Seyşeller Tarih

Seyşeller Tarih
Seyşeller Tarih

Seyşeller’e ilk ayak basanlar, bugün bilinmemektedirler. Ancak: Hint Okyanusu: muson rüzgarları nedeniyle gemi yolculuklarına izin veren ilk okyanus olmuş ve bu nedenle: Çinliler, Hintliler, Araplar ve Afrikalılar bölgede yoğun olarak bulunmuşlardır.

Ama, adalardan ilk haberdar olanların Arap tüccarlar olduğu düşünülmektedir. Yine de yazılı kayıtlara göre, 1501 yılında Seyşellerin güney bölgesine ilk ulaşan Portekizli denizci Jean de Nova’dır.

Hemen ardından 1505 yılında: Vasco da Gama: buraya gelmiş ve burayı “Amirantes” olarak isimlendirmiştir. Ancak: ne Portekizliler ve ne de arkalarından gelen İngilizler adalara yerleşmemişlerdir.

Ancak: 1609 yılında fırtınaya yakalanan Doğu Hindistan Kumpanyasının bir gemisi: “Mahe” açıklarına demir atar ve gemiciler, adanın doğal nimetleri ve güzelliklerinden çok etkilenirler. Ancak, bu insanlar yine de bu ıssız adada uzun süre kalmazlar ve adaların takip eden süreçteki durumu ve kimler tarafından kullanıldıkları karanlıkta kalmıştır.

Ancak: Hindistan’daki İngiliz-Fransız rekabeti, bu adaların kaderini de etkiler. Hindistan’a giden İngiliz gemileri, uzun yolculukları sırasında Güney Afrika Cape şehrinde mola verirler ve Fransızlar da, böyle bir mola yerine ihtiyaç duyarlar.

Aslında “Bourbon” şehrinde bir üsleri olmasına rağmen, orada güvenli bir liman bulunmaması nedeniyle: Seyşeller’deki “Isle de France” yani “Mauritus” denilen yerdeki korunaklı bir liman olan “Port Louis” e göz koydular ve 1721 yılında burası için hak iddia ettiler.

Öte yandan: aynı dönemde İngilizler de, adaların kuzeyindeki bölümler ile ilgileniyorlardı. Adaların tümünün durumunu keşfetmek için hazırlanan bir kafile: Mauritus’tan kaptan Lazare Picault liderliğinde yola çıktı.

Picault: 1742-1744 yılları arasında: Seyşeller’in kuzeyini ziyaret etti ve burada gördüğü büyük ve beyaz granit adaya “Mahe” olarak isimlendirerek Fransız valisi onuruna el koydu.

1756 yılında: bu kez kaptan Nicolas Morphey: “Egemenlik Kayası” olarak isimlendirilen adayı ele geçirdi ve buraya bir Fransız Bakanın onuruna “Sechelles” adını verdi.

1770 yılında ise, ilk yerleşimciler; Fransızların önderliğinde “Port Victoria” karşısındaki “St Anne” adasına geldiler. Bu az sayıdaki öncü gurup arasında: Fransızlar, Hintliler, Afrikalılar ve Madagaskar adasından gelen köleler bulunuyordu. Kısa bir süre sonra: “St Anne” de: bir yerleşim yeri kuruldu.

Bu yerleşim: kral için bahçesinde değerli şifalı otlar, tarçın, küçük hindistancevizi (muskat) ve biber yetiştirilen bir yer olarak ilgi çekti. Ancak: yerleşimciler, arazide çalışmaktan öte daha rahat para kazanacakları “Mahe” adasına taşındılar.

Çünkü: Mahe adasına gemiler uğrayıp: su, eti için toplanan kara kaplumbağası ve kereste alıyorlardı ve yerleşimciler, gemilerin bu ihtiyaçlarını gidererek kolay para kazanmaya başladılar.

Ancak, yine de yerleşimcilerin bir kısmı: evlerine dönmek istediler ve Fransız hükümeti: “Mahe” adasını tahliye ederek, buraya yalnızca 15 askerden oluşan bir birlik bıraktı. Bu birlik: “L’Etablissement” olarak isimlendirilen bölgede kalan yerleşimciler arasında düzeni korumakla görevlendirildi.

1810 yılına gelindiğinde: Fransız devrimi sırasında korkunç suçlar işlediklerine karar verilen 70 civarında Fransız suçlu, buraya ömür boyu sürgüne gönderildiler. İngilizler de, adaların kendi yerleşimlerine ayrılan bölümünü yine bir sürgün alanı olarak kullandılar.

