İstanbul Eminönü

eminonu-1
İstanbul Eminönü

Evet, İstanbul’da bulunduğunuz yerden, herhangi bir vasıtayla, Galata Köprüsünün ayağının hemen dibindeki Eminönü Meydanına bir şekilde gelerek gezinize buradan başlamanız gerekiyor.

Gezideki ilk durak: Galata köprüsünün hemen sol yanında kalan “Rüstem paşa” bölümüdür.

eminonu-meydan-1
İstanbul Eminönü Rüstem Paşa

RÜSTEM PAŞA

Genellikle İETT Peronları ve Eminönü otobüs duraklarının bulunduğu, Ragıp Gümüşpala Caddesinin her iki kenarında, kara ve deniz kıyısındaki bu bölgede: çeşitli tarihi yapılar bulunmaktadır. Gezimize ilk olarak bunları görerek başlayacağız.

zindan-han-1
İstanbul Eminönü Zindan Han-Sarıdemir

Zindan Han-Sarıdemir

Eminönü semtinde, Haliç teknelerinin yanaştığı yerin yakınında, sahildedir. Ahi Çelebi camisinin tam karşısındadır. Han: 19 yüzyılda batı mimari tarzında inşa edilen en büyük üçüncü handır. Bina restore edilmiş ve günümüzde özel bir restorana ev sahipliği yapmaktadır.

cafer-baba-kulesi-1
İstanbul Eminönü Cafer Baba Kulesi

 

Cafer Baba Kulesi

Zindan hanın arkasındadır. Dikdörtgen planlı burası: Haliç surlarından, günümüze kadar ayakta kalabilen tek Bizans kulesidir. İçinde: 9 yüzyılda, Abbasilerin yöneticisi Harun Reşid’in elçisi olarak İstanbul’a gelen ve kuleye hapsedilen Cafer Babanın türbesi vardır. Binanın bodrum katındaki bu türbe: özellikle eski mahkumlar tarafından ziyaret edilen kutsal bir yer olarak önem kazanmıştır. Cafer Baba türbesinin hemen yanındaki türbede yatan “Ali Baba” ise Cafer Babanın Müslümanlığı kabul etmiş gardiyanına aittir.

ahi-celebi-camisi-1
İstanbul Eminönü Ahi Çelebi Camii

 

Ahi Çelebi Camisi

Cafer Baba kulesinin hemen yanındadır. Ahi Çelebi: 15 yüzyılda Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı dev külliyede darüşşifa hekimbaşıdır. Fatih’in hastalığında, Sultana sürekli perhiz yemekleri hazırlamıştır. Bu yüzden: bir süre de mutfak eminliği yapmıştır. Bir ara hacca gidip gelmiş ve döndüğünde, 96 yaşında iken, 1523 yılında hizmet ettiği Fatih Sultan Mehmet’in ölümünden 42 yıl sonra vefat etmiştir.

Ahi Çelebi: her yüksek düzeydeki Osmanlı gibi, kendi adına burada bir cami yaptırmayı uygun görmüştür. Bu camiyle ilgili ilginç bir durum vardır. Evliya Çelebi: bu camide uyuya kalıp rüyasında Hz. Muhammed’den “şefahat” isterken yanlışlıkla “seyahat” istemiş ve ardından seyahatlerine başlamıştır.

Cami: 1539 ve 1653 yıllarındaki yangınlarda, 1894 yılındaki depremde ve 1980 yılındaki Haliç çevre düzenlemesinde etkilenmiş ve 2009 yılında ise tamamen restorasyona tabi tutularak özgün formunu yitirmiştir. Caminin hemen yanında, deniz tarafında “Değirmen Han” bulunuyor. Burası günümüzde Marmara Belediyeler Birliği olarak kullanılmaktadır. Caminin hemen karşısındaki bina ise:

istanbul-ticaret-universitesi-1
İstanbul Eminönü İstanbul Ticaret Üniversitesi

İstanbul Ticaret Üniversitesi

Caminin hemen arkasındaki büyük binadır.

Marmara Belediyeler Birliği Binası

Caminin önündeki iki bina, Marmara Belediyeler Birliği tarafından kullanılmaktadır.

eminonu-meydan-2
İstanbul Eminönü Meydanı

EMİNÖNÜ MEYDANI

Bu günün her saatinde çok hareketli meydanın bir yanında “Yenicami” tüm ihtişamı ile duruyor. Öbür yanında ise: Çiçek pazarı, tüm canlılığını korumaktadır.

Güvercinler bu görüntüleri tamamlıyor. Her tarafta, her yerde, gökte, pencerede, elektrik kablolarında, minarelerde, kubbelerde, aklınıza gelebilecek her yerde tünemiş durumdalar.

Meydandaki yem satıcılarından satın alacağınız yemlerle, bu kuşları besleyebilirsiniz. Bence, şehrin bu en merkezi yerindeki meydanda: bir süre gezin ve ortamı teneffüs edin.

Hatta: yine Eminönü meydanının en büyük özelliklerinden olan, hemen deniz kıyısında sandallar üzerinde bulunan mangallarda pişirilen balıklardan yapılan “balık-ekmek” tadın. Lezzet mutlaka hoşunuza gidecektir. Evet, burası çok eski tarihlerden bu yana ticari bir bölge olma özelliğini korumaktadır.

yeni-cami-0
İstanbul Eminönü Yeni Cami-Valide Cami

 

Yeni Cami-Valide Cami

Yapımı en uzun süren cami rekoru buraya aittir. Bir İstanbul caminin inşaatı, normal şartlarda 2-7 yıl arasında sürerken, Yeni caminin inşaatı tam 66 yıl sürmüştür.

Caminin bulunduğu bu bölgede, çok eski dönemlerde Venedik kolonileri ve “Yahudihane” denen ve Yahudilerin oturduğu ahşap apartman blokları bulunuyormuş.

Sultan III. Murat’ın karısı ve ondan sonra tahta çıkan Sultan III. Mehmet’in annesi, Safiye Sultan: burada bir cami yaptırmaya karar verir. Çünkü aslında Safiye Sultan, şehirde anıtsal bir yer isterken, 17 yüzyılda İstanbul’un tüm prestijli bölgeleri önemli yapılarla kaplanmıştır.

Safiye Sultan: Venedik asıllıdır. Venedikli Baffo adında, soylu bir aileden geldiği, babası Korfu adasında vali iken bir deniz yolculuğunda korsanlara esir düştüğü ve İstanbul’a getirildiği söylenir. Ama kendisinin Arnavut asıllı olduğu da söylenir.

Safiye Sultan: burada bir cami yaptırmaya karar verdiğinde: bu bölgede yaşayan, ancak bölgeden çıkması emredilen Yahudiler, Hasköy’e taşınırlar. Ancak Safiye Sultan, buradan çıkarılan Yahudi vatandaşları mağdur etmemiş ve istimlak bedellerini eksiksiz ve hatta fazlasıyla kendilerine ödenmesini sağlamıştır.

Safiye Sultan: camiyi, dönemin önde gelen mimarlarından Davut Ağanın yapmasını ister. Davut Ağa: Mimar Sinan’ın yanında kalfalıktan yetişmiş iyi bir mimardır. Ancak: cami inşaatına başladıktan kısa süre sonra ölür. İşi Dalgıç Mehmet Çavuş devralır.

Ama bu kere de, Sultan III. Mehmet ölür. Bunun üzerine: caminin finansmanında önemli sıkıntılar ortaya çıkar. Zaten Osmanlı saray gelenekleri gereğince, bir önceki padişahın validesi ve eşi, Beyazıtdaki eski saraya gönderilir. Cami inşaatına devam edilemez ve bu arada Safiye Sultan da ölür.

Kubbeyi taşıyacak olan kemerlere kadar yükselmiş olan cami inşaatı, öylece bırakılır ve aradan 50 yıl geçer. Yeni Sultan I. Ahmet: bu camiyi tamamlatmak yerine, Ayasofya’nın karşısında, yeni bir cami yaptırmaya başlar. Halk arasında, yarım kalan caminin adı “Zulmiye” ye yani “Cami kalıntısı” na çıkar.

Bu kere, Sultan IV. Mehmet’in annesi Turhan Sultan; bir külliye kurmak için İstanbul’da uygun bir yer aramaktadır. Ancak, sur içinin son anıtsal yerlerinden birisi olan Eminönü kıyısı da Safiye Sultanın yarım kalmış inşaatı olan Yeni cami tarafından kapatılmıştır.

Hatice Turhan Sultan, kurmak istediği külliyesi için İstanbul’un hakim bir bölümünde uygun yer bulamayınca Yeni cami külliyesini tamamlattırmaya karar verir. Böylece 1661 yılında Yeni cami inşaatına tekrar başlanır. Bu kere mimar olarak Mustafa Ağa görevlendirilir.

Bu arada, Hatice Turhan Sultan’dan söz etmek istiyorum. Hatice Turhan aslında bir Rus’tur ve ünlü Kösem Sultan’a armağan olarak saraya getirilmiştir. Kösem: o dönem, Osmanlı idaresinin en güçlü kadınıydı. Adı da büyük olasılıkla “Kösemen” den geliyordu yani “sürü güden” demekti.

