Ankara Polatlı Gordion

Ankara Polatlı Gordion Midasın Mezarı

Anadolu tarihinde önemli bir yeri bulunan Frigyalılara başkentlik yapmış şehir. Özellikle: burada, Midas’ın anıtsal mezarı mutlaka ilginizi çekecektir. Mezar yapısının içinde  bulunan; muhteşem genişlikteki ağaç kütüklerine dikkatle bakın. Şu anda, tamamen ağaçsız olan bu bölgenin, bir zamanlar muhteşem ormanlarla kaplı olduğunu düşünmemek elde değil.

ULAŞIM

Gordion şehri, Sakarya nehri ile Porsuk çayının birleştiği noktanın, tam yukarısında bulunan höyük. Ankara’ya uzaklık, yaklaşık 94 km. ve Polatlı’ya uzaklık ise, 29 km. dir. Ankara-Eskişehir kara yolunda, Polatlı’yı geçtikten sonra, yolun sağında kalan tabela ile, Gordion’a sapılır. Yaklaşık, 10 dakikalık bir yolculuktan sonra, kent höyüğü, Midas’ın mezar tümülüsü ve müzenin bulunduğu yere varılır.

TARİHSEL SÜREÇ

Ankara Polatlı Gordion: Arkeolojik verilere göre: MÖ. 1360 yılında, Anadolu ve Yunanistan çok şiddetli depremlerle sarsılır. Bu arada: birçok kent yıkılır. İşte, bu felaketten sonra, eski Yunanistan ve Makedonya’nın Trakya kavimleri, topraklarını terk ederek, yeni yurtlar aramak üzere yollara düşerler.

Bu dönemde; Anadolu’da hüküm süren, Hitit Krallığı ise, ülkeyi saran veba hastalığı ve isyan eden yerli kavimlerle uğraşmaktan iyice zayıflamıştır. Trakya’dan göç eden bir gurup, MÖ. 1200 yılında, boğazı geçerek, Anadolu’ya girer ve Anadolu’da Hitit hakimiyetine son verir.

Frigler, başkenti Gordion olan bir krallık kurarlar ve kurulan krallık kısa zamanda büyür ve Orta Anadolu’nun tümünü egemenliği altına alır. Krallığın, Gordion isimli bir kral tarafından kurulduğu tahmin edilmektedir. Mitolojik kuruluş öyküsünü, aşağıda anlatacağım.

Gordion kenti, krallığın başkenti olur. Frigler, barışsever bir toplumdur. Ağaç işçiliğinde, çok ileri giderler. Tarihte, ilk defa, metalden yapılmış, yaylı çengel iğneyi kullanırlar ve müzikle uğraşırlar. En parlak dönemi ise; kral Midas zamanında yaşanır.

Midas, şüphesiz çağının en ünlü krallarından biridir ve Asur çivi yazısı belgelerinde “Mita” olarak tanımlanır. Şehrin, kral yolu üzerinde bulunması, pazar ve konaklama yeri olarak uzun süre önemini korumasını sağlar.

7’nci yüzyılın başlarında, Gordion, Kimmerler tarafından işgal edilir. Birçok buluntu ve tümülüsler, 6’ncı yüzyılın sonuna kadar devam eden bu işgalin izlerini taşır. Daha sonra, MÖ. 333 yılında, Makedonya Kralı Büyük İskender tarafından, şehir kurtarılır ve yeniden onarım faaliyetleri başlar.

Daha sonraki tarih sürecinde, herhangi bir bilgi ve belgeye rastlanılmaz. Bundan sonraki dönemde, Gordion’un önemini kaybettiği ve terk edilmiş gibi bir hale geldiği düşünülmektedir.

GORDİOS’UN KRAL SEÇİLMESİ VE KENTİN DÜĞÜMÜ

Gordion şehri için, bir kral seçilecektir. Kahinler, yeni seçilecek kralın, kente, dört tekerlekli bir yük arabası ile geleceğini söylerler. Derken, köylü Gordios, dört tekerlekli bir öküz arabası ile kente gelir. O günden sonra, köylü Gordios, adaletli kral Gordios olarak tarihe geçer.

Kral Gordios, ölmeden öne, kral olduğu gün bindiği ve onu kral yapan öküz arabasını, çözülemeyecek bir düğüm ile bağlar ve der ki ” bu düğümü çözen, tüm Asya’nın efendisi olacak”
Gordios ölür, peşi sıra pek çok kral gelir-geçer ama düğüm çözülemez.

Düğüm hakkındaki bir başka efsane ise, şöyle gelişir. Frigler, yöneticilerini belirlemek için yarışma düzenlerler. Bir kağnı arabasını, belirlenen bir tepede, en yükseğe çıkaran kişi, kral olmayı hak edecektir. Bu yarışmada, Gordios, kağnıyı herkes den daha yükseğe ve daha çabuk çıkarır ve geri düşmesin diye, kağnıyı sıkıca bağlar. Bunun üzerine, Gordios kral olur.

Kağnının bulunduğu yer, Gordios kenti olarak gelişir. Gordios kenti, Anadolu’dan geçen ve Mezapotamya’ya kadar giden, ünlü kral yolunun önemli merkezlerinden biri haline gelir. Gordios’un tepeye bağladığı kağnı ise, asırlarca ticaret yapanlar tarafından ziyaret edilir ve merakla izlenir, düğüm çözülmeye çalışılır.

Ama nafile. Kağnı, bulunduğu yere çok sıkı şekilde bağlandığı için, bu düğümü kimse çözemez, çözebilecek insanın ise, bütün dünyayı ele geçireceğine inanılır.

MÖ.333 yılında, Makedonya Kralı Büyük İskender, bölgeye hakim olan Persler’i yener ve Gordion kentini bağımsızlığa kavuşturur. Bir fetih dönüşünde, kışı geçirmek üzere kente uğrar. Gordios ve Midas’ın yönettiği, Frig krallığının başkenti Gordion; çözülemez düğümü ile ünlenmiştir. Büyük İskender, düğümü kendisine göstermelerini ister.

Düğüm; eski bir arabanın boyunduruğuna, kızılcık ağacı dallarıyla ve büyük bir ustalıkla atılmıştır ve o güne dek kimse tarafından çözülememiştir.

Ve yine, efsaneye göre: düğümü çözecek olan kişi, tüm dünyanın efendisi olacaktır. İskender, düğümü gördüğünde, çevresindekilerin şaşkın bakışları arasında, kılıcını çeker ve hızla düğüme vurarak, düğümü parçalar, ne düğüm kalır, ne efsane. Büyük İskender’in, düğümü çözmek için uğraşmak yerine, düğümü kılıcı ile kesmesi, dünyaya kılıçla hakim olacağını işaret eder.

Bu başarı karşısında, Makedon ordusu ve Frigyalılar, İskender’i Asya’nın efendisi olarak selamlarlar. Aynı zamanda, dünyaya hakim olunacağı efsanesi de gerçekleşmiş olur. Çünkü; o zamanda, bilinen dünya olarak kabul edilen tüm yerler ki ta Hindistan’a kadar, Büyük İskender tarafından ele geçirilmiştir. Büyük İskender, 13 yılda dünyanın hakimi olur ama genç yaşta da ölür.

Kral Gordios’un efsanevi arabası ve düğümün bulunduğu tapınak, antik kaynaklarda belirtilmektedir. Ancak, arkeolojik kazılarda, günümüze kadar bulunamamıştır.

MİDASIN KRAL SEÇİLMESİ

Tarihçi Arrianos’un yazdıklarına göre: Kral Midas’ın acı dolu hayat öyküsü şöyle başlar. Demir çemberli tekerleklerin aşındırdığı kral yolunda, bir gün, eski bir araba yol almaktadır. Arabayı kullanan genç, yaşlı annesi ve orman işçisi babası.

Annesinin doğduğu Telmessosu (bugünkü Fethiye) geride bırakalı günler olmuştur. Bey Dağları ve Toros Dağlarını aşıp, kuzeye Frig ülkesine doğru ilerlerler.
Frig kralı Gordios ölmüş, halk çok üzgündür.

Ancak, kralın yerine seçilebilecek kimse yoktur. Ülkenin ileri gelenleri toplanır ve kahinlerden yardım isterler. Kahinler; kente arabası ile giren ilk kişinin kral olacağının kehanetinde bulunurlar. O anda kente giren Midas, kral ilan edilir. O Midas, Frig ülkesinin iki kralından bir tanesidir. Frig kralları, ya Gordios ya da Midas ismi ile anılır olur.

MİDASIN EŞŞEK KULAKLARI EFSANESİ

Yunan tanrısı Apollon ile kır tanrısı Pan arasında, bir çalgı yarışması düzenlenir. Midas, yarışma jürisin oluşturan yargıçlardan biri olarak seçilir. Kır tanrısı: çaldığı kaval ile hoş sesler çıkarır. Tanrı Apollon ise; her çalgıdan üstün olduğunu düşünen lirini çalar ve herkes onu dinler. Yargıçlardan birincisi, dağ tanrısı Tmolos; kazanan çelengini Apollona verir.

Midas ise; kazanan çelengini, kır tanrısı Pan’a verir. Tanrı Apollon, Midas’ın bu yorumuna çok kızar ve ” güzel müziği ayırt edemeyen kulak, insan kulağı olamaz, sana eşek kulağı yakışır ” diyerek, Midas’ın kulaklarını eşek kulağına dönüştürür.

Bunun üzerine; her türlü seçimde ve tercihte, insanların beğendikleri yönünde değil, güçlü olan yönünde oy kullanmaları gerektiği hakkında, tarih öncesinden gelen bir sav doğar.

Midas, bir süre tanrı Apollon’un kendisine armağanı olan bu kulaklarını; bir külahın içine saklar. Ama, saçlarını kesen berber, sonunda Midas’ın kulaklarını görür ve kralın sırrını öğrenmiş olur. Ancak, bu sır insan ağzına sığmaz.

Berber büyük sıkıntılar yaşar. Dayanılmaz ızdıraplar içine düşer. Sonunda, sırrı, bir kuyuya söylemeye karar verir. Kuyuya eğilir ve ” Midas’ın kulakları eşek kulağı ” diye bağırır.

Sırrı; kuyudaki su, sazlara, sazlar ise rüzgara söyler. Böylece; bütün ülke, kısa zamanda, Midas’ın sırrını öğrenir. Daha sonra, halk, Midas’ın kulakları ile dalga geçmeye, hakkında gölge oyunları oynamaya başlar. Midas, artık bıkar ve kulaklarını kestirir. Ama, sonradan kulakları, sarmaşık gibi yeniden çıkar.

