İstanbul Fener

fener-genel-en-basa-koyalimyokus-2
İstanbul Fener

Fener semti: tarihi yarımadada “İlk İstanbul” veya “Suriçi İstanbul” olarak bilinen bölgede, Fatih ilçesinin kuzeydoğusunda ve Haliç’e bakan bir semttir. Doğusunda “Cibali” ve kuzeybatısında “Balat” semtleri vardır.

Bu semtler: İstanbul’un ilk kuruluşundan günümüze kadar ayakta kalmayı başarmıştır. Fener semtinin tarihinin, İstanbul’un ilk kuruluş yıllarında başladığı söylenir.

Ermeni yazar Farbl Lazar’ın yazdıklarına göre: İmparator Konstantinus: Bizanstion adını taşıyan bu küçük yerleşim yerine geldiğinde: buranın çok güzel olduğunu ve yerleşmeye çok elverişli olduğunu gördü. Çünkü buranın batı tarafındaki ufak bir kara kısmı yanında, diğer üç bölüm denizle çevriliydi. Bu yüzden, İmparator derhal faaliyete başladı ve yarımadanın iç kısmında bulunan tepeleri düzelttirdi ve surların inşa planını hazırladı.

Roma döneminde yerleşilen bu bölgeye, Bizans döneminde “Petrin” yani “Kaya” isminin verildiği biliniyor. Bu bölge: İstanbul’un yedi tepesinden birinin zirvesine çıkan, oldukça dik bir yokuşun çevresinde kuruluydu. Hatta: burada sadece surlar değil, aynı zamanda şehir merkezinden ayrı bir iç kale vardı.

Bu kalenin surlarındaki kapıya ise “Porta Phanari, Porte del Pharo” yani “Fener kapı” deniliyordu. 1351 tarihli bir belgede ise, bu kapının yanındaki mahalleye, Bizans döneminde “Fanari” ismi verilmişti. Çünkü, bu mahalle yani kapının bulunduğu yerde, limana yakın bölümde bir zamanlar bir deniz feneri vardı. Ancak bu sözü edilen deniz feneri, günümüze ulaşmamıştır. Büyük ihtimalle: İstanbul’un uğradığı büyük depremler, kuşatmalar ve saldırılar sırasında yok olduğu kesindir.

Zaten: sadece fener değil, gerek surlar ve gerekse bir zamanlar burada bulunduğu söylenen kapıdan da herhangi bir kalıntı, günümüze ulaşmamıştır. Ancak kapının yeri tahmin edilmektedir. Çünkü bütün sokaklar, kapının bulunduğu tahmin edilen yere açılmaktadır.

Evet: surlarla çevrili bu iç kale bölgesinin ismi, Bizans döneminde “Petrion” olarak bilinmektedir. Şehir merkezinden ayrı, bağımsız bir bölüm gibi olan Petrion’un ilginç bir tarihi geçmişi vardır.

1204 yılındaki işgalde, Latinler yani Haçlılar: ilk önce Petrion bölümünü ele geçirmişler ve ardından şehre girmeyi başarmışlardır. Çünkü: başlangıçta Haçlı donanması düşman gibi görülmemiş ve Haliç girişindeki ünlü zincir açılarak, donanmanın Haliç’e girmesine izin verilmiştir. Ardından, Haçlılar, Haliç kıyısında bulunan ve diğerlerine göre daha zayıf surlara saldırmışlar ve Petrion’u ele geçirmişlerdir.

Ama Türklerin şehri kuşatmasında bunun tam tersi olmuş, şehrin birçok bölümü ele geçirilmesine rağmen, Petrion’da bulunanlar, burayı uzun süre savunmuşlardır. Buna istinaden, Fatih Sultan Mehmet, buranın yağmalanmasını yasaklamış ve hatta sonradan buraya bazı ayrıcalıklar vermiştir. Bu yüzden: tarihi süreçte, İstanbul’da yaşayan Rumlar ve özellikle “Feneriyot” olarak isimlendirilen varlıklı aileler: bu bölgede toplandılar. Semtin iç bölümlerinde Rumlar, sahilde ise Yahudiler karışık olarak yaşıyorlardı.

Evliya Çelebi yazlarında: şehrin alınmasından sonra Fatih Sultan Mehmet’in Mora Rumlarını, Fenerkapıya yerleştirdiğini yazar. Ayrıca: yine o dönemlerde Fener semtinde; meyhaneleri ve balıkçılarının ünlü olduğunu belirtir.

Ermeni tarihçi Sarraf Hovannesyan tarafından yazılarında: Cibali Ayakapı’dan Fener’e kadar uzanan yerde, Rum zenginlerinin ve Eflak-Boğdan Beylerinin sıra sıra evlerinin bulunduğundan söz eder. Çünkü: bir zamanlar Osmanlı yönetiminde olup günümüzde Romanya’nın parçaları olan Eflak-Boğdan voyvodaları, geleneksel olarak Fener Rumları arasından seçilirdi. Ayrıca: Osmanlı Hariciyesinde tercümanlık görevleri de hep Fenerli Rumlar tarafından yürütülürdü.

fener-genel-1
İstanbul Fener

Sonuçta: Rumlar ellerine geçen yüksek paralarla, Fener semtinde muhteşem evler ve saraylar yaptırdılar. Ancak, bu saraylar günümüze ulaşmamıştır, evlerin ise bir kısmı kalmıştır.

Günümüzde burada sanki zaman durmuş gibidir. Ayrıca: tam bir kültür mozaiği vardır. Cadde ve sokaklarda gezinirken karşınıza bir anda bir Ermeni kilisesi, sonra bir Yahudi havrası, ardından bir cami ve hatta bir Rum kilisesi çıkar.

Biraz önce sözünü ettiğim, gibi, semtin güzel dönemlerinden günümüze saraylar kalmamış olmasına rağmen, bazıları çok güzel onarılmış ve bazıları ne yazık ki metruk evler görülmektedir.

fener-patrikhane-1
İstanbul Fener Patrikhane
fener-patrikhane-7
İstanbul Fener Patrikhane

PATRİKHANE

Sadrazam Ali Paşa caddesi üzerinde bulunan Patrikhane: 1601 yılında buraya taşınmıştır. Patrikhanenin: 450 milyonluk Ortodoks dünyasının merkezi olduğu iddia edilmektedir. Ancak: pek çok kişi tarafından bilinen bu durumun aksine: Patrikhane, tüm dünyadaki Ortodoksların değil, sadece 125 bin kişilik bir cemaatin dini liderliğini yapmaktadır. Yunanistan Kralı Konstantin’in vaftiz töreni burada yapılmıştır. Patrikhane Kütüphanesi: dünyanın en önemli arşivlerinden birisi olarak kabul edilir. Buradaki: el yazması eserler, Padişah fermanları, minyatür, resim, gravür, fotoğraf gibi dokümanlar özenle korunmaktadır.

