Konya

Konya


Konya: İnsanlık tarihinin ilk yerleşim yerlerinden biri olan Çatalhöyük’ü bağrında barındıran Konya, tarihi akışı içinde, birçok medeniyetin izlerini taşımaktadır.

Konya

ULAŞIM

Ankara-Konya arası uzaklık: 258 km. İstanbul-Konya arası uzaklık: 668 km. İzmir-Konya arası uzaklık: 550 km. Antalya-Konya arası uzaklık: 323 km. Adana-Konya arası uzaklık: 356 km. Mersin-Konya arası uzaklık: 348 km. dir.

23 Ağustos 2011 tarihinde, Konya-Ankara arasında, hızlı tren seferleri başladı. Bu yüzden, sanırım Konya ilinin turizm potansiyeli zamanla artacak. Özellikle: Ankara insanının, Konya’yı tanıması, sık sık Konya şehrine gitmesi sağlanacak.  Bence, gerek ulaşım ve gerekse turizm açısından, büyük bir hamle. Mutlaka 1 gün zaman ayırın ve Konya’ya gidin, Konya gerçekten turizm açısından, yani gezilip-görülmesi gereken yerler açısından çok zengin.

Şehir merkezinden 15 km. uzaklıktaki otogardan şehir merkezine: dolmuş, otobüs, tramvay ve taksi ile ulaşmak mümkündür. Ama özellikle, tramvay kullanmanızı öneriyorum.

Konya’ya hava yolu ile de ulaşmak mümkün. Her gün karşılıklı olarak: İstanbul-Konya-İstanbul seferleri yapılmaktadır. Şehir merkezinden hava alanına, THY servisleri ve taksi ile ulaşabilirsiniz.

GENEL

İlin topraklarının büyük bölümü, İç Anadolu’nun yüksek düzlükleri üzerine rastlar. Güney ve güneybatı bölümleri, Akdeniz bölgesine dahildir. Nüfus yoğunluğu bakımından: Türkiye’nin beşinci büyük ilidir. Yüzölçümü bakımından değerlendirildiğinde ise: Türkiye’nin en büyük yüzölçümüne sahip olan ilidir. İl sınırları içinde: Türkiye’nin en büyük: aliminyum (boksit) ve magnezit yatakları bulunmaktadır. Rakım ortalama: 1011 metredir.

Konya

Konya, tarihi İpek Yolu’nun en önemli ticaret ve konaklama merkezlerinden biri olmuştur.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

Konya Selçuk Üniversitesi 1975 yılında kurularak faaliyete geçmiştir. Bugün, Selçuk Üniversitesi bünyesinde: 16 Fakülte, 1 Devlet Konservatuvarı, 1 Yabancı Diller Yüksekokulu, 2 Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu, 3 Sağlık Yüksekokulu, 25 Meslek Yüksekokulu, 4 Enstitü, 13 Araştırma ve Uygulama Merkezi ve 60.000 i bulan öğrenci sayısı ile, ülkemiz üniversiteleri arasında yer almaktadır. Üniversitenin kampüsü: Meram alanı içinde bulunuyor.

KONAKLAMA

Konya’da, iki adet beş yıldızlı otel, beş adet dört yıldızlı otel, altı adet üç yıldızlı otel ve ayrıca, çeşitli otel ve moteller, pansiyonlar bulunmaktadır.

TURİZM

Konya’ya: 2015 yılında, 1.500.000 ve 2016 yılında, 1.400.000 civarında turist gelmiştir. Gelen turistlerin büyük bölümü yerli turist olup, yabancı turistlerin oranı: yüzde 25 civarındadır. Özellikle: Japonlar, Koreliler ve Almanlar geliyorlar.

Konya

TARİHİ

Konya tarihi süreç içinde: Hitit, Frig, Lidyalılar ve daha sonra İskender’in istilasına uğramıştır. Daha sonraları ise, Anadolu’da Roma hakimiyeti sağlanınca, Konya İkonium olarak varlığını sürdürmüştür. Antalya’dan Anadolu’ya çıkan Hıristiyan azizlerden St. Paul ; önce Antiochia (Yalvaç) ve daha sonra İkonium (Konya)a gelmiş. Çünkü, bu dönemde: bölgede: Lystra-Derbe (Hatunsaray), Laodika (Ladik) ve Sille, önemli Bizans yerleşim yerleridir.

İslamiyet’in Anadolu’da yayılması ile Bizans’a Arap akınları başlar. Emeviler ve Abbasiler, bu akınları, Konya üzerinden yaparlar.

Roma döneminde: kent, Romalı Valiler tarafından yönetilir. Yerli halk, Roma egemenliği altında, yüzyıllar boyunca yaşar. Siyasal hakimiyet kurulduktan sonra, kent biraz büyür ve ek işlev kazanmaya başlar. Roma imparatorluğunun parçalanması ve Doğu Romanın Bizans ismiyle siyasal alanda boy göstermeye başlamasıyla, Konya garnizon olarak yıllarca idare edilir.

MS. 1077 yılında, Kutalmışoğlu Süleyman Bey tarafından, Bizans’ın elinden alınır. Daha sonra, 1097 yılında, I. Haçlı seferi sırasında İznik kaybedilince, başkent, Konya’ya taşınır. Böylece: İslam-Türk Medeniyeti Tarihi başlamış olur. Bunun sonucunda, şehirde, büyük bayındırlık etkinlikleri başlar, medreseler, camiler, kütüphaneler yapılır.

1190 yılında, 3.Haçlı seferinde, Alman imparatoru Friedrik Barbarossa, Konya’yı kuşatırsa da şehri ele geçiremez. Konya, Selçuklular tarafından ele geçirildiğinde, şehir, Alaaddin Tepesi ve civarındaki dar bir alanda bulunuyordu. Pazar yerleri, hanlar, ham madde satan dükkanlar ile bunları işleten sanatkarlar, işlevlerini bu dar alanda yürütüyorlardı. Şehir kısa zamanda gelişince, oturum alanları batıya doğru uzar ve şehrin savunması zorlaşır.

Takip eden tarihi süreçte: Konya, bir süre Karamanoğlu egemenliği altında kalır. Ancak: burayı ele geçirmek için mücadele eden; Karamanoğlu-Osmanlı çekişmeleri, burada, yüzyıllarca sürecek olan karanlık günlerin başlangıcı olur.

1387 yılında, Osmanlı Padişahı I. Murad, şehrin önlerine gelir. 1398 yılında oğlu Yıldırım Beyazıt, şehre girip, Karaman Devletine son verir. Ancak, 1402 Ankara Savaşı felaketinden sonra, Karamanoğlulları Beyliği, yeniden kurulur. Konya, Fatih Sultan Mehmet’in Karamanoğulları Beyliğini ortadan kaldırdığı 1465 yılına kadar Osmanlı-Karaman mücadeleleri devam eder.

Fatih, 1470 tarihinde, imparatorluğun 4’ncü eyaleti olarak, Karaman Eyaletini, merkezi Konya şehri olmak üzere kurar. Eyalete, ilk zamanlarda, Osmanlı şehzadeleri, vali olarak atanır. 17’nci yüzyılda, eyalet, 11 sancaklı ve 80 metre kare büyüklüğe ulaşır. Tanziman döneminde, eyalet için Karaman adı yerine “Konya” kullanılmaya başlar.

Anadolu-Bağdat demir yolu: 1895-1896 yıllarında Konya’ya ulaşır ve 1901 yılında, Avlonya’lı Ferit Paşanın Konya’ya vali olarak tayin edilmesiyle hız kazanır. Şehrin fiziki dokusu değişir. 1912 yılında, başlamak üzere, mimari tarzında çatılı ve kagir binalar inşa edilir. Ulaşıma atlı tramvay dahil edilir ve 1924 yılında, ilk elektrik fabrikası açılır.

