınağı kullananlar: bir an gelmiş, tapınağın üzerini toprakla kapatmışlar ve böylece tapınak ve tapınma alanı binlerce yıl sonra günümüze sağlam olarak gelebilmiştir.

ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR

Arkeolojik kazı çalışmaları başlamadan önce: tarım faaliyetleri için kullanılmakta olan arazide, yalnızca yüzeyde bulunan çakmaktaşı alet parçaları görülür durumdaydı. Öte yandan ise, günümüzde görülen mimari kalıntıların hepsi toprak altındaydı.
1995 yılında başlayan kazı çalışmaları, 2007 yılından sonra Bakanlar Kurulu kararı ile Alman Arkeoloji Enstitüsünden arkeolog Klaus Schmidt tarafından yürütülmektedir.
Birkaç tepe ve tepelerin arasında bulunan çöküntü alanlarında yapılan kazı çalışmaları başladıktan sonra: özellikle tepenin güney yamacında yoğunlaştı ve ilerledi ve ilk olarak mimari yapılar ortaya çıkarıldı. Bu mimari yapıların: geofizik ölçümleri yapıldığında ise, tüm tepenin Milattan Önce: 10 ve 9. yüzyıllarda yapıldığı anlaşıldı.
Arkeolojik araştırmalarda: tapınak kalıntıları yanında: ayrıca tapınağı süsleyen: doğal boyutlarında ve taştan oyulmuş yaban domuzu, kaplumbağa ve akbaba heykelleri de bulunmuştur. Bunu değerlendirirken, şunu düşünmek gerekir: o dönemde yani gerek taşların üzerine figürler işlenen ve gerekse taşlardan heykeller yapılan dönemde: metal aletler kullanılmıyordu, bu düzgün ve muhteşem görünümlü nesnelerin yalnızca çakmak taşı kullanarak yapıldığını düşünün.

Günümüzde: kazı çalışmaları: tepenin güney yamacında, güneybatı ve kuzeybatı yönünde sürdürülmektedir.

GÜNÜMÜZE KADAR OLAN SÜREÇTEKİ BULUNTULAR

Göbeklitepe’de arkeologlar: 15 metreye varan, dairesel biçimli, 3 alan ortaya çıkarmışlardır. Bu alanlarda: üzerlerinde çeşitli hayvan kabartmaları ya da bunların taşa kazınmış figürlerinin bulunduğu ve “T” biçimli 16 destek ve kireçtaşı simge bulunmuştur. Ayrıca: bulunan bazalttan yapılmış kaplar ve işlenmiş çakmak taşlarından: burada yaşayanların kalıcı olmasalar da, en azından geçici bir süre burada yaşadıkları anlaşılmaktadır. Bu esas alındığında: Göbeklitepe; bölgede yaşayan insanlar tarafından dinsel amaçlar için düzenli olarak ziyaret edilen bir buluşma yeriydi.

Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında: çöl varanı, sürüngen kabartmaları, yaban domuzları, turna, leylek, tilki, yılan, akrep, yabani koyun, aslan, örümcek ve kafası olmayan insan kabartmaları, erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş erkek heykelleri ilgi çekmektedir.

Bunlar: 12.000 yıl önce, yerleşik hayata geçen o dönem insanlarının inançlarını yansıtan önemli bulgulardır.

Burada bulunan yapıların eski tarihlileri: dairesel ve yeni olanlar ise dikdörtgen biçimlidir ve bunlar: mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmektedirler.

Burası bulunmadan önce; insanoğlu tarafından tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağın: MÖ.5.000 yılında Malta adasında yapıldığı biliniyordu. Göbeklitepe yerleşiminin bulunmasıyla, bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının, günümüzden 12.000 yıl önce, burada kurulduğu anlaşılmıştır.
Dünyada kabul gören arkeolojik görüşlere göre: insanoğlunun; avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik hayata geçmesindeki en önemli faktörler: açlık korkusu ve korunma içgüdüsüdür.

Göbeklitepe: bu tabuyu yıkmış ve yerleşik yaşama geçişteki en önemli faktörün: dinsel inanışların etkisi olduğunu kanıtlamıştır. Yani: yerleşik hayata geçişte: ekonomik ya da ekolojik değil, kalabalık ve uzun süreli dinsel törenlerin rol oynamasıdır. Bu tapınakları yapanların, yukarıda söz ettiğim gibi: gerek metal ve gerekse çanak-çömlek yapmayı ve kullanmayı bilmediklerini düşününüz.

Evet: günümüze kadar olan süreçte, burada toplam 45 parça gün yüzüne çıkarılmıştır.

ÇEŞİTLİ İDDİALAR

Göbekli tepede, kazılar sonucu ortaya atılan en çarpıcı iddia: Adem ve Havva’nın yasak elmayı dişledikleri “Cennet Bahçesi” nin burası olabileceği tezidir. Kazı çalışmaları yapan arkeologlar: Göbeklitepe’nin “Cennette” bir tapınak olduğuna inanıyorlar. Çünkü: burada çok sayıda nadir bulunur ve tuhaf sürüngen resimleri göze çarpıyor. Bu genişlikte hayvan kabartması ve yelpazesinin dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmadığı biliniyor.

Hatta ve hatta: kesin olmamakla birlikte, dünya tarihinde, ilk kez “insan kurban etme” töreninin burada yapıldığı tahmin ediliyor.
Öte yandan: burada yaşayan insanların, dünya üzerinde “varoluş” nedenlerini soruşturan ilk insanlar oldukları düşünülüyor. Bu tapınağı yananlar: yeryüzünde ilk kez “evren nedir, biz niye buradayız” sorularını soran kişilerdir.

Evet, ören yerindeki gezimize devam ediyoruz. Kapı olarak belirlenen yerden içeriye girdikten sonra, hemen solda: büyük bir kayalık blok üzerinde, kayaların üzerine oyulmuş oyuklar göze batıyor.

Bu bölgeye “E yapısı” yani “Kaya Tapınağı” deniliyor. Bu noktada: 1995 yılında, henüz kazı çalışmaları yeni başladığında ana kaya içerisinde oluşturulan oval alan ve yine ana kayanın işlenmesi ile şekillendirilen platformlar bulunmuştur.
Burada görülen mimari ana hat: daha sonra kazı çalışmalarında bulunan neolitik dönem yapılarında saptanan tipik mimari düzenin aynısıdır.