İngilizler tarafından buraya sürgüne gönderilenler arasında bulunanlardan bir kısmı şunlardır: 1875-1895 yılları arasında Perak Sultanı, 1900-1923 yılları arasında Ashanti kralı Prempeh ve 1850’li yıllarda ülkemizde de yakınen tanınan Kıbrıs Başpiskoposu Makarios’ dur.

1812 yılında İngilizler: “Mauritius” adasını ele geçirdiler ve Seyşeller’in tümü üzerinde hak iddia ettiler. Bu durum: yerleşimciler üzerinde, köleliğin kaldırılması şeklinde sonuç yarattı. Kölelik kaldırılınca, adalardaki birçok büyük çiftlik sahibi: herhangi bir ücret ödemeden çalıştırdıkları kölelerle elde ettikleri tarım gelirlerinden mahrum kaldılar ve Seyşeller’i terk ettiler.

Bunun üzerine, adalarda hindistancevizi ağaçları dikilmeye başlandı. Çünkü: hindistancevizi yağı olan “copra” nın: dünya üzerinde geniş bir pazarı vardı ve yörede daha önce yetiştirilen kahve ve mısır gibi ürünlere göre, ağaçlar daha az ilgi istiyorlardı.

Öte yandan: idari güçlerdeki değişiklik (Fransızlardan İngilizlere geçen) bölge halkının yaşamında büyük değişiklikler yaratmadı. Hatta: 1841 yılında Kraliçe Victoria ismi verilene kadar, Seyşeller’in başkentinin İngilizce ismi bile yoktu.

1860’lı yılların başında: adalarda yerleşik Fransız ve İngiliz yerleşimcilere ek olarak: buraya Afrika’dan özgürlüğüne kavuşturulmuş 3000 civarında köle getirildi.

Bunların gelmesiyle: adalarda daha fazla işçi ortaya çıktı ve daha fazla hindistancevizi plantasyonları açıldı. Hatta: uzak mercan adalarında bile yeni üretim yerleri yapıldı. Kimi plantasyon sahipleri ise yine aynı dönemde daha karlı olan “vanilya” üretimine başladılar.

Tam bu süreçte: korkunç bir fırtınanın ardından, dağın yamaçlarından kayan büyük çamur kitlesi, başkent “Victoria” şehrini tamamen örttü. Bu felakette şehirde yaşayanlardan en az 70 kişinin canlı canlı çamurlara gömülmesi veya sürüklenerek denize akması sonucu hayatını kaybetmesi: adanın tarihinde önemli yer tutmaktadır.

Günümüzde “Victoria” şehrinin bazı bölgeleri, bu şekilde çamur akan arazilerin üzerine, denizden alınarak yerleştirilen yani ıslah edilen yerlerden oluşmuştur. Ancak: ada kolonisi, bu doğal felaketin üstesinden gelmeyi başardı ve 19. yüzyılın sonlarına doğru, adada refah düzeyi yükseldi. Ancak bu kez adalarda özgürlük rüzgarları esmeye başladı. Çünkü: Seyşeller halkı: “Mauritus” da bulunan İngilizlerin adaları yönetmelerini kabullenmemeye başladılar.

1903 yılında: Seyşeller bağımsızlığını kazandı ve her ne kadar bağımsız olsalar da günümüze kadar olan süreçte: sömürgeci hükümet yani İngilizlerin izni olmadan hiçbir önemli projeyi üstlenemeden yönetimi sürdürdüler.

1914 yılında,

I. Dünya Savaşı başlayınca, Seyşeller yine felaketlerle karşı karşıya kaldı. Tarçın yağı ve guano gibi yeni ürünler yetiştirilmesine rağmen, ihracat önemli ölçüde azaldı ve ardından adada büyük yoksulluk başladı. II. Dünya savaşının başlaması ile bu yoksulluk daha da arttı. II. Dünya savaşında ada İngilizler tarafından yakıt üssü olarak kullanılmıştır.

1964 yılında: James Mancham başkanlığındaki Demokrat Parti: France Albert Rene başkanlığındaki Birleşmiş Halk Partisi ile birleştiler ve 1970 yılında Parlamento Yürütme Konseyi seçimlerine katıldılar.

Bu seçimler sonucunda: adaların İngiliz kolonisi olarak kalmasını isteyen “Mancham” başkan seçildi. Ancak aynı yıllarda İngilizlerle yapılan görüşmelerin ardından 1976 yılında Seyşeller bağımsızlığını kazandı.