1950 yılından itibaren şehirde yenilik hareketleri başlar. Şehrin sanayileşmesi ile bugünkü modern Konya’nın hazırlanmasına yardımcı olmuştur.

Bugün, Türkiye’nin sayılı büyük şehirlerinden olan Konya, milyonluk nüfusu, fabrikaları, köprüleri, yolları ile modern bir şehirdir.

KONYA HAKKINDA EFSANE: ŞEHRİN İSMİ

Bir zamanlar, bu şehre “Medüz” denilen bir canavar musallat olur. Tanrı Zeus’un oğlu Perse; Medüz’un başını keserek, şehri kurtarır. Şehir halkı da: Perse’nin bir heykelini, şehrin meydanına dikerler. Bundan sonra: şehrin ismi, “heykel şehri” demek olan “İkonium” olur. Konya ilinin Latincede adı: Iconium’dur.

NE YENİR

Konya’nın dışarı yemekleri olarak üç yiyecek dikkati çeker. Bunlar: Fırın kebabı, etli ekmek, peynirli pide. Bu üç yiyecek, Konyalıların olduğu kadar, yabancıların da ilgisini çeken yiyeceklerdir. Fırın kebabı: kilo ile satılıyor. Arzunuza göre: 100 gr. İsteyerek, tadına bakabilirsiniz, yanında kuru soğan ile servis ediliyor. Etli ekmek ise: üç türü var. Bunlar: içindeki malzemeye göre değişen: Bıçakarası, Mevlana, peynirli.

Bunun dışında yöreye has yemekler şunlardır: Bamya çorbası, Çebiç (kuzu etinden yapılır), su böreği, Sac arası (bir tür tatlı)

Hiçbir yiyecek, Konya’da etli ekmekle rekabet edemez. Her ne kadar ülkemizin çoğu yerinde, etli ekmek yapan bir kısım restoran açılsa da, Konya’da yapılanı inanın bir başka. Eğer kırmızı ete karşı sıkıntınız yoksa, Fırın Kebabı deneyin, aksi halde, etli ekmek. Ama; etli ekmek demelisiniz, etli pide derseniz, size ters ters bakarlar.

Konya

KONYA ŞEHİR İÇİ GEZİ PLANI

1.GÜN

Şehir gezimize: bulunduğunuz yerden, herhangi bir araç ile ulaşacağınız: Zafer Meydanından başlamalısınız. Zafer Meydanı: Konya’daki Selçuklu dönemi izlerinin en yoğun görülebileceği bir yer. Meydan: tamamen 12’nci yüzyıl eserleriyle dolu.

Bunlar

1. Alaaddin Camii.
2. Karatay Medresesi.
3. İnce Minare,
4. Selçuklu Köşk kalıntısı.

Meydanın tam ortasında: Alaaddin Camii var. Alaaddin Tepesinden şehre bakan caminin hemen alt tarafında, Selçuklu köşkü bulunuyor.

Konya Alaeddin Tepesi

ALAEDDİN TEPESİ

Konya, Selçukluların başkenti olunca, Sultan Alaeddin bir cami yaptırmak ister. Bunun için; şehir meclisi, şehrin ortasında bir tepe oluşturulmasını ve bu tepenin üzerine, cami yapılmasını kararlaştırır. Bu tepenin oluşturulması için: bir toprak vergisi konur.

Şehirde oturan herkes, hissesine düşen toprağı: çuval ve torbalarla getirir ve Alaaddin Tepesi ortaya çıkar. Caminin inşaatına başlanır. Bir gün, Sultan Alaeddin, tepeye çıkar ve şehre bakar. Şehir halkının evlerinin damlarında, yarı çıplak yattıklarını görür. Bunun üzerine: tepeye yalnız caminin yapılmasını, Sarayının ise, tepenin eteklerine yapılmasını ister.

Şehrin en merkezi yeridir. Dümdüz ovanın içinde, yapay bir tepedir. Eski kalenin ve Sarayın bulunduğu yer, kaleden kalma birkaç taş hala ayaktadır. İçerisinde, harika çay bahçeleri vardır.

Konya Alaeddin Camii

ALAEDDİN CAMİİ

Anadolu Selçuklu Devrinde yapılmış, Konya’nın en büyük ve Selçuklulardan kalan en eski camisidir. Şehrin merkezinde, Alaaddin Tepesi üzerindedir.
Selçuklu Sultanı Rükneddin Mesud I. Döneminde başlanan inşaat, Sultan Alaeddin Keykubat I tarafından, 1221 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır.

Cami: İslam mimarisi yapı tarzında inşa edilmiştir. Üzeri ağaç ve toprakla örtülmüştür. İçerisi: sütunlar ormanı gibidir. Bizans ve klasik devirlere ait: 41 taş mermer sütun kullanılmıştır. Caminin en ilginç yerlerinden birisi de: minberidir. Minber: abanoz ağacından, birbirine geçmiş olup, Anadolu Selçuklu ahşap işlemeciliğinin en güzel örneklerindendir.

1155 yılında: Ahlatlı Mengum Berti tarafından yapılmıştır. Çinilerle süslü mihrabın önünde, çini süslü kubbesiyle örtülmüş bir saha var. Mihrap ve kubbelerin çinileri kısmen sökülmüş.

Konya Selçuklu Köşkü

SELÇUKLU KÖŞKÜ

Alaaddin Tepesini çeviren iç kalenin kuzey eteğindedir. Selçuklu Sultanı II. Kılıçaslan’a ait olduğu düşünülmektedir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat I. Zamanında genişletilerek, tamir ettirilmiştir.

Yapı: kare bir plan üzerine, harç ve tuğlalarla, iki kat olarak yapılmıştır. Günümüzde, Köşk: yalnızca harap olmuş bir duvar parçasından ibaret kalmıştır. 1961 yılında, bu tek duvar: beton şemsiye ile muhafaza altına alınmıştır.

Köşkün tam karşısında: Karatay Medresesi bulunuyor.

KARATAY MEDRESESİ/MÜZESİ

Karatay Medresesi: Emir Celaleddin Karatay tarafından, 1251 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlı döneminde de kullanılan medrese; 19’ncu yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.

Kapalı medrese tipinde, tek katlı medresenin giriş kapısı: Selçuklu devri taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir. Duvarları: turkuaz, lacivert ve siyah renkli mozaik kakma tekniğinde yapılmış çinilerle bezenmiştir. Ancak bu çinilerin bir bölümü dökülmüştür. Kubbesinin tam tepe noktası düzdür.

Anadolu Selçuklu dönemi çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi: 1955 yılında, “Çini Eserleri Müzesi” olarak ziyarete açılmıştır. Karatay Müzesinde: Beyşehir Gölü çevresindeki “Kubat-Abad Sarayı kazı buluntuları arasında olan: duvar çinileri, çini ve cam tabaklar ile Konya ve yöresinde bulunan Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerine ait seramik tabaklar, kandiller ve alçı buluntuları sergileniyor. Müzenin bir odasında: Celaleddin Karatay’ın sandukası bulunuyor.

Evet, Zafer Meydanı’nda, yürümeye devam ettiğinizde, usta işçiliği ve mimarisiyle, İnce Minareyi göreceksiniz.

Konya İnce Minare Medresesi (Taş ve Ahşap Eserler Müzesi)

İNCE MİNARE MEDRESESİ (Taş ve Ahşap Eserler Müzesi)

Evet, İnce Minare ve muhteşem kapısı sizleri büyüleyecek.
Selçuklu Veziri, Ata Fahreddin Ali tarafından, 1254 yılında yaptırılmış. Mimarı: Abdullah oğlu Kelük.

