Şanlıurfa Bozova

Şanlıurfa Bozova

Türkiye’nin gururu Atatürk Barajı ve Hidroelektrik Santralı tesislerini ve baraj gölü kıyısındaki soysal tesisleri mutlaka görmelisiniz. Bu tesisleri yapmayı başaran ülkemizle gurur duyacaksınız.

Şanlıurfa Bozova

ULAŞIM

Bozova-Şanlıurfa arası uzaklık: 38 km., Bozova-Adıyaman arası uzaklık: 96 km., Bozova-Diyarbakır arası uzaklık: 121 km. dir. Bozova’nın Atatürk Barajına uzaklığı ise: 22 km. dir.

TARİHİ

Bu yöre: Asurlular döneminde: Asurnianu, Romalılar ve Ermeniler döneminde: Tormenapa, Araplar döneminde: Telhüvek, Türkmenler döneminde Yaylak olarak isimlendirilmiştir. Tarihi: MÖ.7250-5500 yıllarına kadar uzanmaktadır. Ayrıca: 1982 yılında, İğdeliköyü yakınlarında yapılan arkeolojik çalışmalarda elde edilen buluntular, bölgenin günümüzden 7000 yıl öncesine kadar yerleşimlere ev sahipliğine göstermiştir.

Bozova civarında kurulan ilk medeniyet: Asurluların Asuranianu ismini verdikleri ve MÖ.2000 ile 606 yılları arasında hüküm sürdükleri dönemde oluşan medeniyettir. Bozova bölgesi daha sonra Makedonyalıların, Roma imparatorluğunun ve Bizans imparatorluğunun eline geçer. 640 yılında, Hz. Ömer zamanında, Übeyt ibni el Cerrah tarafından, Urfa’nın fethi ile birlikte, İslam topraklarına katılır.
1402 yılından 1516 yılına kadar; sürekli olarak İran Safavileri, Mısır Memlukları ve Osmanlılar arasında el değiştirir.

Şanlıurfa Bozova

GENEL ÖZELLİKLERİ

SOSYAL HAYAT

Türkiye’nin en büyük barajı ve hidroelektrik santralini bünyesinde bulundurması ve GAP’ın merkezinde olmasına rağmen, Bozova’da sosyal hayat oldukça durgundur. Atatürk Barajı inşaatı sırasında bir hareketlilik gözlense de, baraj inşaatının bitiminden sonra tekrar sade ve gelenekçi hayat tarzına devam edilmiştir. İlçe merkezinde; sinema, tiyatro ve gazino gibi eğlence yerleri yoktur.

Atatürk Barajında bulunan; DSİ Müdürlüğüne ait sosyal tesisler, amfi tiyatro ve kır kahvesine ilave olarak, Holan Tepesi olarak bilinen ormanlık alan içinde: Su ve Doğa Sporları Merkezinin de bulunduğu dinlenme ve mesire yerleri, 2001 yılında hizmete alınmıştır. Özellikle, baraj gölünün kıyısında bulunan sosyal tesislerde; yelken, sörf, kürek ve yüzme gibi her türlü su sporları yapılabilmektedir.

Şanlıurfa Bozova

GEZİLECEK YERLER

Şanlıurfa Bozova Çarmelik Kervansarayı

ÇARMELİK KERVANSARAYI 

Şanlıurfa-Gaziantep kara yolunun, Aligör köyünün kuzeyinden Bozova’ya giden yolun, 14’ncü km. dedir. Kocatepe, Büyükhan köyünde bulunuyor.
Bu anıtsal eser: ticaret kervanlarının ve hac yolcularını konaklaması için Selçuklular döneminde yapılmıştır. Ancak, kitabesi bulunmadığından, kesin inşa tarihi bilinmemektedir. 15’nci yüzyıldan kaldığı sanılıyor. Yani: muhtemelen 1234-1235 yılları arasında, Selçuklu dönemine tarihleniyor.

Avlunun çevresinde: ahırlar, kışlık ve yazlık odalar bulunur. Avlu da, bir de su kuyusu var. Yapıya giriş, kuzey cephesinin ortasındaki eyvandan. Bu giriş eyvanı ve avlunun etrafını çevreleyen mekanların büyük bir kısmı, günümüzde yıkılmış durumda. Plan şeması olarak Selçuklu şehir dışı hanlarından çok, Suriye çevresindeki 12 ve 13’ncü yüzyıl hanlarıyla benzerlik gösteriyor.

Evliya Çelebi; Seyahatnamesinde :” Suruç’tan kalkarak batıya doğru, iki saatte Çar Melik kalesine ulaştığını, burasının dört hükümdar (Çar Melik) kardeş tarafından yapıldığı için bu ismi aldığını “ belirtiyor.
Güneydoğu Anadolu bölgesinden daha çok Suriye geleneklerinden izler taşıyan özgün konumu ve yöredeki “Han” yapılarının en erken tarihlisi olması bakımından, çok önemli bir eser.

Şanlıurfa Bozova Çarmelik Camii

ÇARMELİK CAMİİ

Hanın kuzey kapısının karşısında, 2 katlı olarak yapılmış. Alt katı: dershaneler, üst katı ise camidir. 6 adet kubbe ile örtülü, son cemaat yeri, 3 kemerli ve kubbesizdir. İskender diye adlandırılan mevkide bulunan mezarlıkta ise, yan yana bulunan ve iki kardeşe ait olduğu söylenen mezarların, bu camii ve hanı yapan kardeşlere ait olduğu söyleniyor.

TİTRİŞ KERVANSARAYI

Bozova’nın: Titriş Köyündedir. Kitabesi bulunmadığından, yapım tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Yapı üslubu: Osmanlı döneminde, 15-16′ ncı yüzyıllara bağlanmaktadır.
Yapı: kesme taştan, dikdörtgen planlı olarak yapılmıştır. Güney cephesindeki yuvarlak ve basık kemerli bir kapıdan girilir. Bu eyvan, direklerle desteklenen beşik tonoz örtülüdür. Buradan avluya geçilir.

Avlunun doğu ve batı yönleri: yuvarlak kemer ve payelerin taşıdığı kare planlı tonoz örtülüdür. Revakların doğu ve batı yönündekiler, direklerin desteklediği düz damlıdır. Kuzeydeki revakın üzerine, sonradan beton dökülmüş ve buradaki kapalı mekanlar yıkılarak yerlerine dükkanlar yapılmıştır. Hanın, üç cephesi orijinalliğini korumuş olmasına rağmen, iç mekanları tamamen bozulmuştur. Günümüzde harap durumdadır.

Şanlıurfa Bozova Atatürk Barajı

ATATÜRK BARAJI

Evet, bu bölgeye gelip de, Türkiye Cumhuriyet tarihinin en büyük yapısını görmeden sakın ayrılmayın. Bu büyük yapının haşmeti, gözünüzü korkutacak ama bir yandan da, bir Türk olarak sizlere gurur verecek.

Şanlıurfa Bozova Atatürk Barajı

Burayı görmeden önce: GAP hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.

GAP, Güneydoğu Anadolu Projesi. Türkiye yüzölçümünü ve nüfusunun yaklaşık % 10 nu oluşturan Güneydoğu Anadolu Bölgesinde: toprak, su, insan kaynaklarını geliştirerek, top yekun sosyo-ekonomik kalkınmaya yönelik, bütünleşmiş ve sürdürülebilir insani gelişme ilkesine dayalı bir girişim. Projenin temel hedefleri: Güneydoğu Anadolu Bölgesi halkının, gelir düzeyi ve hayat standardını yükselterek, bu bölge ile diğer bölgeler arasındaki gelişmişlik farkını ortadan kaldırmak. Kırsal alandaki verimliliği arttırarak, istihdam olanakları yaratmak, ekonomik büyüme ve milli gelir gibi kalkınma hedeflerine katkı sağlamak.

Şanlıurfa Bozova

Önceleri: Fırat ve Dicle nehirleri üzerine, sulama ve hidroelektrik enerji üretimine yönelik: 13 proje demetin içinde, 22 baraj ve 19 hidroelektrik santralı yapımı planlanmış. Proje kapsamında: GAP Uluslar arası havalimanı yapımı sürdürülmektedir. GAP’ın büyük kilit yapılarından biri olan Urfa Tünelleri ise, bitirildiğinde, toplam: 476.000 hektar arazinin sulanması sağlanacaktır. Tünellerin toplam uzunluğu: 57.8 km. olacaktır. Urfa Tünelleri: Atatürk Barajından sonra, yurdumuzdaki en büyük yatırımdır.

Evet, Atatürk Barajı; Güneydoğu Anadolu Projesinin temel taşı. Gövde hacmi:84 milyon m. küp. Dış yüzeyi: kaya içi kil ve toprak. Baraj gövde yüksekliği ; gölün baskısı ile, ilk inşasındaki yüksekliği 10 metre kısalmış. 8 ünitelik güç kapasitesiyle, günümüzde, ülkemizin toplam elektrik enerjisinin yaklaşık üçte birini karşılıyor. Yapımına: 1983 yılında başlanmış, 1990 yılında tamamlanmış. Yükseklik bakımından; dünyada 8, göl hacmi bakımından ise 15 sırada. Elektrik üretimi açısından ise, dünyada: 3 sırada.

Baraj gölü: 48 milyar m. küp su toplama kapasitesine sahip. Bu su; yerli şirketler tarafından, en son teknolojiyle inşa edilmiş olan Şanlıurfa tünelleriyle taşınıyor. Yarıçapları: 7.62 m. ve uzunlukları ise 26.4 km. olan bu iki tünel, dünyanın en uzun tünelleri. Bu tünellerle taşınan su; Şanlıurfa, Harran, Mardin-Ceylanpınar, Siverek, Hilvan ve Bozova’yı içeren, 730.000 hektarlık bir alanı suluyor.

Şanlıurfa Harran

Şanlıurfa Harran

Tarihin derinliklerinde bir yolculuk için hazırsanız, buyurun Harran, tam istediğiniz gibi bir yer.

ULAŞIM

Harran: Şanlıurfa-Suriye sınırındaki Akçakale yolu üzerindedir. Şanlıurfa ile Harran arası uzaklık: 44 km. dir. Şanlıurfa il merkezinden, Harran’a, düzenli olarak, saat başı minibüs seferleri yapılmaktadır.

Şanlıurfa Harran

GENEL

GEZİ

Harran’a vardığınızda: mutlaka sizi karşılayanlar olacaktır. Bu yörenin birkaç dil de bilen çocuk ve gençleri; sizlere Harran’ı tanıtmaya hazırlar, küçük bir ücret karşılığı onların bu hizmetinden yararlanabilirsiniz.

DİNİ ÖNEMİ

Anadolu’nun ilk kilisesi ve ilk cami; burada inşa edilmiş. Ancak: Harran’ın en ünlü dini: Sabilik.

Burada yaşayanların: yıldızlara taptıkları söyleniyor. Hem Yahudi, hem de İslami kaynaklara göre: Hz. İbrahim de onlardandı ve güneşin ve ayın batmasını tefekkür ettikten sonra, tek bir tanrı olduğuna kanaat getirmiş.

Harran’da Ay Tanrısı Sin’e ait bir mabet bulunuyor. Söylenenlere göre: yedi gezegene adanmış, yedi şehir varmış ve Harran’da Sin’e adanmış. Yıldızlara dayalı böyle bir inancın; insanoğlunun en eski dini olma olasılığı var. Dünyanın tutulması, mevsim ve yıldız hareketleri gibi, çok ince astronomik hesaplara göre tanzim edilmişti.

Bütün bunlar: makrokozmos ve mikrokozmos (küçük evren, insan) davranışları arasında, bir birlik öngören astrolojinin kaynağını oluşturuyor. Ayrıca, evren sırlarını keşfetmek ve evrenle bütünleşme derin duygusuna dayanıyorlardı.

639 yılında, Harran İslam hakimiyeti altına girer. Halife Mervan (744-750): Harran’a yerleşir ve Umayyad İmparatorluğunun başkentini: Şam’dan, Harran’a getirir. 830 yılında: Halife al Ma’mun Bizans seferine giderken Harran’dan geçer. Harrani’lere dinlerini sorar.

Onlar da “Biz, Harraniyiz, Müslüman, Yahudi ya da Hıristiyan değiliz” derler. Bunun üzerine, Halife, seferden dönünceye kadar: Müslümanlık, Yahudilik, Hıristiyanlık veya Sabilik arasından birini seçmelerini söyler. Çünkü: kitaplı dinlerden birinden değilseler; putperesttirler ve putperestlerin kanlarını dökmek caizdir.

Bu durumdan telaşlanan Harraniler’den: bir kısmı Müslüman veya Hıristiyan olurlar. Bir kısmı ise: kurnazlık yaparak, “Biz Sabiiyiz” derler ve bu şekilde Pagan Harraniler, varlıklarını yüzlerce yıldır sürdürebilirler. Ta ki ; 1251 yılında, Moğol istilasında, Harran yerle-bir edilinceye kadar.

HARRAN’DA HZ. İBRAHİM

Tarihçiler, kenti, İbrahim Peygamberin kardeşi veya amcasının oğlu Harran’a bağlarlar. Hz. İbrahim’in, Filistin’e gitmeden önce bu şehirde oturduğu rivayet edilir. Bu nedenle: Harran’, Hz. İbrahim’in şehri de denilmektedir. Şehirde: İbrahim Peygamberin evinin adını taşıyan bir mescit bulunuyor.