Patrikhane bölgesine üçlü bir kapıdan girilir. Basamaklardan yukarı doğru çıkıldığında: karşıya ana kapı gelir. Bu ana kapının solundaki kapıdan kilise tarafına, sağındaki kapıdan ise 1941 yılındaki yangından sonra yapılan ve 1980’den sonra yenilenen Patrikhane binasına girilir.

Ana Kapı

Patrikhanenin ana kapısının tatsız bir hikayesi vardır. 1821 yılında, Yunanistan’ın bağımsızlık hareketleri başlayınca, Patrik V. Grigorios, Osmanlı devleti tarafından, bu bağımsızlık hareketlerini ve özellikle Mora İsyanını körükleyenler arasında sayılmış ve bu hareketleri durdurmak için yeterince çaba göstermediği gerekçesiyle üç metropolitle birlikte idam edilmiştir.

Patrik Gregorios; idam edildikten kısa süre sonra, Türklerin, Yunanlı kurbanlarından biri olarak kabul edilmiş ve aziz ilan edilmiştir.

Bu idam olayından sonra: Patrikhanenin ana kapısı kapatılmış ve bir daha açılmamıştır. Kapının üstündeki idam çengeli hala durmaktadır. Çünkü, söylentilere göre: onlar “burada bir Türk büyüğü asılmadan bu kapıyı açmayacağız” diye diretmektedirler. Yani: bu din kapısı, bir kin kapısı haline sokulmuştur. Halbuki: asılan Patrik: o zamanlar, gerçekten Yunanistan’ın bağımsızlığı ile sonuçlanan Mora isyanının baş tetikleyicisidir.

Yine bu konu ile ilgili bir kanıtlanmış olaydan söz etmek istiyorum. İdam edilen Patrik: Rus Çarına bir mektup göndermiş ve Türklerin nasıl yenileceği konusunda bazı önerilerde bulunmuştur. (Bu mektup hakkında ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler: www.tarihinizinde.com sitesinden mektubu ve hikayesini öğrenebilirler) Osmanlı yönetimi, bu mektuptan haberdar olunca, Patrik’in idam kararı kesinleşmiştir.

Soldaki Kapı-Aya Yorgi Kilisesi Kapısı

Ana kapının solundaki kapıdan girildiğinde: Patrikhane kilisesi “Aya Yorgi” (Ayios Yeoryios) ye geçilir. Patrikhanenin tarihi ibadet yeri olan mevcut binanın ilk yapısı “Burç Kilisesi” diye anılan “Kadınlar Manastırı” dır.

Kilise: Patrik II. Timoteos zamanında: 12 havariyi temsilen 12 sütun (bu sütunların üstünde havarilerin tasvirleri görülür) üzerine 1614 yılında inşa edilen yapı: Ortodoks Rum Patrikhane Kilisesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Yapı: bazilika tipinde inşa edilmiştir. Osmanlı döneminde, Tanzimat dönemine kadar, kiliselerin kubbeli olmasına izin verilmiyordu. Bu kilisenin kubbesi de: bir söylentiye göre 1701 yılında Sultan Mustafa ve bir başka söylentiye göre ise 1704 yılında Sultan III. Ahmet döneminde baş vezir emriyle yıkılmıştır. Yapı: 1798 yılında yapılan onarımın ardından, 1930’larda yine onarım görmüştür.

Günümüzde görülen yapı: mimari bakımdan, oldukça mütevazidir ve bir zenginlik göstermez.

Ancak: bu kilisenin esas önemi, mimari yapısından öte Rum Ortodoks cemaatinin elinde kalmış değerli dini eşyaların birçoğu burada muhafaza edilmesiyle bağlantılıdır.

Bunlar arasında bulunanlar: Patrik tahtı ve üzerine İncil konulan iki masadır.

Bu tahtın: İstanbul’da fetih sırasında Patrik ve Aziz olan İoannes Hrisostomos’tan kaldığı varsayılmaktadır. Taht: sedef kakmalıdır. Ancak; Bizans süsleme sanatında sedefe pek rastlanılmaz, sedef süsleme, genellikle Selçuklu dönemine tarihlenir. Bu yüzden: bu tahtın, söylendiği kadar eski olması mümkün değildir.

Yine burada: sedef işlemeli bir sehpa, altın yaldızlı ve taşınabilir “Meryem Ana Tablosu” ve birçok güzel ikon bulunmaktadır. Taşınabilir Meryem Ana Tablosu: mozaik bir ikondur ve bu tür ikonların, dünya üzerinde sadece on-onbeş tane kaldığı söylenmektedir.

Kilisenin ikonostasionunun tahta oymacılığı gerçekten muhteşem güzeldir. Söylenenlere göre: iki usta, bunun yapımında kırk yıl çalışmıştır.

Sağ köşede: bir sütun vardır. Bu sütunun demir kaplamasının üzerinde bir delik görülür. Bunun: İsa’nın gerildiği çarmıh olduğuna inanılıyor. Yine sağ tarafta: üç azizenin biri gümüş tabutları görülüyor. Gümüş olan tabut, Rusya’dan hediye edilmiştir. Bu üç azize: Eufemia, Teofano ve Omonia’dır.

Sağdaki Kapı-Patrikhane Kapısı

Patrikhane: İstanbul’un fethinden kısa süre sonra Çarşamba semtindeki “Pammakariston Kilisesi” (Günümüzde Fethiye Cami) ne yerleşmiştir.

1586 yılından sonra, Patrikhane, Fener semtindeki çeşitli kiliseleri dolaşmış ve 1601 yılında günümüzdeki yerine taşınmıştır.

Ancak: burada bulunan ahşap Patrikhane binası: 1941 yılında yanmış ve ardından günümüzdeki kompleksin sağ bölümünde bulunan kagir Patrikhane binası yapılmıştır.

Patrikhane: uzun yıllar bu kagir binada bulunmuştur. 1980’lerde ise Türk-Yunan ilişkileri yumuşayınca, mevcut kagir bina beton bina şeklinde yenilenmiş, ancak bölgenin ikinci derece Sit alanı olması nedeniyle, mevzuata uygun olarak ahşapla kaplanmıştır. Yani: dış görünüm korunmuştur.

Günümüzde, bölgedeki Fener Lisesinden sonra, Patrikhane binası oldukça sade görünümlüdür.

fener-dimitri-cantemir-3
İstanbul Fener Dimitri Cantemir Evi
fener-dimitri-cantemir-1
İstanbul Fener Dimitri Cantemir Evi

DİMİTRİ CANTEMİR EVİ

Maria kilisesinden aşağıya doğru, kıyıya doğru yüründüğünde, Yuvakimion Kız Lisesi yanındaki dar yolda, bir bina görülür. 1700’lü yıllardan kalma bu bina: eskiden adı gene Yuvakimion olan Erkek Lisesinin Jimnastik Salonuydu. Sonradan kızlara verildi. Kapısında: bir tarihle birlikte güzel servi ağaçları ve tavus kuşları kabartmaları görülür.