Taç kapısı: Selçuklu taş işçiliği şaheserlerinden biri. Üzerinde: kabartmalı geometrik ve bitkisel bezemelerle birlikte, “Yasin” ve “Fetih” sureleri yazılı.

Konya İnce Minare Medresesi

 

Binanın iç mekanları; avlu, eyvan, dershane ve öğrenci hücrelerinden oluşuyor.

Minare kaidesi: kesme taşla kaplı, tuğladan yapılmış. Ön cephede: akant yaprağı ile bezeli. Gövde köşeleri, mavi sırlı tuğladan yapılmış: çift şerefesi var. 1901 yılında, yıldırım düşmesi sonucu: birinci şerefeye kadar olan bölüm yıkılmış.

Bina: 1956 yılında, müze olarak hizmete açılmış. Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait taş ve ahşap eserler sergileniyor. Sergilenen eserler: avluda ve yapının içinde bulunuyor. Müzenin avlusunda: Selçuklu ve Karamanlı dönemi Konya Kitabeleri, mezar taşları ve mimari parçalar var.

Bu eserler arasında, Sultan I. Alaeddin Keykubat’ın 1221 yılında yaptırdığı Konya kalesinin sülüs yazılı mermer kitabeleri ve parçaları, Fatih Sultan Mehmet’in kaleyi 1467 yılındaki tamirine ait kitabı, Seydişehir’den getirilen 1237 tarihli mescit kitabesi, Konya Akıncı mescidinin 1210 tarihli kitabesi gibi eserler bulunuyor.

Avlunun batısında ise, Konya mezarlıklarından toplanmış Selçuklu ve Karamanoğullarına ait sanduka şeklinde mezar taşları bulunuyor. Selçuklu dönemine ait Nalıncı Baba Türbesinin portal süslemeleri ve kemer taşları da, burada bulunuyor.

Bunların arasında: İnce Minarenin mimarı olan Keluk Bin Abdullah’ın ismi yazılı mimari parçalar da dikkati çekiyor. Ayrıca: Medresenin içindeki mezar taşlarında, özellikle iki melek ve iki başlı kuş kabartmaları görülmeye değer.

Konya Mevlana Müzesi

 

Evet, buradan “Mevlana Müzesi” bölgesine geçiyoruz. Sırada: Mevlana Müzesi gezisi var. (Mevlana Müzesi, sitede başka bir sayfada ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Oradan inceleyebilirsiniz)

Mevlana Müzesi ayrıntılı tanıtımı yazıma ulaşmak için.

 

Konya Arkeoloji  Müzesi

2.GÜN

Evet, bugün sabah: Arkeoloji Müzesini gezin. Müzede: ünlü Herakles Lahiti ve Konya ve çevresinden çıkarılan birçok antik dönem eseri görebilirsiniz. Tek katlı bir yapı olan müze binası, küçük olduğu için, bahçesinde de eserler var.

Zafer tanrıçası Nike, Doğanhisar-Lystra-İconium yazıtları, muzur tanrı Pan kabartması, Müze Bahçesinde görebileceğiniz eserler. Ayrıca, müze bahçesinde, Roma dönemi lahitleri mermer işçiliğini görecek ve tek kelimeyle büyüleneceksiniz.

Özellikle: MS.250-260’lı yıllara ait Herakles Lahdi, sidamara tipinde. Yine lahidin kapağında, Herakles’in figürü bulunuyor. Ayrıca lahit çevresi, Herakles’in tanrılar tarafından verilen görevleri yerine getirişini gösteren figürlerle donatılmış. Muhteşem bir sanat ve işçilik örneği olarak orada duruyor. Gidin görün.

Konya Arkeoloji Müzesi

ARKEOLOJİ MÜZESİ

1962 yılında, bugünkü bulunduğu yerde hizmete girmiştir. Atatürk: 20 Mart 1923 tarihinde, bu müzeyi ziyaret etmiştir.

Müzede: Neolitik, Eski Tunç, Orta Tunç, Demir, Klasik, Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine ait eserler sergileniyor. Neolitik eserler: Çumra, Çatalhöyük, Erbaba ve Süberde kazılarında bulunmuş. Eski Tunç Eserler: Sızma ve Karahöyük kazılarında bulunmuş. Asur Ticaret Kolonileri eserleri: Karahöyük kazılarında ele geçirilmiş. Konya Alaaddin Tepesi kazılarında ise: Frig seramik kapları ile Konya Karapınar Kıckışla höyükte bulunan çeşitli Frig çağı kapları ve Lidya kapları da sergileniyor.

Arkeoloji Müzesinin görülmeye değer eserleri: Roma lahitleridir. Roma ve Bizans döneminde sunak, mezar stel ve Ostotekler, müze iç teşhirinde ve bahçede sergileniyor. Ayrıca: müzede, bir kısım taban mozaikleri de sergileniyor. Bunlar: Sille, Tatköy ve Çumra Alibeyhöyük’de bulunmuş ve MS 6’ncı yüzyıla ait.

Daha sonra: merkeze 10 dakika uzaklıktaki, Meram bölgesini gezeceksiniz. Yeşil alanı, mesire yerleri ile ünlü Meram: Aydın Çavuş Tepesine çıkmanızı ve orda yöresel yemeklerin tadına bakmanızı öneriyorum. Konya manzarası eşliğinde, inanın muhteşem bir yemek olacak.

MERAM

İl merkezine 8 km. uzaklıkta bir mesire yeridir. Yani: 10 dakikada ulaşılmaktadır. Sarı ovanın yeşil cennetidir. Yeşillikler bulacaksınız. Meram eskiden bağlık bir alanmış. Meram bağlarının bugüne ise yalnızca türküsü kalmış.

Bağların yerini, lüks yapıların ve villaların yükselmesine rağmen, Meram Çayı ve yeşil alanlar, hala güzelliğini korumaktadır. Meram Çayı’nın her iki yanını, çay bahçeleri ve lokantalar süslüyor. Çayın içinde, gezinti tekneleri var.

Burada: Selçuklular döneminden kalan bir köprü, Karamanoğulları döneminden kalan: Hasbeyoğlu Mescidi, Hamamı, Darülhufazı ve Tavus Baba Türbesi bulunmaktadır.

MERAM HAMAMI

Konya Meram

Meram mesireliğinde, tarihi köprü çıkışında bulunuyor. Beylikler döneminde yapılmıştır. Yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir.

AYDIN ÇAVUŞ TEPESİ

Buraya çıkarak, tüm Konya’yı kuşbakışı görebilirsiniz. Aslında, Konya güzelliklerini gösterme konusunda, Aydın Çavuş’a oldukça cömert davranıyor. Meram’a geldiğiniz takdirde, Konya’nın yöresel yemeklerini de, doğa eşliğinde tadabilirsiniz.

KONYA’NIN ÇEVRESİNDE GEZİLECEK YERLER

İlk ve mutlaka gidilmesini önereceğim durak: Sille Antik kentini, (Konya’nın 8 km. kuzeybatısında)

Konya Sille Aya-Elena Müzesi

SİLLE AYA-ELENA MÜZESİ

Sille; kent merkezinden 8 km. uzaklıkta, kuzeybatıda bir yerleşim yeridir. Erken Hıristiyanlık dönemine ait önemli bir merkezdir. Derin ve dar bir vadide kurulmuş. Aracınız ile dar bir yolda ilerlerken, dağların arasında unutulmuş bir yere gidiyormuşsunuz hissi veriyor.

MS.327 yılında: Bizans imparatoru Constantin’in annesi Helena: hac için Kudüs’e giderken, Konya’ya uğrar. Buradaki ilk Hıristiyanlık çağlarına ait oyma mabetleri görür. Bunların en göze batanı: Ak Manastır (Hagios St.Chariton)dur. Bu manastır, dünyada kurulmuş ilk manastırlar arasındadır. Geniş ve mağara gibi kayaya oyulmuştur. 6-7 şapeli ve birçok hücresi vardır. Bu manastırda bulunan Mikael Hommenos ve Makaeles oğlu Abaraham’a ait mezar taşları, Konya Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.