Şanlıurfa Harran

HARRAN KAZILARI

1983 yılında, kazılar başlamış. Önce: kale ve çevresi temizlenmiş. Burada: Emevi, Eyyübi ve Selçuklulara ait; seramik ve sikkeler bulunmuş. Firdevs Camii ve çevresi temizlenmiş ve Babil kralı Nabonid’e ait bir stel bulunmuş.

Diğer bir buluntu ise: birçok adak kitabesinden biridir. Kral Nabonid (MÖ.555-539), Sin Mabedinin yapılışı ile ilgili kitabedir. Ayrıca; çok sayıda, eski ve orta tunç dönemlerine ait pişmiş toprak figürleri, taş ağırlıklar, öğütme taşları ve bronz eserler bulunmuştur.

İslami devirlere ait sikkeler, çok kaliteli sırlı ve boyalı seramikler de bulunmuştur. Hemen her evdeki su kuyuları, kanalizasyon sistemleri, basamaklı ve kapak taşlı tuvaletler, banyo odaları, değirmenleri, zahire depoları ile düzenli ve ihtişamlı bir şehir ve mimari ile karşılaşılmıştır.

NE YENİR-NE İÇİLİR

Harran ilçe merkezinde, 4 lokanta bulunuyor. Genelde kebap türü yiyecekler bulmak mümkün.

Şanlıurfa Harran

TARİHİ

Burada yapılan arkeolojik kazılarda: MÖ.5 bin yıldan bu yana kesintisiz yerleşim bulunduğu öğrenilmiştir.
Harran: adına ilk defa: Kütlere ve Mari’de bulunan, çivi yazılı tabletlerde “Hara-na” ve “Ha-ra-na” olarak rastlanmaktadır. Suriye’de bulunan “Ebla tabletlerinde” ise, Harran’dan “Ha-ra-an” olarak söz edilmektedir.

MÖ.18’nci yüzyıla ait bir Mari tabletinde: Harran’daki Sin Mabedinde: Hitit kralı Şuppiluliuma ve Mitanni kralı Mativaza arasında, ay tanrısı Sin ile güneş tanrısı Şamaş’ın huzurunda, bir anlaşma yapıldığı yazılıdır. Harran adının: Sümerce ve Akadca’ da anlamı: “Seyahat Kervan” demek olan “Haran-u” kelimesinden gelmektedir.

Harran; Kuzey Mezopotamya’dan gelerek batı ve kuzey batıya bağlanan, önemli ticaret yollarının kesiştiği bir noktada bulunuyordu. Bu özelliği nedeniyle: Anadolu ile sıkı ticaret ilişkileri bulunan Asur tüccarlarının önemli uğrak yerlerinden biriydi. Anadolu ve Mezopotamya arasındaki ticaret, binlerce yıl süresince, Harran üzerinden yapılmıştır. Bu da zengin ve köklü bir kültür birikiminin oluşmasına neden olmuştur.

Harran: Ay, Güneş ve gezegenlerin kutsal sayıldığı eski Mezopotamya putperestliğinin, önemli merkezlerinden biriydi. Bu nedenle: astronomi, şehirde çok ilerlemişti.

Dünyadaki, üç büyük felsefe ekolünden biri: “Harran ekolü” dür. Şehirde: birçok bilgin yetişir. Devrin en büyük matematikçileri, tabipleri ve Yunan filozoflarının eserlerini Arapçaya çevirenlerden 821 doğumlu Sabit bin Kura, Dünyadan Aya olan uzaklığı doğru olarak hesaplayan Battani (Avrupalılar: Albetegni ve Albatainus diye isimlendirirler) dir.

Yunan filozoflarının maddenin bölünebilen en küçük parçasının (atom) parçalanamaz olduğuna dair iddialarını kabul etmeyen, oysa bölünmez kabul edilen bu parçanın müthiş bir enerjiyle parçalanarak, Bağdat gibi büyük bir şehri yıkabileceğini söyleyen ve böylece atomun mucidi sayılan Cabir bin Hayan, Şeyhülislam İbni Teymiye. Evet, bu kişiler, Harran’daki okullarda yetişmiş ve dünyaca ünlü bazı alimler.

Emevi hükümdarlarından, II. Mervan: Harran’ı devletinin başkenti yapar. Emevi yönetimi: 750 yılında, Abbasilere yenildiğinde, Harran sona erer. Abbasi hükümdarı Harun Reşit zamanında kurulan “Harran Üniversitesi” dünyada, büyük ün kazanır.

Fatımiler, Zengiler, Eyyübiler ve Selçuklular gibi İslam Devletlerinin yerleşmesine sahne olan Harran; 1260 yılında, Moğollar tarafından işgal edilir, cami, surlar ve kale yıkılıp, kenti tahrip ederler. Daha sonraki tarihi süreçte, kent Osmanlılar dönemine kadar, eski parlak günlerine geri dönemez.

13’ncü yüzyıla ait seyahatnamelerde: şehirde, 4 medrese (üniversite), 1 hastane, 1 düşkünler yurdu ve 8 hamam bulunduğundan söz edilir. Bugün; daha önce şehrin aralarında kurulduğu: Cüllab ve Karakoyun ırmakları kurumuştur. Bunların kuruması sonucu: şehir, sudan ve yeşilden mahrum bir ovanın ortasında, 5000 yıllık tarihiyle ayakta durmaktadır. Tipik evleri, höyüğü, şehir surları ve çeşitli mimari kalıntıları, gece gökyüzünde pırıl pırıl yıldızları ile, turistlerin büyük ilgisini çekmektedir.

Şanlıurfa Harran

HARRAN’DA GEZİLECEK YERLER

Şanlıurfa Harran evleri

HARRAN EVLERİ

Harran’ın en ilgi çeken ve külah biçimindeki, kemik kubbeli evleridir. Harran denilince, hemen bu evler akla gelir. Harran harabelerindeki antik mimari kalıntılardan toplanan tuğlalarla; köylüler tarafından yapılmışlardır. Kare bir alan üzerini örten külah biçiminde bir kubbe var. Yan yana gelen tek kubbeler, iç kısmında kemerlerle birbirine bağlanır ve içeride geniş bir oturma mekanı oluşur. Bölgenin iklimine uyumlu olan bu evler; yazın serin, kışın ise sıcak olur.

Harran’ın bu evlerinde: tavukların, daha çok yumurtladığı, at gibi bazı hayvanların daha uysal olduğu, kuru soğanların daha çabuk filizlendiği, yiyeceklerin bozulmadığı söyleniyor.

Diğer yörelerdeki kerpiç kubbeli evlerin aksine, Harran evlerinin kubbeleri tuğladan yapılmıştır. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi: çevrede ağaç bulunmaması, ikincisi ise, harabelerdeki bol miktarda bulunan tuğla malzemedir. İlginç bir doku oluşturan ve yerleşmenin güney kesiminde yoğunlaşan bu evler, ören yerinden toplanan tuğlalarla eski kentin kalıntısı üzerine, son 150-200 yıllık dönemde inşa edilmişlerdir.

1979 yılında, arkeolojik ve kentsel SİT alanı olarak tescil edilen ve kubbe evleri korumaya alınan Harran’da, ören yerinden malzeme toplanması, her çeşit inşaat yapılması, kanal açılması yasaklanmıştır. O tarihte, 960 adet kubbe sayılan yerleşmede, bu sayı dondurulmuştur.

Biri kalenin içinde, biri yerleşmede olmak üzere, iki Harran evi restore edilerek kullanışa açılmış olup, günübirlik tesis olarak kullanılmaktadır. Tescilli evlerin çoğu boş olup, yalnız birkaçında hala ikamet edenler bulunmaktadır.

Şanlıurfa Harran Üniversitesi

HARRAN ÜNİVERSİTESİ

Eski çağlardan bu yana bilinmektedir. 718-913 yılları arasında, yani İslami dönemde: bilim ve sanatta doruk noktaya ulaşılmıştır. Fakat: İslam öncesi ve İslam dönemindeki yeri, bugün mevcut kalıntılar arasından tam olarak bulunamamıştır. 1976 yılında, Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılan kazılarda: Ulu caminin doğu ve kuzey cephelerine bitişik olarak ortaya çıkarılan, küçük hücrelerin: İslami dönem Harran Üniversitesine(medrese) ait oldukları sanılmaktadır.

Şanlıurfa Harran Kalesi

HARRAN KALESİ

Kentin güneydoğusunda bulunuyor. İç kale ve aşağı sur olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır.

İç kale: Harran şehrinin güneydoğusunda, şehir suruna bitişik olarak inşa edilen iç kale, dikdörtgen planlı olup, köşelerinde onikigen kuleleri mevcuttur. Ölçüleri: 90 x 130 metredir. Üç katlıdır. İç kale, Hititlerden başlamak üzere, dört yapı katına sahiptir. İslami kaynaklar, kalenin yerinde önceleri, bir Sabii Tapınağının varlığından söz ederler.

Emevi halifesi II. Mervan’ın ; 10 milyon dirhem altın harcayarak yaptırdığı sarayın, kalenin esasını oluşturduğu tahmin edilmektedir. Araştırmacılar tarafından: kale içinde 50 koridor, 150 odanın bulunduğu ileri sürülür. Ancak; yer yer çökmeler olduğundan, oda ve koridorlar günümüzde gözlenememektedir.

1951 yılında, Türk-İngiliz ortak kazıları neticesinde, ortaya çıkarılan doğu cephesindeki iki yanı aslan kabartmalı kapı üzerindeki Arapça kitabeden, kalenin 1059 yılında Fatimiler tarafından yenilenmiş olduğu anlaşılmıştır. İçkale’de kısmi restorasyon yapılmıştır. Bu kazılarda ayrıca: yüze yakın havan, sini, kazan benzeri madeni kap bulunmuştur.

Dış kale: Kenti çevreleyen, daire planlı olan bu surların uzunluğu 4 km. yüksekliği ise 5 metredir. Burçların yüksekliği ise 15-17 metre arasındadır. Kale: Halep, Rakka, Aslanlı, Musul, Bağdat ve Anadolu adında, altı kapı ile dışa açılmaktadır. Ancak, günümüzde yalnızca Halep Kapısı ayaktadır. Surlar yer yer yıkılmış olmasına karşın, çepeçevre izlenebilmektedir.

MECMA KAPISI

Han-an’ın kapılarının birinin adının: Mecm kapısı olduğu biliniyor. Bu kapının üzerinde yazılı olan bir söz var; “ Men Arefe Te’ellehe” Yani: kendini bilen ilahileşir.

Şanlıurfa Harran Firdevs Camüharran Ulu Camii-Sin Mabedi/Tapınağı

FİRDEVS CAMÜHARRAN ULU CAMİİ (SİN MABEDİ/TAPINAĞI) 

Harran höyüğünün kuzey doğu eteğinde bulunuyor. Emevi hükümdarı II. Mervan tarafından: 744-750 yılları arasında yaptırılmış. Bazı kaynaklarda: Cami-el Firdevs(Cennet Camii) veya “Cuma Camii” olarak da geçiyor. Caminin esasının: Sabilerin taptığı “Ay Tanrısı Sin”e ait bir tapınak olduğu sanılıyor. Babil dönemine ait ünlü “Sin Mabedi”, Harran’da inşa edilen, bilinen en eski anıtsal eserdir.

MÖ.2000 başlarına ait: Kültepe ve Mari tabletlerinde; Harran’daki Sin (Ay Tanrısı) Mabedinde, bir antlaşma imzalandığına dair bilgiler yazılıdır. Yine, bir antlaşmaya: Harran’daki Ay Tanrısı Sin’in ve Güneş Tanrısı Şamas’ın şahit tutulduğu belirtilmektedir.

Müslümanlar Harran’ı alınca, bu tapınağın yerine, bir cami yapılır ve onlara kendi tapınaklarını yeniden yapmaları için başka bir yer verilir. Cami: 1174 yılında, Halep Hükümdarı Nureddin Mahmut Zengi tarafından, büyük çapta yenilenmiş ve genişletilmiştir. Bugün görülen taş işçiliği ve süslemeler, o döneme aittir.

Harran Ulu Camii: Anadolu’nun en eski, en büyük ve en zengin taş süslemeli camisi olarak öne çıkıyor. Özellikle: ilk revaklı avlulu ve şadırvanlı camii olma özelliğine sahip.

Mihraba paralel, 3 sütun sırasıyla, dört sahına ayrılmış. Caminin kubbesinin bulunduğu, üzerinin tamamının ahşap çatıyla örtülü olduğu, bir yangın sonucu bu örtünün çöktüğü, arkeoloji kazılarda elde edilen buluntulardan anlaşılmış. Bugün, caminin kitabeli doğu duvarı, kıble duvarı, mihrabı, cami iç mekanına giren orta kemeri ve kare gövdeli minaresi ayakta kalarak günümüze ulaşmış.

Zengin taş süslemeleri, çok sayıdaki sütun başlığı ve kemer taşları gibi mimari parçalar, caminin kalıntıları arasında. Ölçüler: 104 x 107 metredir. 6 kapı ve revaklarla kuşatılmıştır. Avlunun kuzey duvarının doğusunda, yakın zamanda restore edilen: Minare var. Kare gövdeli minarenin yüksekliği: 33,30 metredir.