Buna göre: ana kaya üzerinde yükselen platformların oyuklarında (bu oyukları görmek mümkündür) : “T” biçimli dikilitaşlar bulunuyordu. Bu dikilitaşların: yapı duvarı ve duvar içinde yer alması gereken diğer dikilitaşlar ile birlikte, hali hazırda neolitik dönem sırasında, ikincil kullanım için yerlerinden alınarak başka yerlere taşındığı düşünülmektedir.

Kuzey yönünde görülen kaya çukurları da: günümüzde “E yapısı” olarak bilinen alana dahildir.

Evet, buradan sonra yola devem ediyoruz. Hemen ileride, bir kısmı yapılan yürüyüş yolu ve yapılmaya devam edilen yürüyüş yolları bulunuyor. Yürüyüş yollarını: kalın demiryolu tahtaları kullanarak yapıyorlar. Ancak: otoparka aracınızı bıraktığınızda, hemen hissedeceğiniz gibi, ortam yoğun bir zift kokusu ile kirletiliyor. Yani: özellikle otopark bölümünde yoğun bir zift kokusu hakim ve insanı rahatsız ediyor. Sanırım: bu yürüyüş yollarında kullandıkları tahtaları, çürümesin diye ziftliyorlar.

Söylenenlere göre: çevrede buraya benzer 20 tepe varmış ve günümüze kadar bunlardan yalnızca 3 tanesinde kazı çalışması yapılmış ama yine söylenenlere göre bu 20 tepenin bulunduğu yer, dikenli tel örgü çekilerek koruma altına alınmış.

Yürüyüş yolundan devam ettiğimizde: ören yerinin en ilgi çeken yani tapınağın bulunduğu yere varıyoruz. Burada ilk dikkatimi çekenler: birçok taş parçası ve haddinden fazla olduğunu düşündüğüm, kalın tahta parçaları, kalasların bulunması, öyle ki, bu kalaslar bazı yerlerde: taşlar üzerindeki figürleri kapatacak dereceye gelmiş.

Evet: tamam koruma, tedbir alma, üzerine kapatma, yağmur-kar-güneşten koruma mantıklı ve gerekli bir yaklaşım ama, bu şekilde estetik duygusundan yoksun koruma hiç yakışmamış. Ana tapınağın bulunduğu bu alanda o kadar çok tahta kalas kullanılmış ki, tam orta yere, görülecek şekilde bir de kırmızı yangın söndürme cihazı asmışlar, hayır, yakışmıyor, o cihazı lütfen gizli bir yere koyun.

Estetik duygusundan yoksun bu koruma önlemleri: umarım en kısa zamanda daha güzel hale getirilir, niye daha ince çelik direkler kullanılmaz da, bu kocaman ve kalın kalaslar kullanılır, estetik duygusunun kepazeliği yanında, bir de biraz önce de belirttiğim gibi, bazı taş figürleri bu kalaslar yüzünden görünmüyor.

Zaten

Eğer bu satırları okumaz veya göbekli tepe hakkında herhangi bir bilgi sahibi olmadan buraya giderseniz: burada göreceğiniz taş yığınları ve kalas yığınları ilginizi çekmeyecektir, çünkü: ben burayı ziyaret ettiğimde bir Ankaralı turist gurubu geldi, sıradan yürüdüler ve 5 dakika içinde buradan ayrıldılar, dikkat ettim, başlarındaki rehber hiçbir bilgi vermedi, yani buralara kadar zahmet edip gitmeden önce, lütfen burası hakkında bilgi sahibi olun ve bilinçli olarak gidin, düşünün ki, günümüzden 12.000 yıl önce, burada insanlar yaşamış, bu taşlar üzerindeki figürlere tapmışlar, bunları kafanızda canlandırın, yoksa: burası size bir şey hitap etmeyecektir.

Yerli turist gurubu, burayı 5 dakikada geçip giderken, yabancı oldukları belli 4 kişilik bir gurup, bizimle birlikte dakikalarca bölgeyi gezdiler, incelediler. Zaten: umarım yakın zaman sonra UNESCO burayı Dünya Kültür Mirası Listesine dahil eder, o zaman burası yabancı turist akınına uğrar. Ama dediğim gibi; buraya bilgi sahibi olmadan giderseniz, taş ve kalas yığınları pek ilginizi çekmeyecektir.

Evet: ana tapınağın bulunduğu yerin üzeri bir ahşap çatı ile kapatılmış. Tapınak bulunan bölümde; tam ortadan bir yürüyüş yolu yapılmış ve bu yolun üzerinden yürüyerek, tapınak alanının üstten görebiliyorsunuz.

Bazı taş ve kaya bloklarının altına, kum torbaları ile destek yapılmış.

Yani: burayı araştırmak için bir çaba ve emek harcandığı hissediliyor ve bundan ülkem adına gurur duyuyorum, ama estetik yok, göze hitap yok. Öte yandan: burayı gezerken, ana tapınak bölümünde daha kazılması gereken çok yer bulunduğunu hissediyorsunuz. Yani, birçok obje ve taş, kaya bloklarının toprak içinde yarısı, ucu görülür durumda, yani burada ayrıntılı arkeolojik çalışmalar sanırım yıllarca sürecektir. Ortaya nelerin çıkacağı ise meçhul, kesin olan şu ki, muhteşem buluntular çıkacaktır.

Bu genel bilgilerden sonra: arkeolojik çalışmaların yoğun olarak yapıldığı ve çatı ile örtülerek koruma altına alınan bölgeden söz etmek istiyorum.

Buradaki buluntular: kolay anlaşılabilmesi için, harflendirilerek ve harflendirilen bölgelerdeki “T” şeklindeki kaya blokları ise yine “P” harfi verilerek tasnif edilmiştir.