Evet: imparatorun annesi Helena, burada, Hıristiyanlar için; Sille’de bir mabet yaptırır. Yaptırılan bu kilise: asırlar boyu onarım görerek, günümüze kadar gelir. Kilisenin iç kapısının üstünde: Yunan harfleriyle yazılmış bir tamir kitabesi var. Bu kitabe: 1833 tarihlidir. Bu kitabenin üzerinde: kilisenin dördüncü tamirinin, Sultan Mecit döneminde yapıldığı yazılı.

Konya

 

Evet: kilise, düzgün kesme Sille taşı ile yapılmış. Avlusunda: kayalara oyulmuş odalar ar. Kilisenin kuzeye açılan kapısından: dış nartekse giriliyor. Burada: kadınlar mahfeline çıkan, iki yönlü taş merdivenler bulunuyor.

Kilisenin ana kubbesi: dört fil ayağı üzerine oturtulmuş. Kilisenin içinde: ahşaptan alçı süslü vaaz kürsüsü ve apsisle ana mekanı ayıran ahşap alçılı kafes; tam bir sanat şahaseri.

Kubbe geçişlerinde ve taşıyıcı ayaklarda: Hz. İsa ve Meryem ile havarilere ait resimler bulunuyor.

Konya

 

Sille antik kentine giderseniz, süzülmüş ayrandan içmeden dönmeyin. Sille Konağı: 353 yıllık bir Rum evi. İki katlı bu taş yapı, bir kilise papazının eviymiş. Restore edildikten sonra, 2003 yılında restoran olarak faaliyete geçen bu mekanda, yöresel ızgaralar, bamya çorbası, etli sarma, su böreği, ekmek salması ve tava çeşitleri yiyebilirsiniz.

Konya

Evet, ikinci durak ve mutlaka görmenizi önereceğim yer ise, Çatalhöyük. Çumra ilçesinin 10 km. doğusunda. Sitede, Çumra adı altındaki sayfada, Çatalhöyük ile ilgili ayrıntılı bilgiyi bulacaksınız. Çatalhöyük: bugüne kadar bulunmuş en eski ve en büyük neolitik şehirlerden biri. İlk bakışta, birkaç tümsekte çalışan arkeologlar ve ekipleri göreceksiniz. Büyük bir yerleşim alanı görmeyi beklemeyin. Çünkü, kazı çalışmaları milim milim ilerliyor.

Bölgenin her santimi titizlikle kazılıyor. Bina 5 denilen yer bugün sergiye açık. 1 ana oda ve 4 küçük odadan oluşan yapı hakkında ipuçları veriyor. Kazı çalışmalarını yakından görmek için bölgeyi gezebiliyorsunuz. Yerli ve yabancı birçok üniversiteden, kazı ekiplerini burada dönem dönem görmek mümkün.

Çatalhöyük’teki en eski kazı alanı: 16-17 kattan oluşan, Güney Kazı Alanı. Her kat, en az 100 yıllık bir dilime denk geliyormuş. En alt katın, sadece küçük bir alanı açılmış. Diğer yerler kat kat kendini ele veriyor. Çatalhöyük’te bulunan birçok eser, bugün Konya Müzesinde sergileniyor.

Evet, Çatalhöyük’ten sonra: İvriz Kaya Anıtını görmenizi öneriyorum. Yolunuz Karapınar üzerinden geçecek ve Türkiye’nin çölleşme tehlikesini gözlerinizle göreceksiniz. Dışarıdan yüzünüze vuran kızgın rüzgarın sersemletici etkisiyle, çölleşen kumulları göreceksiniz. Buranın insanlarına, kurnazlıkları sayesinde “çöl şeytanı” deniliyormuş.

O kadar kurnazlarmış ki, şeytanla yaptıkları antlaşmada onu kandırabilmişler. Yolunuzun sağ yanında: Meke, sol yanında ise, Acısu krater göllerini göreceksiniz. Meke, krater gölünün tam ortasındaki büyük tümseği ile eşsiz bir manzara sunuyor. Göl, 12 metre derinliğinde.

Konya Meke Gölü

MEKE GÖLÜ

Sitede, ayrı bir başlık altında ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Oradan okuyabilirsiniz.

Meke gölü tanıtımı hakkındaki ayrıntılı yazım için.

Evet, yola devam ediyorsunuz. Yeşillikleri görmeye başlayınca, Karapınar’dan ayrılıp Ereğli’ye geldiğinizi hissedeceksiniz. Çölün yerini ağaçlar alıyor. Ereğli, Konya’ya 2 saat uzaklıkta. Karapınar ne kadar çorak ve çölse, Ereğli’de o derece yeşil ve bereketli. Yol kenarında meyve ağaçları ve soğuk su kaynakları göreceksiniz.

Gelişmiş kent mimarisine sahip Ereğli’den Halkapınar’a İvriz Kabartmasına yönelin. İvriz Kaya Kabartması, dünyada ilk tarım anıtı olma özelliğinde.

İVRİZ KAYA ANITI

Sitede, ayrı bir başlık altında ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Oradan okuyabilirsiniz.

İvriz kaya anıtları ayrıntılı tanıtım yazıma ulaşmak için.

Konya Selçuklu Kulesi ve İş Merkezi

KONYA VE ÇEVRESİNDE, DİĞER GEZİLECEK YERLER

SELÇUKLU KULESİ VE İŞ MERKEZİ

Konya eski otogarı yerine yapılmıştır. 163 metre boyunda ve 42 katlı bir gökdelendir. Konya’nın ve İç Anadolu Bölgesi’nin en uzun gökdelenidir. Türkiye’nin ise altıncı sırada yüksek gökdelenidir. Konya’nın resmi araç plakasının 42 olması nedeniyle, 42 katlı olarak inşa edilmiştir.

En üst iki katı, alt katlardan farklı olarak, daire biçimindedir. Bu 41 ve 42’nci katların restoran olarak değerlendirilip, kendi ekseni çevresinde dönmeleri planlanıyor. Ayrıca: Konya’nın engebesiz yapısı nedeniyle, bu uzun bina, şehrin her yerinden görülebilmektedir.

MÜZELER

SIRÇALI MEDRESE (MEZAR ANITLARI MÜZESİ)

Sırçalı Medrese, Selçuklu dönemi eserlerinden olup; 1242 yılında, Bedreddin Muslih tarafından yaptırılmıştır.

Çinilerle süslü avlulu medreselerden biridir. Açık avlulu, iki eyvanlı ve iki katlı olan medresenin, geometrik ve rumi motifleriyle bezeli bir portalı bulunmaktadır. Giriş kapısından sonra: beşik tonozlu bir eyvan bulunur. Ortası havuzlu, dikdörtgen avlulu medrese üç yönden revaklarla çevrilidir. Duvarları sırlı tuğla ve çinilerle kaplanmıştır.

1960 yılından bu yana müze olarak ziyarete açık. Konya şehrinde kamulaştırılan mezarlardan toplanan tarih ve sanat tarihi yönünden değerli mezar taşları, dönemlerine göre tasnif edilerek, burada sergileniyor. Sergilenen mezar taşları: sanat yönünden çok zengin Selçuklu Beylikler ve Osmanlı dönemlerine aittir.

ETNOĞRAFYA MÜZESİ

Bina: üç katlı. Müzenin depolarında: özellikle Selçuklu halı örnekleri bulunuyor. Ayrıca: Konya ve Türkiye sınırları içinde kalan meşhur halı-kilim dokuma bölgelerine ait halılar ve kilimler var. Teşhir salonunda: satın alma, hediye ve başka müzelerden devir yolu ile bu müzeye kazandırılan ve genelde Konya ve çevresine ait olan Etnografik eserler sergileniyor.