Şanlıurfa Harran Höyüğü

HARRAN HÖYÜĞÜ

Harran kentinin ortasında bulunuyor. 1885 tarihli Halep Salnamesinde; bu tepe, Tel İbrahim diye adlandırılmış. Yüksekliği: 22 metre ve geniş bir alana sahiptir. Yapılan kazılarda: üst tabakada, 13’ncü yüzyıl İslami devre ait bir şehir kalıntısı ortaya çıkarılmış. Bu şehir; içlerinde su kuyuları bulunan avlulara açılan odalardan oluşan, kare ve dikdörtgen planlı, bitişik düzendeki evleri, bu evlerin oluşturduğu dar sokakları ve ortasında büyük bir kuyunun yer aldığı meydanıyla, o dönemin mimarisini yansıtıyor.

Kazı çalışmaları sırasında, çeşitli devirlere ait eserlerin bulunduğu höyükte, ayrıca yeni Babil dönemine ait, Kral Nabonitten ve Sin Mabedinden bahseden çivi yazılı pişmiş toprak tablet ve adak kitabeleri bulunmuş. Babil dönemine ait Sin Mabedi ile ilk çağlardan bu yana varlığı bilinen Harran Üniversitesinin yerleri; belirlenmiş olmasına rağmen, bugüne kadar, kazı çalışmalarıyla ortaya çıkarılamamıştır.

Yapılan kazılarda elde edilen çok sayıda çivi yazılı tuğla; İslami dönem sikkesi, sırlı ve sırsız seramik kaplar, taş aletler, çeşitli süs eşyaları, madeni eserler, idol ve hayvan figürleri; Şanlıurfa Müzesinde sergileniyor.

ŞEYH YAHYA HAYAT-EL HARRANİ

12’nci yüzyılda yaşamış bir İslam alimidir. Sağlığında; kendisini, birçok hükümdar ve komutan ziyaret etmiştir. MS.1185 yılında, Harran’da vefat edince, türbesi 1195 yılında, Harran surlarının kuzeybatı dışındaki mezarlığa inşa edilmiştir. Türbe, çok sayıda ziyaretçi çekmektedir. Hz. İbrahim’in babası Azer’in de buraya defnedildiği söylenmektedir. Halen, burada restorasyon çalışmaları sürdürülmektedir.

17’nci yüzyılın ortalarında, Harran’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Şeyh Hayat’ın türbesinden, şu şekilde söz etmektedir.” Şeyh Yahya ziyaret yeri: Harran dibindedir. Kutupluğa ayak basmış ulu sultandır. Harran Kalesinin yanında, çöl tarafında büyük bir kubbe içinde gömülüdür.

Çöl Arapları, bu sultana son derece bağlıdırlar. Hatta, Araplar arasında önemli bir mesele için yemin ettirmek gerektiğinde “Yahya Hayati” nin başı için deyip, duvara el sürse, büyük yemin etmiş gibi sayılır. Bu sultana, Yahya Hayati demelerinin aslı, bir seccade üzerinde tahiyatta ve hayatta oturur gibi oturduğundanmış”

ÇEVREDEKİ GEZİLECEK YERLER

Şanlıurfa Harran Bazda Mağarası

BAZDA MAĞARASI

Harran-Han ve El-Ba’rür yolunun: 15-16 km. lerinde, yolun solunda ve sağındaki dağlarda, tarihi taş ocakları var. Bunlardan:16’ncı km.de, yolun sağındaki köyde bulunan iki taş ocağı görülmeye değer. Bunların ismi: Bazda, Albazdu, Elbazde yada Bozdağ olarak geçiyor. Bu mağaralardan yüzlerce yıldır taş alma sonucu; içlerinde meydan, tünel ve galeriler meydana gelmiş.

Özellikle; büyük olanı, yer yer iki katlı bir şekilde oyulmuş ve yükseklikleri 10-15 m. varan ayaklar bırakılarak, ortada meydanlar oluşturulmuş. Ayrıca, uzun galeri ve tünellerle, dağın çeşitli yönlerine doğru çıkışlar sağlanmış. Çok geniş bir alana yayılan dağın dış cephesinde: taş kesilmesi nedeniyle, büyük oyuklar görülüyor. Anadolu’nun belki de en büyük ve en gizemli ve gezilmeye değer, bu tarihi taş ocağının, belirli bölümlerinde, 1250 yılında, burayı işletenlerin isimleri, Arapça olarak yazılmış.

SENEM MAĞARASI

Soğmatar’ın 11 km. kuzeyinde bunuyor. Büyük Sene Mığar köyündeki mevcut mimari kalıntılar ve kayadan oyma yapılar, buranın Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarında önemli bir merkez olduğunu ifade ediyor.

Köy içindeki tepe üzerinde: kesme taşlardan yapılmış, 3 katlı anıtsal bir yapı var. Bu yapının, bir manastır veya saray kalıntısı olduğu sanılıyor. Bu yapının: doğu cephesinin kuzey kesimindeki yuvarlak, kemerli kapının kemer silmeleri: MS.435 yılına tarihlenen, Urfa’daki Aziz Stefanos Kilisesi’nin, Karanlık Sokak’a açılan avlu kapısı ile büyük benzerlik gösteriyor.

Ayrıca: Senem Mağara’daki bu kapının içinde bulunan ikinci bir kapının ortasındaki Akantus yapraklı dairesel rozet: yine Aziz Stefanos Kilisesinin, Yıldız Meydanına açılan avlu kapısındaki rozet ile, üslup olarak büyük benzerlik gösteriyor. Bütün bunlara dayanarak: Senem Mağara yapılarının: 5’nci yüzyıl başlarında yapıldıkları sanılıyor.

Bu anıtsal yapının kuzeyinde, kayalara oyulmuş kiliseler bulunuyor. Bu kiliselerden birinin: kayadan oyulmuş saçağına, 5’nci yüzyıl Bizans sanatı özelliklerini yansıtan: Haç motifleri, düğümler, hayat ağacı motifleri, baklava dilimleri, bir vazodan çıkan üzüm salkımı asma dalları ve simetrik kuş motifleri işlenmiş. Süslemeli bu çanağın doğuşuna bitişik büyük bir kaya mezarı var. Ayrıca, üç katlı anıtsal yapı ile kaya kilise arasındaki kayalık zeminde, tahrip edilmiş kaya mezarları görülmeye değer.

11 km. güneydeki Soğ Matar’ın MÖ. 400 ile MS. 200 yılları arasında: Paganistlerin merkezi olmasına karşın, Senem Mağarası; bölgedeki Hıristiyan Süryanilerin, önemli bir merkezi olduğu sanılıyor. Çünkü; Soğmatar’da, tanrısal gücü olduğuna inanılan gök cisimlerinin heykellerine yer verilmişken, Senem Mağara’da, Hıristiyanlığın sembolü haç öne çıkarılmış.

HAN-EL BA’RÜR KERVANSARAYI

Selçuklu dönemine ait. Harran’ın 23 km. doğusundaki Göktaş köyünde bulunuyor. Yolu; müsait, özel aracınız veya otobüsle gidilebiliyor.

Kervansarayın kuzey cephesindeki kitabesinde; 1128-1129 tarihinde, El Hac Hüsameddin Ali Bey tarafından yaptırıldığı yazılı. Yani; Eyyübiler zamanında yapılmıştır. Kısmen harap olmuş durumdadır. Hanın ismi olan: “Barür”
Kelimesi, Arapçada: “Keçi gübresi” anlamındadır.

Söylentiye göre: hanı yaptıran kişi, burayı kuru üzümle doldurmuş ve “Benden sonra gelenler, burayı keçi gübresi ile dolduracaklardır” demiştir. Gerçekten de, bugün kervansaray: uzun yıllar, ahır olarak kullanıldığı için, hayvan gübresi ile dolmuş.

Ticaret kervanlarının konaklaması için inşa edilmiş. Eski: Halep-Bağdat-Urfa kervan yolu üzerindedir. Yapıya giriş kuzey cephesindeki anıtsal kapıdan. 65 x 66 metrelik bir alan üzerine kurulmuştur.

Yapıya: 8 metrelik bir tünelden girilir. Tünelin sağ tarafında bir mescit ve sol tarafında hanın muhafız odaları, gözetleme kulesi bulunuyor. Kare avlunun çevresi ahırlar, kışlık ve yazlık odalarla çevrili. Kuzey batı köşesinde ise, hamam var.
Düzgün kesme taşlardan, bir kale görünümünde yapılan bina, günümüzde harap durumda. Ancak bir bölümü restore edilmiş ve mescidi de ibadete açılmış.

ŞUAYP ŞEHRİ HARABELERİ

Şanlıurfa-Mardin karayolunun 35’nci km. den sağa kapılarak, 45 km. sonra Şuayp şehrine ulaşılır. Bugün, Harran bucağına bağlı, Özkent adıyla anılan tarihi Şuayp şehri harabeleri burada. Yolu düzgün, gidilebilir. Ören yerindeki mevcut kalıntılar, Roma-Bizans dönemine aittir. (MÖ.96-MS.395)

Oldukça geniş bir alana yayılmış olan bu tarihi kentin çevresi: yer yer izleri görülen surlarla çevrilidir. Kent merkezindeki çok sayıda kaya mezarı üzerine kesme taşlardan yapılar inşa edilmiştir. Tamamı yıkılmış olan bu yapıların bazı duvar ve temel kalıntıları, günümüze kadar ulaşmış olup, görülmektedir.

Şuayp şehrinde yapılmış mağaralar, bina kalıntıları ve taş kemerler görülmeye değer tarihi ve turistik büyük konaklar, saraylar, tarihin kalıntı simgeleri olup, halen özelliklerini kaybetmemişlerdir.

Şuayp Şehri harabeleri arasında: bir mağara ev, Şuayp Peygamberin makamı olarak çok sayıda ziyaretçi çekmektedir.

Hz. Musa, Şuayp Peygamberin yanında, 7 yıl çobanlık yapmış ve sihirli asasını Şuayp Peygamberden, burada almıştır. Romalılar zamanında, Arap akınları sonucu Roma-Arap çekişmelerinden yararlanan, Kavatlar, Şuayp şehrini işgal ederler. MS.548 yılında ise, Sasaniler bir gece baskını ile şehri Kavatlardan teslim alırlar.

MS.638 yılında, Arap devri başlarken, Şuayp Şehri, Hakem Bin Hişam tarafından, zapt edilir. Daha sonra ise, 1096 yılında Selçuklular şehre egemen olurlar. Ancak; takip eden dönemde, Moğol tahribine uğrayan şehir, yağma edilir ve sonuçta Türkmen aşiretlerinin elinden Akkoyunlu Devleti tarafından ele geçirilir, imha edilerek, bir köy haline getirilir.

Şanlıurfa

Şanlıurfa

Evet, Şanlıurfa; buraya vardığınızda, gerçekten hayallerinizin ötesinde, modern bir şehir ile karşılaşacaksınız. Ben birçok kereler gittiğim bu şehirde, gerçekten güzel zamanlar geçirdim.

İlk kez; 1977 yılında gittim. Son olarak ise: Mayıs 2023 tarihinde gittim.

Şehir, bu süreçte muhteşem gelişme gösterdi. Öncelikle: Balıklı göl, kale, İbrahim Peygamberin doğduğu ve Eyüp Peygamberin çile mağaraları, Göbeklitepe olmak üzere, Buyurun, muhteşem bir gezi.

Şanlıurfa

ULAŞIM

Şanlıurfa’nın belli-başlı merkezlere uzaklığı: Şanlıurfa-Adana arası uzaklık; 345 km. Şanlıurfa-Mersin arası uzaklık: 414 km. Şanlıurfa-İskenderun arası uzaklık: 450 km. Şanlıurfa-Ankara arası uzaklık:822 km. Şanlıurfa-Atatürk Barajı arası uzaklık: 65 km. Şanlıurfa-Bursa arası uzaklık: 1180 km.

Şanlıurfa-Diyarbakır arası uzaklık: 181 km. Şanlıurfa-Harran arası uzaklık: 47 km. Şanlıurfa-Gaziantep arası uzaklık: 138 km. Şanlıurfa-İstanbul arası uzaklık: 1274 km. Şanlıurfa-Hasankeyf arası uzaklık: 350 km. Şanlıurfa-Nemrut Dağı arası uzaklık: 190 km. Şanlıurfa-İzmir arası uzaklık: 1245 km. Şanlıurfa-Karacadağ Kayak Merkezi arası uzaklık: 190 km. Şanlıurfa-Mardin arası uzaklık: 185 km.

Şanlıurfa’ya havayolu ile de ulaşmak mümkün. İldeki havaalanı, 1988 yılında hizmete girmiştir. Şehir merkezine, 30 km. uzaklıktadır. Özellikle son yıllarda havayolu ulaşımı yaygınlaşınca, her gün Ankara ve İstanbul’dan Şanlıurfa havaalanına birer uçak gelmektedir.

Şanlıurfa

TARİHİ

Şehrin tarihi, çok eski dönemlere kadar uzanmaktadır. Kazılarda: MÖ. 7250-5500 yıllarına ve sonrasına ait çok sayıda değerli eser ele geçirilmiştir.

Daha sonraki tarihi süreçte: şehirde; Sümer, Akad, Hitit, Babil, Kalde, Hurri, Mitani, Aram, Asur, Med ve Pers hakimiyetleri görülür. Şehir: Ur, Kalde Ur’u, Harran Ur’u, Orhei, Orhay, Vurhai, Edessa, Diyar Mudar, Ruha, Reha ve Urfa adlarını almıştır. Edessa ismi, “Suları bol” anlamına gelmekte olup, Makedonlar tarafından verilmiştir. En son: Şanlıurfa olmuştur.