Turhan: işte bu güçlü kadın efendinin yanında yetişerek, bir süre imparatorlukta tek söz sahibi oldu. 39 yıl sultanlık yapan ve kötü yazgısıyla ünlü, cahil ve da Avcı Mehmet: bu Hatice Turhan Sultanın oğludur.

Baş mimar Hacı Mustafa Ağanın çabalarıyla, daha önce çizilen plana sadık kalınarak sürdürülen çalışmalar sonucu, 1663 yılında cami tamamlanır. Ancak ilk plandan farklı olarak bazı değişiklikler yapılmıştır.

Safiye Sultan külliyesinde medrese olmasına rağmen, bundan vazgeçilmiştir. Böylece: İstanbul gibi tarihi dokusu çok eskilere kadar giden şehirde, 1663 yılında açılan ve 300 yıllık camiye “Yeni Cami” ismi verilir.

Yeni cami: İstanbul şehrinde, deniz kıyısında yapılan ilk ve bu büyüklükte yapılan son selatin (Sultanlar tarafından yaptırılan bir tür cami) camidir. Aslında düşük kotta ve denize çok yakın sahadaki bu inşaat alanı: büyük bir külliyenin yapılmasına uygun olmamasına rağmen, caminin ilk mimarı Davut Ağanın üstün başarısı sonucu yapı ortaya çıkmıştır.

Zaten, caminin temeli de ilginçtir. Yarı bataklık ve yumuşak bir zeminde inşa edilen caminin temelleri için, uçlarına demir başlıklar geçirilmiş, sert tahta kazıklar kullanılmıştır.

Zemini: deniz seviyesinden biraz daha yukarıda tutarak, bileşik kaplar prensibinin gazabına uğramasının önüne geçilmeye çalışılmıştır.

Klasik Osmanlı mimari tarzını yansıtan planı: Şehzade ve Sultanahmet camilerinin planlarına benzerdir. Cami: Bizans döneminden kalma ilk İstanbul surlarının kalıntılarının birine dayanır.

Daha doğrusu: caminin yanındaki aşağıda söz edilecek Hünkar Kasrı: adı geçen sur parçasına yaslanır. Yeni cami külliyesi: camiyle birlikte, Hünkar Kasrı, Darülkura, Türbe, Arasta, Sıbyan Mektebi, Çeşme ve sebilden oluşmaktadır.

Caminin, iki minaresi, 66 kubbesi ve avlusunun ortasında şadırvanı vardır. İki minaresinin her birinde: buraya has bir özellik olarak üç şerefe vardır. Hoparlör bulunmayan dönemde: altı müezzin her minareye çıkıp, şerefelerde, aynı tonda ve aynı anda ezan okumuşlardır.

Caminin içi: çok zarif şekilde dekore edilmiştir. Pencereler: renkli vitray camlarıyla süslüdür. Mihrap, Minber ve müezzin mahfili: beyaz mermerdendir. Mihrabın solunda: değerli taşlarla süslü, mozaik bir tablo vardır.

Kürsüsü ve pencere kapakları, sedef kakmalıdır. Pencere üstlerinde: Mustafa Çelebi tarafından yazılan ayet ve sureler görülür.

Duvarları çiniler kaplar. Kubbe, bu camiye özgü bir özellikle, piramidi andırır şekilde yükselir. Merkezi kubbe: çinilerle süslü, dört fil ayağına ve dört kemere oturur. Bu merkezi kubbeyi, dört yarım kubbe destekler. Köşelerdeki dört kubbe ile birlikte, toplam 66 kubbe vardır.

Hünkar kasrı: caminin arkasındaki bu bölüm: tuğla ve taştan yapılmıştır. Bizans döneminden kalma bir sura yaslanmaktadır. Burası padişaha aittir ve padişahın doğrudan camiye girmesi için yapılmıştır.

misir-carsisi-0
İstanbul Eminönü Mısır Çarşısı

 

Mısır Çarşısı

İstanbul’un ikinci büyük kapalı çarşısıdır. Çarşının kubbesi, Kapalı çarşıya göre daha yüksektir. Şehrin en tanınmış ve en büyük baharat çarşısıdır.

Tarihçi Ptokhoprodromos’un yazdığına göre: Bizans döneminde, günümüzdeki Mısır çarşısının bulunduğu yerde, Makron Envalos adında bir baharatçılar çarşısı varmış. Semtte Yahudiler yaşıyormuş.

Arasta bölümü, külliyede camiden sonraki en önemli bölümdür ve “L” planlı olarak düzenlenmiştir. Arasta ve özellikle gurup halindeki dükkanlar: çoğunlukla bir hayrata gelir sağlamak için yapılırdı. İstanbul’da, Eminönü sahil kısmının ticaret bölgesi olması göz önünde bulundurulduğunda: külliye planından medresenin çıkarılıp Arastanın eklenmesinin son derece doğru bir karar olduğu kesindir.

Yeni cami arastası, yapılışından kısa süre sonra “Mısır Çarşısı” olarak anılmaya başlanmıştır ve 1597 yılında başlayan inşaat 1660 yılında tamamlanarak çarşı törenle açılmıştır. Çarşı ilk açıldığında: burası aktar ve pamukçu esnafına tahsis edilmiştir. Bu dönemde, çarşıda bulunan 100 dükkandan 49 tanesi aktarlar tarafından kullanılmıştır. Geri kalan dükkanlar ise pamukçular ve yorgancılar tarafından kullanılmıştır.

Mısır çarşısı, 17 yüzyılda “Yeni çarşı” ve “Valide Çarşı” sı olarak anılmıştır. Ancak, buradaki dükkanlarda satılan malların çoğunluğu Mısır’dan gelen mal ve baharatlar olması nedeniyle, 18 yüzyılın ortalarından itibaren, burası “Mısır Çarşısı” olarak anılmaya başlanmıştır. Yabancı gezginler ve seyyahlar da burayı “Mısır Çarşısı” olarak yazmışlardır.

Edmondo de Amicis’in 1874 tarihli İstanbul Seyahatnamesi yazısında, Mısır Çarşısı hakkında şunlar yazılıdır “İçeriye girer girmez, insanın burnuna öyle keskin bir nebat kokusu çarpar ki, neredeyse gerisin geriye dönülür. Burası: Hindistan, Suriye, Mısır ve Arabistan’dan gelen her türlü baharatın satıldığı Mısır Çarşısıdır. “ Ancak: Mısır çarşısında eskiden sadece baharat değil, her türlü ilaç da satılırdı. İlaçların birçoğu da “Nüzhetül Fi Tercüme-Afiyet” isimli kitaptan yararlanılarak yapılırdı.

Çarşı, tarihi süreç içinde bazı önemli olaylara tanıklık etmiştir. 1691 yılındaki yangın 24 saat sürmüş ve tek bir eşya bile kurtarılamamıştır. 1940 yılında da büyük bir yangın olur. Önemli hasar olur ve çarşının eski görünümü kaybolur.

Evet, Yeni cami külliyesinin en önemli binası Mısır Çarşısıdır.

“L” biçimindeki çarşıda, iki çatalın kesiştiği yerde, lonca vaizinin ahşap kürsüsü vardır. Yani: Çarşının uzun ve kısa kollarının birleştiği alan “Dua Meydanı” olarak anılıyordu.

Burada bir “Ezan Köşkü” vardır. Parmaklıklı bir balkon şeklinde planlanan bu bölüm: çarşının göz kamaştırıcı mekanlarından biridir. Bir görevli, bu meydanda esnafa seslenerek, dua eder ve hayırlı işler görmelerini dilerdi.

Çarşının toplam dördü büyük, ikisi küçük olmak üzere, altı kapısı vardır. Çarşının L plan şemasına göre: iki kolun başlarındaki revakların üstünde odalar vardır. Üstleri kubbe ile örtülü olan bu odalara, çarşının içindeki merdivenle çıkılır.

Çarşının iki ucundaki ana giriş kapıları: mimari bakımdan etki kazandırılmak için yükseltilmiştir. Bu kısımların üst katları: dönemin “Ticaret Mahkemesi” olarak kullanılmıştır.

Çarşı ilk inşa edildiğinde: dükkanlar iki bölümden oluşmaktaydı. Dükkanların ön bölümlerinde: satış yapmaya yarayan bir kısım ve arka bölümde ise depo ve imalathane olarak kullanılan yerler varmış. Onarım sırasında, eyvanları arkadaki odalara bağlayan kapıların bulunduğu duvarlar açılarak, günümüzdeki dükkanlar oluşturulmuştur.

Bir kişi Mısır Çarşısından bir mal alır ve onu beğenmezse, nedene aldın diyenlere: Mısır çarşısından fenerli veya yumurtalı dükkan diyebilmesi için: dükkanların kapılarının üstüne, dükkanların kolaylıkla tanınmasını sağlayan çeşitli işaretler ve semboller (yangın kulesi, küçük bir kayık, devekuşu yumurtası, makas, püskül gibi) konulurmuş. Yani, bu işaretler dükkanların tanınması ve tüketici haklarının korunması için önemliydi.