ATATÜRK MÜZESİ

Atatürk caddesinde bulunuyor. 1912 yılında yapılmış. 1928 yılında, Konyalılar tarafından Atatürk’e bağışlanmış. 1954 yılında ise, Müze olarak hizmete açılmış. Müzede: Atatürk’ün kullandığı elbise ve eşyaları ile Konya’nın kurtuluş savaşındaki yerini anlatan belge, fotoğraf ve gazete küpürleri sergileniyor.

İPLİKÇİ CAMİİ

Alaeddin Caddesi üzerindedir. Şemseddin Altınoba tarafından, 1201 yılında yaptırılmıştır. Cami: İplikçiler Çarşısında bulunduğu için, İplikçiler Camii adını almıştır. 1951-1960 yılları arasında, Klasik Eserler Müzesi olarak kullanılan cami, 1960 yılında yeniden ibadete açılmış.

SADRETTİN KONEVİ CAMİİ VE TÜRBESİ

Konya’nın Şeyh Sadrettin mahallesindedir. 1274 yılında yapılmıştır. Giriş kapısındaki kitabede: adı geçen Sadrettin Konevi, aslen Malatyalı olup, Konya’ya yerleşmiş, zamanın tanınmış bilginlerindendir.

Mevlana’ya derin bir sevgi ile bağlanmıştır. Türbesi, caminin doğusundaki avludadır. Açık türbeler tipinde, ayakta kalan tek örnektir. Türbenin şekli, Selçuklu kümbetlerine benzer. Gövde açık, kaidesi mermer işleme olan türbenin üzerinde, köşeli bir tambura oturan kafes şeklindeki ahşap bir külah vardır.

SELİMİYE CAMİİ

Mevlana dergahının batısındadır. İnşaatına, Sultan Selim II. Nin şehzadeliği zamanında başlanmıştır. Cami: Osmanlı klasik mimarisinin Konya’daki en güzel eserlerindendir. Kuzeyinde: altı sütuna istinat ettirilmiş, yedi kubbeli son cemaat yeri ve basık kemerli cümle kapısı var. Ahşap kapı kanatlarından, sağdakinde “Mesciti Mümin, suda balık gibidir.” İbaresi yazılıdır. Son cemaat yerinin sağ ve solunda, tek şerefeli iki minare var.

AZİZİYE CAMİİ

Konya çarşısının tam ortasındadır. Muntazam kesme taş ile yapılmıştır. Son Osmanlı mimarisinin güzel eserlerinden biridir. 1671 yılında, Şeyh Ahmet tarafından yaptırılan cami yandığı için, 1867 yılında, Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevnihal adına yeniden yaptırılmıştır. Türk baroku üslubundadır. Altı mermer sütuna oturan, üç kubbeli son cemaat yerinin, iki ucunda kaideleri şadırvanlı iki minaresi dikkat çekiyor. Üzeri ferah bir kubbe ile örtülü.

ŞERAFETTİN CAMİİ

Hükümet konağının güney cephesindedir. İlk kez: 12’nci yüzyılda, Şeyh Şerafettin tarafından yaptırılmıştır. 1336 yılında ise yıktırılarak, Mehmet Bey tarafından yeniden inşa ettirilmiştir. Gövdesi: kesme taştan, büyük bir kubbe ile örtülüdür. Kubbeyi 10 fil ayağı tutmaktadır.

Güneyinde bir yarım kubbe ile desteklenmektedir. Cami içi: yazı ve nakışlarla dekorize edilmiştir. Mermer işlemeli minber ve mihrabı güzel sanat eserleridir. Tek şerefeli minaresi, sonradan ilave edilmiştir.

ŞEMS-İ TEBRİZİ CAMİİ VE TÜRBESİ

Şerafettin Camii kuzeyinde, eskiden mezarlık olan Şems Parkının içindedir. 1510 yılında, Emir İshak Bey tarafından genişletilmiştir. İlk yapının, 13’ncü yüzyılda yapıldığı ileri sürülüyor. Ancak, kim tarafından yapıldığı bilinmiyor. Türbe: eyvan şeklinde. Duvarlarında herhangi bir bezeme yok. Tavanı geometrik motiflerle bezenmiş.

Üzeri örtülü sandukanın altında, önceleri kuyu bulunduğu söyleniyorsa da, araştırmalar sonucu burasının kuyu değil, mumyalık olduğu anlaşılmış. Gövdesi taştan tambur ve külahı ise tuğladan yalpan türbe, 1977 yılındaki onarım sırasında, orijinalliğini kaybetmiş.

KAPU CAMİİ

Konya’da merkezde, sarraflar caddesi üzerindedir. Konya kalesinin kapılarından birinin çevresinde bulunduğu için, Kapı camii adını almıştır. İlk kez;1658 yılında, Pir Hüseyin Çelebi tarafından yaptırılmıştır. Bir süre sonra yıkılan cami, 1811 yılında Konya Müftüsü Seyyid Abdurrahman tarafından yenilenmiştir. 1867 yılında, bir yangın cami ile birlikte, bu civarda vakıf dükkanlarını da yok etmiştir.

Bugünkü yapının taç kapısı üzerindeki kitabede, yapım yılı olarak 1868 yazılıdır.
Bu cami: Konya’da bulunan Osmanlı dönemi camilerinin en büyüğüdür. Doğu ve batı yönlerinde birer kapısı vardır. Cami: kesme taşlardan inşa edilmiş olup, üzeri dıştan çatı, içten büyüklü-küçüklü sekiz kubbe ile örtülüdür. Taş mihbarı ve ahşap minberi sadedir.

TAHİR İLE ZÜHRE TÜRBE VE MESCİDİ

Beyhekim mahallesindedir. Türbe halk hikayelerine geçmiş: Tahir ve Zühre’ye aittir. Tuğla örtülü bir kubbe olarak yapılmıştır. Mescidin doğusunda, tuğla mozaiklerle küçük portale ve oradan da çapraz kubbeli bir dehlize ve oradan da bir kapı ile mescide geçilir. Türbenin alçı relyeflerle süslü bir mihrabı var.

ÇEVREDEKİ ÖREN YERLERİ

KARAHÖYÜK

Konya il merkezine: 15 km. uzaklıkta, güney-doğuda, Harmancık mahallesindedir. Belediye otobüsü ile ulaşabilirsiniz.

1953 yılında başlayan kazılar, hala devam etmektedir. Yapılan araştırmalarda: höyüğün; MÖ.3000 yıllarında iskan edildiği anlaşılmıştır. Höyük üzerinde: 27 yerleşim katı bulunmuştur. Höyük: Konya bölgesinin, MÖ.3000 ve 2000 yıllarının tarihine ışık tutması açısından önem taşıyor.

Eski Anadolu’nun, en önemli şehir harabeleri arasındadır. Gaga ağızlı testiler, fincanlar, yonca ağızlı testiler, üzüm salkımı biçimli kandiller ve diğer buluntular ve özellikle at nalı şeklindeki atkılar, dönemin karakteristik özelliklerini gösteren eserlerdir. Buluntular: Konya Arkeoloji Müzesinde sergileniyor.

KİLİSTRA ANTİK KENTİ

Konya’nın 34 km. güneybatısındaki, Hatunsaray Bucağının 16 ncı km. de Gökyurt Köyü sınırları içindedir. Yapılan çalışmalarda: burada, MÖ.3’ncü yüzyıla kadar yerleşim olduğu anlaşılmıştır. Listra’dan (Hatunsaray) gelip, Mistiya’ya (Beyşehir) doğru devam eden tarihi “kral yolu” üzerinde bulunuyor.