Makedonya kralı Büyük İskender; doğu seferi sırasında, Urfa’ya hakim olur. Daha sonra: MÖ.132 yılında Asraane krallığı şehre egemen olur. MS.250 yılına kadar süren “Osroane” krallığı dönemi; Hıristiyanlık açısından büyük önem taşır.

O dönem Osroane kralı Abgar Ukomo: dünyada Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul eden ilk krallardan biridir. Hz. İsa ile mektuplaşmış ve Hz. İsa’yı, Hıristiyanlık dinini yaymak üzere, Urfa’ya davet etmiştir.

Bu davet üzerine: Hz. İsa; yüzünü sildiği mendile çıkan resmini ve Urfa’yı kutsadığına dair bir mektubu, kral Abgar’a gönderir. Bu yüzden: Urfa, Hıristiyanlar tarafından, günümüzde bile “Kutsal Şehir” olarak kabul edilmektedir.

Hıristiyanlık aleminde, kutsal sayılan bu mendilin: uzun süre, Urfa’yı düşmanlarından koruduğuna inanılır.

Şanlıurfa

MS.994 yılında, Bizans imparatorunun doğudaki komutanı İoannes Kurkuas; Urfa üzerine yürür ve Hz. İsa’nın, bu mucizevi resmi de bulunan mendilini almayı başarır ve bu mendili büyük bir törenle: İstanbul’a götürür.

Evet, Hıristiyanlığı ilk yıllarında kabul eden Urfa, Müslümanlığı da, ilk yıllarında kabul eder. (MS.639) Selçuklu Sultanı Alpaslan’ın 1071 yılında, şehri kuşatması öncesinde, birçok siyasi ve dini hareketlerin olduğu şehirde, bağımsız bir haçlı kontluğu kurulur.

1144 yılında, İmadeddin Zengi, 1182 yılında ise Selahattin Eyyübi, şehre hakim olurlar.

1240 ve 1250 yıllarındaki iki Moğol yağmasından sonra, 1260 yılında, Hülagü Han, şehri yakıp-yıkar. 1404 yılında, Akkoyunlular, 1514 yılında Safeviler şehre egemen olurlar. 1517 yılında Osmanlı imparatorluğu topraklarına katılır.

24 Mart 1919 tarihinde İngiliz, 30 Ekim 1919 tarihinde Fransızlar tarafından, şehir, işgal edilir. Fransızlara karşı başlatılan direniş ve savaş, 11 Nisan 1920 tarihinde şehir halkının zaferiyle, Fransızların kaçmasıyla sonuçlanır.

Urfa Milletvekili Osman Doğan ve 17 arkadaşının, Kurtuluş Savaşında gösterdiği kahramanlıktan dolayı, Urfa ilinin adının “Şanlıurfa” olarak değiştirilmesine ilişkin kanun teklifi, TBMM tarafından, 12.06.1984 tarihinde kabul edilerek kanunlaşmıştır.

NE SATIN ALINIR

Şanlıurfa’da: kürkçülük yaygın el sanatı olup; kuzu derisinden yapılan kürkler ve yelekler, Kürkçü Pazarında imal edilerek satılmaktadır. İlginizi çekerse, bir yelek alabilirsiniz. Ayrıca: kuyumculukta, yaygın el sanatlarındandır.

Yüzük, bilezik, gerdanlık ve küpe gibi, altın ve gümüş takılar imal edilmektedir. Bu sanatla ilgili ürünler: Yıldız Meydanı civarındaki ve Pamukçu Pazarındaki kuyumcu dükkanlarında bulunabilir.

Son olarak: “Çulha” denilen dokuma tezgahlarında dokunan “Yamşah” ve “Puşu” denilen baş örtüleri, Urfa’da en yaygın ürünlerdir. Bu ürünler: “Gümrük Han”ı yakınlarındaki “Bedesten”de satılmaktadır.

Buraya yolunuz düşerse, bakırcılar çarşısını da mutlaka görmelisiniz, burada ellerindeki tokmaklarla çalışan ustaları görebilirsiniz. Güzel bir kulplu tepsi fiyatı 45-65 TL. arasında değişmektedir.

Ancak: çarşı içlerine girerseniz, bunları daha uygun fiyata bulabilirsiniz. Çarşının cadde üzerindeki dükkanlarında fiyatlar pahalı oluyor. Ayrıca: yine buradan ünlü ishot biberi, biber salçası, nar ekşisi ve çay satın alabilirsiniz.

Şanlıurfa Çiğ Köfte

NE YENİR

Urfa denilince: akla genellikle, baharatı bol yani acı lezzet arz eden yemekler geliyor. Bunların başında ise: çiğ köfte geliyor. Köftelik bulgur, dövülmüş yağsız kara et, isot, soğan, maydanoz ve salça ile hazırlanan karışımın, uzun süre yoğrulmasıyla ortaya çıkan, gerçek bir lezzet.

Bunun dışında: kıyma ve ceviz içi ile yapılan ağzı yumuk, dövülmüş yağsız kara et ve köftelik bulgur ile yapılan aya köftesi, yine köftelik bulgur ile yapılan içli köfte, mercimekli köfte sayılabilir.

Kebapları da unutmamak gerek. Urfa kebabı, patlıcan kebabı var.
Tatlılardan ise: şıllık tatlısı, peynirli künefe.
Tüm bunları beğenmeyenler için: muhteşem lahmacunlar tercih sebebi olabilir.

Şanlıurfa

GENEL ÖZELLİKLERİ

Mezopotamya’nın en eski yerleşim merkezlerinden biri olan Şanlıurfa, su kaynaklarına yakın olması ve ticaret yolları üzerinde bulunmasından dolayı, tarih boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. Kentin, 11 bin yıllık tarihi bir geçmişi vardır. Merkeze bağlı: Örencik Köyü sınırları içinde yer alan: Göbekli Tepe de yapılan kazılarda ele geçen buluntular, bu tarihi geçmişi kanıtlamaktadır.

Binlerce yıllık tarihe ev sahipliği yapılan kentte, her dönem olduğu gibi, günümüzde de kültürel ve sanatsal etkinliklerin en yoğun yaşandığı kentlerin başında gelir. Şöyle ki, kentte 1 sanat galerisi olup, 1999 yılı içinde 45 sergi açılmış ve bu sergiler 68 bin sanatsever tarafından gezilmiştir.

Yine 2000 yılı içinde, 18 kültürel ve sanatsal amaçlı kurs açılmıştır. Tüm bunlar, ilin kültürel zenginliğini arttırmaktadır. Bu bağlamda: günübirlik gelenler hariç, 2001 yılı içinde, İl’e; 223 bin yerli, ve 42 bin yabancı turist gelmiştir. Bu sayı: günübirlik gelenlerle birlikte, 400 bin civarındadır.

Şanlıurfa; bugün de, mimari dokusunun zenginliğiyle, Anadolu’nun önde gelen illeri arasında yer almakta ve bu özelliğinden dolayı “Müze Şehir” adıyla da tanınmaktadır. İl merkezinde, Kültür Bakanlığınca tescil edilmiş; 180 tarihi ev, 32 cami ve mescit, 5 kilise, 7 medrese, 9 han, 8 hamam, 8 kapalı çarşı,6 köprü, 13 çeşme, 2 sebil, 1 su kemeri, 2 anıt, şehir surları ve iç kale bulunmaktadır.

KARAKOYUNLU DERESİ

Urfa’nın kuzey batısından doğan, şehir içinden geçerek Harran Ovasında, Cüllap Irmağıyla birleşen Karakoyunlu deresi, günümüzde kurumuş bir durumda. Bugün burası bir semt olarak anılmakta ve lüks yapılar ile dikkati çekmektedir.

Şanlıurfa

HARRAN ÜNİVERSİTESİ

Evet, Şanlıurfa’da; Harran Üniversitesi kurulmuş. Üniversitenin ilk birimi: 1976 yılında, Şanlıurfa Meslek Yüksek Okulu olarak açılmış. Son olarak: 2007 tarihinde, Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu kuruluş.

Harran Üniversitesi ismi ise, 1992 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanmış. Tesisleri: Şanlıurfa-Mardin kara yolunun 18’nci km. de. Bir kısım tesis ise merkezde.

Üniversiteye bağlı: Eğitim Fakültesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İlahiyat Fakültesi, Mühendislik Fakültesi, Tıp Fakültesi, Veteriner ve Ziraat Fakülteleri ve bir kısım Yüksek Okul bulunuyor. Yani: toplam 9 fakültesi, 3 yüksek okul, 10 meslek yüksek okulu, 3 enstitü, 10 araştırma ve uygulama merkezi bulunuyor.

Şanlıurfa

PEYGAMBERLER ŞEHRİ: URFA

Efsanelere göre: Adem ile Havva’nın yeryüzüne ayak bastıkları ilk topraklar: Harran ovasıdır. İlk çift, burada sürülmüş, İbrahim Peygamber burada doğmuş, putları kırmış ve ateşe atılmıştır. Eyyüb Peygamber, hastalığına burada sabır göstermiş ve vefat edince, bu topraklara gömülmüştür.

Hz. İsa’nın kutsal mendili, burada muhafaza edilmiştir. Hz. Davut, burada yaşamış, Hz. Şuayp, Şanlıurfa yakınlarındaki Şuayp Şehrini kurmuştur.

Hz. Musa ise, Soğmatar Şehrinde yaşamıştır. Bunlardan dolayı; Şanlıurfa’ya Peygamberler Şehri de denir.

URFA’DA YAŞADIĞINA İNANILAN PEYGAMBERLER

HZ. İBRAHİM

MÖ.20’nci yüzyılda yaşamış dini şahsiyettir. Musevilik ve Hıristiyanlığa göre, din büyüğü, İslam’a göre peygamberdir. İshak ve İsmail’in babasıdır. Bu nedenle: Yahudiler ve Arapların atası olduğuna inanılır. Kur-anda birçok ayette ismi geçer.

Allah, kendisine samimiyetinden dolayı “Halil” yani “dost” sıfatını vermiştir. Günümüzde, Halil İbrahim söylemi buradan gelmektedir. Özellikle, bu yörede, insanlar dualarında “Evine Halil İbrahim bereketi düşe” diyerek dua ederler.

Böylece: o yüce peygamberin: cömertliği, misafirperverliği, sofrasının adı ve bereketi her an anılmaktadır. İslam’da, İbrahim’in oğlu Hz. İsmail’i kurban etmesinin istenmesi konusundaki imtihanı, önemli bir yer tutar ve her yıl Kurban Bayramında, bu olay yad edilir.

Evet, biz şimdi, İbrahim Peygamber’in Urfa yöresindeki hayat hikayesine gelelim. Yörenin hakimi, Urfa Kralı Nemrut Bin Ke-an, bir gün rüyasında: “ hükümdarlığının elinden gittiğini “görür.

Bunun üzerine kahinlere başvurur. Kahinler: “ Bu yıl bir çocuk doğacak, senin putperest dinini ortadan kaldıracak ve krallığına son verecek” şeklinde, kehanette bulunurlar.

Bunun üzerine, kral Nemrut; o yıl doğan ve doğacak olan tüm çocukların öldürülmesini emreder. Hz. İbrahim’e hamile olan annesi Nuna Hatun, hamileliğini herkes den gizleyerek, Hz. İbrahim’i bir mağarada dünyaya getirir ve doğumun ardından her gün gizlice gelerek onu emzirir.

Allah’ın emriyle bir ceylanın, her gün mağaraya gelip mucizevi bir şekilde Hz. İbrahim’i emzirdiği, 15 ay kaldığı mağarada 15 yaşındaki bir genç görünümünü aldığı rivayet edilir.

Hz. İbrahim, bu mağarada, 15 yaşına kadar, gizlilik içinde yaşar. 15 yaşından sonra, mağaradan çıkarak, baba evine gelir. Zaman içinde büyür ve kral Nemrut ile halkının taptığı putlarla mücadele etmeye başlar. Gerçek tanrının putlar değil, bütün kainatı yaratan “Allah” olduğunu anlatmaya çalışır.

Bunun üzerine, kral Nemrut, Hz, İbrahim’i yakalatır, Urfa kalesinin bulunduğu tepeden, aşağıda yakılan büyük bir ateşe attırır. O anda Allah tarafından ateşe “ Ey ateş, İbrahim’e karşı serin ve selamet ol” emri verilir. Ateş: su, odunlar ise balık olur. Hz. İbrahim; sağ-salim olarak bir gül bahçesinin içine düşer.

Onun düştüğü yerde: oluşan Halil-ür Rahman ve Aynzeliha gölleri içindeki balıklar, günümüzde dünyanın her yöresinden gelen insanlar tarafından ziyaret edilmektedir.

Ayrıca: Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, bu göllerin yakınındaki “Mevlid-i Halil Camii” içinde olup, ziyarete açıktır.

HZ. EYYÜB

Allah, Urfa’da yaşayan Eyüb Peygamberin, kendisine bağlılığını göstermesi için; önce mallarını ve çocuklarını elinden alır. Daha sonra ise, kendisine ağır bir hastalık verir. Hasta yattığı mağarada, bütün vücudunu kurtlar kaplar.

Eyüb Peygamber; bütün bunlara rağmen Allah’a isyan etmez. Allah’a ibadetten geri kalmaz, sabır ve şükür gösterir. Allah; onun bu sabrına karşılık olarak, sağlığını ve mallarını geri verir. Hz. Eyüb; bu nedenle, “Sabır” örneği olarak kabul edilir.