Bu büyük binanın hemen solunda: yan yana iki güzel Rum evi vardır. Bunlardan biri: zamanında Ksantopulos isimli birine aitmiş ve tavan süslemeleri güzeldir. Günümüzde burası “Kur-an Kursu” olarak kullanılıyor. Her iki evin bahçesinde: Yunancada “koine” denen: siyah ve beyaz taşlardan mozaikler görülür.

Buradan sonra: dar yoldan aşağıya doğru inilince; solda bir kapı görülür. Burada, duvara çakılı mermer kitabede : Rumca ve Türkçe olarak “Burada Dimitir Kantemir” in yaşadığını anlatan satırlar görülür.

1673-1723 yılları arasında yaşayan Dimitri Kantemir: Boğdan voyvodolarından biriydi. Kültürlü, yedi sekiz yabancı  dil bilen ve zengin bir kişidir. Siyasetçiliği yanında, Klasik Türk Müziğine yaptığı katkılarla hatırlanır. Osmanlı tarihi ve klasik Türk müziği üstüne, ilk sistematik ve bilimsel kitabı yazmıştır. Yaklaşık 300’den fazla şarkıyı: notalarıyla birlikte kağıda geçirerek günümüze dek gelmelerini sağlamıştır.

1710 yılında ise, Rus Çarı Petro ile ittifak içinde bir komplo hazırladığı öğrenilen Kantemir, yakalanmadan önce Rusya’ya kaçar. Boğdan voyvodalığını, üç kuşak boyunca yapan Kantemirler: Boğdan bölgesini günümüzde toprakları içinde barındıran Romanya ülkesinde de tanınır ve sayılırlar.

Ancak, Kantemirlerin ihanetinin ardından: Eflak-Boğdan voyvodalığının: yerli halktan seçilmesi geleneğine son verildi ve bu iş Fener semtinde oturan Rumlara kaldı.

Günümüzde: Kantemir Evinin bulunduğu bahçe: Fener semtinin en büyük ailelerinden Kantakuzenoslar’a aittir. Bu aile: eski Doğu Roma İmparator sülalelerinden birisidir. Bu gayet büyük bahçenin içinde, bir de Aya Yorgi kilisesi vardır. Ortodoksların bir geleneği olarak: bu kilise, Kudüs Patrikliği kendi Metohion’u yani bir çeşit şubesi olarak yaptırmıştır. Yani: bu kilise, idari olarak günümüzde de Fener Rum Patrikliğinin yetkisi dışındadır. Bazilika tipindeki bu kilise: büyük mimari özelliği olmamasına rağmen, yapımında bolca mermer kullanılmasıyla önem kazanmaktadır.

fener-mogollarin-meryemi-1
İstanbul Fener Meryem Ana Kilisesi-Kanlı Kilise-Moğolların Meryemi
fener-mogollarin-meryemi-3
İstanbul Fener Meryem Ana Kilisesi-Kanlı Kilise-Moğolların Meryemi

MERYEM ANA KİLİSESİ-KANLI KİLİSE-MOĞOLLARIN MERYEMİ

Fener Lisesinin öbür yanından yokuş aşağı inerken solda kalan kilisedir. Genellikle “Kanlı Kilise” veya “Muhliotissa, Moğolların Azize Meryem Kilisesi” olarak bilinir.

Günümüzde kullanılan, Bizans döneminden kalan tek kilise olarak önem kazanmaktadır. İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrilmeyerek ayin yapılan bir kilise olarak bırakılmıştır. Yani: fetihten sonra Rumların elinde kalan tek Bizans kilisesidir.

Önemi

Kilise: “Theotokos Panayotissa” yani “Tanrı’nın Kutsal Annesine” adanmıştır.

1282 yılında Bizans imparatoru VIII. Mihail Paleologos’un gayrimeşru kızı Prenses Maria Paleologina tarafından yaptırılmıştır. VIII. Mihail, İstanbul’u Latinlerin işgalinden kurtararak geri alan imparator olarak bilinir.

Başka bir kayda göre: Kilise, 1261 yılında İmparator VIII. Mihail’in dayısı İsaakios Dukas tarafından yapılmış, Moğolların kraliçesi Maria: bu yapıya sonradan bir takım eklentiler ve süslemeler ilave ettirmiştir. Hatta bazı tarihi kaynaklara göre: burada çok daha önceleri bir kilise bulunduğu belirtilmektedir. Yine gerçekliği kanıtlanmamış söylentilere göre: 7 yüzyıl başlarında burada Bizans imparatoru Maurikios’un kızı Prenses Sopatra ve arkadaşı Eustolia tarafından bir manastır inşa ettirilmiştir. Ancak bu manastır, 1204 yılındaki Haçlı Latin işgali sırasında yıkılmıştır.

fener-mogollarin-kralicesi-meryem-1
İstanbul Fener Meryem Ana Kilisesi-Kanlı Kilise-Moğolların Meryemi Azize Meryem-Maria

Azize Meryem-Maria

Öncelikle: kiliseyi yaptıran veya hikayeye konu olan kişinin yani Prenses’in ismi “Meryem” değil “Maria” dır.

Uzakdoğu’da tanıştıkları Nasruti Hıristiyanlarının etkisiyle, çevrelerindeki Müslümanlara karşı, Hıristiyanları daha yakın müttefik görürler. 13 yüzyıl başlarında: Moğollar Hülagü Han önderliğinde, İran’a kadar gelerek Bizans’a komşu olurlar.

1261 yılında İstanbul şehrini, işgalci Haçlı Latinlerden geri alan Bizanslılar: Moğol akınlarını önlemek için zamanın alışkanlıkları gereği, evlilik yolu ile Moğol Hanı Hülagu’nun saraya akraba olmasını isterler.

Bunun üzerine, 1265 yılında Prenses Maria, çeşitli hediyelerle birlikte, babası imparator tarafından Moğol Hanı Hülagu’ya gelin olarak gönderilir. Ancak yolculuğun uzun sürmesi ve Hülagu’nun iyice yaşlanması sebebiyle, Prenses Maria, Moğol sarayına ulaşmadan Hülagu ölür. Prenses Maria Moğol sarayına vardığında ise, ölen Hülagunun oğlu ve halefi Abaka Han ile evlenir.

Maria: İran’daki Moğol sarayında yaklaşık 15 yıl kadar yaşar. Bu dönemde, onun etkisiyle: Han ve saray halkının birçoğu Hıristiyanlığı seçer.

1281 yılında ise: Abaka Han, kardeşi Ahmet tarafından öldürülür: Maria bir başka Moğol hanı olan Karabanda’ya gelin olarak sunulur ancak Maria bunu kabul etmez ve Konstantinopolis’e dönmek zorunda kalır.

Bu sırada: günümüzde görülen kilise ve beraberinde bir kadınlar manastırı kurar. Manastırı “Panaghia Muhliotissa” ya yani “Moğolların kraliçesi” ne yani bir anlamda “kendine” adar. Çünkü: kendisi bilindiği adıyla “Panaghia Muhliotissa” yani “Moğolların kraliçesi” dir.