Kent’te : MS.7’nci yüzyılda, Kapadokya benzeri, yumuşak kayaların oyulmasıyla bir çok kaya yerleşmesi oluşturulmuş. 1998 yılında yapılan çalışmalarda: haç planlı şapel, Sümbül Kilise, Büyük Su Sarnıcı ve Şırahanelerde temizlik ve restorasyon çalışmaları yapılmış. Haç planlı şapel: MS.8’nci yüzyıla tarihlenmekte olup içi ve dışı, yekpare kaya oyuğu olması nedeniyle, eşine az rastlanan niteliktedir.

Sümbül Kilisede: MS.8’nci yüzyıla ait olup, Bizans devrine ait süslemelere sahip. Büyük Su Sarnıcı ise: karşılıklı, yekpare kayaya oyulmuş, dörder payeye oturan, 3 nefli plan gösteriyor.

Çiftli Şırahane ise: karşılıklı yekpare iki kaya içine oyulmuş, çevresiyse bir kompleks halindedir. Doğu Şırahanenin giriş kapısı eşiğinde: MÖ.1’nci yüzyıla ait, kentin adını veren bir yazıt bulunmuş. Bizans devrine ait kaya oyuğu iki ev ortaya çıkarılmış.

Kent: oldukça büyük bir alana yayılmış, kaya oyuğu yerleşmeleri şeklindedir. Gelecek yıllarda yapılacak kazı ve temizlik çalışmaları sonucu, buranın: Ürgüp, Göreme gibi bir turistik yer olması bekleniyor.

İLÇELERDEKİ GEZİLECEK YERLER

AKŞEHİR: Nasrettin Hoca mezar ve türbesi, Batı Cephesi Karargah Müzesi..
ILGIN: Sahip Ata Kaplıcası.
BEYŞEHİR: Eflatunpınar Hitit Anıtı, Kubad-Abad Sarayı,
ÇUMRA: Çatalhöyük.
EREĞLİ: İvriz Kaya Anıtı,
KARAPINAR: Meke gölü.

HADİM

HADİM YERKÖPRÜ KARASU ILICASI

Göksu nehrinin kaynaklarına sahip bulunan Hadim ilçesinin, Yerköprü Hidroelektrik Santrali yakınında, Karasu Mevkiinde bulunuyor. Kış mevsiminde sıcak, yazın soğuk akan kaynağın suları: cilt hastalıklarının tedavisinde yararlı olmaktaymış. Suyunda kükürt minerallerine de rastlanan Karasu Ilıcası, hem şifa dağıtmakta hem de sahip olduğu tabiat zenginliğiyle, eşsiz bir dinlenme yeri olarak hizmet vermektedir.

Konya Hadim Yerköprü Şelalesi

 

YERKÖPRÜ ŞELALESİ

Orta Torosların yaylalarından doğan kaynaklarla beslenen Göksu ırmağı: bazen yüzeyde ve bazen de yer altındaki yolculuğuna: güneye akarak Akdeniz’e dökülene kadar devam eder. Göksu nehri, ilçenin Yerköprü bölgesinde oluşan şelalesiyle, doyumsuz bir güzellik sergilemektedir.

SEYDİŞEHİR

Konya Seydişehir Tınaztepe Mağarası

 

TINAZTEPE MAĞARASI

Konya-Seydişehir-Manavgat kara yolunda, Seydişehir’den 35 km. uzaklıkta bulunuyor. Toplam uzunluğu: 1650 metre ve derinliği 65 metredir.

Mağara: Tınaztepe’nin güneybatı yamaçlarındadır. Fosil ve aktif olmak üzere, iki bölümden oluşuyor. Fosil bölümünde: bahar aylarında girecek olursanız, sayısı 5’i bulan göllerin: botla geçilmesi gerekir. Sonbahar aylarında, suların azalması sonucu aynı galeri yürüyerek geçilebilir. Beşinci gölden sonra, mağarada 30 metrelik inişle, Büyük Salona geliniyor. Bu salon: gölle son buluyor.

SONUÇ

Konya gerçekten büyük bir yer. Yukarıda: Konya şehir merkezinde, sizlere 2 günlük bir gezi planı, gezi rotası önerdim. Bu gezi planında: şehir merkezinde, önemli sayılabilecek yerleri göreceksiniz. Bunun dışında: şehir merkezinde, zamanınıza göre, gezmenizi önereceğim yerleri de belirttim, zamanınıza göre, kalan yerler arasından tercihinize göre, beğendiklerinizi gezebilirsiniz.

Konya’nın ilçelerinde görmenizi önereceğim diğer yerleri ise, yine ayrı ayrı belirttim. Siz: bölgede bulunduğunuz zamana göre, kendinize göre bir plan yapabilir ve bu güzellikleri görebilirsiniz. Ama çevrede özellikle görmenizi önereceğim yerler şunlar: Çatalhöyük, Sille Antik Kenti, İvriz Kaya Anıtı, Nasrettin Hoca Türbe ve Mezarı, Meke gölü, Eflatunpınar Hitit Anıtı ve ilginizi çekerse, Ilgın Sahip Ata Kaplıcaları.

 

 

Konya Şeb-i Aruz

şebi aruz.1
Konya Şeb-i Aruz

Konya Şeb-i Aruz: Konya denince ilk akla gelen elbette Mevlana’dır. Ünlü Türk felsefecisi Mevlana’dan söz edince: onunla ilgili ilk akla gelenler “Mesnevi” ve günümüze kadar ulaşan bir gelenek “Şeb-i Aruz” törenleridir.

Burada: Mevlana’nın kimliği, yaşamı, düşünceleri hakkında uzun uzadıya konuşmak mümkün, ancak ben sizlere her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında, Konya’da düzenlenen “Şeb-i Aruz” törenlerinden söz etmek istiyorum.

Törenlerin yapılış şekli, törenlerde görev yapanlar, giysileri, hareketleri ve bunların anlamları hakkında bilgi sahibi olmak, bu törenlere gidip katılmayı düşünenler için mutlaka yararlı olacaktır. Bu yazıyı okuduktan sonra Şeb-i Aruz törenlerini kolaylıkla anlamak mümkün olacaktır.

Konya Şeb-i Aruz: Öncelikle Mevlana ve yaşam öyküsü hakkında kısa bilgi vermek istiyorum. Çünkü: Şeb-i Aruz törenlerini anlamak için, Mevlana ve öğretilerini tanımak gerekir.

Asıl ismi “Muhammed Cemaleddin” olan bu ünlü felsefeci, 1207 yılında günümüzde Afganistan ülkesi sınırları içinde kalan Horasan eyaletinin Belh şehrinde doğdu. Babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden ve “Bilginlerin Sultanı” ünvanı bulunan Bahaeddin Veled’tir.

Muhammed Cemaleddin: çok küçük yaşta, babasından felsefe, din ve filoloji dersleri almaya başladı. 1213 yılında, yaşadıkları bölgedeki siyasi olaylar ve Moğol istilası nedeniyle aile ve bazı dostları hep birlikte Belh şehrinden ayrıldı ve 1214 yılında Bağdat ve ardından 1218 yılında Karaman iline geldiler.

Bu yıllarda, Anadolu’nun büyük kısmı “Selçuklu devleti” hakimiyetindeydi ve Konya, bu devletin başkentiydi. Bu yüzden: şehir sanatkarlar ve bilim adamlarıyla doluydu ve sanat eserleriyle donatılmıştı.

Bahaeddin Velet ve yakınları, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine, 1228 yılında Konya şehrine gelip yerleştiler. Bahaeddin Veled, 1231 yılında vefat etti ve Selçuklu Sarayı gül bahçesine gömüldü.