Kral Midas, tanrıya yalvarmaya başlar. ” Tanrım, benim bu kulaklarımı düzelt, ama bütün servetimi elimden al ” Tanrı, onu bağışlar ve Midas kulaklarını geri alır. Ama kimse görmeden, tanrı onun canını da alır ve mezara gömer. ( En büyük servetimiz sanırım yaşamımız? Lütfen bunun değerini çok iyi bilelim.)

Midas’ın masallara konu olan eşek kulakları; mitolojinin sihirli hikayeleri ötesinde, bir gerçeğe dayanmaktadır. Uzun kulakların sırrı; dönemin asillerini, sıradan halktan ayırmak için uygulanan bir yöntemle bağlantı kurulur. Sivri kafalıların asil, yada asillerin sivri kafalı olduklarına inanılır.

İdeal kafatasına sahip olabilsin diye, yönetici sınıf, bebeklikten itibaren başa bağlanan bir kafa kundağı ile büyütülür. Kral Midas’ın olduğu kabul edilen kafatasında, günümüzde yapılan teknolojik incelemelerde; hem bu garip kundağın izlerini, hem de kulak yerleri eğri ve yukarı doğru görülmektedir.

Ayrıca; kral Midas’ın kafatası üzerinde yapılan bilimsel çalışmalarda; Midas’ın, ana karnında, bir çeşit hastalığa yakalandığı ve kulak kanallarının asimetrik olarak doğduğu anlaşılmıştır. Asimetrik kulak yapısı, nadir görülen bir hastalık türüdür. Önden veya arkadan bakıldığında, bir kulağın diğerinden çok daha yukarıda veya aşağıda olduğu görülür.

Çirkin bir görünüm oluşturan bu hastalık, Midas’ın kafatasında belirgin izler bırakmıştır. Halkından utanan Midas, sürekli olarak, başına geçirdiği bir serpuşla gezer. Kulaklarını, hiçbir zaman göremeyen halkı ise, krallarının kulakları hakkında yorum yaparak, görmedikleri kulakları, eşek kulaklarına benzetirler.

DOKUNDUĞU HER ŞEYİ ALTINA ÇEVİREN MİDAS EFSANESİ

Şarap tanrısı Dıonısos’un yoldaşı Satıros, bir gün Frigya’yı gezerken, Midas’ın sarayının gül bahçesinde uyuyakalır. Midas’ın adamları, Satıros’u bulurlar ve Midas’ın yanına getirirler. Midas, Satıros’u, on gün on gece sarayında ağırlar.

Midas’ın konukseverliğinden çok etkilenen tanrı Dıonisos, kralın kendisine bir dileğini söylemesini ister. Kral Midas ” dokunduğum her şey altına dönüşsün, böylece daha zengin olayım ” der.

Midas’ın dileği, tanrı tarafından kabul edilir. Ancak, aynı gün gecesi yemekte, kral Midas, dokunduğu yiyecek ve içeceklerin altına dönüştüğünü görünce, tanrı Dıonısos’tan, bu uğursuz gücü geri almasını ister.

Midas’ın durumuna acıyan tanrı, krala Paktalos ırmağında yıkanmasını söyler. Bu ırmakta yıkanan Midas, tuttuğu her şeyin altına dönüşmesinden kurtulur. Ve o günden, bu güne, bu ırmakta bulunan altın parçacıkları, bu efsaneye bağlanır.

MİDASIN ÖLÜMÜ

Midas, kendisini görkemli ve zapt edilmesi imkansız bir başkente sanır. Ancak, bugün dahi, surları ve kale kapısı görenleri şaşırtan şehir, MÖ. 695 yılında, İran’dan gelen ve adeta çekirge sürüsü gibi Anadolu’yu işgal eden Kimmerler tarafından işgal edilir.

Midas, bu baskından sağ kurtulur. Ama o günden sonra, sıkıntılı bir hayat sürdürür. Gordion’lu Midas, tamamen tahrip edilen kent harabeleri üzerinde gezerken, mitolojiye göre, dayanamaz ve boğa kanı içerek intihar eder.

Uzmanlar tarafından, günümüzde; Midas’ın kafatası üzerinde yapılan incelemelerde: kafatasının iç yapılarında, büyük ölçüde değişiklikler tespit edilir. Kafatasının göz çukurunun sağ köşesinde, yukarı doğru giden bir kırık hattı görülür.

Alınan küçük bir kemik parçası, patoloji uzmanları tarafından incelendiğinde ise, kemik dokusunda, demir içeren ve kan elemanlarının kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. Bunun sonucunda ise, kral Midas’ın, gerçek ölüm sebebinin, mitolojide belirtildiği gibi boğa kanı içerek intihar değil, başının sağ tarafına aldığı ağır bir darbe sonucu olduğu tespit edilmiştir.

Ankara Polatlı Gordion Kral Midasın Mezar Tümülüsü
Ankara Polatlı Gordion Kral Midasın Mezar Tümülüsü

KRAL MİDASIN MEZAR TÜMÜLÜSÜ

Kral Midas, Gordion kentinde yaşamış, efsanevi Frigya kralıdır. Kral oluşu gibi, yaşamı ve ölümü üzerine de mitolojik efsaneler vardır. MÖ. 695-696 yıllarında öldüğü tahmin edilmektedir.

Mezarın: bölgede sürü otlatan bir çoban çocuk tarafından bulunduğu söylenir. Çoban, tümülüsün üzerindeki büyük havalandırma deliğini oyarak, sallandığı ip ile, tümülüsün içine girer ve ahşap mezarı görür. Bölge yetkililerinin haber alması ile, resmi araştırmalara başlanır ve mezar ortaya çıkarılır.

Resmi kayıtlara göre ise: 1893 yılında, Alman arkeolog Alfred Körte, bu mezarı, Gordion’un mezarı olarak tanımlar, ancak ilk bilimsel kazılar, 1950 yılında Pensilvanya Üniversitesinden Rodney Yougn tarafından yapılır.

1950 yılında, kazı çalışmalarına başlanmış,  tümülüsün içine girmek için önce tepeden sondaj denenmiş ancak başarılı olmamıştır. Daha sonra, 1957 yılında Zonguldak’tan gelen maden işçileri, zeminden kazdıkları 80 metre tünel ile mezar kısmına ulaşılır. 1960 yılında ise, Türk mühendislerinin başarılı çalışmalarının ardından, mezar ziyarete açılır.

Son yıllarda elde edilen bulgulara göre, buranın Kral Midas’ın mezarı olmadığı kesinleşmiştir. Çünkü, Asur metinlerine göre, Midas, Frigya’da MÖ 718 yılında kral olmuştur. Mezarın yapım tarihi ise, MÖ 740 yılıdır. Bu durumda, mezarın, Midas’ın babası veya büyük babasına ait olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, Kimmer istilasından ardından: bu büyüklükte bir tümülüsün yapılamayacağı düşünülmektedir.

Evet, biz yine de alışılagelen ismiyle buradan söz edelim.

Kral Midas’ın anıt mezarı, bölgede bulunan tümülüslerin en büyüğüdür. Yapımının: 1-2 yıl sürdüğü tahmin edilmektedir.

Çapı: 355 metre olan bu tümülüsün yüksekliği ise 55 metreye yakındır. Ancak yapıldığında daha da yüksek olduğu ve zamanla erozyon nedeniyle yüksekliğinde düşmeler olduğu değerlendirilmektedir.

Anadolu’nun ve antik dünyanın ikinci yüksek tümülüsüdür. Anadolu’nun en yüksek tümülüsü: Manisa Sardes’te bulunan ve Lidyalılar tarafından yapılan “Alyettes Tümülüsü” dür.

Tümülüs: “Kurgan” geleneğine göre yapılmıştır. Buna göre: ölüler eşyaları ile birlikte gömülüyordu. Hatta sevenleri, mezarlara hediyeler bırakıyorlardı. Bugün, o bırakılan hediyeleri, birer tarihi eser olarak Gordion Müzesi ve Anadolu Medeniyetleri Müzesinde görmek mümkündür.

Büyük toprak yığını altındaki ahşap mezar, çok iyi durumdadır.

O dönemde, bölgede bulunan ve yaklaşık 800 yaşında kesildikleri tespit edilen, muhteşem kalınlıktaki ladin, sedir ve ardıç ağaçları ile yapılan ahşap, yığma mezar odası, hiç bozulmadan, günümüze kadar gelebilmiştir.

Tümülüsün gezilmesi

Tümülüsün içine girmeden bir bilgi vermek istiyorum. Müzeye girmeden önce tümülüse girmek isterseniz, kapıda bir görevli göremez ve doğrudan girmek isterseniz, hemen arkanızdan bir görevlinin koşarak geldiğini göreceksiniz.

Aslında, tümülüsün hemen kapısında “Müze girişinden bilet alınması gerektiği yazılı” ancak elbette istiyorsunuz ki, görevli kapıda beklesin gelenleri bilet alınması konusunda uyarsın, ancak elbette görevli kişi, burada beklemekten se, müzede dolanmayı tercih ediyor.

Evet: Müze girişinden bilet alıyorsunuz, bu bilet gerek tümülüsün ve gerekse müzenin gezilmesi için geçerlidir.

Tümülüse uzun ve dar bir koridordan giriliyor. Yaklaşık 100 metre yürüyüşten sonra mezara ulaşılıyor. Girişte, demir parmaklıklı kapı var, bu kapının hemen girişte solunda tümülüsle ilgili bilgilerin verildiği bir pano görülüyor.

Gayet iyi ışıklandırılmış, havadar tünelden ilerledikten sonra, mezar odasına ulaşılıyor.

 

Mezar Odası

Ancak, mezar odasına girmek mümkün değil, sadece küçük bir pencere gibi açıklıktan mezar odası görülüyor. Mezar odası: ardıç tomruklarından yapılmış, dört tarafı kapalı bir küp şeklindedir.

Özellikle, mezar odasını çevreleyen ahşap ve muhteşem kalınlıktaki ağaç kütükleri ilginçtir.

Mezarın duvarları, birbirine iyice uydurulup tutturulmuş olan, dört köşe yontulmuş tomruklardan yapılmıştır. Bu duvarlarda kullanılan tomruklar sarı çamdır.

Kazı sırasında giriş yolu açmak için kesilen mezar duvarının kalındığı 37 cm dir.

Mezarın dört yanındaki duvar kalınlığının da aynı olduğu varsayılır.

Duvarları oluşturan tomruklar, yontularak köşeli hale getirilmiş, birbirine çok muntazam şekilde uydurulmuş ve düzeltilmiştir.

Mezar odasının uzun kenarında, üst üste 8’er tomruk, diğer iki kenarında 9’ar tomruk kullanılmıştır.