Hz. Eyüb’ün; hastalık çektiği mağara ve kutsal suyu ile yıkanarak şifa bulduğu kuyu; günümüzde Urfa’nın Eyüb Peygamber semtinde, ziyarete açıktır.

Hz. Eyüb’ün mezarı ise: Urfa’nın Viranşehir ilçesine 20 km. uzaklıktaki Eyüb Nebi köyündedir. Bu köy: bir peygamberler köyü gibidir. Eyüb Peygamberin Türbesi, hanımı Hz. Rahme’nin Türbesi ve Elyasa Peygamberin vefat ettiği yer buradadır.

HZ. ELYASA

Elyasa Peygamber; Eyüb Peygamberi ziyaret etmek ister. Uzun yıllar arar, sonunda bulunduğu yere yaklaştığını fark etmez. Karşısına; şeytan çıkar.

Eyüb Peygamberin, daha çok uzaklarda olduğunu söyler. Elyasa Peygamber yaşlanmıştır. Dua eder, Allah ruhunu alır. Halbuki, Eyüb Peygambere ulaşmasına yalnızca 1 km. kalmıştır. Ona ulaşamadan vefat eder.

HZ.ŞUAYB

Şuayb Peygamberin, Urfa’nın 85 km. doğusundaki tarihi Şuayp Şehrinde yaşadığı rivayet edilmektedir. Bu tarihi kent kalıntıları arasındaki bir mağara ev; o’nun makamı olarak ziyaret edilmektedir.

HZ.NUH

Tufandan sonra, Hz. Nuh’un gemisinin, Urfa ile Ceylanpınar arasındaki Cudi Dağına indiğine inanılmaktadır. Bu dağ: deniz dalgalarını andıran, çok değişik bir yüzey şekline sahiptir. Yöre halkı, bu konuda çok kesin inanıştadır.

Bu yer: Soğmatar ve Şuayb şehri ile aynı mevkidedir. Ancak; başka bir Cudi dağı’nda, Urfa’nın güneyinde, Nemrut’un tahtına 20-25 km. uzaklıktadır.

HZ.MUSA

Günümüzde, Yağmurlu Köyü olarak bilinen, tarihi Soğatar kenti içinde, Hz. Musa’nın kuyusu ve Asasının izi diye ziyaret edilen, iki makamı var.

HZ.LUT

Hz. İbrahim’in kardeşi, Harran’ın oğludur. Lut, Hz. İbrahim ile birlikte göç etmiş ve peygamberlik ile görevlendirileceği “Sodom şehrine” gitmiştir.

Urfa’da, doğmuş ve ilk çocukluğu, Hz. İbrahim ile birlikte, burada geçmiştir. Onunla beraber, Harran’da yaşamıştır.

HZ.YAKUP

Urfa’nın güney batısında: Deyr Yakup-Nemrut’un tahtı denilen yapıda, misafir kalmıştır. Bu yer, şehre 10 km. uzaklıktadır.

ŞANLIURFA’DA EFSANELER

URFA ADI VE NEMRUT EFSANESİ

Urfa’da, yüzyıllar önce; Nemrut isminde bir hükümdar yaşarmış. Nemrut; çok zalim ve Allah’a isyan eden biriymiş. Allah; Nemrut’un zayıf bir kul olduğunu göstermek için, en aciz mahluklardan sivrisinekleri kendisine göndereceğini bildirir.

Nemrut; harp etmek için ordusuyla karşı çıksa da, sivrisinekler asker ve hayvanların; göz, kulak ve burunlarına girerek, hepsini püskürtür. Nemrut: kendisini odasına zor atar ve kapıyı, bacayı ve bütün delikleri kapatarak saklanır.

Topal bir sivrisineğin, Allah’a “Yarabbi, ben gazaya yetişemedim, topallığım mani oldu” diyerek yalvarması üzerine, Allah da, ona “ Seni de Nemrut’un helakine memur ettim, git onu bul ve helak et “ diye emir buyurur.

Bu topal sivrisinek, Nemrut’u bulur ve odasının anahtar deliğinden girerek saldırır. Nemrut’un, burnundan girer, beynini kemirmeye başlar. Nemrut; başının ağrısından kurtulmak için, türlü çarelere başvurur. Ama, kurtulamaz.

Bunun üzerine; keçeden yaptırdığı tokmaklarla, başına vurdurmaya başlar. Bu tokmaklar; ızdırabını gideremeyince, tahta tokmaklarla vurmalarını emreder.

Nemrut’un kafasına tokmakla vuruldukça, Nemrut “Vurha, Vuhra” diyerek can verir. Nemrut’un bu bağırmalarından dolayı, memleketin adına “Urfa” denildiği söylenir.

HALİL-ÜR RAHMAN VE AYNZELİHA GÖLÜ EFSANESİ

Nemrut, zulmü ile çevresine korku ve dehşet saçan bir hükümdardır. Bir gece gördüğü rüyayı yorumlatır. Doğacak çocuklardan birinin, kendisini öldüreceğini öğrenir. Hemen o yıl doğacak bütün çocukların öldürülmesini emreder.

Nemrut’un askerleri emri uygulamaya başlarlar. İbrahim Peygamberin annesi Sara, kaçarak bir mağaraya gizlenir. Çocuğunu bu mağarada doğurur ve çocuğunu burada bırakıp evine döner. Çocuğu, bir dişi ceylan emzirir.

Aradan zaman geçer, askerler İbrahim’i mağarada bulurlar. Nemrut’un huzuruna getirirler. Hiç çocuğu olmayan Nemrut, ondan hoşlanır ve İbrahim’i yanına alarak büyütür.

Nemrut’un zulmü, haksızlığı ve putlara tapışını, halkın da putlara tapmaya zorlanışını gören İbrahim, insanların kendi elleriyle yaptıkları bu putların tanrı olamayacağını söyler. Halka, bu düşüncesini aktarır. Halk, korkudan ağzını açamaz.

Bir tören günü: herkesin törene gittiği bir anda, İbrahim sarayın putlar bölümüne girer ve bir balta ile bütün putları kırar, baltayı da en büyük putun üzerine bırakır. Törenden dönenler, endişeyle Nemrut’a haber verirler.

Görevliler; Hz. İbrahim’e kızdıklarından bunu onun yapabileceğini öne sürerler. Hz. İbrahim yargılanır, kendisine sorular sorulur ve cevabı “ görüyorsunuz ya işte, balta büyük putun ellerinde, her halde o bu işi yapmıştır “ der.

Öfkelenen Nemrut; “bir taş parçası baltayı eline alıp, bu işi nasıl yapar” diye haykırınca, Hz. İbrahim, “ işte benim anlatmak istediğim de budur. Siz kendi ellerinizle yaptığınız bu taş parçalarından medet umuyor, sizi kötülüklerden korumasını bekliyorsunuz.

Tanrı diye ona tapıyor, adak adıyor, başınız daralınca ona koşuyorsunuz. Bu gerçekten tanrı ise, neden böyle bir işi yapamaz “ deyince, şaşkınlık geçiren Nemrut, İbrahim’in ateşe atılarak cezalandırılmasını emreder.

Her taraftan toplanan odanlar, bugünkü “Halil-ül Rahman Göl” ünün bulunduğu yere yığılır. Ateş yakılır ve bugünkü kalenin bulunduğu tepenin üzerinden, İbrahim peygamber mancınıklar ile, ateşe fırlatılır.

Nemrut’un kızı, Zeliha yalvarmasına rağmen, babasının yüreğini yumuşatamaz. İbrahim peygamber, ateşe düştüğünde, burası bir göl ve gül bahçesine dönüşür. Yakılan odunlar ise balık olur.

Bu göle, daha sonra “Halil-ür Rahman Göl” ü adı verilir. Hz. İbrahim’in ardından kendisini ateşe atan Nemrut’un kızı Zeliha’nın, düştüğü yerde ise , bugünkü “Aynzeliha Göl”ü oluşur.

Halkın inanışına göre: bu göller ve içindeki balıklar, kutsal sayılmaktadır. Bu balıklara dokunanların başına bela geleceğine inanılır.

ABGAR VE KUTSAL MENDİL EFSANESİ

Abgar efsanesine göre: V.Abgar Ukkama, ilk Hıristiyan kraldır. Hz. İsa’nın tebliğinden hemen sonra, Hıristiyanlığı kabul etmiş ve kendi halkına da benimsetmiştir. Bu konu ile ilgili olarak efsane şöyledir:

‘ Edessa kralı, V.Abgar Ukkama, o sıralar cüzam hastalığına yakalanır ve bundan dolayı çok ızdırap çekmektedir. Kral, Hz. İsa’nın hastaları iyileştirdiğini duymuştur.

Ancak, çok hasta olduğundan, bizzat Kudüs’e gidemez. Ona inandığını ve yeni dinini öğrenmek istediğini belirten bir mektup yazarak, Hannan isimli elçisiyle birlikte gönderir. Bu elçi: aynı zamanda becerikli bir ressamdır.

Hannan ; Hz. İsa’ya getirdiği mektubu sunduktan sonra, yüzünün resmini yapmayı dener. Ancak, başarılı olamaz. Bunu sezen Hz. İsa, yüzünü yıkar ve kendisine uzatılan mendile yüzünü silip, mendili Hannan’a verir.

Hz. İsa’nın yüzünün aynısı, mendile çıkar. Hannan, bir mektupla birlikte, mendili de alarak, Edessa’ya döner.

Hz. İsa, Edessa kralı V.Abgar Ukkama’ya gönderdiği mektupta, şunları yazmıştır: “ Ne mutlu sana Abgar ve Edessa adındaki kentine. Ne mutlu, beni görmeden bana inanmış olan sana. Çünkü; sana devamlı sağlık bahşedilecektir.

Senin yanına gelmem hususunda bana yazdıklarına gelince, bilesin ki, görevlendirilmiş olduğum her şeyi burada tamamlamak ve bu işi bitirdikten sonra beni göndermiş olana, Baba’ya dönmem gereklidir.

Sana ızdıraplarını iyileştirmek, sana ve seninle beraber olanlara ebedi yaşam ve barış bahşetmek, ayrıca senin kentine dünyanın sonuna kadar düşmanlar tarafından boyun eğdirmemeyi sağlamak üzere, havarilerinden birisini, Thomas da denilen Adday’ı göndereceğim. Amin. Efendimiz İsa’nın mektubu.”

Edessa kralı V.Abgar; Hz.İsa’nın yüzü görünen kutsal mendili (Hagion Mandylion) yüzüne sürerek sağlığına kavuşmuş ve daha sonra bu mendili bir tahtaya gerdirerek, kentin giriş kapısında, bir niş içine koydurmuştur.

Bu kutsal mendil, yüzyıllarca Hıristiyan sanatında, Ortaçağ’ın Bizans-İslam ilişkilerinde, önemli ve büyük rol oynamıştır. Ayrıca, bu mektubun nüshaları çoğaltılarak, muska şeklinde, Urfa’ya gelen ziyaretçilere verilmiştir.

Kutsal sayılan mendil, uzun süre saklanır. İslam dini yöreye egemen olunca, kutsal mendil, Müslümanların eline geçer.

Bizanslılarla yapılan bir savaşta, Müslümanların bir kısmı esir düşer. Bizanslılar, esirlerin geri verilmesi için kutsal mendilin kendilerine teslim edilmesini şart koşarlar. Sonunda, kutsal mendil verilir ve esirler de geri alınır.

Mendilin düşürüldüğü kuyu, Hıristiyanlarca kutsal sayılır. Mendilin düşürüldüğü günün her yıldönümünde, geceden oraya gidilir, adaklar adanır, törenler yapılır. Kuyu başına yalınayak gitme gerektiğine inanılır. Bu yıldönümü, inanışa göre Paskalya Yortusunun 20’nci günüdür.

Efsaneye göre, günümüzde İbrahim Peygamber’i ateşe fırlatan mancınıklar olarak bilinen sütunlar, aslında bu kuyu ve mendilin anısına dikilmiş anıtlardır. Birinin altında bitmeyen altın, diğerinin altında ise bitmeyen su hazinesi yerleştirilmiştir. Biri yıkılırsa Urfa suya, diğeri yıkılırsa altına boğulacaktır.

ÇİĞ KÖFTE EFSANESİ

Çiğ köftenin geçmişi, Hz. İbrahim devrine kadar uzanır. Efsaneye göre: Nemrut, Hz. İbrahim’i ateşe atmak için, şehirdeki tüm yakacakları toplar ve ateş yakmayı yasaklar. Halk ne yapacağını düşünür. Bu arada: Urfa’da, bir avcı bir ceylan vurur.

Hanımı, kocasının vurduğu ceylan etini pişirmeden, yalnızca döverek ve bu etin içine ilaveten bulgur ve isot biberi katarak, bir yiyecek hazırlar. Kocası bu yiyeceği beğenir ve zaman içinde çiğ köfte olarak gelişerek günümüze kadar ulaşan bir yemek kültürü oluşur.

Bir zaruretten doğan bu yemek, binlerce yıl öncesinden günümüze kadar geliştirilerek yaşatılmaktadır.

NEMRUD’UN TAHTI VE KAZANE KÖYÜ EFSANESİ

Urfa kalesinin güneyindeki dağların arasında, yüksekçe bir tepe var. Burası: kral Nemrut’un yaylağı ve taht merkeziymiş. Tepenin üstü geniş ve düz kayalık. Buraya: Nemrut’un Tahtı deniliyor.

Kayalığın doğusunda, kayalara oyulmuş odalar, Nemrut’un yaz sıcağından korunmak için yaptırdığı dinlenme yeridir.

