Adana Ceyhan

Adana Ceyhan

 

Adana il merkezine, 43 km. uzaklıktadır. Otoban bağlantısı ile yaklaşık 20 dakikada Adana il merkezine ulaşılır.

Akdeniz’e ise: 30 km. uzaklıktadır. Avrupa’yı Asya’ya bağlayan E-5 Karayolu, Ceyhan’dan geçmektedir. Yine Pozantı-Mersin-Gaziantep otoyolu da, Ceyhan’ın güneyinden geçmektedir. Ceyhan: Adana hava alanına da 45 km. uzaklıktadır. Deniz ulaşımı için de, Yumurtalık ve İskenderun Limanlarına yakındır.

Adana Ceyhan

GENEL

Ceyhan, Türkiye’nin ekonomik olarak en gelişmiş ilçelerinden biridir. Konum olarak Çukurova’nın tam ortasındadır. Bulunduğu ovaya ismini vermiştir. 

Ortadoğu petrolleri ve Orta Asya enerji kaynaklarının dünyaya açılmasında, ana kapı görevi görmektedir. Son 20 yılda, bir enerji şehri konumuna gelmiştir. 

Ceyhan nehri kıyısında kurulmuştur. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlı geçen ilçenin iklimi, Akdeniz iklimidir.

Adana Ceyhan

CEYHAN NEHRİ

Akdeniz bölgesinin en uzun akarsuyudur, uzunluğu 509 km. dir. Nehrin ilk kaynak yerleri, Elbistan ovasını çevreleyen dağlardır. Orta Torosların Nur Hak dağından Söğütlü deresi adı ile çıkar.

Elbistan’ın 3 km kuzeyindeki gür kaynaklarla beslenerek büyür. Hurman ve Göksun çaylarının birleşmesinden sonra Ceyhan adını alır.

Adana Ceyhan

TARİH

MÖ 1500’lü yıllarda, bölgede Arvaza Krallığı hakimdir. Bunlar, Hititlerden ayrı, doğu kökenli bir guruptur. Hititler bunları yener ve bölgede Hitit hakimiyeti görülür. Anadolu’da 700 yıl egemenlik kuran Hititler, Çukurova’yı Uri Adania bölgesi olarak tanımlar ve Hititler döneminde, bölge zamanın şartlarına göre çok gelişir.

Özellikle Ceyhan yöresinde, Hitit Kralı Muvattali’nin, Mısır seferi sırasında, Ceyhan nehrini geçtiği yere dikilen kaya rölyefi günümüze kadar gelmiştir.

Hitit devletinin yıkılmasının ardından, MÖ 750 yıllarında bölgede Asur hakimiyeti görülür. Asurlular, Çukurova’yı 50 yıl egemenlikleri altında tutarlar. Asur devletinin yıkılmasıyla birlikte, bölgede MÖ 612 yılında Kilikya krallığı kurulur.

Ancak, MÖ 401 yılında, Kunaska savaşını kazanan Persler, bölgede görülür. MÖ 334 yılında, Büyük İskender, Issos civarında Pers ordusuyla karşılaşır ve savaşı kazanır. Çukurova tamamen Makedonyalıların hakimiyetine geçer.

MÖ 11 ile MS 395 yılları arasında Çukurova’da Romalılar vardır. Roma döneminde bölge çok imar görmüştür. İlçe sınırları içinde birçok kale ve höyük, Romalılardan kalmıştır.

MS 395-638 yılları arasında, Çukurova Bizans hakimiyetine girer.

MS 704 yılında, Müslüman Araplar bölgede görülür ve Halife Abdülmelik oğlu Abdullah, Misis yöresinde ilk camiyi yaptırır ve Çukurova’da Müslüman Emevi dönemi başlar.

1352 yılında, Oğuz Türklerinden Ramazan Bey, Ramazanoğulları Beyliğini kurar ve beylik, 1516 yılında Osmanlı imparatorluğuna bağlanır.

Mondros mütarekesinden sonra, İngilizler Ceyhan’ı işgal ederler. Ancak, Fransızlarla anlaşarak, Ceyhan’ı Fransızlara devrederler. Bu dönemde, ilçede, Fransızlardan güç alan Ermeni vahşeti görülür.

Ankara Anlaşmasından sonra 23 Ekim 1921 günü, Ceyhan’a Türk bayrağı çekildi. Ceyhan’ın kurtuluş günü olarak 6 Ocak 1922 tarihi kabul edilir.

İlçenin tarihi geçmişinde hoş bir olay var bundan söz etmeden olmaz. Türk Hava Kurumu, kuruluşunda ilk teyyare alınması için para bulamadığından, bir kampanya başlatılır ve 10 bin Lira toplayıp gönderen şehir, köy ve kasabaya, alınacak uçakların isimlerinin verileceği söylenir.

Bunun üzerine, Türkiye’de ilk para Ceyhan’dan toplanır ve gönderilir, ilk teyyare alınır ve “Ceyhan” ismi verilir. İtalyan malı olan bu uçak, daha sonra teşekkür için, Ceyhan ilçesine gelir ve havada tur atarak ilçe halkına teşekkür edilir.

Ayrıca, Ceyhan, gerek 1998 Adana depremi ve gerekse 1999 Gölcük depreminde etkilenmiş ve hasar görmüştür. Ceyhan depreminde yıkılan evlerin yerine genelde parklar yapılmış ve şehir içi arazi kullanımı da değiştirilmiştir.

Ulus Mahallesinin batısında İnönü Bulvarında Ceyhan Depremi Anıt Parkı vardır.

Adana Ceyhan Yemek Kültürü

YEMEK KÜLTÜRÜ

Ceyhan mutfağı denilince, akla: yeşil burma, yağlı yavan, kömbe, sarımsaklı köfte, patlıcan güveç, mercimekli ıspanak başı, nohutlu bamya, çürük et, erişte, bumbar, babaganuş, şırdan dolması, humus, içli köfte, kısır, yüzük çorbası, döğme pilavı gelmektedir.

Diğer bir önemli özelliği ise: Türkiye’nin en klas kebapçılarına sahip olmasıdır. Adana kebabı denilince, artık Ceyhanlı ustalar akla geliyor.

Ceyhan’da bulunduğunuz sürede, mutlaka Adana Kebabını tatmalısınız.

Adana Ceyhan İncirlik Tesisleri

İNCİRLİK TESİSLERİ


Ceyhan denilince, bölgede bulunan İncirlik Tesislerinden söz etmemek imkansızdır. İncirlik kasabası, Ceyhan’a 20 km. uzaklıkta, deniz kıyısında kurulmuş, güzel bir kasabadır. Bütün Türkiye’nin tanıdığı BOTAŞ Tesisleri, bu kasabadadır.

Burası: her ne kadar tam olarak tanıtım ve yatırım faaliyetleri içine alınmasa da: masmavi denizi ve altın sarısı kumsalı ile, iç turizme hizmet etmekte ve yaz aylarında yerli turistlerle dolup taşmaktadır.

İncirlik kasabasında: konaklama tesisi bulunmamaktadır. Yalnızca: balık lokantaları görülür. Güneyin en meşhur balıklarından olan “Lagos” avcılığı, bu sahillerde yapılmaktadır.

Yine bu sahillerde kurulu balık lokantalarının ustaları tarafından hazırlanarak meraklılarına ikram edilmektedir.

İncirlikte tatil yapanlar, genellikle buraları bilen insanlardır. Biraz önce de söylediğim gibi, konaklama tesisi yok. Tatilciler, burada, genelde çadırlarda konaklıyorlar.

Adana Ceyhan İncirlik Hava Üssü

İNCİRLİK HAVA ÜSSÜ


Adananın doğusunda, İncirlik yakınlarındaki hava üssü: 1954 yılında: Türkiye ile ABD arasında yapılan özel bir antlaşma ile kurulmuştur.

Amaç: Türkiye’nin ortak savunma önlemlerine katılması için: Amerika Birleşik Devletleri Hükümetine izin verdiği kuruluşlardan biridir. 

Hava üssü: Yumurtalık akaryakıt kuruluşunu hava üssüne bağlayan boru hattını, İskenderun limanındaki kolaylıkları, Adana su kuyusu ve bunu İncirlik Hava Üssüne bağlayan boru hattını, İncirlik Hava Üssü ve Ceyhan Irmağı arasındaki kanalizasyon sistemini içeriyor.

Personel için, gerekli bütün toplumsal kurumlar çalışma halindedir.

Adana Ceyhan Mercimek Harası

MERCİMEK HARASI

İşletmenin sahip olduğu arazi, 1898 yılına kadar göçer aşiretlerin ve civar köylerin merası olarak kullanılıyordu. Bu alana ilk yerleşenler ise, 1889 yılında birkaç yüz çadırlık Bozdoğan aşireti oldu.

Daha sonra ise, Kırım Savaşından sonra, Kırım bölgesinden, Türkistan ve Kafkaslardan gelen Müslüman muhacirler buraya yerleştiler ve günümüzde Ceyhan’ın bulunduğu yerde Yarsuvat Kasabasını kurdular. Bir kısım muhacir ise, Mercimek ve Mangıt yörelerine yerleştiler.

Burada bulunan işletme 1898 yılında, Sultan II. Abdülhamit’in emriyle “Anavarza Çiflikatı Hümayun Askerisi” adı altında kurulmuştur.