19 yüzyılın ortalarında, Yeni cami avlusu ile Mısır çarşısı arasındaki bölümde salaş dükkanlar vardır. 1864 yılında bu dükkanlar kaldırıldı ama daha sonra tekrar faaliyete geçtiler. 1941 yılında ise, Yeni cami avlusundan yol geçirilmesiyle Mısır Çarşısı ve Yeni cami birbirinden ayrıldı. 1940-1943 yılları arasında ise, Mısır çarşısı, İstanbul Belediyesi tarafından büyük bir restorasyondan geçirildi.

Bu restorasyonda: yanının dükkan düzeni ve kullanım alanı bakımından özgünlüğü kayboldu. Yapılan son restorasyonda: eyvanlar, arkadaki odalara bağlanmıştır. Odalar ile eyvanları ayıran ahşap doğramalar kaldırılmış, depo olarak kullanılan bu mekanlar dükkan haline getirilmiştir.

Mısır çarşısında, günümüzde de baharatçılar, kuyumcular, aktarlar ve hediyelik eşya dükkanları  bulunur. Burada: yüze yakın dükkan vardır. Peki buradan ne satın alınır? Evde değirmende çekip, kokusu kaçmadan kullanmak isteyenler için tane karabiber, yemeklere lezzet veren safran bitkisi ve damla sakızı satın alabilirsiniz.

Bu damla sakızlarını, buzdolabının soğuk bölümünde bekletebilir ve gerektiğinde döverek kullanabilirsiniz. Suya atıp bekletirseniz: içme suyunuzun mis gibi sakız aromalı olduğunu görürsünüz.

Yine de buradan alışveriş düşünüyorsanız, gezi sırasında yanınızda ağırlık olmaması lehinize olacaktır. Mısır çarşısının o güzel atmosferini içinize çekerek ve baharat kokularını hissederek yürüyün, vitrinlere bakın, zaman ayırın bir kahve için, gül lokumu tadın.

cicek-pazari-2
İstanbul Eminönü Çiçek Pazarı

 

Çiçek Pazarı

Hemen Mısır Çarşısının yanı başındadır. Mevsim çiçeklerine meraklı tüm insanların ve hatta şehri ziyaret eden turistlerin bile, bir şey almasalar dahi önemli bir uğrak yeridir. Bu pazarın ilginç köşelerinden birinde: canlı hayvan satıcıları bulunmaktadır.

Burada: papağanlar, muhabbet kuşları, balıklar, keklikler, paçalı tavuklar, tavşanlar, yavru köpekler ve daha birçok canlı hayvan, yeni sahiplerini bekliyor. Çiçek pazarının diğer renkli simalarının arasında “niyet okuyan tavşanlar” da sayılmalıdır. Tavşanın ağzı ile seçtiği niyeti okuduğunuzda: belki gerçekten geleceğinizle ilgili önemli ipuçları yakalayabilirsiniz.

Evet, Mısır çarşısını gezdik ve çıktık. Külliyenin hemen yanında, avlunun doğu ucunda bir türbe var.

hatice-turhan-sultan-turbesi-1
İstanbul Eminönü Hatice Turhan Sultan Türbesi

 

Hatice Turhan Sultan Türbesi

Türbe: caminin karşısında, Mısır çarşısı tarafındadır. İstanbul şehrindeki en büyük türbedir. Yapım yılı: Yeni cami ile aynı dönem yani 1663 yılıdır. Türbenin kütlesi: orta boyda bir cami gibi görünür.

Oldukça büyük (15 metre çapında) tek bir kubbenin örttüğü, kare mekanlı türbenin dört köşesinde de kubbeye destek veren dört tromp vardır. Bu trompların içinde de, ikişer pencere bulunur. İç mekan: iki yandaki kasnak kemerlerde bulunan, üç kat sıralı pencerelerle aydınlatılır. Çini ve kalem işleri, son derece güzeldir.

Dış avlusu da duvarlarla çevrilidir. Türbenin girişindeki veranda da, camilerde görüldüğü gibi, baklava başlıklı sütunların tuttuğu, yan iki tanesi tonoz şeklinde, ortadaki de yarım küre formunda üç kubbe vardır.

Girişin tam karşısındaki duvarın bir kısmı, dışarıya doğru çıkıntılı yapılmıştır ve dolap şeklindeki bu bölmede bazı değerli nesneler sergilenir. Türbenin içinde 44 tane sanduka vardır. Bunların çoğu minik sultan ve şehzadelere aittir.

Ama burada altı tane de padişah vardır. Burada gömülü padişahlar: IV. Mehmet, II. Mustafa, III. Ahmet, I. Mahmut, III. Osman ve V. Murat’tır. Yani tüm Osmanlı sultanlarının, altıda biri burada yatmaktadır. Bir de Sultan I. Mahmut’un anası, Saliha Sultan vardır.

Türbeler denen bu bölümde, bir de “Havatin” yani “Kadınlar Türbesi” denen bir bölüm daha vardır. Bunun içindeki sandukalarda da küçük şehzadeler ve padişah karıları yatmaktadır.

Böylece: Turhan Sultan: kendi türbesinde, hanedandan gelen veya Saraya hizmet etmiş 150 kişiye ev sahipliği yapmaktadır. Bu da o dönemde kadınların rolünü ve önemini simgelemektedir.

hatice-turhan-sultan-sebili-1
İstanbul Eminönü Hatice Turhan Sultan Sebili

 

Hatice Turhan Sultan Sebili

Cami külliyesinin bir parçası olan zarif sebil: Bankacılar sokağı ile Şeyhülislam Hayri Efendi caddesinin kesiştiği köşededir. 17 yüzyılda yapılmıştır. Sebil: 19 yüzyılda bir yangında hasar görmüştür. Sebilin restorasyonu, İstanbul Arkeoloji Müzesi kurucusu Osman Hamdi Bey tarafından bizzat yapılmıştır. Sebil: bir dönem Belediyenin su satış istasyonu olarak da kullanılmıştır. Demir şebeke işlemeleri, saçak motifleri ve mermer işçiliğiyle dikkat çeken sebil, şehrin en güzel yapılarından birisidir.

Yıldız Dede Hamamı

Yeni caminin arkasındaki sokaktadır. Yıldız Dede: Fatih Sultan Mehmet’in müneccimidir. Fethin tarihini önceden bildirdiğine dair hikayeler anlatılır. Ayrıca, bu hamamın bulunduğu yerde, daha önceleri bir sinagog bulunduğu söylenir. Ancak günümüzdeki hamam 18 yüzyıl yapısıdır.

i-abdulhamit-turbesi-2
İstanbul Eminönü I. Abdülhamit Külliyesi

 

I. Abdülhamit Külliyesi

Külliye: türbe, medrese ve kütüphaneden oluşmakta olup bu yapılar, günümüzde “Ticaret Borsası” olarak kullanılmaktadır. Dağınık külliyenin bazı yapıları Sirkeci civarında bulunmasına rağmen, zarif camisi karşı tarafta, Beylerbeyi sahilindedir. Külliyenin sebili ise, Gülhane Parkı karşısına taşınmıştır.

Sultan I. Abdülhamit: 18 yüzyıl sonlarında yaşamış, talihsiz bir padişahtır. Çünkü başında bulunduğu yorgun imparatorluk, bu yıllarda birbirini izleyen Rus savaşlarıyla başa çıkamamıştır.

Abdülhamit de, saltanatı sırasında en fazla toprak kaybeden padişahlardan birisi olarak tarihe geçmiştir. Zaten bu dertler ve sıkıntılardan bunalarak öldüğü söylenir.

Evet: 1776-1777 yılları arasında Sultan I. Abdülhamit tarafından yaptırılan külliyede revaklı 21 oda vardır.

i-abdulhamit-turbesi-3
İstanbul Eminönü I. Abdülhamit Türbesi

I. Abdülhamit Türbesi

Eski Milli Piyango idaresinin tam karşı köşesindedir. Yapının bulunduğu cadde, İstanbul şehrinin en işlek ve trafiği yoğun caddesidir. Bu yüzden, türbenin bembeyaz mermerleri kararmıştır.

Türbe, Abdülhamit külliyesinin bir parçasıdır. 1780 yılında Mimar Tahir Ağa tarafından yapılmıştır. Yapı: mermer işçiliği yönünden son derece muntazam ve barok üslupla yapılmıştır. Dıştan iki katlı görünümdeki türbenin katları, birbirinden düz kornişli bir silme ile ayrılmıştır. Önünde avlusu vardır.

Dış avlu kapısı üzerinde: sülüs yazı ile ayetler işlenmiştir. Bu avludan: üç gözlü bir revak ile türbeye girilir. Türbenin giriş kapısı üzerinde de, yine ayetler yazılıdır.

Türbe: 26 pencere ile aydınlatılmaktadır. Türbe içinde: Özi kalesinin düştüğü haberini alınca, üzüntüden felç geçirip 1789 yılında vefat eden, padişah I. Abdülhamit gömülüdür. Ayrıca: şehzadeler ve sultan yakınları da gömülüdür. Sultan III. Selim’in öldürülmesine sebep olan ve 1807 yılında idam edilen Sultan IV. Mustafa’nın sandukası da buradadır.