Konya Şeb-i Aruz: Ardından: Muhammed Cemaleddin, buradaki medrese de dersler vermeye başladı. Öğrencileri ve sevenleri tarafından, kendisine “Mevlana” yani “Efendi” lakabı takıldı. Batıda bulunan Anadolu Selçuklu topraklarına Rum diyarı denildiğinden, isminin sonuna “Rum-i” yani “Rum diyarında yaşayan” eki konuldu.

Mevlana, öldüğü güne kadar aşktan başka hiçbir şey konuşmamıştır. Sevgiyi, hoşgörüyü, yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi, hiç kimseyi ayırmadan insanlara sevgi, saygı duyan, yaratılan her şeyi Allah’tan dolayı seven bir kişidir.

Bu yüzden: ölümü bir son değil, gerçek alemde bir başlangıç olarak görür. Ölüm gününü: dünya gurbetinin son bulduğu gece, insanın aslına rücu ettiği, nihayet evine kavuştuğu gece olarak kabul eder.

“Kardeşim benim mezarıma sakın defsiz gelme, çünkü Allah sevenlere, O’nun huzurunda olanlara dertli olmak, kederli olmak yakışmaz” der. Cenaze neyler çalınarak, davullar ve kenarları zilsiz defler dövülerek, besteler okunarak ve sema edilerek götürülür ve bu gelenek daha sonraki cenazelerde de devam eder.

Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleriyle özetleyen Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihinde vefat eder. Bu yüzden: Şeb-i Aruz törenleri her yıl 17 Aralık tarihinde düzenlenmektedir.

şebi aruz.2

ŞEB-İ ARUZ

Konya Şeb-i Aruz: Şeb-i Aruz: kelime anlamı “Düğün gecesi” demektir. Mevlana: bu geceyi Rabb’ine, sevgiliye kavuşma gecesi olarak düşündüğünden “Düğün gecesi” olarak kabul etmiştir.

Yani ölüm günü: Mevlana için “Hakk’a vuslat” yani “Yaratana kavuşma” günüdür. Ölümü: cismin ortadan kalkması değil, Allah’a doğru uçması olarak kabul eder. Zaten Müslümanlık öncesinde, Türkler de ölüm bu şekilde tasvir edilirdi.

ŞEB-İ ARUZ TÖRENLERİ

Törenler, her yıl 7-17 Aralık tarihleri arasında yapılır. Alaaddin Keykubat Tepesi yakınlarında, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin buluştuğu yer olarak kabul edilen noktaya: Mahracel Bahreyn (iki denizin buluşması) kandili yerleştirilmiştir. Törenler, burada bulunan kandilin yakılmasıyla başlar ki buna “kandil uyandırma merasimi” denir.

SEMA TÖRENLERİ

Sema törenleri: 10 bin seyirci kapasiteli Konya Kongre Merkezinde: gündüz ve gece seansları olmak üzere yapılır. 6 yaşından küçük çocuklar törene kabul edilmez. Tören başladıktan 5 dakika sonra salona girilmez. Ayrıca: törenler sırasında: flaşlı fotoğraf çekimi ve sesli kayıt aletlerinin kullanılması yasaktır.

Sema törenleri: genellikle öncesinde Türk tasavvuf müziği orkestrası eşliğinde Ahmet Özhan konseri ve ardından, onların eşliğinde yapılan sema gösterileriyle devam eder ve ortalama 1.5 saat sürer.

Tasavvuf Müziği

Sema, bu müzik dinlenirken yapılır. Çünkü, müzik insan kalbinin atış ritmini takip eder. Mevlana’nın: müzik olmadan sema yaptığı, hatta çarşıda, sokakta, camide sema yaptığı söylenir. Müzik yapanlara “mutriban” denir. Bu heyet içinde, derviş olmayan kişiler de bulunabilir. Önemli olan tasavvuf müziği makamlarını bilmek ve bunları seslendirebilmek ve çalabilmektir.

Semahane

Mevlevilerin sema yapması için düzenlenen yerlerdir. Sema yapanların her yere ve herkese aynı mesafede olması için, semahaneler daire şeklinde düzenlenir.

Semazenler

Sema eden kişilere “semazen” denir. Toplu sema törenlerine, dervişler yani tarikat öğrencileri katılır. Ancak tarikat dışındaki kişiler de sema yapabilir. Her Mevlevi, mutlaka sema yapmasını bilir. Meşk edip sema etmeyi öğrenmeye “sema çıkarmak” ve sema öğrenmiş kişiye “semazen” denir.

Semazen olmak için yapılan eğitimlerde: yuvarlak bir tahtanın ortasına, sabit bir şekilde sema yapmaya alışmak için bir çivi çakılır. Çivinin bulunduğu yere “tuz” dökülür. Sol ayak; başparmağı ve ikinci parmak arasına, bu çivi sokulur ve çark atılır. İlk başlarda 18 çark atılırken, daha sonra her gün sayı arttırılır.

Bu sırada: bakıldığında “1” sayısı gibi gözükmek için eller çapraz şekilde omuzlarda kavuşturulur. Böyle durulmasının amacı: “Allah’a şehadet ediyorum” demektir. Atılan çarklar fazlalaştıkça, yavaşça kollar açılır, belli bir süre sonra tennure giyilir.

Mevlevi olmadan semazen olunmaz. Çünkü sema, Mevleviliğin bir bölümüdür. Sema “aç karnına” yapılır. Önemli olan dönerken “Allah’ı” düşünmektir.

Sema

Sema kelime anlamı “dönmek” değildir, yani Mevlevilikte “dönmek” tabiri yoktur. Sema kelimesi “evren, gök” anlamına gelir. Mevlevilikte sema “evrenin sesini işitmek”, Allah’ın yaptıklarının sesini duymak ve bu sese cevap vermek demektir.

Sema: tek başına veya toplu olarak yapılabilir. Toplu halde yapılan semaya “Sema töreni” denir.

Sema’nın düzenli olması çeşitli kurallar konulmuştur ve böylece törenin Farsça “Mukabele” ye dönüşmesi sağlanmıştır. Sema törenleri: Mevleviler tarafından yapıldığı için törene “Mevlevi Mukabelesi” denir.

Mevlana zamanında, belli bir düzen olmadan,  din ve tasavvuf coşkusuyla yapılan sema Mevlana’nın ölümünden sonra oğulları tarafından bir disiplin içine alınmıştır, öğrenilir ve öğretilir olmuştur. Sema törenleri, son şeklini ise, Pir Adil Çelebi zamanında, 1460’lı yıllarda almıştır.

Sema hareketleri

Sema hareketleri, sembolik olarak kainatın oluşumu, alemde insanın dirilişi ve Yüce Yaratıcıya olan aşk ile harekete geçişi ve kulluğunu idrak edip insanın bilgi ve olgunlaşmaya doğru yönelişini ifade eder.

şebi aruz.3
Konya Şeb-i Aruz

Sema törenleri hakkında bilinmesi gerekenler

Postniş

Semahane içinde, kapının tam karşısında bulunur. Kuzu veya ceylan derisinden yapılır. Diğer dervişlerin postlarıyla karışmaması için kırmızı renklidir.

Postnişin

Mevlevi tarikatı şeyhini yani “makamı” temsil eden kişidir. Bu makamdaki kişi, tarikat içinde zamanla kıdem alır ve çeşitli görevlerden sonra buraya gelir. Bu kişinin kullandığı başlığa “postnişin sikke” denir. Kahverengi keçeden yapılan ve yaklaşık 40 cm yüksekliğinde, silindir şeklindeki bu başlığın tepesi ovaldir. Üzerinde 3 şerit, yeşil kuşak bulunur.

Semazenbaşı

Semanın düzenli yapılması için görevlendirilen kıdemli derviştir.