Bu çiftlik kurulduğunda, Saimbeyli ve Kozan’da yoğun ermeni nüfus vardı. Bunların, Ceyhan ve Misis ovalarına inmeye başlaması karşısında, bu çiftlik bir sivil askeri üs olarak ermeni ilerleyişini durdurması amaçlanmıştır.

İşletmenin kurulmasının ardından, burada ordunun ihtiyaç duyduğu atların yetiştirilmesine karar verildi ve iyi yetiştirilmiş 2 tabur asker gönderildi. Askerler sivildi ve başındaki subaylarda tecrübeli ve tarımı iyi bilen insanlardı.

Çiftlik kurulduktan sonra, burada damızlık aygır ihtiyacını karşılamak için aygır çiftliği kuruldu. 1895 yılında, hara merkezine idari merkez yapıldı. Haranın işletmesi bu şekilde Meşrutiyete kadar devam etti. Meşrutiyetle birlikte, hara kapatılır ve hayvanlar satıldı. 1903 yılında ise 75 yıllığına Fransızlara kiralandı.

Ancak çevredeki köyler ayaklandı ve Fransızların buraya yerleşmesine izin vermediler. Boşluktan istifade eden köylüler, hara arazisini ekip biçiyorlardı. 1929 yılına gelindiğinde ise Mercimek Aygır Deposu tesis edildi ve Atatürk’ün hediye ettiği 2 aygır ile depo faaliyete başladı.

1930 yılında, fazla arazilerin komisyon kurularak köylülere dağıtılmasına karar verildi. 1983 yılında ise, Devlet Üretme Çiftlikleri hara ve inek hanelerinin birleşmesi sonucu, TİGEM’e bağlı ÇUKUROVA Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü adı altında birleşerek, tohumluk ve damızlık üretimine başlandı.

Adana Ceyhan Şahmeran Efsanesi

ŞAHMERAN EFSANESİ

Şahmaran Farsça kökenli bir kelimedir. Yılanların şahı anlamına gelir. Başı insan, gövdesi yılan olarak tasvir edilmiştir. Efsanenin özünü oluşturan yılan: derin anlamlar içeren bir semboldür. Bir tarafı kadın, bir tarafı yılan şeklindedir.

Yani bir tarafı iyi, bir tarafı kötü, bir tarafı gece, bir tarafı gündüzü, bir tarafı çirkinliği, bir tarafı güzelliği temsil eder. 

Farklı kültürlerden, değişik şeyler anlatır. Ya bilgelikten söz eder ya da şifadan. Şahmeran güzeldir, büyüleyicidir, simsiyah saçları, başında görkemli tacı ve bereket timsali durumu vardır. Rengarenk boyanır, doğanın tüm gizemini, sırlarını kollar.

Efsane-1

Efsanenin: Yılan Kale de geçtiği söylenir. Evet, günümüzden binlerce yıl önce, Yılan Kale’de: yerin 7 kat dibindeki mağaralarda yaşayan yılanlar varmış. Meran adı verilen bu yılanlar: çok akıllı ve iyi yürekliymişler. Arkadaşlığa, dostluğa, sevgiye büyük önem vererek, barış içinde ve mutlu bir hayat sürerlermiş.

Meranların başında: Şahmeran denilen, eceleri varmış. Genç ve güzel bir kadın olan Şahmeran, hiç yaşlanmaz, öldüğü zamanda ruhu, kızının vücuduna geçermiş.

Efsaneye göre: Yoksul bir ailenin oğlu olan Camsab isimli kişi, bir gün Şahmeran ile karşılaşır. Bir gün: Camsab, arkadaşları tarafından; içinde bal dolu olan bir kuyuya bırakılır. Genç; kuyudan çıkamaz ve cebindeki çakıya, kuyuda gördüğü bir deliği genişletip büyüterek, başka bir yere geçer ve burada uyuyakalır. Uyandığında: çevresinin yılan ve ejderhalarla dolu olduğunu görür.

O sırada, yarı insan yarı yılan olan Şahmeran yanına gelir ve konuşur. Camsab, arkadaşları tarafından kendisine yapılan ihaneti ona anlatır. Bunu dinleyen Şahmeran, onu kuyudan çıkaracağını söyler. Fakat geçen ömrü boyunca, asla yerini söylemeyeceğine dair söz vermesini ister. Camsab, Şahmeran’a söz verir ve Şahmeran onu kuyudan çıkarır.

Camsab, köyüne döner. Ülkesinin hasta hükümdarının iyileşebilmesi için, Şahmeran’ın etinin önerildiğini duyar ama ses çıkarmaz. Çünkü; Şahmeran’a söz vermiştir. Ancak, bir gün arkadaşları ile sohbet ederken, Şahmeran’ı gördüğünü ağzından kaçırır.

Arkadaşları, bu durumu, hemen Padişaha bildirirler. Padişah, Camsab’ı huzura çağırır, Şahmeran’ın yerini göstermesini ister.

Fakat :Camsab, bir türlü Şahmeran’ın yerini söylemez. Kendisine altınlar ve vezirlik unvanı verileceğini duyan Camsab, Şahmeran’ın yerini Padişah’ın vezirine gösterir. Vezir, bazı sihirli kelimeler söyleyerek, Şahmeran’ı altın bir tepsi içinde, kuyunun dışına çıkarır.

Vezirin adamları, Şahmeran’ı öldürür ve onun etini Padişaha yedirirler. Padişah sağlığına kavuşur. Efsanenin özünde: Şahmeran’ın insanoğluna olan sadakati ve iyi niyetine karşılık, gördüğü ihanet anlatır. Bir rivayete göre de, yılanlar, hala, Şahmeran’ı yaşıyor biliyorlarmış.

Efsane-2

Efsane: iyilik yapanın iyilik, kötülük yapanın kötülük bulacağı konusunda ders verir.

Bilge Danyal öleceğini anladığı zaman oğlu Danyal’a; ömür boyunca yazdığı 5 bin sayfalık külliyatını, oğluna miras bırakmak ister. Ama bunun çok fazla olduğunu düşünerek, 5 sayfalık bir özet haline getirir.

Bunu da özetler ve 1 sayfaya düşürür. Bu 1 sayfanın içindeki şifreyi çözebilirse, dünyanın en bilge insanlarından biri olacağını ifade eder.

Efsane-3

Şahmeran, Adana Misis’e yakın Yılanlı Kale’de yaşıyormuş. Burası Şahmeran’ın ülkesiymiş ve ne Misis’te yaşayan insanlar kaleye çıkarmış, ne de kaleye yaşayan yılanlar aşağıya inermiş.

Günün birinde bir insan, yılanların ülkesine gitmiş, diğer yılanlar onu öldürmek üzere iken, Şahmeran, oraya gitmeye cesaret eden ilk insan olduğu için onu affetmiş ve bir daha gelmemesi şartıyla onu geri göndermiş. Bu arada Şahmeran’ın arada sırada Taç hamamda yıkandığını öğrenmiş.

Günün birinde Misis beylerinden biri amansız bir hastalığa yakalanmış ve doktor tek çarenin Şahmeran’ın gözleri olduğunu söylemiş. Bey her tarafa haber salarak, Şahmeran’ı getirene veya yerini bildirene servet vaat etmiş.

Bunu öğrenen Şahmeran’ın ülkesine giden kişi, Şahmeran’ın arada sırada taç hamamda yıkandığını söylemiş. Böylelikle Şahmeran yakalanmış ve öldürülerek gözleri Misis Beyine verilmiş. Bu gözleri yiyen bey şifa bulmuş. Günümüzde bu söylentiye inananlar, bir gün Şahmeran’ın intikamını alacağından korkuyorlar.

GEZİLECEK YERLER

Adana Ceyhan Abdulkadir Ağa Camii-Ulu cami

ABDULKADİR AĞA CAMİİ-ULU CAMİ

Bu cami, 1868 yılında Ceyhan’a ilk yerleşen Nogaylardan Abdulkadir Ağa tarafından yaptırılmıştır. İlk yapıldığında, kıble duvarına paralel, üç sıra halinde, beşerden on beş kubbeli tuğla bir yapıdır.

Ancak zamanla ihtiyaca yetmez ve 1946 yılında, camiye minare eklenir ve kıble yönünde genişletilerek, iki sıra kubbe daha ilave edilir. 

Cami “Ulu cami” olarak da bilinir. Kubbeler içte kürevidir, ancak dıştan hafif sivriltilmiş ve önceden kiremitle kaplıdır. 27 Haziran 1998 tarihindeki Adana depreminde hasar görmüştür ve onarımı halen devam etmektedir.

Caminin çevresinde apartman yığınlarından başka bir şey görülmemektedir.

Adana Ceyhan Durhasan Dede Türbesi

DURHASAN DEDE TÜRBESİ

Türbenin bulunduğu yerde Türkmen Bektaşilerinin yaşadığı bir köy var. Adana iline 53 ve Ceyhan iline ise 18 km uzaklıktadır.

Durhasan dedenin diğer ismi de Yanyatır’dır. Kendisi Sultan 4’ncü Murat’ın şeyhlerindendir. 4’ncü Murat, Bağdat seferine çıktığında, Durhasan dede, Misis Havraniye bölgesinde otağ kurduğu zaman, Durhasan dede padişahı görmüş, ona seferinde başarılı olması için dua etmiştir.