Bu yontulmuş tomruklar arasındaki bağlantılar öyle sıkı ve düzgündür ki, çoğu yerlerde gözle fark edilir, bazı yerlerde ise ancak üstteki ve alttaki tomruk yüzeylerinin renklerindeki hafif farklılıklardan bunların ayrı tomruklar olduğu anlaşılır.

Duvarların iç yüzeyleri, keserle düzeltilmiş ve sonra zımparalanmıştır. Yüzeylerdeki keser izleri, ışığın uygun bir açıyla vurduğu bazı yerlerde görülebilir. Duvar yüzeylerinin zımparalanması, duvarların bütünüyle tamamlanmasından sonra yapılmıştır.

Duvarları meydana getiren, dört köşe tomrukların yükseklikleri, birbirinden farklıdır. 64 cm ile 22 cm arasında değişir.

Duvar yüksekliği tabandan itibaren 3.25 metredir.

Mezar odasının iç boyutları: doğu-batı doğrultusunda 5.15 metre ve kuzey-güney doğrultusunda 6.20 metredir.

Taban kısmı:

Odanın uzun ekseni boyunca, uzunlamasına yerleştirilmiş 14 tane kalastan oluşur. Bunların genişlikleri 20.5 cm ile 53.3 cm arasındadır. Ortalama kalınlık 33 cm dir. Bunlar, zemin malzemesi olarak kullanılan, çakıl bir altlık üzerine oturtulmuştur.

Üst Bölümü:

Odanın üstü, tomruklarla iki akıntılı çatı tipinde örülmüştür. Tomrukların odanın içine bakan yüzleri, düzgün şekilde işlenmiştir.

Dış Tahkimat:

Bu ahşap mezar odası, ayrıca bir dış tahkimatla korunmuştur.

Bu amaçla, oda işlenmemiş yuvarlak tomruklarla, ikinci bir duvar ve çatı örtüsü yapılarak, adeta bir kasa içine alınmış, dış ve iç duvarlar arasındaki boşluk da çakılla doldurulmuştur.

Mezarın yapımında kullanılan ağaçlar:

Mezarın yapılında kullanılan ağaçların seçimi, bu konuda o zamanlar üstün bir bilgi ve deneyim birikimi olduğunu gösterir.

Nitekim iç kısımlarda kullanılan yontulmuş porsuk, Toros sediri ve sarı çam, dayanıklı ve yontmaya elverişlidir.

Dış duvarları oluşturan ardıçların da sağlam, nem ve basınca duyarlı ağaçlar olduğu anlaşılır.

Ortam son derece nemli olmasına rağmen, bu ağaçların çürümeden nasıl günümüze kadar ulaştıkları bilinmiyor.

Bu mezar odasının üzerine 4 metre yükseklikte taşlar yığılmış ve bol kil tabakası ile kaplanarak tepe oluşturulmuştur.

 

Buluntular

1950 yılında Kral Midas’ın mezar odasına ulaşan arkeologlar, Midas’ın büyük bir serveti olmasına rağmen, mezarında altın ve değerli eşya bulamamışlardır.

Bunun sebebi muhtemelen, o dönemde Gordion şehrini istila eden Kimmerlerin, değerli eşyaları yanlarında ganimet olarak götürmeleriydi.

Mezarda mobilya olarak 1 yatak, 2 pano ve 9 masa bulunmuştur.

Ancak bir köşede bulunan bir yığın çürümüş ağaç parçalarının, hangi tip bir mobilyada kullanıldığı anlaşılamamıştır. Bu çürümüş yığının üç ayrı mobilya parçasına, muhtemelen 2 tabure ve 1 sandalyeye ait olduğu tahmin edilir.

Eşyaların fazlalığına rağmen, mezar odasının tabanında boş alan bırakılmıştır.

Bu kullanılmamış alanlar, duvarlar çatı düzeyine kadar inşa edildikten sonra, ziyaretçilerin odaya inip ölüye armağanlarını bırakmalarını ve odadan çıkmalarını sağlamak amacıyla, yukarıdan aşağıya merdiven gibi uzatılmış kalasların kapladığı yerler olmalıdır.

379 objenin, duvarlardaki çivilere asıldığı, yere ve masalar üzerine üst üstü yığıldığı düşünülürse, çok sayıda insanın tek sıra halinde bir kalasın üzerinden inerek, mezar odasına girdiği, armağanlarını yerleştirdiği ve diğer kalas üzerinden çıkarak odayı terk ettikleri kabul edilir.

 

YATAK:

Yatağın sedir ağacından yapılmış olması: Sedir odunu kendine özgü kokusu ile parazitlere engel olması nedeniyle çok dayanıklıdır. Öte yandan kutsal bir değeri olması da muhtemeldir. Nitekim daha sonraları birçok tapınaklardaki kapıların, özellikle Sedir ağacından yapılmış olduğu dikkat çekmiştir.

Yatağın boyu: 2.93 metre, genişliği ise 1.40 metredir.

Baş ve ayak ucu tahtaları, 10 cm kalınlığında ve koyu renkli ağaçtan yapılmıştır. Üst kısımları kavislidir.

Baş ve ayak ucu tahtalarının, birer demir çubuk üzerine oturtulmuş olduğu tahmin edilir. Bu demir çubuklar, yatağın ahşap köşe blokları arasında uzanmakta ve çubuk uçları muhtemelen köşe bloklarına açılmış yuvalara girmekteydi.

Yatağın baş ve ayak ucundaki bu demir çubuklar, hem yatak platformunu oluşturan kalas uçları taşıyor, hem de baş ve ayak ucu tahtalarına destek oluyordu.

Kalaslar 4 cm kalınlıktadır. İki yandaki kalaslar, alttan kirişlerle desteklenir.

Kalaslar üzerinde de yatağın iki kenarı boyunca, 22 cm yüksekliğinde, 3’er adet düşey ayak üzerine oturtulmuş, kenar korkulukları olmalıdır. Bu korkulukların kalınlığı da 7.5 cm dir.

Sonuç olarak: yatak platformu uzunlamasına konmuş 5 tane kalas, iki dış kenarı desteklemek için yine uzunlamasına, fakat düşey olarak konmuş 2 kalastan oluşur.

Bunlar olduğu gibi tabana çökmüş olarak bulunmuştur.

Evet, yatağın en ilginç yanı: parçaların sökülebilmesi ve başka bir yere götürülüp yeniden monte edilebilmesidir.

YATAKTA BULUNAN KRALIN İSKELETİ:

Yatak platformunun çökmesi nedeniyle, kral iskeleti bir miktar zarar görmüştür. Yapılan incelemede, bu iskeletin 1.59 metre boyunda, 61-65 yaşlarında, uzun ve dar yüzlü bir erkeğe ait olduğu anlaşılmıştır.

Kralın üstü 21 kat kumaşla örtülüydü. Üzerinde: 6 yerden Tunç fibulalarla tutturulmuş 2 kat giysisi, ayağında işlemeli çizme ya da potinler vardı.

Mezarda bulunan ve Kral Midas’a ait olduğu düşünülen kemiklerin büyük bölümü kaybolmuştur. Sadece, kafatası halen aynı müzede sergileniyor.

Burada ilginç bir durum var. Yapılan incelemelerde, kafatası üzerinde, sargılama sonucu olduğu düşünülen izler bulunmuştur. Bu izler: kafatasındaki deformasyonun patalojik ya da toprak basıncı gibi nedenlerle oluşmadığını göstermektedir. Sonuç olarak: Midas’ın Gordion topluluğundaki tek örnek olması, kafa deformasyonunun sadece kraliyet üyelerine uygulandığının bir göstergesi olabilir. Ayrıca: kafatasındaki dikkat çeken kırıklar, ölüm sonrası meydana gelmiştir.

Ayrıca yatağın baş ucuna yakın yerdeki büyük keten torbada bulunan 165 fibula, torba parçalanınca yere saçılmıştır.

Ancak değerli madenlerden yapılmış, değerli nesnelere rastlanmamıştır.

(Merak edenler için ayrıntıya giriyorum: Mezardan çıkarılan ve Kral Midas’a ait olduğu kabul edilen iskelet 1957 yılında, R.S.Young tarafından ortaya çıkarılmış ve Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde Prof. Dr. M.Süleyman Şenyürek’e teslim edilmiştir. Şenyürek, 1961 yılında bir uçak kazasında vefat edince, iskelet Dr Enver Yaşar Bostancı tarafından korumaya alınmıştır. Bostancı: 1990 yılında emekli olana kadar iskeleti odasında muhafaza etmiştir. Bu dönemde, kafatası İngiltere’ye gönderilmiş ve Manchester Müzesinde etlendirme yöntemiyle rekonstürsiyonu yapılmıştır. Prof Dr Bostancı’nın emekli olmasından sonra, Midas’ın vücut iskeleti, Prof Dr Berna Alpagut tarafından teslim alınmış, daha sonra kaybolmuştur. Kafatası ise, Prof Dr Erksin Güleç’in 1993 yılında Bölüm Başkanı olmasından sonra, bölüm başkanlığınca yapılan Paleontrohojik malzemelerin envanterlenmesi çalışmaları sırasında ortaya çıkarılmıştır. Kültür Bakanlığınca yapılan tüm girişimlere rağmen, Midas’ın vücut iskeleti bulunamamıştır.

PANOLAR:

Mezarda, birbirinin eşi olarak yapılmış, 2 tane kakma işlemeli pano bulunmuştur.

Panolar yapım tekniği nedeniyle, devrilmeden dik olarak durabilmektedir.

Ancak panoların yapılması ve süslenmesinin çok zaman alıcı bir iş olduğu açıktır.

Bunlar, kralın ölümünden sonra ve sadece mezarına konulmak üzere yapılmış olamazlar.

Aksine, kral hayatta iken kullandığı bu panoların, ölümünden sonra saraydan getirilerek mezara konmuş olmaları gerekir.

Panoların kullanım amacı, önceleri anlaşılamamıştır.

Araştırmalara göre, bu panolar alçak bir sandalye ya da kalın bir minder üzerinde oturan, seçkin bir kişinin arkasında fon olarak kullanılan, birer aksesuar, dolayısıyla bir tahtın fizik kondisyonu olmasa bile psikolojik fonksiyonunu yerine getiren birer parça olduğu tahmin edilir.

Pano yüzeyi;

Ortasındaki çiçek motifli pencere çevresindeki kabarık çerçeve ve aşağısındaki gömme eğri bacaklar dışında, tamamen düzdür.

Pano boyu: 95 cm, genişliği ise 80 cm dir. Kalınlık 2.5 cm dir.