Tepeye 1 saat uzaklıkta, Harran ovasındaki Kazane Köyünde pişen yemekler, elden ele geçirilerek, buraya taşınırmış. Köyün adı da mutfaklarındaki kazanların bolluğundan, günümüze kadar “Kazane” olarak gelmiş.

TIFINDIR TEPESİ EFSANESİ

Urfa, 639 yılında, İyad Ganem komutasındaki İslam Ordusu tarafından, Bizanslıların elinden, savaşsız olarak alınır. Efsaneye göre: “ İslam ordusu kente girer, aylardan Ramazan olduğundan herkes oruçludur. Ordu, adı geçen tepenin üzerinde konaklar ve iftarını açar.

O tarihten sonra bu tepeye, iftar tepesi anlamına gelen Arapça “Tell Futur” adı verilir. Bu isim, günümüze “Tılfındır” olarak gelmiştir.

ŞANLI URFA’DA DOĞAL HAYAT

Şanlıurfa Kelaynak Kuşları

KELAYNAKLAR

Dünya’da, yalnızca Şanlıurfa’nın Birecik ilçesinde ve kuzey Afrika’da bulunan Kelaynak kuşlarının, 1956 yıllarına kadar, sayıları binlerle ifade ediliyordu. Ancak: yasak avlanma, tarım ilaçlarının düzensiz ve aşırı kullanımı, bu kuşların neslinin tükenme tehlikesini gündeme getirdi.

25-30 yıl yaşayabilen bu kuşlar, Şubat ayı ortalarında Birecik’e gelip, kayalıklara yerleşir, üremelerini yapıp, Temmuz ortalarında yavrularıyla birlikte, Birecik’ten ayrılırlar.

Kelaynaklar, 1977 yılında, Orman İstasyonunda koruma altına alınmışlardır. Kelaynak kuşlarına yörede “Keçelaynak” denilmektedir.

Yörede, bolluk ve bereketin sembolü olarak görülen ve kutsal sayılan kuşlar adına, 1984 yılında bu yana “Kelaynak Festivali” yapılmaktadır.

Şanlıurfa Ceylanlar

CEYLANLAR

Anavatanı: Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dır. Türkiye’de, yalnızca Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesi ve çevresinde bulunmaktadırlar. 1940-1960’lı yıllar arasında, Ceylanpınar’da ve Suruç-Cizre arasındaki topraklarda, 500-1000 başlık sürüler halinde dolaştıkları görülmüştür.

Zamanlı zamansız avlanma, yavrularının toplanması, tuzaklar, yırtıcı kuş ve köpeklerle yapılan avlanma sonucu, neslinin tükenme tehlikesi söz konusudur. 1970’li yıllarda koruma altına alınmışlardır. Ceylanpınar Tarım İşletmesi bünyesinde, 26 hektarlık alan çitle çevrilerek, koruma sahası oluşturulmuştur.

Şanlıurfa Kuşçuluk

KUŞÇULUK

Şanlıurfa’da halk uğraşları arasında: kuşçuluk başta gelir. Kuşçuluk; zevk için yapılmakla birlikte, kendine özgü özellikleri olan bir meslek olarak da görülmekte ve halk dilinde kuş besleyip uçuranlara “Kuşçu” denilmektedir.

Evlerde beslenen kuşların sayısı, yaklaşık 25 bin civarındadır. Şanlıurfa’da kuşçuların buluştuğu “Kuşçu Kahvehaneleri” vardır. Şanlıurfa halkının, kuşa verdiği değer mimariyi de etkilemiştir.

Bu evlerin avluya bakan pencerelerinin üst kısmında, “Kuş Takaları” denilen kuş evleri bulunur. Şanlıurfa’daki kuş türleri arasında: ev kuşları (angut) , kafes kuşları, evlere alışmış yabani kuşlar (güvercin), halis kuşlar ve yapışan kuşları (taklacı) sayılabilir.

Şanlıurfa’da gökyüzünde, sık sık bu kuşları görebilirsiniz ki hatta: bir ses duyarsanız şaşırmayın, kuşların birinin ayağında minik çıngırak bağlanmaktadır.

Şanlıurfa Keklik

KEKLİK

Keklik, Şanlıurfa’da en sevilen kuşlardan biridir. Tektek dağları olmak üzere, Urfa’nın çeşitli dağlarında çayır ve süpürge otları arasında, çıplak kayalıklarda ve taşlıklarda yaşar. Tektek dağlarında yaşayan Akkeklik çok değerlidir.

Tuzak kurulmak yoluyla canlı olarak yakalanan keklikler “Çardaklı Kahve” denilen kuşçu kahvesinde, özel kafesinde sergilenerek meraklılarına satılır.

Şanlıurfa Atlar

ATLAR

Ortadoğu’da, en makbul at ırkı; Arap atıdır. Türkiye’de 3000 baş saf kan Arap atı olduğu bilinmektedir. Bunun, üçte biri, yani 1000 kadarı, Şanlıurfa’dadır. Bunlardan; 400 kadarı, damızlık kısraktır.

Genel olarak; Şanlıurfa’daki at sayısı: 20,000 civarındadır. Sahip olsun olmasın, Urfalılar atı uğur sayarlar. Bu işi bilenler; “Eğer at beslemeye gücün yetmiyorsa, komşunun duvarından bir delik aç, hiç olmasa evine atın soluğu girsin” derler. O ev ve çevresindeki yedi evin, bundan nasiplendiğine inanılır.

Türkiye’de, resmi at yarışları yapılan 6 ilden biri Şanlıurfa’dır. 750 dönümlük arazi üzerine kurulu Şanlıurfa Hipodromu, her türlü gelişmeye uygun bir konumdadır.

 

GEZİLECEK YERLER

Şanlıurfa Müzesi

ŞANLIURFA MÜZESİ

Şehitlik semtindedir. Bu müzede: 20048 adet arkeolojik eser, 2645 adet etnoğrafik eser, 48203 adet sikke, 1283 adet mühür tableti, 9 adet el yazması kitap, 1 adet arşiv vesikası olmak üzere, toplam: 72199 adet eser bulunmaktadır.

Müzenin giriş katında: ilk salonda Asur, Babil ve Hitit çağlarına ait, taş eserler sergileniyor. Bu eserler arasında: Harran’da bulunan ve Babil kralı Nabonid dönemine tarihlenen ve üzerinde Nemrud’un ay, güneş ve yıldız tanrılarına dua edişini gösteren steli, mutlaka görmeniz gerek.

Müzenin ikinci ve üçüncü salonlarında: Neolitik Çağa ait; çakmak taşından kesici ve delici aletler, taş idoller, kaplar, pişmiş topraktan yapılmış boyalı ve boyasız seramikler, mühürler, pithosar, kolyeler, mühür baskılı küp parçaları, silindir ve damga mühürleri, figürinli kap parçaları, hayvan figürleri, madeni eşyalar, takılar, idoller gibi eserler sergileniyor.

Müzenin üst katında: yöreye ait giysiler, gümüş ve bronz takılardan örnekler, süslemeli ahşap kapı ve pencere sanatları, hat eserleri, el yazması Kuran-ı Kerimler ve cam eşyalar sergileniyor.

Müze bahçesinde ise; Roma ve Bizans dönemlerine ait mozaikler ve çeşitli dönemlere ait taş eserler sergileniyor. Bu sergilenen eserler ilginizi çekerse, müzeyi ziyaret edebilirsiniz.

Şanlıurfa Devlet Resim ve Heykel Müzesi

DEVLET RESİM VE HEYKEL MÜZESİ

Bünyesinde, Devlet Güzel Sanatlar Galerisinin de yer aldığı Şanlıurfa Devlet Resim Heykel Müzesinde: periyodik sergiler açılıyor. Bu sergilerdeki koleksiyonlarda; çeşitli plastik eserler sergileniyor.

Burası, daha ziyade, geleneksel Urfa ev planını ve yerleşimini görmek açısından orijinal. Geleneksel bir Urfa ev planını görmek isterseniz, burayı ziyaret edebilirsiniz.

ÇAMLIK PARKI

Şanlıurfa kent merkezinde bulunan Çamlık Parkında, 1979 yılında Müze Müdürü Osman Öçmen tarafından yapılan arkeolojik kazılar sonucunda, alanın Roma dönemi Nekropolü olduğu tespit edilmiştir.

Yapılan kazı çalışmaları sonucunda, 7 adet kaya mezarı bulunmuş, bunlardan birinde bulunan döşeme mozaiğinin ise, Osrhoene krallarından Mano oğlu Abgar Ukomo ailesine ait olduğu anlaşılmıştır.

Sanat değeri oldukça yüksek olan, çok renkli ve kitabeli bu mozayikte: ortada sırtında peleriniyle, VIII. Abgar ve çevresinde bir kadın, üç erkek olmak üzere, ailesinden dört kişi tasvir edilmiştir.

 

HALEPLİ BAHÇE

Kent içinde bulunmaktadır. Toplam 12 hektarlık bir alanda: fuar, lunapark ve diğer açık hava alanları kullanımı, ŞURKAV (Şanlıurfa İli Kültür Eğitim Sanat ve Araştırma Vakfı) tarafından projelendirilmiştir.

Günümüzde burada büyük bir proje yürütülmektedir. Bu proje gereğince: Balıklı Göl’ün kapısındaki bu park alanında: Edessa Arkeoloji Müzesi Haleplibahçe Mozaik Müzesi, Hamam kalıntıları, Yeme-içme birimleri, Otopark alanı ve yeşil alan olarak düzenlenmektedir.

Söylenenlere göre: Haleplibahçede: “Amazon kraliçelerinin av ve savaş sahnelerinin” tasvir edildiği mozaiklerin bulunduğu Haleplibahçe Mozaik Müzesi ile Edessa Arkeoloji Müzesi ve Arkeopar’ın yer alacağı 57 bin metre kare üzerinde toplam 36 bin metrekare kapalı alan, Türkiye’nin en büyük müze komplekslerinden biri olacaktır.

Buradaki savaşçı amazon kraliçeler mozaiği ise, mozaik tekniği, sanatı ve Fırat nehrinin orijinal taşlarından yapılması gibi özellikleriyle uzmanlar tarafından dünyanın en kıymetli mozaikleri olarak kabul ediliyor.

Müzede, yurt dışına kaçırıldıktan sonra bulunduğu ABD’deki Dallas Müzesinden getirilen “Ozanların babası Orpheus” un müziğiyle vahşi hayvanları uysallaştırdığını betimleyen mozaik te sergilenmeyi bekliyor.

Şanlıurfa Kalesi

URFA KALESİ

Uzaktan baktığınızda, gayet heybetli bir görünümü var. Ayrıca: iki uzun sütun parçasını görecek ve bunların ne olduğunu merak edeceksiniz. Evet, kaleye gidelim.

Günümüzde, kentin ortasında kalan: Halil-ür Rahman ve Aynzeliha göllerinin güneyindeki, tepe üzerinde kuruludur. Doğu, batı ve güney yanları, kayadan oyma derin savunma hendeği ile çevrilidir. Kuzey tarafı ise, sarp kayalıktır. Hz. İbrahim, Nemrut tarafından, bu tepeden ateşe atılmıştır.

İç kale: Kale’nin Roma imparatorluğu zamanında, MÖ.4-5’nci yüzyıllarda Şanlıurfa’da hüküm süren, Abgarlar döneminde yapıldığı tahmin ediliyor. Damlacık dağının güney eteğinde, yüksek bir düzlük üzerinde ve yuvarlak planlı olarak yapılmış.

Düzgün kesilmiş kalker taşından yapılmış olan kalenin: doğu, batı ve güney tarafları, kayadan oyma derin hendeklerle çevrili. Kuzey tarafı ise, sarp kayalık. Kalenin içine: batıya açılan kapıdan giriliyor. Dağın içinden, kayaya oyulmuş basamaklı kaleye çıkan yol, son yıllarda bulunmuş ve temizlenerek ziyarete açılmış.

Kale içinde, bugün yalnızca iki sütun ayakta kalmış. Kale üzerindeki korint başlıklı bu iki sütundan: doğuda olanının kente bakan kuzey cephesindeki Süryanice olan kitabede: “ Ben Eftuhayım, güneşin oğluyum.

Bu sütunlar ve üzerindeki heykeli, kral Mano’nun kızı Shalmet için yaptırdım.” Yazılıdır. Kral Mano, MS.240-242 yıllarında hüküm sürmüştür. Kitabede belirtilen heykel, bugün yerinde bulunmamaktadır.

Kale’de, Roma devrinden başlamak üzere, Bizans ve İslami devirlere ait, temel halinde çok sayıda yapı kalıntısı bulunmaktadır. Ancak, burada ayrıntılı arkeolojik kazı çalışmaları yapılmamıştır. Kalede: bir kıl çadırda, günübirlik tesis oluşturulmuş.

Dış Kale (Surlar): Kale’nin dış surları, dikdörtgen şeklinde olup, çevresi 4 km. kadardır. Surların, MS.812 yılında Hıristiyanların Arap akınlarına karşı kenti korumak amacıyla yaptırdıkları bilinmektedir.

Şanlıurfa Surlarında; Harran Kapısı, Bey Kapısı’na ait Mahmutoğlu Kulesi, yer yer bazı duvar ve burç kalıntıları, günümüze kadar ulaşabilmiştir. Ancak, büyük ölçüde yıkıntı halindedir.