Türbe, alevi ve Bektaşilerin ziyaret yeridir. Kesin yapılış tarihi bilinmemektedir, muhtemelen 18’nci yüzyılın ilk çeyreğinde yapıldığı düşünülüyor.

Gelelim rivayete: Durhasan Dede, şimdiki köyüne yerleşmiş, köyü sevmiş, köyün ismi “Evci köyü” imiş. Durhasan dede, Misis çevresinde insanları iyiliğe çağırmış ve Misis’te ölmüş.

Vasiyeti gereği, Evci köyüne (bugünkü Durhasan Dede köyü) getirip gömmüşler. Cenazeyi getirenler gömülecek yeri şaşırmışlar, bir ara bir ses “durrr” diye bağırmış, bunun üzerine köyün adı “Durhasan Dede” olmuş.

Türbede Selçuklu mimari tarzı görülür, kare planlı, küçük, kagir ve tek kubbeli bir binadır. Türbenin duvarları, oturduğu yuvarlak ve çok estetik pencerelerle süslenmiştir.

Kapı sundurmasının ilk giriş merdiveninde; Türk aşiret boylarının simgesi olan bir mermerde, bir çizinin sonunda, kaz ayağı şeklindeki üç ayaklı bir sembolü bulunmaktadır. Bu kaz ayağı, Yanyatır Tahtacılarının damgasıymış.

Kubbenin tam ortasına rastlayan sandukanın boyu oldukça büyüktür. Günümüz insan boyunun iki katı uzunluğundadır.

Demir bir koruma ile çevrili olan sandukanın üstünde bayraklar, ayetlerin işlendiği yeşil seccadeler vardır. İçeride, dilek sahiplerinin yaktıkları mumları koydukları taşlar, şamdanlar ayrı bir mistik hava katar.

Onun mezarının ayak ucunda, sandukada, bir insan elinin (40-50 cm kadar) girebileceği bir delik vardır. O delikten, dilek dileyen insanların elini uzatarak toprak alması gerekir. Aldığı toprağı hastalıklı yere sarması gerekirmiş.

Türbenin ana kapısı üzerindeki kitabede, 1871 yılında Abidin Efendi tarafından tamir edildiği yazıyor.

Adana Ceyhan Tumlu-Dumlu Kalesi
Adana Ceyhan Tumlu-Dumlu Kalesi

 

TUMLU-DUMLU KALESİ

İlçe merkezine 17 km uzaklıkta Dumlu köyünün eteğinde bulunduğu bir tepe üzerinde kuruludur. Dumlu köyünün hemen batısında ve 75 metre kadar yükseklikteki sert kalkerli bir tepe üzerindedir. Kalenin 25 km kuzeyinde Anavarza kalesi, 20 km güneyinde ise Yılankale vardır.

12’nci yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Asur, Pers ve Romalılar tarafından kullanılmıştır. Dumlu kalesinin hemen güneyinden Ceyhan nehrinin kolları geçer. Kalenin çevrisi 800 metredir ve sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. 

Kalenin 8 burcu ve doğuya açılan tek kapısı vardır. Kuzey tarafta, kayalar düzeltilerek merdiven yapılmış olup izleri yer yer hala görülmektedir. Kalenin kuzeyinde yarım haç şeklinde birçok mezar vardır.

Bu mezarlar genelde küçük el yapımı mağaralar şeklindedir. Kuzeybatısında mozaikler bulunan kalede, yakın zamanda bir mağara mezar ve bir toplu mezar ortaya çıkmıştır. Köylülerin anlatımlarına göre, kalenin tarihi dokusu 1989 yılında Amerikalıların petrol arama çalışmaları sırasında bozulmuştur.

Havalandırma pencereleri olan bir tünel, tuvalet çukuru olarak kullanılmış sonradan kapatılmıştır.

Gözetleme kulesi ovaya bakar, ayrıca savunma surları ve hendekleri bulunur. Kale içinde ise bazı yapı kalıntıları görülür. Özellikle 3 su sarnıcı dikkat çeker. Tepenin çevresinde ise kaya mezarları vardır.

Adana Ceyhan Kurtkulağı Kervansarayı
Adana Ceyhan Kurtkulağı Kervansarayı

 

KURTKULAĞI KERVANSARAYI

İskenderun yolunda, eski Halep kervan yolu olarak bilinen Kurtkulağı beldesindedir. Ceyhan ilçesine 30 km uzaklıktadır.

Kervansaray, coğrafi konumu nedeniyle bir zamanlar çevresi surlarla çevrili bir menzil yerleşmesiyken, zamanla tarihi dokusunu kısmen kaybetmiş, günümüze sadece cami, kervansaray ve çeşmesi ulaşmıştır.

Adana Müzesinde bulunan kitabesine göre, yapı 1659 yılında Hüseyin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Mimarı Mehmet Ağa’dır.

Klasik kervansaray mimarilerinden farklı özellikler gösterir. Doğu cephede, kervansarayın beden duvarlarından ileri çıkıntı yapan cümle kapısı ile buradaki iki yerde bulunan müstakil bey odaları, ayrı bir özellik taşır.

Birer kapı ile giriş eyvanına açılan bu odaların müstakil ocakları, dolapları ve hatta helaları olması, önemlerini gösterir ve mutlaka beylere ve ileri gelenlere tahsis edilmiştir.

Kervansarayın bir diğer özelliği: sağ kanadında bu odaların bir yeraltı dehlizine planıdır. Muhtemelen bu dehliz, kervansaray hücuma uğradığında buradan çıkabilmek için yapılmıştır.

Kervansaray: iç beden duvarlarının üst kısımlarında açılmış olan içte geniş, dışta dar olan mazgal pencerelerinden ışık almakta ve bu yüzden loş ve karanlık kısımlar kalıyordu. Bütünüyle çok değişik bir kervansaray olarak karşımıza çıkan Kurtkulağı Kervansarayı özgün bir mimariye sahiptir.

Ancak süsleme açısından son derece sade olan yapıda fonksiyonellik ön plana çıkmaktadır. Yapının sadece ana mekana açılan kapısı ile giriş eyvanının sağında ve solunda yer alan kapıların üzerinde, yuvarlak kemerler oturtulmuş taş süslemeler ve silmeler görülmeye değerdir. Günümüzde burada çeşitli Etnografik eserler sergileniyor.

Adana Ceyhan Kurtkulağı Camisi

Kurtkulağı Camisi

Kervansarayın yanında, kitabesine göre: 1601 yılında Haydar Ağa tarafından yaptırılan ilginç mimarisi olan tarihi bir cami var. Bu cami Osmanlı mimarisinin güzel bir örneğidir. 1659 yılında onarım görmüştür. Bu onarımın mimarı Mimar Mehmet Ağa’dır. 

Yapının biri kuzeydoğuda ve diğeri kuzeybatıda olmak üzere iki minaresi vardır. Kuzeydoğudaki minaresi ilk inşa döneminden kalmadır.

Çok küçük boyutta olup, avlu giriş kapısının solundadır. Minarenin şerefesi, beden duvarı hizasında kalır. Çok kısa olarak yapılan petek kısmı, biraz daha incedir ve konik bir külahla sonlandırılır.

Adana Ceyhan Kazankaya Kalesi

KAZANKAYA KALESİ

Kurtkulağı köyü yakınlarındadır. Kale: Asur, Pers ve Roma döneminde kullanılmıştır. Halep kervan yolunu korumak için yaptırılmıştır.

Kalenin kuzeydoğu eteklerinde, Abbasilerden kalma kaya mezar kalıntıları ve çeşmeler vardır. Kalenin bulunduğu yer, günümüzde yeşil alan olarak düzenlenmiş ve mesire yeri olmuştur.

Kurtuluş Savaşı sırasında bölgenin Fransız işgalinde, burası Fransız karargahı olarak kullanılmıştır. Buradaki kaya mezarları ise, halk tarafından ziyaretgah olarak kullanılmaktadır.

Adana Ceyhan Yılan Kale-Yılanlıkale-Şahmeran Kalesi
Adana Ceyhan Yılan Kale-Şahmeran Kalesi
Adana Ceyhan Yılan Kale-Şahmeran Kalesi

 

YILAN KALE (YILANLIKALE-ŞAHMERAN KALESİ)

Ceyhan nehri kıyısında Adana’dan Ceyhan’a giderken karayolu üzerindedir. Misis tepelerinin uzantısı olan Yılankale Tepesi üzerindedir.

Adana il merkezine 30 km uzaklıktadır. Ceyhan ilçe merkezine 13 km uzaklıktadır. E-5 karayoluna 3 km uzaklıktadır.

Belirli bir mesafeye kadar araçla gidebilirsiniz. Sonra aracınızı park yerine bırakın ve yürümeye başlayın, yol gittikçe dik ve kötüdür. Çocuklu aileler gidemez. Ayrıca kesinlikle spor ayakkabınız olmalıdır.

Evet burası Çukurova’nın efsane kalelerinden birisidir. Toros dağlarını aşarak Antakya’ya giden tarihi İpek yolu üzerindedir.

Yılan kale, Ortaçağ’da Çukurova’nın Haçlı işgali döneminde, 12’nci yüzyılda Ceyhan Nehri kenarındaki hakim tepeye yapılmıştır. Hem ovayı hem de tarihi ipek yolunu kontrol etmiştir. Kalenin hemen doğusundan Ceyhan nehri geçer.