Pano yüzeyi: ahşabın kalınlığı içine açılmış yuvalara gömülmüş geçmelerin, önden ve arkadan çakılmış gömme ahşap çivilerle tutturulması suretiyle birbirine eklenmiş 15 parça tahtadan oluşur.

Pano yüzeyinin zemini, açık renkli ağaçtan, bu zemin üzerindeki kakma işlemeleri koyu renkli ağaçtandır.

Pano yüzeylerinin dekorasyonunda, kareler içinde gamalı haç ve daha başka geometrik formlardan yararlanılmıştır.

Toplam 112 motif kullanılmıştır. En çok kullanılan motif, gamalı haç adı verilen motiftir.

Panonun alt kısmının ortasında, çiçek (gül) motifli pencere vardır.

Bu pencere bir pergel yardımıyla yapılmıştır. Pergelin sabit ucunun izi tam merkezde göze çarpar.

 

MASALAR:

Mezardaki mobilya buluntuları arasındaki 9 masadan, 8 tanesi üç bacaklı düz masa (sehpa) dır.

Bunların hemen hemen hepsi aynı tip ve ölçülere sahiptir. Yaklaşık 50 cm yükseklikleriyle, bu masalar, normal boyda bir insanın dizlerini rahatça masa altına sokup oturabilmelerine elverişli değildir.

Dolayısıyla Frigyalıların çoğunlukla masaların yanına sandalye, tabure gibi şeyler koyarak oturmadıkları, yere serilen minderler üzerinde oturma alışkanlıkları olduğu söylenebilir.

En güzel ve farklı masa:

Bir masa ise olağanüstü özellik ve güzellikte olup, diğerlerinden tamamen farklıdır.

Bu masa: büyük bir  sanat ve emek ürünüdür.

Masa teknik açıdan, mobilyacılık sanatının bir şaheseri olarak tanımlanır.

Masanın dört köşesindeki desteklerin, masayı kolayca taşımaya yarayan tutamaklar şeklinde olması, bu masanın yiyecek taşımak amacıyla kullanıldığını düşündürür.

 

Tutkal:

Panolar ve olağanüstü güzellikteki masa, Frigyalı marangozların çok kuvvetli bir tutkal kullandıklarını gösterir.

Çoğu yerde, geçme ve gömme eklerde, çapraz çivi/perçin kullanmamışlardır. Buralar muhtemelen tutkalla tespit edilmiş olmalıdır.

Ahşabı tutkalla yapıştırma işleminin: Doğu Akdeniz yöresinde, çok eski zamanlarda bile yaygın şekilde uygulandığı bilinmektedir ve muhtemelen ilk çıkış yeri Mısır’dır.

 

Üç bacaklı masalar:

Açık deve tüyü renginde bir ağaç malzemeden yapılmışıtır.

Bacakların bazıları kırılmış, ancak çoğu sağlam kalabilmiştir.

Yumuşak, koyu kahverengi ağaçtan yapılmış masa üstlerinin boyları 75 cm, genişlikleri 60 cm dir.

Bu masalar, 3 bacaklı olup bu sayede, tabana dengeli olarak basmaları ve sarsılmamaları sağlanmıştır.

Masaların üst tabla kısımları, köşeleri yuvarlatılmış yekpare tahtadan yapılmıştır.

Tahtalar, ağacın liflerine paralel doğrultuda kesilmiş olup, kalınlıkları 1-1.5 cm dir.

Üst yüzeyin kenarları, hafifçe kazınarak kavislendirilmiştir.

Her masa tablasında, bacakların tablaya geçirilerek tutturulduğu, 3 adet delik/yuva vardır.

Masaların bacakları, yukarıdan aşağıya doğru incelir.

Yuvarlak kesitlidir.

Bacakların aşağı kısımları, dışa doğru kıvrıktır ve kıvrım oldukça aşağıdan başlar.

Ağaç liflerinin bu kıvrımları izlemesi nedeniyle, bacakların basınç altında, ısıtılarak ya da buharlama suretiyle bükülmüş oldukları anlaşılır.

Bacaklarda masaların üst tablaları: bacakların yukarı ucundaki zıvanaların masa tablasına açılmış deliklere/yuvalara geçirilmesi suretiyle birleştirilmiştir.

Bacakların bağlantı yerlerinin tutkalla takviye edilmiş olması kuvvetle muhtemeldir.

 

Kakma Süslemeli Pagoda Masa:

Mezar açıldığında, kırılıp dağılmış halde bulunan bu olağanüstü mobilya, yine de şeklini açıkça belli olacak derecede koruyabilmiştir.

Bütün parçalar oldukça iyi durumda bulunmuş ve bunların çoğu, yuvalarına tam olarak uyan, kırık zıvanalar yardımıyla, orijinal yerlerine konmuş ve buna dayanarak masanın teorik rekonstriksiyonu yapılabilmiştir.

Kakma süslemeli masaya, egzotik dizaynı ve oriyental görünümlü desenleri nedeniyle: Pagoda Masa adı verilmiştir.

Masa, açık renkli ağaç malzemeden yapılmıştır.

Koyu renkli ağaç malzemeden yapılmış bol miktarda kakmalarla dekore edilmiştir.

Ancak masanın üst kısmı/tabla: tamamen bozulmuş, geriye sadece kırıntı parçaları kalmıştır.

Bu tablanın yumuşak ve koyu renkli bir ağaç malzemeden yapılmış olduğu anlaşılır.

Masanın yüksekliği 64 cm, çerçeve boyu 70 cm ve çerçeve eni 56 cm dir.

Masa 3 bacaklıdır.

Bu bacakların üst kısımlarındaki geçme zıvanalar, iki kademelidir.

Masanın ön bacağı, masanın önüne doğru dışa bükülmüştür.

Diğer iki bacak ise, masanın iki arka köşesinde dışa doğru bükülmüş durumdadır.

Üç bacaklı masanın eski zamanda pek düzgün olmayan zeminler için en dengeli dizayn olduğu kuşkusuzdur.

Fakat masanın dört köşeli çerçeve ve tablasını desteklemek amacıyla masanın tasarımcıları, alışılmadık bir sistem geliştirmiştir.

Masanın iki arka ayağında, çerçevenin iki arka köşesinde, dayanak oluşturan destekler yükselir.

Ön bacağın ayak kısmının hemen arkasına bağlanan geniş ve “U” şeklindeki bir destek de, iki yana yükselerek, çerçevenin sol ve sağ ön köşelerine dayanak oluşturur.

Masanın dengesini daha da sağlamlaştırmak amacıyla, bacaklar gergi bağlantılarıyla birbirine ve ahşap çivilerle çerçeveye tutturulmuştur.

Gergi bağlantılarıyla birlikte, masanın: yaklaşık 44 ayrı parçanın geçme olarak ve muhtemelen tutkal da kullanılarak birbirine tutturulması suretiyle yapılmış olduğu anlaşılmıştır.

DİĞER BULUNTULAR:

Mezarda, sayıları 1069’u bulan Tunç kaplar bulunmuştur.

Sağda, duvar boyunca büyük bakır kazanlar, demir saç ayakları üzerine dizilmiştir.

Bunların önünde, kakmalı büyük mobilyaların çökmesiyle yerlere saçılan kaplar vardır.

Her şey bir yana küflenmiş, Tunç’un saçtığı tavus kuşu mavisi renkleriyle olağanüstü etkileyici bu kaplar; günümüzde Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor.

Güzel işçiliklerine karşın, kapların özgün etkileyici görünüşleri kaybolmuştur.

Kapların belki de en çarpıcı olanları, ağızları insan figürleriyle süslenmiş olan 3 Tunç kazandır.

Dış ülkelerden alındıkları sanılan bu kazanlar, Urartu maden işçiliğinin en yüksek düzeydeki örnekleridir.

Mezarlarda panoların yanında bulunan objeler arasında: 10 tane küçük bronz kazan (tencere), 2 tane kepçe ve biri koç başı, diğeri aslan başı biçiminde 2 tane maşrapa (situla) vardır.

Kazılar tamamlandığında: mezar odasında 169 tane Tunç ve Bakır kap, 15 tane çeşitli elbise, bu elbiselerde kullanılan 175 tane fibula yani bir çeşit çengelli iğne ve karyola üzerinde yatan kralın iskeleti.

 

Yemek kalıntıları:

Mezar odasında yemek tarihi açısından çok önemli bilgiler bulunmuştur.

Şöyle ki, buluntular arasında, görkemli bir ziyafeti işaret eden, bronz kazan, kap-kacak, kase gibi eserlerin içlerinde, taşlaşmış tortu ve donup kalmış yiyecek ve içecek kalıntıları bulunmuştur.

Mezardan çıkan Tunç ve Bakır kaplar incelendiğinde, Kral Midas’ın mezar odasında, son bir yemek yenildiği ve kalıntılardan menünün acı et güveci, mercimek lapası ve ballı bira olduğu anlaşılmıştır.

 

Yazıtlar:

Midas’ın mezarında bulunan yazıtların büyük bölümü, Tunç kapların üzerindeydi.

Üç tanesi temizlendikten sonra, ağzının tam kenarındaki küçük bal mumu levhalar üzerinde anlaşılmak Frig alfabesiyle yazılmış kısa yazılır görüldü.

 

Kalıntıların Sergilenmesi:

Mezar odasında bulunanlar günümüzde, Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde sergileniyor.

 

Ankara Polatlı Gordion Müzesi
Ankara Polatlı Gordion Müzesi
Ankara Polatlı Gordion Müzesi
Ankara Polatlı Gordion Müzesi
Ankara Polatlı Gordion Müzesi

GORDİON MÜZESİ

Gordion Müzesi, hemen Midas Tümülüsünün karşısındadır. Güzel bir müze, girmenizi, ziyaret etmenizi öneririm. Ancak, Tümülüs yazısında belirttiğim gibi, müze görevlileri ilginç, ziyaretçilere karşı stresli, müzede gezerken sürekli arkanızda birilerinin gezinmesi rahatsız ediyor.

Gordion Müzesi: 1963 yılında, Yassıhöyük olarak tanımlanan 500 kişilik nüfusa sahip küçük bir köyün yanında kuruldu. Günümüzde, müzede, bölgede egemenlik kurulan her dönem, karakteristik örneklerle temsil ediliyor.

Müzenin bahçesinde: Gordion şehrindeki kazılarda bulunan çok sayıda antik eserin yanı sıra Roma Mozaiği, Kayabaşı Mozaiği ve Galat Mezarı bulunuyor. Galat mezarı: 1954 yılında defineciler tarafından bulunmuş ve maalesef tahrip edilerek zarar verilmiştir. 1999 yılında mezarın yapı taşları tek tek numaralandırılmış, müzenin bahçesine taşınarak koruma altına alınmıştır.