Diğer sandukalar: I. Abdülhamit, II. Mahmut ve Abdülmecit’in çocuklarına aittir. Türbenin en büyük özelliği: kuzey duvarının ortasında, Peygamberimizin ayak izlerini kapsayan mermer bir pano bulunmasıdır. Bu pano: camla kaplı niş içinde muhafaza edilmektedir.

ali-muhiddin-haci-bekir-1
İstanbul Eminönü Ali Muhiddin Hacı Bekir

Ali Muhiddin Hacı Bekir

Bahçekapı’da: I. Abdülhamit külliyesinin hemen yanındaki bu şeker üreticisi kurum: 1777 yılından beri burada iş yapmaktadır. Günümüzde de, çeşitli geleneksel şekerleriyle varlığını sürdürmektedir.

hidayet-camii-0
İstanbul Eminönü Hidayet Camii

 

Hidayet Cami

Yeni caminin arka sokağındadır.

Arapça “Hidayet” sözcüğünün karşılığı “Yol gösterme, doğru yolu arama, doğru yola girme” anlamındadır. 

Caminin ilk olarak yapılması düşünülen yerde yoğun olarak balıkçı barınakları vardır. Sultan II. Mahmut, saraydan çıkarak balıkçı barınaklarının bulunduğu bu bölgeyi gezmiş, durumu yerinde incelemiş ve büyük olasılıkla balıkçıların yaşam şekillerini beğenmemiştir.

Doğru yoldan çıktıklarını düşündüğü balıkçıların doğru yolu bulmaları adına, balıkçı barınaklarının yıkılarak buraya bir cami yapılmasını ister ve camiye de bunu izah eder şekilde “Hidayet” ismini koyar.

Evet: ahşap cami 1813 yılında, Sultan II. Mahmut döneminde, burada yaptırılır.

Ancak: kıyıda, kayıkhaneler ve bekar odaları arasında sıkışıp kalan cami: orada bazı hoş olmayan olaylar gelişince, Sultan II. Abdülhamit tarafından şimdiki yerine taşıtılmış ve ahşap olan caminin yerine, ünlü Fransız mimar Vallaury’e 1887 yılında, kagir ve tek kubbeli olarak yeniden inşa ettirilmiştir.

Mimar Alexandre Vallaury, İstanbul’da doğmuş ve Fransız asıllıdır. İstanbul’da pek çok eser yapmış ve Osman Hamdi Bey tarafından “Mimar-ı Şehir” olarak tanımlanmış bir sanatçıdır.

İlk yapılan ahşap camiden, günümüze kadar gelen tek unsur: avluya giriş kapısıdır.

Yeni yapılan caminin dış kapısındaki kitabede, bu taşınma ve yeniden yapılma durumu yazılı iken, bu kitabe, 2003 yılında bulunduğu yerden çalınmıştır.

Caminin mimari stili, karmaşık bir üslup ve daha çok 19 yüzyılın oryantalist üslubu sergilemektedir. Sonradan ilavelerle iki kat olarak düzenlenmiştir.

Dış duvar silmelerinde: eklektik süslemeler görülür. Dış pencere kemerlerinde ise: Asya ve Kuzey Afrika İslam mimarisinin özellikleri seçilmektedir. Ama yüzey kısmı, is ve dumandan iyice kararmıştır. Zaten caminin çevresi de boğucu şekilde binalarla doldurulmuş ve cami, iki büyük bina arasında sıkışmış kalmıştır.

Cami: yoldan yani avludan 3 metre yukarıdadır ve merdivenle çıkılır. Merdiven basamakları, kısacık minarenin yanından kıvrılıyor. Giriş sahanlığı, sonradan camekanla kapatılmıştır. Son cemaat yeri: ahşap ağırlıklı, küçük ve düz tavanlıdır.

Buradan ana mekana geçilir. Ana mekan: kare planlı ve yüksek tavanlıdır. Osmanlı camilerinde alışılmadık tarzda, tepede sivri kubbe vardır. Kubbenin alt tarafında ise, pencereler dizilidir. Ama asıl iki büyük pencere, karşılıklı iki duvarda görülür. Vitraylarla süslenmiş pencerelerin üste doğru kıvrılarak sivrilen şekilleri ilgi çekmektedir.

Caminin iç süslemeleri kalem işidir. Çini kullanılmamıştır. Çiniler alt kattaki camide görülür. Aslında burada bir gerçek ortaya çıkmaktadır ki: Hidayet cami, bir bakıma iki cami gibidir. Cami: zeminden yüksekte inşa edildiği için, zaman içinde, alttaki boşluk iş yerlerine dönüşmüştür. Burada bir bankanın deposu ve nakliyecilere ait büro bulunur.

Ancak 1992 yılında alt kat boşaltılmış ve camiye çevrilmiştir. Çünkü: tarihi camide, Cuma namazlarında yer kalmamaktadır. Ancak, günümüzde, Cuma namazı dışında, bütün ibadet alt kattaki camide yapılmakta, tarihi üst kat cami ise, sadece Cuma günleri Cuma namazı için açılmaktadır. Bu arada, 1999 yılındaki depremde, caminin bazı duvarlarının hasar gördüğünü de hatırlatmak gerekir.

rustem-pasa-camii-3
İstanbul Eminönü Rüstem Paşa Camii

 

Rüstem Paşa Cami

Yeni caminin çok yakınındadır. Ancak denizden bakıldığında, bu cami seçilemez. Çünkü: Tahtakale’nin yapısal karmaşası arasına karışmıştır. Ancak: bu camiyi sizlere tanıtmadan önce, bilmenizi istediğim çok önemli bir not var, şöyle ki Newsweek Dergisi, burayı “Dünyanın 50 mücevheri listesi” ne dahil etmiştir.

Öncelikle Rüstem Paşa kimdir: Rüstem: Osmanlı imparatorluğunun en ünlü ve güçlü sadrazamlarından biri olarak görev yapmış, aynı zamanda Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan ile evlenmiştir.

Rüstem zamanla büyük bir servetin sahibi olmuştur. Sultan Süleyman’ın oğlu şehzade Mustafa’nın boğdurulmasında, Hürrem Sultan ile birlikte parmağı olduğu söylenir. Mihrimah Sultan: 1560 yılında ölen kocası Rüstem Paşanın ardından 18 yıl daha yaşamış ve 1578 yılında ölmüştür.

Caminin yapıldığı yer: Bizans döneminde “Macro Enbolo” olarak bilinen bir yerdir ve burada Bizans döneminde “Sen Dines” isimli bir kilise bulunmaktaymış. Ancak fetihten hemen sonra, bu kilise “Hacı Halil” isimli bir mescide dönüştürülmüştür.

Rüstem Paşanın cami yaptırmak üzere seçtiği bu bölge: 19 yüzyılda, tütün tacirleri, tahsildarlar, el sanatları ustaları, kazancılar, kantarcılar, ahşap ustaları gibi her türlü ticaretin yapıldığı bir yer olarak önem kazanmaktadır.

Bu hareketli bölgede, şaşırtıcı güzellikte ve bolca çini kullanılarak yapılan bu cami: Rüstem Paşanın ismini ve şaşasını günümüze kadar taşımıştır. Çünkü bu caminin iç mekanında kullanılan çinilere, paha biçilememektedir.

Cami: 1561 yılında, Mimar Sinan tarafından yaptırılmıştır. Ancak: Rüstem Paşa, 1560 yılında öldüğünden, büyük olasılıkla cami, kocasının anısına Mihrimah Sultan tarafından yaptırılmıştır.

Cami: daha önce burada bulunan kiliseden dönüştürülmüş, Hacı Halil mescidinin bulunduğu yere yapılmıştır. Ancak, bu mescit çukurda kalıyordu ve Mimar Sinan, yeni yapılan caminin çevreden görülebilmesi için, caminin altına, dükkanlar bulunan bir platform yapmış ve böylece cami yüksek bir zemine oturtulmuştur. Bu yüzden, camiye merdivenlerle çıkılır.

Mimar Sinan’ın deniz kıyısında yaptığı 3-4 camiden biridir. Caminin zemin katında: bazı dükkanlar bulunmaktadır. Yer darlığı nedeniyle: caminin avlusu kısa tutulmuştur. Şadırvan, aşağıda yol kıyısındadır. Avlunun her iki köşesinde bulunan müezzin odalarına çıkılan merdivenler, zamanın etkileri sonucu bir hayli aşınmıştır.

Caminin kitabesi yoktur. Ancak 1560 yılında bitirildiği kabul edilmektedir. Öte yandan, Mihrimah Sultan tarafından Edirnekapı’da yaptırılan camide ve Rüstem Paşa’nın Şehzadebaşı’nda bulunan türbesinde de ilginç bir rastlantı olarak kitabe yoktur.