Tarihi 11’nci yüzyıla kadar uzanır. Kilikya Ermeni krallığı döneminde Kral I. Levon tarafından yaptırılmıştır. Boyutları ve karmaşık tasarımı ile, Ortaçağ döneminin en etkileyici askeri yapıları arasındadır.

Çok sarp bir tepe üzerinde, alınması olanaksız bir kale gibidir. Korunması kolay, alınması çok güç bir kaledir.

Son derece zeki biçimde tasarlanan ve yerleştirilen sağlam surları, burçları, kale meydanına üç kapıdan sonra ulaşılması ve kapıları birbirine bağlayan portatif merdivenleriyle fethedilmesi zor bir kale olmuştur. 

4 cepheli çevresi 700 metredir. Araları mazgallı 2 katlı, ovadaki diğer kaleleri görüş alanı içine alan ikişer katlı 8 burcu vardır. 

Burçlar ve araları, tamamen mazgallıdır, bu mazgalların ortaları ateş etmek için delikli bırakılmıştır. Kalenin güneye bakan, demir bir kapısı vardır. Kalenin beden duvarları, adeta dantel gibi işlenmiştir.

Kale planı, 3 avlulu olarak yapılmıştır. En alt kısımda bulunan 2 avlu: güneydoğudaki kanadı korumak içindir. Avluların her birinin, tek bir giriş kapısı vardır. Üstte, zeminden daha yüksek, korunaklı bölüme: her yönden birer merdivenle ulaşılır ve böylece her yöne gidiş geliş kolaydır.

Bu kısım en yoğun şekilde savunulan ve garnizona ev sahipliği yapan yerdir. Kalenin güneye bakan, demir bir kapısı vardır. Buradan girilince, kalenin içinde iç içe 3 giriş bulunur. Bu girişler arasında portatif merdivenler bulunur. 

Birinci kapıdan girildikten sonra, çok rahat tuzaklanacak şekilde inşa edilmiştir. İkinci kapı girişi daha da sağlamdır, bugün kapı bağlantı delikleri görülmektedir. Üçüncü kapıda, üst kısımda bir kabartma görülür.

Bu kabartmada: eli açık bir şekilde tahta oturmuş kralın, her iki yanında aslan motifleri görülür. Kapının iç kısmına girilince, tepede haç vardır. Avlu kısmına ilerlendiğinde ise, havalandırma penceresi bulunur.

Bu pencerenin açıldığı bölüme inildiğinde ise, oldukça serin yüksek bir duvarlı oda vardır. Burası muhtemelen erzak depo edilen yerdir. Su kaynağı olmayan kalede, yağmur sularını biriktirmek için sarnıçlar ve bir şapel vardır. Kalenin teraslarına taş merdivenlerle çıkılır.

Kale, 1357 yılında Ramazanoğulları Beyliği döneminde terk edilmiştir.

Evliya Çelebi

Evliya Çelebi, 1671 yılında buradan geçerken kaleyi “şahmeran” kalesi olarak yazmıştır. Çünkü Seyahatnamesinde, burada ensesi tüylü ve boynuzlu yılanların yaşadığını yazmıştır. Ünlü şahmeran hikayesinin kaynağı da bu kaledir. Daha önce kalenin ismi “Govara” kalesiymiş.

Birçok efsane var. Bazı söylentilere göre, bu kalede yılanları eğiten Şeyh Meram isimli birisi varmış. Bir başka söylentiye göre, kalenin surları yılan gibi kıvrımlı imiş. Ağırlıklı söylentiye göre: vücudunun yarısı yılan, yarısı kadın olan ve Lokman Hekim’e ölümsüzlük iksirini veren mitolojik varlık Şahmeran’ın yaşadığı yer olması nedeniyle, kalenin “Yılan kalesi” olarak isimlendirildiğidir. 

Öte yandan, burada zemin serin taşlardan oluşur ve bahar dönemlerinde yılanlar bu taşları mesken edinir, böylece yılanlarla ilgili rivayetlerin gerçek olduğu anlaşılır.

Adana Ceyhan Sirkeli Höyüğü ve Sirkeli Muvattali Kabartması
Adana Ceyhan Sirkeli Höyüğü ve Sirkeli Muvattali Kabartması

   

SİRKELİ HÖYÜĞÜ VE SİRKELİ MUVATTALİ KABARTMASI

İlçe merkezine 3 km uzaklıkta, eski Misis-Ceyhan karayolu üzerindeki Sirkeli köyünde, Ceyhan nehri kıyısında Sirkeli höyüğü ve Hititlerden kalma bir rölyef vardır.

Sirkeli höyüğü; 300 x 400 metre boyutlarında ve 30 metre yüksekliktedir.

Buradaki yerleşimin MÖ 3000-1200 yıllarından Roma dönemine kadar yani MS 100’lü yıllara kadar devam ettiği tahmin ediliyor. Hatta höyüğün bulunduğu bu yerleşimin antik kaynaklarda sözü geçen ticaret ve kült merkezi Lawazantiya şehri olduğuna inanılıyor. Lawazantiya şehri: Pudhepa’nın doğup büyüdüğü yerdir.

Puduhepa: Mısır Firavunu II. Ramses ile dünyadaki ilk barış anlaşması olan Kadeş Anlaşmasına imza atan Hitit İmparatoru II. Hattuşili’nin karısı ve aynı zamanda Aşk Tanrıçası ve Sawuska rahibinin kızıdır. Sirkeli höyüğü, 2006 yılından bu yana yabancı bir kazı heyeti tarafından, İsviçre Bern Üniversitesinden Prof Dr Miroslav Novak başkanlığında kazılmaktadır.

Kazılarda bulunan çanak-çömlek buluntuları, bu yerleşimin çevre bölgelerden etkilendiği ve ticari ilişkiler içinde bulunduğunu gösterir. Buluntular arasında: Orta Tunç çağı çanak çömlekleri, gaga ağızlı Hitit kapları ve Kıbrıs malları bulunmuştur.

Ayrıca Demir çağına tarihlenen çift duvarlı bir sur savunma sistemi ortaya çıkarılmıştır. İç sur duvarının iç kısmında, birçok yerleşime ait evler mevcuttur. Dış sur duvarının üzerinde ise, birtakım izler bulunur. Bu izler askerlerin ellerindeki mızraklarla sur duvarına nasıl saldırdığını gösterir.

Yapılan incelemelere göre bu sur duvarının MÖ 9’ncu yüzyıla tarihlenmektedir. Kapının dış cephesindeki izler, muhtemelen Asur Kralı Şalmanes III (MÖ 858-824) tarafından yapılmış kuşatmanın izleridir. Bu durum, MÖ 835 yılında kalenin ayakta olduğunu gösterir. Surlar daha eski zamanda yapılmış, küçük çaplı bir kale üzerine inşa edilmiştir.

Yine burada kazılarda bulunan bir amulet yani muska üzerinde Hitit hiyeroglif ve çivi yazısı ile “Lawazantiyanın Beyi” yazılıdır. Çukurova yöresinin antik dönemdeki ismi “Kizuvatna” dır.

Kizuvatna bölgesinin iki önemli dinsel merkezi vardır. Bunlardan biri Lawazantiya ve diğeri ise Kummanni’dir.

Birçok bilim insanı Kummani’nin Sirkeli ve Lawazantiya’nın ise Tatarlı olduğunu iddia ederler. Ancak burada bulunan amulet nedeniyle, ya burası Lawazantiya ya da oradan gelen birisi, amuleti burada düşürmüş olmalıdır. Sonuç olarak buranın hangi din merkezi olduğu hakkındaki araştırmalar devam etmektedir.

Orta Anadolu’yu, Kilikya kapıları yani Gülek boğazı üstünden, Suriye’ye bağlayan tarihi yol üzerindedir. Yerleşimin güneybatıdan kuzeydoğuya devam eden bölümünde bir kayalık vardır ve bu kayalığın üzerinde ise kayaya işlenmiş bir rölyef bulunur.

Bu rölyef, Anadolu’daki en eski Hitit kaya kabartmasıdır.

Bu rölyef: Hitit İmparatoru Muvatalli, Mısır Firavunu Ramses ile yaptığı Kadeş savaşına giderken buraya uğramış ve buradan Ceyhan nehrini geçmiştir. Rölyefte Hitit İmparatoru II. Mutavalli (MÖ 1290-1272) görülmektedir.

Kabartmaların üzerinde, atalarına ithafen saygı ifadeleri vardır. Bu olaydan sonra, Hititler tarafından buranın kutsallığına inanılmıştır.

 

Bitlis

Bitlis

Bitlis denilince akla: sigara ve o meşhur ağıt, Bitlis’te beş minare geliyor. Defalarca gittiğim ve bazen de içinden geçtiğim bu şehri: tanıtmak pek zor değil, çünkü küçük bir yer ve her yıl nüfus olarak küçülmeye devam ediyor.

İnsanlar: maalesef, buradan, başka yerlere göçüyorlar. Şehre: Diyarbakır yönünden girdiğinizde, uzun süre, virajlı yollarda ve yeşillikler içinde ilerliyorsunuz, bu virajlı yollarda ürkmemek elde değil, çünkü sürekli viraj ve ıssız yollar. Tatvan bağlantısı ise, dümdüz ve çevresi açık bir yol.