A YAPISI

A yapısı: 1995 yılında keşfedildi ve bugün gördüğümüz aşamaya 1996 ve 1997 yıllarında devam eden kazı çalışmaları sırasında ulaşıldı.
Göbekli Tepe yapılarında temel unsur olarak T-biçimli dikilitaşlar öne çıkmaktadır. Bazı örneklerde bulunan, kabartma tekniği ile yapılmış el ve kol ve motiflerinin varlığı: bunların insan biçimli tasvirler olduğunu kabullenmek gerekir.

Daire planlı taş yapıların merkezinde, her zaman iki adet özellikle büyük boyutlu T-biçimli dikilitaş bulunmaktadır.
A yapısının: P1 ve P2 numaralı iki dikilitaşının üzerlerinde bulunan kabartma motifler özellikle dikkat çekicidir. Birinin üzerinde: yılandan oluşan bir motif ve altında bir koç kabartması,
Diğerinde ise: üst üste sıralanmış vaziyette boğa, tilki ve turna kabartması görülmektedir.

D YAPISI

2001 yılında keşfedilen D yapısı, şimdiye kadar kazısı yapılan Göbekli Tepe anıtsal yapıları arasında, günümüze en iyi durumda ulaşanıdır.
Burada: boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, akrep gibi çeşitli kabartma tasvirler ile çok zengin bir motif repertuarının varlığı görülür.
Bunların yanında dikkat çeken bir başka motif P43 numaralı dikilitaş üzerinde bulunan “Başsız İnsan” tasviridir.
D yapısının merkez dikilitaşları (P18 ve P31) 5 metrenin üzerinde bir yüksekliğe ulaşmaktadır.
Bu eserlerin üzerinde kabartma tekniği ile yapılmış: el ve kol motiflerinin yanı sıra, kemer ve kemerden sarkan hayvan postu biçiminde şekillendirilmiş bir giysi parçası görülür.
Mekan içinde ulaşılan taban C yapısında olduğu gibi ana kaya üzerinde şekillendirilmiştir.

B ve C YAPISI

B yapısı 1998 yılında keşfedilmiştir.
Yanının 4 metre yüksekliğe ulaşan, P9 ve P10 numaralı, merkez T-biçimli dikilitaşları üzerinde birer “tilki” kabartması bulunmaktadır.
Yapının içi mekanında: terrazzo taban adı verilen suya dayanıklı, kireçtaşından yapılmış taban dokusu bulunmaktadır. P9 dikilitaşının hemen önünde, taban içine yerleştirilmiş bir taş kap görülür.
C yapısı 1998 yılında keşfedilmiştir.
Yapıda: antik çağlarda meydana gelen tahribatın izleri görülmektedir.
Bu yapıda: T biçimli dikilitaşlardan oluşan 2 adet daire planlı taş duvar sırası, birbirini çevrelemektedir.
Mekan içinde ana kayanın en dikkat çekici buluntusu P27 numaralı dikilitaş üzerinde bulunan yüksek kabartma tekniğiyle yapılmış olan “yırtıcı hayvan” motifidir.

DİLEK AĞACI VE İSLAM MEZARLARI

Göbeklitepe ören yerinden çıktıktan hemen sonra, tepenin tam zirvesinde bir ağaç göreceksiniz. Bu ağaca dilek ağacı deniliyor ve çok uzaklardan dahi görülebilmesi ile biliniyor. Yani bir anlamda, sanki açık arazide bir işaret gibi olmuş.
Duyduğuma göre; üzeri tamamen gelenlerin bağladıkları çaputlarla dolu olan ağaç, kısa süre önce temizlenmiş, ben gördüğümde herhangi bir çaput veya başkaca bir şey bağlı değildir, sanırım yakın zaman sonra yine ağaç bağlananlarla dolar.

Ağacın hemen altında ise: taşlarla belirlenmiş iki tane mezar yeri var, bunların İslam dönemi mezarları olduğu biliniyor ve söyleniyor, başkaca bilgi yok.
Ama: gerek dilek ağacı ve gerekse mezarların bulunduğu bu zirve noktası: geniş görüş açısı ile birçok yere hakim olması ile tanınıyor. Buradan kuzeydoğu yönüne bakılınca Karacadağ, kuzey yönüne bakılınca Toros dağları ve güneye bakınca Harran ovasını görebiliyorsunuz.

SORULAR

Göbeklitepe birçok gizi de halen barındırmaktadır. Şöyle ki: burada tapınan insanlar, niye günün birinde burayı toprakla kapatarak tarihin derinliklerine gömdüler. Diğer bir soru: aynı dönemde tapınma alanlarında sunaklar vardı ve tanrılara çeşitli kurbanlar adanıyordu, ama burada bugüne kadar yapılan kazılarda herhangi bir kemik (insan veya hayvan) bulunamaması da ilgi çekmektedir.

Sonuç olarak: boğa, tilki, yaban domuzu, yılan, turna, yaban ördeği, ceylan, yaban eşeği kabartmalı tapınakları ve sırlarıyla, Göbeklitepe’yi pek çok arkeolog: yazı ve çanak-çömlek kültürü öncesi tarihi aydınlatacak en önemli kaynak olarak görüyorlar. Sanıyor ve umuyorum ki; bu tarih hazinesi: bilinçli ve sistemli şekilde kazılır ve buluntular uygun yerlerde sergilenerek ziyaretçilere sunulur.

Yazının en başında da belirttiğim gibi: burada bulunuyor iken kendinizi günümüzden 12.000 yıl önce, burada yaşamış insanlarla aynı havayı soluyor, aynı toprağa basıyor gibi hissetmelisiniz ki, buranın büyüsünü yakalayabilirsiniz.

Şanlıurfa Suruç

Şanlıurfa Suruç

Suruç, il merkezi Şanlıurfa iline 46 km uzaklıktadır. Suriye sınırını teşkil eden demiryolu üzerindeki Mürşitpınar köyüne ise 10 km uzaklıktadır.

GENEL

Suruç yöresinin en büyük özelliği, eskiden buraların tamamının “nar” bahçesi olmasıdır. Ayrıca en güzel yarış atları burada yetiştirilir. Suruç toprakları, Şanlıurfa platosundan Suriye’ye gidildikçe alçalan düzlüklerden oluşur. Suruç ovası, bu düzlüğün ortasındadır ve rakımı 1000 metre civarındadır. İlçe topraklarında akarsu yoktur. İlçe merkezinin rakımı 538 metredir.