Caminin kubbesi: 15.5 metredir ve sekizgen şemalı ayak üzerine oturur. Bu ayaklar ve duvar: kubbe kasnaklarına kadar çinilerle kaplıdır. Ancak, caminin orijinal ve güzel kubbesi, 18 yüzyılda depremde yıkıldığından, günümüzde görülen kubbe, sonradan yapılmıştır.

Zaten, görülen kubbede uygulanan şekiller, caminin yapıldığı dönem olan 16 yüzyıl şekillerine uymaz. Mihrap duvarı yönündeki pencerelerin kıyısında bulunan yer döşemelerindeki renkli taşlar, güzel figürler oluşturacak şekilde döşenmiştir. Bu camiyi öne çıkaran en büyük özelliği: özellikle iç mekanda kullanılan çinilerdir.

Çünkü, 16 yüzyıla tarihlenen bu çiniler, Osmanlı çini sanatının en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Zaten, 1560’lı yıllarda, çini sanatı doruğa çıkmıştır ve birçok çini ustası İstanbul’a davet edilmiştir.

Bu ustalar, İstanbul’da gerek bazı eserlerde çalışmışlar ve gerekse yine bazı eserlerde onarımlar yapmışlardır. İç mekanda çok fazla çini harcandığından, İznik çini atölyeleri üretimi yetişmemiş ve ilaveten Kütahya’da yeni çini atölyeleri açılmıştır.

Caminin duvarlarındaki çinilerde: mavinin tüm tonları, narçiçeği kırmızısı, nohut ve kabak yapraklarının yeşilliği, mistik bir yansıma yaratır ve bu yansıma insan ruhunu dinlendirir.

Özellikle: çinilerde kullanılan ve mercan kırmızısı ile yapılmış karanfil ve lale desenleri, muhteşem güzelliktedir. Mimar Sinan, camiyi yaparken çok ilginç bir özellik planlamıştır. Güneş ışınları, günün her saatinde pencerelerden yapının içine girer ve çinilerin ayrıntı ve renkleri en güzel şekilde görülür.

Genellikle camilerin iki minareli yapıldığı İstanbul’da, burası tek minaresiyle iç mekandan ayrı olarak dış mekanda mütevazi bir görünüm sergilemektedir. Cami: 1666 ve 1776 yıllarında, yangınlar sonucu hasar görmüş olup, ardından yapılan restorasyonlarda, çinilerden bir kısmı çalınmıştır.

Şeyh Mehmet Geylani Türbesi

Arpacık caddesindedir. Şehrin bu en eski türbesi, günümüzde dükkanların arasında sıkışıp kalmıştır. Söylediğim gibi, şehrin bu en eski türbesi, her ne kadar zaman içinde birçok değişikliğe uğrayarak özgün halini yitirse de, 1453 yılından kalmadır. Yine söylenenlere göre: türbenin bulunduğu burada: daha önce, Bizans döneminden kalma “San Markus” isimli bir kilise bulunuyormuş.

Bu kilisenin üstüne, ahşap bir cami ve bu türbe yapılmış, cami yok olmuştur. Türbede: kapı girişinde, hemen sağda şeyhin sandukası vardır. Türbenin içindeki yazıların bir kısmının: Fatih Sultan Mehmet tarafından bizzat yazıldığı söyleniyor.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

 

İstanbul Adalar Konaklama

İstanbul Adalar Konaklama

İstanbul Adalar Konaklama;
İstanbul, Adalar’da: gerek konaklama ve gerekse güzel bir ortamda yemek mekanları şunlar:

AYA NİKOLA

Tüm yıl boyunca açık. Butik pansiyon, Sedef Adası’na bakan konumu ile öne çıkıyor. Deniz kenarında. Antika eşyalarla döşeli odaların tümü, deniz manzarasına sahip.
Kapasite: 11 oda.
Yeme-İçme: Aya Nikola Restaurant.
Adres: Aya Nikola Mevkii. Maden Sonu. BÜYÜKADA
Telefon: 0216.3824143

BÜYÜKADA PRİNCESS

Princess Oteller zincirinin bir halkası. Asırlık geçmişe sahip. 1895 yılında, Hotel des Etranger adıyla kurulmuş. 1988 yılında restore edilerek, yeniden işletmeye açılmış.
Kapasite: 24 oda
Aktivite: Açık yüzme havuzu
Adres: İskele Meydanı.2.BÜYÜKADA
Telefon: 0216.3821628

BÜYÜKADA RESORT OTEL

Eski Orman Kampı. Yeşillikler içindeki konumuyla, günübirlik ziyaretçiler içinde, piknik alanıyla hizmet veriyor. Büyükada’ya, piknik yapmak üzere günü birlik gidecekler burayı kullanabiliyor. Ayrıca: plajı da var. Düğün, nişan gibi davetler için 500 kişi kapasiteli otel restoranı ve terası bulunuyor.
Kapasite: 85 oda
Aktivite: Açık yüzme havuzu, plaj,
Yeme-İçme: Restaurant.Bar
Adres: Karacabey Koyu.BÜYÜKADA
Telefon: 0216.3828030

CLUB MAVİ

Ahşap bir tarihi köşk. Eski bir Senatoryum. Beton bina ve küçük bir ek binadan oluşuyor. Ormanlık alan içinde. Plajlara yakın konumu, buraya önem ve öncelik kazandırıyor. Yaz aylarında tercih ediliyor.
Kapasite: 25 oda
Aktivite: Güneşlenme terası, voleybol sahası, çocuk bahçesi.
Yeme-içme: Restauran, cafe-bar, çay bahçesi
Adres: Büyüktur Yolu.No.12.BÜYÜKADA
Telefon: 0216.3826075

MERİT HALKİ PALACE

Merit oteller zincirine bağlı. Özel statüde bir otel. Deniz veya çam ormanı manzaralı odaları var. Odalar balkonlu.
Kapasite:45 oda (9 özel jakuzili oda)
Aktivite: Açık yüzme havuzu, masa tenisi
Yeme-içme: Merit Halki Restaurant
Toplantı Salonu: 2 adet toplantı salonu (maxsimum 152 m.kare) ,2 adet workshop salonu
Adres: Refah Şehitleri Caddesi.94.HEYBELİADA
Telefon: 0216.3510025

NAYA RETREATS

Meditasyon merkezi özelliğinde. Bungalow ve çadır tipi konaklama imkanları var. Hafta sonları da, workshop’lar düzenleniyor.
Kapasite: 8 bungalow
Aktivite: Reiki, deeksha, tai-chai, yin-yang meditasyonu, yoga dersleri.
Adres: Maden Evleri. 96. BÜYÜKADA
Telefon: 0216.3824598

PRENSET PANSİYON

Pansiyon, tüm yıl boyunca hizmet veriyor.
Kapasite: 9 oda, 1 suit.
Adres: Ayyıldız Caddesi.40.HEYBELİADA
Telefon: 0216.3510042

SAYDAM PLANET HOTEL

Otel, özel statüde ve tüm yıl boyunca hizmet veriyor.
Kapasite: 12 oda, 4 suit.
Adres: İskele Meydanı.1. BÜYÜKADA
Telefon: 0216.3823366-3822670

SPLENDİD PLACE

Yalnızca: Nisan-Ekim ayları arasında açık bulunuyor. Otelin tüm odaları balkonlu olup, çoğunlukla deniz manzaralıdır.
Kapasite: 70 oda, 4 suit.
Aktiviteler: Açık yüzme havuzu.
Adres: 23 Nisan Caddesi. 53.BÜYÜKADA
Telefon: 0216.3826950

VİLLA RIFAT PANSİYON

Yalnızca, yaz sezonunda açık, hizmet veriyor.
Kapasite: 10 oda
Aktivite: Özel plaj
Adres: Yılmaztürk Caddesi.80.BÜYÜKADA
Telefon: 0216.3826068

İstanbul Adalar tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

 

İstanbul Adalar

İstanbul Adalar

Prens adaları; İstanbul’un Anadolu yakası açıkların bulunan: Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sivriada, Yassıada, Sedefadası, Tavşan Adası ve Kaşık Adasından oluşur.

Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedefadası; ilk gurup adalar olup; turizm ve yerleşime açıktır. Tüm adalarda; resmi araçlar dışında, motorlu araçların kullanılması yasaktır.

Önceleri; bir Roma yerleşimi olan adalar; Bizans döneminde, prenslerin sürgün yeri olarak kullanılmıştır. Bu yüzden de, yabancılar tarafından “Prens Adaları” olarak biliniyor. 700 yıllık tarihi sürecinde; sürgün ve işkencelere sahne olmuş, balıkçı köyleri de korsanlar tarafından yağmalanmış.

Osmanlı döneminde boşaltılarak, kendi haline bırakılan adalar; Tanzimat’la birlikte canlanmaya başlayarak, şehrin bir parçası olarak yerleşime açılmıştır.

ULAŞIM


İstanbul Adalar; Sirkeci’den kalkan; Şehir Hatları Vapurlarının ada seferleri: Kabataş, Bostancı ve Kartal’dan kalkan deniz otobüsleri ile ulaşım sağlanmaktadır. Ancak; Büyükada, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada, Sedefadası iskelelerine kadar vapur seferleri bulunup, bunun dışındaki adalara özel teknelerle ulaşım sağlanır.