ULAŞIM

Hava yolu ile ulaşım düşünüldüğünde: Van ve Muş hava alanlarının kullanılması gerekmektedir.
Kara yolu ulaşımı açısından, Bitlis ilinin diğer bir kısım ile uzaklığı şöyledir: Bitlis-Van arası uzaklık: 168 km. Bitlis-Muş arası uzaklık: 83 km. Bitlis-Siirt arası uzaklık: 97 km. Bitlis-Batman arası uzaklık: 138 km. Bitlis-Diyarbakır arası uzaklık: 210 km. Bitlis-İstanbul arası uzaklık: 1505 km. Bitlis-Kayseri arası uzaklık: 778 km. Bitlis-Adana arası uzaklık; 637 km. Bitlis-Ankara arası uzaklık: 1097 km. dir.

Bitlis

GENEL

Bitlis, içinden çay akan bir vadide kurulmuştur. Bu çayın çevresinde, bir çok yapı var. Bu derenin taşması durumunda, sanırım bu yapıların hepsi olumsuz etkilenir.

Bitlis yollarında kar

Vadinin tabanından geçen transit yolda seyahat eden bir yabancı, Bitlis’ten geçmiş, yükseklerde bulunan ışıkları merak edince yanındakine sormuş: “ O da, bunlar gökdelenler “ diye cevap vermiş. Yabancı inanmış. Aynen öyle; vadinin yamaçlarındaki binalar arasında bir yerden başka yere gitmek için tırmanıyor veya iniyorsunuz. Bu yüzden olsa gerek, Bitlis’te kilolu insan görmeniz mümkün değil.

Bitlis, Doğu Anadolu Bölgesinin Yukarı Fırat ve Yukarı Murat bölümlerinin sınırı üzerinde bulunan bir ildir. Şehirde: karasal iklim hüküm sürer. Deniz seviyesinden 1545 metre yükseklikteki bölgeye, kış erken gelir ve geç gider. Kışın çok kar yağar. Yazları ise kısa sürer ve kurak geçer. Yurdumuzun en çok kar yağışı alan bölgesidir.

TARİHİ

Geçmişi: MÖ.2000 yılına kadar uzanan Bitlis’te, Urartu, Asur, Med, Pers, Makedon Krallığı, Roma ve Bizans dönemlerine ait izlere rastlanır.

Babil’i işgal eden Büyük İskender, ordularıyla birlikte Hindistan seferine çıkmayı kararlaştırır. Ancak, bu sırada, alnında boynuza benzeyen, iki et parçası çıkar. İskender, bunları maiyetinden saklamak için, sürekli boynuzlu miğfer kullanmak zorunda kalır.

Derdine çare için görüştüğü bütün hekimler; şifasının sularda olduğunu ve her gittiği yerdeki suları kullanmasını önerirler. Bu nedenle, Büyük İskender, uğradığı her yerdeki sularda yüzünü yıkayarak derdine çare aramıştır. Şattülarap’a vardığında Dicle nehrine akan bütün suların araştırılmasını istemiş, bilginlerini bu işle görevlendirmiştir.

Bütün suları araştıran İskender ve maiyeti, uzun bir yürüyüşten sonra, Bitlis önlerine gelmişlerdir. Bitlis çayının hastalığına şifa verdiğini görünce: Kösür ve Rabat sularının birleştiği yerde karargahını kurmuştur.

Emrindeki hekimler; İskender’e, suyun kaynağına gitmesini isterler. Bunun üzerine, Bitlis’in doğusundan akan Rabat suyu takip edilerek, suyun kaynağına gidilir. Ancak, günlerce bu suyu kullanmasına rağmen, şifa olmadığı görülür.

Bu defa şehrin batısından gelen Kösür çayına yönelirler. Sonunda, bu suyun kaynağı olan pınara varırlar. Bu pınarın bulunduğu, suların fışkırdığı o dağlık, ağaçlık yeşil tepeler, İskender’in gözüne çok güzel görünür.

Her taraf zümrüt yeşilliğinde, reyhan ve değişik çiçeklerle bezenmiştir. Bu yerin iklimi, İskender’i hayran bırakır. Bu güzel tabiat parçasının havasından ve suyundan faydalanmak için, birkaç gün burada konaklamaya karar verirler. Bu suyun kenarında konakladıktan bir hafta sonra, Kösür suyunun derdine şifa olduğunu ve boynuzlarının kaybolduğu görülür. Günümüzde hala bu suya “İskender Çeşmesi” denilmektedir.

Bu çeşme: Bitlis’e 10 km. uzaklıkta, Duav yaylasındadır. Derdine şifa bulan İskender; bu yerin ve suyun ebedileştirilmesi için, Bedlis (Badlis) veya Leis ismindeki komutanını yanına çağırarak, bu çeşmeden 4 saatlik veya 12.000 adımlık uzaklıkta, Rabat ve Kösür sularının birleştiği yerde, bir kale yapılmasını ister.

Komutanına dönerek “ Ben İran seferinden dönünceye kadar, buraya öyle bir kale yap ki, benim gibi bir kral veya kumandan dahi, onu ele geçiremesin. Böylece bu kalenin ve yerin ismi kuşaktan kuşağa, yüzyıldan yüzyıla ebedileşsin” demiştir.

Bu emri alan Bedlis veya Leis ismindeki komutan, hemen işe başlar, bir yıl gibi kısa bir sürede, MÖ.331 yılında, bugünkü kaleyi yapmayı başarır.

Hindistan ve İran seferinden dönen İskender, şehre geldiği zaman, karşısında muazzam bir kale görür. Bedlis’e haber göndererek, kaleyi teslim etmesini ister. Ama Bedlis, kaleyi teslim etmeyeceğini, savaşa hazır olduğunu bildirerek, İskender’in teklifini kabul etmez.

Kale kapılarını kapattırır. Bunun üzerine, İskender, bütün güçleriyle kaleyi kuşatmaya başlar ve günlerce uğraşı sonunda kaleyi alamayacağını anlayınca, kuşatmayı kaldırarak Rahva ovasına doğru geri çekilir. İskender’in çekildiğini gören Bedlis, Rahva ovasında İskender’in atının ayağına kapanıp bir zarf içinde kalenin anahtarını sunar.

Çıkışı bu yerde olan tünelden, kendilerini kaleye davet eder. Kalenin anahtarını alan İskender, “Bre melun, mademki anahtarı verecektin, niye asi olup bu kadar adamımı kırdırdın” demesi üzerine, Bedlis: İskender’den affını dileyerek “Ey büyük fatih. Benim sana karşı baş kaldırmam ve direnmem, senin daha önce vermiş olduğun emrin gereği idi.

Sen, benim gibi bir kralın alamayacağı bir kale yapmamı emretmiştin. Senin emrin üzerine yaptığım bu kalenin ne kadar sağlam ve fethedilmesinin imkansız olduğunu ispat etmek için bu cüreti gösterdim. Şimdi ben ve kuvvetlerim, hareketimizden dolayı müstahak göreceğimiz cezaya razı olarak emrinizdeyiz ” der.

Komutanın bu sözlerini çok beğenen İskender, komutanını ödüllendirmek için şehrin yönetimini bu komutanına devreder ve şehre Bedleis adını verir. O günden sonra şehrin ismi “Bedlis” olarak kalır. Zamanla bazı harf değişikliklerine uğrayan bu isim, günümüzde “Bitlis” olarak kullanılmaktadır.

Türklerin, 11’nci yüzyılla birlikte başlayan Anadolu akınları sırasında, önemli bir uğrak yeri haline gelen, bu tarihlerde Alpaslan ve ordularını Ahlat’ta konuk eden Bitlis; Türklerin Anadolu’ya açılmasında, çok önemli bir rol üstlenmiştir. 1514 yılında, Osmanlıların eline geçmiştir.

NE YENİR

Bitlis Büryan Kebabı: yörenin ünlü yemeğidir. Oğlak etinden yapılan bu yemek: Haziran-Temmuz-Ağustos aylarında yenilebilir. Uykusundan fedakarlık yapabilenler, yine bu aylar arasında, sabah saat 05.00 te “Avşor” adı verilen yemekten de tadabilirler.

NE SATIN ALINIR

Kök boyalı dokuma kilimleri, küp peyniri ve bal. Özellikle: bal satın almanızı öneririm. Hemen çarşıda: bal satılan dükkanlar var.

BİTLİS EREN ÜNİVERSİTESİ

Bitlis Eren Üniversitesi, 29 Mayıs 2007 tarihinde açılmıştır. Fen-Edebiyat, İktisat-İdari Bilimler ve Mühendislik-Mimarlık Fakülteleri bulunmaktadır.

BİTLİS’TE BEŞ MİNARE TÜRKÜSÜ HİKAYESİ

Bitlis denince veya Bitlis’e varınca, genelde dışarıdan gelenler, hemen çevrede beş minare aramaya başlarlar. Malum: Bitlis’te beş minare, türküsünü çoğumuz biliriz. Ama: nafile, elbette Bitlis’te yalnızca beş değil, birçok minare bulunmaktadır. Beş minare konusuna gelince, bunun bir hikayesi var.