Dervişler

Tarikat üyelerine “derviş” denir. Dervişler “sikke” denen başlık takarlar. Kahverengi keçeden yapılan, yüksek silindir külah şeklindeki bu başlığın tepesi düzdür. Bu başlığa tasavvufta “mezar taşı” denir.

Dervişler “tennure” denen giysi giyerler. Tennure: gömlek, yelek, kuşak, pantolon ve etekten oluşur. Beyaz renkli bu giysi, pamuklu kumaştan yapılan bir tür tören kıyafetidir. Bu kıyafete tasavvufta “kefen” denir.

Mevlevilerde şeyhler ve halifeler “destar” denen sarık sararlar. Eğer şeyh peygamberimiz Hz Muhammed soyundan ise destarı yeşil yoksa beyaz renklidir. Halife ve çelebiler, bakılınca siyah görünecek mor renkli destar sararlar. Çelebiler destarı alttan sikke yani başlık görünmeyecek şekilde, çelebi olmayanlar ise destarı alttan sikke yani başlık görünecek şekilde sararlar.

Dervişler, tabanı yumuşak bir tür patik yani “mes” giyerler. Bunlar siyah renklidir ve kuzu derisinden yapılır.

Tennure denen giysi üzerine giyilen, siyah veya kahverengi hırka, ayak bileğine kadar uzanır. Tasavvufta hırka anlamı “mezarı örten toprak” demektir.

Hırka ve Post öpülmesi geleneği

Dervişlerin oturdukları post “bu dünyayı yani hayatı” simgeler. Sırtlarına aldıkları hırka ise “öbür dünyayı yani ölümü” simgeler. Hayata ve ölüme duyulan saygı nedeniyle: dervişler yaşadığı için postu, öleceği için hırkayı öperler.

Sema törenleri öncesi

Baş semazen (semaya katılacak ekibin sorumlusu): Semahaneye girer, meydana selam verir, meydanın sağ tarafına gider ve Post’u yere serer. Post başında: bağışlama duası okunur.

Sonra meydanın sol tarafından devam ederek, meydana çıkar. Saz heyeti ve ayine katılacaklar, Semahanede yerlerini alırlar.

Semazenbaşı eşliğinde, tüm semazenler, sema meydanını selamlayarak Post’un sağ tarafındaki yerlerine geçerler.

Ardından “Postniş” sema meydanına girer, sema meydanını selamlar ve Hatt-ı İstiva (Semahane kapısından, postun olduğu yere giden manevi çizgi) üzerinden Post’a yürür, selam vererek Post’a oturur.

1.Bölüm

Hz Muhammed ve diğer Peygamberler ve her şeyi yaratan Allah’ı metih eden “Nat-ı Şerif” yani “övgü şiiri” okunur. (Nat-ı Şerif: Mevlana tarafından yazılmış, kainatın yaratılmasına vesile olan, yaratılmışların en yücesi Hz Muhammed’i öven bir şiirdir.)

2.Bölüm

Kudüm denen küçük davulu çalan “Kudümzenbaşı” birkaç darbe vurur ve bu vuruş “Allah’ın alemleri yaratışındaki kün/ol emrini yani yaratılışı temsil eder.

3.Bölüm

Neyzenbaşının görevlendirdiği bir neyzen, her şeye “Hay” ismiyle hayat veren nefesi temsil eden “ney” taksimine başlar. Buna “Post Taksimi” denir.

Taksim bitince Postniş ve semazenler, sağ ellerini sertçe yere vurarak ayağa kalkarlar. Semazenler, ayakta hırkalarını düzeltirler ve sağa doğru, birbirlerine yanaşırlar.

4.Bölüm

Postniş, postun üç adım önüne çıkar, eğilerek selam verir. Bu üç adım, şeriat, tarikat ve hakikat yani bilgiyi simgeler. Tüm ekip, topluca selamlamaya katılır. Ardından “Devr-i Veled” başlar. Postnişin önünde, semazenler birbirlerine üç kere selam verirler, dairevi bir yürüyüş yaparlar ve yerlerini alırlar.

5.Bölüm

Postnişin ve semazenler, topluca selam verirler ve hepsi hırkalarını çıkarır. Tekrar topluca selam verilir, Semazenbaşı, Postnişin yanına gelir, eğilerek selam verir, Postnişin karşısına geçilir ve topluca selamlama yapılır. Semazenbaşı, semazenlere “destur” verir ve semazenler Postnişin elini öper, sema izni alır ve sema başlar.

Semazenlerin duruş ve hareketlerinin anlamı

Semazenler, semaya kalkmadan önce, Postnişten onay beklerken: kollar kapalı, sol ayak sağ ayağın üzerinde dururlar. Bu duruşun anlamı: “Elif” harfi ve “1” rakamıdır. Tasavvuftaki anlamı “Allah’ın birliği” dir.

Semazenler, sema yaparken kollarını iki yana açarlar. Sağ el yukarı ve sol el aşağıya dönüktür. Bu hareket: “Hak’tan alıp halka dağıtmak” anlamındadır. Tasavvuf anlamı ise: “sağ elle Hak’tan alınan bilginin, sol elle halka dağıtılması” demektir.

Çünkü dervişler dünyevi hayatla ilgilenmezler ve Hak’tan alabilecekleri maddi yani dünyevi olmaz, Hak’tan sadece bilgi alırlar.

Semazenlerde: genel olarak başın dik olması, kolların tam olarak iki yana açık olması ve ellerin dengeli şekilde yukarı-aşağı dönük olması uygundur. Zihin ve akıl Sema’nın içsel yükseliş aşaması olan “ölmeden ölmek” fikrine kanalize olur.

Sema törenlerinin yapılışı

Sema törenleri dört bölümdür.

1.Bölüm

Bu bölüm Selamlamadır. Bu bölüm: insanın kendi kulluğunu anlama bölümüdür. Saz heyeti ilahiyi tamamlar, sema kesilir, semazenler oldukları yerde durur, geriye çekilir ve en yakınındaki semazene yanaşarak en az iki kişi olarak toplanırlar. Bunun anlamı, hayatta hiçbir şey “tek başına” değildir.

Semazenler yavaşça postların bulunduğu yere gelirler. Bu sırada, Semahanenin Hatt-ı İstiva (bu çizginin sağ tarafı bu dünyayı ve canlıları temsil eden dünyevi bölüm, sol tarafı ise öbür dünyayı, ruhları temsil eden ahiret bölümüdür) çizgisini geçerken eğilerek selam verirler.

2.Bölüm

Bu bölümün anlamı: Allah’ın kuvvet ve kudreti karşısında hayranlık duymaktır.

3.Bölüm

Selamlama olarak isimlendirilen bu bölüm: insanın rabbine olan hayranlığının aşka dönüşmesi ve aklın aşkta yok olmasıdır.

4.Bölüm

İnsan manevi yolculuğunu tamamlar, yaratılışına uygun olarak makamların en yücesi olan “kulluk” makamına geri döner. Bu bölüm başlayınca, hırkasını çıkarmadan ve kollarını açmadan Postnişde semaya katılır.

Postundan, sema meydanının ortasına kadar dönerek gelir ve yine dönerek posta gider. Buna “Post seması” denir. Postnişin posttaki yerini almasının ardından, sema biter ve semazenler yerlerini alırlar, toplu selamlama yapılır.

Ardından: makamına uygun olarak Kur’an okuma yapılır. Daha sonra, Postniş, bütün Peygamberlere, alimlere, şehitlere ve tüm Ümmet-i Muhammed’e dua eder.

Postniş “Hu” sözüyle bir “gülbank” (bu tören için özel yapılan bir tür dua) okur, sonra “El Fatiha” denir ve son selamlama yapılarak sema töreni biter.

Mevlana Müzesi ayrıntılı tanıtımı hakkındaki yazım için.