TARİHİ

Suruç ilçesinin tarihi oldukça eskilere dayanır. İlk çağın Osrhone ülkesinin şehirlerinden olan Anthemuzia veya Batnea’nın yerine geçtiği ileri sürülen Mathsuhuna şehri, ipekçilik ve ziraatla meşhur olan bugünkü Suruç’tur.

Kaynaklarda Seruğ diye geçen bu şehrin, Hz İbrahim ile yakın bir ilişkisi vardır. Hz İbrahim’in babası Azer, dedesi Nahor’un babası Seruğ’dur.

Dolayısıyla Seruğ ismiyle bilinen Suruç, Hz İbrahim’in atası Seruğ ile aynı adı taşımaktadır. Diğer taraftan Seruç ise, bu şehrin asıl adıdır. Burası, cins at yetiştiriciliğiyle ünlüdür. Atların eyeri ile uğraşan ve onu imal eden kişilere “saraç” adı verilmektedir.

Saraç, Suruç kelimesinin çoğuludur. İlçenin adının buradan geldiği ileri sürülür. Suruç, zamanla saraçlar anlamında söylenegelmiş ve günümüzde bu ad kullanılır olmuştur.

Sümerler, Mezopotamya’ya gelip yerleşen ve burada köklü bir medeniyet kuran uygarlıktır. Sümerler ve Akadlar, Seruğ Ovasında, Suruç’u Batna ismiyle anmışlardır. Daha sonra İskitler ve Asurlular, bu iki medeniyeti ortadan kaldırınca Suruç’u Tepartip adıyla bugün Şanlıurfa’nın diğer bir ilçesi olan Birecik’e bağlamışlardır.

Roma İmparatorluğu ise MS 35’te öteki yerlerle birlikte Suruç’u, Şanlıurfa’ya dahil etmiştir. İyad bin Ganem, MS 639 yılında, Suruç’u Romalılardan barış yoluyla almıştır. Suruç’un tarihsel süreçte varlığını korumasını sağlayanlardan birisi de Şeyh Mesleme bin Name’dir.

O, hicri 466 yılında buranın haçlılardan kurtulması için maddi ve manevi destek vermiştir. Haçlılardan alınan Suruç, MS 1095 yılında Artukoğullarından Sokman’ın eline geçmiş ve bir yıl sonra burası, Urfa Kontu I. Bolvadin egemenliği altına girmiştir. İmameddin Zengi, 1127 yılında Suruç’u haçlılardan geri almıştır.

Suruç: 1918 yılında İngilizler ve 1919 yılında ise Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Fakat, 11 Nisan 1923 tarihinde şehir düşman işgalinden kurtarılmıştır.

Suruç, 1923 yılında ilçe olmuş ve Şanlıurfa iline bağlanmıştır.

NE YENİR

Külünce yemelisiniz, bu bir tür peksimet, sert bir çörek türüdür.

Az şekerli ve çok serttir. Dişleye dişleye yiyebilirsiniz. Gelenek olarak özel günlerde yapılır. Kelime anlamı “işlenmemiş altın” demektir. İçinde mahlep vardır ve aylarca kalsa da bozulmaz. Ancak yapımı oldukça zordur.

Tatlısı ve tuzlusu olur. Ancak tuzlusu pek tercih edilmez ve pek yapılmaz. Daha çok tarçın kakule ile süslü tatlı, şekil şekil yapılır.

Kahvaltıda çay ile yenir, başlarda yani ilk yapıldığında yumuşak olmasına rağmen zamanla hafif sertleşir. Normal oda ortamında bile uzunca süre dayanır.  

Şanlıurfa Suruç

GEZİLECEK YERLER

Şanlıurfa Suruç Ulu Cami

ULU CAMİ

İlçe merkezindedir.

Cami, avlunun kuzey batısındaki medrese ile birlikte bir külliye halindedir. Düzgün kesme taşlardan, enine dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiştir. Caminin üzeri önceleri direkler üzerine tek sahınlı, düz damlı iken, sonradan betonla örtülmüş ve mihrap önüne büyük bir kubbe yapılmıştır.

Tavan ve kubbe, dört tane yuvarlak beton sütunla taşınmaktadır. Sade ve süslemesiz olan taş mihrap, sonradan yeşil yağlıboya ile boyanarak orijinalliğini kaybetmiştir. Balkon şeklindeki minbere duvar içerisinden merdivenle çıkılmaktadır.

Cami içinde herhangi bir süsleme yoktur. Altı tane taş paye üzerine oturan yedi kemerli son cemaat yerinin üzeri betonla örtülüdür. Son cemaat yerinin batı köşesinde tek şerefeli ve silindirik gövdeli kesme taş minare bulunur.

Yapının doğu ve batı cepheleri, simetrik düzenlenmiştir. Her iki cephede de sivri kemerli nişler içine süttekiler daha küçük olmak üzere çift katlı pencereler vardır.

Şanlıurfa Suruç Ahmet-i Bican Camii

AHMET-İ BİCAN CAMİ

İlçe merkezindedir. İnşa kitabesi yoktur. Kitabesi yoktur. Muhtemelen 1882 yılında Kürkçü zade İzzetli Ahmet Bican Efendi tarafından yapıldığı düşünülmektedir. Cami, kesme taşlardan inşa edilmiş olup, doğu batı doğrultusunda enine dikdörtgen planlıdır.

Son cemaat yerinin güney duvarı doğusundaki kapıdan girilir. Doğu-batı yönünde uzun bir beşik tonozla, boydan boya örtülü olan caminin nişlerinden çıkan beşik tonozlar uzun tonozu kesmiştir. Taş mihrap sade ve süslemesizdir.

Duvar içerisinden merdivenle çıkılan minber, birçok Urfa camiinde olduğu gibi balkon şeklinde duvardan taşkın biçimdedir.

Altı adet küçük sütuna oturan ve üzeri kubbeli minber, minare caminin damında yer alır. Camiyi genişletmek maksadıyla doğusuna bitişik olarak yapılan betonarme kubbeli ikinci caminin önüne ayrıca betonarme bir minare daha yaptırılmıştır.