Kayabaşı köyü mozaiği: Kayabaşı köyünde bulunan bir evin temelinden çıkarılmıştır. MÖ 8’nci yüzyıla tarihlenmektedir. Mozaik, çakıl taşlarının doğal hallerinin motiflendirilmesiyle oluşturulmuştur. Yani, henüz taşların boyanıp renkli mozaiklerin yapılmadığı döneme aittir. Bu nedenle, Anadolu’nun ilk mozaik kalıntısı olduğu söylenir.

Müzenin içinde bulunan 3 vitrinde: Eski Tunç eserleri, bunu takiben Kral Midas ile son bulan erken Frig dönemine ait eserler sergileniyor. Bu eserler içinde: Erken Demir çağına ait el yapımı çanak-çömlekler, erken Frig dönemine ait demir aletler, tekstil üretim aletleri vardır.

Yeni sergi salonunda ise: panaromik vitrin içinde: MÖ 700 yıllarına tarihlenen tipik bir yapı sergileniyor. Yeni salonun geri kalan kısmında ise, MÖ 6 ile 4’ncü yüzyıllara ait Yunan seramiği, Helenistik çağ ve Roma dönemine ait malzemeler sergileniyor. Son bölümde ise, Gordion’da ele geçirilen mühür ve sikke örnekleri görülüyor.

GORDİON ŞEHRİ KALINTILARDA GEZİ

Gordion şehri kalıntılarını görmek isterseniz: Tümülüs ve Gordion Müzesinin önünden sola doğru devam ettiğimizde, bir süre sonra buraya ulaşabilirsiniz, ancak burayı doğrudan görme veya tabela ile bulma şansınız yok.

Benden size tavsiye, yolun sol kıyısında, büyükçe bir toprak set gördüğünüzde, durun, aracınızdan inin ve bu toprak setin üstüne çıkın, Gordion şehri kalıntılarını uzaktan panoramik olarak görebilirsiniz. (keşke ilgililer tabela koymayı düşünseler)

Evet, Gordion şehrinde, güneydoğudaki tarihi kapı, sur içindeki saraylar ve Frig kral ailesi üyeleri ile zengin soylular için yapılmış 80 kadar yığma mezar tepeleri, şehrin en önemli özelliklerini yansıtır.

Kent Höyüğü

Höyükte; Gordion adını ortaya koyan, kitabeye benzer hiçbir açık delil bulunmamıştır. Buna rağmen, höyük eski Gordion olarak kabul edilir. 350 x 500 metre ölçülerindeki, yassı bir höyüktür. Sakarya ırmağının hemen doğusundadır.

Arkeologlar, anıtsal bir kapı ile birlikte, kral ailesine ait birçok yapı, evler ve kent duvarlarına ait kalıntılar ortaya çıkarmışlardır. Bunların tümü, Frigya krallığının en parlak dönemine (MÖ. 725-667) yıllarına tarihlenmektedir.

Kent Kapısı

MÖ. 8’nci yüzyılın sonlarında yapılmıştır. Yumuşak kireç taşından, 9 metre yüksekliktedir. Günümüze kadar korunmuş, anıtsal bir yapıdır. Kente asıl giriş ise, 9 metre genişliğindeki, 23 metre uzunluğundaki, üstü açık bir koridordan sağlanır.

Kapının iki yanında yer alan kulelerin ise, kente açılan birer kapısı bulunur. Tamamen kazılan, kuzey avlu silah deposu olarak kullanılmıştır. Güney avlu ise, Pers kapısının büyük güney duvarının korunması amacı ile günümüzde kazılmadan bırakılmıştır.

Kent Merkezi

Höyüğün orta kısmı, saraylar için ayrılmıştır. Kerpiçten bir duvar, sarayın birinci avlusunu kent kapısından ayırır. Daha kalın bir duvar ise, iç avluyu, kuzey-batı ve güney yönlerinde çevirir. Büyük olasılıkla, bu duvarlar, saray yapılarının doğu yönünde uzanmakta ve böylelikle onları, dışarıdan tümüyle ayırmaktadır.

Saraylar

Birinci avludaki iki yapı, bir ön oda ile arkasındaki ikinci odadan (ortada ocak bulunur) oluşan evlerdir. İkinci megaron; geometrik desenli mozaik ile döşenmiştir. Buranın, kral evi olduğu düşünülmektedir. Bu mozaik, bilinen en eski uygarlığa ait, çakıl taşı mozaik örneğidir. Bugün, bir kısmı Gordion müzesinde sergileniyor.

Üçüncü megaron ise, MÖ. 8’nci yüzyılın ikinci yarısında inşa edilmiş ve günümüze kadar, Gordion şehrinde ortaya çıkarılmış en önemli yapıdır.

İç avluda yer alan yapı; Frig akropol’ünün en büyük binasıdır. Yapı, iki sıra ahşap direkle, bir orta ve iki yana ayrılmıştır. Arkeologlara göre, orta bölümde, tek katlı ve yüksek bir salon vardı.

Yan kısımlar ise, iki katlı, ahşap galeriler şeklinde idi. Teras yapısının üzerinde bulunan megaronların, sarayın günlük işlerinin görüldüğü yerler olduğu düşünülüyor.

Evet; Gordion, Ankara’nın hemen dibinde ve ulaşılması zor olmayan bir yer. Fırsat bulunduğunda mutlaka gidilmeli, tarihsel süreçte, özellikle kulakları ve her şeyi altına çeviren özelliği ve düğümü ile öne çıkan bu şehir, bu uygarlık kalıntısı mutlaka görülmeli.

Düşünebiliyor musunuz ki, tarihsel süreç içinde, mitolojide günümüze kadar taşınan birçok efsaneye konu olmuş kral Gordios ve kral Midasın yaşadıkları, yürüdükleri bu topraklar üzerinde, aradan geçen 3000 yıl sonunda, sizlerde aynı havayı teneffüs ederek dolaşabileceksiniz, muhteşem bir duygu, mutlaka gidin

( küçük bir not; buraya gidince, buranın çok yakınında, 22 gün ve 22 gece süren Sakarya Savaşlarının dönüm noktasını oluşturan ve Türk’ün makus talihini yenmesine vesile olan DUA TEPEYE de kısa bir zaman ayırarak gidebilirsiniz.)

Polatlı Duatepe tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için. 

Polatlı Sakarya Şehitleri anıtı tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

Polatlı Mehmetçik Anıtı ve Müzesi tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.

GORDİON

HİSTORİC ASSETS

Situated 96 km. southwest of Ankara in the village of Yassıhöyük, Polatlı, Gordion was first inhabited in the late 3000 BC (Early Bronze Age). This particular ancient city has various layers of settlement belonging to the Hittites, the Phrygians, the Persians and the Romans, According to legend, the man who made Gordion a capital city for the first time in 8th century BC was the Phrygian King Gordias. The city enjoyed rapid growth and dazzling prosperity during the reign of King Midas (725-695 BC). Having been destroyed by the Cimmerians in 695 BC, Gordion was rebuilt as a commercial and military centre under the reign of the Lydians. The city was captured by the Persians in 546 BC, Alexander the Great in 333 BC and the Glatians in 278 BC. İt was abandoned soon afterwards, only to be occupied by the Roman army in 189 BC. During the Roman era, Gordion gradually lost its importance and became an insignificant setlement.

The ancient Gordians buried their deceased in a tomb called a tumulus. Over 80 tumuli lie scattered across a large valley to the east of the village of Yassıhöyük. These ancient tombs vary in size and were built out of wood covered with a large pile of earth.

The large tumulus in Gordion is believed to be that of King Midas. İt is the second biggest tumulus found in Anatolia, and measures 300 metres in diameter and 53 metres in height. A male skeleton, nine wooden tables, three big cauldrons, 166 bronze containers in various sizes and 145 fibulas, lying beside the head of the skeleton, were found in the burial chamber, which was made out of wood and enclosed on four sides.

The most important tumulus of the rest in Gordion is consructed using a special piling technique. Called the P tumulus, it is 80 metres in diameter and 12 meter in height and is estimated to date back  to around 700 BC. The burial mound is thought to be that of a child, as a small skeleton and some wooden toys shaped like lions, horses and deer were found in the burial chamber, 40 ceramic containers were also extracted from the tumulus. Most of the artefacts recovered in the Gordion excavations are on display in the Museum of Anatolian Civilizations and the Gordion Museum.

According to the famous legend of Gordion, the Phrygians were in search of a new leader. They were told by an oracle to crown the first person to enter the city on an ox-cart. That person happened to be Gordias, whose ox-card then got tied to a column by a knot of ivy. The ox-cart became the focus of another legend, as it was said that the one who managed to untie the knot would become the ruler of Asia. İn 334 BC, Alexander the Great made his way to Gordion to try and undo the knot. Unsuccessful, the impetuous Macedonian king drew his sword and cut the knot in two,  going on to fulfil the prophesy by conquering much of Asia. However, his untimely death at the age of 33 was thought by some to have been caused by his unorthodox method of undoing the Gordion Knot.

THE GORDİON MUSEUM

Established in Yassıhöyük in 1963, the museum exhibits hand-made pottery dating back to the Bronze Age, as well as metal weaving implements belonging to the early Phrygian Era, the period that ended with King Midas’s death. A typical dwelling dating 700 BC. İs exhibited  in a panoramic glass display case in the centre of the new hall. The remaining section of the new hall hosts imported Greek ceramics from 600 BC. and 400 BC. and other items of importance from the Hellenistic and Roman periods. İn the final section, visitors can browse a collection of Phrygian seals and silver coins.

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

 

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

Öncelikle: müzeye ulaşım önemli. Ziyaretçiler, birçok yoldan müzeye ulaşmayı deniyorlar. Araç ile giderseniz, Ulus semtindeki Atatürk Zafer Anıtının hemen solundaki yolu, doğruca takip edin, “tabelalar” sizi, Müzeye kadar götürecektir.

Ancak: müzeye varmadan hemen 100-150 metre kadar önce, sağınızda otopark bölümü var. Burayı geçmemeli ve aracınızı buraya park etmelisiniz, çünkü yukarı da, yani müze yakınlarında park yeri bulmak sorun.

Otoparktan sonra: yaklaşık 50 basamak civarında bir merdiven çıkarak, müzenin kapısına ulaşıyorsunuz. Yani, en mantıklısı, aracınızı otoparka bırakmak.

Yürüyerek çıkmayı düşünenler için, müze yolu biraz zahmetli.