Şanlıurfa Balıklı göl

BALIKLI GÖL

Şanlıurfa denilince balıklı göl, Balıklı göl denilince Şanlıurfa akla gelir. Diğer adı: Halil-ül Rahman Gölü.

Dünyada eşi benzeri bulunmayan kocaman bir akvaryum. Anlamı çok büyük.

Üç dininde atası sayılan, Hz. İbrahim’in ateşe düştüğü yer. Bu iki gölle ilgili hikayeyi öğrenmek için, üstte yazılı olan efsaneler bölümünü okuyabilirsiniz.

Şanlıurfa Balıklı göl

İç turizmin gözde mekanı, dış turizmin yeni gözdesi bir yer. Balıklı göl denilince Şanlıurfa, Şanlıurfa denilince balıklı göl akla geliyor. Ancak: burada, yine de kötü manzaralara rastlanıyor. Şöyle ki: çimlere oturup piknik yapmak burada çok doğal olmuş. Olmamalı, burası turistik bir mekan.

Bölgede: dilenciler, yan kesiciler dolmuş. Buranın anlamını anlatayım diyen, yarım yamalak İngilizce konuşmaya çalışan çocuklar: peşinizi hiç bırakmıyor, öyle ki 15-20 civarındaki bu çocuklar o ölçüde rahatsız ediyorlar ki, an geliyor, çok sıkıcı bir hale geliyorlar.

Dilencisi, simitçisi, cevşen satıcıları, çevrenizde sürekli birileri dolaşıyor. Yani: bu mistik havayı, sessiz ve sakince gezmeniz mümkün değil. Siz yine de, balıklı göldeki balıklara, mutlaka yem verin. Göl kıyısında: taslar içinde yem satanlar var.

Bunlardan alacağınız yemleri: havuza attığınızda, zaten gözle görülen, büyük boyutlu ve yüzlerce balık, attığınız yemlere büyük bir iştahla saldırıyorlar ve havuzda güzel bir görüntü ortaya çıkıyor.

Şanlıurfa Balıklı göl

Mutlaka deneyin. Ha bu arada; aklınıza gelir elbette, bu balıkları tutan yok mu acaba diye. Kesinlikle, bu balıklar yöre halkı tarafından kutsal olarak kabul ediliyor.

Balıklı gölü gezdikten sonra; Aynzeliha gölünü görmek isteyeceksiniz, ama nafile, çünkü çevresi tamamen çay bahçeleri ve bu bahçelerin masa ve sandalyeleriyle donatılmış. Çimlerin üstünde yan gelmiş uzanmış insanlar.

Aynzeliha gölünü, balıklı göle bağlayan kanallarda: boş pet şişeler, kirlilik. Her tarafta, çöpler atılmış. Güller: ya açmış koparılmış, ya da bakımsızlıktan açmaz olmuş. Çimlerin üstünde: yemek atıkları, pet şişe ve bardaklar atılmış.

Tezgah açanlar, bisiklete binenler, oyuncak satanlar, motosikletle gezenler. Top oynayanlar, dondurma satanlar, pamuklu şeker satanlar, kolunu sallayıp içeri girmiş eşya satanlar. Zabıta ve polis otoları içeri giriyor ve araçla geziyorlar, ama bunlara müdahale etmiyorlar.

Yetkili makamlara seslenmemek mümkün değil, burası gerçekten ülkemizin değerlerinden, buraya sahip çıkmak, temiz bulundurmak, bakımlı bulundurmak, gelen ziyaretçilerin huzur içinde buraları gezmelerini sağlamak, yetkililerin görevi.

 

HALİL-ÜL RAHMAN CAMİİ

Halil-ül Rahman Gölünün güneybatı köşesinde bulunmaktadır. Medrese, mezarlık ve Hz. İbrahim’in ateşe atıldığında düştüğü yerdeki makamdan oluşan bir külliyeden ibarettir. Cami; Melik Eşref emriyle, 1225 yılında yaptırılmıştır.

Caminin yapımından önce, aynı yerde: 504 yılında, Bizans döneminde yaptırılan Meryem Ana Kilisesinin bulunduğu öğrenilmiştir.

Minare süslemeleri ve şerefedeki sütunların akantüs yapraklı başlıkları, Bizans devri süsleme özelliklerini yansıtmakta ve minarenin 504 tarihli Meryem Ana Kilisesinin çan kulesi olabileceği ihtimali akla gelmektedir.

Caminin doğusundaki harim kapısı üzerinde bulunan kitabede: “ Peygamberlerin atası Halil-ül Rahman’ın makamı olan bu cami, 1225 yılında yapılmıştır.” yazılıdır. Caminin batısına bitişik makam kısmının kapısı üzerindeki 1871 tarihli kitabede: “ Hz. İbrahim’in ateşe atılması ile ilgili ayet-i kerime yazılıdır.” Eyyübiler döneminde inşa edilen cami, 1810 yılında, temelden başlanarak önemli değişiklikler geçirmiştir.

Halk arasında: “Döşeme Cami” veya “Makam Cami” isimleriyle anılan bu camiden, Evliya Çelebi de “İbrahim Halil Tekkesi” olarak söz eder. Şöyle devam eder.” Tekkenin içinde bir kaynak vardır ki, Nemrut, Hz. İbrahim’i atmak için yaktırdığı ateşin olduğu yerden çıkmıştır.

IV. Sultan Murat; Bağdat Seferine giderken, bu tekkeyi ziyaret edip, iki balık yakalatarak, kulaklarına birer altın küpe takmıştır.

Bir adam yedi gece, yedi gün bu tekkeyi beklerse, muradı olur derler. Saf suyundan içenler, Allah’ın emriyle çarpıntıdan kurtulur. Bunun için Urfa halkında çarpıntı olmayıp sağlam olurlar.”

Şanlıurfa Rızvaniye Camii

RIZVANİYE CAMİİ

Halil-ül Rahman Gölünün kuzey kenarı boyunda bulunur. Harim kapısının üzerindeki kitabede: “Osmanlıların Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından, 1736 yılında yaptırıldığı yazılıdır.” Cami avlusunun üç tarafı, medrese odaları ile çevrilidir.

Cami, Bizans dönemine ait St. Thomas Kilisesi yerine inşa edilmiştir. Enine, dikdörtgen planlı yapı, mihrap duvarı boyunca sıralanan üç kubbe ile örtülüdür. Üç gözlü, son cemaat yeri, önde iki sütuna, yanlarda duvarlara oturan üç kubbe ile örtülüdür. Yanlardaki kubbeler, yarım kubbeyle örtülmüştür.

RIZVANİYE MEDRESESİ

Balıklı göl kıyısında yürüyerek ilerlediğinizde, medreseye ulaşırsınız. Rızvaniye camii avlusunu çevreleyen, önleri revaklı odalardan oluşmaktadır. Avlunun kuzeyindeki dershane-mescidin güneye bakan cephesi üzerindeki kitabede: “ Medresenin Ahmet Paşa tarafından, 1736 yılında yaptırıldığı yazılıdır.”

Rızvaniye camiinin harim kapısı üzerindeki kitabede de, caminin 1736 yılında yapıldığı yazılıdır. Yani; cami ve medrese, aynı tarihlerde yapılmıştır.

Medresede, inşa malzemesi olarak kesme düzgün taş kullanılmıştır. Avlunun kuzey kenarı ortasındaki kubbeli dershane mescit hariç, medresedeki tüm odalar, beşik tonozlarla örtülüdür.

Avlunun güney kenarındaki caminin sağında, beşik tonozlu üç oda, solunda büyük bir oda var. Avlunun doğu kenarında, 7 oda var. Kuzey kenarında, ortada eyvan, eyvanın doğusunda 7 oda, dershane mescidin batısında 8 oda var.

Tüm odalar: ocak nişlidir. Medresenin mutfağı, avlunun kuzeybatı köşesinde, tuvaletleri kuzeydoğu köşesindedir.

Cami ve dershane mescit arasındaki seki, yazlık namazgah olarak yapılmıştır. Sekinin güneyine bitişik kare bir havuz var. Medrese avlusu, çiçeklik ve bahçe olarak dekore edilmiştir.

Şanlıurfa Mevlid-i Halil Camii

MEVLİD-İ HALİL CAMİİ

Mevcut kitabeler, onarım devirlerine ait olup, yapının inşa tarihi net olarak bilinmemektedir. Külliyedeki kitabelerin en eskisi: İbrahim Peygamberin doğduğu mağaranın giriş kapısı üzerindeki, 1808 tarihli kitabedir. Ancak, daha 1523 yılında, burada bir zaviyenin bulunduğu bilinmektedir.

Mevlid-i Halil Camii, İbrahim Peygamberin doğduğu mağaranın batısına bitişik olarak yapılmıştır. Harim kapısı üzerindeki kitabede: caminin, 1852 yılında, Mahmut Ağa tarafından onarıldığı yazılıdır. Avlunun güney doğusundaki iki odadan biri, 1855 yılında Ahmet Bican Paşa tarafından, diğeri 1885 yılında Derviş Musa tarafından yaptırılmıştır.

HZ.İBRAHİM PEYGAMBERİN DOĞDUĞU RİVAYET EDİLEN MAĞARA

Şehir merkezinde, Mevlid-i Halil Camii yanındadır. Şanlıurfa’nın en çok turist çeken ve Dergah da denilen bu mağaranın yakınında: mescit, hücre ve havuzlarla birlikte, küçük bir cami ve önünde havuzlu avlusu bulunmaktadır. Burada: Hz. Muhammed’in sakalından bir teli saklanmaktadır.

Ayrıca: Hz. İbrahim’in doğduğu mağara içinde bulunan su, ziyaretiler tarafından ve özellikle yerli halk tarafından şifalı olduğu düşüncesiyle içilmekte ve hatta şişelere doldurulup götürülmektedir. Dergah, dini turizm potansiyeli açısından önemlidir. Mağara, zaman içinde yapılan düzenlemeyle, Mevlid-i Halil Cami avlusu içine alınmıştır.

İçinde, su da olan mağaranın: sinir ve ruh hastalarına iyi geldiği de öne sürülmektedir. Bir kapıdan bu mağaraya girmek mümkündür. Buraya girdiğinizde: mağara içinde bir su kaynağı göreceksiniz.

Buraya: zincirlerle bağlı su kapları ile akan çeşmeden su içebilirsiniz. Ama: diğer çeşmede olduğu gibi burada da herkes tarafından kullanılan kupalar var. Buraya giren zaten yardım parası veriyor, buraya plastik bardak alınsa sanırım iyi olur. Bu suyu mutlaka için, gerek tadı ve gerekse mistik havası ve geçmişe dayalı efsanelerdeki gücü nedeniyle, bu sudan mutlaka için.

Şanlıurfa Fırfırlı Camii-Kilise

FIRFIRLI CAMİİ( KİLİSE)

Vali Fuat Bey caddesin üzerindedir. Halk arasında: Fırfırlı Kilise olarak da anılmaktadır. Yapının esas adı ise; On iki Havari Kilisesidir. Kitabesi bulunmadığından, yapılış tarihi bilinmemektedir.

Yapı: apsise dikey üç nefli bazilikal plandadır.

Orta nef: dört tromplu kubbe, yan nefler dörder çapraz tonozla örtülüdür. Yan neflere nazaran daha geniş tutulan orta nefin girişten itibaren üçüncü kubbesinin kasnağı, 24 adet pencerelidir.

Yapıdaki kubbe ve tonozlar, ortada bazalt taşından yapılmış mukarnas başlıklı yuvarlak sütunlara, yanlarda duvara bitişik olarak kesme taştan yapılmış yarım sütunlara otururlar. Yarım sütunlar dış cephelerde de birer dekorasyon unsuru olarak görülür.

Apsis, camiye çevirme işlemi sırasında doldurularak pencereye dönüştürülmüştür. Apsisi ve iki yanında bulunan pastoforion hücreleri dışarıdan çıkıntı halindedir. Batı cephesindeki giriş kapısı; içeriden yarım kubbeli, dış cepheden sivri kemerli olup, pembe mermer taşından yapılmıştır.

Kapının üzerindeki Dabbakhane Camindeki mürebbireyi andırır biçimde, üç cepheli ve üç pencereli bir balkon var. Urfa’daki diğer kiliselerde rastlanılan nartheks ve gynakaion bölümleri, bu yapıda yok.

Yapının, özellikle batı cephesindeki ve köşe kulelerindeki muhteşem taş işçiliği dikkat çekici. Kilise, camiye çevrilirken, güneydeki pencerelerden biri, mihrap haline getirilmiş ve güney duvarının ortasında bulunan yarım sütunun önüne, taş minber yapılmış.

Mihrap üzerinde yer alan kitabede; “Kilisenin, 1956 tarihinde camiye çevrildiği “ anlaşılmaktadır. Kilise, camiye çevrilmeden önce, bir süre cezaevi olarak da kullanılmıştır.

Şanlıurfa Eyyüp Peygamber Mağarası ve Kuyusu

EYYÜP PEYGAMBER MAĞARASI VE KUYUSU

Sabır Peygamberi Hz. Eyüp’ün hastalık çektiği mağara ve kutsal suyundan yıkanarak şifa bulduğu kuyu, Urfa şehir merkezinin Eyüp Peygamber semtinde bulunuyor. Şanlıurfa’nın bilinen adak yerlerinden biridir.

Eyüp Peygamber, bu mağarada, 7 yıl, şiddetli bir hastalık çekmiştir. MS. 460 yılında: Piskopos Nona tarafından, Eyüp Peygamber kuyusunun, cüzamlı hastaları iyileştirdiğinin keşfedilmesi üzerine, hastalar, bu kuyunun suyu ile yıkatılarak sağlıklarına kavuşturulmuşlardır.