7 basamakla çıkılan ve köşk minare olarak adlandırılan minaresi, silindirik kaide üzerinde altıgen kesitli, altı sütunun taşıdığı bir kubbeyle örtülüdür. Bu minare ilginçtir.

1996 yılında geniş çapta onarım camide herhangi bir süsleme yoktur. Dışta batı cephede alt seviyede yer alan pencerelerin söveleri dışa taşkın tutulmuş ve lentoları silmelerle hareketlendirilmiştir.

Şanlıurfa Suruç Su İletim Tüneli

SU İLETİM TÜNELİ

Türkiye’nin en büyük, dünyanın 5’nci büyük su iletim tünelidir. Tünelin hizmete girmesiyle 134 yerleşim yeri modern sulama sistemine kavuşmuştur. Tünelin uzunluğu 17.185 metredir. Tünelin hizmete alınmasıyla, Atatürk Barajından, Suruç ovasına adeta bir nehir akıyor.

Tünel, ülkemizdeki birçok nehirden daha büyük debiye sahiptir. En hızlı akan nehri Çoruh’un yıl içindeki debisinin yaklaşık iki katı yüksekliğindedir.

Şanlıurfa Suruç Şeyh Müslüm Türbesi

ŞEYH MÜSLÜM TÜRBESİ (ZİYARET KÖYÜ ŞEYH MÜSLÜM KÜLLİYESİ)

İlçe merkezinin 5 km güneydoğusundadır. Büyük ve Küçük Ziyaret köylerindedir. Bu iki köy iç içe geçmiştir.

Türbe: burada doğan ve vefat eden, ünlü tasavvufçulardan Na’me es-Seruci oğlu Şeyh Müslüm adına yaptırılmıştır. O, Şeyh Müslüm es-Suruci olarak da bilinir. Şeyh Müslüm: 1168 yılında vefat etmiştir. Türbe aynı zamanda bir külliye gibidir. Türbenin yanındaki: cami, zaviye ve tekkeni hep birlikte 1168-1169 yıllarında inşa edildiği tahmin edilmektedir.

Türbe hakkında bilgiler azdır. Fakat türbe: kitabesine göre: 1538 yılında Şeyh Muhammed oğlu Şeyh Hasan tarafından yaptırılmıştır. 1867 yılında ise onarım görmüştür. Külliyenin içinde: Arap, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait mezarlıklar vardır.

Ziyaretin doğu tarafında Eyyübiler döneminde yaptırılmış ve birkaç kez onarılmış cami görülür. Mimari özelliklerine ve kullanılan malzemeye bakılarak, tahminen 1000 yıllık olduğu söylenebilir.

Zaten yapının avlusunda bazalt taştan birkaç kalıntının olması, buranın eski olduğunu gösterir. Caminin içinde, ahşap, farklı renklerden yapılmış bir vaaz kürsüsü, bir minber ve bir mihrap bulunur.

Caminin boyutları bir köye göre oldukça büyüktür. İki sahnı ve beş gözü vardır. Tavanı ise çapraz tonozlarla kaplanmıştır. Yapının duvarları moloz ve kesme taşlarla yükseltilmiş ve türbenin üzeri tek kubbeyle örtülmüştür.

Şanlıurfa Suruç Şeyh Müslüm Türbesi

Ziyaretin giriş kapısının sağ duvarının içine gömülmüş, 25 x 35 cm büyüklüğünde kalın bir siyah taş vardır. Buradaki yaygın inanışa göre, insanlar ellerini suyla yıkadıktan sonra bu taşa sürerse, dileklerinin gerçekleşeceğine inanılırmış.

Bu taşa bakan kimse, kendini orada görürse dileği gerçekleşirmiş. Türbede, ibadet edilen yerin hemen yakınında küçük bir oda vardır. Bu odanın içinde, yeşil örtülerle kaplanmış iki sanduka bulunur.

Bunların Şeyh Müslüm ve oğluna ait olduğu söylenmektedir. İbadet edilen kısmın solunda, türbenin hemen arka tarafında bir kapı vardır. Bu kapı, karanlık bir odaya açılır. Daha önce cezaevi olarak kullanıldığı söylenen bu yere, iyileşmesi için zihinsel engelliler konulmaktadır.

Buranın şifa kaynağı olduğunu düşünen insanlar, hastalarını bu karanlık odada birkaç gece yatırırlar. Çoğu kişi, bu şekilde hastalarının iyileştiğini söylemektedir.

Külliyenin avlusunda bir mezarlık vardır. Bu mezarlığın buranın bakımıyla uzun yıllar ilgilenen bir bekçiye ait olduğu söyleniyor.

Şeyh Müslüm türbesinin bakımını 40 yıl üstlenen bu kişi, kendisini buraya adadığı için evlenmemiştir. Mezarlıkta da belirtildiği üzere 1986 yılında bekçi ölmüş ve avluya defnedilmiştir.

Türbeye ziyarete genellikle çocuğu olmayan kadınlar ve akıl hastaları gelmektedir.

Şanlıurfa Suruç 11 Nisan Beldesi-Aligör

11 NİSAN BELDESİ (ALİGÖR)

11 Nisan, Suruç’un düşman işgalinden kurtuluş tarihidir.

Şanlıurfa-Gaziantep karayolunun 45’nci kilometresinde, Suruç ilçe merkezine 5 km uzaklıktadır. Ulaşım yolları üzerinde olması nedeniyle büyüyüp gelişmiş ve nüfusu artmıştır. Ancak yeni yapılan otoyol, beldenin dışından geçtiği için, günümüzde önemini yitirdiği görülür.

Eski adı Ekilidir. Burada: 1940 yılında, MÖ 8’nci yüzyıla tarihlenen bir stel bulunmuştur. Bu stel, günümüzde Ankara-Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergilenmektedir.

Şanlıurfa Suruç Mürşitpınar Köyü-Mürşitpınar Sınır Kapısı

MÜRŞİTPINAR KÖYÜ-MÜRŞİTPINAR SINIR KAPISI

İlçenin 18 km güneyinde, Suriye sınır çizgisindedir. Köy, Suriye sınır kapısının bulunması ve Gaziantep-Kurtalan demiryolu üzerinde bir istasyon olması nedeniyle, ticaret ve ulaşım açısından bağlantı noktasıdır. Ankara Antlaşmasında sınır tren hattı olarak kabul edildiğinden, ikiye bölünmüş ve büyük kısmı Suriye topraklarında kalmıştır.