Bence: Ulus halinin hemen arkasından, sağa rampa yukarı ilerleyen “Samanpazarı” yokuşunu  takip eden ve tepeye vardığınızda, sola dönerek, müzenin kapısına ulaşın. Ama dediğim gibi yol bayağı zahmetli ve özellikle: mutlaka lastik  tabanlı bir ayakkabı giymeniz şart.

Evet, bir şekilde, müze kapısına geldiğinizde: müze kartınızı gösterip ücretsiz girebiliyorsunuz. Müze kartınız yoksa: öğrenci için (yanınızda aynı yıla ait bandrolu bulunan öğrenci kimliğiniz bulunması yeterli) 30 TL. ve tam 120TL. ücretle, bir yıllık ülkemizin bütün müzelerine ücretsiz girmenizi sağlayan müze kartı satın alabiliyorsunuz.

Kart: eğer sistemlerinde bir sıkıntı yoksa, 2-3 dakikada basılıp size veriliyor. Ücreti tam 60 TL ve öğrenci 30 TL. dir.

Müzenin bahçe bölümü: elbette yeşillendirilmiş ve çiçeklerle süslenmiş ve birkaç taş eser konulmuş. Burada, banklara oturarak, dinlenmek mümkün. Bu bankların buraya konulması, yorulan ziyaretçilerin dinlenmesi için olumlu bir girişim olmuş. Güzel bir havada, bahçede mutlaka oturarak dinlenmenizi ve sonra gezinize başlamanızı öneririm. Müzenin bahçesin de bir de kafeterya var, ama elbette fiyatlar biraz yüksek, tercih sizin.

 

MÜZE BİNASI

Burası: Ankara kalesi bölgesi. Bir anlamda ise: “At Pazarı” olarak biliniyor ve isimlendiriliyor. Burada: genellikle Osmanlı döneminden kalma yapılar var. Bu yapılardan: iki tanesi: Mahmut Paşa Bedesteni ve Kurşunlu Han.

Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk: 1921 yılında, Ankara’da bir Hitit Müzesi kurulması emrini verir. Zamanın Kültür Müdürü Hamit Zübeyr Koşay tarafından, bu emir, zamanın Milli Eğitim Bakanına iletildiğinde: bu yukarıda sözünü ettiğim iki tarihi bina satın alınır ve kamulaştırılır. 1938-1968 yılları arasında, restorasyon çalışmaları sürdürülür. 1972 yılına gelindiğinde ise, müze, ziyarete açılır.

 

ÖDÜLLÜ MÜZE

1997 yılında: burası: Avrupa’da “Yılın Müzesi” olarak seçilir. Elbette, ödülün başında, Avrupa kelimesi olması anlamlı. Çünkü: Avrupa’da, özellikle: İtalya, Fransa, İspanya gibi ülkelerde, tarihi özellikler taşıyan, çok sayıda müze var. Bunların arasından sıyrılarak, Yılın Müzesi seçilmek elbette güzel bir olgu. Müzenin içine girdiğinizde, hemen karşıda, bu ödülün sergilendiği bir pano var.

Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi

MÜZE GEZİSİ

Müzenin zemin altı Bodrum Salonu

Buraya ana kapıdan değil, sağ yandan ilerleyerek yan kapıdan giriliyor. Ama müzenin içinden de buraya iniş merdivenleri var. 

Kapıdan salona girince, sol ve sağa uzanan iki koridor bulunuyor. Tam ortada;  bir bronz heykel ilgi çekiyor.

Bronz heykeller önemli, çünkü Helen ve Roma-Bizans dönemlerinde heykeller genellikle mermerden yapılmış, bronz heykel yapımı zor olduğundan bronz heykeller az sayıda ve nadir bulunuyor. Bu yüzden bronz heykeller çok değerli.

Evet bu bronz heykel ülkemizin bahtsız heykellerinden birisidir. Bu heykel çalınmış ve uzun uğraşlar sonucunda mahkeme kararı ile Amerika’dan geri alınmış ve burada sergileniyor. 

Sol yandaki koridora girdiğinizde: müzenin en önemli sergilerinden birisi yani “sikke” koleksiyonu bulunuyor. Burada: Anadolu’da kurulmuş birçok medeniyete ait birçok sikke bulunuyor ki, gerçekten muhteşem bir koleksiyon ve gayet güzel bir şekilde sergilenmiştir.

Dönemlerine ve yıllarına göre sergilenen ve dönemleri ile yılları, aşağıda bir listede yazılı sikkeleri zevkle izleyebilirsiniz.

Aynı bölümde: yine Anadolu’da kurulmuş medeniyetlere ait: seramik, metal objeler, cam objeler, süs takıları bulunuyor.

Süs takıları bölümünde: özellikle yüzük/mühürlerin üzerine işlenmiş görüntülerin, büyütülerek ekrana verilmesi iyi bir uygulama, iyi düşünülmüş, bu görüntüleri normalde görme şansı yok, ekrandan harika görünüyorlar.

Diğer  koridorda ise: Ankara ve çevresinde elde edilen buluntular sergileniyor. Bunlar arasında benim en çok ilgimi çeken: Ankara çevresinde bulunan sikkeler arasında: üzerinde “gemi çıpası” bulunan ve tarihte ilk kez “Ankara” isminin kullanıldığı sikkelerdir.

Deniz bulunmayan bir yerde yani Ankara’da, şehrin simgesinin “gemi çıpası” olması ilginç.

Bunun sebebi: Galadlar denilen savaşçı ve denizci bir topluluğun: İstanbul boğazını geçtikten sonra: dönemin Anadolu’daki o bölgedeki en büyük medeniyeti olan Pontuslar: bölgeye ulaşan Mısır donanması ile denizde savaşmaktadırlar.

Pontus İmparatoru, Galadlar la bir anlaşma yapar ve Galatlar bu savaşta Pontusların yanında savaşa girerler, savaş sırasında Mısır amiral gemisini ele geçiren Galadlar gemide ki çıpayı hatıra olarak yanlarına alırlar.

Savaşın ardından: Pontus imparatoru Galadların isteğini sorduğunda, Galadlar kendisinden yerleşmek üzere toprak isterler. Bunun üzerine, Pontus imparatoru, Galadlara: günümüzde Ankara şehrinin de içinde bulunduğu bölgeyi verir ve bunun üzerine, Galadlar, günümüzde Ankara’nın bulunduğu yerde bir yerleşim kurarlar ve hatıra olarak tam merkeze Mısır gemisinden ele geçirdikleri gemi çıpasını yerleştirirler. Evet: Ankara şehrinin simgesinin çıpa olmasının nedeni budur.

Evet, bu koridorda: Ankara şehir merkezinde: Roma hamamı, Roma tiyatrosu, Balgat Roma mezarı ve diğer birkaç yerde yapılan kazılarda bulunan antik objeler sergileniyor. Ayrıca: yine Ankara yakınlarında, halen Sarıyar barajı suları altında kalan ünlü Roma antik kentinin nekropolünde yani mezarlarında bulunan objeler sergileniyor. Son bölümde ise: Ankara ve çevresinde yaşadığı düşünülen hayvan nesillerine ait kalıntılar sergileniyor.

Bu salondaki geziniz için 1 saat ayırmalısınız. 

 

Şimdi, Müzenin ana kapısından girdikten sonraki bölümler; 

Evet: müze binasına girdiğinizde, özellikle tatil günlerinde, mutlaka ziyaretçi kalabalığı ile de karşılaşıyorsunuz. Zamanınız uygunsa: müzeye hafta içi günlerde (pazartesi hariç, çünkü kapalı) gitmelisiniz. Çünkü, ancak o zaman, sakin bir gezi yapabilirsiniz.

Ana kapıdan müzeye girdikten sonra: sağ yönde ilerleyin. Çünkü, müzedeki objelerin sergilenmesi, zamanlara göre yapılmış ve en eski eserler, sağdaki ilk bölümde sergileniyor. Daha sonra, yine dönemlere göre ve uygarlıklara göre düzenleme yapılmış.

Evet, burada: sizi ilk karşılayacak panolarda-vitrinlerde:

Önce bir Türkiye haritası ve bu harita üzerindeki antik yerlerin ışıklı gösterimi, sonraki panolarda: Anadolu’dan toplanmış: paleolitik, neolitik dönemlere yani, günümüzden 2 milyon yıl önce başlayan ve 10 bin yıl önce biten zaman dilimine ait, kalıntıların sergilendiği vitrinler var.

Hemen koridorun köşesinde ise: yine aynı dönemlerde yaşayan insanların, yaşam yerlerinin betimlendiği bir yer, bire-bir maket olarak hazırlanmış.

Burada: dikkatinizi çekecek olan, insanlar ölülerini yaşadıkları yerde gömmeleri ve yaşam alanlarının, yerin altına doğru kazılması ve merdivenle inilmesi. Yani, evler, zemin altında, toprak içinde. Ayrıca, evlerinin dekorasyonunda, boğa başı heykelleri kullanmışlar.

Devam ediyoruz ve hemen karşımıza: yine aynı döneme ait, yani binlerce yıl öncelerine ait: mağara duvar resimleri, kemik kalıntıları, kullanılan aletlerin örneklerinin sergilendiği vitrinler var.

Devam ettiğimizde: karşımıza müze koleksiyonunun en değerli parçalarından biri çıkıyor.

Ana tanrıça Kybele heykeli. Her gittiğimde: bu heykelciğin karşısına geçip, 7-8 dakika izliyorum. Siz de izleyin, çünkü, düşünün ki, Anadolu’da, yaşadığımız bu topraklarda, bizlerden binlerce yıl önce yaşamış insanlar, bu heykele yüzlerce yıl tapınmışlar. Heykel, o kadar özel ki, vücudunun çeşitli bölümlerinin ölçüleri aşırı büyük olarak betimlenmiş.

Elbette bunun nedeni, ana tanrıça yani doğurganlığı ve bereketi simgelemesi. Aynı zamanda, dikkatimi çeken şu oldu: Anadolu’da, tapınılan en büyük tanrının, bir tanrıça olması yani bir kadına ait olması da, kadına verilen önemin ifadesi açısından bence önemli.

Gezimize devam ettiğimizde: bu kez karşımıza, Anadolu’da yine büyük bir uygarlık kuran, Hititler ve onların öncülleri, Hattiler bölümü geliyor.

Burada da, müzenin sembol eserlerinden: güneş kurslarını görebiliyorsunuz. Özellikle: hemen soldaki, kırmızı zemin üzerine yerleştirilen, güneş kursu muhteşem. Hemen solunda: yine içinde, o dönemlerde kutsal olarak kabul edilen, geyik heykelleri bulunan güneş kursları sergileniyor.