Ülke ekonomisi için turizm ağırlıklı olmaya başladı. Soğuk savaş döneminde: Seyşeller idaresi Amerika ve Sovyetler Birliği arasında, iki süper güçten de yardım almayı başaracak şekilde olumlu politika izledi.

1981 yılında bir paralı asker ordusu adaları ele geçirmeye kalkıştı. Takip eden süreçte, Seyşeller ordusuna mensup isyancılar ve Tanzanyalı paralı askerler arasında süren çatışmalar devam etti. Ancak soğuk savaş bittiğinde, reform baskıları da arttı ve 1992 yılında ülkede çok partili demokrasiye geçildi.

Bali Tarih

Bali Tarih

MÖ.3000-1000 yılları arasındaki dönemde: Güney Çin’den çıkıp, Malakka Yarımadasından geçerek: Cava, Bali, Lombok ve öteki adaların oluşturduğu adalar zincirine yayılan insanlar: günümüzdeki Endonezyalıların atalarıdır.

Bölgede yapılan arkeolojik araştırmalar: MÖ.1000-100 yılları arasındaki dönemde, Bali ve Lombok adalarında, gelişmiş bir “Bronz Çağı” kültürü yaşandığını göstermektedir.

MS.100 yılı civarında, Hindistan ile ticaret ve kültürel alışveriş yapıldığının izleri görülmektedir. Zaten, sulu pirinç tarımı da, bu sıralarda bölgeye getirilmiştir. Böylece, kırsal alanın görünümü değişmiş, bugünkü çeltik tarlaları ve teraslar oluşmuştur.

Hindistanlı tüccarlar: buraya pirinç yanında, Budizm’i de getirmişlerdir. Böylece: dağların, ırmakların ve diğer doğal güçlerin ruhlarına taparak eski inançlarını sürdüren Balililer, yeni dinin yapısından derinden etkilenmişlerdir.

MS.8 ve 9’ncu yüzyıllarda: Cava adasındaki birkaç hükümdar, Hinduizmi kabul ettiler ve Şiva-Buda kültürünü yarattılar. Sonunda: Bali’deki halk ta, aynı şeyi yaptı. Kendi inandıkları yerel tanrıları ve ruhları, kalabalık Hindu inancı içinde rahatlıkla barınıyordu.

MS.930 civarında: Cava kraliçesi, Bali kralı ile evlendi. Böylece: Bali’deki din değiştirme süreci hızlandı. Üçlü Hindu kavramı getirildi. 1019-1042 yılları arasında: Bali kralı Udayana’nın oğlu Airlangga: aynı zamanda “Cava” ya da hükmetti.

12 ve 13’ncü yüzyıllara gelindiğinde ise, Bali: Cava’daki iç çekişmelerden dolayı, çoğu zaman bağımsız olarak kaldı.

1320 yılına gelindiğinde ise: Majapahit isimli bir kral: tüm “Cava” yı birleştirdi. 1343 yılında, Bali’yi de ele geçirdiler. Böylece: Endonezya takım adalarının büyük kısmı: birleşik bir krallık bünyesinde toplandı. Hindu sanatı ve öğretisi: adalara yayıldı. Ancak: birleşik krallığın son hükümdarı, 1389 yılında ölünce, bu kez imparatorluk gerilemeye başladı.

Müslüman tüccarlar: özellikle kıyı bölgelerinde, Cava’nın bazı prenslerinin ve halkın, Müslümanlığı kabul etmesini sağladılar. 14 ve 15’nci yüzyıla gelindiğinde, Müslümanlığın bu yayılışı, adaların iç bölgelerine doğru ilerledi. 1500 yılında ise: bilim adamları ve rahiplerin büyük bölümü, Bali’ye taşındılar. Bu nedenle, İslamiyet, Bali’de etkinlik gösteremedi. Çünkü: resiflerin çokluğu ve limanların olmaması, buranın ele geçirilmesini önledi ve bölge istila edilemedi.

Bali adasına ilk Avrupa gemileri: 16’ncı yüzyıl başlarında baharat aramak üzere bölgeye gelen Portekizlilerdir.

1550 yılına gelindiğinde, Bali’de: Hükümdar Batu Reggong yönetimi altında, altın bir dönem yaşanır. Bu dönemde: Bali’nin gücü, kültürü ve etkisi, doruk noktalara çıkar. Tapınak inşaatı, heykelcilik ve ahşap oymacılığı sanatkarlığında patlama olur.