Şanlıurfa Suruç Çarmelik Kervansarayı

ÇARMELİK KERVANSARAYI (BÜYÜKHAN KÖYÜ HANI)

İlçe merkezine bağlı Aligör (11 Nisan) köyünün kuzeyinden geçen eski Bozova yolunun 10’ncu kilometresinde, batıya sapan yol 4 km sonra yapının bulunduğu Büyükhan köyüne ulaşır.

Yapının kitabesi olmadığından kim tarafından ve ne zaman yapıldığı bilinmez. Ancak planı ve inşa tarzı incelendiğinde, Osmanlı dönemine ait olduğu anlaşılır.

Kareye yakın, dikdörtgen planlıdır. Avlu ve güneydeki kapalı bölümden oluşan, karma tipteki hanların anıtsal bir örneğidir. Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde “Suruç’tan kalkarak batıya doğru, iki saatte Çar Melik kalesine ulaştığını, buranın dört hükümdar (Çar Melik) kardeş tarafından yaptırıldığı için, bu isimle anıldığını” yazmıştır.

Güneydoğu Anadolu bölgesinden daha çok Suriye geleneklerinden izler taşıyan özgün konumu ve yöredeki “Han” yapılarının en erken tarihlisi olması bakımından ilginçtir. Günümüzde handaki avlunun boyutları: 63.40 x 65.20 metredir. Ancak güney cephesi dışında büyük ölçüde tahrip olmuştur.

Şanlıurfa Suruç Çar Melik Kervansarayı

Yapı, günümüzde tarım müzesi olarak kullanılmaktadır.

 

ÇENGELLİ (ALİZERA) KÖYÜ CAMİİ

Çengelli (Alizera) köyündedir.

Cami kapısı üzerindeki silindirik kitabenin alt satırında 1868 tarihi yazılıdır. Düzgün kesme taşlardan, enine dikdörtgen planlı olarak inşa edilmiş olan caminin üzeri önceleri direkler üzerine düz damlı iken, sonradan betonla örtülmüştür. Mukarnas kavsaralı mihrabın iki yanı köşe sütunçelidir.

Herhangi bir orjinalliği bulunmayan ahşap minber, son yıllarda yaptırılmıştır. Caminin doğu ve batı cepheleri ikişer pencereli olup kuzey ve güney cephelerde pencere yoktur. Kuzey cephenin ortasında, camiye geçilen kitabeli kapı, batı ucunda altı adet sütuna oturan, üzeri kubbeli minber minare bulunur. Mihrabın mukarnas kavsarası dışında camide herhangi bir süsleme yoktur.

Şanlıurfa

Şanlıurfa Birecik

Şanlıurfa Birecik

Bir zamanlar, yakın doğunun önemli bir merkezi, bölgenin en önemli tersane kenti, aynı zamanda bir zamanların kendircilik, zeytinyağcılık ve sabunculuk imalat merkezi, günümüzde mi? Evet, ayakta zor durabilen bir kasaba. Birecik tersanesinde: 1571yılında, 400 geminin yapıldığı kaydedilmiş. 250 si asker için ve 150 si zahire için inşa edilmiş gemiler. Şimdi kayık bile yapılmıyor. Bir de kelaynak kuşları. Üretim istasyonuna gidip görün. Gerekli tedbirler alınmamış olsa, nesilleri tükenecekti.

ULAŞIM

Gaziantep-Şanlıurfa karayolu üzerindedir. Şanlıurfa-Birecik arası uzaklık: 80 km. dir.

Şanlıurfa Birecik

GENEL ÖZELLİKLERİ

1956 yılında, Fırat nehri üzerine, o dönemde Türkiye’nin en uzun köprüsü olarak yapılan Birecik köprüsü; sonucunda, bölgede büyük gelişmeler yaşanır.

NE YENİR

Birecik’te buraya has: Mumbar (koyun bağırsağından yapılır), yeşil mercimekten yapılan Haspeli Aşı, çiğköftelik etten yapılan Şırşırlı deneyebileceğiniz tatlardan. Özellikle: mumbar.

KELAYNAKLAR

Nuh Peygamberin bereket sembolü olarak “Tufan” da gemisine aldığı kelaynaklar, geçmişte Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadasından Fasa kadar, çok geniş bir bölgede ürerlermiş. Ancak: avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlardan zehirlenmeleri sonucunda, sayılarında ciddi azalmalar ve dağılım olmuştur.

Günümüzde, kelaynaklar, nesli tükenmekle karşı karşıya olan kuş türlerinden biridir. Dünyada yalnızca Nil Vadisinde ve Birecik’te bulunmaktadırlar. Birecik’te üremek için “Kayalar altı” denilen bölgeyi seçmişlerdir. Bu seçimde: Aşağı Fırat Havzasının, Güneydoğu platolarına göre ılımlı ikliminin, tarlalardaki haşaratın bu kuşların besinleri oluşunun, İlçenin jeolojik yapısına dahil kayaların: alkalik, yani ak ve yumuşak olduğundan dolayı kolay işlenir olmasının ve de halkın söylentisine göre “Allah’ın bir bereket müjdesi” olduğu bilinci ve inancıyla, bu kuşlara ve yumurtalarına zarar vermemeleri etken olmuştur.

Günümüzdeki deyimiyle, “Sevgililer günü” olarak kutlanan 14 Şubat tarihinde, bu kuşlar Birecik’e göç ederler. Önceki yıllarda, gökyüzünün bu kuşlarla kaplandığı bilinir. Bunların geliş tarihinde; yörede etkinlikler düzenlenir, esnaflar ve Fırat kıyısındaki kayıkçılar başta olmak üzere, ilçede bayram havası yaşanır.