Siz bunları görünce elbette hemen Ankara Sıhhiye Meydanındaki Anıtı hatırlayacaksınız. Evet, bunlar bir zamanlar Ankara Belediyesi tarafından “simge” olarak kabul edilmiş ve daha sonra ise vazgeçilmiştir.  

Evet, gezimize devam ediyoruz.

Bu güneş kursları: Hattiler döneminde, dinsel ayinlerde kullanılmıştır. Zaten: Çorum ilimizin Alaca ilçesinde, Alacahöyük yöresinde, Hatti kral mezarlarında, mezar hediyesi olarak bulunmuştur.

Bunlar, cenazenin mezara nakli sırasında, cenaze alayında, ucuna uzun bir sopa  takılarak kullanılmış ve üzerindeki hareketli parçalar, yürüyüş sırasında, çıkardıkları sesler ile, cenaze alayında mistik bir müzik oluşmasını sağlamış ve cenaze gömülürken, bu güneş kursu da cenaze ile birlikte gömülmüş ve yakın zaman önceki arkeolojik kazılarda bulunarak, müzede sergilenmeye başlamıştır.

Bunları izlerken: yapıldıkları ve kullanıldıkları dönemi  düşünün, günümüzden binlerce yıl öncesinde, bu topraklarda yaşayan insanların, bunları yapabilecek düzeyde bir kültüre ve gelişime sahip olduklarını düşünün. O zaman bunlar daha çok anlam ifade ediyor.

Güneş kurslarının bulunduğu yerde, hemen solda aşağıya doğru inen bir merdiven var. Bu merdivenle aşağıya indiğinizde, yukarıda belirttiğim müzenin en alt bodrum katı sergi salonları bulunuyor. 

Evet, aşağıdaki bölümü gezdikten sonra merdivenle yine yukarı bölüme çıkabilirsiniz. 

Yukarıda sonraki bölümde, Hititlerden sonra, yine Anadolu’da büyük bir uygarlık kurmuş olan, Friglerin günümüze ulaşan eserlerinin sergilendiği bölüm geliyor. Burada: özellikle, tam koridorun köşesindeki, sağ bölümde, bir çivi yazısı ile  tablet üzerine yazı yazan kişinin betimlendiği, maket var.

Hemen solunda ise, Asurlular ve Hititlerden günümüze kalan, çivi yazılı tabletler var. Bunlar arasında, özellikle görmenizi istediğim: Anadolu’daki iki kralın birbirlerine yazdıkları tablet, evlilik belgesi yazılı tablet ve özellikle, bir boşanma belgesi mahiyetindeki  tablet.

Boşanma belgesi tabletinde: boşanma halinde, kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olduklarının yazılı olması, mutlaka ilginizi çekecektir.

Günümüzden binlerce yıl öncesi, kadının bu topraklardaki önemi, rolü ve eşit haklara sahip olmasını düşünün.

Devam ediyoruz. Hemen ortadaki ilk panolar: ahşap Frig dönemi eserlerine ait. Özellikle: ahşap masaların güzellikleri büyüleyici.

Daha sonra: Urartu uygarlığı, yani Doğu Anadolu medeniyetleri eserleri var. Özellikle, sol yanda: bir at başını süsleyen, o dönemlere ait “at başı kuşamı” ilginç. Ayrıca, bir kalkan var.

Evet: şimdi bu koridorda, biraz geri gelin ve hemen soldaki kapıdan girerek, orta bölüme geçin.

Orta bölümde: taş eserler sergileniyor ve ayrıca: Sinevizyon gösterileri düzenleniyor. Hoş ne zaman düzenlendiği meçhul, ben bu müzeye, 8-9 kere gittim ve hiçbirinde bu gösterilere rastlayamadım.

Neyse, taş eserler ilginç elbette, çünkü, bulundukları yerlerden çıkarılıp buraya getirilmeleri çok mantıklı. Hattuşaş yani Hititlerin başkentindeki, aslanlı kapının her iyi yanındaki aslanlar burada sergileniyor.

Ayrıca: Hitit askerleri, Hitit tanrıları, Hitit prensleri, muhteşem taş eserler var. Bunları: gezin, hatta ve hatta günümüzden binlerce yıl önce yapılmış bu eserlere bu kadar yakın olabilmek muhteşem bir duygu.

Burada, Alacahöyük’ten getirilen özellikle kapı stelleri muhteşem güzel, bunlar bulundukları yerden sökülerek buraya getirilmiş. Sergileme de oldukça güzel, sergilenen objelerin hemen altlarında ayrıntılı açıklamalar yazılı.

Evet, müze gezisi burada bitiyor.

Müzeye girişte kullandığınız ana kapıdan, müze dışına, yani bahçeye çıkılıyor. Bahçedeki banklarda yine kısa bir mola verebilir ve müzenin tuvaletlerini kullanabilirsiniz. Tuvaletler oldukça temiz ve müzeye yakışır şekilde düzenlenmiş.

Son olarak, şunu belirtmekte yarar var.

Müzeyi her ziyaret ettiğimde, farklı objelerin sergilendiğini gördüm, çünkü müzenin depolarında bulunan objelerin hepsinin aynı anda sergilenmesi mümkün olmuyormuş, umarım Ankara’ya, Anadolu’nun muhteşem geçmişine yakışır, büyük ve ayrıntılı bir başka müze binası en kısa zamanda yapılır.

Ayrıca: müzede bazı eserlerin yerinde bir yazı göreceksiniz ki, bu yazı, bazı eserlerin başka yerlerdeki geçici sergilere götürüldüğü yazılı. 

Sonuç olarak, Ankaralı iseniz veya Ankara’yı ziyaret ederseniz, bence mutlaka gidin ve bu müzeyi ziyaret edin.

 

Ankara Kalesi

 

Ankara Kalesi

Ankara kalesine son olarak Temmuz 2023 tarihinde gittim, kalenin video çekimlerini görmek isterseniz: Youtube “Orhan Meral” ismiyle mevcut sitemde bulabilirsiniz. En altta ise bağlantı var.

Dik yamaçlar üzerine, bir kartal yuvası gibi inşa edilmiş. Şüphesiz ki: başkentin görülmeye değecek yerleri arasında ilk sırada. Zamanında: Ankara, 3 önemli akarsu (Hatip, Çubuk, İncesu) nun birleştiği noktada, hakim bir tepe üzerinde kurulmuştur.

Burada: tarih süreci içinde: Galatlar Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Haçlılar ve sonra yine Selçuklular ve ardından Osmanlılar hakimiyeti ele geçirmişlerdir. Ancak: ilk yapılışının: Galatlar döneminde olduğu sanılıyor.

Galatlar: daha önce birkaç yazımda sözünü etmiştim, Ankara şehrinin ilk yerleşimcileri, kurucusu olarak tanınıyorlar. Hatta, Ankara yöresine “Galatia” denilmektedir.

Kısaca söz etmek gerekirse

Galatlar, Balkanlar-Avrupa yöresinden gelmişler ve İstanbul’da bir süre yaşamışlar. Hatta: İstanbul’daki Galata kulesinin, bunlar tarafından yapıldığı söyleniyor. Bunlar, zamanla İstanbul boğazını geçerler ve Anadolu içlerinde ilerlerken: Karadeniz kıyısında, Pontus kralına, Mısır  donanması ile yapılan savaşta yardımcı olurlar ve Mısırlılar yenilir. Bunun üzerine, Pontus kralı, Galatlara, ne istediklerini sorar.

Galatlar: kraldan, yerleşim yeri isterler ve bunun üzerine, Ankara ve çevresindeki bir kısım arazi: kendilerine verilir. Bunun üzerine, Galatlar, Ankara yöresine yerleşirler ve buradaki ilk yerleşimci olarak isimleri tarih sahnesine yazılır. Hatta: yenilgiye uğrattıkları bir Mısır gemisinden ele geçirdikleri, büyük bir çıpayı; yanlarında getirirler ve yeni kurdukları şehrin (Ankara) tam orta yerine koyarlar.

Evet: Ankaralılar ve Ankara’yı ziyaret edenler, günümüzde hemen Ankara kalesi kapısının önünde ve “Armada” Alışveriş Merkezi önündeki büyük “çıpa” nın, denizi olmayan Ankara şehrinde ne anlama geldiğini belki düşündüler. İşte, anlamı bu, yani, ilk kuruluş aşamasında Ankara şehrinin simgesi, bir çıpa.

Evet, biz yine kaleye gelelim. Dediğim gibi, kale, muhteşem bir yerde. Yani, konum olarak, tam bir kartal yuvası gibi. İlk yerleşimciler, buraya kale kurarlar ve tepenin eteklerinde yerleşirler. Daha sonra: Frigler görülüyor.

Hatta: Frigya kralı Midas, bir gün bir rüya görür. Rüyasında: bir gemi çıpasının bulunduğu yere şehir kurması söylenir. Bunun üzerine, araya-araya gemi çıpasını bulurlar ve buraya, yani Ankara’ya yerleşirler. Evet, Galatlardan sonraki karanlık dönemi takiben, burada bir sürede Frig yerleşimi olduğu söyleniyor.

Hatta: bu döneme ait şehirde bir kalıntı bile söz konusu. Günümüzde: Ulus-Hacıbayram Camisine bitişik, Augustus Tapınağının bulunduğu yerde, daha önce, pagan döneminde, bir Frig tapınağı bulunduğu söyleniyor.

Kale: her ne kadar ilk kez Galatlar döneminde yapılmış olsa da, bugünkü görünümü: Roma-Bizans ve Selçuklu dönemlerinden kalma. 110 metre yükseklikteki tepe üzerine: iç ve dış kale olmak üzere, iki bölümlü yapılmış. Dış kale surları, zamanla yıkılmış, günümüzde ise iç kale surlarının bir kısmı görülüyor.

Özellikle: hemen giriş kapısının bulunduğu yerdeki surların taşları arasında görülen, devşirme taşlar, kalenin yapımında, çevredeki: heykel, lahit ve sütun başlıklarından da yararlanıldığını gösteriyor.

Roma imparatoru Caracaila, 217 yılında, kalenin surlarını onattırmıştır. 222-260 yılları arasında ise, İmparator Severus Alexander, Perslere yenilince kale kısmen tahrip olur. Ancak, 7’nci yüzyılın ikinci yarısında, Romalılar, kaleyi yeniden onarırlar.

Roma imparatoru Konstantinos, 688 yılına gelindiğinde, dış kaleyi yaptırır. İmparator IV. Leon ise, 740 yılında, kale duvarlarını onarttırır ve bu sırada, iç kale surlarını da yükselttirir. İmparator Nikephoros ve İmparator Basileios ise, 9’ncu yüzyılda, kaleyi yine onartırırlar.