Sonuç olarak: Moğolların kraliçesi Muhliotissa yani Maria: rahibe olur ve son yıllarını bu manastırda inzivaya çekilerek geçirir. Günümüzde, Moğolların Meryem’i olarak anılan Maria Palailogos’un tek tasviri, Kariye Kilisesinde “Deisis” mozaiğinde görülür. Burada: İsa’nın ayaklarının dibinde resmedilmiştir.

Fetihten Sonra

Fetih sırasında: İstanbul Müslümanlar tarafından ele geçirildiğinde, daha önce sözünü ettiğim gibi “Petrion” denen Fener bölgesinde çok şiddetli çatışmalar yaşanmış ve bu kilisenin hemen yanında, İstanbul şehrinin en dik yokuşu kabul edilen yokuştan aşağıya oluk oluk Ortodoks kanı akarak Haliç’e karışmıştır. Bu yüzden: kilisenin bir adı da “Kanlı Kilise” dir.

Fetihten sonra, Fatih Sultan Mehmet, Fatih Camiini inşa eden Rum mimarı Hristodulos’un ricası üzerine bu kiliseyi onun annesine bağışlamıştır. Ayrıca: cami olmaktan muaf tutulacağına dair bir ferman yayınlar.

Böylece, kilisenin mülkiyeti Rumlardadır. Bu durum: Fatih Sultan Mehmet’in, Petrion yani bu bölgeye verdiği imtiyazlarla da ilgilidir. Çünkü: hatırlanacağı üzere, bu bölge yani Petrion, kuşatmada uzun süre dayanarak şehir merkezinden sonra ele geçirilmiştir ve Fatih, buranın yağmalanmasını engellemiş, buraya bazı imtiyazlar vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in bu konudaki fermanları ve Yunanca çevirileri: hala kilisenin duvarında asılıdır. Çünkü: ardından zaman zaman Osmanlı gelenekleri devreye girmiş ve kilise camiye çevrilmek istenmişse de, Fatih Sultan Mehmet’in fermanı buna engel olmuştur.

Mimari

Yapının duvarları: kırmızı aşı boyalı yani gül pembesi rengindedir.

Kilisenin özgün planı: içten dört ve dıştan üç yapraklı yonca şeklindedir. Yani, İstanbul şehrindeki yonca tipli mevcut iki kiliseden biridir. Diğer yonca tipi kilise, Heybeli ada dadır. Dışarıdan bakılınca: yoncanın üç yaprağı görülür. Dördüncü yaprak ise nef kısmıdır. Kubbe kasnağı biraz deforme olmasına rağmen alışılmadık ölçüde yüksektir.

Modern zamanlarda: kilisenin tüm güneyi yıkılarak yerine tarihi hatlarıyla uyumsuz olan karemsi narteks bölümü konulmuş ve binanın uyumu bozulmuştur. Zaten geçirilen onarımlar sonucu bu yonca planı da hayli bozulmuştur. Özellikle, içine girildiğinde bu bozulmayı yaratan simetrisizlik hemen göze çarpar. İçeride: içbükey ikonlar bulunuyor.

Günümüzde: kilise, hala Bizans döneminin bir sanat hazinesine sahiptir. Theotokos Pammakaristos tarafından yapılan “Tanrı’nın Esen Annesi” ne ait portatif yani taşınabilir güzel mozaik ilgi çeker. Bu mozaik: Aya Nikola ve Aya Yorgi Patrikhane Kiliselerindeki mozaiklerle benzerlik taşımaktadır. Yani: bunların hepsinin 11 yüzyılda aynı dönemde yapıldığı düşünülmektedir. Ancak, bu mozaikler, şehirde günümüze kadar ulaşmış, üç mozaik olarak bilinir ve dünya üzerinde bunlardan sadece on tane kaldığı tahmin edilmektedir.

Kilisenin bahçesinde: duvardaki nişte, Uzakdoğulu yüz hatları olan bir kadın heykelciği vardır. Bu da “Moğolların Meryem’inin heykeli” olarak kabul edilir. Bu heykelcik, yakın zaman önce, Patrikhane’ye korumaya alınmıştır.

Kilisede: günümüzde ayin yapılmıyor. Sadece her yıl 15 Ağustos günü: Meryem’in göğe yükselmesi onuruna ibadet yapılıyor.

fener-patrikhane-0
İstanbul Fener Fener Rum Erkek Lisesi-Megali Scholio
fener-rum-erkek-lisesi-2
İstanbul Fener Fener Rum Erkek Lisesi-Megali Scholio

FENER RUM ERKEK LİSESİ-MEGALİ SCHOLİO

Moğolların Meryem’i kilisesinin hemen yanında, sağ bölümdedir.

Haliç kıyısında konumlu yapı: olağanüstü ve masalsı bir şatoya benzemektedir. Şehrin bu bölgedeki panoramasını belirler. Günümüzde görülen bina: 1881 yılında, mimar Dimadis tarafından; Zarifis, Evyenidis ve Zafiropulos gibi zengin Rumların bağışlarıyla yapılmıştır. Mimari özellikler: Endülüs ve Bizans stilleri karışık Bizantino-Marok özellikler göstermektedir. Arkadaki kulelerden birinde, yapılış tarihi olarak 1881 yılı ve mimarın ismi olarak “Dimadis”yazılıdır. Binanın özgün yapısı: sonraki onarımlar sonucu yok olmuştur. Rumların dini eğitimi zamanla Heybeliada’ya kaydırılınca: din dışı eğitim burada kurumsallaştırılmıştır. Yani: okul, ilk laik okul olma özelliği göstermektedir. Günümüzde okul açık olmasına rağmen, öğrenci sayısı yok denecek kadar azdır.

fener-mesnevihane-tekkesi-1
İstanbul Fener Darul Mesnevi (Mesnevihane Şeyh Murat) Camii-Mesnevihane Tekkesi

DARUL MESNEVİ (MESNEVİHANE ŞEYH MURAT) CAMİ-MESNEVİHANE TEKKESİ

Fener semtinde Mesnevi sokakta ve Rum Lisesinin hemen arkasındadır. Camiye “Darul Mesnevi” yani “Mesnevihane” denmesinin sebebi: yapının Mesnevi okumak ve anlamak, tasavvuf bilimi ve Farsçayı öğrenmek için yapılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Yapı: Mehmet Murat Efendi tarafından; 1844 yılında yaptırılmıştır. Kendisi; dönemin önde gelen Mesnevi sarihlerinden ve Mesnevihanlarından biridir. Bu tekkeyi: özellikle Mesnevi eğitimi vermek amacıyla yaptırmıştır. Mehmet Murat Efendi 1848 yılında ölünce, buraya türbesi de inşa edilmiştir.