 

BÜYÜKADA


İstanbul Adalar; Eski adı: “Prinkipo”dur. Yani, Rumca da “Prens” anlamına gelir. Adalar ilçesinin merkezidir. Adından da anlaşılacağı gibi, yüzölçümü en büyük ve aynı zamanda en kalabalık olan adadır.

Yüz ölçümü: 5.4 km. karedir. Maltepe Sahiline uzaklığı: 2300 metredir. Biri güneyde ve diğeri kuzeyde olmak üzere, iki tepe bulunur. Güneydeki tepe 203 m. yükseklikteki Yüce Tepedir. Kuzeydeki tepe ise, 164 m. yükseklikteki İsa Tepedir.

Yaz aylarında, nüfusu 20 katına çıkar, hafta sonları daha da fazlalaşır. Yakın zamana kadar doğal ve mimari özelliklerini koruyan ada, son yıllarda çarpık yapılaşma ile özgünlüğünü biraz yitirmiş olsa da, yine de geçen yüz yıldan kalan Rum evleri, ahşap ve kuleli köşkleri, süslü balkonları, Neo-Barok tarzı yapıları ve tarihi iskelesi ile, İstanbul’un görülmeye değer seçkin sayfiye yerlerindendir.

Adadaki tüm yapılar içinde: manastır, önemli bir yer tutar. Kadınlar Manastırı (Aya İrini): Maden Mahallesinde kurulmuş, zamanla yıkılmış ve günümüze sadece kalıntıları ulaşmıştır.

Diğer manastırlar ise; Karacabey Koyu’ndaki; Aya Nikolas Manastırı, adanın ortasındaki tepede bulunan: Hristos Manastırı ve Yüce Tepe’deki: Aya Yorgi Manastırıdır.

AYA YORGİ MANASTIRI

İstanbul Adalar; Adanın en yüksek tepesindedir. Buradaki ilk yapı; MS. 6’ncı yüzyılda inşa edilmiştir. Bu mevkide; birçok kilise ve manastır kalıntıları da vardır. Bunlardan bazıları günümüze kadar ulaşmış, bazıları yıkıntı olarak kalmıştır.

Her yıl 23 Nisan ve 24 Eylül günlerinde, sayısız insan, 200 metrelik bu tepeyi tırmanıp kiliseye ulaşınca, inancı doğrultusunda dua eder ve niyet tutar ya da şifa umuduyla siyah cüppeli bir Ortodoks papazdan dua diler.

Yürüyerek çıkmak istemeseniz; hemen tepenin başında hazır bekleyen eşeklerle de çıkabilirsiniz.

Yol uzun ve dik, bu nedenle tane olarak kiralanan eşeklere binmenizi öneriyorum. Eşeklerden çekinmenize gerek yok, yolu çok iyi biliyorlar ve siz çevrenin manzarasının tadını çıkarırken, onlar sizi kiliseye ulaştırıyorlar.

Kilisenin sağında, papazların kaldıkları lojmanlar ve şimdilerde kapalı olan küçük manastır var. Solunda ise, bir şeyler atıştırabileceğiniz Yüce Tepe Gazinosu var. Aya Yorgi kilisesinin dört bir tarafında ise, Marmara Denizi, tüm ışıltısı ile yüzünüzü aydınlatacak.

Burada, tutulan dileklerin gerçekleşeceğine dair güçlü bir inanış var. Bu yüzden, kilisenin içinde bulunan camekan dolapta, çok sayıda; saat, kolye gibi eşyalar görünce şaşırmayın. Onlar, dilekleri kabul olanların küçük bir teşekkürü.

Ayrıca, yine kilisenin içinde bulunan manastır suyunun da şifalı olduğuna inanılıyor. Öyle ki, felçli insanların Yüce Tepe’den yürüyerek aşağıya indiğine dair rivayetler anlatılıyor.

RUM YETİMHANESİ

İstanbul Adalar; İsa Tepesinde bulunmaktadır. Binası, dünyanın en büyük ahşap mono blok yapılarındandır. Yaklaşık yarım asırdır boş olan yapı, her şeye rağmen heybetli mimarisiyle, zamana meydan okuyor.

Adadaki, 9 Rum Ortodoks kilisesinden başka; 1 Ermeni ve 1 Latin Katolik kilisesi, ayrıca 1 Sinagog ve bir de Rum Yetimhanesi bulunmaktadır.

Bizans döneminde inşa edilmiş; 3 kale, liman, hapishane ve 4 ayazma da görülecek yerler arasındadır.
Adaların en eski ikinci cami olan; Hamidiye Cami de, Sultan II. Abdülhamit zamanında yapılmış ve Büyükada da Tepeköy yamacında bulunmaktadır.

Aya Yorgi Tepesine çıkıp, kutsal ayazmadan su içmek, adak adamak, bisiklet turları, kır gazinoları ve piknik alanlarında zaman geçirmek, Büyükada da yapılmasını tavsiye edeceğim faaliyetlerden.

Bunların dışında, eğer ilginizi çekerse: Lev Troçki’nin: Sovyet Lider Stalin tarafından sürgün edildikten sonra; 1929-1933 yılları arasında yaşadığı, Nizam Mahallesindeki ev ve ünlü yazar Reşat Nuri Güntekin’in Maden Mahallesindeki evi, adayı ziyaret edenlerin ilgisini çekmektedir.

Büyükada da; seyyar arabalarda satılan gül şeklindeki el yapımı dondurmaları mutlaka tadın.

İstanbul Adalar Heybeliada

HEYBELİADA


İstanbul Adalar; Eski adı:”Halki” yani “Bakır” anlamına gelmektedir. Uzun yıllar; Çam Limanı’nda işletilen bakır madenleri sebebiyle, bu adı alan ada, Osmanlı döneminde sayfiye yeri olarak kullanılmış.

Heybeliada da; Değirmen Tepesi, Köy Tepesi, Heybeli Tepesi ve Ümit Tepesi olmak üzere, dört tepe bulunmaktadır. Doğal bitki örtüsü bakımından, diğer adalardan daha şanslı olan Heybeliada, mehtabın da en güzel izlendiği yer olma özelliğine sahiptir.

İskeleden inilince, solda Deniz Lisesi ve ona bağlı binalar uzanır. Bunların arasından geçilerek, arkada: Çam Limanı tarafında, şu an faaliyette olmayan Sanatoryum’a gidilir.

Günümüzde, Deniz Kuvvetleri Komutanlığının elinde olan arazide: tarihten kalan ilginç eserler var.

Birincisi. Türklerin fetihten önce yapılmış son ve Adalardaki tek Bizans Kilisesi, Kamariotissa’dır. Son İmparatoriçe Maria Komnena’nın yaptırdığı sanılıyor. İstanbul; Fener’deki Aya Maira dışında, dört yapraklı yonca modeline göre yapılmış tek kilise budur.

Askeri arazide olduğu için özel izin alınmadan görülemiyor. Bu kıyıda, Aya Yorgi (Ayios Yeorgios) Manastırı, Çam Limanının batı ucunda, Tarik-i Dünya Manastırı var.

İkinci ilginç kalıntı, bir mezar taşından ibaret. Bu kraliçe I. Elizabeth’in elçisi Edward Barton’un mezar taşı. Üzerinde (imla yanlışları da olan) Latince bir kitabe ve Barton’un aile arması var.

İngiltere’nin ve Elizabeth’in, Osmanlı Sultanına gönderdiği ikinci elçi olan Barton’un bir süre Tophane’de bir evde kaldığı, ama çevre halkı, gece cümbüş gürültüsünden rahatsız olup şikayet ettiği için, buradan uzaklaştırıldığını ve adaya geldiğini biliyoruz.

İskelenin sağında: çarşı, meyhane ve kahveler var. Büyük Rum Kilisesi Aya Nikola (Ayios Nikolaos) burada. Bazı ilginç ahşap evlerin önünden (Örneğin: İlyasko Yalısı) geçerek, Adalarda kışın da açık olan otel Panaroma’nın yanından geçerek yürüyünce, çamlık piknik yerine geliniyor. Bunun ilerisinde, Değirmen Burnu denilen bölge var. Adanın en büyük plajı burada.

Fazla yapılaşmamış olan öbür tepede: Ayia Trias Manastırıyla birlikte, Rum Ortodoks Ruhban Okulu var. Fetihten bir zaman sonra, Rum nüfusun başlıca dini eğitim merkezi burası idi. Din adamı adayları, Yunanistan’dan ve Rumların bulunduğu her yerden buraya okumaya gelirlerdi.

1970’lerde Türk Hükümetiyle, Rum Ortodoks Patrikhanesi arasında bazı anlaşmazlıklardan dolayı, bu eğitim durduruldu. Ortodoks Rum dini kurumlarının yanında, 1940’larda yapılmış “Beth Yaakov” Sinagogu da var.

Kuzey kıyısında da Hidiv ailesinden Sait Halim’in kardeşi Abbas Halim Paşa’nın konağı halen ayaktadır. Çünkü orası, ünlü yazarımız Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın yaşadığı yerdir.