Rus işgali sırasında, Bitlis, bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra, savaş sırasında Bitlis’ten kaçan bir baba ve oğul, Bitlis’e dönmek üzere yola çıkarak, şehre hakim konumdaki “Dideban Dağı” eteklerine varırlar.

Baba; şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için, oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına şöyle seslenir.” Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok, sadece beş tane minare ayakta kalmış” Bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle der:

“ Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel. Yüreğim doldu yare, beri gel oğlan beri gel.”
Bu ağıt, zamanla türkü ve manilere konu olarak günümüze kadar gelir.

BİTLİS TEKEL SİGARA FABRİKASI

Fabrika: 1927 yılında Atatürk tarafından kurulmuş ve kurulduğu tarihten bu yana, Bitlis’in tek fabrikası. Fabrikanın bir diğer özelliği: fabrikada ve tütün bakım atölyelerinde çalışanların, istihdamlarının yanı sıra, dünyanın en kaliteli tütünü olan virjinya tipi tütün üretimi yapan Bitlisli tütün üreticilerinin, ürettikleri tütünün alımı ve işlenmesinin sağlanması olmuştur.

Kota uygulaması öncesinde: 17.000 civarında olan tütün üreticisi sayısı, kota uygulanması, işsizlik ve ağır yaşam koşulları nedeniyle, 12.000 kişiye düşmüştür. Fabrika: Bitlis tepelerinden birinin üzerinde kurulu.

Zamanla geliştikçe, bahçesinde kalan Ermeni kilisesi de manzarayı tamamlamış. Bir dönem Tekel deposu olarak da kullanılan kilise, tıpkı fabrika gibi kaderine terk edilmiş durumda. Kilisenin hemen yanında: sigara üretimhane bölümü var.

Fabrika gerçekten tarihi bir eser. Sigara sarma ve paketleme bölümünde, fabrikanın kuruluşundan beri, yani 82 yıldır kullanılan ve kolla çalışan bir makine görülüyor. En yeni makinalar: 60’lı yıllara ait. Devletin modernize etmemesine inat, Bitlis tekel fabrikasında, yılda 400 ton sigara üretiliyor.

GEZİLECEK YERLER

Bitlis Kalesi

BİTLİS KALESİ

İl merkezindeki çarşının hemen dik yamacındadır. Kale dibinde durup yukarı baktığınızda, ürkmemek elde değil.
MÖ. 312 yılında Büyük İskender’in emri ile kumandanlarından Leys Bedlis tarafından yaptırılmıştır. Yüksekliği 56 metre ve sur kalınlığı 7 metreyi bulan kalenin üstünde, eski kayıtlara göre bir saray, 300 ev ve bir han ile bir cami bulunuyormuş.

Evet, bu muhteşem kaleye çıkabilirsiniz. Bitlis’in güzelliklerini buradan seyretmek gerçekten çok güzel bir duygu. Kale: toprakla dolu olduğu için içini gezmek mümkün değildir. Kazı çalışmaları devam ediyor. Kale çevresinde bir sürü yapı var. Bunların sanırım buradan taşınması gerek.

Kaleden inip, karşı tarafta Bitlis’e tepeden bakan “Dideban Dağı” eteklerine tırmanabilirsiniz. Buradan da, şehir gayet güzel görünüyor. Özellikte: yukarıda söz ettiğim gibi, şehir üzerinde birçok minare bulunduğunu göreceksiniz.

Bu arada: yukarıda anlattığım ağıta konu olan beş minare şunlar: Ulu cami minaresi, Gök Meydan Camii minaresi, Kale Camii minaresi, Şerefiye Camii minaresi ve Meydan Camii minaresi. Tarihe, katliamlara şahitlik yapmış bu beş minare, hala dimdik ayakta duruyor.

Evet, şehir içindeki geziye devam ediyoruz. Vilayet binasını geçince, Gök meydan mahallesinde, hemen solda, biblo gibi bir eser var.

İHLASİYE MEDRESESİ

Selçuklular tarafından, 1216 yılında yaptırılmıştır. Düz damlı ve kubbesiz. Ortada heybetli bir tamburu, dört köşesinde silindirik destek kuleleri var. Ön cephesindeki süslü portalı ise, baş döndürücü güzellikte.

Döneminin en önde gelen bilim merkezlerinden biri konumundadır. Kitabesine göre: 1589 yılında Bitlis hanlarından, V. Şerefhan tarafından onartılmıştır. Mimari görünüş açısından: klasik Selçuklu estetiğinin tüm özelliklerini taşımaktadır. Arkeoloji Müzesi olarak kullanılmak üzere restore edilmiştir.

Halen: Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü binası olarak kullanılmaktadır. Resmi mesai saatleri dışında, ziyarete açıktır. Bahçesindeki ziyaretgah olarak kullanılan Şerefhanoğullarına ait Veli, Şemsettin, Ziyaeddin Han, II. Şerefhan ve üç bacılar türbeleri ile birlikte, bir bütünlük gösterir.

ŞEREFİYE CAMİİ

Bitlis merkezinde, çarşı içinde, Hosor ve Kışla derelerinin birleştiği yerdedir. Medrese, cami, imaret ve türbe kısımlarından meydana gelmiş bir külliyedir. Kitabesine göre: 1529 yılında, IV. Şerefhan tarafından yaptırılmıştır. Mimari zenginliği ve özellikle giriş kapısındaki süslemelerle dikkati çekmektedir. İbadet saatleri dışında sürekli ziyarete açıktır.

ULU CAMİ

Kaleden sonra, kentin en önemli tarihi eseridir. Ne zaman inşa edildiği bilinmiyor. Bitlisliler, 1150 tarihinde restore edilen bu caminin, Anadolu’daki en eski Selçuklu camilerinden biri olduğunu söylüyorlar.

Şehir merkezinde: en çukur alanda bulunmaktadır. Altı kemer üzerine inşa edilmiştir. Doğu-batı doğrultusunda dikdörtgen planlı, kutu gibi bir kütledir. Dışı görünüşü ile Bitlis’in herhangi bir yapısından farklı değildir. Kuzeyde, camiden ayrı bir şekilde yükselen minaresi bulunmaktadır.

NARLIDERE (KASRİK) KÖPRÜSÜ

Bitlis-Baykan kara yolu üzerinde, Narlıdere köyündedir. Kitabesi olmadığından, hangi tarihte ve kimler tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Ancak: gerek köprü mimari özellikleri ve gerekse yörenin tarihi durumu göz önüne alındığında, Osmanlı dönemi 16. yüzyıl sonları ya da 17.yüzyıl içinde yapılmış olduğu düşünülmektedir.

Bitlis Hizan hakkındaki gezi yazım için  Hizan

Siirt

siirt.genel.1
Siirt

Evet: burayı gören insanlar, Siirt’in gerçekten; kendi ölçüsünde modern ve güzel bir şehir olduğunu, insanlarının gerçekten çok cana yakın olduklarını öğreniyorlar. Yani: burası ilk anda akla geldiği üzere, Doğu Anadolu’nun ücra bir köşesi değil, güzel bir beldesi.

Buraya: elbette yalnızca turistik amaçlarla gitmek mümkün değil, ama buraya yakın yerlerde yaşayanlar, buraya yakın yerlerden geçenler, mutlaka zaman ayırıp Siirt’i görmeliler. Kesinlikle, Siirt’te kaldıkları sürede: güzel zaman geçirecekler ve bu güzel şehri keyifle gezeceklerdir.

ULAŞIM

Siirt’e en yakın havaalanı: 180 km. uzaklıktaki Muş havaalanı. Siirt’in Diyarbakır havaalanına uzaklığı: 200 km. Van havaalanına uzaklığı ise: 265 km. Ama: Siirt’e en yakın havaalanı: Batman’da bulunmakta olup, yalnızca 87 km. uzaklıktadır. Aslında: Siirt’te de şehre yakın bir bölgede havaalanı bulunmaktadır. Ancak: bu havaalanı yapım şekli itibarıyla, şu an kullanılmıyor.

Siirt’e ulaşımın diğer bir yolu: karayolu. Siirt-Diyarbakır arası uzaklık: 180 km. Siirt-Bitlis arası uzaklık: 97 km. Siirt-Ankara arası uzaklık: 1099 km. Siirt-Van arası uzaklık: 265 km. dir.

TARİHİ

Siirt’in içinde bulunduğu bölge: göçler nedeniyle etnik ve dinsel inanışlar yönünden çeşitlilik göstermektedir. Urartular, İskitler, Medler ve Persler egemenlik dönemlerinde dinsel inanışlarını da buraya yaymışlardır. Dağlık alanlarda yaşayan, kapalı toplulukların çeşitli din ve tanrıları olmuştur. MÖ.150’lerden başlayarak, yöreye egemen olan Partlar, Arsaklılar, Sasaniler döneminde, İran tanrılarının ve inanışlarının etkisi güçlenmiştir.

Malazgirt Savaşından sonraki dönemde, Siirt yöresinde, Hasankeyf Artuklularının egemenliği söz konusuydu.

Artuklulara bağlı göçebe Türkmenler, yöreye yerleşmişlerdi. Artuklu beyleri ve askerleri, kentlerde Türkleşmenin çekirdeğini oluşturmuşlardı. Beylerin: Alp, İnanç, Yağbu gibi Türk adlarını kullanmaları: Artuklularda, Türkmen geleneğinin güçlülüğünü göstermektedir.