Yapı: moloz taş ve tuğladan, dikdörtgen planlı ve çatılı olarak inşa edilmiştir. Minberi ahşaptır. Öndeki avluda: beton kubbeli ve süslü, altı köşeli mermer hazneli şadırvan vardır. Avludaki büyük sarnıç ise: 1852 yılında Sultan II. Mahmut’un baş kadını Nevfidan Hatun tarafından yaptırılmıştır. Yapının ilk talebelerine icazet verilirken: devrin padişahı Sultan Abdülmecit de bu törene katılarak icazet alanlara hediyeler vermiştir. Çünkü: Mesnevi okumayı teşvik etmek softalar arasında ilim öğrenmenin önemini göstermek istemiştir.

1925 yılına kadar Nakşibendi tarikatının denetiminde kalan yapıdaki tesisler: 1925 yılında Tekkelerin kapatılmasının ardından: buradaki yapılar özgün kullanımlarını yitirmiş ve harap olmaya başlamıştır. 1868 yılında: onarım gören mescit-dersane bölümü: günümüzde cami olarak kullanılmaktadır. Mescitten geriye kalan orijinal kısımlar ve avludaki büyük sarnıç, 2000 yılında yapılan yeni inşa yıkım faaliyetlerinde ortadan kaldırılmıştır.

AYA YORGİ METOHİON KİLİSESİ-AYİS YEORYİOS KİLİSESİ

Vodina caddesi üzerindedir.

Yüksek duvarlarla çevrili bu alan, ilk Feneriyot bürokratlarından Mihail Kantakuzenos’a aittir. Kendisi: Türkler tarafından “Şeytanın oğlu” olarak tanınır. Yüksek duvarlarla çevrili arazisi içinde gerek kendi sarayı ve gerekse bu kilise bulunmaktadır. Kilise 1132 yılında yapılmıştır.

Kilise: 1640 yılında yanmış ve Kürkçüler Loncası tarafından onarılmış ve Kudüs Patriği Khrisanthos döneminde, 1708 yılında Pavlos tarafından yeniden yapılmıştır. Yine aynı dönemde, kilise, Kantakuzenos tarafından: Kudüs Patrikliğine bağışlamış ve Kudüs Patrikhanesi Metohionu yani Kudüs Patrikliğinin bir şubesi olmuştur. Kilise: 1728 yılında yeniden yanmış ve 1730 yılında yeniden yapılmıştır. Kaba yontu taşla ve çatılı olarak inşa edilmiştir. Bazilika planındadır. Gümüş ikonalar ve yağlı boya tasvirlerle bezenmiştir. 18 yüzyılın sonunda, Kudüs Patriği, burada yaşamıştır. Kudüs’ten gelen kilise mensupları da burada misafir edilmiştir.

Kilisenin içinde bir kütüphane bulunmaktadır. Kantakuzenos: servetini kullanarak şehirdeki antik el yazmalarının birçoğunu toplamış ve bunlarla geniş bir kütüphane kurmuştur. Bu kütüphanenin koleksiyonundaki en önemli eser: Archimedes’in 10 yüzyılda yazılmış “Mekanik Problemlere Çözüm Yöntemleri” adlı eserinin tam ve mükemmel durumdaki parşömen kopyasıdır. Bu eser; antik çağın en büyük fizik ve matematikçisinin; tek nüshasıdır ve antik dönem bilimine ait bilgilere büyük katkıda bulunmuştur.

PANAVİA PARAMİTYAS-AVUTAN MERYEM ANA KİLİSESİ

Bahçe duvarının sonundan sola dönüp yürüdüğünüzde, gene aynı bahçenin içinde yıkık bir kilise kalıntısı görülür. Patrikhanenin “Pammakaristos”tan taşınmasının ardından: 1586-1596 yılları arasında, burası Patrikhane Kilisesi olarak hizmet vermiştir. Kilisenin girişindeki mermer taşta “çift kartal” oyması ilgi çekmektedir. Bu amblem;  hem Paleologos hanedanının hem de Rum Ortodoks Patrikhanesinin sembolüdür. Kilise: eskiden Eflak-Boğdan voyvodaları olan Kantakuzenos ailesinin yaşadığı sarayın hemen bitişiğinde olması nedeniyle: “Eflak Sarayı” olarak da anılır. Ancak, bu kilise: 1976 yılında çıkan yangın sonucu tahrip olmuş ve geriye sadece yanmış kalıntılar kalmıştır.

fener-abdi-subasi-camii-1
İstanbul Fener Abdi Subaşı (Mahmut Ağa Kubur Beli) Camii

ABDİ SUBAŞI (MAHMUT AĞA KUBUR BELİ) CAMİİ

Fener Patrikhanesi arkasında, Abdi Subaşı sokaktadır.

Cami: Fatih Sultan Mehmet döneminde, Abdi Subaşı tarafından yaptırılmıştır. Abdi Subaşı isimli çelebi: Mevlana soyundandır, Emir Buhari ile “pirdas” tır ve mescit civarında gömülüdür. Ancak: yapı zamanla yıpranmış ve vakıf tükendiğinden: Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mahmut Ağa tarafından mimar Sinan’a tekrar yaptırılmıştır. Cami: 1941 yılında yanmış, 1989 yılında hayırseverler tarafından yeniden yaptırılarak 1996 yılında ibadete açılmıştır. Minare: ana yapıdan ayrı olup sol bölümdedir. Minareye çıkan müezzinlerin, eskiden seslerini Haliç’in karşı kıyısına ulaştırmaları gelenekselleşmişti.

SEMTİN HALİÇ KIYISI

Fener semtinin Haliç kıyısında: üç eski bina göze çarpar. Bunlar: PTT Binası, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bulgar St Stephan Kilisesidir.

fener-kadin-eserleri-kutuphanesi-1
İstanbul Fener Kadın Eserleri Kütüphanesi

Kadın Eserleri Kütüphanesi

Fener meydanında, Fener vapur iskelesinin karşısındadır. Binanın yapılış tarihi ve mimarı hakkında bilgi yoktur. Ancak: Bizans dönemi eseri olduğu tahmin edilmektedir. Bu kütüphane binası harap halde iken: İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1989 yılında restore edilmiş ve 1990 yılında kütüphane olarak hizmete açılmıştır. Kütüphanenin en önemli özelliği: sadece kadınlara ait eserlerin bulunmasıdır. Osmanlı döneminden günümüze kadar olan süreçte: kadınlar hakkında yayınlanmış her türlü kaynak burada bulunmaktadır.

fener-vapur-iskelesi-1
İstanbul Fener Vapur İskelesi

Fener Vapur İskelesi

Bu küçük vapur iskelesi: hemen yanındaki komşusu iki katlı tarihi ve ahşap binada bulunan “Fener Polis Karakolu” ile birlikte tarihe meydan okumaktadır. Sadece iki vapuru bulunan iskeleden, bu vapurlarla birlikte: Üsküdar, Eyüp, Kasımpaşa, Balat, Sütlüce ve Ayvansaray’a gidilebilir.