Kelaynak kuşları: başlarında tüy olmaması nedeniyle, kelaynak ismini alırlar. Boğazı ve gagası erişkinlerde koyu kırmızıdır. Ortalama ömürleri: 25-30 yıl kadardır. 1-1.5 kg. ağırlığa kadar erişirler. Bu kuşların en önemli özelliği: tek eşli olmalarıdır. Eşlerine çok sadıktırlar. Öyle ki eşi ölen bazı kelaynak kuşlarının, yemeyi-içmeyi terk edip, ya da kendini kayalardan aşağıya bırakarak intiharı seçtikleri çok görülmüştür.

Şanlıurfa Birecik Kelaynaklar

Evet, Birecik’te kelaynak kuşlarının üremeleri için “Üreme İstasyonu” yapılmış. Göçmen kelaynak kuşlarının bir kısmı göç öncesi kafeslere alınmış. Göçe gidenlerin, dönüşüyle birlikte, tekrar doğaya bırakılarak, yarı vahşi olarak varlıklarını sürdürmeleri amacıyla, Orman Genel Müdürlüğü tarafından “Kelaynak Üretme İstasyonu” 1977 yılında kurulmuş.

1990 yılına kadar göç etmesine izin verilen kelaynakların dönüşleri devam etmiş. Ancak 1990 yılında, yalnızca bir kuş, göçten dönmüştür. Ancak, dönüş sürekli aksayınca, 1998 yılından itibaren göç için bırakılma bitirilmiştir.

Şanlıurfa Birecik

TARİHİ

Birecik, gerek yüzey şekillerinin elverişliliği ve gerekse Fırat nehri kıyısında bulunması nedeniyle, tarih boyunca önemli medeniyetlerin yerleşimlerine sahip olmuştur. Tarihi süreç içinde: MÖ.9’ncu yüzyılda Asurluların eline geçen şehir, sırasıyla Pers, Makedonya, Roma ve Bizans egemenliklerine ev sahipliği yapar. 780 yılında Arap işgaline uğrar. 11’nci yüzyılın sonlarında ise; Selçuklu egemenliği görülür. 1517 yılında, Osmanlı topraklarına katılır. 1919 yılında bir süre İngiliz işgali altında kalır.

Şanlıurfa Birecik Köprüsü

BİRECİK KÖPRÜSÜ

Köprü Fırat nehri üzerinde Birecik ve Nizip ilçelerini birbirine bağlayan D 400 karayolu üzerindedir. Köprü olmadan önce, ulaşım feribotlar ile sağlanıyordu. Köprü 1951-1956 yılları arasında yapılmıştır. Köprünün uzunluğu 720 metre, genişliği 11 metredir.

Her iki tarafta 1.5 metre yaya kaldırımı bulunur. Nehir üzerinde beş kemer vardır. Kemerlerin her birinin açıklığı 57 metredir. Son bir not, köprünün şantiye mühendisi Yüksek Mühendis Kadri Çile, 1953 yılında işten çıkarılan bir işçi tarafında, şantiye de görevinin başındayken öldürülmüştür. Mezarı köprü başındadır.

GEZİLECEK YERLER

Şanlıurfa Birecik Kalesi

BİRECİK KALESİ

Yüzey şekillerinin elverişliliği ve Fırat kıyısında bulunmasından dolayı, tarih boyunca önemli yerleşimlere sahne olmuştur.

Şanlıurfa Birecik Kalesi

Kale, tek önemli tarihsel yapıdır. İlçe merkezinde yer alır. Asurlular zamanında yapılmıştır. Dönemin hükümdarı II. Salmaneser’in MÖ.859-824 yılları arasına onartarak, kendi adını verdiği kalenin son biçimi ise, 13’ncü yüzyılda atılmış. Çeşitli dönemlerde onarım görmüştür. Üzerine inşa edildiği, beyaz kalker tepeden dolayı; Beyaz kale olarak da isimlendirilmektedir.

Büyük kesme taşlardan yapılan yapıda; yüksekliği 30-40 metreyi bulan duvarları üstünde, 12 burç bulunmaktadır. En büyük yenilemeyi, Memluklar zamanında yaşamış olan kale, Yavuz Sultan Selim zamanında da tamir edilmiştir.
Kalenin büyük kısmı tahrip olmuştur. Halen bir kısmında restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir.

Şanlıurfa Birecik Surları

BİRECİK SURLARI

İlçe merkezini çevreleyen surlar, büyük tahribata uğramış ve günümüze yalnızca; bazı burç kalıntıları ve kısmen ayakta kalan iki kapısı gelmiştir. Ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmeyen surların; 2 kapısı 1 burcu ve duvarında bir kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabelere göre; 1483 yılında, Memluklu döneminde yapıldığı tahmin edilmektedir. Ayakta kalıp günümüze ulaşan kapıları: Urfa kapısı ve Meçan kapısı olarak bilinir.

URFA KAPISI

Tam olarak ayakta kalarak, günümüze kadar gelmiştir. Sur dışına açılan doğu kapısını, boydan boya dolaşan şerit kitabeye göre; 1483 yılında Memluklu Hanı Kayıtbay tarafından, Yunus Şeref’e yaptırılmıştır. Kapının ana yapım malzemesi: kesme taştır. Belediye tarafından, bu kapının restorasyonunda bulunan “Kule Mescidi” görülmeye değer.

MEÇAN KAPISI

Kısmen yıkılmıştır. Günümüzde, ancak bir bölümü görülmektedir. Kapıyı; batı ve güneyden kuşatan, şerit kitabeye göre; bu kapının da, Memluklu Sultanı Kayıtbay emriyle Yunus Şeref’e yaptırıldığı anlaşılmış olup, yapım tarihi 1484 yılıdır. Meçan kapının kuzeybatı ve doğu duvarları, tamamen, güney duvarı ise kısmen ayaktadır.

Şanlıurfa Birecik Rum Kale-Hromgla

RUM KALE (HROMGLA) 

Rumkale, Birecik Ovasının kuzeyinde, Fırat nehrinin kıyı kesiminin doğusunda, Şanlıurfa yoluna bakan bir tepe üzerindedir. Birecik’i kuzeyden ve kuzeydoğusundan sınırlar. 20’nci yüzyılın başlarında, kuzeyden Hısn-ı Mansur, doğudan Urfa ve Suruç kazaları, güneyden Birecik, batıdan Pazarcık ve Ayıntab (Antep) kazaları ile çevrili olduğu belirtilir. Kazanın merkezi: Halfeti kasabasıdır.