Takip eden, 250 yıllık süreçte ise, bu kez, Bali hükümdarları, kendi aralarında çatışırlar. Bunun üzerine, ada: parçalanarak “Raca” lığa bölünür. 1789 yılına gelindiğinde, Racaların, Hollandalılar ile birliktelikleri görülür.

18’nci yüzyıl boyunca, Endonezya takımadalarında, Hollanda nüfusu yayılır. Ancak, bu nüfus yayılması, Bali adasını etkilemez.

1811-1817 yılları arasında, İngilizler, Bali adasını istila ederler. Vali vekili unvanını alan İngiliz yönetici Stamford Raffles; Bali’de bir ticaret istasyonu kurar. Ancak, savaşın ardından, İngilizler burayı Hollandalılara bırakırlar ve Singapur’a çekilirler, yatırımlarını oraya yaparlar.

Hollanda; Cava bölgesine yerleşir yerleşmez, etkinliğini arttırmaya yönelir. 1841 yılında, Balililerin, kıyıda batmış bir gemiyi yağmalamaları üzerine, Hollandalılar, çoğu diğer adalardan toplanmış, 1600 kadar asker ile, Bali adasının kuzeyini istila ederler. 1841 yılındaki bu olay üzerine, Balililer, Hollandalılara tazminat ödemeyi kabul ederler. Fakat, çok geçmeden anlaşma bozulur.

1848 yılında, Hollanda, Bali’nin kuzeyine, ikinci bir askeri harekat düzenlerler. Ancak: Bali adasının içlerinde yapılan bir savaşta, Balililer galip gelirler. Bozguna uğrayan Hollandalı istilacılar, geri çekilirler. Ancak, bir sonraki yıl, yeniden adaya gelirler. Bu kez, Balililer yenik düşerler ve binlercesi katledilir, kralları öldürülür. Böylece: Bali adasının tümü, Hollandalıların egemenliğine girer.

19’ncu yüzyılın kalan bölümünde:

Hollandalılar, racaları ve diğer aristokratları, kral naibi olarak kullanırlar. Bali’nin büyük bir kısmında, denetimi ele geçirirler.

1904 yılına gelindiğinde, Sanur açıklarında bir geminin batıp, Balililer tarafından yağmalanmasının ardından, Hollandalıların tazminat talebi, Balili racalar tarafından reddedilir. 1906 yılında, Hollanda ordusu tekrar adaya asker çıkarınca, Racaların direnişiyle karşılaştılar. Ancak, bu direniş, 1908 yılına kadar sürdü.

Racaların kahramanca direnişi, Hollanda halkı üzerinde olumlu etki yaptı. Hollandalılar, sömürge dışında, Bali adasında turizmi teşvik edici ve geliştirici önlemler aldılar. Bölgeyi ziyaret eden yabancı ziyaretçiler, adanın olağanüstü kültürü ve doğal güzelliklerini görerek, ülkelerine dönüyorlar ve bunları anlatıyorlardı. 1936 yılına gelindiğinde, Amerikalı bir çift tarafından, Kuta sahilinde ilk otel açıldı.

1920-1930’lu yıllara gelindiğinde ise:

Ubud hükümdarı Cokorda Gede Sukawati; Batılı sanatçıları ağırlayarak, uzun süreli bir geleneğin, sanat hamiliğinin öncülüğünü yaptı. Batıdan etkilenen genç sanatçıların oluşturduğu Pide Maha Okulu ortaya çıktı. 1900 başlarından II. Dünya savaşının başlangıcına kadar devam eden süreçte, birçok Endonezyalı genç, Hollanda’da eğitim gördü. Aynı dönemde, Endonezya milliyetçiliği ve Hollanda’dan bağımsızlık talep eden hareket güç kazandı.

1942 yılına gelindiğinde, II. Dünya savaşı başında, Japonlar, petrolünü ve pirincini sömürmek için Endonezya’ya saldırdı ve işgal etti. 1945 yılına kadar süren Japon işgali, Endonezya’nın bağımsızlığı ile sonuçlandı. Ancak, Hollandalılar, yine bölgede etkinlik kazanma yarışına girdiler.

1946 yılında; Bali’de, Endonezyalı milliyetçiler, Hollanda kuvvetleri tarafından pusuya düşürülerek yok edildiler. Ancak, II. Dünya savaşından aşırı olumsuz etkilenen Hollandalılar, bölgedeki etkinliklerini sürdüremediler.

17 Ağustos 1949 yılında: Endonezya Cumhuriyeti, bağımsızlığını ilan etti ve Birleşmiş Milletler tarafından tanındı.