Süzgeççi Yusuf Camii

Haliç kıyısındadır. Fatih Sultan Mehmet döneminde “Surlarda görevli askerlerin namaz kılması için” yaptırılmıştır. Kendisinin de burada namaz kıldığı bilinmektedir. Ancak, cami: bir yangında yanarak harap olduktan sonra: Süzgeçti Yusuf tarafından 1891-1892 yılları arasında yaptırılmıştır. Mimar: Hacı Reşit’dir. Yapı; kagir ve çatılıdır. Altında dükkanlar vardır. Kadınlar mahfili, iç tavan ve minber ahşaptır. Tuğla ve kurşun kaplı minarenin girişi, içeridendir.

Fener semtindeki sur kapıları

Fener Kapısı: Haliç’te: Balat ve Petrion arasında bir sur kapısıdır. Burada bir dönem deniz feneri bulunuyormuş ve bu fener nedeniyle kapıya “Farikapı” denilmiştir.

Petrikapı (Petro/Demir): Haliç’te; Petrion ve Aya kapı arasında bir sur kapısıdır. Kapı, günümüzde yoktur. Abdülezzel Paşa ve Mürsel Paşa caddelerinin birleştiği yerdedir. Latin işgalinde ve Fetih’te bazı askerler bu kapıdan şehre girmiştir. Kapı: günümüzde mevcut değildir.

Theodosia (Eski Aya) Kapısı: Haliç’te: Petrion ile Aya kapı arasında bir sur kapısıdır. Gül Camiinin (Aya Thedosia Kilisesi) giriş kapısıdır. Fetih’te, Aya Dede burada şehit düştüğü için, bu isimle anıldığı rivayet edilir.

İstanbul günlük gezi planı hakkındaki yazım için.

İstanbul Kumkapı

kumkapı.eğlence.1
İstanbul Kumkapı

Fatih ilçesine ait semtlerden birisidir.

Eski Bizans surları içinde, Çatladıkapı ve Yenikapı arasındadır. Kumkapı: tarihi yarımadayı Marmara denizi boyunca tahkim eden surların üzerindeki kapılardan biridir. Bu kapının batısında, fazla uzak olmayan noktada Heptaskalon adlı küçük çaplı bir kapı daha vardır.

Bizans döneminde: burası, İmparator Julian (361-363) tarafından yaptırılan Kontoskalion limanıdır. Küçük iskele anlamına gelen Kontoskalion, semtin o dönemdeki adıdır. Bizans döneminde kara içine sokulmuş ve önü bir mendirekle korunmuştur. 1263 yılında İmparator VIII. Mihael Paleologos tarafından tersane yaptırılmıştır. Üst üste konulmuş iri taş bloklardan inşa edilmiş liman ve tersanenin duvar temeli, 1819 yılındaki yangında ortaya çıkmıştır. Eski liman zamanla dolmuş ve yerini, şehre kum getiren gemilerin yük boşalttıkları iskeleler almıştır.

1261 yılında Latinlerin yani Haçlıların şehirden atılmalarının sonrasında, VIII Michael Palaeologos, burayı şehrin deniz üssüne dönüştürmüştür. Ancak liman sık sık çamurla dolar ve kullanım dışı kalırdı.

Semt, günümüzdeki “Kumkapı” ismine gelince: Yedikule’den Ahırkapı’ya doğru giderken, deniz kıyısındaki 5’nci kapı olan “Kumkapı” dan almıştır.

kumkapı.eğlence.2
İstanbul Kumkapı

Eskiden burada ağırlıklı olarak Rum ve Ermeniler yaşıyordu. Günümüzde ise, burası meydandaki balık restoranları ve eğlence kültürüyle ünlüdür. Yani, İstanbul şehrinin birçok eğlence mekanı buradadır. Her ne kadar Ermeniler için, Kumkapı bir dini merkez, Patriklik merkezi olarak bilinse de, diğer İstanbullular ve ziyaretçiler için, Kumkapı, yemek ve eğlence mekanları ile tanınıp bilinmektedir.

Özellikle, balık ve balık restoranları öne çıkar. Çünkü, buradaki balıkçılık geleneği, Bizans dönemine kadar uzanır. Ermeniler açısından buranın önemi ise, Ermeni Patrikhanesinin 17’nci yüzyılda buraya taşındığı ile ilgilidir.

ermeni patrikhanesi.0000
İstanbul Kumkapı Ermeni Patrikhanesi

 

ERMENİ PATRİKHANESİ

Kumkapı yöresinde, 5’nci yüzyılda küçük bir Ermeni cemaatinin bulunduğu biliniyordu. Yani, İstanbul’da her zaman Ermeni cemaati olmuştur. Ancak, Osmanlı tarafından fethine kadar Ermenilerin İstanbul şehrinde kendilerine ait bir kilisesi olmadı. Sultan II. Mehmet, 1453 yılında İstanbul’u fetih ettikten sonra İstanbul Ermeni cemaatinin tarihinde yeni bir dini özgürlük dönemi başladı. Çünkü Fatih Sultan Mehmet, Ermenileri Rumlara karşı bir denge olarak kullanmayı düşünüyordu.

Ermeniler, ibadetlerini kendi kiliselerinde, kendi ritüelleri uyarınca özgürce yapmaya başladılar. Fethin ardından, Sultan II. Mehmet, Bursa Ermenileri Episkoposu Hovagim’i 1461 yılında İstanbul’a davet ederek onu Ermeni Patriği ve Osmanlı imparatorluğunun Doğu Ortodoks mezhebine bağlı Hıristiyan tebaasının ruhani lideri olarak tanıdı ve kendisini Rum Patriğinin hak ve yetkilerine eşdeğer hak ve yetkilerle donattı.

Patriklik makamı, ilk olarak Samatya’da bir Bizans manastırında kuruldu. Patrik Hovagim’den Areveltzi Tavit I’e kadar, tam 20 patrik, Samatya’da görev yaptı. 1641 yılında Patrik Tavit I. makamı Kumkapı’ya nakletti. Patriklik o tarihten bu yana, Kumkapı’da aynı yerde, Türkiye Ermenilerinin ruhani merkezi olarak görev yapmaktadır.

1850’li yıllarda Kumkapı bölgesinde genellikle Ermeniler oturuyordu. Daha sonra buradan ayrılan Ermenilerin yerine Anadolulu Ermeniler yerleşir. Günümüzde ise, burada Ermenistan’dan gelen Ermeniler yaşamaktadır.

Patrikhane: 1641 yılında Samatya’dan buraya taşınmıştır.

Ancak, Patrikhane yapısı: 1762 ve 1826 yıllarında çıkan yangınlarda yanarak kül olmuştur.

Günümüzde, kompleks ise: 1828 yılında inşa edilen ve planları Balyan ailesi tarafından çizilen bir okul ve 3 kiliseden oluşmaktadır.

Patrikhane: Azize Theodore’ye adanmıştır. Surp Harutyun kilisesinden birkaç merdiven inilerek ulaşılan bir ayazmanın üzerine kurulmuştur.

Patrikhane kompleksi 1999 depremi ardından, 2000-2003 yılları arasında köklü bir onarım geçirmiştir Bu çalışmalar sırasında Patrikhaneyi sınırlayan çevre duvarının altına kadar giden ve büyük olasılıkla Bizans dönemine ait bazı bölümler ortaya çıkarılmıştır.