Heybeliada; Sanatoryum, 9’ncu yüzyılda kurulan Ruhban Okulu (Aya Tiriada Manastırı), Aya Spiridon Manastırı, Aya Nikola Kilisesi, Deniz Lisesi, Hüseyin Rahmi Gürpınar ve İsmet İnönü’nün müze evleri görülebilir.

Tipik kır kahvesinin bulunduğu Değirmen Burnu piknik alanı, Değirmen Plajı, Su Sporları Kulübü; deniz ve doğanın tadını çıkarmak için gidilebilecek yerlerdendir. Yürüyüş, bisiklet ve fayton turları da yapılabilen ada, diğerlerine göre daha düzenli bir yapıda.

İstanbul Adalar Burgazada

BURGAZADA


İstanbul Adalar; Eski kilisesi ve köşkleriyle, tipik bir prens adası. Genellikle, sakin olan bu küçük ve şirin adanın etrafını yürüyerek turlamak mümkün. Ayrıca; burada, fayton ulaşımı da bulunuyor. İskelenin solunda, sıra sıra kafeler var.

İskelenin sağından devam eden fayton yolu; manzarası ile ünlü olan piknik alanı Kalpazan kayaya gider. Yine, iskelenin solundaki Moloz Burnunda, adanın en eski plajı olan “Su Sporları Kulüp” var.

Sadece üyelerin faydalanabildiği bu kulüp’ün plajı dışında, Kalpazan kaya’da, bir de halk plajı bulunuyor.

Burgaz adaya gidince, mutlaka görülmesi gereken yerlerden biri de; ünlü yazar Sait Faik’in bir zamanlar yaşamış olduğu müze ev. Türk Edebiyatında önemli bir yeri olan öykü yazarı Sait Faik Abasıyanık’ın; annesiyle birlikte yaşadığı köşk; 1964 yılından bu yana, müze olarak hizmet veriyor.

Yazarın kişisel eşyaları ve çalışmalarından örneklerin sergilendiği müze evde, her yıl Darüşşafaka tarafından verilen öykü ödülünün töreni yapılıyor. Evet, Müzenin hemen yanında, 9’ncu yüzyılda inşa edilmiş olan Aya Yani Kilisesi var.

O devirde adaya sürgüne gönderilen bir din adamının kapatıldığı zindanın üstüne yapılan kilisenin avlusunda, bir de ayazma bulunuyor.

Adada ilk ineceğiniz yer, vapur ve deniz otobüslerinin iskelesinin bulunduğu iskele meydanı. Burada sizi sahilin sağ tarafından sıralanmış: çay bahçeleri, kafeteryalar ve birkaç meyhane karşılayacak.

İlk görmeniz gereken yer: Aziz Methodios’un hapsedildiği zindanın bulunduğu kilise.

Ayrıca: 3 kilise, 2 manastır ve ayazma var. Tarihi çok eski olan bu yapıları görmenizi öneririm.

AGHİOS İOANNES PRODROMOS (AYA YANİ) KİLİSESİ

Vaftizci Yahya’ya adanmış bir kilise. Bu kilisenin yerindeki ilk kilisenin, İmparator Teophilos’un (839-842) karısı İmparatoriçe Theodora tarafından Burgaz adasının ünlü sürgünü din adamı Methodius’un mahkum edildiği hücrenin üstüne inşa ettirilmiştir.

Bu kilise, İstanbul’un fethi sırasında, fazlaca hasar görmüş, 1759 yılında onarılmıştır.

Bir kitabeye göre: 1817 yılında, tekrar tamir görmüştür. 1894 depreminde, kilise kullanılmayacak kadar harap olur. Yenisi;1896 yılında yapılır. Bugün, Burgaz adasındaki Rum halkın kullandığı cemaat kilisesidir.

Kiliseye; güney tarafındaki narteks bölümünden girilir. Narteksin sağ ve solundaki iki sütunlu, kemerli birer kapıdan girilen 2 hacim var. Soldaki hacimden, 11 basamaklı dar bir merdivenle küçük bir hücreye inilir.

Methodius’un mahkum edildiği hücre burasıdır. Narteksin sağındaki bölmede ise, merdivenlerle üst kata, esas kilise bölümüne açılan galeriye çıkılır. Orta nef Aghios İoannes’e, sağ yan nef Hagia Paraskevi’ye, sol yan nef de Hagios Ayazoni’ye adanmıştır.

Hz. İsa, Hz. Meryem ve çeşitli azizlerin, Yedikule Balıklı ayazmasının ikonaları ile süslüdür. İkonostasis, ambon ve despot tahtının zengin bir ahşap işçiliği vardır.

CHRİSTOS (METAMORFOSİS) MANASTIRI


Geçen yüzyıl ortalarında, Adanın tepesinde, Büyük ve eski bir kilise ile manastırın ve kulenin kalıntıları görünüyordu. Son zamanlarda bulunan bir belgeye göre; bu harabeler, 1603 yılında yapılan manastırdan kalmadır.

Çünkü: aslı İmparator Makedonyalı Vasil tarafından 865-866 yılları arasında yaptırılmış olan manastır, Sultan IV. Murat zamanında, sultanın emriyle, burada yapılan ayinler sırasında yakılan ateşlerin İstanbul’da yangın var endişesiyle telaş yarattığı gerekçesiyle yıkılmıştır.

Geçen yüzyılda burada İmparator I. Aleksios Komnenos devrine ait altın sikkeler bulunmuştur. 1828 Yunan İhtilalin de, elebaşılık yapmış olan Burgaz Adalı H.Hurmuzis, bu manastırın kalıntıları ile buraya bir ev yaparak, aynı yerde bir şapel inşa etmiş, bir de okul açmaya çalışmıştır.

Devrin padişahlarından yardım da sağlayan Hurmuzis, şapeli eski kilisenin enkazı ile yapar. 1869 yılında, Burgaz adası ile ilgili olarak “I.Nesos Antigoni” isimli, bir de monografi yazmış, ölümünden sonra kilisenin yanına gömülmüştür. Buradaki eski kalıntılarıyla birlikte, sonradan yapılan kiliseyi de gezebilirsiniz. Ayrıca, hemen yanında Rum mezarlığı bulunmakta.

AYA YORGİ (AGHİOS GHEORGHİOS) MANASTIRI VE KİLİSESİ


19’ncu yüzyıl yapısı olan bu kilise, üç çanı ile meşhurdur. Adanın batısında, arkası gittikçe yükselen bir yamaçta, Cennet Yolunun altındadır.

Manastır daha aşağıda, yamaçta olup, dikdörtgen planlı, biri bodrum olmak üzere, üç kattan meydana gelen, taş bir binadır. Koridor üzerine sıralanmış odalardan oluşan, diğer manastırların aksine, 7 ayrı kapıdan girilen bölümlerden oluşur.

Her bölüm; kendi içinde, birer merdivenle üst kata bağlanır. Bodrum katı çamaşırlıktır. 17’nci yüzyılda yapıldığı sanılan bu manastırın büyük bir kısmı, 1920-1923 yıllarında, beyaz Rus göçmenleri tarafından kullanıldığı sırada yanmıştır.

Manastırdan daha yukarıda, yolun hemen altındaki çam ağaçlarıyla kaplı düzlükte bulunan kilise, haçvari planlıdır. Manastırla birlikte yandığı tahmin edilmektedir. Orta açıklıkta, 4 kare sütuna oturan bir kubbe ile örtülüdür.

Kubbeye; pandantiflerle geçilmektedir. Köşe açıklıklar, 4 küçük kubbe ile ara açıklıklar ise beşik tonozla örtülüdür. Kubbede: 12 pencere vardır. Girişte; basit bir narteks bulunur.

Gerek narteks ve gerekse kilise; duvar resimleri ve ikonalar ile süslüdür. İkonaların bir kısmı gümüş kabartmalı, despot tahtı ahşap oymalıdır.

Bizans zamanındaki ilk kilise, daha aşağıda bulunmaktaymış. Pek harap olduğundan yıktırılmış ve yerine yeni bir kilise, bu ikinci kilise yapılmış, ancak bu kilise de, 1894 depreminde yıkılınca, 1897 yılında şimdiki kilise inşa edilmiş.

Şimdi; manastır adada, sayıları gittikçe azalan Rum vatandaşlar tarafından ev olarak kullanılıyor.

SANKT GEORG MANASTIRI VE KİLİSESİ


Avusturyalı Katoliklerin yönetiminde olup, Avusturya Lisesine ait külliyenin bir bölümüdür. Manastırı da vardır. Adada, birçok eski Rum evine ve tarihi tahta binalara da gezdiğiniz her yerde rastlayabilirsiniz.

Adanın tek müzesi: hayatının son yıllarını adada geçirmiş ünlü öykücümüz Sait Faik Abasıyanık’tır.

DOĞAL YERLER


Adanın birçok kısmı, yalnızca doğaya aittir. Adanın her tarafında, denize girmek mümkündür. Adanın denizi, İstanbul’un az kalmış son temiz yerlerindendir.