Yerleşimi nedeniyle Rumkale; Asur kralı III. Salmanassar tarafından, 855 yılında alınan Şitamrat Şehri olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık: Nöldeke, yerleşimi Fırat kıyısında, bugünkü Belkıs köyünün yukarısındaki Urum (Hörum) olarak kabul etmiş, sonraki araştırmacılar Urima’nın, Rumkale olduğunu öne sürmüşlerdir.

Urima Piskoposluğundan Ermeni Kogh Vasil; Franklardan almış olduğu Harsn Msur, Sareş ve Uremn havalisini, Antakyalı Tancredeye geri verir. Süryani vakahinamecilerine göre: Kogh Vasil ve sonra dul zevcesi adına yönetimin başına geçen Kürtig’in elinde, Kayşum Raban, Behesne ve Kal’a şehirleri bulunmaktadır. Rumkale, Süryanice isimli olan Kala’a, büyük bir olasılıkla Kogh Vasil’in Uremn’ine karşılık gelmektedir.

13’ncü yüzyılda

Rumkalede, birçok Yahudi bulunmaktaydı. Yahudi patriği: II. Ignece, diğer eserlerinin yanı sıra, Rumkale’de muhteşem bir kilise yaptırır. Sonraları, kaleyi patriklik makamı olarak seçer. 1252 yılında Rum kalede ölür ve yerine Yukubi patriği geçer. Rumkale de bu olaylar yaşanırken, aynı zamanda yerleşim, Memluklu saldırılarına maruz kalır. Memluklu hükümdarı Kalavun zamanında, Baysarı’nın komutasındaki Mısır Ordusu; Suriye güçleriyle birleşerek, 1279 yılında Rumkale üzerine yürür ve kaleyi ele geçirirler.

1516 yılında, Mercidabık Savaşından sonra, Rumkale, Osmanlı egemenliğine girer. 17’nci yüzyılda, Rumkaleyi ziyaret eden Evliya Çelebi, şöyle yazar.” Bir tepe üzerinde de gayet sağlam ve müstahkem bir kale olduğunu, 1516 tarihinde Mısır Hakimi Melik Gavri’den Sultan Selim tarafından alınarak imar edilmeye çalışıldığını, ancak 17’nci yüzyılda o kadar mamur olmadığını, dışarıda camisi, hanı, hamamı ve küçük çarşısı bulunduğunu, Merzeban suyunun kale dibinde Fırat’a karıştığını belirtir.”

1838 yılında

Rumkaleyi ziyaret eden Maraşal Von Moltke, eski Roma Surlarının kalıntılarını dolaştığını, derin ve sarp vadi içinde akmakta olan Fırat nehrinin, gümüş bir şerit gibi, ayaklar altında uzandığını, bir zamanlar İskender, Kurus Ksenefon, Sezar Julianın: ay ışığında bu nehri atlarının sırtında geçtiğini yazar.

Eskiden Fırat nehri üzerinde bir köprü bulunduğu, Romalıların burada hemen hiç yolu bulunmayan bir bölgede koloni kurmalarının sebebinin bu olabileceğini belirtir. Rumkale’de, kayanın nerede bittiği ve insan eserinin nerede başladığını kestirmenin güç olduğunu, kaya duvarının üzerinde beyazımsı taştan 60 ayak yüksekliğinde mazgallar, burçlar ve kulelerle donatılmış surlar bulunduğunu, altı kule kapısının olduğunu söyler.

Şanlıurfa ile Gaziantep arasında sınır oluşturan Fırat Nehri kıyısında yükselen Rumkale’den güneye doğru nehir kıyısı izlenirse, Suriye sınırları içindeki Carabulus’a kadar birçok kalenin yer aldığı görülür. Aynı noktadan kuzeye doğru yol alındığında, Samsun’a kadar başlıcalarını Amasya, Tokat ve Sivas kalelerinin oluşturduğu tahkimat yapılarıyla karşılaşılır. Rumkale, bu kaleler zincirinin en önemli halkasıdır.

Fırat’ın batı yamaçlarında ve sert kalkerli kayalar üzerinde inşa edilmiştir. Doğu, kuzey ve batısındaki duvarlar, yüksek kayalarla çevrilidir. Kale günümüzde harap durumdadır. Büyük ve kesme taştan inşa edilen kalenin güneydoğuya açılan tek kapısı var. Kalede, kale beyinin konağının kalıntıları, 17’nci yüzyılın ikinci yarısına ait Aziz Merses Ermeni Kilisesi, çok sayıda kalıntı, su sarnıçları ve bir de kuyu bulunmaktadır.

Evet, Rumkalede, neler görebilirsiniz?

Kale, Aziz Nerses Kilisesi ve Barşavma Manastırını görebilirsiniz.

Bu arada: inşaatı sürmekte olan Birecik Barajı bu kaleyi de etkileyecektir. Yaklaşık 500 metre yükseklikte bir tepe üzerinde konumlandırılmış olması nedeniyle, Rumkale, barajın 385 metreye kadar yükselecek suları altında kalmayacak, ancak zaten güç olan ulaşımı, daha da zorlaşacaktır. Halen Rumkale’ye ulaşmak için üç yol var. Birinci yol: Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesine gidip, sal ile Fırat Nehrinden Kale meydanı köyüne geçip, sonra da yaklaşık 45 dakika süreyle, engebeli arazide zor bir yürüyüşü göze almak gerekiyor.

Ulaşımın ikinci yolu ise: Gaziantep’in Yavuzeli ilçesine bağlı Kasaba Köyü üzerinden ve Kasabadan sonra yaklaşık 45 dakika sürecek bir yürüyüşün ardından, Merzimen Çayının geçilmesi gerekiyor. Son olarak Nizip’in Kamışlı Köyü üzerinden, yaklaşık bir saatlik bir yürüyüş ile Rumkale’ye ulaşılıyor. Her üç güzergahta, Rumkale’nin yakınlarına ulaşılarak görkemli manzarayı fotoğraflamak imkanı var. Kalenin üstüne tırmanmak ise, ayrı bir çaba gerektiriyor.