Günümüzde Patrikhanenin karşısında kalan, merkezinde Surp Asdvadzadzin Patrikhane Katedrali ve Surp Haç ve Surp Vortvots Vorodman kiliselerinin bulunduğu külliye içinde, Surp Harutyun Şapeli altında bulunan su kaynağının önceden hangi yapılara ait olduğu konusu belirgin değildir.

Bu kaynak, Patrikhane kompleksinin 1828 yılındaki son inşasında bir ayazma haline getirilmiş ve Surp Theodoros adıyla kutsanmıştır.

Patrikhane kilisesini destekleyen iri ayaklar ve tonozların, diğer taraftan Vorodman kilisesinin 2011 yılındaki restorasyonu sırasında, alt kotta dikkat çeken bazı bölümler, yukarıda sözü edilen Bizans dönemi manastırlarını akla getirmektedir. 1641 yılından bu yana Patriklik kilisesi olan ve Surp Asdvadzadzin kilisesinin yerinde bulunduğu anlaşılan Bizans dönemi manastırları, Fatih Sultan Mehmet tarafından, fethin sonrasında, Anadolu’dan göç ettirilen ve Kumkapı-Langa bölgesine yerleştirilen Ermenilerin kullanımına bırakılmıştır.

surp asvad.kilisesi.1
İstanbul Kumkapı Patrikhane Kilisesi-Surp Asdvadzadzin Kilisesi-Meryem Ana Kilisesi

 

PATRİKHANE KİLİSESİ-SURP ASDVADZADZİN KİLİSESİ-MERYEM ANA KİLİSESİ

Sevgi sokakta, eski bir Bizans kilisesinin olduğu yere yapılmıştır. Bu durum mahzeninde bulunan Ayios Theodoros Ayazmasından bellidir.

Kumkapı’daki Patrikhane kilisesi Surp Astvadzadzin: ilk olarak 1641 yılında İstanbul Ermenileri Patriklik merkez kilisesine dönüştürülen yapı, 1645 yılında Kumkapı’da meydana gelen büyük yangında, dört Rum kilisesi ve 5000 evle birlikte yanarak yok olur. Yangından bir ay sonra, Padişah Sultan İbrahim, Sadrazam Civan Mehmet Paşa ile birlikte, yangın yerini görmek üzere Kumkapı’ya gelir.

Kilise harabelerinin yanından geçerken, yarı yanmış tasvirleri gördüğünde, sadrazama bunların ne olduğunu sorar. O da Ermeni ve kullarınızın mabetleridir cevabını verir. Padişah, şimdiye dek neden yapılmadıklarını sorduğunda, Sadrazam “İradenizi beklemekteler” şeklinde cevaplar. Sultan İbrahim Saraya döndüğünde bu kiliselerin en kısa zamanda inşa edilmelerini emreder.

Kilisenin ilk kez Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesinde bu adla anılmıştır.

Aynı yıl, Patrik Tavit Areveltzi döneminde ve Divrikli Rahip Boğos’un çabalarıyla yeniden inşa edilir. 1718 yılındaki yangın, kilise ve patrikhanenin tamamının yine yanarak yok olmasını sağlar. Bir yıl sonra kilise yeniden inşa edilir. 1762 yılında yine yangın ve bina zarar görür. Ancak yine hızla yenilenir. Daha sonra, Patrik Zakarya, kilisenin çevresini taştan duvarlarla çevirerek, kilisenin yangından etkilenmemesi için bir havuz ve tulumbayla önlem alır.

1826 yılındaki yangında, kilise ve patrikhane, yine yanarak kül olur. Sultan II. Mahmut’un fermanıyla, mimar Kirkor Amira Balyan ve Garabet Devletyan tarafından bu kere taştan kilise yapılır. 1834 yılında Bezciyan Okulu açılır. 1870 yılında, Patrik Vanlı Mıgırdıç Hrimyan’nın çabalarıyla, batı girişine bir çan kulesi yaptırılır. Bu kule 1999 yılındaki Marmara depreminde hasar görür. Son onarım, 1902 ve 1985 yıllarında gerçekleşir.

17’nci yüzyıl sonlarında kilise avlusuna 3 tane matbaa yapılmış ve burada önemli kitaplar basılmıştır. Bunlardan ilki 1677 yılında Eremya Çelebi Kömürciyan’ın kurduğu matbaadır. 1698-1734 yılları arasında hizmet veren ikinci matbaa, Merzifonlu Krikor Tıbır, 1790-1825 yılları arasında faal olan matbaa ise Mıgırdıç Amira Miricanyan tarafından kurulmuştur.

SURP VORTVOST VORODMAN KİLİSESİ

Diğer adı “Patrik Mesrob II. Kültür Merkezi” olan kilise: Kumkapı Meryem Ana Ermeni Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu gözetiminde bulunan 4 kiliseden biridir. I. Dünya savaşı sırasında depo olarak kullanılmıştır. 1940’lı yıllarda zincir ve halat fabrikası olmuştur. 1966 ve 1975 yıllarında, Muş Varto ve Lice’de meydana gelen depremlerden sonra, Ermeni depremzedelere barınak olmuştur.

Ancak uzun yıllar onarım yapılmadığından zamanla harap olmuştur. Onarımı yapılan kilise, 28 Aralık 2011 tarihinde yeniden ibadete açılmıştır. Aynı zamanda bir kültür merkezi olan kilise, konser ve sergi gibi kültürel etkinlikler yanında, dini işlevini de sürdürmektedir.

bezciyan ermeni okulu.0
İstanbul Kumkapı Bezciyan Ermeni İlköğretim Okulu

 

BEZCİYAN ERMENİ İLKÖĞRETİM OKULU

Patrikhane kilisesinin hemen yanındadır. 1719 yılında Patrik Hovhannes Golod tarafından kurulmuştur. 1826 yılındaki yangın sonucu Patrikhane binası ile birlikte yanan okul binası, 1830 yılında Bezciyan Kazaz Artin Amira’nın katkılarıyla yeniden yapılmış ve okula “Bezciyan” ismi verilmiştir. Bezciyan, Sarayda da büyük bir güven ve sevgiyle tanınırdı.

Çünkü konuşma, ikna ve işbirliği açısından sıra dışı yeteneği vardır. Günümüzde görülen okul binası, Aralık 1924 tarihinde yapılmıştır. Okul halen hizmet vermektedir. I. Dünya savaşından sonra, 1916-1917 yıllarında bir yangın, okulda yine zarara sebep oldu, ancak 1925 yılında okul yeniden açıldı. 1945 yılında Milli Eğitim Bakanlığının izniyle ortaokula dönüştürüldü. Okul halen: anasınıfı, ilk ve ortaokul olarak faaliyettedir.