Bu kuyunun batısında, kayalara oyulmuş ve Hamam diye anılan bir mekanın bulunması da; burada bir tedavi merkezi olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. İsa’nın Urfa Kralına gönderdiği mucizevi mendili, bir hırsız tarafından çalınarak Eyüp Peygamber kuyusuna atılmıştır.

Bu olay: 1145 yılında, Urfa’yı alan İslam Komutanı İmadeddin Zengi’ye, Süryani Kilisesinin reisi Basil Bar Şumana tarafından, şöyle anlatılır.” Urfa’yı ziyarete gelenlerden birisi, Hz. İsa’nın mendilini çalar ve cebine koyar.

Kosmas Manastırında geceleyen ziyaretçinin cebindeki bu mendil, karanlıkta ışık ve nur saçmaya başlar.

Yanmaktan korkan hırsız, mendili Eyüp Peygamber kuyusuna atar. Kuyudan, güneş misali bir ışık çıkar, kuyunun içini-dışını aydınlatır. Böylece, mendil bulunarak kuyudan çıkarılır ve manastırdaki yerine iade edilir.”

Halk arasında, bu olay Ulu Camideki kuyular için de anlatılmaktadır.

Şanlıurfa Hasan Padişah Camii

HASAN PADİŞAH CAMİİ

Akkoyunlu Devleti hükümdarı Sultan Uzun Hasan tarafından yaptırılmıştır. Uzun Hasan, bir süre Urfa’da kalmıştır. Bu camiyi: 1470’li yıllarda, Toktemur Camiine bitişik olarak yaptırmıştır. Çok kubbeli camiler gurubuna giren bu cami, kıble duvarı boyunca sıralanmış tromplu 3 büyük kubbe ile örtülüdür.

Dikdörtgen bir plana sahiptir. Son cemaat yeri, önde payeler üzerine oturan çapraz tonozlarla örtülü, sekiz gözlüdür.

Doğu baştaki göz: Toktemur Mescidi önüne rastlar. Avlunun kuzeyinde bulunan minare; 1859 tarihinde, Halil Bey tarafından tamir ettirilmiştir. 1960’larda, avlu kemerli ihata duvarı ile çevrilmiştir.

Şanlıurfa Ulu Cami

ULU CAMİ

Ulu camideki mevcut kitabeler: onarım devirlerine ait olup, inşa tarihi tam olarak bilinmemektedir.

Nurettin Zengi tarafından tamir ettirilerek, bugünkü şeklini alan “Halep Ulu Cami” ile benzer bir plan gösteren Urfa Ulu Caminin Zengiler zamanında yaptırılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Urfa şehir merkezindeki en eski camilerdendir.

Şanlıurfa Hızmalı Köprü

HIZMALI KÖPRÜ

Karakoyunlu deresi üzerindedir. Urfa’daki köprülerin en güzellerindendir. Halk arasında anlatıldığına göre: Karakoyunlu Türk Beyliği hükümdarlarından birinin kızı Sakine Sultan tarafından, hac yolculuğu sırasında yaptırılmıştır.

Köprünün orta ayağının doğu cephesindeki kitabede: “ 1843 yılında tamir ettirildiği yazılıdır.” Sakine Sultanın ve çocuğunun mezarı, dere üzerindeki su kemerinin kuzeyindedir.

YOL GÖSTEREN ÇEŞMESİ

Şehir merkezindedir. İpek yolu ile Diyarbakır yolu kavşağındaki park içindedir. I. Dünya Savaşında Çanakkale’de savaşan Urfalı askerlerin anısına, 1917 yılında yaptırılmıştır.

Abidenin üzerinde: Kafkas yolu, Ankara yolu, Bağdat Demiryolu ve şehir merkezine giden Mustafa Kemal Paşa caddesini gösteren kelimeler bulunmaktadır. Abidenin alt kısmı; dört cepheden çeşme olarak kullanılmaktadır.

Şanlıurfa Harb-ı Umumi Şehitler Abidesi

HARB-I UMUMİ ŞEHİTLER ABİDESİ

Şehir merkezindedir. Hükümet konağı önündeki kavşakta görülebilir. I. Dünya Savaşının bütün cephelerinde, savaşa katılmış Urfalı şehitler ve gazilerin anısına, 1917 yılında yaptırılmıştır.

Şanlıurfa Urfa Evleri

URFA EVLERİ

Urfa evlerinin gelişiminde: iklimin, kalker taşının, İslami inanışların, Urfa aile hayatının, yaşamının tamamını evinde geçiren kadına, onun sıkılmayacağı geniş ve ferah bir ortam yaratılması düşüncesiyle ve sosyal gelenekler değerlendirilerek yapılmıştır.

Urfa’nın sıcak iklime sahip olması: evlerin avlulu, kışlıklı ve yazlıklı, eyvanlı, odaların kalın duvarlı ve tonoz örtülü toprak damlı yapılmasında etkili olmuştur. Çevredeki dağlardan kesilen taşlar işlemeye elverişlidir. Bu yüzden, mimaride, hakim malzeme olarak bu taşlar kullanılmıştır. Yakın çevrede; yüzlerce yıldan bu yana işletilen antik taş ocakları bulunmuştur.

Müslümanlığın getirdiği yaşam tarzına uygun olarak, evler: haremlik ve selamlık olarak iki bölümden oluşur. Selamlık bölümünde: küçük bir avlu, bir veya iki oda, eyvan, konukların ve hayvanların barınacağı büyük bir ahır ve tuvalet bulunur.

Haremlik bölümünde: bu bölüm oldukça zengin planlanır. Avlusunun kuzey tarafında: cephesi güneye bakan ve kış aylarında güneş alan kışlık eyvan ve iki yanında birer oda bulunur. Avlunun güney tarafında: cephesi kuzeye bakan ve yaz aylarında güneş almayan yazlık eyvan ve iki yanında odalar bulunur.

Avluyu çevreleyen mekanlar arasında: kiler, mutfak ve hamam bölümleri bulunur. Geleneksel Urfa evlerinde: hayat denilen avlunun önemli bir yeri vardır. Düzgün kesme taş döşeli hayatın ortasında; mermer bir havuz, kuyu, yalak ve içinde: incir, dut, nar, portakal, kebbat, annep, zakkum, asma gibi ağaçlardan biri veya birkaçı bulunan çiçeklik var.

Çiçeklik, aynı zamanda çöpe atılması günah olan sofradaki ekmek kırıntılarının silkelendiği yerdir. Avluyu çevreleyen duvarların dama yakın kısımlarında, dikdörtgen nişler şeklinde yapılan kuş evlerinde yaşayan kuşlar, çiçeklikte bulunan bu ekmek kırıntılarıyla beslenirler.

Bu özellik taşıyan evleri görebileceğiniz yerler şunlar: Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, Şurkav Kültür Evi, Sabık’ın Köşkü ve Halepli Bahçesi.

Şanlıurfa Bedesten-Kapalı Çarşı

BEDESTEN (KAPALI ÇARŞI)

Gümrük Hanın güneyine bitişik, bir çarşıdır. Bu çarşıda: mahalli kadın ve erkek giysileri, yaşmak, puşu gibi baş örtüleri satılmaktadır.

SİPAHİ PAZARI

Bedestenin batısına bitişik, kapalı bir çarşıdır. Bu çarşıda: halı, kilim, keçe gibi yaygılar ile kürk ve heybe gibi geleneksel el sanatları ürünleri satılmaktadır.

MİLLET HANI

Şehir surlarının Samsat kapısı dışındadır. Şehre gelen kervanların şehre henüz girmeden konaklamalarını sağlamak amacıyla inşa edilmiştir. İnşa tarihi bilinmemektedir. Kapladığı alan bakımından, Türkiye’nin en büyük hanlarındandır.

Kesme taşlardan inşa edilmiş olan yapımın geniş avlusunun çevresinde, ortasından kalın payelerle bölünmüş, birbiriyle bağlantılı, çapraz tonozlarla örtülü, arka duvarlarında yemlikler bulunan geniş mekanlar var.

Tavanda: zikzak biçiminde havalandırma delikleri var. Bu mekanlar: yer yer aralarında duvarlara bölünerek odalara dönüştürülmüş. Avlunun güney kenarının doğu kesimi yıkılmış olup, toprak dolguludur.

“Alman Yetimhanesi” olarak kullanılan yapının, eski fotoğraflarında, iki katlı olduğu ve güney cephesinin batı köşesindeki portal üzerinde bir kitabe ve bunun sağında ve solunda birer aslan kabartmasının bulunduğu görülüyor. İkinci kat: günümüzde tamamen yıkılmış.

Şanlıurfa Göbekli Tepe

GÖBEKLİ TEPE

Şanlıurfa’nın 20 km. doğusunda, Örencik Köyü yakınlarındadır. Evet, Nisan 2013 tarihinde buraya yaptığımız ziyarette: bu muhteşem arkeolojik alanda, sadece yaşlı bir yöre insanının bulunduğunu görünce hayretler içinde kaldım.

Hoş: büyük boyutlu taşların taşınması, çalınması gibi bir durum söz konusu olamaz diye düşünüyordum, peki ya zarar verilirse? İnanılır gibi değil, tam bir tarih hazinesi. 12 bin yıllık geçmiş, burada kaderine terk edilmiş gibi, umarım bir yetkili bu satırları okur ve Göbekli tepe de önlem alınır,  kalıntılar koruma altına alınırlar.

Değerli okurlarım: bu satırları yazmamın üzerinden bir yıl geçti ve ben: Mayıs 2014 tarihinde yine Göbekli Tepe’ye gittim. Öncelikle burada yani kazı yapılan alanda gerekli tedbirler alınmış. Çevreye tel örgü çekilmiş, alanın üstü kapatılmış, ören yeri girişine resmi bir görevli konulmuş.

Umarım; ben ve benim gibi gezginler, buraları gezdikçe ve aksaklıkları tespit ettikçe ve buralarda yazdıkça, yetkililer önlem alacaktır ve arkeolojik hazinelerimiz, Osmanlıdan gelen “taş bunlar, sadece taş” mantığından kurtulacak, talan edilmekten kurtulacaklardır.

Evet: Göbekli Tepe ile ilgili en son ve güncel bilgilerimi, notlarımı, yorumlarımı okumak isterseniz: yine bu sitede, tamamen buraya ait bir yazımı bulabilirsiniz.

Şanlıurfa Göbeklitepe

Şanlıurfa Soğmatar Harabeleri

SOĞMATAR HARABELERİ

Şehre, 35 km. uzaklıktadır. Şanlıurfa-Mardin karayolunun 35’nci km. sinde, Mercihan Nahiyesinin ilerisinde, sağa ayrılan 30 km. lik şose yol, Tektek Dağları arasından sizi Soğmatar kentine götürür. Kentin, Şanlıurfa kentine toplam uzaklığı: 65 km. dir.

Sumatarla (Yardımcı) Soğmatar kelimelerini, birbiriyle karıştırmamak gerekir. Sumatar, Şanlıurfa-Akçakale yolu üzerinde, 29’ncu km. Şanlıurfa’dan uzaklıkta, ilin güneyine düşer. Soğmatar ise, Şanlıurfa-Mardin istikametindedir.

Şanlıurfa Soğmatar Harabeleri

Soğmatar: MS.1 ve 2’nci yüzyıllarda: Süryaniler tarafından iskan edilen bir höyük ve bunun üzerinde, MS.11’nci yüzyıla ait: kale, burç ve kalıntılarıyla, köy içerisinde dini yapı kalıntıları bulunmaktadır.

Kökü, Harran Sin kültürüne dayanan Sabiizmin ve baş tanrı Marilaha’nın kültür merkezi olarak biliniyor. Buranın en önemli kalıntısı: baş tanrı ve mukaddes gezegenlere ibadet edilerek, kurban kesilen açık hava mabedi.

Kayadan oyma, diğer bir mağara mabedin duvarlarında, o dönemden kalma yazılar ve gezegenleri tasvir eden insan rölyefleri var. Ayrıca: kalenin batısında bulunan açık hava mabedi üzerindeki kayalarda: tanrıları tasvir eden insan rölyefleri ve Süryanice yazıları işlenmiş. Soğmatar’da, Roma dönemine ait çok sayıda kaya mezarı bulunmaktadır.

Bunlardan en önemlisi: anıt mezar özelliği taşıyan, üç tanesi köyün kuzey batısındadır.

KARAALİ KAPLICASI

Şanlıurfa Valiliğinin yaptırdığı jeolojik raporlara göre: kaplıca suyunun sıcaklığı: 41-49 derece arasındadır. Yüksek sıcaklıktan dolayı, su kaplıca tesislerinde ısısı düşürülerek kullanılmaktadır. Kaplıca tesislerinin yanında bulunan seralar, bu su ile ısıtılmaktadır.

Yapılan araştırmalarda, büyük bir sera alanının ısıtılabileceği ortaya çıkmıştır. Sıcak su eşanjör sistemiyle ısıtmada kullanılıp, kaplıcaya verilmektedir. Kaplıca suyu: özellikle, romatizmal hastalıklar, deri hastalıkları ve böbrek taşlarında etkili olmaktadır.

Özel İdare tarafından yaptırılan tesiste: 32 oda ve 100 yatak kapasitesi bulunmaktadır. Ayrıca, yapımı tamamlanan 54 odalı apart otel, hizmete başlamıştır.