Evet, dediğim gibi, iç surlar günümüze ulaşmış. Bu surlar: MS. 630 yılında, Roma imparatoru Heraklius döneminde yapılmıştır. Ancak: özellikle günümüzde görülmeyen dış surların: o dönemdeki Arap saldırılarını engellemek için, MS. 859 yılında, Bizans İmparatoru III. Mikhael tarafından onarıldığı biliniyor.

O dönemdeki dış surların uzunluğunun: 350 metre ve iç surların uzunluğunun ise: 180 metre olduğu biliniyor. İç kale: dikdörtgen planlıdır ve yöresel Ankara taşından, yani bazalt taşından yapılmıştır. Özellikle: bent deresi yönünde , yani bölgenin en korunaklı bölümünde, 110 metre yükseklikte “Ak burç” bulunuyor.

Akkale

Selçuklu döneminde yapılmıştır. Sarp bir damaca dikilmiştir ve buranın surları, bölgenin en yüksek noktasındadır. Cumhuriyet tarihinin ilk müzesi olan Eti Müzesi, 1921 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle burada açılmış ve 1948 yılına kadar faaliyet göstermiştir.

Ancak, burası günümüzde ziyarete kapalı. Sanırım: üstünde görülen çok miktardaki telsiz-radyo-televizyon alıcı-vericisi nedeniyle ziyarete izin verilmiyor. Ama: çok uzaklardan görülen şanlı Türk Bayrağımız, burada dalgalanıyor.

1073 yılına gelindiğinde: kale, bu kez Selçuklular tarafından ele geçirilir. Bu dönemde, kaleye yeni ilaveler yapılır.

Ankara Kalesi

KALENİN GENEL ÖZELLİKLERİ

Ankara kalesinde, yükseklikleri: 14-16 metre arasında değişen, beşgen şekilli 42 kule var. Dış surlar: kuzey-güney doğrultusunda ve yaklaşık 350 metre, doğu-batı doğrultusunda ise, yaklaşık 180 metredir. İç kalenin güney ve batı duvarları, dik açı oluşturur. Doğu duvarı, tepenin girinti ve çıkıntılarını izler.

Ankara Kalesi

KALE GEZİSİSaman pazarı yönünden çıkarak veya doğrudan Ulus semtinden-Atatürk Anıtının hemen yanındaki yolu, dümdüz takiben buraya ulaşabilirsiniz. Bayağı dik bir yokuş var. Buna hazırlıklı olmalı ve özellikle, ayaklarınız da lastik tabanlı ayakkabı giymelisiniz.

Ankara Kalesi Saat Kulesi

Saat Kulesi

Kale kapısına ulaştığınızda: hemen sol yanda, bir saat kulesi var. Bu kule: Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit zamanında, saltanatının 25’nci yılı anısına, her ile yaptırılan saat kulelerinden biridir. Kale, surlarına ilave edilerek yapılan saat kulesinin üstünde: halen faal bir saat var.

Ankara Kalesi Çukurhan

Çukurhan

Burada: dikkatinizi çekmek istediğim bir yapı daha var. Çukur han.

Burası: UNESCO tarafından, dünya üzerinde mutlaka kurtarılması gereken 100 anıttan biri olarak listeye dahil edilmiş, yani bu derece önemli bir yapı.

Çünkü: Çukur han: 16’ncı yüzyılda yapılmış. Yani, yaklaşık 500 yıllık bir yapı. Burası: Osmanlı döneminde cezaevi ve daha sonra ise kervansaray olarak kullanılmış.

Son bir-iki yıldır burada büyük bir restorasyon çalışması vardı, son gittiğimde bittiğini gördüm, gayet güzel yapılmış, ön cephesinden gördüğüm kadarı ile, güzel bir restorasyon geçirmiş.

Emeği geçenlere  teşekkürler. Ama bir yandan da, şunu düşünmemek elde değil. Bu tarihi yapı: Kültür Bakanlığı tarafından özel sektöre kiralanmış. Otel olarak kullanılacakmış. Bilmiyorum, sahip çıkabilirler mi, günün birinde, yandı diye haber alırsanız, şaşırmayın. Umarım, yeterli tedbirler alınmıştır.

Kale kapısından içeri giriyorsunuz: daracık yollar, sokaklar ve bu sokaklarda ilerlemeye çalışan araçlar. Egzoz kokuları ve araba kim geçecek öncelik kimde derken, bir şekilde ilerliyorsunuz ama elbette sıkıntılı.

Evet, devam edelim. Kale içi Sit alanı olarak kabul edildiğinden, çivi bile çakılmıyor. Restorasyon çalışmaları ise, özel izinle yapılıyor. Zaten, kale içindeki derme-çatma konutların çoğu, günümüzde, Ankara’nın pahalı eğlence mekanları, restoranları ve kafeleri olarak kullanılıyor. Bunun dışında ise, birçok ev.

Kale içinde, günümüzde 600 ev bulunduğu söyleniyor. Hatta, ilk yerleşim, söylenenlere göre, Osmanlı döneminde olmuş. Çünkü: daha önceki dönemlerde, aslen iç kale içlerinde yerleşime izin verilmez, halk kale dışında yerleşir ve tehlike halinde, iç kaleye girilirdi. Ama: şu an, burada yüzlerce ev var. İnanmak mümkün değil.

Sizler bu dar sokaklarda ilerlemeye çalışırken, hedefinizi “sur üstü” olarak belirleyin. Bulamazsanız, çevredeki çocuklardan yardım alabilirsiniz.

Sur üstüne geldiğinizde, 50-60 basamaklı bir merdivenden yukarı çıkıyorsunuz, çıkarken elbette birçok satıcı görüyorsunuz. Sur bölümüne geldiğinizde demir bir kapıdan geçtiğinizde, bir avlu ve bu avludan yine gayet tehlikeli bir merdivenle, yukarı çıkıyorsunuz.

Burada, özellikle belirtmek istiyorum, unutmayın ki: yanınızda özellikle çocuk varsa, yukarıda çok büyük tehlike bekliyor. Çünkü: sur bölümünde, kenarlarda herhangi bir koruma yok, yani kesinlikle  dikkatli olmanız, belki kendiniz için bile şart.

Sur bölümüne çıktığınızda, muhteşem bir Ankara manzarası sizi bekliyor. 360 derece, yani ne tarafa dönerseniz, Ankara’nın değişik bir yeriyle karşılaşıyorsunuz. Göz alabildiğine uzanan bir şehir ve gökyüzü. Gerçekten muhteşem bir manzara ve her Ankaralının bunu  tatmasını öneririm.

Özellikle: buradan, güneşin batışını mutlaka izleyin. Ayrıca: Ankara kalesi, Ankara’nın turizm potansiyelinde öne çıkarılmalı, çünkü, ben son gittiğimde (Temmuz 2022) burada, birçok çok az sayıda turist gördüm. Demek ki gerekli tanıtım yapılamıyor.

Evet: Ankara kalesi. Kalenin dar sokaklarında, gezinin ve bu sırada kale surları taşları arasındaki, önceki dönemlere ait devşirme heykel, lahit, sütun parçalarını görün. Biraz önce anlattığım gibi, sur bölümüne çıkın ve Ankara’nın muhteşem manzarasını ve özellikle güneşin batışını izleyin.

Bu gezinizi, kalenin hemen biraz altındaki, Anadolu Medeniyetleri Müzesi gezisiyle birleştirebilirsiniz. Müze hoşunuza gitmezse: kalenin kapısından çıktığınızda, sol bölüm istikametinde ilerlerseniz, Ankara’nın otantik ara sokaklarını gezebilirsiniz.

Ankara Kalesi Alaaddin Camii

Alaattin Camii

Bu arada: iç kalede bir de cami görülüyor. “Alaattin Camisi”, Evliya Çelebi’nin notlarına göre, eskiden kilise imiş. Evliya Çelebi, iç kalede: bağsız-bahçesiz 600 hane bulunduğunu belirtiyor.

Caminin “Alaattin Keykubat” tarafından yapıldığı kabul edilse de, minberindeki yazıt 1178 tarihini ve Musut I’in adını veriyor. Caminin: 1361 tarihinde, Orhan Gazi ve 1433 yılında Şerife Sünbül Hatun tarafından onarımı yaptırılmıştır.

Gündüz yaşanan bu güzelliği, arzu ederseniz, kaledeki restoranlardan birinde “akşam yemeği” yiyerek noktalayabilirsiniz.

ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER

Bir yetkili çıkıp ta, bu kalenin içine araç girmesini niye engelleyemez bilmiyorum. Gelişmiş ülkelerde, bu tür tarihi yapıların içine bırakın araç girmesine izin vermeyi, insan yaşamasına bile müsaade etmiyorlar.

Evet, araçlar o daracık sokaklara girince, o araçları kullananlar, topu topu, yürümek zorunda oldukları, 150-200 metrelik yoldan tasarruf ediyorlar, hayır, bırakın yürüsünler, kalenin içine araç girmemesi için lütfen tedbir alın.

Bunun dışında, yine gelişmiş ülkelerde, yapılan bir uygulama, bu tür tarihi yapıların içi kamulaştırılır, buralarda yaşayan insanlara, en harika konutlar tahsis edilir ve daha uygun yerlerde yaşamaları sağlanarak, tarihi yerler, tamamen ziyaretçilerin serbestçe-rahatça ziyaretlerine açılır.

Sonra: Ankara’da turizm gelişmiyor demenin bir anlamı yok.

THE ANKARA CİTADEL:

The citadel sits on a hilltop overlooking the modern city and has no generally accepted date of completion. İt is known, however, that its existence goes back as far as the second century BC and the Galatian period. Afterwards, it was restored by the Romans who upgraded the building and defences.

The citadel has outer and inner walls, the latter of which were probably built by the Byzantines. Worn down by continuous Arab assaults, the castle went through a comprehensive restoration in 900  AD at the hands of the Byzantines. It is not known when the outer wall was completed. Following the conquest of the castle by the Seljuk Turks in 1073, the citadel underwent further renovation during the Ottoman era. The early Republican period saw more refurbishment and a strengthening of the citadel walls.

The outher citadel contains 20 towers dotted along the walls, which are pierced by two main gates: the Outer Gate, facing west, and the Citadel Gate facing south. An old Persian inscription dating back to 1330, the era of İlhanlılar (a Turkish principality), can be seen engraved over the citadel gate.

The inner wall is built around a rectangular base and was completed partly with Ankara stone and other materials, 42 pentagonal towers, the heights of which vary from 14-16 meters, stand along the inner wall. Old houses and the Alaeddin Mosque, dating from the Ottoman period, are still found in good shape inside the citadel itself, and the area has a charming village-like atmosphere.