 

TAVAŞİ SÜLEYMAN AĞA CAMİ

Kumkapı tren istasyonunun karşısındadır. Tavaşi: 17’nci yüzyılda Osmanlı Saraylarında görev yapan ve hadım edilmiş zenci erkeklere denilmektedir. Genç erkek olarak saraya alınan tavaşiler, çok çeşitli işlerden sonra Harem’de görevlendirilirdi. Bu işlerde en başarılı olanlar darüssaade Ağası olurdu. Hatta vezir olanlar bile olmuştur.

Yapı, ilk olarak 1744 yılında Tavaşi Süleyman Ağa tarafından yapılmıştır. Topkapı Sarayında, Harem ağalığına yükselen Süleyman Ağa, zaman içinde haremi, içindeki bir casus ağı ile kontrol edecek güce ulaşmıştır. Ancak günümüzdeki görüntüsüne, 19’ncu yüzyılda ulaşmıştır. Yapının ahşap minaresi dikkat çekmektedir. Minare geniş yivlidir. Şerefenin altı çanağa benzer. Çevresi demir korkulukludur. Minare külahı soğan şeklindedir. Cami yeşil, minare kahverengi boyalıdır. Süleyman Ağanın mezarı cami avlusundadır.

NİŞANCI MEHMET PAŞA CAMİİ

Kumkapı’da Türkeli caddesi ve Nişancı Mehmet Paşa sokakları arasındadır.

1475 yılında, Fatih Sultan Mehmet’in son Sadrazamı eski nişancı ve Karamanlı Mehmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Bina kaba yontu taştan yapılmıştır ve o zamandan günümüze kadar olan süreçte pek çok kez yenilenmiştir. Bugünkü görüntüsü: Osmanlı ahşap bina tarzını yansıtmaktadır. 

Mehmet Paşa, Karagümrük semtinde, adını taşıyan başka bir camide gömülüdür. Caminin tam karşısında hamam vardır. Hamamın yüksek geliri, dönemin özellikle tercih edilen bir hamamı olduğunu ortaya koymaktadır. Orijinal çifte hamam, İstanbul şehrindeki en eski hamamlardan biridir ve günümüzde de faaliyetini sürdürmektedir.

RUM KİLİSELERİ

Kumkapı semtinde, 2 tane Rum kilisesi vardır. Her iki kilisede, 19’ncu yüzyılda yapılmıştır. Bu iki kilisenin haşmetli görünümü, geçmişte burada yaşayan Rum cemaatinin zenginliğini yansıtmaktadır.

p.elpida kilisesi.1
İstanbul Kumkapı Panayia Elpide Kilisesi

 

Panayia Elpida Kilisesi

Kumkapı’da: Gerdanlık, Müsteşar ve Samsa sokaklarının çevrelediği adanın ortasındadır.

Beyaz “Panayia Elpida Kilisesi” muhtemelen 15’nci yüzyılda: Aya Yorgi’ye adanmış bir ayazmanın üstüne inşa edilmiştir. Hatta: Elpis ton Apelpismenon kilisesine ait temeller üzerine inşa edildiği düşünülmektedir.

İlk inşa tarihi bilinmemektedir. Ancak 1652 yılında yangında yandıktan sonra yeniden inşa edilmiştir.

Kiliseye ait kitabelerde 1895 yılında mimar Vasilios Tsilenis tarafından inşa edildiği ve o dönemin Patriği Kalinikos’a teşekkür edilmektedir.

Yapının avlusunun çevresi, yüksek duvarlarla çevrilidir. Avlunun güneyinde Ayios Yeroryios ayazması bulunur. Avlunun kuzeyinde bulunan okul ise, 1957 yılında eğitime son vermiştir.

Rokoko ve neoklasik akım birlikte kullanılmıştır. Kuzey ve güneyinde iki tane çan kulesi bulunur. Bu çan kuleleri sütunlar ve friz tipi ögelerle süslenmiştir. Orta mekanın üstü kubbe ve yan mekanlar ise tonozla örtülmüştür. 18 Mart 1576 tarihinde, bu kilisede Patriğin idare ettiği bir ayine katılan Stephan Gerlach tarafından tutulan notlarda: bu kilisedeki muhteşem güzel ikonalardan söz edilmektedir. Ancak, günümüzde bu ikonalar yoktur.

aya kiryaki kilisesi.1
İstanbul Kumkapı Ayia Kyriake Kilisesi

 

Ayia Kyriake Kilisesi

Gedikpaşa caddesi üstünde, Çadırcı cami sokağı ile Kadırga limanı caddesi arasındadır. Güney ve kuzey yöndeki merdivenler nedeniyle, kilisenin adı bazı kaynaklarda “Merdivenli kilise” olarak geçer.

İlk olarak, İmparator Diocletianus (284-307) zamanında yaşayan ilk Hıristiyan Azize Kiryaki’ye adanarak yaptırılmıştır. Azize Kiryaki: zengin bir Romalı ailenin kızıdır. Hıristiyan oldukları için ailece öldürülürler. Bu azize hakkındaki rivayet şöyledir “Annesi Efsevia, bir çocuğu olursa onu tanrıya adayacağına söz verir. Duaları kabul olur ve haftanın yedinci günü, doğan kızına Kiryaki adını verir.

Hıristiyanlara yapılan işkencelere maruz kalan genç kız önce ateşte yakılmak istenir, ancak yağan yağmur ateşi söndürür. Arenada vahşi hayvanlara atıldığında ise, hayvanlar Kiryaki’ye dokunamazlar. En son azizenin kafası kesildikten sonra gökyüzünden gördüklerini anlat diye bir ses duyulur. Hıristiyanlık devletin resmi dini olarak kabul edildikten sonra, Azize Kiryaki’nin ölüm günü olan 7 Temmuz yortu günü olarak kabul edilir.

Yapım tarihi net olarak bilinmemekle birlikte, kiliseden söz eden en eski kaynak 1583 tarihli kilise listeleridir.

1645, 1660 ve 1845 yıllarındaki yangınlarda harap olan ve 1894 yılındaki depremde yıkılan kilise, mimar Perikles Fotiadis tarafından, Karamanlılar cemaatinin yardımlarıyla yeniden yaptırılmış ve 1901 yılında ibadete açılmıştır. Mimar Fotiadis, o dönemde İstanbul’da birçok önemli yapı inşa etmiştir. Heybeliada Ruhban Okulu ve Zaografyon Rum Lisesi örnek olabilir.

Bu kilise: Aziz 5’nci Basil’e adanmış bir ayazmanın üstüne yapılmıştır.

Şehirdeki en büyük kubbelerden birine sahiptir. İstanbul’da eklektik mimarinin uygulandığı en çarpıcı örneklerden birisidir.

Kilise ikonostasisinde: soldan itibaren Azize Kiryaki, Meryem ve çocuk İsa ve İoannes Prodromos tasvirleri görülür. Üstteki çerçevelerde bayram sahneleri bulunur. Kubbede Pantokrator İsa, apsiste Blakherna Meryem görülür. Kilisenin narteksi, Tevrat’tan alınma sahnelerle süslenmiştir. Tasvirler 1967 yılında yapılmıştır.

Fatih tanıtımı ve gezilecek yerlerle ilgili yazım için.