Artuklulardan sonra, Siirt’te, Akkoyunlular egemen olmuşlardır. 16. yüzyılda Osmanlı yönetimine geçen Siirt, Osmanlı imparatorluğunun yıkılışına kadar, onların egemenliği altında kalmıştır.

siirt.köy resmi.1
Siirt

GENEL

Siirt; rakım olarak 895 metre yüksekliktedir. Arazi yapısının inişli-çıkışlı olması nedeniyle, aslında rakım: 600 ile 1600 metre arasında değişmektedir. Ancak: Siirt’in coğrafi yapısının en önemli yanı: 1. derece deprem kuşağında bulunmasıdır. İlde: karasal iklim hüküm sürmekte olup, yazları aşırı sıcak ve kışları ılık geçer. Özellikle yazları: genelde 40 derece civarında olan sıcaklık, nem olmadığından insanları pek rahatsız etmez, ama yine de, yaşamı bir ölçüde etkiler.

Siirt adının Sami dilinden geldiği söylenmektedir. Bazı kaynaklarda, bu adın: Keldani dilinden, kent anlamına gelen “Keert” (Kaa’rat) sözcüğünden kaynaklandığı yazılıdır. Siirt sözcüğü: isim kaynaklarında: Esart, Siirt, Siird gibi çeşitli biçimlerde kullanılmıştır. Süryani’ler, kente “Se’erd” (yöresel söyleniş biçimiyle Sert) demişlerdir. 19. yüzyılda: Sert, Seerd, Sört, Sairt olarak kullanılmış, günümüzde de Siirt biçiminde benimsenmiştir.

Şehre karayolu ile geldiğinizde: şehirlerarası otobüs terminali, şehrin girişinde bulunmaktadır. Buradan: şehre ulaşabilirsiniz. Yol üzerinde: solda Fakülte bulunmaktadır.

Şehir merkezinde: Atatürk heykelinin bulunduğu ve törenlerin düzenlendiği meydanda: aynı zamanda şehrin tek oteli bulunmaktadır. Bu meydanda: Belediye Binası ve bankalarda bulunuyor.

Bu meydanın: solunda ilerleyen cadde: Aydınlar ilçesine kadar sürmektedir. Bu caddede ilerlediğinizde, ilk sola dönen cadde ise: şehrin esas caddesi olan Cumhuriyet Caddesine çıkar. Tüm alışveriş mekanları bu cadde üzerinde sıralanmıştır. Caddelerin kıyısında, kaldırımlar üzerinde, özellikle yaz aylarında: birçok insanın; tabure benzeri oturaklarda büyük kalabalıklar halinde oturduklarını göreceksiniz.

Şehrin en büyük sorunlarından biri susuzluktur. Belediye, su şebekesinde, özellikle yaz aylarında yeterli su bulunmaz. Bu nedenle: şehirde bulunduğunuz zamanda, mutlaka kapalı pet şişelerde satılan şişe suyu içmeniz şart. Yoksa: musluklardan akan su kesinlikle içilmemeli.

Şehrin en eski ve tarihi bölümü: Cumhuriyet caddesinin yukarısında, tepeye doğru olan bölümde bulunmaktadır. Bunun dışında: şehir dört bir yana doğru uzanmaktadır. Susuzluk ve kuraklık sonucu olarak; şehirde yeterince meyve ve özellikle taze sebze bulmak mümkün değildir. Konaklama imkanları bakımından: merkezdeki tek otel ve büyük öğretmen evi düşünülebilir.

Siirt insanı: çok cana yakındır, özellikle esnaf, çok hoşgörülüdür ve şehir dışından gelenlere de büyük yakınlık göstermektedir.

SİİRT ÜNİVERSİTESİ

Siirt’te, şehir girişinde: 1992 yılında açılan Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi bulunmaktadır. Sınıf öğretmenliği, Fen Bilgisi öğretmenliği, Sosyal Bilgiler öğretmenliği, İlköğretim Matematik öğretmenliği programlarında, çok sayıda başarılı öğrenciler mezun etmiş olan Fakülte; 29 Mayıs 2007 tarihinde, Dicle Üniversitesinden ayrılarak, Siirt Üniversitesine bağlanmıştır.

Şu anda: Üniversite bünyesinde: 2 Enstitü, Mühendislik-Mimarlık Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi ve Eğitim Fakültesi bulunmaktadır. Üniversitenin tesisleri şehir içinde, giriştedir.

siirt.ulu cami minaresi. bunuda koy.1
Siirt

TURİZM

Siirt’te, antik kalıntılar bulunmamaktadır. Daha çok: inanç turizmi öne çıkar. Hz. Ömer zamanında İslamiyet’i benimseyen Siirt yöresinde: dini ağırlıklı eserler çoğunluktadır. Bu da, Siirt’in turizm anlayışının, inanç turizmi yönünde gelişmesine neden olmuştur.
Hz. Muhammed’in övgüsüne mazhar olan, Hz. Veysel Karani’nin kabirleri il sınırları içinde bulunmaktadır. (Konu hakkında ayrıntılı bilgi: Baykan sayfasında verilmiş olup, oradan bilgi alabilirsiniz.)

Ayrıca: dünyaca ünlü “Marifetname”nin yazarı olan İbrahim Hakkı ve Hocası İsmail Fakirullah’ın türbeleri, Aydınlar ilçesinde bulunmaktadır. (Aydınlar-Tillo yine bu sitede, ayrı bir başlık altında anlatılmıştır. Ayrıntılı bilgiyi oradan alabilirsiniz.)

Aydınlar-Tillo ayrıntılı tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

NE YENİR

SİİR FISTIĞI

İridir. Çatlama oranı ve protein miktarı fazladır. Ancak: yağ oranı düşüktür. Lezzetlidir. Bu söylediğim özellikleriyle: Gaziantep fıstığından ayrılır. Yani: fıstık alırken, baktığınızda, daha iri olan Siirt fıstığıdır. Yörede: : bıttım ağaçlarının aşılanması ile, fıstık elde edilir.

Bu bıttım ağaçları aşılanmasa: bıttım denilen bir meyve verirler. Fıstıktan daha küçük, ağızda dişler arasında kabuğu kırılan ve içinde fıstık benzeri bir meyve vardır. Bu bıttım denilen meyve de: özellikle Arap ülkelerine ihraç edilir, ayrıca sabun yapımında kullanılır.

Siirt fıstık üretiminde, önemli bir yer tutsa da, üretilen fıstıkların, kurutularak kabuklarının çatlatılması işlemi, halen Siirt’te değil, Gaziantep’te yapılabilmektedir. Ancak: fıstık, ağaçtan toplandığında yaş olarak da, yani herhangi bir işleme tabii tutulmadan da yenilebilir. Ama: tercih edilen şekli, kurutulmuş ve kabuğu çatlatılmış haldedir.

Evet: Siirt’te, genelde çarşıda satılan hediyelik paketler içinde, kurutulmuş ve kabuğu çatlatılmış Siirt fıstığı almalısınız.

PERDE PLAVI

Siirt’in yöresel yemeklerinden perde pilavı ve büryan kuyu kebabı ünlü. Perde pilavı: yeni geline yapılıyor ve “evimizin sırlarını hamurun pilavı kapladığı gibi sakla” anlamına geliyor. Pirinç taneleri: bereketi, keklik eti ve badem de doğacak çocukları simgeliyor. Fes şeklinde, bakır tencerelerde pişirilen perde pilavı, Siirt’in en meşhur misafir yemeğidir.

Yumurta, süt ve yağ ile yoğrularak hazırlanan hamur, özel tencereye yufka şeklinde sıvanır. Bu hamur üzerine, badem içi ile şekiller verilir. Önceden kızartılan keklik veya tavuk eti; et suyu ile hafifçe pişen pirinçle birlikte çeşitli baharatlar, badem içi, çam fıstığı ile birlikte, hamurla sıvalı tencereye yerleştirilir. Tencerenin ağız tarafı da hamurla sıvanarak, kapağı örtülür.

Önceleri kor ateş üzerinde döndürülerek pişirilen perde pilavı, tencerenin ters yüz edilmesiyle, külah şeklinde boşaltılır. Sıvanmış hamur, börek gibi kızarmıştır. Bu kabuk yarılarak, servis yapılır.

BUMBAR

Bur yemek, mahalli bayram günü olan Cigor’un özel yemeğidir. Mahalli adı “Cokat” tır. Önceden temizlenmiş, tuzlanarak kurutulmuş veya taze olarak itina ile temizlenmiş kalın bağırsakların bir ucu dikilir. Yıkanmış ıslak pirinç, karabiber, maydanoz ve kıyma (elle ince doğranmış et) karıştırılarak, bağırsak içine doldurulur.

30-40 cm. olacak şekilde, öbür ucu da dikilir. Bağırsağın hava almasını sağlamak için, çeşitli yerlerinde şişle delik açılır ve kazanda ılık su içinde bırakılır. İki saat kadar kaynatılarak pişirilir. Bağırsaklar, dolgun vaziyete geldiği zaman ateşten indirilir. Kaynar sudan alınan bumbarlar, geniş bir kabın içine konur ve üstü bir bezle örtülerek, 20 dakika dinlendirildikten sonra servis yapılır.