Bunun yanında, orman bakımından da, en zengin adalardan biridir. Denize girmek için: Çamakya, Arka Koy, Ön Koy ve Kalpazan kaya kullanılır.

Bu yerlerin hiçbiri paralı değildir. Adada, fayton gezintisi yapmanız mümkündür. Kalpazan Kaya’ya; faytonla giderken çok güzel bir doğayı seyretmeniz mümkün.

Adanın çevresinde, tam bir tur atmanız imkansız. Çünkü: adanın arka kısmı uçurumdur. Islanmayı göze alabilirseniz, sahilden tam bir ada turu da maceralı olabilir.

Adanın en güzel yerlerinden biri de, Bayrak Tepesidir. Güzel bir ormanın içinden geçerek, adanın en tepesine ulaşırsınız ve eşsiz manzarayı seyredebilirsiniz.

Ayrıca: Ada’da, iki tane kulüp var, bunlardan ilki Türkiye’de su sporlarına uzun yıllar hizmet veren “Adalar Su Sporları Kulübü” ve diğeri de, “Burgaz ada Deniz Kulübüdür.

 

KINALIADA


İstanbul Adalar; Adalar içinde, İstanbul’a en yakın olanı. Gerçekten, Bostancıdan vapura bindikten 25 dakika sonra, Kınalı adanın plajlarına varmak mümkün. Bu küçük adanın iklimi, diğer adalara göre daha sert ve yeşili de diğerlerine oranla daha az.

En çıplak adalardan biridir. Çok kayalık olması nedeniyle, en az ağaç bu adada görülür. Adı: üzeri makilerle kaplı olduğu dönemlerde, uzaktan kızıla çalan bir görünüme bürünmesi nedeniyle almıştır. 3 tane tepesi vardır.

Bunlar: Çınar Tepesi, Teşvikiye Tepesi ve Manastır Tepesidir. Çınar Tepesindeki büyük radyo ve televizyon antenleri dikkati çeker. Geçmişte; suyu ve elektriği olmadığı için, diğer adalardan çok daha sakindi. Adaya, elektrik 1946 yılında gelmiştir.

Önceleri: tankerlerle taşıma suyla idare eden ada sakinleri, susuzluktan da 1981 yılında kurtulurlar. Adanın ilk sakinleri: Ermenilerdir. Esasen; Osmanlı döneminde, Ermenilerin meskun olduğu bir ada olarak bilinmektedir. 1846 yılında, Adalara vapur seferleri başladıktan sonra, Rumlardan ve Türklerden de, adaya yerleşenler olmuştur.

Tarihi dokusu da çok fakirdir. Bizans döneminde, ada sürgünlerinin çoğu buraya getirilmiştir. Bu sürgünlerin en önemlisi “Romen Diyojen” dir. 1071 yılında, Selçuklu Sultanı Alpaslan’a yenilen, Alpaslan tarafından dostça karşılanan ve memleketine iade edilen Romen Diyojen; Bizans’ta işkence görmüş, gözlerine mil çekilerek, Kınalı adadaki “Hıristos Manastırı”na sürülmüş, ölünce buraya gömülmüştür. Mezarının bugünkü yetimhanenin yanında bulunduğu söylenmektedir.

Adalardaki tek Ermeni Kilisesi, Surp Krikor Lusavoriç’tir. Manastır Tepesi diye bilinen yerde de Rum Ortodoks Hıristos Manastırı vardır. Burada, fayton yok. Bir ucundan öbür ucuna yürüyerek 20 dakikada gidilebiliyor.

Buraya gelirken, yürümeyi göze almanız gerekiyor. Ya da, iskelenin solundaki bisikletçilerden, kendinize bir bisiklet kiralayabilirsiniz.

Adadaki Ayazma Koyunda bulunan: Kamo’s Beach ve Ayazma Plajına gitmek isteyenler için, yazın iskeleden tekne servisleri yapılıyor.

Diğer adalara nazaran, en uzun plajlar bu adada. Ama tesis pek fazla değil. Bir tek Ayazma Plajında kurulu: Kamos tesisi var.

İskelenin solunda; balıkçı barınağı ve çay bahçeleri var. Sağ tarafta ise; plaj var. Adanın arkasına geçmek için, en pratik yol: doğru karşıya geçmek, tepeyi tırmanmak ve Hıristo Manastırı’nın bulunduğu yeşil çayırı aşıp, Ayazma Plajına inmektir.

İskelenin karşısındaki; İkiz Sirakyan Ermeni,Hristo Manastırı ve plaj görülecek yerlerden: Sirakyan evleri: adanın mimari özellik ve güzellikteki tek yapısı.

Kınalı adanın en yüksek tepesine kurulu: Hıristos Manastırı. Bizans imparatoru Romen Diyojen’in sürgün yıllarında yaptırdığı bir manastır. Buraya gitmek için, muhtemelen 15 dakika süren bir yokuşu tırmanmanız gerekiyor.

Ada; betonlaşarak, adeta İstanbul’un küçük bir kopyası haline gelmiştir.

 

SEDEF ADASI


İstanbul Adalar; Adaların; İstanbul’a en uzak ve en tenha olanı. Adanın büyüklüğü: 1300 x 1100 metre ölçülerinde. Üzerindeki bitki örtüsü; uzaktan bakıldığında sedefe benzetildiği için “Sedef Adası” ismi verilmiş. Eskiden tavşanı bol olduğu için “Tavşan Adası” ismi de kullanılıyormuş.

Burası da, Bizans döneminde sürgün yeri olarak kullanılmış. En önemli sürgünlerden biri: MS. 857 yılında, adaya gönderilen Patrik Ignatios’tur.

Ignatios; 10 yıl adada çeşitli işkencelere maruz kalarak yaşadıktan sonra, 867 yılında, yeniden patrik seçilmiş. 1850 yılında, ada Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşanın ikametine geçer. Paşa; adaya zeytin ağaçları dikmiş ve sebze yetiştirmiş.

Paşanın ölümü üzerine, ada bakımsız kalmış ve 1’nci Dünya Savaşı sırasında da adanın tüm ağaçları kesilmiş. İstanbul’un işgali sırasında, müttefiklerin eline geçen Yavuz Zırhlısı, uzun süre buraya demirlemiştir.

Vapur seferlerinin seyrek ve tesislerinin az olması bu adayı diğerlerine oranla daha sessiz hale getirmiş. Sedef Adasına, yalnızca Bostancı’dan vapur seferleri var. Ada; yaz aylarında bile bol rüzgar alıyor.

Hava sıcak dahi olsa, yanınıza mutlaka kalın bir şeyler almayı sakın unutmayın. Adaya bisikletle gitmeyin, çünkü gezecek yer yok. Bir de konaklama imkanı yok, vapur saatini dikkatli ayarlayın.

Sıcak havalarda bile, bol rüzgar alan adanın dolaşılacak ve gezilecek fazla bir yeri yok. Toplam 110 hanenin bulunduğu adada, küçük bir karakol ve sağlık ocağı var.

Denizinin temiz olması ve sakinliği ile özellikle, hafta sonlarında kalabalıklaşan adanın nüfusu, normalde 400 kişi.

Adanın yerleşimi, tamamen özel mülk olduğundan, ziyaretçilerin adanın tamamını dolaşmasına izin verilmiyor. Yani: adanın dörtte üçüne giremiyorsunuz. Yine de; dışarıdan gelenler için, bir restoran ve özel bir plajı var.

Oldukça sessiz bir yer. Başını dinlemek isteyenler için birebir. Üzerinde gezilecek pek fazla yer olmaması ve vapur seferlerinin seyrekliği nedeniyle, tercih edilmiyor. Ama yine de halk arasında, en temiz denize sahip olduğu söyleniyor.

Adanın ziyaretçilerin girmesine izin verilen bölümünün yerleşim planı gayet basit. İskelenin hemen çıkışında, küçük bir meydan var. Solda bir restoran ve sağda bir plaj ve tam karşınızda bir bakkal var.

Burada yapabileceğiniz en iyi şey: denize girmek. Adanın tek plajında, bir de restoran var. Plajın bir köşesinde, çocuklar oynasın diye ayrılmış kumluk bir alan var.

Geri kalan kısmı ise beton kaplı. Burada bulunan şezlonglarda güneşlenebilirsiniz. Plajda; şemsiye ve soyunma kabinleri bulunuyor.

Önemli bir hatırlatma: adanın Büyükada’ya bakan kıyılarının açıklarında, 70 m. derinlikte Bizans batığı bulunduğundan, dalmaya izin verilmiyor.

Hemen iskelenin çıkışında bulunan Sedef Restoran; vakit geçirmek için uygun bir yer. Bahçesi ve manzarası ile, güzel bir konuma sahip. Burada: puf böreği ve kabak tavayı yemenizi tavsiye ediyorum.

Sedef Restoranın önünden denize girilebiliyor. Bunun için şezlongların bulunduğu ayrı bir bölüm hazırlanmış. Ayrıca, ağaçlar arasında kurulmuş hamaklara uzanıp, saatler boyunca sallanabilirsiniz.

Adalarda konaklama yerleri hakkındaki yazım için.