BÜRYAN KEBABI

Kızgın kuyularda pişirilir. Genelde, yazın yenilen bir et yemeğidir. Kemiklerinden ayrılan et parçaları, daha önce kızdırılmış yeraltı kuyularına, çengellerle sarkıtılır ve kuyu ağzı kapatılır. Kuyu tabanına, büyükçe bir kazan yerleştirilir. Etin fazla yağı, bu kazanda biriktirilir. İki saat bekletilir. Kuyudan alınan pişmiş etler, askılarda satışa sunulur. Servis sırasında, kızgın vaziyette hazır bekletilen etler sıcak servis yapılır.

ZİVZİK NARI

Adını, Siirt’in Şirvan İlçesine bağlı Zivzik (Dişlinar) Köyünden alan Zivzik narı, gerçekten güzel bir tat. Tamamen organik olarak üretiliyor. Kimyasal gübre, tarımsal ilaç ve hormon yok. İlaçlanmıyor, çünkü bölgede nem olmadığı için zararlı hayvan yaşamıyor. Gübrelerinden yararlanılan hayvanlar, piyasa için değil, köylünün kendi ihtiyacı için yetiştirdiği hormonsuz yemle besleniyor.

Zivzik narı, geleneksel ve sağlıklı yöntemlerle marka olacak. Bir zivzik narı: ortalama 200 gr.dan başlıyor. 800 grama kadar çıkıyor. Taneleri nohut büyüklüğünde. Çekirdeği küçük ve yumuşaktır. Asit oranı düşüktür. Tadı mayhoş. Evlerde depolanan narın kabuğu kurudukça, rengi pembeden kreme dönüyor. Türkiye’nin dört bir yanına gönderiliyor.

Büyük şehirlerin marketlerinde kilo fiyatı: 5-8 TL. arasında değişiyor. Nar özellikle kış aylarında bolca tüketilmeli. Çünkü: özellikle bağışıklık sistemini güçlendirerek pek çok hastalıktan koruyor. İçerdiği maddelerle kolesterol ve şekeri de dengeliyor. Sağlığı koruduğu gibi, kanser hücrelerinin gelişmesini de engelliyor. Siirt’teki manavlarda bulabilirsiniz.

ALIŞVERİŞ

Siirt’te: alışveriş yapabileceğiniz çeşitli yerler var. Bunlardan bir kısmı: pasaj olarak faaliyetini sürdüren ve yurt dışından getirilen bir kısım malın pazarlandığı yerler. Buralarda: gezinebilir, yurt dışından getirilmiş bir kısım malı bulabilirsiniz. Bunun dışında, Siirt’te alışverişte, buraya has ve almanızı önereceklerin şunlardır:

BITTIM SABUNU

Evet, Siirt denince bıttım sabunu ve buraya özgü olan Siirt Battaniyesi ünlü. Bıttım sabunu, menengiç ile bu yörede yetişen daha iri bir türü olan bıttımın değirmenlerde öğütülmesi sonucu elde edilen ekstrenin süzülerek, çıkan yağın kaynatılmasından elde ediliyor. Bıttım sabununun, saç dökülmesini ve sivilceleri engellediği, ciltteki yağ ve asidi dengelediği biliniyor.

SİİRT BATTANİYE

Siirt’te küçükbaş hayvancılıkta, en çok yetiştirilenlerden biri siyah tiftik keçisi. Keçilerin siyah ve kahverengi tiftiği meşhur Siirt battaniyesi yapımında kullanılıyor. Battaniyecilik: tiftiğin tamamen el emeği ile dokunmasına dayalı, yöreye özgü bir sanattır.

Aynı dokuma tekniğiyle: tiftikten, atkı, manto, kaban, yelek yapılmaktadır. Hediyelik olarak: bunları bulup satın alabileceğiniz dükkanlar, merkezde bulunmaktadır. Doğal renklerdeki Siirt Battaniyelerinin yanı sıra, yine tiftikten yapılan yelek, çanta, seccade gibi hediyelik eşyaları burada bulabilirsiniz.

KÖK BOYAMA KİLİMİ

Bu kilimler: Jirkan kilimi olarak da adlandırılır. İlin birçok yerinde, evlerde ve atölyelerde dokunmaktadır. Yöreye gelenler: yine merkezdeki bir kısım dükkanda, bunları bulup, satın alabilirler. Kök boya ve ev dokuması, bu kilimlerin kalite ve dayanıklılığını arttırmaktadır.

Bu kilimler: Siirt’in köylerindeki tezgahlarda da yapılmakta olup, burada bir süre kalmanız durumunda, bu köylerde, desen ve rengini seçerek, istediğiniz ebatlarda kilim hazırlatma şansınız da olabilir.

GEZİLECEK YERLER

siirt.ulu cami minaresi.esas bu.1
Siirt Ulu Cami

 

ULU CAMİ

Yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. Caminin Selçuklu Sultanlarından Muguziddin Mahmut tarafından, 1129 tarihinde onarıldığı biliniyor. 1260 yılında, Cizre hakimi Selçuk Atabeyler’inden El Mücahit İshak tarafından, camiye ilaveler yaptırılmış.
Camiye ait muhteşem bir sanat ürünü olan minber: 1933 yılında, Ankara Etnografya Müzesine nakledilmiş.

Bu minber; Selçuklu sanatının meydana getirdiği, 12.yüzyıl ahşap minberlerinin en güzel örneklerinden olup, kakma tekniğinde geometrik şeritler ve yazı firizleriyle süslenmiştir. Kitabesinde: 1219 yılında yapıldığı anlaşılmıştır.

Caminin en göze batar yanı: Siirt’in sembolü konumundaki: dikdörtgen prizma kaidesi üzerine, yuvarlak gövdeli olarak oturtulmuş, kalın ve firuze çinilerle süslü olan minaresidir. Yukarı doğru incelen minare, eğilmiş ve gövdesinde de çatlaklar meydana gelmiştir. Bu arada da, gövdesindeki çinilerin ve mozaiklerin bir kısmı dökülmüştür.

Günümüze gelebilen örneklerden: altıgen şekildeki çinilerin çevresinin lacivert renkte şeritlerle çevrildiği görülmektedir. Oldukça basit olmakla birlikte, bu çiniler, 12.yüzyılın ilk yarısına tarihlenen ender örnekler arasındadır.

Büyük olasılıkla da Anadolu’daki çini mozaiklerle süslenmiş bir minare ile, ilk defa burada karşılaşılmaktadır. Minare: temeldeki bir boşluk nedeniyle, hafif eğik durmakta ve bu durumu ile, İtalya’daki Pisa kulesine benzetilmektedir.

siirt.botan çayı.1
Siirt Botan Çayı

BOTAN ÇAYI

Evet: Siirt içinde, Botan Çayını görmeniz mümkün değil. Botan Çayını görmek için, şehir dışına çıkmanız gerek. Ama: Siirt denilince, akla Botan Çayı gelir. Bu yüzden, Botan çayı hakkında biraz bilgi vermek şart. Siirt-Hakkari ve Siirt-Van sınırını oluşturan yüksek dağlardan kaynağını alır.

Önce batıya ve sonra kuzeybatıya doğru akar. Suyu iyice bollaşınca, dar ve derin bir vadi oymuştur. Vadi tabanıyla dağların dorukları arasındaki yükselti farkı: 1000 metreye kadar ulaşır. Akarsu: Pervari yöresinin sularını toplayan Çatak Çayı ve Bitlis doğusundaki dağlık yöre ile Doğruyol, Kapılı ve Kuran Dağlarının sularını toplayan Büyükdere ile Çukurca’da birleşir.

Botan Çayı, sonuçta, Çat Tepe’de Dicle Irmağına katılır.

Botan Çayının saniyede taşıdığı ortalama su miktarı: 31-274 metre küp arasında değişir. Uzunluğu: 300 km. ye ulaşan suyun toplama alanı da: 7600 km. karedir. Botan suyu üzerindeki Kip köprüsü, Sağman köprüsü ve Kayaboğaz köyü yakınlarında 130 metrelik asma köprüsü bulunmaktadır. Botan suyunun yükseltisi fazla olduğundan, akışı da çok hızlıdır.

siirt.sağlarca kaplıcası.2
Siirt Sağlarca Kaplıcası

SAĞLARCA KAPLICASI

Siirt’in 17 km. güneyinde, Botan çayı kenarında, Siirt-Eruh karayolu üzerinde, bir mağarada bulunan kaplıcadan, mağaranın genişletilmesi ve düzenlenmesi ile yararlanılmaya başlanmıştır. Buradaki kaplıca: havuzu besleyen kaynağın yakınında, ikinci bir kaynak daha bulunmaktadır.

Bu kaynağın suyu, doğrudan doğruya Botan Çayına karışmaktadır. Kaplıca suyu: 33-36 derece sıcaklıkta olup, suyu: klorürlü, sülfatlı, bikarbonatlı, sodyumlu, hidrojen-sülfürlü, kalsiyum içermektedir.

Suyun ph değeri: 6.4’tür. Kaplıca suyu: romatizma, deri, solunum yolları, kadın, sinir ve kas yorgunluğu, sinirsel hastalıklar, eklem ve kireçlenme, ameliyat sonrası rahatsızlıklar gibi hastalıklara olumlu etki kapmaktadır.

Kurtalan tanıtımı.

Bismil tanıtımı.

Batman tanıtımı.

Diyarbakır tanıtımı.